Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

17 Aralık 2018 Pazartesi

Rutin saçmalama ve Osmanlı-Latin Türk alfabelerinin bir takım karşılaştırmaları

Şimdi, birkaç şeyden bahsetmek istiyorum. Öncelikle, her şeyi buraya yazmıyorum; bende kalması gereken şeyler var. Ha, bu blogu bir nevi ağlama duvarı olarak kullandığım doğru ama bak, ona itiraz etmeyeceğim.

Cumhuriyetin kendine yaptığı çok büyük bir kötülük var: Eğitim-öğretim seferberliğini boş verip Latin kökenli Türk alfabesi kolay, Osmanlı alfabesi zor ekseninde bir tartışma döndürmek. Öncelikle Latin kökenli Türk alfabesi dedim Latin alfabesi ya da Türk alfabesi demek yerine çünkü farklı bazı okunuş kuralları var ve Türk alfabesi dediğin Orhun ya da Yenisey yazıtlarında, olmadı Hun ve İskit kurganlarında yazılanlardır. Bugün kullandığımız alfabe de Latin, hatta ekseriyetle Fransızca kökenli olan ama bazı şeyler değiştirilmiş bir alfabe. Okunuş ekseriyetle Latince ile aynı ama Ş ve Ğ sırf bugün kullandığımız alfabe için icat edilmiş harfler. Ç, Ö ve Ü ise Fransızca'dan. Bir de C harfini bizle aynı seslendiren kimse yok ki çoğu dilde bunun birebir bir karşılığı yok zaten. Arapça'da bile bizim bildiğimiz C sesinin birebir karşılığı yok; Farsçada ve Japoncada var, bir de Moğolca ve emin olmasam da galiba Çincede var. Neyse, neden Osmanlıca yerine Osmanlı alfabesi dediğime gelirsek; Osmanlıca diye bir dil yoktur. Halk, neredeyse hiçbir zaman bugün kullandığımızdan fazla Arapça ve Farsça kelime kullanmadı; hatta divanda, sarayda bile konuşma dili oldukça sadeydi. Bizim Osmanlıca diye bildiğimiz daha çok Divan şairleri ve edebi nitelik katılmak istenmiş mektuplardan ileri geliyor. Neyse, Osmanlı alfabesi, Latin kökenli alfabeden birazcık daha zor; onun tek sebebi de okunuşu ve yazılışı farklı bazı kelimeler olması. O kelimeler de ekseriyetle ya söylenişi zamanla değişip yazımı aynı kalmış (bek=bey, idüb=edip -etmek fiilinin çekimi-, etmek=ekmek -bildiğimiz undan yapılan ekmek-) ya da yabancı dilden geçmiş ve harflerine dokunulmadan geçirilmiş kelimeler. Alfabe hiç değiştirilmeden de sistemli bir şekilde eğitim-öğretim seferberliği yapılsa halkın çoğu yine okuma yazma biliyor olurdu. Bir de orta çağda Avrupa Latin alfabesi kullanıyordu ama yine de halkın çoğu okuma yazma bilmiyordu. Sebep? Çünkü bütün gün tarla süren, hayvan bakan kişinin ya okuma yazma öğrenmeye vakti olmuyor ya da bunun kendisine yarar sağlamayacağını düşünüyordu. Ama Latin kökenli alfabe, yazılışların standardize edilmesi açısından Osmanlı alfabesinden kat be kat daha kullanışlı ama bu konuyu zorluk-kolaylık ekseninde değerlendiren bir yürüsün gitsin. Bir de Latin kökenli alfabenin Türkçeye daha uygun olduğu savı var. Ben size Orhun yazısı ve Osmanlı elifbası arasındaki benzerlikleri sayayım bir:

1) Her iki alfabede de çoğu harfin bir kalın bir ince olmak üzere iki versiyonu vardır, bu da sesli harflerden tasarruf etmek amaçlıdır
2) Orhun alfabesi genellikle, Osmanlı alfabesi her zaman sağdan sola yazılır.
3) Orhun alfabesinde de Osmanlı alfabesinde de birleşik harfler vardır. Orhun alfabesinde Ok, ök, Nç, Ny; Osmanlı alfabesinde Nef ve İ okunan Y ile yan yana gelen sessiz harfler. Standart Latince'de X var ama Latin Türk alfabesinde yok.

Bir de niye Arap alfabesi değil de Osmanlı alfabesi? Şöyle: Farslar, Arap alfabesini kullanmaya başladığında kendi dillerinde olan ama Arapçada olmayan bazı sesler için şu harfleri eklediler: Çim, Gef, Pe. Biz ise bu alfabeyi aldığımızda günümüzde çoğu kişinin varlığını bile bilmediği ama yöresel ağızlarda hâlâ yaşayan Nazal N (Ñ, ng, nğ) için Nef diye bir harf ekledik.

Bir de alfabe konusunda ilginç bir durum var: Tarih boyunca Türkler kadar farklı alfabe kullanan yoktur. Mesela Karamanoğulları, resmi yazışmalarda Selçuklu'dan kalma Fars alfabesini değil de Yunan alfabesini kullanmışlardı. Günümüzde Sovyetlerden kalan kiril alfabesini kullanan halklar var. Gerçi çoğu Latin kökenli alfabe yapıp ona geçti sanırım. Bir de şöyle ilginç bir durum var, bu Latin Türk alfabesinin bana göre en iyi taraflarından biri: Türkiye'den sonra alfabesini değiştiren çoğu halk -ki çoğunlukla ya Türk halkı ya da Türkçe kelime yoğunluklu diller konuşan halklar- Ş, Ç (Ç Fransızca ama Fransızca'da bir ton farklı okunuşu var), Ğ gibi harfleri alfabelerine kattılar.

Sonuç: Günlük hayatta Latin kökenli Türk alfabesini kullanıyoruz ve standardize etmesi, yanlışları doğruları fark etmesi NİSPETEN daha kolay. İstiyorsanız Osmanlı alfabesine kafam girsin deyin, istiyorsanız günlük hayatta Hanzi (Çin harfleri, Çincesi Hanzi, yazıldığı gibi okunuyor, Korecesi Hanja, Hanca diye okunuyor, Japoncası Kanji, Kanci diye okunuyor) kullanın, bana ne? Ama bir karşılaştırma yaparken de bunları bilip öyle yapın.

Neyse, konumuz bu değil. Konumuz: Rutin saçmalama. İyice ağlama duvarı olmuş hakikatten blog, şimdi böyle dedim de Ekşi Sözlük'te kesin "Sözlüğü ağlama duvarına çeviren yazar" tarzında bir başlık vardır. Dur ben bir hayvan arayayım. Tabii onun da ismi değişti, mükemmel ara oldu. Nereden biliyorum lan ben bu kadar şeyi?

Bir de 2000-2010 arası amma doluydu lan. Satanizm vardı, 3310 vardı, Facebook vardı. Ne? Facebook hâlâ mı var? Var da kendine hayrı yok, ne yapayım ben öyle Facebook'u? Ha bir de Ekşi Sözlük'ün daha eski halleri vardı. Ekşiden inciye geçersek, ulan daha birkaç yıl önce Yemişinci (evet, yemişinci) nesil gelenden gidenden laf yiyordu, en son baktığımda Önüncüler on birinci (adı aklıma gelmedi onların) nesle laf çakıyordu. Lan siz ne ara adam oldunuz da sonrakilere "biz eskiyiz" muhabbeti yapıyorsunuz? Bıyıklı Genç Forvet de Ekşi'ye geçti zaten. Ulan Yemişincilerle dalga geçiliyordu, bak, dötüncüler ve daha önceler tarafından. Bir de İnci'ye her girilişte komik komik entryler, kanıttıran @2'ler vardı. Şimdi siyasi entry'den capsli başlıktan geçilmiyor. Kanıttıran demişken, Kanıttır telekom Türkiye'deki interneti gayet iyi anlatan bir belgeseldir:


Bu adamlar Bilgi Şehri'nde harikalar yapardı, Mıntıka'ya geçtiklerinden beri video atmadı at kafaları. Ya da bir tane attılar galiba. Bu arada şu videoyu bloga ekleyene kadar canım çıktı, geri zekalı blogun video ekleme kısmında Youtube aramasıyla çıkmadı bir türlü. Şuna kanala göre arama özelliği filan getirsinler, hiç hoş olmuyor böyle. İndirip yüklemek zorunda kaldım aq videosunu. Videonun adı Telekomun Yasaklanan Reklamı! - Türkiye'de İnternet Belgeseli bu arada, Google'dan veya Youtube'un kendisinden arayınca çıkıyor, en olmadı Mıntıka kanalına girip arayınca çıkıyor. Canım çıktı lan bir video ekleyeceğim diye, sonra niye video eklemek yerine link veriyorsun? Gerçi diyen çıkmadı ama içinden diyen olmuştur kesin.

Bir de Bleach'in Türkçe mangasının 201-286. bölümler arası eksik. İngilizce çeviride kesin vardır ama İngilizce novel, manga, hikâye, alıntı vs. okumak kadar nefret ettiğim az şey var. Bir şey araştırıyorsam İngilizce'yi sorun etmiyorum ama arkama yaslanıp okumak varken kim bir yandan çevirip bir yandan anlamakla uğraşacak? Bir de İngilizce şey izleme fobimi aştım, çok mutluyum. Geriye Fransızca fobisi kaldı. Fransızca öğrenmek istediğim güne lanet ediyorum başka da bir şey yapmıyorum. Öğrenmeye çalışırken koskoca dilden, koskoca milletten, koskoca ülkeden soğur mu lan insan? Soğuyor efendim, hatta şekil 1-A'da gördüğünüz gibi fobi bile geliştiriyor. Aklıma gelmişken, bak dillerden bahsediyoruz, Çince'nin inanılmaz güzel bir tınısı var. Öğrenmeyi planlamıyorum ama çok güzel geliyor kulağa. En azından benim kulağıma, Japonca ve Korece'den daha çok seviyorum Çince'nin tınısını. Manyağım ben, arada açar farklı dillerde şeyler izlerim. Ben o manyağım ben karikatürünü koydum, bir daha da koymayacağım. İnternetten manyağım ben karikatür diye girerseniz Yiğit Özgür'ün müthiş eserlerinden sadece birine kolaylıkla ulaşabilirsiniz.

Neyse, şaka bir yana Korece ve Çince'ye aşinalığım bir ara Kore dizisi izlemiş olmamdan ve Çin animelerinin genellikle izlemeye değer olmasından kaynaklanıyor. Aslında Çince ilk başta itici gelmişti bana, o çizimlerle Japonca duymaya alışmış bünye tabi tabak çanak kırılması, su şırıltısı gibi sesleri o çizimlere dublaj olarak görünce bir duraksıyor. Japonca ve Çince arasında hiçbir alaka yok bu arada, yeri gelmişken. Japonca sesletimlerin belli olduğu ve uzatma harflerini karıştırmadığın sürece anlamın pek de değişmediği bir dil. Çincedeyse bir tonlama farkı bütün anlamı değiştiriyor ki zaten o sebeple Japonca'nın Latinizasyonunda azıcık harf varken ve onlar da çoğunlukla Türkçe'dekiyle aynı okunurken Çince'nin latinizasyonu çizgilerden, kesme işaretlerinden, tırnaklardan, acayip harf üstü simgelerinden geçilmiyor. Örnek olarak "ben eve gidiyorum" cümlesinin Japoncası latinize edilmiş şekilde şu:

Watashi wa ie e ikimasu.

Bu şöyle okunuyor: Wataşi (W-V farkını elli bin kere anlattım, arayın blogdan okuyun, uğraştırmayın beni) wa (bu Ha diye yazılır bazı sebeplerden dolayı) ie e (Bu da aslında He diye onunan Hiragana karakteri ile yazılır) ikimas.

Çincesinin latinizasyonu ise Google Translate'e göre şu:

Wǒ yào huí jiāle.

Bu da şöyle okunuyor aşağı yukarı (Latin-Türk alfabesiyle seslendirmesinin yazılması harbi zor): Woo yaao (buradaki A, woo'daki oo'dan daha kısa; O ise V'ye benzer bir şekilde söyleniyor) huy ciaaale. Hatta bu bayağı yanlış bir okunuş aslında ama bizim alfabemizle bu kadar yazılabiliyor.

Yani biri kesin ve keskin seslere, diğeri bir ton tonlamaya sahip.

İnci Sözlük olayına dönersek; İnci'nin altın çağındaki bir takım şeyleri görmek isterseniz Ekşi'deki Yaran İnci Sözlük Entry'leri başlığına bakın. İnci'nin altın çağlarında olduğu gibi ekşiye taşınmış iyi entry'ler. Benim İnci Sözlük hikayelerinden favorim "Age of Empires'ta Kafiri Nasıl Alt Ettik?"tir, canım sıkıldıkça döner döner okur, her seferinde ayrı yarılırım. Bak Ekşi'deki favori hikâye tandanslı entry'm ise Bilecik Diye Bir Yerin Aslında Olmaması. Aslen Bilecikli (Annem de babam da Bilecikli ki aynı köydenler bir de. Yalnız köyde değil, çok sonradan İstanbul'da tanışmışlar. Ne enteresan hikâyeler var aq. Tanışma hikâyesi demişken, Gofret Beyin'in annesiyle babasının tanışma hikâyesi de yarıla yarıla okunacak başka bir hikâye tandanslı entry) Hatta ben direkt linkler vereyim...

Age of Empires'ta Kafiri Nasıl Alt Ettik: İlk kısmı buradan, zira İnci'de bir ara çoğu başlığın ilk entryleri boş entry haline gelmişti, bu da onlardan biri. İkinci kısmı direkt İnci'den ki uzun süredir yazmıyor eleman.

Bilecik Diye Bir Yerin Aslında Olmaması: https://eksisozluk.com/entry/25619309

Gofret Beyin'in Anne Babasının Aşk Hikâyesi: https://eksisozluk.com/entry/14380194

Bu arada Bilecik şeyini yazan Ortamvirusu'nun Bir Slytherinlinin Gözünden Hogwarts Gerçekleri başlığı vardır ki her ne kadar İnci'deki Harry Potter'a Verdiğim İnanılmaz Ayar ile birçok paralellik taşısa da ayrıca yarıcıdır.

Gofret Beyin'in ne tuhaflığından bahsettiğini anlamak için diğer entry'lerine şöyle bir göz gezdirmek yeterli olacaktır, adamın her entry'si ayrı kopma sebebi.

Bu arada Ekşi'deki çoğu yazarın nickini, tarzını filan biliyormuşum, onu fark ettim. Enteresan bir durum o da.

Bir de Saruman'ın Yeni Başlayan Erkekler İçin Yemek Yapma Sanatı başlığı vardır ki ilk entry'si insanı yarım yarım yarar, yarım elmaya çevirir. Yarım elma demişken ne alakaysa aklıma geldi, İnce İnce Yasemince vardı lan eskiden. Hâlâ olabilir gerçi, pek bilinmeyen bir kanalda falan...

Amma yazdım be, size de elli bin tane komik hikâye önerdim, kimse kimseye bedavadan komik hikâye önermez bu günlerde, bak Cem Yılmaz'a, adam parasını alıp bizzat kendi anlatıyor.

Şimdi konuyu biraz değiştirelim. Sincap çok şirin bir hayvan değil mi lan? Böyle daldan tip tip bakar falan. Şimdi aklıma geldi, Supernatural'deki demon-gözleri sincap gözü gibi.

Hazır sincap demişken, insanlarla uzun süredir beraber olan hayvanlar insanlardan ne kadar kötü özellik varsa almış: Manyaklık, çıkarcılık... Kedi, köpek, hatta muhabbet kuşu... Sonra at, keçi, koyun... Hepsi inatçı, hepsinin kendince manyaklıkları var. Manyaklık konusunda kediyi tek geçmemiz lazım tabii. Bir de şöyle bir durum var: Kendim de köpek korkum olup kedi korkusu olmayan bir insan olarak söylüyorum bunu, kedi korkusu bize tuhaf geliyor ama aslında köpek korkusundan daha mantıklı. Çünkü köpeğin ne yapacağı bellidir; saldırgansa saldırır, değilse saldırmaz. Ama kedinin ne yapacağı belli değil. Kafası attı mı değil sahibini, babasını tanımaz. Biraz daha küçük olduğu ve pençeleriyle dişleri insana ağır zarar veremeyecek kadar küçük olduğu için kediden korkmak bize mantıksız geliyor aslında. Neyse, işte bu hayvanlarda çıkarcılık, adamına göre muamele gibi şeyler var. Ama insanlıkla o kadar eski ve yoğun bir bağı bulunmayan balık, kertenkele, hamster kendi halinde takılan, nadiren manyaklık yapan hayvanlar. Onların da zaman zaman manyaklık yaptığına şahit oldum.

Ama şu da var ki ileride evimin bir odasını akvaryum, teraryum ve çeşitli kafeslerle (Hamster, gine domuzu filan) doldurup evi ve bahçeyi kedi köpekle doldurmayı planlıyorum. Evin tasarımını bizzat çizdim bu arada ama işte bilin bakalım bütün bunlar için bana ne lazım? O zaman Rüçhan Çamay'dan (Ne biçim isim lan bu?) geliyor: Para para para, varlığı bir dert yokluğu yaraaaaa... (Uzat uzatabildiğin kadar)

Aslında bana "Canının istediğini yapabileceksin" deseler bir dakika düşünmeden ıssız adaya yerleşirim. Gerçi ıssız adaya yerleşeceksem canımın istediğini neden yapamayayım ki, karışan olmaz eden olmaz...

Hapşırığım bayağı şiddetlidir, gözüm çıkacak diye korkuyorum, öyle sarsıyor bedeni. Az önce hapşırdım, oradan geldim bu konuya. Neyse, Bleach'in Türkçe mangada olmayan şeylerini nasıl hallettin derseniz: Animenin ilgili bölümlerini açtım.

Bir ara Türkanime'de yazılara vs. tıklanmıyordu, ben de çözümü Chrome değil de Mozilla Firefox'da izlemekte bulmuştum. Ama Mozilla saat öğlen üçten sonra bir şey izlememe engel olmaya başladığı için yeniden Chrome'a geçirdim. Diğer şeyler için zaten Chrome kullanmaya devam ediyordum. Bak Firefox demişken tilki çok güzel bir hayvan lan. Kızıl tilki, inanılmaz sevimli, inanılmaz güzel bir hayvan. Tilkilere ayrı bir hayranlığım var, nedenini ben de bilmiyorum.

Burdur'da fotokapanla görüntülenen yaban hayatı videosunu da arayıp izleyin; kurt var, çakal var, porsuk var, manyak tavşanlar var (Bugs Bunny'den hallice. Meğer Bugs Bunny oldukça gerçekçi bir karaktermiş), tilki var, vaşak bile var. Ama ayı yok, o enteresan bak. Neyse, hadi ben kaçtım, zaten üst üste dört-beş gündür yazı atıyorum, paranoyak oldum iyice. (Gerçi zaten paranoyaktım da suçu atacak birilerini arıyordum, iyi denk geldi böyle)

Bu arada Onedio test açısından kısırlık yaşıyor, bir zamanlar en iyi içerikleri testlerdi ama doğru düzgün test atmıyorlar son zamanlarda. Eski testleri dönüp dönüp çözesim geliyor, bu ne be...

Bir de Re:Zero'nun novel'inde Türkçe atılan son bölümde Otto ne manyak şeyler yaptı lan Garfiel'a. Ulan Otto, ulan Otto... Novel'i okuyup Otto'yu sevmeyeni görmedim yalnız, gerçi sevilmeyecek gibi değil. Karakter erkek bu arada ha, öyle bir sevmekten bahsetmiyorum. Onun için aynı ranobe'den hem Rem hem Emilia var. Bu arada Novel'i okumadan önce Emilia'yı pek sevmezdim ama novel'i okudukça sevmeye başladım.

Sevilen karakterlerden bahsetmişken, Bleach'te favorim Urahara Kisuke'dir. Hayır konu nasıl dönüp dolaşıp Bleach'e geliyor ben de anlamadım, aşırı Bleach yüklemesi yapmışım son günlerde herhalde. Neyse, haftaya sınavlar var zaten, bir süre pek bir şey okuyup izleyemeyeceğim. (Külliyen yalan!) İç sesçim bir araya girmezsen, burada bir şey yazıyorum... Burada tartışmayalım istersen bu konuyu? Neyse, Urahara diyorduk. Yani herif bankai'ı olan dürüst, sıradan, yakışıklı ve sapık işadamı, sevilmeyecek bir karakter değil o da. Bir kere manyağın teki.

Evet, bu çok fazla uzadı. Son bir şey deyip kapatıyorum:

Supernatural'da Wendigo bölümünden beri her "önceden" kısmında şu replik vardır: Saving people, hunting things. Familiy business. Bu repliğe her seferinde şöyle eşlik etmek bana tarifsiz bir keyif veriyor: Hunting people, saving things. Family business.

Ulan yine öldüm gülmekten, ne yapayım replik böyle değiştirilmeye çok müsait. Things yani şey dediği hayalet, iblis, cin (hakikatten), kabulgan (şekil-değiştiren diye çevrilen shapeshifter'ın ve bu varlığın yaptığı eylem olan shapeshifting'in Türkçe adı budur), cadı (bunun Arnavutça bir adı vardı da unuttum) bu arada. Yani ne kadar doğaüstü yaratık varsa o. Ulan dizinin adı bile doğaüstü zaten, daha ne yapsınlar? Adamlar Loki'yi öldürdü oğlum, Loki'yi. (Gerçi burada bir spoiler veresim var ama bölümü izlemeyen olabilir ya da diziye de başlamak isteyip fırsat bulamayan, o yüzden boş vereceğim.) Ulan iyi melek öldürmeye kalkmadı herifler, gerçi bu duruma çok yaklaştıkları bir bölüm vardı. Ulan sakjsdnaksfk... Hadi ben kaçtım... Bu arada bu dizideki Cebrail (Gabriel) karakterine de bir lafım var: Ulan koskoca başmeleksin uğraştığın şeylere bak makdçmaslfk... Bu da random gülüşten çok küfretmeye çalışıp ağzı sıkıyormuş gibi oldu ama idare edin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder