Koi to Yobu ni'li şeye on dakika falan katlanabildim. Nasıl komedi lan bu? Bölümün başından beri iç karartıcı müzik, kapalı hava, hiç komik bir şeyler de olmuyor... Dram olmadığına emin miyiz? Zaten başkarakter şerefsiz falan diyorlar, hiç bulaşmayacağım. Seven Nights Revolution da aynı King's Raid gibi daha önce elli bin kere işlenmiş bir konuyu işleyen ve en ufak beklenti olmadan izlenilmesi gereken bir anime olacak, belli. Muhtemelen izlerim, hayatsızım ben, izlenemeyecek kadar kötü olmayan her şeyi izlerim. Dragon, Ie wa Kau aslında güzel, yani en azından temel fikir güzel ama pek sarmadı. Birkaç bölüm bekleyeceğim bakalım, çoğu anime ilk 3 bölümde belli eder potansiyelini; 3. bölüme kadar komple kötüyse kötü olur ama 3. bölümden önce "iyi" ya da "kötü" demek çok da mümkün olmaz çoğu zaman. Ha bazen -örneğin King's Raid ve Seven Nights Revolution'da olduğu gibi- daha ilk bölümden belli eder ne olduğunu ama onlar istisnadır. Bir de: 3. bölümde batırılanlar, iyileşenlerden çok daha fazladır. Super Cub iyi gibi duruyor. Klasik SoL havasına göre daha ağır ama güzel yine de. Hele boğuculuktan sıyrılan renk geçişi... Ben "Benim" diyen Seinen'de böylesini görmedim. Durarara yanında halt etmiş, o derece. Bu arada bu Super Cub olsun, işte Yuru Camp, bir kaç tane daha var bu animeleri izledikçe araba ehliyetini, arabayı falan boş verip mobilete, mopede falan düşesim geliyor benim. Subarashi Kono Sekai the Animation'ın çizim tarzının fazla retro-Amerikan olması beni biraz gerdi başta ama konu falan güzel. "Bizim başkarakter kesin GM" dedim ama çok şükür o ihtimali -büyük oranda- kaldırdılar bölüm sonunda. Ama hâlâ oyunun (ne Sikkim [Sikkim: Hindistan'da bir eyalet] bir oyunsa bu artık) kurucusu falan olma ihtimali yüksek. Keşke olmasa ama büyük ihtimalle olacak. Blue Reflection Ray'in ilk bölümü kötü değildi ama iyi de değildi. Bir de Wonder Egg Priority'nin üstüne gelince "Hazır o soğumamışken aradan yürürüz." demişler gibi hissettiriyor (Gerçekten demiş olabilirler bu arada. İlginç bir şekilde anime yapımcılarıyla bizim Türk dizilerinin yapımcılarının kafası birçok konuda benzer çalışıyor. Bir isekai popüler mi oldu? Her taraf isekai dolar. Shoujo'nun teki çok tuttu, sonraki sezonki animelerin alayı shoujo olur.), 3. hatta 5. bölümden önce bu anime hakkında yorum yapmak çok da mümkün değil gibi. Alttan alttan bir gizem hissi ve boğucu havası var ama bir yandan da kof bir hismiş, altından pek bir şey çıkmayacakmış gibi geliyor insana. Shadow House bayağı iyi duruyor. Zaten korku-komedi efsaneliğini daha önce kanıtlamıştı (DoroHedoro), gerçi bu SoL-Doğaüstü ama olsun. O da kendini Natsume Yuujinchou ile kanıtladı gerçi, doğru. Gölgelerin altından bir şey çıkacak, belli ama genel anlamda eğlenceli gidecek gibi. Tsundere gölge safgdsha. Nagatoro-san hakkında "Anlatmaya gerek yok, görüyorsunuz." durumu var. Sikke sikke (Sikke: Metalik para) izleyeceğim Nagatoro'yu, yapacak bir şey yok. Senpai'in (Ulan adamın adı yok, ana karakter bir de bu.) sesi tam olması gerektiği gibi, Nagatoro'nun sesini sevip sevmediğimden emin değilim. O gıcık, sinir bozucu havayı çok iyi vermişler ama bu kadar gevşektense biraz daha sert bir ses olmalıydı diye düşünüyorum. Slime Taoshite 300-nen'i -biliyorsunuz ki- SoL isekai köpeği olduğumdan izleyeceğim ama pek de kayda değer bir anime değil. Ben bunları tamamen bu dünyanın ne kadar iğrenç ve sıkıcı olduğunu unutmak için izliyorum, zaten dünyada her şey yeterince (yani ölümcül sıkıcılıkta) ciddi değilmiş gibi ciddi anime arıyorsanız hiç bulaşmayın. Buradan da Rimuru kralımdan (En sevdiğim isekai başkarakterlerindendir, hatta sevdiğim nadir isekai başkarakterlerindendir; çoğu isekai başkarakterini sevmem ben. Rimuru hele torpilliler arasından sevdiğim tek isekai başkarakteri, geri kalan sevdiklerim torpilsiz olanlar. Gerçi Rimuru da çok torpilli sayılmaz, sadece aşırı şanslı ama olsun.) çok özür diliyorum ama yapacak bir şey yok. Odd Taxi'nin bölümün ilk yarısı Tiktokçu (Gerçi bu Twittercı ama) Genç vs. Taksici Dayı şeklinde geçti la gsaagjs. Bir de radyodan devamlı "Şu kayboldu, bu kayboldu" anonsu var; eh, gizem de animedeki tek tag. Nereye bağlanacak acaba? Hele başkarakter taksici morsun (Bayağı mors. Karakterler hayvan direkt.) "Neden taksici olmaya karar verdiniz?" sorusundan sonra giren "flashback"imsi sahne? Ulan bir de 2. yarının başlarında tam gizem şeyinde "Haunted House" isimli flaş oyunun (Bu da çocukluğumu yiyen oyunlardandır. O yüzden böyle manyak oldum ben. O değil de 9 yaşında korku filmi izliyordum, şimdi tırsağın tekiyim; arada ne oldu acaba?) müziğini basmışlar hjashsak. Çok güzeldi be. Hayır Flash Player da yok artık, flaş oyunları oynayamayacağız. Ah ulan be... Oyunlar 1, o Oyunlar 1 var ya... Lan çok güzel flaş oyunlar vardı ya. Yalnız Odd Taxi'nin ilk bölümünün sonlarına doğru: Muhtemelen karakterler hayvan değil de bizim taksici başkarakter psikolojik/nörolojik sorunlardan öyle görüyor. Bir iki bölüm şans verecektim ama tamam, izlerim bunu. Bishounen Tanteidan'ın ilk 3 dakikasından "reverse harem" olacağı belli. Eh, daha önce de "reverse harem" izlemişliğim var, konusu falan iyiyse izlerim. Yalnız "Güzel Oğlanlar Dedektiflik Kulübü"ne (Bishounen'i en iyi böyle çevirebilirlerdi gerçekten, buradan Arcadia çevirmenini kutluyor ve kendisine saygılarımı sunuyorum. Bishounen'i "yakışıklı" vs. diye çeviremezsiniz çünkü alakası yoktur.) girişin kuralları efsane hjasksa. Bence çok mantıklı. Yalnız ilk çıkan erkek karakter amma gıcık lan, gsajaskjds. Ha kızın gözleri gerçekten çok güzel, o ayrı bir konu. Yalnız... Herif kızı överken bile kendini övüyor la hwaaksa, var mı lan böyle bir şey? Komi-san'da Naruse-kun vardı gerçi, o da aynısını yapardı bak. Tamam, bunu izlerim. Komik olacak gibi duruyor. Neden boyna komedi izlediğimi tekrar anlatmaya lüzum görmüyorum.
Eveeeet, sayın seyirciler... Türkçe hakkında konuşmak istiyorum, öhöm, öhöm. Gerçi nasıl gireceğimi bulamadım konuya, konuyu nasıl bağlayacağımı da. Özetle: "Bindik bir alamete, gideyo'z gıyamete." Neyse. Türkçenin ilk versiyonu, aslında ses değerleri açısından epey kısır bir dildi -günümüz Türkiye Türkçesinin ve yine günümüzdeki birçok Türkçe varyasyonunun aksine-. F yoktu, V, H, Ğ, C yoktu. J zaten... Gerçi J ön Türkçede bir ara ortaya çıkmış (Altaycadan kalma, daha doğrusu Altaycadan kalamamış P' sesini ikame amaçlı) sonra tekrar kaybolmuş, Kıpçak dillerinde de tekrar J kullanmışlar işte. Gerçi Ng, Ny gibi çeşitli birleşik sesler vardı. Çok da uzun olmayan bir zaman dilimi önce Azerbaycanca (o zamanlar Safevice) ve Türkiye Türkçesi (O zamanlar Osmanlı Halk Türkçesi ya da yine Türkiye Türkçesi. Hoş sadrazam da günlük hayatta divan şiiri gibi konuşmuyordu ama yine de sarayın dili halkın dilinden biraz farklıydı.) arasında bugün olduğu kadar bile fark yoktu. Kırım Tatarcasıysa bambaşka bir duruma sahiptir: Özünde bugün doğrudan Tatarca denen Kazan Tatarcasından hemen hemen hiç farkı olmayan, yoğun Moğolca etkili tam bir Kıpçak diliydi; zaman geçtikçe Oğuz dillerine, özellikle de Türkiye Türkçesine benzemeye başladı. Baştaki P' sesinin ikamesi olan J'ler ya Y'ye dönüştü ya da kayboldu örneğin. Onun sebebi de Kırım hanlarının (Orijinalde Giraylar hatta Geraylar, daha sonradan Han'a dönüştü onlar da.) bir yerden sonra Osmanlı sancaktarları haline gelmiş olmaları. Bu arada Kırım Hanlarının durumu Osmanlı için bugün bildiğimiz/anladığımız anlamda bir eyalet sistemiydi, Osmanlı düzeninde Adana'ya da eyalet deniyordu ama bugün "Eyalet" diyebileceğimiz yer Kırım Hanlarının hakimiyetindeki kısımdı. Bir nevi özerk sayılırlardı hatta Osmanlı'ya vergi bile ödemezlerdi, daha doğrusu ödemeyi para, ürün (öşür), ipek gibi şeylerle yapmazlardı; onun yerine Kırım ordusu, Osmanlı ordusunun parçası sayılırdı ki bu da Kırım hanlarını bir tür yüksek rütbeli ve yüksek yetkili tımarlı sipahi haline getirir; ama kimse tımarlı sipahinin tekine devleti emanet etmez. Giray Hanedanı, aynı zamanda Osmanoğulları Hanedanı'nın varisiydi. Hanedan yok olursa eğer yeni padişahlar onlar olacaktı. Memlükler de devletin kurucu Türk hanedanı bittiğinde yerlerini Çerkez kökenli bir hanedana devretmişti, aynı mantık. Kendi paraları vardı ki lise tarih derslerinden aklınızda kalmadıysa tekrar ediyorum: Türk devlet sisteminde kendi paranı bastırman bağımsız olduğun anlamına gelir. Bağımsızlığını ilan eden Türk-İslam devleti, daha doğrusu hükümdarı gidip hutbe okutur para bastırırdı. Ama öte yandan Kırım Hanı, Osmanlı Sultanı tarafından atanırdı (Tabii ki hanedandan atanıyor, sokaktan geçen adamı tutup tahta oturtmuyorlar.) ve Giray'ın ordusunun Sultan'ın davetine icabet etmesi gerekirdi (Şu dediğim vergiyi ordu gücüyle ödeme meselesi.). Bu arada Türk-İslam devletlerinde yönetici taifesinin "yüksek" dili her daim Arapçaya ve Farsçaya (Selçuklu'da ve öncesindeki bütün devletlerde Farsça, Anadolu Beylikleri ve özünde o beyliklerden biri olan Osmanlı'da Arapça; Memlüklerde zorunluluk gereği Arapça [Herifler Irak'ın doğusuna hiç gitmedi], Babürşahlarda zorunluluk gereği Urduca [Hintçe değil, evet].) yakınsar, yani Ramazan Bey'in adı "Iramazan" değildi.
Geçen Neurolink haberi vardı. Elon Musk'ın bu Neurolink işini nörolojik/psikolojik tedavi vs. için değil de Tam Dalış Teknolojisi için zorladığına yemin edebilirim ama kanıtlayamam. Ha öbürküler de tuzu biberi olacak elbet. Bir ara Twitter'da Edward Elric profil fotosuyla gezen bir insan sonuçta bu. Bu arada Eloncuğum, bizim bir internet işi vardı, Starlink? Hani tamam teknoloji, bilim bunlar aceleye gelmez, sonra bu Neurolink daha önemli falan biliyorum da bir ses seda edeydin, güncelleme paylaşaydın Dogecoin'in ırzına geçeceğine be anam?
"Para mutluluk getirmiyor." demek için bile öncesinde para istenen bir dünyada kimse bu cümleyi ciddiye almaz. Ha bu cümle kısmen doğrudur bak: Kişi, parası varken de mutsuz olabilir. Hele bir de nereye sokacağını bilemediği kadar parası olan vizyonsuzun tekiyse boşluğa düşme olasılığı epey yüksektir. Zengin vizyonsuzluğu çok fena bir şey: Acun mesela, gerçi bu vizyonsuzlukla o kadar parayı kazanabilmiş olmasını halkımızın genel vizyonsuzluğuna mı Acun'un halkı tanımasına mı yoksa başka şeylere mi yoracağınızı siz bilirsiniz. Ya da Jack Ma. Lan arkadaşım, sen Çinli değil misin? Erişte denen şeyin doğduğu topraklarda yaşıyorsun, Allah aşkına şu üç dakikada beş dakikada olan hazır erişteleri ("Instant noodle") sevmek ne lan? Git doğru düzgün erişte sev, bin tane çeşidi var lütfen ama ya. Hah, konuya dönerse: Kişi, parası varken de mutsuz olabilir; ama... İşte orada bir "ama" var. Faturalarını nasıl ödeyeceğini düşünen, sabahın beşinde, altısında, hadi yedisinde olsun zorunluluktan yatağından çıkıp söve söve işin yolunu tutan bir insan evladının mutlu olup olmadığını düşünmeye bile zamanı olmaz. Hele dünya nüfusunun %80'inin bilerek ve isteyerek tüketim toplumu haline getirildiği (Kalan %20 de servetlerine servet katmak için bu fikri bulanlar zaten. Bu 80/20 [Eğik çizgi, bölme işareti olarak kullanılmamıştır.] oranına "Pareto İlkesi" denir bu arada. Her daim olumlu, iyi şeyler ve refah %20 şeklindeki aşağı yukarı sabit bir küçük orandadır. Zaten durumu ters çevirirsen, yani %80'i zengin yaparsan ona "talep enflasyonu" denir ve elinizde %100 fakir kalır.) günümüz dünyasında bu cümleyi kuran kişiyi taşla, sopayla, sabanla kovalamadıklarına şükretmek gerekir. Her an evini kaybedebilecek, suyu kesilebilecek (Doğru düzgün sebil, çeşme de kalmadı) insanlara "Para mutluluk getirmiyor." derseniz ta Hz. Adem'e dek bütün soyunuzun, sopunuzun kulak ardına değin söverler. Nasıl, siz farklı mısınız? Tüketim toplumunu reddediyorsunuz? "Ferman padişahınsa dağlar bizimdir, gerekirse çimen yerim." (Çimen yenmez bu arada, böcek tavsiye ediyorum.) mi diyorsunuz? Diyojen gibi fıçıda yaşamaya kalksan da ceza keser, işgaliye vergisi alırlar! Sonuçta yine bir yerlerden para bulmak zorunda kalırsın. (Dağda, ormanda kalmanın kişiyi anında "kaçak" konumuna soktuğundan bahsetmiyorum bile.) Buna bir de Nasreddin Hoca'nın meşhur "Ye kürküm ye" fıkrasından anlaşılacağı gibi bu topraklarda epey bir zaman önce kronik hale gelmiş kişiye değil onun giyimine, parasına vs. bakma kültürü (Her ne kadar Türkiye'de Acun, Cem Yılmaz; dünyada Mark Zuckerberg [Böyle mi yazılıyordu lan bunun soyadı?] gibi yeni-nesil zenginlerden kelli bu algı önemli ölçüde çatlamış olsa da [1000 yıllık âdet öyle "ha" deyince kırılmıyor tabii.]) de eklenince işler iyice içinden çıkılmaz bir hale geliyor. Bu topraklarda takım elbise giyen bir eşek (gerçek eşek, hayvan olan.) tişörtle dolaşan bir âlimden evladır, cumhuriyetten, Tanzimat'tan önce de aynısı kavuklu eşekle sukarlaçlı keçe börk giyen [Bu börkleri Anadolu'da çoğunlukla dağda bayırda gezen, pek bir iş yapmayıp yağmayla, hayvancılıkla gezinen ve dağınık yapılanmaya sahip tam göçebe Yörükler giyerdi. Aha şöyle bir şey. Daha birleşik hareket eden, en azından oba halinde olan göçerler de vardı tabii.] âlim için geçerli. Sikerim böyle sistemi ama öyledir, yapacak bir şey yok. Aslında var ama kimse yanaşmıyor. Gerçi bizim insanımızda bir şeyleri götünden anlamak, düzgün anlamaktan daha geçer akçe. "Japonya'nın kesinlikle özenilmeyecek, özenilmemesi gereken 10 tarafı nedir?" (Azıcık düşünerek 20 tane bile bulurum.) diye sorsalar ilk sıraya hiç düşünmeden yazacağım eğitim sistemine özeniyorlar bu ülkede. Bilim? Teknoloji? Depreme dayanıklı binalar? Doğru düzgün bir elektrik ve internet sistemi? Sorumluluk sahibi yetkililer? Hiçbirini beğenmediyseniz anime/manga var, bari ondan verelim? Ha, yok. İlle de kadın üniversitesi, ille de eğitim sistemi diyorsunuz? "Güzel abime onu vermiyim." Aman be al, al da ne haliniz varsa görün. Sizinle mi uğraşacağım? Gerçi Amerika'dan "Baby Shower" denen ne idüğü belirsiz âdeti ki Amerika'da bile ne zaman ortaya çıktı da âdet oldu belli değil, Fransızlardan "kravat" denen ne sike derman olduğu belirsiz işkence aletini, İran'dan korku/baskı siyasetini alan bir halka müstahak. Alın, onu da alın lan. Dünyada ne kadar iğrenç, sahiplerinin bile kurtulmaya çalıştığı gereksiz şey varsa alıp toplayın ülkede. Tümden distopya olalım aq, en azından günler sıkıcı geçmez.
Şimdi, İngilizcede hanedanlar için "House" kelimesi kullanılabiliyor, "ev" demek. Hanedan, Farsça Hane kökenli ki o da "Ev" demek. Peki "Hanedan" kelimesinin İngilizcesi nedir? Bu mantıkla, "House" veya en azından "Home" (ki muhtemelen kökleri aynı: Ho'da bir şey var.) kökünden bir kelime olmalı, değil mi? Değil. Ne peki? "Dynasty." Neden lan neden? Hanedana eğer "Dynasty" diyorsanız nasıl oluyor da "House" diye kısaltabiliyorsunuz? Nerenin mantığı bu? Gerçi Richard'ı da Dick diye kısaltan tipler bunlar (Bence Richard'ı yemişler ama neyse.), çok da bir şey beklememek lazım. Bu arada "Bu kelimenin Türkçede tam karşılığı yok." şeklinde bir atasözümüz var. Yalnız şöyle bir şey var: Hiçbir kelimenin hiçbir dilde tam karşılığı yoktur, hatta bir dilin başka bir dilden aldığı sözcük bile o dildekiyle birebir aynı anlama gelmez. Çünkü iki kelimenin etimolojisi, dolayısıyla ortaya çıkış şartları, halkın kah etimolojisi kah inancı gereği kelimenin başlarında ya da sonralarında ona yüklediği anlam, o kelimeyi kullanış biçimi gibi şeyler bambaşkadır. Örneğin İngilizce "Universe" kökeninde "Tek, bir, benzersiz" gibi anlamları karşılayan Latince Uni-'yi içerirken (İngilizce "Unique" de aynı kökten gelir.) Türkçe "Evren" kökünde "Ebren" biçiminde "Ev" kelimesini taşır ("Ev" de başta "Eb" şeklindeydi zaten) ve bu sözcük, bugünkü anlamından çok önce evreni taşıyan/saran, evrenin kendisi olmuş bir çeşit ouroborosu, bir ejderhayı ifade etmekte kullanılırdı. İskandinav mitolojisiyle Türk mitolojisinin hiç beklenmedik ortak/benzer birkaç noktası var, onlardan biri de Evren ve Jörmüngandr (Ortak/benzer semboller/efsaneler çoğunlukla kurt ve ejder/yılan simgeleri, bu da başka bir ilginç ayrıntı.). Bu konuda İskandinav mitolojisinin, hatta komple Vikingler ve diğer İskandinavların Türk kökenli olduğuna dair bir teori var, Sven Lagerbring diye bir İsveçliye ait. Şu teoriyi bir Türk ima etse adı Türkiye olan ülkede linçe uğrar, ne ırkçılığı kalır ne faşistliği, akademik kariyeri biter; elin İsveçlisi "Benim atalarımın mitolojisi, hatta dili, hatta komple atalarım Türk kökenliydi, ulan ne kökenlisi direkt Türk'tü." diye kitap yazıyor (Kitabın Türkçe çevirideki adı "İsveççenin Türkçe ile Benzerlikleri: İsveçlilerin Türk Ataları"). Gerçi benim kendimi çok yakınsadığım bir teori değil, İskandinavları Cermen veya kendi kategorisinde saymayı tercih ederim ben ki hâlâ Korelilerle Japonları, hatta Sümerleri Turan'a dahil edecek denli Turancıyım. Gerçi iki ejderha arasında önemli bir fark var: Jörmüngandr bir suyılanıyken Ebren toprak ejderhasıdır. Hoş Türk mitolojisinde yer-sub (Sub>Suv>Suw/Suğ>Su) kavramı vardır, toprak ve su bütün ve tek kabul edilir; hani malum Çinlilerin, hatta Taoistlerin üzerine kalmış olsa da İran'ın berisindeki tüm kültürlerde bulunan yin-yang (Türkçede yaruk kararık [Biri kara kökünden, öbürü Türkçenin ses dönüşümlerine, etimolojik evrimine vs. aşina olmayan biri için "Nasıl yani?" dedirtse de "Işık" olarak yaşıyor.], Moğolcada "arga bilek" denir.) olayı işte ama konu bu değil şimdi. Daha önce de dediğim gibi Türk mitolojisinde elini sallasan ejderhaya çarpar: Ateş ejderi, su ejderi, toprak ejderi, iyisi, kötüsü, çift başlısı, yılansısı, yedi başlısı, insanımsısı... Alayı vardır. Hele bir de kurt-ejder diye bir sembol var, vücudu Çin ejderine benzeyen kurt kafalı bir ejderha, bu ayrıca bir ateş ejderhası ki Çin ejderi popüler kültür onları Batı'nın ateş ejderleriyle evlendirmiş, hatta melezleştirmiş olsa da aslında su ejderidir; dolayısıyla "Börü ebren"in ("Ebren" kapsayıcı olarak iyi/kutsal ejderhaları tanımlamakta da kullanılmıştır.) ateş kısmı kurttan gelir. Bilhassa İç Ege'de hâlâ "Ebren/Evren Yılanı" söylentisi epey yumuşamış, Tengrici/Şamanist referanslardan büyük oranda arınmış/arındırılmış şekilde yaşamaya devam etmektedir, "Toprağın altında yaşayıp sadece toprak yiyen, zararsız dev yılan." şeklinde. Yani İngilizler için, en azından o dönemin İngilizleri için "Universe" tek ve benzersizdir, insandan azadedir, bir açıdan da kendi kendini sürdürebilecek kudrettedir, insanlar ne yaparsa yapsındır ama Türkler için "Evren", "Ev"dir ve içinde yaşadığımız, parçası olduğumuz bu ejderhaya saygı duyulmalı, ona göre hareket edilmelidir.
Bir halta yaramayan, herhangi bir şey ifade etmeyen testlerde bugün: Bechdel testi. N'olduğunu, şartlarını vs. ayrıntılı açıklamayacağım, gidin araştırın. Ben beklerim. Şimdi size bunun neden bir anlamı olmadığını belgelerle kanıtlayacağım: Şimdi bu test, temelde kadınların hikayede kendi başlarına var olup olamadığını ölçmüyor mu? E, o zaman tek görevi başkarakterin damızlığı olmak olan kadın karakterlere sahip harem animelerinin (hikaye tek ve bütün kabul edildiğinde, yani bölüm bölüm ayrılmadığında) bu testten sıfırla bile değil eksiyle kalması gerekmiyor mu? Ama geçebiliyorlar. Bir iki tanesi de değil, tamamına yakını geçebiliyor. Eeee, nerede kaldı Bechdel Test o zaman? Bak mesela iyi yemek karşısında soyunan, kıyafetleri parçalanan karakterlere sahip (gerçi erkeklerin de kıyafetler gidiyor bu animede de o ayrı konu.) Shokugeki no Souma peki? O da geçebiliyor zira karakterler boyna yemek muhabbeti yapıyor. E, geçti bu testten... Ama iki saniye önce hiç gereği yokken, sırf abazan okuyucular/izleyiciler için durduk yere çıplak kadın koydular? Bu arada hikaye gerektiriyorsa çıplaklıktır, sevişme sahnesidir vs. koyulur, ona bir şey dediğim yok, gereksiz yere eklenene benim tepkim. Veya gelelim "ecchi" animelere. Nedir ecchi? Ergen ve/veya abazan erkeklere yönelik, "Biz durduk yere çıplak veya yarı-çıplak karakterleri koyamayız ekrana, anlamsız olur; dur hikayemsi bir şey yazalım arkaya." motivasyonuyla oluşturulmuş animeler. Bunlardan da ağır ecchi olarak sayılan DxD (ki aynı zamanda harem bu, karakterlerin tek görevi İssei denen hıyar oğlu hıyarın damızlığı olmak.) ve Öldür la Öldür (athfasyad. Kill la Kill'den bahsediyorum.) geçebiliyor. Çok ilginç... Halbuki bu animeler komple "Kadın bedenini metalaştırma" üzerine kurulu. Madem bu test kadınların kendi başlarına var olup olamamasını ölçüyor, bunlar nasıl geçebiliyor? Ya da Toaru Railgun'da bir fanservis bölümü vardı bak, sırf "Biz millete mayolu kız gösterelim." motivasyonuyla yapılan, hikayeye zerrece bir katkısı olmayan, hatta teknik olarak hikayenin içinde bile sayılmayacak bir bölüm; o da geçebiliyor. Ya arkadaşım koskoca bölümün hikayeye tek katkısı Kongou'nun yılan beslediğini öğrenmemiz olabilir mi (Misaka'nın mayo zevkini de -sanki çok gerekliymiş gibi- öğrendik ama o konuyu geçiyorum.), nerenin hikaye akışı bu? Gerçi fanservis bölüm dediğin budur zaten: Ecchi olmayan animenin tek bölümde ecchi'ye çevrilmesidir, o da -haliyle- bu testten kalmalıdır eğer "kadınların kendi başlarına var olup olmadıklarını ölçen" bir testse bu. Ama geçebiliyor. Her ne kadar harem serisi sayılsa da evreni, karakterleri (Touma, sen hariç. Sen bak şuradan siktir git.) falan çoğu animeye kıyasla epey sağlam ve orijinal olduğundan hikayenin geneline laf etmiyorum sırf yazara (Ranobe kökenli bu) saygımdan, yoksa ağır söveceğim. Hadi kaçtım ben.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder