Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

16 Nisan 2021 Cuma

Ben Artık Bıktım Bu Başlık Maşlık İşlerinden, Köye Yerleşip Patlıcan Yetiştireceğim...

Jahrein milletvekili adayı olacakmış lan skhds. Hiç de sevmem herifi, yalnız şu var ki: Mevcut siyasetçilerin tamamına yakınından çok daha makul, hatta makbul bir seçenek olur. Öyle de ilginç bir ayrıntı var.

Bu arada dünkü yazıya bir ekleme: Safevilerde zorunluluk gereği Farsçaya yakınsar yönetici dili.

Fumetsu no Anata e hakkında tek diyeceğim "İzlenir bu." Daha da yorum yapmaya gerek duymuyorum. Osananajimi ga Zettai ni Makenai Love Comedy diye anime çıktı, çevirisi şu: "Çocukluk Arkadaşının Kaybetmediği Romantik Komedi." Bu, evet, birebir bu. Ben de kaybedeceklerini bile çocukluk arkadaşlarını tutan iflah olmaz biri olarak tabii ki izleyeceğim. Bu arada OreGairu'da Yui'yi desteklerken de Yukino'yla biteceğine hemen hemen emindim. Sevmiyorum arkadaşım sarışın transfer öğrenci (Alice Cartelet ile Kujou Karen -Özellikle Karen- hariç), herkesin hayran olduğu aşırı havalı tipitip falan; zorla mı? Milletin taptığı Nakiri Erina'yı da hiç sevmem mesela (Daha doğrusu severim ama aynı animedeki diğer kadın karakterlere kıyasla çok az severim, öyle ki "Sevmiyorum" dersem sırıtmaz.). Ayı animeden Rindou-senpai (Kesip benden yemek yapsa gıkım çıkmaz, çıkarsa adiyim!), Megumi, Yuki (Avcı kız), Alice (Nakiri Alice) falan çok daha iyi seçenekler bence. Lan o değil bunun olmasından korkuyordum ama Osananajimi'li animede esas kızı (yani çocukluk arkadaşı olmayanı) sevdim. Hay... Gerçi çocukluk arkadaşını göremedik daha, bölümün yarısı oldu, o ayrı bir konu. Ulan neyse, çocukluk arkadaşına yüklediklerini sanmıştım o sevmediğim klasik "sonradan gelen esas kız" havasını (Açıklayamıyorum ama böyle bir şey var. Yeterince harem romantik komedi [nasıl oluyorsa artık] izleyenler neden bahsettiğimi anlayacaktır.) ekleştirdiklerini sanmıştım, ilk çıktığı sahnelerde de öyle gibiydi ama değilmiş Allahtan. Onu da sevdim. Bu arada çocukluk arkadaşı karakterler genelde sevecen, neşeli (içten içe hüzünlü olanları da boldur) ve saf (çoğunlukla da başına buyruk) olur -ki temelde onları tutma sebebim budur- ama buradakinde biraz şeytanlık var. Güzel bir hava katmış gerçi, bir de kızın haklı argümanı var, o sebeple o şeytani hava pek göze batmıyor. Gerçi ben de hiç ilişkisi olmamış malın teki olduğumdan ve bırak ilişkiyi doğru düzgün reddedilmiş bile olmadığımdan (lan en azından bu olaydı rahatlardım belki) hak veriyor olabilirim. Bu arada başkarakter, yani esas oğlan hakkında: Malsın oğlum, ağır malsın hem de. Ühühühü... Hay sikeyim, başkarakterle aynı mallık düzeyindeyim ya. Köprü altında yaşayan şarapçı hayat hakkında benden çok daha iyi kararlar vermiştir, bundan eminim. Yalnız tamamdır, Kuroha'cıyım arkadaş ben. Zaten esas kızın kazanacağını bile bile gidip çocukluk arkadaşlarını tutuyorum, bari bunda... Bu yazar (Ranobe kökenlidir kesin, o kadar eminim ki cümle şeklindeki başlıktan, konusundan falan... Kontrol bile etmiyorum hiç.) sonda siyahlıyı (çocukluk arkadaşı olmayan... Eeeeh, isimleri vermeden anlatmak ne zormuş ulan. İsim versem de önce kim olduğunu açıklamam gerekecek.) kazandırabilir ha. "Hatırlamıyor ama bunla da çocukluk arkadaşı o." falan diyebilir. "Nasıl ya?" demeyin, yapılmışı var (Sikmişim spoyu şimdi, bir durun zaten ortalık karışık): Nisekoi. Hayır animenin adının çevirisi de (benim gibi tembel çevirmen olmayın) "Çocukluk arkadaşının KAZANDIĞI" değil, "Çocukluk arkadaşının ASLA KAYBETMEDİĞİ" şeklinde (İlk çeviriyi aşağı yukarı doğru yaptığımı unutmuşum sinirden, kontrol ederken fark ettim.). Yani kaybetmiyor tamam ama kazandığı anlamına da gelmiyor. Hay sizin esas kız fetişinizi... Size diyorum size: Japon okuyucusu, izleyicisi ve dahi yazar takımı (Aynen, her hafta burayı okurlar zaten. Shounen Jump editörleri falan hep beni okuyup ona göre belirler. Tabii...); yeter ulan.

Bak bir süredir Youtube'da ÇGHB skeçlerine sardım (Eski, yeni fark etmeden izliyorum.) da bir şey dikkatimi çekti: Eski skeçlerin yani ilk ÇGHB'nin skeçleri ekseriyetle Turkweb.tv diye bir siteden alınma. Bayağı sağ üstte TURKWEB.TV yazısı gömülü. Lan bir de ÇGHB'nin resmi Youtube hesabı bunu yayınlayan, insan kendi programının eski bölümlerini internetten çeker mi? Yok mu oğlum eski bölümlerin kayıtları elinizde, imha mı ettiniz hjaakshasl. Bu arada "Kesin kapanmıştır bu site." diye Türkweb.tv'ye de baktım, evet, kapanmış.

Şimdi, şöyle bir şeye denk geldim. Ta 2017'den kalma şey hakkında niye yazıyorsam artık, neyse... Yalnız ben bu öğretmenin (!) söylediklerinden iki şeye takıldım: Birincisi, "Çocuğun adını babaanne koyar, başkası koyarsa cehennemliktir." kısmı. Hangi mezhebin, hangi tarikatın hükmü lan bu? En temel hükmü, hatta pratikte tek hükmü "Eskiler ne yaptıysa onu yap, 'Ya biz bunu yapıyoruz da nerede diyor böyle yapın diye?' deme, bir bildikleri vardır." olan Selefilikte ve Vahhabilikte bile böyle bir saçmalık yok. "Evde kedi köpek varsa namaz kabul olmaz." var bir de. Hadi köpek kısmı Sünni mezheplerde bu mezheplerin ortaya çıkışından beri söylenen bir şey, Kuran'da bir köpek bizzatihi sahiplerinin ona koyduğu adla (Kıtmir) övülmüş olmasına karşın hem de. Peki ya kediye ne diyeceğiz? Hem Sünni hem Şii mezheplerinin hadis kitapları kedileri öven kıssalarla, hadislerle dolu? Bütün Sünni mezheplerce kabul edilen "Kedi temizdir, içtiği sudan abdest alınır." hükmü var mesela. Nasıl oluyor o zaman? Ha babaanne konusunda, aha size birkaç ayet: "Kim Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalimdir?" Hûd, 18; "Hem o kıyamet günü görürsün ki, Allah'a karşı yalan söyleyenlerin yüzleri kararmıştır. Kibirlenenlerin yeri cehennem değil mi?" Zümer, 60; "Âyetlerimizi hükümsüz bırakmak için yarışanlara gelince, işte onlar Hakk'ın huzuruna azab içinde getirileceklerdir." Sebe, 38; "O kimse Allah'ın kendisine okunan âyetlerini işitir de, sonra sanki kibrinden hiç işitmemiş gibi ısrar eder. İşte sen onu, can yakıcı bir azapla müjdele!" Casiye, 8; "Dinlerini bir oyun ve bir eğlence edinen ve kendilerini dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak! Ve hiçbir kimsenin kazandığı şey yüzünden kendisini helake atmamasını, kendisi için Allah'tan başka hiç bir dost ve hiçbir şefaatçi bulunmadığını Kur'ân ile hatırlat." Enam, 70; "Dillerinizin yalan vasfetmesi ile 'Şu helaldir, şu haramdır.' demeyin; aksi halde Allah'a iftira etmiş olursunuz. Şüphesiz Allah'a yalan uyduranlar asla kurtulamazlar." Nahl, 116; "Onlardan öyleleri vardır ki, dillerini Kitap’a doğru eğip bükerler, siz onu (bu okur göründüklerini) Kitap’tan sanasınız diye. Oysa o Kitap’tan değildir. 'Bu Allah Katındandır' derler. Oysa o, Allah Katından değildir. Kendileri de bildikleri halde Allah’a karşı (böyle) yalan söylerler." Al-i İmran, 78; "Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz? Hiç mi öğüt alıp-düşünmüyorsunuz? Yoksa sizin apaçık olan bir deliliniz mi var? Eğer doğru söylüyorsanız, öyleyse getirin kitabınızı." Saffat 154-157; "...Hüküm yalnızca Allah'ındır..." Yusuf, 40. Aha bu da kedi köpek hakkında: "...Öyle hayvanlar vardır ki, -O’na iftira etmek suretiyle- üzerlerinde Allah’ın ismini anmazlar. Yalan yere iftira düzmekte olduklarından dolayı O, cezalarını verecektir..." Enam, 140. Bu arada bu ülkede ateistlerin de büyük çoğunluğunun mal olma sebebi aha böyle malların (ki hiç de az değiller. Aziz Nesin şu aptallık konusunda harbi haklıymış, her geçen gün daha da hak veriyorum adama. Lan eğitim düzeyi, inancı/inançsızlığı fark etmiyor ki bu toplumda, alayı mal. Ha benim de kendimce mallıklarım var da bu kadar da değilim.) insanı dinden imandan çıkarmasıdır. Bak deyimi gerçek anlamda kullandım, düştüğümüz hale bak.

Eveeet, hamamböceği ve uğur böceği "tweet"i ("tweet"leri) hakkında konuşacağım. Öncelikle, "hamamböceği ile uğur böceğini ayıran dış görünüşüdür." demek için sapla samanı ayırt edemeyen cahili cühelanın teki olmak gerekir. Hamamböceği üstünde bin çeşit mikrop, patojen taşıyan, insanın evini yurdunu istila eden şerefsiz bir haşeredir. Azot döngüsü ve çoğu böcekçilin beslenmesinde önem arz eder ama yine de insanların evlerinde istememesi kadar doğal bir şey yoktur. Uğur böceği ise yaprak bitlerini yiyen tarım dostu, çiftçi dostu bir böcektir. Ziraatta "Biyolojik mücadele" denen bir şey vardır, aha uğur böceği de bu konunun gözbebeğidir, bu konuda tacı takar. Üstüne uğur böceği bırak mikrop taşımayı parazitlere bile uygun olmayan bir böcektir.

Bak şimdi, Ekşi'de "1 milyon tl'm olsa çalışmam diyen insan" diye başlık var. Altına yazanların tamamına yakını da mal. Çoğu "O kadar parası olanlar herkesten çok çalışıyor.", bir o kadarı "Milli piyango talihlileri falan eritiyor hemen." deyip arkasından yapıştırıyor "Neden?"i. Ben söyleyeyim: Mal olduklarından. Daha doğrusu geçen yazıda bahsettiğim zengin vizyonsuzluğu hasebiyle. Bunlar sanıyor ki insan parası olunca illa altın kaplamalı pizza yemek zorunda. Bu cümleyi kuran insan bugün Bim sucuğu yiyorsa parası olunca normal sucuk yer, başkaca da bir değişiklik olmaz hayatında. Bir de "Boşluğa düşer insan yan gelip yatınca, üretmek lazım." diyenler var. Bunlar daha da büyük mal. Maaşlı işte, hele "9-6 çalışma", "esnek çalışma saatleri" (Nedense hep yukarı doğru esner bu da) gibi kavramların olduğu maaşlı işte çalışmak üretmek falan değildir. Onun adı köleliktir. Kölelik kaldırılmadı, ekonomide yaşıyor arkadaşlar. Üretmek nedir, biliyor musunuz? Tohumdan bir buğday yetiştirmektir, kayadan bir heykel yontmaktır, kalbinden iki dize şiir yazmaktır, tuvale resim çizmektir... Bunları yapanların alayı da -mevcut Türkiye şartlarında- sürünür. Hoş görsel sanatlar, hatta büyük oranda müzik de Rönesans'a dek dünyanın hemen hemen her yerinde zengin taifesinin uğraşıydı zaten ("Halk müziği" denen bir kavram da var, dolayısıyla müziğe "büyük oranda" dedim.) ama konu bu değil. Üretmek budur, sabahtan akşama dosya tasnifleyerek ne ürettiğinizi sanıyorsunuz? Sikik sistemin gönüllü kölelerinden başka bir şey değilsiniz. Günümüz Türkiye'sinde üreten ve yaşayabilecek ("Hayatta kalabilecek" demiyorum bak, dikkat edin.) kadar para kazanabilen yegane kişiler sanayide araba toplayan kaporta ustasıyla yabancı bağlantılı bir şirkete kapağı atmayı başarmış mühendistir. Türkiye'de en mantıklı şey 1 milyon tl'nin bir kısmıyla bir iki ev alıp kira geliriyle geçinmektir. Sonra da eğer oradakiler gibi vizyonsuz malın teki değilseniz hobiyle ilgilenirsiniz. Ulan 1 milyonunuz oldu diye illa zengin hobileri edinmek durumunda değilsiniz ki. Kendimden örnek verirsem: Gider deniz kenarında deniz kabuğu ve taş toplarım. Ha, ne olur? Arama alanım genişler, yurtdışı sahilleri vs. de dahil olabilir. Ya da bir iki deniz kabuğunu parayla alabilirim (Öyle kıyıda bulunamayanlar da var tabii.). Hele akvaryum, kamp gibi mevcut hobilerimle ve sırf param olmadığından güdük kalan koleksiyonerliğimle (Denizkabuğu ve taş gibi şeylerin yanı sıra bıçak, kılıç falan hastası olduğumu bildiğinizi varsayıyorum. Atölyem olsa kendim yapmaya da kasarım, zaten kullanım değil koleksiyon ürünü olacaklarından çelik yapısının sağlam ve sıkı olmasına o kadar da gerek yok.) yeterince üretirim ben, merak etmeyin. Maaşlı köleler hiçbir şey üretmezler, zaten üretmeye zamanları da yoktur. Alayınız da köle olmaya çok meraklı mallarsınız. Tarihi eleştirirken "Ama kölelik vardıııı" demeyi biliyorsunuz, bu arada Ortadoğu sistemindeki kölelere klasik anlayışlı yönetimin işçilerinden çok daha iyi bakılıyordu, bunu da belirteyim. Siz tabii maaş alıp üç kuruşluk kahveye beş lira gömmeyi çok âlâ bir şey, özgürlük, modernlik, batılılık (bunun övülmesi de saçmalık. Lan dünyaya soykırım, ırkçılık, savaş suçu gibi kavramları kazandıran tipler bunlar.) sandığınız için bu mallık düzeyinde olmanıza şaşırmıyorum. Ha bu arada "mal", Moğolca büyükbaş hayvan demektir; Türkçede de yöresel olarak sığırlara (ve mandalara) dendiğini duyabilirsiniz. O çobanların elindeki koyunu, keçiyi, öküzü güttükleri değneğe de "Mal değneği" denir ve öyle denmesinin sebebi budur. Yok, aklıma geldi sadece. Bir şey ima etmiyorum, yersen. Hoş siz köle olduğunun farkına varamayan kölelere "mal mülk" derken kullanılan Arapça kökeni kullansak daha mantıklı ya, neyse. Alayınız kapitalizmin malı olmuşsunuz be. Starbucks kaliteli bir firma değildir bu arada, kahveyi rezil eder hatta. Nescafe'nin 3'ü 1 Arada'sı kahveye çok daha saygılı bir yaklaşımdır. Kahve içmek istiyorsanız 3. dalga yerlere gidin, bir sürü var ülkede. Ha bu arada bir adet moka pot, bir adet "French press" ya da süt köpürtücü, espresso yapmaya uygun kahve çekirdeği (Migros'ta, Carrefour'da falan oluyor), süt (Soya sütü, badem sütü falan da Migroslarda falan satılıyor, Bim'e, A101'e bile geldiği oluyor) ve gerekli aromalarla (Aromalı şeyler içmiyorsanız gerek yok) Starbucks'ta yapılan kahvelerin bizzat orijinalini evde de yapabilirsiniz. Makineye falan gerek yok, bu kahveler ta 17. yüzyılda ortaya çıktı, o zamanlar makine mi vardı? Zaten İtalyan kahveleri için size gereken temel şey espresso: Espressoya su katarsan Americano, çırpılmış/köpürtülmüş süt katarsan Latte (Cafe Latte. Latte direkt "Süt" demek İtalyancada, "Cafe Latte" de "Sütlü kahve" oluyor), süt ve süt köpüğü katarsan Cappucino, latteye çikolata katarsan Mocha, latteye beyaz çikolata katarsan "White Chocalate Mocha", süt olmaksızın sadece süt köpüğü katarsan Macchiato, ona karamel eklersen de "Caramel Macchiato" (Çok ilginç değil mi? Şeytanın aklına gelmez.), köpüksüz, çırpılmamış sadece süt katarsan "Flat White" oluyor.

Bak şimdi, "Tarihi kazananlar yazar." diye bir söz var ve ziyadesiyle doğru. 2. Dünya Savaşı'nı ele alalım: Eğer Almanlar kazansaydı bugün "soykırımcı psikopat" diye tavır aldığımız Hitler'in belki kötü yönleri de anlatılacak ve öğretilecekti ama önüne gelenin söveceği bir durum olmayacaktı. Hatta büyük ihtimalle Modern Almanya'nın (İsminin Alman İmparatorluğu, Alman Führerliği falan olma ihtimali de hiç de azımsanacak gibi değil elbet.) kurucusu falan kabul edilecekti. Ayrıca savaşı Almanlar kazansaydı dünya dili İngilizceden Almancaya dönerdi. Daha önce de söyledim, "lingua franca" denen nanenin kolaylıkla, zorlukla ilgisi yoktur. En güçlü ve en çok üreten devletin dilidir. Zaten bir dil "kolay" ya da "zor" değildir, öğrenmeye çalışanın anadiline ve hangi dilleri bildiğine bağlıdır kolaylığı ve zorluğu. Türkçe konuşan birinin gidip her yerde "Zor" denen Japoncayı temel olarak öğrenme süresi İngilizceyi temel olarak öğrenme süresinden katbekat kısadır, bunun sebebi de üç dilin cümle mantığıdır: Türkçe ve Japonca sondan eklemeli, İngilizce bükmelidir. Türkçede Özne+Nesne+Yüklem, Japoncada Özne+Wa/Ga (Bir nevi yardımcı fiil)+Nesne+Yüklem, İngilizcede Özne+Yüklem+Nesne şeklindedir. Hatta Türkçede Özne+Nesne+Ek+Yüklem+Ek, Japoncada Özne+Wa/Ga+Nesne+Ek+Yüklem+Ek şeklindedir. Ayrıca her iki dilde de "gizli özne" mantığı vardır ama Türkçedeki yüklemin sonuna eklenen zamir eki (Yaptı"m", yaptı"n") Japoncada olmadığından cümlenin gelişinden anlamak zorunda kalırsınız kimden/neden bahsedildiğini. Bazıları da sanıyor ki BM karar almış "En kolayı bu." demiş de öyle dünya dili İngilizce olmuş. Şu an dünya dilinin İngilizce olmasının üç sebebi var: Birincisi ABD'nin dili olması, ikincisi dünyanın yarısını işgal edip sömüren Britanya İmparatorluğu'nun dili olması, üçüncüsü de Sanayi Devrimi'nin İngiltere'de başlaması. Zaten birinci madde ikincinin, ikinci de üçüncünün sebebi o ayrı. İngilizceden önce Fransızcaydı (Ki Lingua Franca ifadesi de zaten bu dönemden kalmadır, esasen kelime olarak Fransızca demektir.), Fransızcadan önce Avrupa'da Latinceydi. Fransızca olmasının sebebi askeri teknoloji (Misket tüfeği) ve siyasi liderlik (Fransız İhtilali), Latince olmasının sebebi Roma İmparatorluğu'ydu. Batı Asya'nın ortak dili yüzyıllar boyunca Farsça olarak kaldı (Bunun sebebi de Perslerin Asya kültürüne etkisi, anlattım bunu.), Göktürk Hakanları da Cengiz Han da uluslararası olarak Farsça anlaşıyordu (Çinlilerle Çince anlaşıyordu tabii.), yine ta Meiji Dönemi'ne -ki 19. Yy. oluyor- dek Uzakdoğu'da ortak dil Çinceydi. Eğer konu kolaylık-zorluk olsaydı, lehçeleri bile birbiriyle zar zor anlaşan ve hangisinin lehçe, hangisinin dil olduğu belirsiz bir diller yumağı ortak dil olur muydu sizce (Türkçede de hangisi dil, hangisi lehçe biraz sorun çıkarıyor ama en uzak iki Türk dili bile bazı temel kurallara göre birbirine kısaca dönüştürülebiliyor. Türkiye Türkçesinde baştaki Y'leri J yaparsanız Kazakça ve Kırgızcayı büyük oranda halletmiş olursunuz misal.)? Osmanlı'nın güçlü olduğu dönemlerde Avrupalılar Osmanlı'ya Arapça tercüman yolluyorlardı, bir yerden sonra Türkçe tercüman yollamaya bile başlamışlardı. Viyana'yı alıp ileri kadar gitse idi Osmanlı (ki öyle olsa muhtemelen ta Britanya'ya dek varılır, Hilafete ek olarak Papa da Osmanlı'nın himayesinde olurdu.) dünya dilinin Türkçe olması işten bile değildi (Resmi dili Farsçaya çeviren Selçuklu'nun aksine Osmanlı'da resmi dil kuruluşundan yıkılışına dek, işgal altındayken bile sadece Türkçe olmuştur.). 2. Dünya Savaşı'na geri dönelim: Almanya kazansaydı bugün Hitler'e sövdüğümüz gibi Amerikan ve Rus yetkililere, liderlere sövecektik. Gerçi Slav diye bir millet kalır mıydı o zaman meçhul, Yahudilerin kalıp kalmayacağını ise sorgulamaya bile gerek yok. Eğer savaşı Almanlar kazansaydı bugün SS'in, Wehrmacht'ın kirli çamaşırlarından değil teknolojik üstünlükleri ve dahiyane taktikleri gibi şeylerden bahsederdik. Ya da hadi günümüzden, Türkiye'den bir örnek verelim: Eğer Taht, Atatürk'ü ve destekçilerini yakalamayı başarabilse ve Saltanat -artık ne kadar daha devam ederdi bilinmez ama- devam etseydi Atatürk'ü sadece bir isyancı olarak okurduk tarih kitaplarında. Hatta taht talebi olduğu bile söylenirdi muhtemelen. Yine bugün kahraman addettiğimiz Kuvayi Milliye zararlı cemaatler arasına sokulabilirdi. -bilirdi diyorum çünkü Atatürk'ün başarılı olma (ya da en azından çok başarılı olma) sebeplerinden biri de işgalcilerden "Lan sultan bir şey demiyor mu bunlara?" şeklinde rahatsız olan yoğun halk kitlesinden ama içten ama dıştan destek görmesiydi. Devletin dönüşümü (Kurulan şey Cumhuriyet'tir, Devlet zaten vardı.) belki olmaz ya da daha farklı olurdu ama halkın büyük bölümü zaten peşinden gidecekleri, mücadele kıvılcımını tutuşturacak bir lider bekliyor veya arzuluyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder