Deniz, güneşin batmasına yaklaşık bir saat kala asıl hedefine, teknik olarak bir karma orman olsa da çam -daha spesifik olmak gerekirse kızılçam- ağırlıklı olan o yere ulaştı. Gidonu kırıp ormanın içinde ilerledi, motorunun canının istediği parçalarla elde birleştirilmiş olup tekerlerinin araziye uygun olmasına şükretti, akan dere sesini duyana kadar durmadı. Dereyi görebilecek mesafeye geldiğinde motoru bıraktı, revolverini alıp çantasını motora, motoru da oradaki bir kavak ağacına bağladı, kısa bir keşfe çıktı. Sonra döndü, dereye rahatlıkla ulaşabileceği ama su içmeye gelen hayvanlarla yüzgöz olmayacağı bir alanda çadırını kurdu. Bunu yapabilecek üç yer tespit etmişti ama ilki ciğerotlarıyla kaplıydı, bu da nemli toprak olduğu anlamına geliyordu, dört mevsimlik bir çadır kullansa da bu, alamayacağı bir riskti, ikincisiyse taşlıktı ve işte şimdi üçüncü yerdeydi, birkaç ufak otun olduğu, büyük oranda açıklık bir yer. Çadırını kurdu, taşlarla yer belirleyip kamp ateşini yaktı, yanındaki suyu harcamak yerine dereden su almak için çantasını karıştırıp arıtıcı tabletleri aradı... ve bulamadı. Daha doğrusu sadece bir tane kaldığını ve onun da ezilip bir kısmını kaybetmiş olduğunu gördü. Benzincide bunu da kontrol etmemiş olduğu için kendisine küfürler yağdırdı, ardından benzinlikten aldığı sulardan birinin boş şişesini çıkardı, altını delip içine kömür -kısa süre önce yakmış olduğu kamp ateşinden alınmış odun kömürü- koydu, dereye gidip su aldı ve kömürden geçmiş olan suyu kamp çaydanlığına boşalttı, dere kenarında biraz su nanesi bulup onlardan da toplayıp suya attı ve dönüp suyu kaynattı. Bu sıcakta kaynar nane çayı içmeye niyetli olmadığından soğumasını bekleyecekti; ama nane çayını su yerine kullanarak bardak eriştelerden birini yaptı. İçine paket içeriğindeki aroma tozu dışında bir şey koymak için etrafına bakındı ama pek bir şey bulamadı, yarın avlanması gerektiğine karar verdi. Karnını doyurduktan ve yeterince dinlendikten sonra -ki "yeterince dinlenmek" biraz kestirmeyi de içeriyordu- teleskopik kamışın ipini kontrol etti. İpi komple değiştirse garanti olurdu ama uzun sürerdi, şimdilik elektrik bandı veya başka iplerle onarsa yöresiz lisansını yeniletirken -ki yakın zamanda yeniletmesi gerekiyordu- sorun olurdu. Tam da bu düşünceler içindeyken yaklaşan bir ses duydu, hafif bir adım sesi ve toprağa bir şey batıp çıkıyormuş gibi bir ses. İçgüdüsel olarak revolverine uzanıp emniyet mandalını açtı, sesin geldiği yöne doğrulttu ve eliyle tetiği yokladı. Sonra da sesin geldiği yöndeki ağaçların, çalıların arasından bir kız çıktı. Her yönüyle "tehlikesiz" göründüğü için Deniz gardını indirip revolverin emniyet mandalını da kapattıktan sonra ormanın derinliklerinde tek başına, bu kadar az tehditkar görünen bir kızın başlı başına bir korku filmi olduğunu düşündü. Kız, Deniz'le aynı yaşlarda gibi duruyordu, o mesafeden tam olarak tespit etmesi zor olsa da boyu azıcık daha kısa ama hemen hemen aynı gibiydi, uzun, parlak kızıl saçları ve yine parıldayan, ela gözleri vardı. Elindeki baton, ne yaptığını bildiğini gösteriyor gibiydi ama Deniz gerçekten ne yaptığını bilen birinin botlar haricinde gerçekten bu önündeki kimse gibi giyinip giyinmeyeceğini merak etti, ayrıca renkli ve süslü ama şüphesiz dağcılık için üretilmiş olan botları sırf kombinine uysun diye mi yoksa ormanlarda onlarla gezinmek avantajlı olduğu için mi giydiği de belirsizdi. Kız, tepeden tırnağa şöyle giyinmişti: Aslında göbeğinin açık olması için üretilmiş ama kız birkaç beden büyüğünü tercih ettiğinden herhangi bir yerini -zıplamak gibi aktiviteler haricinde- açıkta bırakmayan kısa kollu, saykodelik desenli bir tişört, siyah ekose Harajuku etek ve parlak yeşil, üstünde renkli benekler ve çizgiler olup bağcıklarına -muhtemelen bizzat sahibi tarafından- kuş tüyü küpeler takılmış dağcı botları. Kızın sağ ayağında eteğiyle dizinin neredeyse tam ortasına denk gelen bir beyaz çorap, sol ayağındaysa neredeyse dizine dek çıkan bir başka beyaz çorap vardı. Elindeki baton dışında belinde heybeyle bel çantası karışımı bir şey vardı, Deniz içinde neler olduğunu merak etti. Kızıl kız, çizmelere takılmış tüy küpeler dışında da birçok aksesuar taşıyordu: Sağ elinde gümüş bir şahmeran vardı, boynunda basit, yıldız uçlu bir kolye ve inci gerdanlık, kulaklarında çiçek şekilli pırlanta küpeler ve sol bileğinde de birkaç bileklik, içlerinden biri ince bir örgü deri bileklikti ve bir diğeri de paraşüt ipinden yapılmış bir hayatta kalma bilekliğiydi. Deniz, bu kızın gerçekten işi bilip bilmediği konusundan asla emin olamıyordu. Sonunda, kız "Buralarda insan görmeyi beklemiyordum..." dediğinde, hiç olmazsa tamamen cahil olmayıp ne yaptığını kısmen de olsa bildiğine karar verdi. "Evet, ben de." diye yanıtladı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder