Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

7 Nisan 2021 Çarşamba

Hay Başlığına da Yazısına da... (Sert Girdi!)

Yeni dönem animeleri, yeni sezon animeleri... Jouran serisinin konusu ve karakterleri bayağı ilgi çekici, konu aynı zamanda batırılmaya epey müsait bir konu ama karakterleri derinleştirmek veya gizemleri açıklamak adına mahvetmezlerse karakterler taşır animeyi gayet (Genel olarak Japonlar "Karakter gelişimi" denen şeyden bihaber, mahvettikleri karakterleri "Gelişti bunlar." diye kakalıyorlar.). Shaman King zaten, orijinal yapım da güzeldi*; bu yeniden yapım da iyi olacaktır. Yalnız animelerde özelliklerin içinden geçiyorlar genelde, bir tane egzorsist (Bunu Türkçeye böyle geçiren kimse bir oturup konuşalım, bakalım derdi neymiş.) gibi egzorsist göremedim ama Shaman King, şaman tanımını doğru düzgün yapıp oturtturmuş durumda. Ha orijinal yapımda sonradan o tanımın içinden geçiyordu bizzat kendisi ama en azından "Şöyle, şöyle sanıyordun ama böyle, böyle..." olayına girmemeleri (en azından en baştan girmemeleri) güzel. Lan ben şeytan olmayan animede egzorsist gördüm, ne diyorsunuz siz? O değil de kendisi Ejderha ve Mühür'de "şaman" tanımının ecdadını bırakmamış biri olarak laf etme hakkını kendimde bulmam da ilginç. Neyse, orijinal yapımı sevdiğimden bunu da izleyeceğim. Wonder Egg Priority saçma sapan, "Ne oldu şimdi?" finali yaptı. Hiç de bir şey belli değil, heykeller diriliyor mu dirilmiyor mu onu anlayamadık daha. Frill'in durumu falan... Ta ebesinin nikahında bir "movie" (Her ne kadar bunu film diye çevirmek teknik olarak mümkün olacaksa da aslında anime filmini belirten bir terim bu, dolayısıyla böyle bırakıyorum.) ile gerçek sonu koyacaklarmış. E ama sen anan yani? Nasıl saçmalık lan bu? Bu aralar eski usul ("Oldschool." Al sana mis gibi karşılık, fonetik açıdan da uygun.) "shounen" animeleri popülerleşti, "isekai"ler pek o kadar revaçta değil. Ne varsa Salı güne (Daha doğrusu Pazartesi ama bölümler anca gece yarısı çevrilip yayınlanabildiğinden -e malum, bölüm çıkacak da internete düşecek de İngilizceye çevrilecek de... Ohooo, bir ton iş- ya gece ya Salı) tıkmışlar. Sayanora Watashi no Cramer var, spor ve dram. En sevmediğim iki janrın birleşimi. Ama muhtemelen izleyeceğim. Neden? Başkarakter (ve büyük ihtimalle önemli karakterlerin çoğu) kız çünkü. Aha, biri uzun süreli yalnızlıkla boğuşunca sonuç bu oluyor işte. Seviyorsanız gidin konuşun bence, valla bak (Oha! Bu şey değil mi ya? Dünyanın en yüzeysel tavsiyesi?). Şu kulunuzla iki gün flörtleşin, ne bileyim bir elini tutun bir şey yapın Allah rızası için, çok büyük sevaba girersiniz bak (Sevgi dilenmeyi duydum da böyle bir şey değildi sanki o? Şu düştüğümüz hallere bak.) Ya hayır, bir kez bir ilişkinin içinde bulunsam; iyi olsa ne ala, yok kötü olup ağzıma sıçılsa rahatlayıp hayatıma bakacağım (Olmayan şeye de nasıl bakacaksam artık, benimki de laf.). Hah, şu Sayanora'lı animede çizim stili biraz rahatsız edici, tahmin ettiğim gibi önemli/esas karakterler kız, efektler, geçişler falan iyi; duyguyu hissettiriyor yani ama ilk bölüm biraz karışıktı. Bir şimdi, bir geçmiş, zamanlama biraz karışık. Hani insana "Spor animesi mi izliyoruz yoksa Monogatari serisi mi?" dedirtiyor. Hige wo Soru beni çok korkutuyor. Neden? Çünkü romantizm-dram, bu tür seriler (özellikle de son iki bölümde) insanda ne ciğer ne dalak bırakıyor genelde. Aksi gibi güzel oluyorlar. Bu arada şunu da belirteyim, başlangıç hakkında: Yoshida sonuna kadar haklı. En baştan söylesene, ne diye boş yere umutlandırıyorsun adamı? İlk bölüm şu dediklerimi doğrulayan şekilde ilerledi, bir de Sayu kadar tatlı bir yüzün ve sesin birleşiminin tuzağına düşmeyecek pek fazla erkek tanımıyorum. Eh, biz basit varlıklarız. Yalnız başkarakterle (Yoshida ile) bu kadar derin empati kurabilmem biraz korkutucu. Yani tamam, çoğu kurgusal karakteri iyice anlayabiliyorum ama Yoshida ile bu kadar derin bağ kurabilmem beni korkutuyor. Daha bölüm başlar başlamaz reddedildiği için olabilir. Ha bir de Sayu haklı, hakikatten Yoshida'da Yoshida tipi var. Barusu'da hiç Subaru tipi yok mesela, ters bir örnek olarak (Kazuma'da Kazuma değil bildiğin direkt "kazma" tipi var, o yüzden o liste dışı.). Bu arada Sayu'nun yarak gibi bir aile ortamında büyüdüğü o kadar belli ki. Vivy ilk başta biraz baydı, "Eeeh" dedirtti. Sebep? Daha önce bin defa işlenmiş "yapay zekalar insanlara savaş açtı" teması üzerine kurulu çünkü. Ulan daha bırak yapay zekayı "bilimkurgu" diye bir kavram yokken işlenmeye başlandı bu temalar ya ("Bilimkurgu edebiyatı" denen şeyi ortaya çıkaran şey Isaac Asimov'un da bu temadan illallah edip "Bir siktirin lan." önsözü ile Vakıf serisini yazmaya başlamasıdır.). Filmi, animasyonu, kitabı, çizgi romanı... Bu temanın işlenmediği format kalmadı. Başkarakter yapay zeka olduğu için biraz tekdüze, başları -her ne kadar konu içine çekebilse de- sıkıyor ama ilk bölümün sonu iyi oldu, ilk bölümün sonunda "Sarar bu." dedirtti. Sentouin, Hakenshimasu'ın mangasını okuyordum, animesinin gelmesini hiç beklemiyordum ha. Bu arada KonoSuba seviyorsanız kaçırmayın gibisinden abartılacak bir seri değil, bir de ilk bölümde mangayla arasında küçük ayrıntılar açısından bayağı fark vardı; muhtemelen mangayı es geçip ranobeden uyarlamışlar, ondan öyle olmuş. "Explotion!" güzeldi ama aashkasdklsd. Sıradan bir isekai (İsekai denebilir mi buna? Çok emin değilim.) komedi işte ya, abartılmayacak, izlenip geçilecek bir seri. Yalnız kesinlikle KonoSuba seviyesinde değil, KonoSuba seviyesine yakın bile değil; çok daha düşük bir seviyede, hani KonoSuba'nın yazarı yazmış diye gaza gelirseniz üzülürsünüz. Bazı serilerin herhangi bir beklenti olmadan izlenmesi gerekiyor, en ufak beklentiniz olursa hayal kırıklığına uğrarsınız; aha bu da onlardan. Yalnız Vivy'nin senaryosunu da Tappei (Re:Zero'nun yazarı) yazıyormuş galiba; Tappei duygu karmaşalarını, tür farklılıklarını (İnsan-yapay zeka; Re:Zero'da da bin tane ırk var elf, canavar-insan bilmem ne...), kişisel hesaplaşmaları falan anlatmakta bayağı iyi. Ha elindeki şey görselken iç hesaplaşmaları anlatmakta ne kadar iyi olursan ol belli bir seviyenin üstüne geçmen çok mümkün değil, o ayrı bir konu. Çoğunlukla kitaptan uyarlama filmlerin kitaba kıyasla kötü olma sebebi budur: Kitap, iç hesaplaşmaların, iç çatışmaların üstünde yükselir ama görsel bir formatta kıçınızı da yırtsanız bunu yazıdaki kadar yoğun ve karmaşık ifade edemezsiniz. En fazla devamlı içinden konuşan saçma sapan bir karakteriniz olur (İlahi bakış açısında bile genellikle başkarakter veya o sahne/kısım için en önemli olan karakterin duygu ve düşüncelerine yoğunlaşılır, aksi durumda 100 sayfadan kısa bir şey yazabilmek pek de mümkün olmaz zaten.), eh, o zaman da kitabı okumayanları bile elde edemez, "Bir yürü git be." dedirtirsiniz kendinize (Kitabı okuyanlar da 1 sövecekse 10 söver. Kitabı okuyan uyarlamaya söver aga, onu engelleyemezsin. Sövmesinler diye değil mümkün mertebe az sövsünler diye uğraşman gerekir. Teknik olarak ikisi de görsel format olan, dolayısıyla yapabileceğiniz ve yapamayacağınız şeylerin sınırları -ekonomik olanlar gibi birkaç istisna hariç- aşağı yukarı aynı olan çizgi roman uyarlamalarına bile etraflıca sövülüyor sonuçta.). Ha devamlı (içinden ya da dışından) konuşan ama sevilen karakterler olabilir, istisnalar kaideyi bozmaz.

*Bu arada ben Türkiye'de yayınlanan versiyonu hiç izlemedim, animeye başlayınca gidip Türkanime'den izledim. Jetix çocuğu değilim ben; artık çekmiyor muydu, kanal mı uzaktı, yoksa sonradan mı çıkmıştı... O Jetix, Fox Kids falan hiç izlemedim ben. İşte erken dönemde Beyblade, Pokemon (Muhtemelen tekrarları), Kim Possible (TRT'de yayınlanıyordu lan bu. Şimdi tekrar yayınlansa LGBT'den İllüminati'ye, FETÖ'den koronaya her sike bağlarlar. Bir ara gecenin bir yarısı Disney'de yayınlanıyordu, TRT'de tekrar yayınlanmasından bahsediyorum ben.) falan... Daha ileride CN... Ah CN, vah CN. Misal şu videodaki her çizgi filmi epey iyi hatırlamamın yanı sıra Foster'ın Hayali Dostlar Evi (ki dönemine göre gerçekten çok sağlam kurgusu, hikaye devamlılığı, duygusal arka planı olan bir seriydi. Bir nevi şu an tapınılan Regular Show, Gumball gibi CN yapımlarının atası niteliğindeydi.), Camp Lazlo, Dexter'ın Laboratuvarı (Dexter deyince milletin aklına seri katil geliyor, bana ablasının zekasını da çalmış ama kendi de boydan kaybetmiş çocuk, hep bundan işte.)... İyiydi yani. Ha bu arada yeri gelmişken: Juniper Lee (Videoda bahsediliyor bundan), Türkiye'de "Genç Ejder" adıyla yayınlanan American Dragon'ın (bu da zannımca TRT'de yayınlanmıştı, o zamanlar Disney'in kanalı her yerde yoktu tabii ülkede. Bu arada 2. sezonun ince ejderini çoğu kişinin aksine birinciden daha çok seviyorum, 1. batı ejderiyle dinozorun gayrimeşru çocuğu gibi dururken 2. gerçek anlamda bir Çin ejderiydi zira.) çakmasıdır. Yapım yılı önceyse bile benim nezdimde öyledir ki ona da baktım, yayın tarihleri birebir aynı lan yıl bazında. İkisi de 2005'te başlayıp 2007'de bitmiş. Orijinal yayın tarihleri tabii bunlar, TC'de net Jack hıyarı daha önce yayınlandı. "Düşmanına aşık olma." temasıyla da geç 90-erken 2000 neslinin ilk kez karşılaştığı seri olsa gerek. Ha yine de güzeldi ama sırf o "Çakma lan bu." hissinden dolayı beni pek bağlayamamıştı. Ön ergenliğimi de Disney'in gençlik dizileri yedi zaten aq. İşte Waverly Büyücüleri, ıssız adalı bir şey (Ana karakter değiştirdikten sonra çok bozdu. Adı neydi ki bu dizinin? Bir Çift Kral imiş.), sarışın ikizler (Hah, hatırladım sizi: Zack ve Cody. Heriflerin iki dizisi, bir sürü ortak bölümü var aq; ben ne yapayım?), İyi Şanslar Charlie, Kickin' It, Hannah Montana falan.

Daha önce de dedim ama Facebook arkadaş listem hakikatten Nuh'un Gemisi'nden hallice. Eh, "normal" olmayı meziyet olarak görenler Twitter'a, İnstagram'a kayıp geriye 120 yaşındakileri ve manyakları bıraktılar, dolayısıyla bu durum ortaya çıkıyor. Ya benim hiç tanımadığım biriyle 120 ortak arkadaşım olabilir mi sence, aq? Şu sıralar grupların ve "shitpost" sayfalarının hegemonyası altında Facebook, eskisi gibi komedi sayfalarının değil. Ha "Shitpost" sayfaları da bir yerde mizah sayfası sayılabilir tabii. Neyse, arkadaş listemde olmayan manyak yok aq ya. "Aktif misin?" diye mesaj atan geyinden* NTR'ci "Shitpost" üstadına (Bu arada NTR, hatta özellikle de "Netorare" çizen kim varsa hepsini bir çuvala koyup Burj Khalifa'nın en yüksek katından atmak lazım. Böyle bir şerefsizlik olamaz ya. Ecchi, hentai, normal manga fark etmez bu arada. Bir Kuzu no Honkai'de iyiydi, o da zaten şerefsiz olduklarını, bok gibi kişilikleri olduğunu, orospu/pezevenk olduklarını kabul eden karakterlere sahip [Öyle olmayan tek karakter de gavat amk ya.] bok gibi bir animeydi, ulan animedeki en masum şey NTR idi be. Ha ben Hanabi'yi severim gerçi ama bu onun orospu olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bak aklıma geldi, bir de Hanabi'nin kızıl arkadaşı vardı, tamam; aralarından sevilesi olan tek karakter, o da kendi çapında -ve birçok farklı animelerdeki karaktere kıyasla- şeytandan hallice olsa da geri kalanların yanında melek gibi kalıyordu.), adını Al Lah koyup durum güncellemesiyle ayet indirenden (Gerçekten var bu, diğerleri de var tabii ama inanmama ihtimaliniz yüksek diye özellikle belirttim.) birbirini "Evcil Hayvan" olarak ekleyene... Bunlar bir çırpıda aklıma gelenler. Ha ben de hayalet manyağın teki olarak dolaşıyorum, normal adam olsam ne işim var hâlâ Facebook'ta?

*Ulan mesajla yürüyen ibne mi olur? Oğlancı olsa "Neyse." deyip geçeceğim ama böylesi çok acayip. Bu arada Türkçede ibne pasif geyi, oğlancı aktif geyi ifade eder. Lezbiyen için çok geç ortaya çıkmış Zürefa ve bir de Zenannâme'den öğrendiğimizce "Sevici" diye bir tabir varmış, Enderunlu Fazıl bunu kendi uydurmuş da olabilir gerçi. Yalnız Zürefa'nın aslen "Zarafet", daha doğrusu "Zarif" kökünden geliyor olması ve köken anlamının "Zarif kimseler" olması da ilginç bir ayrıntı. Zürafa da aynı kökten gelir bu arada, hayvan olanı diyorum. Zarafet, teknik olarak "Zarif"in çoğulu, "Zariflikler" gibi bir anlamı var; bu söz Türkçe olarak ortaya çıksaydı Zarpız gibi bir şey olacaktı muhtemelen. Ön Türkçede artık var olmayan -Z diye bir çoğul eki vardır; ikiz, göz, diz, biz, siz hep bu çoğul ekiyle oluşturulmuş sözlerdir. P'ye gelirsek: Türkçede F çok geç ortaya çıkmış bir sestir, özünde üflerken çıkarılana benzer hafif bir F (aynı ses Japoncada da var ama başka bir dilde denk gelmedim) vardı sadece; günümüzde F içeren Öztürkçe sözlerin tamamına yakını P'den dönüşmüştür, V'lerin tamamına yakınının B'den, H'lerin tamamına yakınının K'den (Daha doğrusu Ⱪ'den), ne şimdi ne eskiden V'den ayırmaya gerek duyduğumuz ama İstanbul Türkçesinde bile hâlâ yaşayan W'lerin hemen hemen hepsinin Ğ'den dönüşmesi gibi. Zaten dudak ünsüzlerinin ve damak ünsüzlerinin (L, R hariç, aslen gırtlak ünsüzü sayılan H dahil) kendi aralarında dönüşümü Türkçenin temelidir. Bu arada "İstanbul Türkçesinde bile" diye özellikle belirtip durma sebebim şu: İstanbul Türkçesi, Saray'ın ve Divan'ın zarafet takıntısından nasibini fazlaca almış, Günümüz Türkiye Türkçesinin geri kalan ağızlarından çok daha farklı, yarı-yapay bir değişim geçirmiş bir ağız. Örneğin İstanbul Türkçesi, "Esas Türkçe" ilan edilene dek Türkiye Türkçesinin geri kalan bütün ağızlarında "Hayır"ın "Hayır yapmak"taki hayırdan başka anlamı yoktu. Onun karşılığı "Yok" (Hatta Yog, Yoq, Yoⱪ bazen Yoğ veya Yoģ) idi ki İstanbul Türkçesinde oldukça yumuşatılmış "Yo'" ve "Yoooo" şekillerinde yaşamaktadır. Yine diğerleri için "Hıyar" olan şeyin adı İstanbul ahalisi için "Salatalık" haline gelmişti. Diğer ağızlarda "İmdi" şeklinde söylenen söz "Şimdi" (Şu-imdi; "şu an" ile aynı mantık.) şekline bürünmüştür, Ege ağzında "Hindi" diye özüne daha yakın bir şekilde yaşamaktadır. Ha bu arada bu "Hindi"deki (Hayvan olan değil, Ege ağzındaki) H de ilginç zira Türkçede bazı sözlerin başında bir çeşit "sessizlik imi" vardır. Bu imler aslında Altaycada (Türk dili olan Altayca yani Altay Türkçesi değil, Altay dillerinin kökeni olan Altayca) ikincil bir P sesiydi (P' diye gösterilir, muhtemelen daha yumuşak bir P idi); Türkçede önce yok olmuşlar (Halaççada bir kısmı H'ye dönüşmüş; Halaçça H sesi içeren en eski Türk dili formudur.) sonra Oğuz dillerinde Y, Kıpçak dillerinde J (Nadiren C/Ç), Çuvaşçada ve Yakutçada S/Z biçiminde ikame edilmişlerdir (Hepsi değil, her zaman değil tabii o ayrı. Örneğin "At" da başında o sessiz imi içerse de herhangi bir dilde başına sessiz ikamesi konmamıştır.). Örneğin Türkiye Türkçesinde "Yel" olan söz Tatarcada "Jel", Çuvaşçada "Sil" biçimindedir. Ya da "Yılan Ata" denen kutsal ruhun adlarının bazı versiyonları Zılan, Ilan, Çılan vesairedir. Ha yeri gelmişken: Yılan aslında böyle bir im içermemesi gereken bir sözdür, Türkçe Yıl- (Yılmak) kökeni mantıklı olsa da genelde Çince "Long"dan (Ejderha demek) geldiği varsayılır. Eh, Türkçede L-R başta olmadığından (İstanbul ağzı ve Arapça ile Farsçanın yoğun etkileşimi olan yerlerdeki ağızlar dışında Ramazan, Recep diye kelimeler yoktu; Iramazan, İrecep/Erecep idi onlar.) başa I (Belli ki 'I) konmuş. Gelişimi Ilong->Iloŋ->Ilaŋ->Ilan... Şeklinde muhtemelen. Yıl- kökünden gelse de ŋ korunacaktı/konacaktı bu arada. Hah, ta çok eski bir ayrım döneminde ortaya çıkmış ifade dirilmiş yani bu "Hindi"de ve Oğuz dilleriyle alakasız bir şekilde yaşanmış.

Gidip Autodesk Sketchbook yükledim telefona, bir de ekran kalemi aldım çünkü telefon parmağım dışında hiçbir şeyi görmüyordu. Neyse, uygulamayı kullanmaya çalışırken birkaç zorluk çektim tabii; mesela ilk olarak insan çizmeye çalışıp battım. Yok, dijitale geçince büyülü bir şekilde insan çizebilmeye başlayacağım gibi bir fikre sahip değildim zaten ama kağıttakilerden daha beter oldu. Kağıtta iyi çizebildiğim şeyleri de kötü çizdim başta, eh; zamanla dijital çizime ama özellikle programa alıştıkça ve başlangıçta beni rahatsız eden şeylerin nasıl kullanılması gerektiğini öğrendikçe bayağı yol kat ettim. Yani, en azından insan olduğu belli insanlar çizebiliyorum artık; dijital çizimin tek tıkla renklendirme ve çizileni geri alma, bu programda -başta beni rahatsız eden- kağıt kağıt ayırıp öncekileri komple çöpe atabilme falan bana bayağı avantaj sağlıyor. Kağıt üzerinde insan çizmede tasarımın eski çizgileri falan bir ton sorun çıkarıyordu. Şunu bir doğru düzgün halledeyim, "Karakter tasarımı yapılır." tabelasıyla dolaşacağım gsajmhgsm.

Paypal hâlâ yok. "Paypal'da işin var mı?" derseniz şimdilik yok ama olma ihtimali yüksek. Tamam, alternatifler var da dünyayla iş yapacağımızda "Hacı bizim ülkede Paypal yok, sen şimdi şuradan hesap aç..." falan şeklinde mi şey yapacağız? Açıkçası ben ülkesinde Paypal olan biri olsam "Senle mi uğraşacağım aq?" deyip başkasını arardım böyle bir durumda.

Türkçede niye beceriksiz kişilere "Kazma" dendiğini çözemedim. Hayır, kazma çok yönlü bir alettir çünkü: Toprak kazarsın, taş kırarsın, icabında odun kırıp ot bile biçebilirsin. Ne kürek gibi "Bu toprak sert, kazamam." diye nazlanır (Sert toprağı kazabilen alet "bel"dir, kürek küt uçlu olur.) ne de balta gibi "Beni bileyle, bakımımı yap; yoksa seni rezil rüsva ederim elaleme (Elalem=Ağaçlar) alimallah." diye eşya-kullanıcı konseptinin ve sınırlarının içinden geçer (Aynısını evcil hayvan-sahip bazında yapan için: Bkz. Kedi. Gerçi kediler bir şekilde kendilerini sevdirmeyi başarıyorlar, baltaların da anca sapları değerli bulunuyor [Bir baltaya sap olmak] bakım istemediği için.). Tamam hoyrattır, kazdığı/kırdığı şeyin değerine, hassasiyetine özen göstermez ama elinden iyi kötü her iş gelir; çiftlik/köy ortamında kurtarıcıdır lan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder