Öncelikle, bu hiç bir amacı olmayan bir saçmalama yazısı olacak. Elimden geldiğince bir şeylerden şikayet etmemeye çalışacağım.
Biri bana "Sıcak bir yerlere yerleşmek istiyorum" derse ses çıkarmam ama sıcak yer örneği olarak Gökçeada verilirse kürekle kovalarım. Arkadaş ben Kasım'da başlayıp Mart'ın sonuna kadar kar yağabilen dağ başlarında Şubat ayında da kaldım, buradaki kadar üşümedim. Hayatımın en çok üşüdüğüm günlerini Gökçeada'da yaşıyorum. Aslında hava o kadar soğuk değil, rüzgar fena.
Neyse, televizyonum bozuk demiştim ya; kendi kendine düzeldi. Bence bana garezi var ama neyse.
Noragami'nin mangasını okuyorum da animeden çok farklı bir havası var. Bu hava farklılığına sebep olanın ne olduğu konusunda kafayı yiyeceğim. Animede en ciddi sahnelerde bile gülebilirken mangada en komik sahnelerde bile diken üstündeyim her an bir yerden bir şey çıkacak diye.
Ne yazacağım lan ben buraya?
Şimdi, gidip A101'den bir tane lahmacun aldım dondurulmuş. Dondurulmuş lahmacun deyip geçme, adada bundan iyisi yok, en azından ben bulamadım. Çözülmesini bekledikten sonra pişirecekmişiz, temel olarak dondurulmuş gıdayla beslenmek zorunda kalan biri olarak dikkatimi çekti; diğer dondurulmuş şeylerde "çözülmesini beklemeden" diyor çünkü ama bunun bekliyoruz.
Okula gitmek istemiyorum ya... Sınavlardan sonra niye tatil vermiyor lan bu okul? Zaten bölüme bütçe de ayırmıyorlar doğru düzgün, içim dışım bulgur ve şeker oldu. Bakamayacaksanız açmayın kardeşim bölümü! Biz şöyle öncüyüz, bunu ilk biz yaptık vs. demeyi biliyorsunuz ama.
Bir de okula gidiyorum da ne olacak? Sürün, her yerden deneyim istesinler... Belirsizlik kafayı yedirtiyor. Ondan sonra gidip tek başına dağ başında yaşamak isteyince bu saçma sapan durumlar -ki temelde "modern hayat" denen şeyin götürüleridir, evet, getiri değil götürü- değil de ben suçlu ve garip oluyorum!
Yapılacak her şey yapılmış, denenecek her şey denenmiş, bize bir şey kalmamış gibi...
Bak şöyle acayip bir şey buldum -Onedio misyoneri gibi oldum burada Onedio linki vere vere, lan Onedio hakkımı ver-: https://onedio.com/haber/ya-gercekten-oyleyse-99-emin-oldugu-ama-kanitlayamadigi-seyleri-yazarak-hepimizi-gulduren-19-kisi-869161
Mesela 77+33=100 şeysi, ne kadar da uygun olmaya ama işte matematik... Bu arada cam şişe, kutu ve plastik şişedeki aynı markalı aynı içeceğin tadı farklı oluyor, bunu bir türlü her şeyi fiyat ekseninde görenlere (babam) anlatamıyorum. Plastik şişedeki Lipton ice tea'nin tadı iğrenç, kutudaki mis gibi. Hele Teatone'un plastik şişede olanı zehir gibi. "Allah'ın bana takması" tweet'i var mesela. Çoğu zaman "Lan hayat, benimle ne derdin var?" şeklinde hissediyorum. Hayır çünkü herhangi bir insanın başına sakin sakin evde otururken saçma sapan şeyler gelmemesi lazım normalde.
Yazıyı uzatmak istiyorum ama aklıma hiçbir şey gelmiyor. Biraz sıkıldım gibi... Okuldan, şehirden -Gökçeada şehir mi? Evet, şehir. Burası bile çok kalabalık geliyor artık bana... Hayır kalabalığı, araba yoğunluğu falan kötü yönleri şehir gibi ama şehrin iyi yanları yok. Neyse ki doğası güzel, öyle de olmasa tırlatmıştım burada-, birçok şeyden...
Öyle ya da böyle hayatta kalmaya devam ediyorum, bunun için biraz daha uğraşsaydım sıkılmaya vaktim olur muydu merak da etmiyor değilim. Ölüm fikri biraz... Bazen sanki hiç ölmeyecekmişim gibi geliyor, yüz yıllar boyunca hayatta kalacakmışım gibi. Açıkçası bunu istemem. Eğer istediğim her şeyi ama her şeyi yapabilmiş olsam ve arkamdan ağlayacak kimse olmasa yarın ölmeyi umursamam. Ama bu çok da mümkün değil, sanırım... Yazı gitgide karanlık bir tona büründü, neden böyle oldu ki? Bu arada iki seferdir "yaşamak" yerine "hayatta kalmak" dediğimin farkındasınızdır. Yaşamak, istediğini istediğin zaman yaptığın, gönlünce bir hayat sürdüğün ve koşulsuz bir şekilde mutlu olduğun durumdur. Modern insanın çoğunluğunun, buna ben de dahilim, yaptığı şey "hayatta kalmak", yaşamak böyle bir şey olmamalı, böyleyse bile buna inanmayı reddediyorum ve buna "hayatta kalmak" demeyi sürdüreceğim.
Siyah renk -aslında renk değil falan olayını geçiyorum, renk yerine kullanabileceğim bir kelime söyleyin o zaman- neredeyse her kültürde kötülükle ve ölümle bağdaşlaştırılmıştır. Türkçede "Kara", kötülüğü, ölümü veya olumsuz şeyleri belirten bir sözcüktür. Bu, siyahın algısına da yansımıştır. Örneğin aslen kutlu olmayıp sonradan mevki, makam kazananlara ve çocuğu olmayan beylere kara otağ layık görülmüştür. Dede Korkut'ta, adını hatırlamadığım çocuksuz bir bey, kendisinin ziyafet için kara otağa yerleştirilmesine kızıp ne yanlış yaptığını sorar mesela. İngilizce'de "Black Witch", en kötü, en şeytani ve en güçlü cadıdır. Japon mitolojisinde "Kuro Bouzu" yani "Kara rahip" adında bir youkai (kötü ruh, cin vs. diye çevirebiliriz) vardır, geceleri insanların evine giren, ölü balık kokan, çürümüş ve insanların nefeslerini çekip onları öldüren bir varlıktır. Kızıl renk de çoğu zaman siyahın yancısı konumundadır. Bazı kültürlerde kısmet, kader, ruh eşi gibi olumlu anlamları da barındırsa da temel olarak kan rengi olmasından dolayı siyahın yancısı olarak görülmüştür. Tengricilikte kötülüğün efendisi Erlik Han, sonsuz bir karanlık içindeki yer altı dünyasına kızıl, sönük bir güneş inşa etmiştir. Olumlu anlamlarına bakarsak da Uzakdoğu ve Orta Asya kültüründe ruh eşinin sembolüdür. Japonlar, ruh eşlerinin "kaderin kızıl ipliğiyle" bağlı olduğunu söyler. Türkler, nişanda yüzükler arasında kırmızı kurdele keser. Siyahın da bazı olumlu anlamları vardır, örneğin Eski Mısır'dan tutun da Japonya, İngiltere gibi birçok yerde kara kediler uğursuzluk yerine uğur getirir. Kara kedilerin uğursuzluk getirdiği inancı, Ortaçağ'da kilise tarafından daha önceki bütün kutsalları yok etme çalışmaları kapsamında yayılmıştır zaten. Antik Mısır'dan çıkan kedi inancı, kedilerin uğurlu ve zaman zaman da kutsal varlıklar olarak görülmesine yol açmıştır. Burada bir parantez açmak gerekirse, birçok büyük kedinin kutsal olarak görüldüğü Türk ve Moğol kültürlerinde kedinin kendisine bir kutsallık atfedilmemiş, bunun sebebi muhtemelen kedinin göçebe hayata pek de uygun bir hayvan olmadığından kedi beslememeleri. (Oğuzlar ve Moğollarda köpek de kurt gibi kutsaldır mesela) Geleneksel İslam'da kedi, peygamber övgüsü almış temiz bir hayvan olarak görülür. Çinliler, kediye "on üçüncü burç"u atfedecek kadar değer vermişlerdir. Çin burçlarından bahsediyorum bu arada, temelde hayvanlı Çin takvimiyle aynı. Dediğim gibi bir tek kedi üzerine bir hikaye var. İngiltere'de kara kedinin uğurlu olduğu inancının Ortaçağ'dan sonra da yaşaması ilginç ama. Bir başka ilginç olan, kara kedilerin neden önceden de uğursuz kabul edilmediği. "Black Dog", Kelt mitolojisinden bir çeşit hayalettir mesela. Türk kültüründe kara yılan (karayılan yani Dolichophis jugularis değil, siyah renkli herhangi bir yılan. Bu kobra ya da engerek de olabilir) ve kara çıyan en aşağılıklar olarak görülmüştür. Neden siyah olan neredeyse her şey ölüm, gece -ki birçok kültürde kötülüğün zamanıdır-, kötülük gibi olumsuz şeylerle bağdaştırılıyorken kara kedi es geçilmiş merak konusu. Gerçi, kediler Antik Mısır'da evcilleştirilip dünyaya yayıldı, haliyle orada tanrıça kabul edilen dişi kara kediler sonucunda da kara kediye Ortaçağ'a kadar kötülük atfedilmemiş. (Yalnız şimdi fark ettim, kediler ele geçirmiş dünyayı resmen. Antik Mısır'da ortaya çıkıp bütün dünyaya yayılmak ne lan? Bir de modern zamanlarda da değil, ta o zamanlarda... İlk evcilleştirildiğinde de çok sevilmiş, tutulmuş demek ki. Olsun olsun, kedi iyidir. Köpek de iyidir gerçi. Yılan, çıyan falan, onlar da iyidir. Fare, hamster, sincap... Eeeh, hamamböceği, sinek ve kene harici her hayvan iyi lan işte, ne uğraştırıyorsunuz?)
Ulan amma konuştum. Hiçbirini yazmayıp sırf şu üstteki paragrafı yazsaydım yetermiş.
Hadi ben kaçtım. Şu siyah olayını da aklıma geldi diye yazdım, konuyla (ne konusu lan?) bir ilgisi yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder