Şu bahsedip durduğum 1-1,5 aylık işlerim bitti ve döndüm, bu da "ölmedim, oturuyorum" yazısı zaten. Ölmek demişken... Yapmak istediğim öyle çok şey var ki benim bir an önce zengin olmanın ve ölümsüzlüğün bir yolunu bulmam gerekiyor. Ya da bir an önce ölmem ki şu yapmak istediğim şeyler sinirimi bozup durmasın. Yapmak istediğim şeylerin bazıları klasik aktiviteler, bir yerleri dolaşmak, bir şeylerin tadına bakmak ve bir şeyleri görmek gibi. Bir kısmıysa -mesela kendime ait bir orman yaptırmak- günümüz şartlarında, çok zengin olsam bile aynı zamanda inanılmaz şanslı ve kısmen ölümsüz olmadıkça pek mümkün görünmüyor...
Hiç yaşamadığın zamanlara özlem duymak... Bu konuda yazmış mıydım? Nereden esti, diyecek olursanız anneannemlerin evi kentsel dönüşüme girdi, yeni binaya pek ısınamadım. Eskisi daha güzeldi bence... Ben biraz nostaljik bir insan olduğumdan herhalde, bir de rahat olduğum ortamın değişmesinden pek hoşlanmıyorum.
Önüme gelene hırlayasım var şu aralar, içimden hırlayıp duruyorum zaten. Neden böyleyim bilmiyorum...
Bu arada o okulun ta bir taraflarına koyayım ben, daha şef bıçağı nasıl tutulur onu bile öğretmemiş hıyarlar. Lafa gelince "biz şöyle öncüyüz, böyle iyiyiz" ama... Sonra "stajda öğrenirsin", niye okuyorum lan o zaman ben?
Kukriye kılıç diyebiliriz demişim, kafama sokayım. Yatağan dediğin elli-altmış santim, kukri otuz, neredeyse iki katı lan. Kukri bıçaktır, kılıç değildir.
"İşin neydi lan hıyar" derseniz, Dekamer'de gönüllülük yaptım bir süre ve sonrasında da bir hafta kadar ailemle tatildeydim.
Martin hıyarına -amma çok hıyar dedim lan- sesleniyorum: Lan oyunla moyunla uğraşacağına otur şu kitapları bitir. Gerçi onu da anlıyorum, aklında bir son var ama karakterler o sona ulaşmaktan çok uzak, hatta yaptıkları saçma sapan rastgele şeyler onları sondan daha da uzaklaştırıyor.
En iyi fikirler, yazamadığım sıralarda aklıma geliyor. Telefon yok, bilgisayar yok, kağıt yok... Çok gıcık bir iş.
Üniversite tercih edeceklere sesleniyorum: Bırakın üniversite sizi tercih etsin. Nasıl? Hem klişe hem iğrenç espri mi? Sensin o!
Hayır o değil izlemem gereken elli bin Youtube videosu, anime falan birikti... Mangaları hiç saymıyorum bak! Onlar hallolur bir şekilde de Gökçeada'da izleyemeyeceğim onları, bitmez onlar. Hay zaten daha izleme listemde bir sürü anime var, kitaplık şeysinde bir sürü almam -ve okumam- gereken kitap var. Dünyayı gezeceğim daha... (Tabii, bir yerlerden para bulursam gezerim.) Zaten iş olayı, staj olayı ne olacak, nasıl olacak belli değil. Tutunacak mıyım batacak mıyım... Hayır elli yaşına kadar çalışmak batmaktan daha kötü, şimdi bile belim ağrırken ve hafif kamburum varken elli yaşında dişlerim dökülür, belim tutmaz olur benim... Biliyorum ben, ya genç kalmanın bir yolunu bulmam ya da bir an önce ölmem lazım. Diş demişken gerizekalı dişler yüzünden ağız tadıyla tatlı yiyemiyorum, sızlıyor şerefsizler. Dişçiye gitsem matkapla girecek, o matkap gerçeği orada olduğu sürece gitmem arkadaş dişçiye falan. Artık kafama odunla mı vuracaklar, eter mi koklatacaklar, genel anestezi mi yapacaklar beni bir şekilde bayıltıp bütün dişlerimi tek seferde yapmaları lazım. Onu araştırdım, bir şey bulamadım. Gıcık gıcık işler, belim ağrıyor zaten...
Neyse, bir gölüm -havuz değil, göl ya da gölet, ne fark eder?- olsaydı içine mutlaka lepistes, Japonbalığı, yılanbalığı ve turna balığı koyardım. Bir de Garra rufa ve A. burduricus... Ve Aphanius mento.
Pamukkale'ye gittim de Chara vulgaris diksen yetişir bence o suda. Kireçli suları seven bir yosun zaten. Yosun ama bitki formunda, makro alg kendisi. Tatlısu makro algi.
Hayır bir de Sahte Kahramanlar'ı tamamlasam bile yayınlatamam, o sıkıntı var. Şu aşamada pek tamamlanabilecekmiş gibi de durmuyor gerçi...
O kadar işte, daha yazacak bir şeyim yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder