Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

25 Ağustos 2019 Pazar

Kısıtlamalardan Kurtulmak, Korku ve Müzik Zevki (Evet, yine konu konu üstüne)

Çok yazasım var şu aralar ama yazacak pek bir şeyim yok.

Üstteki giriş cümlesinden iki gün sonra, aslında bir süredir aklımda olan şeyi yazıyorum. Benim üniversiteden sonra en az iki yıl boş boş gezmem gerekiyor, devam zorunluluğu, saç-sakal kestirme zorunluluğu derken üniversitedeymiş gibi hissetmiyorum hiç. Sanki hâlâ lisedeymişim gibi hissediyorum, bari şu devam zorunluluğu olmasaydı. Yani o yüzden benim üni bittikten sonra en az iki yıl saçıma sakalıma hiç dokunmadığım, orada burada aylak aylak takıldığım ve bir anda karar vererek başka bir şehre gittiğim (bunu şimdi de yapabilirim gerçi) bir "o neydi lan öyle" sürecinden geçmem gerekiyor.

İstediğim şey çok net: Beni kısıtlayan her şeyden (iş, okul, para, yavaş internet vs. Aslında bunların çoğunu anında ardımda bırakıp aylakça yaşamaya başlayabilirim ama ben o kadar cesur bir insan değilim, bunu yapabilmek için bir güvenceye ihtiyacım var. Kendimle olan sorunlarımdan biri de bu, bahaneler ve korkaklıklar... Ha dedim mi bunları ardımda bırakacak kadar cesur olsam gelip burada sızlanmazdım zaten) kurtulup sadece canımın istediği şeyleri yapmak. O da işte bir yerleri (bilmediğim bir şehir, ormanın içinde bir nehir kenarı, dilini bilmediğim bir ülke -maksat kendime eziyet olsun- falan) gezmek, koleksiyonlarımı geliştirmek*, evde oturup film, dizi, anime, animasyon bir şeyler izlemek (her haftaya bir film projem vardı ama internetin yavaşlığına kurban oldu, bu sene inşallah), manga, kitap, ranobe/web novel, korku hikayeleri ve çizgi roman (Türkçe çevirileri yok, bende de İngilizce yok. Aslında İngilizcem var ama bu yaz öldüğü gerçeği yüzüme inanılmaz bir şekilde çarptı; bazı popüler serilerin Türkçe çevirisi vardır belki, onu bilmiyorum. Benim acilen İngilizcemi düzgün bir seviyeye çekmem gerekiyor, bu konu üzerindeki engel bizzat kendi mallığım.) okumak, kendime çeşitli süsler yapmak, bir şeyler yazmak (bunun için beni kısıtlayan tek şey kendimim gerçi, bunu zaten şimdi de yapıyorum lan? Buradaki başka maddeleri de şimdi de yapıyorum gerçi; mesela kendime çeşitli süsler yapmak maddesi bunlardan), bağ bahçeyle uğraşmak (bunun için önce bir bahçem olması gerekiyor haliyle, başkasının bahçesinde kalıcı olmadığını bildiğim şeyler yapmak hiç zevk vermiyor. Köydeki evin bahçesine havuz yapayım dedim belediye kapattı, ben nasıl o bahçeyle uğraşayım bu şartlarda? Belediye derken evin sahibi olan dedemden bahsediyorum bu arada, gerçek belediyeden değil), hayvanlarla ilgilenmek (sabit dursam akvaryum kurarım, kendi evim olsa akvaryum kurmaya ekstra olarak kedi beslerim, o ev bahçeli olursa ona ekstra olarak köpek beslerim. Şu aşamada okul nedeniyle sabit duramıyorum ve ailemin evinde kedi beslemem katiyen mümkün değil. Gerçi leopar gekom var ama bir sürüngenle olan ilişki ne evcil hayvan-sahip ilişkisi ne de akvaryum-akvarist ilişkisi; garip bir durum. Aslında yağmur ormanı teraryumu olsa akvaryum-akvarist ilişkisi, iguana ya da burma pitonu olsa evcil hayvan-sahip ilişkisi olurdu da bizimki minik, gececil çöl canlısı olunca haliyle. Gül cemalini bile anca yem verirken görebiliyoruz arkadaşın), güneş yüzüme vururken uyanmak, ok atıp kılıç savurmak, bir şeyler çiziktirmek falan. Dahası da vardır da aklıma gelmiyor şimdi.

*Bunlar için beni kısıtlayan pek bir şey yok Allah'tan. Denizkabuğunu denizden bulup topluyorum (Türkiye'deki bütün denizkabuğu türlerine dair örneğim vardır muhtemelen, yine de parayla denizkabuğu almayı düşünmüyorum, anca Nautilius kabuğuna para veririm ya da aşırı güzel görünüşlü nadir bir denizkabuğuna; onun dışında yurtdışına çıkıp Türkiye kıyılarında olmayanları kendim toplarım, o sorun değil, deniz kabuğuna para vermektense yurtdışı görmüş olurum. Normalde bulmanın çok da mümkün olmadığı sülükayaklı -İng. Barnacle, Latince Cirriped; çoğulu Cirripedia- kabuğuna bile sahibim), deniz taşlarını da, balıklar da doğada bulduğum ölü balıklar veya akvaryumda beslediklerimin ölülerinden oluşuyor. (Gerçi ölü balıkların çoğu güvelendi ve mahvoldu, iyi bir yöntem buldum ama sonraya artık), bir tek ok ve geleneksel silah (kılıç vs.) koleksiyonu için para harcamam gerekir ki o da o kadar önemli değil, geliştirmem o koleksiyonu.

Şimdilik aklıma gelen pek bir şey yok, aklıma gelenleri alta ekleyip yayınlarım bu yazıyı. Aha aklıma geldi:

Doğada başıma gelenlere, şehirde gelenlerden daha toleranslıyım. Şehirde olsa söylenip duracağım, sinirden bir yerleri tekmeleyeceğim bir yaralanma ormanda başıma gelince gıkımı çıkarmadan yola devam ettim. Uzun zaman önceydi bu, neden bunu yazmak istedim onu da bilmiyorum. Modern hayata ve teknolojiye karşı kesinlikle dayanıksızım... Araba tutuyor ama gemi, uzun yolda, fırtınalı havada gitmiyor ve ben de bir şeyler okumaya falan çalışmıyorsam tutmuyor (Araba her koşulda tutuyor, belediye otobüsüyle toplu taşımaya gitsem midem bulanıyor). Uçak tutmadı gerçi ama şimdiye kadar bindiğim tek uçağın uçuşu en fazla yarım saat sürdüğü için bu konuda kesin konuşamam. Uçak konusu açılmışken söyleyeyim, inanılmaz yükseklik korkusuna sahip biri olarak uçak beni pek korkutmadı. Gemiden farkı yoktu benim için, ikisi de teknik olarak boşlukta ilerliyor. Açık denizde kıyafetlerle yüzmek de pek kolay bir iş değil, yani gemi batarsa tutunacak bir şeyiniz yoksa ya da kıyıya yakın değilseniz hayatta kalmanız çok mümkün değil. Yüzme bilmek o tür bir durumda kesinlikle kurtulmanıza yetmez.

Korku demişken, biraz korkularımdan bahsedeyim. Yükseklik korkum var, özellikle "Tutmasaydım düşüyordun" şakası (!) hakkında çok nahoş düşüncelere sahibim bu korku nedeniyle. Bazı örümceklerden korkuyor, bazılarından korkmuyorum. Şöyle: Mesela tarantulalardan korkmuyorum (çünkü sadece Avustralya'da iki zehirli tarantula var, onun dışında tarantula zehri insana eğer alerjik değilse zarar vermez), uzun bacaklı örümceklerden de (onlar da zehirsiz -gerçi zehirsiz örümcek, zehirsiz akrep olmaz, zehirsiz yılanın gerçekten var olduğunun aksine; sadece zehri insana etki etmeyecek kadar az ya da zayıf olan örümcek, akrep olur; ona da zehirsiz demekte sakınca yok ama bu konuyu bilelim, yine zehirsiz demeye devam edelim. Zaten örümceği, akrebi araştırırken asla "zehirsiz" yazmaz, "insan sağlığı açısından önemli olmayan miktarda zehirli", "tıbbi açıdan önemsiz zehre sahip" vs. yazar-) korkmuyorum ama küçük, kahverengi örümceklerden (en zehirli örümcekler daima küçük olanlardır. Mesela karadul, pek de büyük olmayan bir örümcektir) ve kurt örümceklerinden (zehri öldürücü olmasa da tehlikeli) korkuyorum. Örümcekten korkup korkmamamı zehirli olma ihtimalinin yüksekliği belirliyor yani. Akreplerden korkmadığımı öğrendim, bir tanesiyle karşılaşana kadar akreplerden korkmadığımı bilmiyordum (Öncesinde o yörenin akreplerinin tıbbi açıdan önemsiz zehre sahip olduğu konusunda bilgilendirilmem bu konuda etkili olmuş olabilir belki). Yılanlar ve farelerden de korkmuyorum (karşıma kobra ya da anakonda çıkarsa belki korkarım ama zehirli yılanlar çok küçük bir küme, dünyada var olan yılanların büyük çoğunluğu zehirsiz. Türkiye için zehirli olan sadece engerekler ve Mısır kobrası var. İnsanı av olarak görüp boğmaya kalkacak yılanlar zehirli yılanlardan da küçük bir küme.), öte yandan hamamböceklerinden korkuyorum, ayrıca keneler ve bazı köpeklerden de korkuyorum. Köpek korkusu hayatımı bunlar arasında en kötü etkileyen olduğu için bundan kurtulmaya çalışıyorum bu arada. Bazı köpeklerden korkuyorum dedim; tanıdığım, bildiğim köpeklerden korkmuyorum ama huyunu suyunu bilmediğim köpeklerden korkuyorum (Aslında eskisi gibi "korku" kalmadı pek, şimdilerde sadece tanımadığım köpeklere karşı tedirginlik ve dikkatli olma şeklinde tezahür ediyor). Bu arada ne zaman köpek korkumdan kurtulduğumu düşünsem ya biri durduk yere havlıyor ya da bir şekilde kovalanıyorum, resmen bütün dünya köpek korkumdan kurtulamamam için çabalıyor. Ölümü bir son değil, hayatın doğal bir parçası olarak gördüğüm için "böyle boş boş, ot gibi yaşayıp ölecek miyiz" krizleri (ve yükseklik korkum, köpek korkum gibi şeylerin devreye girdiği durumlar) haricinde ölümden de korkmuyorum (o krizler sırasındaysa ölümü bir çeşit engel olarak görüyorum daha çok, hep orada ve toslamayı bekliyorum). Ama bu konudan daha önce de bahsettim, gerçek anlamda ölümle burun buruna gelsem muhtemelen ölümden korkmaya başlarım (yükseklik korkum devreye girince ölümden de korkmaya başlamam bunun bir kanıtı gibi sanki). Ölüm demişken, nasıl ölmek isterdiniz? Ben elimde kılıçla, iyi bir mücadele sırasında ölmek isterdim ama günümüz şartlarında bu çok da mümkün değil.

Bazı şeyleri "eski usul" yapmayı seviyorum, bazı şeyleri yemek mesela. Misafirlik ya da restoranda falan bunu yapmıyorum ama çorba kasesini kafaya dikmek, tavuk kanadını elle yemek gibi şeylerden kaşık-çatal kullanmaktan daha çok zevk alıyorum. Bulgur pilavı için tahta kaşık kullanmak da bu "eski usul"e giriyor (ama pilavları daha ziyade çatalla yemeyi tercih ettiğim için tahta kaşık nadiren aklıma geliyor). Silahlar konusunda da böyle, altıpatlardan yüksek silah teknolojisine hiç ilgim yok. Giyinmek konusunda da geleneksel giysiler giymeyi seviyorum ama onlarla dolaşmak çok mümkün olmuyor, bir de pijamamı değiştirmeye üşendiğim için ev içinde genelde pijamayla oluyorum, ev dışında da geleneksel giysileri bir festivale katılmadığım sürece giyemiyorum; yani bu pek de mümkün olmuyor. Bir gün üşengeçliğimden kurtulabilirsem belki ev içinde geleneksel giysi giyerim (Evde bir talimhanemin olduğu bir durumda, talimlere gitmek için geleneksel giysiyi illa giyeceğim ama apartmanın bodrumundaki talimhaneye inerken geleneksel giysi giymek saçma olurdu, dışarı çıkmakla aynı şey gibi). Eski usul olmayan da işte bilgisayar, telefon, oyun, TV teknolojisi falan. Elimle kağıda yazmayı da seviyorum ama sonra birleştirmek, hataları düzeltmek, bazı yerleri silip yeniden yazmak zor olduğu için sadece bilgisayar yakınımda değilse elle yazıyorum.

Mount & Blade: Bannerlord Mart 2020'de erken erişime açılıyormuş. Warband sever bir insan olarak illaki alıp oynayacağım, yalnız Bannerlord'u sevip sevmeyeceğimden çok emin değilim. Benim Warband için "olsa ne güzel olurdu" diye düşündüğüm bir mod fikri vardı, Diplomacy mod'un daha gelişmişi gibi bir şeydi, onda olmasını istediğim bazı şeyler Bannerlord'da eklenecek ama oyunu zorlaştıracağını düşündüğüm bazı şeyler de eklenecek, duygularım karışık. Sırf oyunu zorlaştırıyor diye A World of Ice and Fire modunu oynamamış insanım sonuçta. Gerçi o ayarların kapatılıp kapatılmadığına bakacağım (Crusade Against Jihad modunda da aynı ayarlar vardı ama kapatılabiliyordu), kapatılabiliyorsa süper. (Eğer çevirmeyi başarırsam süper, resmen modu kendim çevirip öyle kullanacağım. Son versiyonu hayrına çeviren kimse olmamış, şaka gibi aq. Hayvani diyalog ve yazı içeriyor ya, ühü ühü)

"Müzik zevki" diye bir şeye sahip değilim, özellikle sevdiğim bir müzik türü yok. Rap ve rock çok tercih etmiyorum ama bu tür müzikleri dinlemeyeceğim anlamına gelmiyor. Ama müzik kitaplığımın çoğunluğunu Vocaloid, anime opening-endingleri (çoğunluğu J-pop tarzı ama farklı tarzda olanlar da var) ve türküler (sadece Türkiye türküleri yok bu arada Orta Asya türküleri de var) oluşturuyor. Biraz Türkçe pop, birkaç tane de İngilizce şarkı var. Herhangi bir türü olmayan eğlence şarkıları da var birkaç tane (Youtuber'ların yorumlardan yaptığı şarkılar benzeri şeyler, onları ne diye isimlendirebiliriz ki?). Ben daha çok kulağıma hoş gelen, sözleri hoşuma giden her şarkıyı dinleme eğilimindeyim (İngilizce şarkılar o yüzden o kadar az zaten, onları altyazılı bulamıyorum ama vocaloid şarkılarının, anime opening-endinglerinin ve Orta Asya türkülerinin altyazılı hallerini kolayca bulabiliyorum; Türkiye Türkçesi olanlar da zaten Türkçe, yani İngilizce şarkıların neden bahsettiği hakkında bir fikrim yok -kelimeleri bile zar zor seçebiliyorum, kelimeleri seçebilsem belki neden bahsettiği hakkında az çok bir fikrim olacak- ama diğerlerinin, en azından sık dinlediklerimin, anlamlarını biliyorum).

Şu sağlıklı beslenme olayını falan pek takmıyorum, benim için önemli olan tek şey tat; tadı güzel olduğu sürece yediğim şeyin sağlıklı ya da sağlıksız olmasını takmıyorum. Sadece dişlerim kolayca ağrıdığından dolayı asitli içecek içmemeye çalışıyorum (dişlerim sağlam olsa içerim ama; özellikle gazoz seviyorum) o kadar. Bunun belki yaşam süremi artırmaya hiç mi hiç ilgim olmamasıyla da ilgisi vardır, ben sadece iyi yaşamak ve bir yerlerim hâlâ tutarken ölmek istiyorum. Yediğim şeyler hakkındaki felsefem "Sağlıklı da beslensem sağlıksız da beslensem er geç öleceğim, o zaman neden kendime eziyet edeyim ki?" Pek hastalanmam, hastalığı da genelde çabuk atlatırım; sebze ve meyve sıkça yiyorum (sağlıklı oldukları için değil tadını sevdiğim için yiyorum haliyle). Bunu böyle yazıyorum da bir hastalıktan falan bu dediklerimi yemek zorunda kalmam inşallah, doktorun "bunu yeme" dediği şeyi yemeye devam etmek intihar sayılır mı? Sayılmazsa yaparım çünkü, affetmem.

Uzun süredir çatışmadan kaçınmaya çalışıyorum ama bu konuda pek başarılı olduğum söylenemez. Hayatla savaşmayı ya da insanlarla dalaşmayı istemiyorum, istediğim şeyi yukarıda belirttim.

Şu Türkçe ve İngilizcede aynı denecek kadar benzer kelimelerde unuttuğum önemli bir şey var: Birader kelimesi, İngilizce Brother ile neredeyse aynı ama kendisi çok sonradan Farsçadan geçmiş. Ünlü uyumuna uymayıp İngilizce'dekine çok benzer kelimeler Soğdcadan değil direkt Farsçadan geçmiş kelimeler. Bir de Çinceden geçen çok eski kelimeler de var, yılan bunlardan biri mesela. Esas hali Lañ şeklinde geçmiş, Türkçe'de L ile söz başlamadığı için Ilan (Ñ her zaman ng/nk'ye dönüşmez, n'ye, m'ye hatta ğ'ye dönüştüğü durumlar bile vardır. Ğ için örnek Tuğrul kelimesi, asıl hali Toñrul) haline gelmiş, sonra da Türkiye Türkçesinde Y eklenmiş (Baştaki boşluk iminden daha önce bahsettim. Oğuz dillerinde Y ile tamamlanır, Kazakça ve Kırgızcada J ile, Çuvaşçada S ile. Eski Türkçede bu im böyle boşluk şeklindedir ama Altaycada -Altay Türkçesi değil, Türkçe ve Moğolcanın kök dili olan Altayca- J-Y arası bir ses şeklindedir.)

O zaman benden gerçekten bu kadar, hadi gidiyorum ben.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder