Adadan döndüğümden beri ok atma çalışmaları yapıyorum ama sinir olduğum bir şey var. Birkaç günde anca yayı burun hizasına kadar çekmeyi yeniden başarabildim ama bayramda ara vermek zorunda kalacağım ve sonra da bir buçuk ay falan atamayacak durumdayım. Yani sonra yeniden bu terane. Şu okul bitip hayatımı idame ettirecek ve kendim çalışmayacak kadar kazanıp köydeki evi yaptırıp rahatıma bakabilirsem bu iş çözülecek. Zaten o ev planında bir odayı hobihane, bir odayı talimhane olarak ayırmış durumdayım. Gerçi birçok çekincem de var bu konuda. Öncelikle, işler niye o kadar iyi gitsin ki ve iyi gitse bile bu kaç yıl sürecek? Ayrıca her şey iyi olsa bile her hafta ilçe merkezine gitmekle uğraşamam, biliyorum kendimi, onu yapamayacak kadar üşengecim; haliyle meyve sebzenin bir kısmını bahçede yetiştirecek olsam bile -büyük bir bahçe istemesem Balıkesir'de merkezde kalmak veya Balıkesir, Bursa, Muğla, Çanakkale gibi şehirlerde küçük bir bahçesi olan bir evde yaşamak üzerine yapardım planımı- aylık alışveriş için bir yöntem bulmam lazım. Kendi kendini sırf bir hayalden dolayı strese sokabilen bir malım ayrıca. En azından... Yok, en azındanla ilgili bir durum yok.
Neyse, o evde yaşamaya başladığımda her gün istediğim kadar akvaryumları izleyebileceğim, istediğim kadar ok atabileceğim ve bahçedeki hayvanlarla istediğim kadar ilgilenebileceğim. Aslında çalışmak konusunda keskin bir nefretim yok; "çalışma" adı altındaki modern köleliğe karşı nefret doluyum ben. Kendi istediğim şartlarda, bana bu bahsettiğim hayali gerçekleştirme imkanını sağlayan ve bana yeterli boş zaman -hem gün içinde hem de yıl içinde- bırakan bir işte sonsuza kadar da çalışabilirim. Peki, öyle bir iş var mı? Var aslında: Bir şirketin hiçbir şeye karışmayan sahibiysen veya onun gibi bir şeysen, kişisel gelişim kitabı yazarıysan veya dolandırıcıysan -ki bence kişisel gelişim kitabı yazarı ve dolandırıcı arasında o kadar da fark yok-, mafya babasıysan bu dediğim şartları sağlar.
Bunaldım ulan, bir akvaryumum olsaydı da izleseydim şimdi. Konu nereye geldi... Keşke ömrümün ne kadar olduğunu bilseydim, bunları düşünmekle vakit kaybetmezdim. Belki bir kurt sürüsüne kendimi sunmalıyım, insanların arasında olduğumdan daha rahat olabilirim belki. Teknolojiden biraz uzaklaşmak da iyi gelebilir. Ha, teknoloji demişken... Evet, teknolojiden nefret etmemin sebeplerinden biri de devamlı olarak beni uyuz etmesi.
En gıcık, en acayip sorunlarla karşılaşıyorum devamlı. Bir yedekleme yapayım dedim, yeterli alan yok diyor. Ulan bu benim sorunum mu? Yer yoksa aç, bana ne? Hem "Bunları silmenizi önermiyoruz" diyorsun hem de "Yer yok, yer aç". Pil sorunum devam ediyor; tamirci fişte sıkıntı var dedi, değiştirdik, şarjın yüzde kaç olduğunu göstermiyor hâlâ. En azından fiş çıkar çıkmaz kapanma sorunu çözüldü ve bilgisayar açılırken Battery mattery diye yaptığı gerizekalı uyarıya da devam ediyor. Basit bir programı yükleyip kurmak ne kadar zor olabilir? Sonunda cinnet geçirtecek kadar desem? Evet, bir türlü olmuyor ve en sonunda bilgisayarı kırma noktasına geliyorum ve ya kurmaktan vazgeçiyorum ya da biri halledebiliyor -ki halledebilen kişi de pek yok, onlar da genelde sonunda benimle aynı noktaya geliyor- Office programında sıkıntı çıkmıştı mesela, parasını verdiğim Office uyarı verdi sonradan "Bak süre doldu" diye ki üstüne basa basa "Sınırsız bu di mi?" diye sormuştum ben. Başıma geleceği biliyordum çünkü. Ondan sonra "Ama devamlı bilgisayardasın, nasıl teknoloji olmadan yaşayacaksın?" Sen bana ormansı bir bahçe sağla, bütün gün bahçede takılabileceğim imkanı ve eşyaları -kitap, defter, budama makası, balta, kilim falan- ver, bak o zaman devamlı bilgisayarda mıyım? Şehrin ortasında, apartman dairesinde, tek başıma bilgisayar oynamayıp ne yapmamı bekliyorsunuz acaba? Bilgisayar oynamasam da bütün gün yatmaktan başka bir şey yapmayacağım, akvaryum olsa onu izlerim ya da kedi medi olsa onla oynarım. Neyse, özetle teknolojiden nefret etmemin sebebi bana sürekli ama sürekli, sonu gelmez bir sorunlar silsilesi yaşatması ve beni çileden çıkarması. Çileden çıkarmak okçulukla ilgili bir terim bu arada, şimdi fark ettim: Çile yay kirişi demek -ki çile çekmek de oradan gelir-, oku gereğinden uzun süre gergin tutup çileden çıkması ve saçma sapan bir yere yollanması -ki bu durumda okun kırılması yüksek ihtimal- anlamında. Mesela, kendi şarjından devamlı çıkan telefon mu olur lan? Ben "aman çıkma" diye elli bin saat boyunca tutmak zorunda mıyım seni arkadaşım? Bak temassızlık demiyorum, o başka bir şey; bu şarja taktıktan sonra masanın üstüne koyarken şarjdan çıkıyor. Mesela dün internet gitti, sorunları çöz dedim, çözüldü: Wifi yapılandırması geçerli bir bilmem neye sahip değil. Çözüldü dedi, iki dakika sonra yine koptu, yine çöz dedim, aynı şeyi dedi. Ulan az önce neyi çözdün o zaman? Bağcığını mı çözdün neyi çözdün? Dünkü olay iftardan sonraydı bu arada, oruçla falan ilgisi olan bir durum değildi yani -ki oruç siniri diye bir şey de yok bende zaten, gayet sakinim bugünlerde- ve diğer anlattıklarım da Ramazan'la alakası olmayan zamanlarda gerçekleşmiş bir şeydi.
Sonuç olarak: Yok sonuç monuç. İçimi döktüm sadece, illa sonuç olması mı lazım? Evde sinirlenip dalabileceğim bir şey de yok zaten, sinirlendikçe bir şeye vurasım geliyor ama evde öyle bir şey yok, ben de kendimi yediğimle kalıyorum. Hadi kaçtım ben, bundan sonra da blog yazılarını güvercinle göndereceğim. Almak isteyen adresini yazsın ve bir güvercin kümesi veya en azından kafes gibi bir şey temin etsin. Güvercin konusunda şaka yapıyorum ha, ciddiye alan falan olur mazallah... Çünkü Youtube'da, Facebook'ta, Twitter'da falan şaka olduğu aşikar olan şeyleri ciddiye alan bir sürü tip var, uğraşmak istemiyorum. Hayır troll de değiller, ciddi ciddi şakayı ciddiye alıyorlar, anlamadım ki ben... Bu arada İskandinav mitolojisinden dev tarzı bir yaratığın ismi olan -baktım hangi mitolojiymiş diye, İskandinav diyor- troll kelimesi günümüzdeki anlamına nasıl geldi onu da merak etmiyor değilim hani.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder