Hâlâ pek bir şey yapmak istemesem de ve geleceğin iyi şeyler getireceğine pek inanmasam da -bu saçma sapan ruh haline girmeden evvel inanırdım- bir şeyler isteyebilmeye, umut edebilmeye ve nihayet yeniden hayal kurabilmeye başladım. Adada pek bir yere gitmediğimden sıkışıp kalmış gibi hissediyordum herhalde. Yine de hâlâ ömrüm boyunca çalışmak beni çok korkutuyor.
Sonuçta hâlâ iğrenç hissediyorum ama eskiden de yaptığım gibi bu durumdan kaçabiliyorum. Çeşitli hayal dünyaları, benim ya da başkasının olması ne fark eder? Yine de gelecek korkusu (kaygı değil bu, kesinlikle korku) hâlâ benimle. Eskiden, yani birkaç ay önce falan, her şeyi düzeltebileceğimi, işlerin planladığım gibi gidip her şeyin süper bir hale gelebileceğini falan düşünürdüm. Keşke hayallere inanabilseydim, her şey daha kolay olurdu.
Neyse, sonuç olarak yeniden küçük şeylerle (ılık bir deniz rüzgarı ya da sevimli bir hayvan yavrusu gibi) mutlu olabilen bir hâle geldiğimden kendimi "düzelmiş" (ne iğrenç kelime lan bu) kabul ediyorum. Saçmalama olsun, bilgi olsun, şikayet olsun aklıma geldikçe bir şeyler yazarım.
Sonuçta saçma bir halet-i ruhiye içinde yaşamaya devam ediyorum. Uzun zamandır sadece hayatta kalmaya çalışıyordum ama artık yeniden yaşadığımı hissediyorum. İkisinin farkı hakkındaki düşüncelerim blogda var zaten, galiba başlık adı hayatta kalmak vs yaşamak'tı ama net hatırlamıyorum.
Bu arada Ramazan ne çabuk geldi ya, daha zaman var sanıyordum ben ama bir haftalık varmış. Hadi ben kaçtım o zaman.
Öne Çıkan Yayın
Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)
İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~
29 Nisan 2019 Pazartesi
25 Nisan 2019 Perşembe
Öyle
Her şeye dair isteksizliğim devam ediyor, aslında ertesi gün geçeceğini düşünmüştüm. Artık hayal bile kuramaz oldum, nefes alamıyorum.
Ne yazacağımı da bilmiyorum, yazacak bir şeyim kalmadı artık. Her şeyi tükettim...
Aslında haftasonu bir yere gideceğim, belki o zaman düzelirim... "Düzelmek" bunun için uygun tanım değil sanki. Düzelmek ne ki?
Bir şeyler yazmak da istemiyorum zaten.
O zaman belki bir ara yeniden yazarım, belki yeniden umut edebilmeye, hayal kurabilmeye başlarım... Uykum var mı yok mu onu bile bilmiyorum şu an.
Keşke bir ev kedisi olsaydım, belki onların da kendilerince dertleri vardır. Aslında teknik olarak bir derdim yok, sadece herhangi bir şey yapmak istemiyorum.
17 Nisan 2019 Çarşamba
Hiçbir Şey Yapmak İstemiyorum
Okula gitmek istemiyorum, herhangi bir şey okumak, herhangi bir şey izlemek istemiyorum, insanlarla konuşmak istemiyorum, yemek yemeyi bile istemiyorum artık. Hayallerimden de vazgeçtim, belki de onlar benden vazgeçti. Bütün gelecek planımı üstüne kurduğum kafeyi açmak istemiyorum, "Tek bir yere gidebilirsin ve sonra yaşadığın yerden adımını atamazsın" deseler koşulsuz şartsız seçeceğim Japonya'ya gitmek istemiyorum, bir süre çalışıp hayatımın geri kalanını planladığım köy evinde geçirmek istemiyorum...
Hayattan zevk alamıyorum artık. Ama intihar edecek cesaretim yok ve hâlâ inancım var, o yüzden hayatta kalmaya devam edeceğim. Tek istediğim ormanlık bir göl kenarında birkaç saat takılmak artık, başka hiçbir isteğim, hiçbir dileğim, hiçbir hayalim kalmadı...
Olmadığım bir şekilde "normal" biri gibi davranmayı istemiyorum artık, bu tiyatro çok yordu. Çok sıkıldım... Kendimden, içimin karanlığından uzaklaşmak için attığım her sahte -veya gerçek, ne fark eder?- kahkaha içime oturmuş durumda. Artık bunu istemiyorum. Gülmeyi de ağlamayı da istemiyorum.
Hayatımın geri kalanını uyuyarak geçirebilsem epey iyi olurdu. Neden bu kadar depresifim bilmiyorum... Okula gitsem, çalışsam ne olacak, onu da bilmiyorum... Muhtemelen gençliğimi heba etmekle kalacağım. Bunu istemiyorum. Kırk yaşından sonra aynı şeyleri mi isteyeceğim, bilmiyorum; o yüzden de korkuyorum. O zamana kadar çalışıp didinip istediğimi elde edersem değişeceğimden korkuyorum.
Geleceğin bilinmezliğinden, yarın hâlâ aynı kişi olup olmayacağımın bilinmezliğinden, bir bir yok olan uç hayallerimin, absürt isteklerimin, gerçeğin acımasızlığına karşı tutunduğum ve gerçekleşmesinin katiyen mümkün olmadığını bildiğim gelecek kurgularımın paramparça olmasından canım acıyor artık.
Küçük mutluluklar artık kaçışıma yetmiyor, komik olmasa da güldüğüm espriler artık kaçışıma yetmiyor... Sokakta gördüğü bir kelebek için mutlu olabilen biri, nasıl bu hale gelir?
Yalnız mıyım? Hayır. Mutsuz olduğumu da söyleyemem. Sadece sıkılmış durumdayım. Kendimi penceresiz ve katiyen gitmek istemediğim tek bir çıkışı olan karanlık bir odaya hapsolmuş gibi hissediyorum.
Tünelin ucunda ışık göremiyorum artık. Çok zorladım, kendi ateşimi yaktım ama artık o da söndü, geleceğim buz tutmuş gibi. Artık bir gelecek bile istemiyorum. Nefes almak dahi zül geliyor.
Belki de yarın gidip bir tımarhaneye başvuru yapmalıyım, onları deli olduğum konusunda ikna edebileceğime eminim. Hiç olmazsa buz tutmuş bir gelecek yerine donmuş bir hayat görürüm önümde. Attığım her adım, hem gerçek hem de mecaz anlamda attığım her adım beni daha da yormaktan başka bir şeye yaramıyor. Bunları isteklerime, mutlu bir hayata ulaşmanın bir yolu gibi göremiyorum artık. Bu şekilde hissetmeyeceğim bir hayat istedim aslında, bütün planlarım, bütün hedeflerim, bütün hayallerim... Hepsi bu şekilde hissetmekten kaçınmak içindi ama artık işe yaramıyor. Bilmiyorum, belki de basit bir iç sıkıntısını fazla abartıyorum. Belki de yarın bu şekilde hissetmeyeceğim, gayet mutlu olacağım. Ama bu bilinmezlik de beni delirten, nefes almamı güçleştiren şeylerden biri.
Nasıl hissettiğimi de bilmiyorum. Şu an bir şey hissediyor muyum ki? Kalbimde bir boşluk varmış gibi hissediyorum. Zincirlerle oraya sabitlenmiş bir boşluk... Nasıl olacaksa ama hissettiğim bu işte.
Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum... Eskiden en azından neleri yapabileceğimi, en azından deneyebileceğimi ve neleri yapamayacağımı, daha doğrusu denemeye dahi cüret edemeyeceğimi bilirdim ama artık onu bile bilmiyorum.
Bu bloga yazmayı dahi istemiyorum artık, ki burası içimi boşalttığım, bir nebze iyi hissettiğim bir yerdi... Bir nevi kaçış noktamdı, buraya bütün serzenişlerimi yapabilir, istediğim gibi saçmalayabilirdim... Ama artık bu blog bile benden, kişiliğimden ya da hayatımdan çok uzak bir noktadaymış gibi hissediyorum. Birçok şeyi, ne kadar alakasız, saçma, gereksiz olursa olsun öğrenmeyi sevsem de artık ne bildiğim ne de bilmediğim herhangi bir şey duymayı istemiyorum.
O zaman artık bu yazıyı bitiriyorum. Bırak yarını, birkaç saat sonra ne hissedeceğimi bilmiyorum. Tek bildiğim artık gerçekten sıkıldığım.
16 Nisan 2019 Salı
"Sıcak Bir Yerlere Yerleşmek İstiyorum" ve Diğer Şeyler
Öncelikle, bu hiç bir amacı olmayan bir saçmalama yazısı olacak. Elimden geldiğince bir şeylerden şikayet etmemeye çalışacağım.
Biri bana "Sıcak bir yerlere yerleşmek istiyorum" derse ses çıkarmam ama sıcak yer örneği olarak Gökçeada verilirse kürekle kovalarım. Arkadaş ben Kasım'da başlayıp Mart'ın sonuna kadar kar yağabilen dağ başlarında Şubat ayında da kaldım, buradaki kadar üşümedim. Hayatımın en çok üşüdüğüm günlerini Gökçeada'da yaşıyorum. Aslında hava o kadar soğuk değil, rüzgar fena.
Neyse, televizyonum bozuk demiştim ya; kendi kendine düzeldi. Bence bana garezi var ama neyse.
Noragami'nin mangasını okuyorum da animeden çok farklı bir havası var. Bu hava farklılığına sebep olanın ne olduğu konusunda kafayı yiyeceğim. Animede en ciddi sahnelerde bile gülebilirken mangada en komik sahnelerde bile diken üstündeyim her an bir yerden bir şey çıkacak diye.
Ne yazacağım lan ben buraya?
Şimdi, gidip A101'den bir tane lahmacun aldım dondurulmuş. Dondurulmuş lahmacun deyip geçme, adada bundan iyisi yok, en azından ben bulamadım. Çözülmesini bekledikten sonra pişirecekmişiz, temel olarak dondurulmuş gıdayla beslenmek zorunda kalan biri olarak dikkatimi çekti; diğer dondurulmuş şeylerde "çözülmesini beklemeden" diyor çünkü ama bunun bekliyoruz.
Okula gitmek istemiyorum ya... Sınavlardan sonra niye tatil vermiyor lan bu okul? Zaten bölüme bütçe de ayırmıyorlar doğru düzgün, içim dışım bulgur ve şeker oldu. Bakamayacaksanız açmayın kardeşim bölümü! Biz şöyle öncüyüz, bunu ilk biz yaptık vs. demeyi biliyorsunuz ama.
Bir de okula gidiyorum da ne olacak? Sürün, her yerden deneyim istesinler... Belirsizlik kafayı yedirtiyor. Ondan sonra gidip tek başına dağ başında yaşamak isteyince bu saçma sapan durumlar -ki temelde "modern hayat" denen şeyin götürüleridir, evet, getiri değil götürü- değil de ben suçlu ve garip oluyorum!
Yapılacak her şey yapılmış, denenecek her şey denenmiş, bize bir şey kalmamış gibi...
Bak şöyle acayip bir şey buldum -Onedio misyoneri gibi oldum burada Onedio linki vere vere, lan Onedio hakkımı ver-: https://onedio.com/haber/ya-gercekten-oyleyse-99-emin-oldugu-ama-kanitlayamadigi-seyleri-yazarak-hepimizi-gulduren-19-kisi-869161
Mesela 77+33=100 şeysi, ne kadar da uygun olmaya ama işte matematik... Bu arada cam şişe, kutu ve plastik şişedeki aynı markalı aynı içeceğin tadı farklı oluyor, bunu bir türlü her şeyi fiyat ekseninde görenlere (babam) anlatamıyorum. Plastik şişedeki Lipton ice tea'nin tadı iğrenç, kutudaki mis gibi. Hele Teatone'un plastik şişede olanı zehir gibi. "Allah'ın bana takması" tweet'i var mesela. Çoğu zaman "Lan hayat, benimle ne derdin var?" şeklinde hissediyorum. Hayır çünkü herhangi bir insanın başına sakin sakin evde otururken saçma sapan şeyler gelmemesi lazım normalde.
Yazıyı uzatmak istiyorum ama aklıma hiçbir şey gelmiyor. Biraz sıkıldım gibi... Okuldan, şehirden -Gökçeada şehir mi? Evet, şehir. Burası bile çok kalabalık geliyor artık bana... Hayır kalabalığı, araba yoğunluğu falan kötü yönleri şehir gibi ama şehrin iyi yanları yok. Neyse ki doğası güzel, öyle de olmasa tırlatmıştım burada-, birçok şeyden...
Öyle ya da böyle hayatta kalmaya devam ediyorum, bunun için biraz daha uğraşsaydım sıkılmaya vaktim olur muydu merak da etmiyor değilim. Ölüm fikri biraz... Bazen sanki hiç ölmeyecekmişim gibi geliyor, yüz yıllar boyunca hayatta kalacakmışım gibi. Açıkçası bunu istemem. Eğer istediğim her şeyi ama her şeyi yapabilmiş olsam ve arkamdan ağlayacak kimse olmasa yarın ölmeyi umursamam. Ama bu çok da mümkün değil, sanırım... Yazı gitgide karanlık bir tona büründü, neden böyle oldu ki? Bu arada iki seferdir "yaşamak" yerine "hayatta kalmak" dediğimin farkındasınızdır. Yaşamak, istediğini istediğin zaman yaptığın, gönlünce bir hayat sürdüğün ve koşulsuz bir şekilde mutlu olduğun durumdur. Modern insanın çoğunluğunun, buna ben de dahilim, yaptığı şey "hayatta kalmak", yaşamak böyle bir şey olmamalı, böyleyse bile buna inanmayı reddediyorum ve buna "hayatta kalmak" demeyi sürdüreceğim.
Siyah renk -aslında renk değil falan olayını geçiyorum, renk yerine kullanabileceğim bir kelime söyleyin o zaman- neredeyse her kültürde kötülükle ve ölümle bağdaşlaştırılmıştır. Türkçede "Kara", kötülüğü, ölümü veya olumsuz şeyleri belirten bir sözcüktür. Bu, siyahın algısına da yansımıştır. Örneğin aslen kutlu olmayıp sonradan mevki, makam kazananlara ve çocuğu olmayan beylere kara otağ layık görülmüştür. Dede Korkut'ta, adını hatırlamadığım çocuksuz bir bey, kendisinin ziyafet için kara otağa yerleştirilmesine kızıp ne yanlış yaptığını sorar mesela. İngilizce'de "Black Witch", en kötü, en şeytani ve en güçlü cadıdır. Japon mitolojisinde "Kuro Bouzu" yani "Kara rahip" adında bir youkai (kötü ruh, cin vs. diye çevirebiliriz) vardır, geceleri insanların evine giren, ölü balık kokan, çürümüş ve insanların nefeslerini çekip onları öldüren bir varlıktır. Kızıl renk de çoğu zaman siyahın yancısı konumundadır. Bazı kültürlerde kısmet, kader, ruh eşi gibi olumlu anlamları da barındırsa da temel olarak kan rengi olmasından dolayı siyahın yancısı olarak görülmüştür. Tengricilikte kötülüğün efendisi Erlik Han, sonsuz bir karanlık içindeki yer altı dünyasına kızıl, sönük bir güneş inşa etmiştir. Olumlu anlamlarına bakarsak da Uzakdoğu ve Orta Asya kültüründe ruh eşinin sembolüdür. Japonlar, ruh eşlerinin "kaderin kızıl ipliğiyle" bağlı olduğunu söyler. Türkler, nişanda yüzükler arasında kırmızı kurdele keser. Siyahın da bazı olumlu anlamları vardır, örneğin Eski Mısır'dan tutun da Japonya, İngiltere gibi birçok yerde kara kediler uğursuzluk yerine uğur getirir. Kara kedilerin uğursuzluk getirdiği inancı, Ortaçağ'da kilise tarafından daha önceki bütün kutsalları yok etme çalışmaları kapsamında yayılmıştır zaten. Antik Mısır'dan çıkan kedi inancı, kedilerin uğurlu ve zaman zaman da kutsal varlıklar olarak görülmesine yol açmıştır. Burada bir parantez açmak gerekirse, birçok büyük kedinin kutsal olarak görüldüğü Türk ve Moğol kültürlerinde kedinin kendisine bir kutsallık atfedilmemiş, bunun sebebi muhtemelen kedinin göçebe hayata pek de uygun bir hayvan olmadığından kedi beslememeleri. (Oğuzlar ve Moğollarda köpek de kurt gibi kutsaldır mesela) Geleneksel İslam'da kedi, peygamber övgüsü almış temiz bir hayvan olarak görülür. Çinliler, kediye "on üçüncü burç"u atfedecek kadar değer vermişlerdir. Çin burçlarından bahsediyorum bu arada, temelde hayvanlı Çin takvimiyle aynı. Dediğim gibi bir tek kedi üzerine bir hikaye var. İngiltere'de kara kedinin uğurlu olduğu inancının Ortaçağ'dan sonra da yaşaması ilginç ama. Bir başka ilginç olan, kara kedilerin neden önceden de uğursuz kabul edilmediği. "Black Dog", Kelt mitolojisinden bir çeşit hayalettir mesela. Türk kültüründe kara yılan (karayılan yani Dolichophis jugularis değil, siyah renkli herhangi bir yılan. Bu kobra ya da engerek de olabilir) ve kara çıyan en aşağılıklar olarak görülmüştür. Neden siyah olan neredeyse her şey ölüm, gece -ki birçok kültürde kötülüğün zamanıdır-, kötülük gibi olumsuz şeylerle bağdaştırılıyorken kara kedi es geçilmiş merak konusu. Gerçi, kediler Antik Mısır'da evcilleştirilip dünyaya yayıldı, haliyle orada tanrıça kabul edilen dişi kara kediler sonucunda da kara kediye Ortaçağ'a kadar kötülük atfedilmemiş. (Yalnız şimdi fark ettim, kediler ele geçirmiş dünyayı resmen. Antik Mısır'da ortaya çıkıp bütün dünyaya yayılmak ne lan? Bir de modern zamanlarda da değil, ta o zamanlarda... İlk evcilleştirildiğinde de çok sevilmiş, tutulmuş demek ki. Olsun olsun, kedi iyidir. Köpek de iyidir gerçi. Yılan, çıyan falan, onlar da iyidir. Fare, hamster, sincap... Eeeh, hamamböceği, sinek ve kene harici her hayvan iyi lan işte, ne uğraştırıyorsunuz?)
Ulan amma konuştum. Hiçbirini yazmayıp sırf şu üstteki paragrafı yazsaydım yetermiş.
Hadi ben kaçtım. Şu siyah olayını da aklıma geldi diye yazdım, konuyla (ne konusu lan?) bir ilgisi yok.
Biri bana "Sıcak bir yerlere yerleşmek istiyorum" derse ses çıkarmam ama sıcak yer örneği olarak Gökçeada verilirse kürekle kovalarım. Arkadaş ben Kasım'da başlayıp Mart'ın sonuna kadar kar yağabilen dağ başlarında Şubat ayında da kaldım, buradaki kadar üşümedim. Hayatımın en çok üşüdüğüm günlerini Gökçeada'da yaşıyorum. Aslında hava o kadar soğuk değil, rüzgar fena.
Neyse, televizyonum bozuk demiştim ya; kendi kendine düzeldi. Bence bana garezi var ama neyse.
Noragami'nin mangasını okuyorum da animeden çok farklı bir havası var. Bu hava farklılığına sebep olanın ne olduğu konusunda kafayı yiyeceğim. Animede en ciddi sahnelerde bile gülebilirken mangada en komik sahnelerde bile diken üstündeyim her an bir yerden bir şey çıkacak diye.
Ne yazacağım lan ben buraya?
Şimdi, gidip A101'den bir tane lahmacun aldım dondurulmuş. Dondurulmuş lahmacun deyip geçme, adada bundan iyisi yok, en azından ben bulamadım. Çözülmesini bekledikten sonra pişirecekmişiz, temel olarak dondurulmuş gıdayla beslenmek zorunda kalan biri olarak dikkatimi çekti; diğer dondurulmuş şeylerde "çözülmesini beklemeden" diyor çünkü ama bunun bekliyoruz.
Okula gitmek istemiyorum ya... Sınavlardan sonra niye tatil vermiyor lan bu okul? Zaten bölüme bütçe de ayırmıyorlar doğru düzgün, içim dışım bulgur ve şeker oldu. Bakamayacaksanız açmayın kardeşim bölümü! Biz şöyle öncüyüz, bunu ilk biz yaptık vs. demeyi biliyorsunuz ama.
Bir de okula gidiyorum da ne olacak? Sürün, her yerden deneyim istesinler... Belirsizlik kafayı yedirtiyor. Ondan sonra gidip tek başına dağ başında yaşamak isteyince bu saçma sapan durumlar -ki temelde "modern hayat" denen şeyin götürüleridir, evet, getiri değil götürü- değil de ben suçlu ve garip oluyorum!
Yapılacak her şey yapılmış, denenecek her şey denenmiş, bize bir şey kalmamış gibi...
Bak şöyle acayip bir şey buldum -Onedio misyoneri gibi oldum burada Onedio linki vere vere, lan Onedio hakkımı ver-: https://onedio.com/haber/ya-gercekten-oyleyse-99-emin-oldugu-ama-kanitlayamadigi-seyleri-yazarak-hepimizi-gulduren-19-kisi-869161
Mesela 77+33=100 şeysi, ne kadar da uygun olmaya ama işte matematik... Bu arada cam şişe, kutu ve plastik şişedeki aynı markalı aynı içeceğin tadı farklı oluyor, bunu bir türlü her şeyi fiyat ekseninde görenlere (babam) anlatamıyorum. Plastik şişedeki Lipton ice tea'nin tadı iğrenç, kutudaki mis gibi. Hele Teatone'un plastik şişede olanı zehir gibi. "Allah'ın bana takması" tweet'i var mesela. Çoğu zaman "Lan hayat, benimle ne derdin var?" şeklinde hissediyorum. Hayır çünkü herhangi bir insanın başına sakin sakin evde otururken saçma sapan şeyler gelmemesi lazım normalde.
Yazıyı uzatmak istiyorum ama aklıma hiçbir şey gelmiyor. Biraz sıkıldım gibi... Okuldan, şehirden -Gökçeada şehir mi? Evet, şehir. Burası bile çok kalabalık geliyor artık bana... Hayır kalabalığı, araba yoğunluğu falan kötü yönleri şehir gibi ama şehrin iyi yanları yok. Neyse ki doğası güzel, öyle de olmasa tırlatmıştım burada-, birçok şeyden...
Öyle ya da böyle hayatta kalmaya devam ediyorum, bunun için biraz daha uğraşsaydım sıkılmaya vaktim olur muydu merak da etmiyor değilim. Ölüm fikri biraz... Bazen sanki hiç ölmeyecekmişim gibi geliyor, yüz yıllar boyunca hayatta kalacakmışım gibi. Açıkçası bunu istemem. Eğer istediğim her şeyi ama her şeyi yapabilmiş olsam ve arkamdan ağlayacak kimse olmasa yarın ölmeyi umursamam. Ama bu çok da mümkün değil, sanırım... Yazı gitgide karanlık bir tona büründü, neden böyle oldu ki? Bu arada iki seferdir "yaşamak" yerine "hayatta kalmak" dediğimin farkındasınızdır. Yaşamak, istediğini istediğin zaman yaptığın, gönlünce bir hayat sürdüğün ve koşulsuz bir şekilde mutlu olduğun durumdur. Modern insanın çoğunluğunun, buna ben de dahilim, yaptığı şey "hayatta kalmak", yaşamak böyle bir şey olmamalı, böyleyse bile buna inanmayı reddediyorum ve buna "hayatta kalmak" demeyi sürdüreceğim.
Siyah renk -aslında renk değil falan olayını geçiyorum, renk yerine kullanabileceğim bir kelime söyleyin o zaman- neredeyse her kültürde kötülükle ve ölümle bağdaşlaştırılmıştır. Türkçede "Kara", kötülüğü, ölümü veya olumsuz şeyleri belirten bir sözcüktür. Bu, siyahın algısına da yansımıştır. Örneğin aslen kutlu olmayıp sonradan mevki, makam kazananlara ve çocuğu olmayan beylere kara otağ layık görülmüştür. Dede Korkut'ta, adını hatırlamadığım çocuksuz bir bey, kendisinin ziyafet için kara otağa yerleştirilmesine kızıp ne yanlış yaptığını sorar mesela. İngilizce'de "Black Witch", en kötü, en şeytani ve en güçlü cadıdır. Japon mitolojisinde "Kuro Bouzu" yani "Kara rahip" adında bir youkai (kötü ruh, cin vs. diye çevirebiliriz) vardır, geceleri insanların evine giren, ölü balık kokan, çürümüş ve insanların nefeslerini çekip onları öldüren bir varlıktır. Kızıl renk de çoğu zaman siyahın yancısı konumundadır. Bazı kültürlerde kısmet, kader, ruh eşi gibi olumlu anlamları da barındırsa da temel olarak kan rengi olmasından dolayı siyahın yancısı olarak görülmüştür. Tengricilikte kötülüğün efendisi Erlik Han, sonsuz bir karanlık içindeki yer altı dünyasına kızıl, sönük bir güneş inşa etmiştir. Olumlu anlamlarına bakarsak da Uzakdoğu ve Orta Asya kültüründe ruh eşinin sembolüdür. Japonlar, ruh eşlerinin "kaderin kızıl ipliğiyle" bağlı olduğunu söyler. Türkler, nişanda yüzükler arasında kırmızı kurdele keser. Siyahın da bazı olumlu anlamları vardır, örneğin Eski Mısır'dan tutun da Japonya, İngiltere gibi birçok yerde kara kediler uğursuzluk yerine uğur getirir. Kara kedilerin uğursuzluk getirdiği inancı, Ortaçağ'da kilise tarafından daha önceki bütün kutsalları yok etme çalışmaları kapsamında yayılmıştır zaten. Antik Mısır'dan çıkan kedi inancı, kedilerin uğurlu ve zaman zaman da kutsal varlıklar olarak görülmesine yol açmıştır. Burada bir parantez açmak gerekirse, birçok büyük kedinin kutsal olarak görüldüğü Türk ve Moğol kültürlerinde kedinin kendisine bir kutsallık atfedilmemiş, bunun sebebi muhtemelen kedinin göçebe hayata pek de uygun bir hayvan olmadığından kedi beslememeleri. (Oğuzlar ve Moğollarda köpek de kurt gibi kutsaldır mesela) Geleneksel İslam'da kedi, peygamber övgüsü almış temiz bir hayvan olarak görülür. Çinliler, kediye "on üçüncü burç"u atfedecek kadar değer vermişlerdir. Çin burçlarından bahsediyorum bu arada, temelde hayvanlı Çin takvimiyle aynı. Dediğim gibi bir tek kedi üzerine bir hikaye var. İngiltere'de kara kedinin uğurlu olduğu inancının Ortaçağ'dan sonra da yaşaması ilginç ama. Bir başka ilginç olan, kara kedilerin neden önceden de uğursuz kabul edilmediği. "Black Dog", Kelt mitolojisinden bir çeşit hayalettir mesela. Türk kültüründe kara yılan (karayılan yani Dolichophis jugularis değil, siyah renkli herhangi bir yılan. Bu kobra ya da engerek de olabilir) ve kara çıyan en aşağılıklar olarak görülmüştür. Neden siyah olan neredeyse her şey ölüm, gece -ki birçok kültürde kötülüğün zamanıdır-, kötülük gibi olumsuz şeylerle bağdaştırılıyorken kara kedi es geçilmiş merak konusu. Gerçi, kediler Antik Mısır'da evcilleştirilip dünyaya yayıldı, haliyle orada tanrıça kabul edilen dişi kara kediler sonucunda da kara kediye Ortaçağ'a kadar kötülük atfedilmemiş. (Yalnız şimdi fark ettim, kediler ele geçirmiş dünyayı resmen. Antik Mısır'da ortaya çıkıp bütün dünyaya yayılmak ne lan? Bir de modern zamanlarda da değil, ta o zamanlarda... İlk evcilleştirildiğinde de çok sevilmiş, tutulmuş demek ki. Olsun olsun, kedi iyidir. Köpek de iyidir gerçi. Yılan, çıyan falan, onlar da iyidir. Fare, hamster, sincap... Eeeh, hamamböceği, sinek ve kene harici her hayvan iyi lan işte, ne uğraştırıyorsunuz?)
Ulan amma konuştum. Hiçbirini yazmayıp sırf şu üstteki paragrafı yazsaydım yetermiş.
Hadi ben kaçtım. Şu siyah olayını da aklıma geldi diye yazdım, konuyla (ne konusu lan?) bir ilgisi yok.
7 Nisan 2019 Pazar
Yarın sınavlar başlyor ve ben burada blog için yazı düşünüyorum
Başlık, ilk cümle. Oradan devam ediyorum: Sebebi belli tabii, hiç ders çalışasım yok. Aslında biraz bulaşıklara dalasım da geliyor ama öyle bir dağ oldu ki, bir girsem bütün haftam hiç yemeyip içmeden sırf bulaşık yıkamakla geçer.
Bu sezon güzel, komik animeler var bakalım. Bir önceki sezonun %90'ı Türk dizilerinden halliceydi, hele Domestic na Kanojo iyice beterdi. Bu sezon kısa komedilerle dolu. İyi, iyi.
Bu arada bilgisayarımın pili ölmüş durumda. Şarj kablosu iki salise temassızlık yapsa hemen ekran kararıyor ve katiyen geri gelmiyor. Şarj kablosunu çıkarınca da hemen kapanmıyor koduğumun şeyi, her seferinde en az beş dakikamı iç ediyor Allah'ın cezası.
Bu yazıyı yazmaya çalışırken bile iki defa oldu, en son pencereden atacağım soktuğumun aletini o olacak.
Kablo da temassızlık yapmaya bahane arıyor zaten, bir tuşa azıcık sert bassam hemen temassızlık yapıyor. Sinirden kelime yazamıyorum, elli bin tane kelime düzelttim deminden beri.
Bir de çalıştığım ders de sinirimi bozdu, konulardan biri yenilebilir böcekler... Yenilebilir böceklermiş, sanki Türkiye'de bu konuda herhangi bir şey yapabilecekmişiz gibi. Türkiye'de bir yenilebilir böcek restoranı açılmaya kalkılsa iki günde batar, kim gelecek oraya? Zaten bu yüzden vazgeçtiğim bir sürü fikir var. Ulan Türkiye'de gerçek Uzakdoğu restoranı olan Uzakdoğu restoranı yok, alayı American-Asian şeyler sunuyor, sen burada bize füzyon mutfağı, yeşil restoranlar, yenilebilir böcekler konusu işliyorsun. Bu neymiş? Hayır aslında kızgınlığım bilgisayara karşı, şimdi derse yönlendirdim. Gıcık oldum çünkü bilgisayara, fırlatıp atmamam için nefretimi başka bir şeye yönlendirmeliyim. Lan Blogger senin de ebeni artık, ek almış hiçbir kelimeyi neden tanımıyorsun lan?
Neyse, ders şeyini geçelim ama aklıma herhangi bir şey gelmiyor. Zaten bu hafta boyunca yağmurlu olacakmış, Nisan'da klima mı yakılır lan? Zaten klimanın vır-vır sesinden okuduğumu anlamıyorum. Böyle soğuk mu olur! Bu ne? Hangi iklimin parçası bu? Güney Yarımkürede miyiz lan?
Kaşıntı senin de ta... Yazının başına oturduğumdan beri burnum ve yanağım kaşınıyor, sinir oldum ona da.
İyice sinir küpü olmuş çıkmışım, bu ne lan? Neyse, yazınca biraz rahatladım. Az biraz Youtube'da takılıp sonra tekrar derse otururum. Sonra ne halt yerim ben de bilmiyorum.
Bu arada o ikinci şarj kablosu temassızlığından önce gayet iyi durumdaydım, o bu hale getirdi beni. B.k mu var da çıkıyorsun yerinden?
Buz gibi lan hava! Montum kışlıkların arasında kaldırılmış durumda, yağmurluğum yok. Hırka gibi saçma sapan bir şeyim var, o da olduğu gibi yağmur geçiriyor.
Ha yağmur demişken dün bütün yiyeceğim bitti. Hani bir gün daha dayanabilmemi sağlayabilecek tek şey makarnaydı, onun için de ne yoğurt ne salça hiçbir şeyim yoktu. Bugün yağmur çiselerken gittim alışverişimi yaptım, pazar arabasına sığmadı. Gittim tekrar şu hasır poşetlerden aldım. Bir hafta akşam yemeklerini idare ederiz bakalım, zaten sınav günleri kahvaltı ve öğle yemeğimi okulun orada yapacağım. Bir saat önce gideceğim oraya yaylana yaylana. Yarım saat yemek için yetmiyor çünkü. Bakalım artık bu akşam ne yiyeceğimi de bilmiyorum.
Aslında sudan dolayı sığmadı, su almasaydım sığabilirdi. Ama yani suyum da bitmişti, ne yapayım? Bu yağmurda çeşmeden mi doldurayım? -İçme suyu çeşmesi, hayrat diyorum, mutfak çeşmesinden saçma sapan bir su akıyor-
Ev kedilerine inanılmaz özeniyorum. Yediğin önünde yemediğin arkanda, hiçbir şey için çalışmana çabalamana gerek yok, istediğin zaman sevdir istemediğin zaman bas tırmığı. Biz de burada ders çalışma, okul, sınav, iş gibi çeşitli kategoriler halinde sürünelim. Hatta sürünelim yerine yine S ile başlayan başka bir şey yazmamak için de kendimi zor tuttum. Ondan sonra "Ortaçağ'da insanlar istediği bir şeyi bile yapamıyordu yea". Ulan şimdi yapabiliyor muyuz? Daha beter durumdayız, o zamanlar en azından sadece kendi karnını doyurmak için az bir üretim yapsan yetiyordu, şimdi birilerinin cebini doldurmak için çalışmaktan başka bir şey yaptığımız yok. En son ne zaman canınızın istediği bir yere plan yapmadan, ucuz bilet kovalamadan, istediğiniz anda gittiniz? Ama Ortaçağ'da yürüyerek de olsa atla da olsa plansız bir şekilde canının istediği yere canının istediği zaman gidebiliyordun.
Ben bu modern hayat denen şeyle kavgalıyım arkadaşım! Sevmiyorum onu. Onun getirisi olan sınırsız düzenliliği ve temel amacı canımızı çıkartmak olan okul, iş sistemlerini de sevmiyorum.
Bu arada "Ulan o kadar şikayetçiysen git ormanda yaşa?" da diyemezsiniz, çünkü yasak. Kendi arazin olmayan ya da para ödemediğin hiçbir yerde bir gece kalamazsın. Kaldı ki benim derdim teknolojiyle değil, toplumla da değil. Derdim yönetimle değil, derdim nefret ettiğim bir kavram olan parayı merkeze oturtan kapitalizmle bile değil. Benim derdim sadece modern hayat denen gereksiz şey ve onun getirdiği saçmalıklar silsilesiyle, sabahın köründe hiçbir şey yapmadığımız yerlere gidip bütün ömrümüzü elimizin ayağımızın tutmayacağı zamanlara vakit kazanmak için heba etme zorunluluğuyla. Teknolojiyle ya da toplumla bir derdim yok dediğim gibi, geleneklerle de bir derdim yok, hatta temel olarak gelenekleri severim. Bir toplumun geçmişine ayna tutarlar çünkü. Ama bu tepeden inme modern hayat şeysi, apartmanlardan ibaret şehir düzeni... Bu aşamada teknoloji ya da toplumla derdi olmayan birinin ormanda yaşaması için bir sebep yok.
Modern hayat dediğimiz şey, kölelik düzeninin yenilenerek yeniden ortaya çıkarılmasından başka bir şey değil.
Oh be, ne zamandır modern hayata karşı olan nefretimi kusmuyordum, iyi geldi. O zaman hadi ben gidiyorum, siz de çok takmayın beni, kendi kendine söylenen ama herhangi bir şeyi değiştirmek için çabalayacak cesareti olmayan milyarlarca kişiden biriyim sadece.
6 Nisan 2019 Cumartesi
Kılıçların Kısımları Sıralı Tam Liste
Şimdi, bu kılıç olayına takmışım gibi göründüğünün farkındayım ama aklıma hiçbir şey gelmediğinden blog boş kalmasın diye yazıyorum.
1) KABZA
Kabza, kılıcı tuttuğumuz kısım işte.
2) Kabza topuzu/Kabza başı
Birçok kılıcın arkasında bir yuvarlak vardır. Hah işte, o yuvarlak kabza topuzu. İşlevi de süs olmak değil, kılıcın elden kayıp gitmesini önlemek.
3) El siperi
Bu Avrupa kılıçlarına -ve son dönem Osmanlı kılıçlarına, zira Saber'lar temel alınmıştır son dönem Osmanlı kılıçlarında- özgüdür, bunsuz bir Saber düşünülemezken bazen başka kılıçlarda da karşımıza çıkar. İşlevi kabza topuzuyla aynıdır.
4) Balçak
Kabzanın bitip kına giren kısmın başladığı yerdeki o süslü yapı var ya hani, işte o balçak. İşlevi de kabza topuzuna benzer: Kılıç elden kayıp kişinin bir yerlerini kesmesin diye.
5) NAMLU
Namlu, kılıcın "kılıç" kısmıdır. Keskin olan, metalden olan kısmıdır. Bir kılıcı kılıç yapan kısımdır.
6) Sırt
Namlunun üst kısmıdır. Bazı kılıçlarda keskinken çoğunlukla keskin değildir.
7) Ağız/Yalım
Namlunun alttaki daima keskin olan kısmıdır.
8) Yalman
Orta Asya kökenli kılıçlara özgüdür, kılıcın ön tarafında sırtta bir çıkıntı, bir yükselti halindedir. Temel işlevi kılıcı daha ağır ve daha dengeli, dolayısıyla daha ölümcül hale getirmektir.
9) Oluk/Yiv/Göl/Kan oluğu
Bazı kılıçlarda akan kan kılıcı kirletip paslanmasına neden olmasın diye bulunur, çoğu kılıçta bulunmaz.
10) Çatal
Çok az kılıçta bulunan, kılıcın yalmanlı kılıç gibi ağır ama aynı zamanda keskin kısmı daha fazla olmasını sağlayan bir kısımdır.
11) Kabza sapı/Kabza boynu (Avrupa dillerindeki çevirisiyle "Ellik")
Kabzanın tutulan kısmıdır. Üstteki resimde, sırtı keskin olan bir Avrupa kılıcının -düz kılıçların çoğunun sırtı da ağzı da keskindir- sırt kısmının üç bölüme ayrlmasını da görüyorsunuz.
12) Püskül
Bunun herhangi bir işlevi yoktur, sırf süstür. (Gerçi son dönem Osmanlı'da rütbe belirtmeye yarardı ama daha öncesi ve sonrasında sırf süs olarak kullanılmıştır) Asya kılıçlarına özgüdür. Kabza topuzuna takılır.
13) ŞU AŞAĞIDAKİ, İNTERNETTEN BULDUĞUM AMA SONRA BİZZAT KENDİMİN YAPTIĞINI FARK ETTİĞİM KATALOGDA ÜSTTE GEÇMEYEN ŞEYLERİ DE KISA KISA YAZAYIM
Kuyruk/Tuğru: Kabza topuzuyla kabza boynu arasında geçiş içindir. Ekstra bir işlevi yoktur.
Balçak siperi: Balçağın bir kısmıdır ve balçağın esas işini yapan kısımdır.
Yüz: Kılıcın süslenen, yazılar yazılıp çizimler yapılan kısmıdır.
Set: Sırtın yükünü azaltmaya yarar.
Boyun: Yalmanlı kılıçlarda, yüzden yalmana geçiş birden olmasın diye bulunan kısımdır.
Uç/Süvre: Kılıcın delmeye yarayan kısmıdır. Bütün kılıçlarda varken bazı kılıçlarda delme işlevini tam olarak yerine getiremez (Örneğin sadece bir tarafı keskin Avrupa kılıçlarının delme işlevi yoktur)
14) BU ARADA BEN BU YAZININ HEMEN HEMEN AYNISINI YAZMIŞIM LA, NEYSE.
Aha linki bu: http://erdeminblogu.blogspot.com/2017/09/turk-silahlarnn-ksmlar.html
Aşağıda da katana üzerinden aynı kısımları anlattım -Japonca elli bin tane farklı kısma elli bin tane farklı ad daha vermişler ama konumuz o değil-
1) KABZA
Kabza, kılıcı tuttuğumuz kısım işte.
2) Kabza topuzu/Kabza başı
Birçok kılıcın arkasında bir yuvarlak vardır. Hah işte, o yuvarlak kabza topuzu. İşlevi de süs olmak değil, kılıcın elden kayıp gitmesini önlemek.
3) El siperi
Bu Avrupa kılıçlarına -ve son dönem Osmanlı kılıçlarına, zira Saber'lar temel alınmıştır son dönem Osmanlı kılıçlarında- özgüdür, bunsuz bir Saber düşünülemezken bazen başka kılıçlarda da karşımıza çıkar. İşlevi kabza topuzuyla aynıdır.
4) Balçak
Kabzanın bitip kına giren kısmın başladığı yerdeki o süslü yapı var ya hani, işte o balçak. İşlevi de kabza topuzuna benzer: Kılıç elden kayıp kişinin bir yerlerini kesmesin diye.
5) NAMLU
Namlu, kılıcın "kılıç" kısmıdır. Keskin olan, metalden olan kısmıdır. Bir kılıcı kılıç yapan kısımdır.
6) Sırt
Namlunun üst kısmıdır. Bazı kılıçlarda keskinken çoğunlukla keskin değildir.
7) Ağız/Yalım
Namlunun alttaki daima keskin olan kısmıdır.
8) Yalman
Orta Asya kökenli kılıçlara özgüdür, kılıcın ön tarafında sırtta bir çıkıntı, bir yükselti halindedir. Temel işlevi kılıcı daha ağır ve daha dengeli, dolayısıyla daha ölümcül hale getirmektir.
9) Oluk/Yiv/Göl/Kan oluğu
Bazı kılıçlarda akan kan kılıcı kirletip paslanmasına neden olmasın diye bulunur, çoğu kılıçta bulunmaz.
10) Çatal
Çok az kılıçta bulunan, kılıcın yalmanlı kılıç gibi ağır ama aynı zamanda keskin kısmı daha fazla olmasını sağlayan bir kısımdır.
11) Kabza sapı/Kabza boynu (Avrupa dillerindeki çevirisiyle "Ellik")
Kabzanın tutulan kısmıdır. Üstteki resimde, sırtı keskin olan bir Avrupa kılıcının -düz kılıçların çoğunun sırtı da ağzı da keskindir- sırt kısmının üç bölüme ayrlmasını da görüyorsunuz.
12) Püskül
Bunun herhangi bir işlevi yoktur, sırf süstür. (Gerçi son dönem Osmanlı'da rütbe belirtmeye yarardı ama daha öncesi ve sonrasında sırf süs olarak kullanılmıştır) Asya kılıçlarına özgüdür. Kabza topuzuna takılır.
13) ŞU AŞAĞIDAKİ, İNTERNETTEN BULDUĞUM AMA SONRA BİZZAT KENDİMİN YAPTIĞINI FARK ETTİĞİM KATALOGDA ÜSTTE GEÇMEYEN ŞEYLERİ DE KISA KISA YAZAYIM
Kuyruk/Tuğru: Kabza topuzuyla kabza boynu arasında geçiş içindir. Ekstra bir işlevi yoktur.
Balçak siperi: Balçağın bir kısmıdır ve balçağın esas işini yapan kısımdır.
Yüz: Kılıcın süslenen, yazılar yazılıp çizimler yapılan kısmıdır.
Set: Sırtın yükünü azaltmaya yarar.
Boyun: Yalmanlı kılıçlarda, yüzden yalmana geçiş birden olmasın diye bulunan kısımdır.
Uç/Süvre: Kılıcın delmeye yarayan kısmıdır. Bütün kılıçlarda varken bazı kılıçlarda delme işlevini tam olarak yerine getiremez (Örneğin sadece bir tarafı keskin Avrupa kılıçlarının delme işlevi yoktur)
14) BU ARADA BEN BU YAZININ HEMEN HEMEN AYNISINI YAZMIŞIM LA, NEYSE.
Aha linki bu: http://erdeminblogu.blogspot.com/2017/09/turk-silahlarnn-ksmlar.html
Aşağıda da katana üzerinden aynı kısımları anlattım -Japonca elli bin tane farklı kısma elli bin tane farklı ad daha vermişler ama konumuz o değil-
3 Nisan 2019 Çarşamba
Bazı Eski Silahların Artı ve Eksi Yönden Karşılaştırılması
Öncelikle, depresifliğim gitti çok şükür; kaygılar hala yerli yerinde dursa da. Daha sonra, burada hava buz gibi.
Bu yazıyı neden yazıyorum? Aslında bir sebebi yok. Aslında şikayet etmeden sadece saçmalayacağım bir yazı yazmak istemiştim ama aklıma bir şey gelmedi. Ben de kendi evim olunca içine kuracağım talimhaneyi düşünürken aklıma bu yazı geldi.
Kendi evim olunca içine bir talimhane kurmak zaten uzun süredir isteklerimden biriydi (ok atmayı öğrendiğimden beri ki kursa gitmeden önce de uzun zamandır ok-yay öğrenmeyi istiyordum) zaten, bir tane tavuk belgeselinde Amerika'daki şu evine yaşam odası kuran hayatta kalma meraklılarından birini ve ailesini görünce biraz düşünmeye başladım, olsa nasıl yapardım, ne ederdim, diye. Ateşli silahlar üzerine değil ok-yay, mızrak ve balta üzerine uzmanlaşmış bir aileydi bu arada. O konuda bir birlik yok; balta konusunda birlik var, çiftlikte yaşama konusunda birlik var, sığınak konusunda birlik var, tavuk yetiştirme konusunda birlik var (tavuk belgesinde o ne alaka, dediyseniz anlamış oldunuz. Tavuk yetiştirmede birlik olması da tavuğun hem edinmesi hem bakımı ucuz ve kolay olan, kolay üreyen ve birçok şey için yararlanabileceğin bir hayvan olmasından dolayı) ama bazıları ateşli silahlarla -ekseriyetle kendi yaptıkları veya yapmaya çalıştıkları-, bazıları da ok-yay, mızrak falan takılıyor. Ben tabii ki ok-yay taraftarıyım.
Konumuz ateşli silahlar değil. Aslında, yaylara da burada girmeyeceğim. Sadece kılıç, mızrak, balta tarzı (evet, balta bir silahtır. Birçok kültürde özellikle savaş için üretilen, odun kesmekte kullanılmayan baltalar dahi vardır. Çinlilerde de var, Türk-Moğollarda da var, Ortadoğu'da da var, Avrupa'da -hem de sadece savaş baltasıyla özdeşleşmiş Vikinglerde değil; Romalılardan Keltlere, Macarlardan Slavlara bütün Avrupa'da- da var, Japonlarda da var, Kızılderililerde de var.) silahların artı ve eksilerinden bahsedeceğim.
Bu arada Kalpak Çeşitleri yazısını güncelledim, Coonskin Cap'i ekledim. Bazı resimler/fotolar ölmüş, onları yeniledim.
KILIÇ
Artıları: İhtiyaca göre uzun, kısa, kalın, ince, büyük, küçük, düz, eğri, hatta acayip acayip şekilleri olan kılıçlar üretebilirsiniz.
Eksileri: Bir kılıç, ne kadar büyük ve ağır olursa olsun bir gürz ya da baltaya karşı oldukça hafif kalacaktır.
BALTA
Artıları: Bir mızrak ya da ok kadar uzağa gidemese de fırlatarak da kullanabilirsiniz. Ayrıca balta, üstünüze gelen bir mızrağı parçalamanın en iyi yoludur. (Ne yazık ki oklar, herhangi bir şeyle parçalanamayacak kadar hızlı hareket ederler; fark ettiğinizde ya vurulmuş ya da şanslı bir şekilde kaçınmış olursunuz)
Eksileri: Öğrenmesi kılıca göre daha zordur ve sap kısmı dolayısıyla bazen yeterince büyük ve ağır bir kılıca karşı işlevsiz kalabilir. Ayrıca, bir balta, üstünüze gelen bir başka baltayı karşılamanın en kötü yollarından biridir; karşınızdaki baltayı ya da sizi değil de baltanın sapını hedef alır ve bunu başarırsa, birkaç hamle sonra silahsız kalırsınız. (Baltanızın sapı metalden değilse tabii) Ayrıca balta ağır bir silah olduğu için herkes tarafından kullanılamaz.
GÜRZ/TOPUZ
Artıları: Oldukça ağır bir silah olarak, hele de dikenliyse zırhları işlevsiz hale getirir. Bir baltayı karşılamanın en iyi yollarından biridir; yeterince büyük ve dikenli bir gürzle sapını kıramayacağınız balta ya da mızrak yoktur. (Yine söylüyorum, sapların ahşaptan yapıldığı varsayılmalı)
Eksileri: Çoğunlukla kısa saplı bir silah olarak uzak mesafelere, mesela yeterince uzun ve sapı çelikten yapılma bir mızrak kullanan birine karşı işlevsizdir.
MIZRAK/KARGI
Artıları: İhtiyaca göre kısa ya da uzun, temrenli (delmek için) veya bıçaklı (kesmek için) yapılabilir. Ayrıca eğer bir sancağınız varsa, onu sergilemek için muhteşem bir silahtır. Ucu bıçaklı olanları hem fırlatılarak hem de oldukça yakın mesafelerde kullanılabilir.
Eksileri: Ucu temrenli bir mızrak da fırlatılmadan kullanılabilse de yeterince yakına gelen bir düşmana karşı işlevsizdir. Ayrıca eğer sapı çelikten yapılma değilse yeterince güçlü bir kılıç dahi mızrağı parçalayabilecektir.
KIRBAÇ
Artıları: Ucuna ipek, metal gibi daha fazla zarar vermesi için bir şey takılmış kırbaçları, eğer uygun yere (açık boyundaki şah damarına mesela) yeterince güçlü bir şekilde vurursanız ölümcül bir silahtır. Rakibinizin eline vurarak elindeki silah ne olursa olsun düşürebilirsiniz.
Eksileri: Her ne kadar bazı kültürlerde savaş kırbaçları olsa da bir kırbacı kullanmayı öğrenmek zahmetlidir ve ne çok uzak ne de çok yakın düşmanlara karşı herhangi bir işe yaramaz. Ayrıca, bir savaş kırbacını talim ederken yalnız başınıza olmak durumundasınızdır; kılıç, balta, gürz gibi daha hafif, kör ya da ahşap versiyonlarını yapmak mümkün değildir.
Bu yazıyı neden yazıyorum? Aslında bir sebebi yok. Aslında şikayet etmeden sadece saçmalayacağım bir yazı yazmak istemiştim ama aklıma bir şey gelmedi. Ben de kendi evim olunca içine kuracağım talimhaneyi düşünürken aklıma bu yazı geldi.
Kendi evim olunca içine bir talimhane kurmak zaten uzun süredir isteklerimden biriydi (ok atmayı öğrendiğimden beri ki kursa gitmeden önce de uzun zamandır ok-yay öğrenmeyi istiyordum) zaten, bir tane tavuk belgeselinde Amerika'daki şu evine yaşam odası kuran hayatta kalma meraklılarından birini ve ailesini görünce biraz düşünmeye başladım, olsa nasıl yapardım, ne ederdim, diye. Ateşli silahlar üzerine değil ok-yay, mızrak ve balta üzerine uzmanlaşmış bir aileydi bu arada. O konuda bir birlik yok; balta konusunda birlik var, çiftlikte yaşama konusunda birlik var, sığınak konusunda birlik var, tavuk yetiştirme konusunda birlik var (tavuk belgesinde o ne alaka, dediyseniz anlamış oldunuz. Tavuk yetiştirmede birlik olması da tavuğun hem edinmesi hem bakımı ucuz ve kolay olan, kolay üreyen ve birçok şey için yararlanabileceğin bir hayvan olmasından dolayı) ama bazıları ateşli silahlarla -ekseriyetle kendi yaptıkları veya yapmaya çalıştıkları-, bazıları da ok-yay, mızrak falan takılıyor. Ben tabii ki ok-yay taraftarıyım.
Konumuz ateşli silahlar değil. Aslında, yaylara da burada girmeyeceğim. Sadece kılıç, mızrak, balta tarzı (evet, balta bir silahtır. Birçok kültürde özellikle savaş için üretilen, odun kesmekte kullanılmayan baltalar dahi vardır. Çinlilerde de var, Türk-Moğollarda da var, Ortadoğu'da da var, Avrupa'da -hem de sadece savaş baltasıyla özdeşleşmiş Vikinglerde değil; Romalılardan Keltlere, Macarlardan Slavlara bütün Avrupa'da- da var, Japonlarda da var, Kızılderililerde de var.) silahların artı ve eksilerinden bahsedeceğim.
Bu arada Kalpak Çeşitleri yazısını güncelledim, Coonskin Cap'i ekledim. Bazı resimler/fotolar ölmüş, onları yeniledim.
KILIÇ
Artıları: İhtiyaca göre uzun, kısa, kalın, ince, büyük, küçük, düz, eğri, hatta acayip acayip şekilleri olan kılıçlar üretebilirsiniz.
Eksileri: Bir kılıç, ne kadar büyük ve ağır olursa olsun bir gürz ya da baltaya karşı oldukça hafif kalacaktır.
BALTA
Artıları: Bir mızrak ya da ok kadar uzağa gidemese de fırlatarak da kullanabilirsiniz. Ayrıca balta, üstünüze gelen bir mızrağı parçalamanın en iyi yoludur. (Ne yazık ki oklar, herhangi bir şeyle parçalanamayacak kadar hızlı hareket ederler; fark ettiğinizde ya vurulmuş ya da şanslı bir şekilde kaçınmış olursunuz)
Eksileri: Öğrenmesi kılıca göre daha zordur ve sap kısmı dolayısıyla bazen yeterince büyük ve ağır bir kılıca karşı işlevsiz kalabilir. Ayrıca, bir balta, üstünüze gelen bir başka baltayı karşılamanın en kötü yollarından biridir; karşınızdaki baltayı ya da sizi değil de baltanın sapını hedef alır ve bunu başarırsa, birkaç hamle sonra silahsız kalırsınız. (Baltanızın sapı metalden değilse tabii) Ayrıca balta ağır bir silah olduğu için herkes tarafından kullanılamaz.
GÜRZ/TOPUZ
Artıları: Oldukça ağır bir silah olarak, hele de dikenliyse zırhları işlevsiz hale getirir. Bir baltayı karşılamanın en iyi yollarından biridir; yeterince büyük ve dikenli bir gürzle sapını kıramayacağınız balta ya da mızrak yoktur. (Yine söylüyorum, sapların ahşaptan yapıldığı varsayılmalı)
Eksileri: Çoğunlukla kısa saplı bir silah olarak uzak mesafelere, mesela yeterince uzun ve sapı çelikten yapılma bir mızrak kullanan birine karşı işlevsizdir.
MIZRAK/KARGI
Artıları: İhtiyaca göre kısa ya da uzun, temrenli (delmek için) veya bıçaklı (kesmek için) yapılabilir. Ayrıca eğer bir sancağınız varsa, onu sergilemek için muhteşem bir silahtır. Ucu bıçaklı olanları hem fırlatılarak hem de oldukça yakın mesafelerde kullanılabilir.
Eksileri: Ucu temrenli bir mızrak da fırlatılmadan kullanılabilse de yeterince yakına gelen bir düşmana karşı işlevsizdir. Ayrıca eğer sapı çelikten yapılma değilse yeterince güçlü bir kılıç dahi mızrağı parçalayabilecektir.
KIRBAÇ
Artıları: Ucuna ipek, metal gibi daha fazla zarar vermesi için bir şey takılmış kırbaçları, eğer uygun yere (açık boyundaki şah damarına mesela) yeterince güçlü bir şekilde vurursanız ölümcül bir silahtır. Rakibinizin eline vurarak elindeki silah ne olursa olsun düşürebilirsiniz.
Eksileri: Her ne kadar bazı kültürlerde savaş kırbaçları olsa da bir kırbacı kullanmayı öğrenmek zahmetlidir ve ne çok uzak ne de çok yakın düşmanlara karşı herhangi bir işe yaramaz. Ayrıca, bir savaş kırbacını talim ederken yalnız başınıza olmak durumundasınızdır; kılıç, balta, gürz gibi daha hafif, kör ya da ahşap versiyonlarını yapmak mümkün değildir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)