Bir şeyler yazasım var ama aklıma pek bir şey gelmiyor. Parça parça başlayayım bari... Neye başlayacaksam...
Korktuğum birkaç ders vardı, baktım onlardan geçmişim. Geçemesem de bütle mütle uğraşamazdım zaten, ne geri döneceğim be?
Her vocaloid'in bir kostümü var yalnız değişik bir şey fark ettim... Miku, Rin, Len, Kaito gibi çoğu vocaloid bazı istisna şarkılar haricinde (Suna no Wakusei ya da Adolescence gibi) kendi kostümlerinde ama Gumi'nin -ki en sevdiğim vocaloid'dir, bence Miku'dan daha iyi- kendi orijinal tasarım kostümünde tek bir şarkısını bile bulamadım. Çoğu şarkısında seifuku ile olduğundan orijinal tasarımını öyle sanmaya başlamıştım. İlginç yani... Ne yaptı bu kız size, neden orijinal kostümü kullanmıyorsunuz? Peki ben bunu niye sıkıntı ettim? İşim gücüm yok çünkü, o yüzden.
Re:Zero'nun novelini okuyorum da -Epiknovel'de Türkçe çevirisi var- Pandora diye bir karakter geldi, işler iyice acayip hale geldi. Bu arada iki günde bir atılıyor artık çevirmen İngilizce kaynağı değiştirdiğinden beri, eski İngilizce çevirmenden epey çekmiştik. Üç ay bölüm atmadığı oluyordu... Neler çektik neler, içimiz içimizi yedi.
Sabahtan beri kafamda Ve ile başlayan şiir tarzı bir şey dönüp duruyor, ne bu anlayamadım. Bir kısmını Sahte Kahramanlar'a yansıttım ama hâlâ devam ediyor. Ve bir krallık kuracağım, dağ başında ahşaptan ve kılıçlardan bir krallık... Ve bir krallık kuracağım, ormandan ve havuzlardan bir krallık... Ne bu şimdi? İyice kafayı yedim... Yo, hayır, her zamanki halim aslında ama neden böyle şiir formatında bu? Ayrıca neden krallık ulan? Burada devlet anlamında bir krallıktan bahsetmiyorum; şu dağ başındaki ev hayali... Bu satırlar onunla ilgili. Tek başıma istediğim gibi yaşayacağım bir krallık. Ama sabahtan beri kafamda dönüp durmasına sinir olmaya başladım. Ha havuzlardan bir krallık kısmı da akvaryumlarla ilgili. Sorun şu ki öylece aklıma geldi bunlar, hala da tilki gibi dönüp duruyorlar. Tilki demişken; tilkiler en sevdiğim köpeksilerdir. Kurttan da köpekten de daha çok seviyorum tilkileri. Bu, kurt ve köpekleri sevmediğim anlamına gelmiyor tabii, sevmediğim, gıcık olduğum sadece üç hayvan var zaten: Hamamböceği -şerefsizler-, sinekler -bunlar daha şerefsiz-, kene -ta kaç sene önceki olayın etkisi-. O değil de bu ne lan ölüm duası gibi? K... Tamam, oraya girmiyorum.
Eskiden beri hep ormansı bir bahçesi olan bir ev istemişimdir. O anlaşılmaz, düzensiz gibi görünen ortam bana çok cazip geliyor. Hele bir de aralarda dolaşan tavuklar, sülünler, tavuskuşları olacak böyle. Ve ırmakların etrafında ördek ve sülünlerin dolaştığı bir orman krallığı... Yok, bunun konuyla pek ilgisi yok. Bahçemde yapay bir ırmak... Hayır demem ama bir koi havuzunun aksine yapmak için uğraşmam. Ve ahşap bir saray ve keçe bir otağ ve altından oklar... Aşağı yukarı böyle yani, "Ve" ile başlayan acayip acayip satırlar. Altından oklar da talimhane ile ilgili bu arada. Saray dediğim de bildiğin ev.
O değil de şunlar aklımda dönerken kendimi Yamalıyüz gibi hissediyorum. Denizin altında ben size rehberlik edeceğim, diye başlamam an meselesi... Neyse, konumuz o değil şimdi. Konumuz ne peki? Yok!
Bilgisayar faresinin orta tuşu bozuk, bu size ne kadar engel olabilir? El-cevab: İnanılmaz derecede fazla! Ekranı aşağı doğru kaydıramıyorum mesela, zaten oyun oynamak ayrı eziyet haline geldi. Sağ-sol tıktan, kenar çubuğundan soğudum yeminle ya. Bu durum nedeniyle Minecraft'ta hâlâ medeniyet kuramadım bu arada. Bütün hevesim şeyim kaçtı. Neyse, konu o değil. Konu yok zaten...
Kafamı kurcalayan bir durum var. Kukri bıçak mıdır kılıç mı? Neredeyse bir yatağan kadar boyu var çünkü, şekli de benziyor. Yatağana kılıç diyorsak kukriye de kılıç demeliyiz. Söylediğim gibi pek işim gücüm yok, o yüzden böyle acayip acayip şeyler düşünüyorum. Şu olayı Sır Eşyaları'na veya en azından Sahte Kahramanlar'a yöneltebilsem süper olacak. Yönetimin fonksiyonlarından biri vardı, Yöneltme. Yönetimin fonksiyonu muydu o? Başka bir şeyin miydi onu da hatırlamıyorum... Sır Eşyaları dediğim şu dört karakterli olan, hâlâ aynı noktadayım. Direkt ilk kısmı yayınlasam mı ne yapsam? Ama düzenli bir yayınlama istiyorum, her hafta şu gün gibisinden.
Benden bu kadar, daha da söyleyeceğim bir şey yok. Aslında aklıma şey geldi... Yok, belki gelir diye yazdım ama gelmedi bir şey. "Bunu gerçekten kendi rızasıyla yiyen/içen var mı?" muhabbeti birilerini gıcık etmiş olmalı ki -ve bence de gıcık edici bir muhabbet- en son şunu yapmışlar -hemen alttaki yorumda da geçen yazıda güvercin kısmında bahsettiğim şakayı ciddiye alan tiplerden çekmişlik var, dikkatinizi çekerim. Yani bunun bu muhabbete tepki olarak yazıldığı belli değil mi arkadaşım, şu beyin denen şeyi biraz kullansanıza? Beynini kullanamayanlara Tate no Yuusha'daki birçok karakter ve figüran da verilebilir ama onlar en azından kurgu, bunlar gerçek ve gayet ciddiler; aslında gereğinden fazla ciddi olduklarından da olabilir bu malca durum-
O kadar işte... Hadi ben gittim.
Edit: Ha bir de aklıma geldi, Boruto diye anime var lan. Tamamen Naruto'nun popülerliğini kullanıp parayı kırmak üzerine bir şey, izlemeyi düşünmüyorum. Zaten Naruto severlerin, Naruto'yu güncelken takip edenlerin çoğu da Boruto'dan nefret ediyor. Hikaye bitmişti çünkü... O kadar. Gittim ben, hadi.
Öne Çıkan Yayın
Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)
İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~
30 Mayıs 2019 Perşembe
29 Mayıs 2019 Çarşamba
Hobilerime Vakit Ayırmak, Siyah Uçlu Resif Köpekbalığı ve Diğerleri
Geçen bir video gördüm, akvaryumcunun birinde siyah uçlu resif köpekbalığı vardı. Sevdiğim bir köpekbalığı türü olmakla birlikte akvaryumda bakılabileceğini bilmiyordum. Bir buçuk metrede falan kalıyormuş akvaryumda ama köpekbalıklarının devamlı yüzmeye ihtiyacı olduğu için epey geniş bir akvaryum lazım. Yalnız bu videoyu görünce akvaryum özlemim depreşti; adada "nasıl olsa illaki buradan gideceğim" diye düşündüğümden akvaryum kurmakla falan uğraşmadım. Melekler, Japonlar, tatlısu gobileri, vatozlar, tetralar, kılıçkuyruklar falan o videoda gözüme öyle güzel gözüktü ki... Akvaryum balıkları arasında en az sevdiklerim olan Afrika çiklitleri (Malavi, Tanganika falan) bile çok güzel gözüktü gözüme ki bence Afrika çiklitleri o kadar da gösterişli, hoş görünüşlü balıklar değiller.
Adadan döndüğümden beri ok atma çalışmaları yapıyorum ama sinir olduğum bir şey var. Birkaç günde anca yayı burun hizasına kadar çekmeyi yeniden başarabildim ama bayramda ara vermek zorunda kalacağım ve sonra da bir buçuk ay falan atamayacak durumdayım. Yani sonra yeniden bu terane. Şu okul bitip hayatımı idame ettirecek ve kendim çalışmayacak kadar kazanıp köydeki evi yaptırıp rahatıma bakabilirsem bu iş çözülecek. Zaten o ev planında bir odayı hobihane, bir odayı talimhane olarak ayırmış durumdayım. Gerçi birçok çekincem de var bu konuda. Öncelikle, işler niye o kadar iyi gitsin ki ve iyi gitse bile bu kaç yıl sürecek? Ayrıca her şey iyi olsa bile her hafta ilçe merkezine gitmekle uğraşamam, biliyorum kendimi, onu yapamayacak kadar üşengecim; haliyle meyve sebzenin bir kısmını bahçede yetiştirecek olsam bile -büyük bir bahçe istemesem Balıkesir'de merkezde kalmak veya Balıkesir, Bursa, Muğla, Çanakkale gibi şehirlerde küçük bir bahçesi olan bir evde yaşamak üzerine yapardım planımı- aylık alışveriş için bir yöntem bulmam lazım. Kendi kendini sırf bir hayalden dolayı strese sokabilen bir malım ayrıca. En azından... Yok, en azındanla ilgili bir durum yok.
Neyse, o evde yaşamaya başladığımda her gün istediğim kadar akvaryumları izleyebileceğim, istediğim kadar ok atabileceğim ve bahçedeki hayvanlarla istediğim kadar ilgilenebileceğim. Aslında çalışmak konusunda keskin bir nefretim yok; "çalışma" adı altındaki modern köleliğe karşı nefret doluyum ben. Kendi istediğim şartlarda, bana bu bahsettiğim hayali gerçekleştirme imkanını sağlayan ve bana yeterli boş zaman -hem gün içinde hem de yıl içinde- bırakan bir işte sonsuza kadar da çalışabilirim. Peki, öyle bir iş var mı? Var aslında: Bir şirketin hiçbir şeye karışmayan sahibiysen veya onun gibi bir şeysen, kişisel gelişim kitabı yazarıysan veya dolandırıcıysan -ki bence kişisel gelişim kitabı yazarı ve dolandırıcı arasında o kadar da fark yok-, mafya babasıysan bu dediğim şartları sağlar.
Bunaldım ulan, bir akvaryumum olsaydı da izleseydim şimdi. Konu nereye geldi... Keşke ömrümün ne kadar olduğunu bilseydim, bunları düşünmekle vakit kaybetmezdim. Belki bir kurt sürüsüne kendimi sunmalıyım, insanların arasında olduğumdan daha rahat olabilirim belki. Teknolojiden biraz uzaklaşmak da iyi gelebilir. Ha, teknoloji demişken... Evet, teknolojiden nefret etmemin sebeplerinden biri de devamlı olarak beni uyuz etmesi.
En gıcık, en acayip sorunlarla karşılaşıyorum devamlı. Bir yedekleme yapayım dedim, yeterli alan yok diyor. Ulan bu benim sorunum mu? Yer yoksa aç, bana ne? Hem "Bunları silmenizi önermiyoruz" diyorsun hem de "Yer yok, yer aç". Pil sorunum devam ediyor; tamirci fişte sıkıntı var dedi, değiştirdik, şarjın yüzde kaç olduğunu göstermiyor hâlâ. En azından fiş çıkar çıkmaz kapanma sorunu çözüldü ve bilgisayar açılırken Battery mattery diye yaptığı gerizekalı uyarıya da devam ediyor. Basit bir programı yükleyip kurmak ne kadar zor olabilir? Sonunda cinnet geçirtecek kadar desem? Evet, bir türlü olmuyor ve en sonunda bilgisayarı kırma noktasına geliyorum ve ya kurmaktan vazgeçiyorum ya da biri halledebiliyor -ki halledebilen kişi de pek yok, onlar da genelde sonunda benimle aynı noktaya geliyor- Office programında sıkıntı çıkmıştı mesela, parasını verdiğim Office uyarı verdi sonradan "Bak süre doldu" diye ki üstüne basa basa "Sınırsız bu di mi?" diye sormuştum ben. Başıma geleceği biliyordum çünkü. Ondan sonra "Ama devamlı bilgisayardasın, nasıl teknoloji olmadan yaşayacaksın?" Sen bana ormansı bir bahçe sağla, bütün gün bahçede takılabileceğim imkanı ve eşyaları -kitap, defter, budama makası, balta, kilim falan- ver, bak o zaman devamlı bilgisayarda mıyım? Şehrin ortasında, apartman dairesinde, tek başıma bilgisayar oynamayıp ne yapmamı bekliyorsunuz acaba? Bilgisayar oynamasam da bütün gün yatmaktan başka bir şey yapmayacağım, akvaryum olsa onu izlerim ya da kedi medi olsa onla oynarım. Neyse, özetle teknolojiden nefret etmemin sebebi bana sürekli ama sürekli, sonu gelmez bir sorunlar silsilesi yaşatması ve beni çileden çıkarması. Çileden çıkarmak okçulukla ilgili bir terim bu arada, şimdi fark ettim: Çile yay kirişi demek -ki çile çekmek de oradan gelir-, oku gereğinden uzun süre gergin tutup çileden çıkması ve saçma sapan bir yere yollanması -ki bu durumda okun kırılması yüksek ihtimal- anlamında. Mesela, kendi şarjından devamlı çıkan telefon mu olur lan? Ben "aman çıkma" diye elli bin saat boyunca tutmak zorunda mıyım seni arkadaşım? Bak temassızlık demiyorum, o başka bir şey; bu şarja taktıktan sonra masanın üstüne koyarken şarjdan çıkıyor. Mesela dün internet gitti, sorunları çöz dedim, çözüldü: Wifi yapılandırması geçerli bir bilmem neye sahip değil. Çözüldü dedi, iki dakika sonra yine koptu, yine çöz dedim, aynı şeyi dedi. Ulan az önce neyi çözdün o zaman? Bağcığını mı çözdün neyi çözdün? Dünkü olay iftardan sonraydı bu arada, oruçla falan ilgisi olan bir durum değildi yani -ki oruç siniri diye bir şey de yok bende zaten, gayet sakinim bugünlerde- ve diğer anlattıklarım da Ramazan'la alakası olmayan zamanlarda gerçekleşmiş bir şeydi.
Sonuç olarak: Yok sonuç monuç. İçimi döktüm sadece, illa sonuç olması mı lazım? Evde sinirlenip dalabileceğim bir şey de yok zaten, sinirlendikçe bir şeye vurasım geliyor ama evde öyle bir şey yok, ben de kendimi yediğimle kalıyorum. Hadi kaçtım ben, bundan sonra da blog yazılarını güvercinle göndereceğim. Almak isteyen adresini yazsın ve bir güvercin kümesi veya en azından kafes gibi bir şey temin etsin. Güvercin konusunda şaka yapıyorum ha, ciddiye alan falan olur mazallah... Çünkü Youtube'da, Facebook'ta, Twitter'da falan şaka olduğu aşikar olan şeyleri ciddiye alan bir sürü tip var, uğraşmak istemiyorum. Hayır troll de değiller, ciddi ciddi şakayı ciddiye alıyorlar, anlamadım ki ben... Bu arada İskandinav mitolojisinden dev tarzı bir yaratığın ismi olan -baktım hangi mitolojiymiş diye, İskandinav diyor- troll kelimesi günümüzdeki anlamına nasıl geldi onu da merak etmiyor değilim hani.
24 Mayıs 2019 Cuma
Sonunda Sınavlar Bitti
Oh be, inanılmaz rahatladım var ya. Sırtımda otuz kilo yük taşıyormuşum da onu bırakmışım gibi rahatladım yeminle. Şimdi, nelerden bahsedeceğim başka? Bilmiyorum onu tam.
Hah, şu ev hakkında kriterlerim "merkeze rahatça ulaşabilmek"ten ibaret değil bu arada, mesela elektrik ve interneti olan bir yer lazım. Elektriksiz de yaşayabileceğime inanırdım ama geldiğim noktada bu pek de mümkün görünmüyor.
Ekşi'de sözlükçülerin evindeki silahlar diye bir başlık var; bir tane kılıç takıntılı kişi gördüm, bayağı sevindim. Biri de "kılıç, balta ve ... var" (unuttum sonuncuyu), "Goblin, zombi falan baskınına hazırlanmışım resmen" yazmış. Ben mi? Benim evdeki silahların sıralı tam listesi şöyle: İki adet yay ve birçok ok, bir adet erken Osmanlı dönemi kılıç (antika değil bu arada, modern yapım ama erken Osmanlı tarzı) (bu kılıç daha önce de bahsettiğim o keskin olan kılıç bu arada, ilk izlenimim beklediğimden ağır olduğuydu ama ağırlığına alıştım), bir adet şef bıçağı, bir adet küçük, dandik, alüminyumdan yapılma bir kalkan (o silah sayılır mı ki? Sayılmaz bence. Aslında Türkçede bunu karşılayan "pusat" sözcüğü var, temelde "silah" diye çevrilse de kılıç, yay, ateşli silahlar, kalkan, hatta zırh bile içine giriyor. "Savaş ekipmanı" diye çevrilebilir; bir de lamellar zırhın bir çeşidine de Türkçede "pusat kedim/pusat giyim" deniyor). O kadar galiba... Kendi param ve kendi evim olsa epey bir kılıç envanterim olurdu bu arada; kılıçlar bayağı güzel şeyler bence. Ateşli silahları pek sevmiyorum, zaten günümüz şartlarında bir tam seferberlik hali hasıl olmadıkça ateşli silaha ihtiyaç da duyacağımı düşünmüyorum. (Kılıca ihtiyaç duyacağını düşünüyorsun yani? İyi, peki. Aslında bir savaş baltası edinip karpuz kesmek için kullanasım var ama bastırıyorum kendimi; kılıç da süs olarak duruyor.) Aslında ateşli silahlardan da sevdiklerim var; altıpatlarlar, fitilli tüfekler ve birkaç modern silah ama evimde barındıracağım en yüksek teknolojili silah muhtemelen altıpatlar olacak (muhtemelen onu da bulundurmam).
Ulan silah faslını amma uzatmışım. Hah, geçen dedim ya "Blogda yayınlayacak bir şey düşünüyorum ama aklıma pek bir şey gelmiyor" diye, o yazıyı yazdıktan sonra Pandora VOXX şarkı serisi ve onun dinlediğim ilk şarkısı "Fake life game" aklıma geldi. (Pandora VOXX serisini öğrenmeden epey önce öğrenmiştim o şarkıyı) Sonuç olarak da ne şekilde adlandıracağımı bilmediğim, insanlara bir takım güçler sağlayan nesneler üzerinden bir hikaye kurmaya karar verdim. (Adlarına artifakt demeyi düşünüyordum ama vazgeçtim; bir de çok uçuk güçlerden bahsetmiyorum. Ama o nesnelerin doğası, nasıl yapıldıkları, neden ana karakterlere verildikleri falan hakkında hiçbir haltı düşünmedim; yazarken halledeceğim o işleri. Bu arada bir yandan da aklıma geldikçe şu baş edemediğim lanet seri Sahte Kahramanlar'a eklime yapıyorum, geçtiği dünyadaki halklardan birinin kültürünü epey deştim, her şey saçma sapan bir hal aldı. En azından son belli, ilk yazdığım şeylerden biri sondu; hikayenin nasıl sonlanacağı belli... Ama ona ulaşabilecekmişim gibi görünmüyor, o ayrı. Onu acaba ayırsam mı; tek bir öykü için fazla uzun oldu ama bu sefer de yan hikayeler eklemem ve her yan hikaye için bir son yazmam gerekecek. Neyse ki gerçek anlamda bir yazar değilim, kendi kendime bir şeyler yazmaya çalışan biriyim. Aslında bunları muhtemelen kimsenin okumayacak olması biraz sinir bozucu ama olsun, belki ölümümden sonra biri hikayeleri tamamlayıp yayınlar. (He evet, Tolkien'sin sen çünkü, mal). Bu arada o bahsettiğim Sahte Kahramanlar'ın altı ana karakteri var ve en ön planda olan net en sevmediğim karakter. Elimden gelse kafasını kırardım. Yanlış anlaşılmasın, sevmediğim biri değil, sadece öyküdeki -öykü diyorum da külliyata döndü çoktan, ohooo- en az sevdiğim karakter. "Kötü adam" rolünü (Villain'e daha iyi bir karşılık bulabiliriz bence, özellikle son dönemlerde Villain'ler kötü olmaktan ziyade ne iyi ne kötü olan sıradan insanlar çünkü ki bendeki de böyle, hatta en sevdiğim karakterlerden biri final kötü adamı -Final boss'a karşılık anca bu kadar oluyor, final patronu mu deseydim?- Bu arada her ne kadar "kötü adam" desem de kendisi kadın, o bambaşka bir hikaye. Villain illa erkek olmak zorunda değil, kötü adam tabiri biraz da bu yüzden rahatsız ediyor beni) oynayan karakterleri -iki tane net "kötü adam" var, biri finalin kötü adamı, biri de altı ana karakterden birinin abisi ve o karakterin hayatı üzerinde çok büyük izleri olan biri; bir tane de şerefsiz gibi ama iyi gibi olan bir manyak var, insan olup olmadığı bile belli olmayan- bayağı seviyorum. (Şizofrene bağladım iyice, yardım edin bana diyeceğim de eskiden de manyaktım ben, pek bir şey fark etmiyor)
Maşallah yine "aklıma bir şey gelmiyor" deyip ufak çaplı bir destan yazmışım, o zaman gidiyorum ben. Aslında en sevdiğim on kılıç türünü listeleyecektim ama üşendim şimdi. Yalnız hakikatten bayağı bir kılıç envanterine sahip olmayı planlıyorum; Batılısı, Ortadoğulusu, Orta Asyalısı, Uzakdoğulusu, Anadolulusu, kurgusalı (özellikle Asoiaf hoş görünüşlü kılıç konusunda epey nitelikli bir eser; Bleach de epey iyi bir envanter dökümü sunabilir) ile... Yine her kısımdan bir tane sayayım; batılı olarak yaprak kılıç (leaf sword; Antik Roma'da gladyatörler kullanırdı bunu, bir de eğri bir versiyonu var ama düz versiyonu daha güzel), Ortadoğulu burmalı kılıç (yıldırım kılıcı ve yılankavi kılıç da denir), Orta Asyalı Babürlü zülfikarı (Babürşah devletinin koş kılıç, talwar ve yalmanlı kılıç karışımı, Babürlü zülfikarı denen kılıçları vardı; ve evet, Kuzey Hindistan Orta Asya'ya giriyor), Uzakdoğulu sai (katananın yeri ayrı olsa da sai daha güzel bir kılıç), Anadolulu da Laz yatağanı/Laz palası (Kendisi de Anadolulu bir kılıç olan bildiğimiz yatağandan daha güzel bence). Kurgusalı söylemeyeceğim.
Bari şu kılıçların resmini koyayım da boşa gitmesin.
Yaprak kılıç:
Burmalı kılıç (Bunun resmini de kaçıncıya koyuyorum Allah bilir):
Babürlü zülfikarı:
Sai:
Laz yatağanı:
Bu da bildiğimiz yatağan:
İyi ki de en sevdiğim kılıçları listelemedim ha... Bir de listelesem ne olacaktı Allah bilir.
Hadi ben gidiyorum o zaman.
(Bir attığım başlığa bak bir içeriğe bak.)
Edit: Ha bir de ne zamandır yüzüne bakmadığım Minecraft'ı açayım dedim geçen, 1.14 olmuş, hayvan gibi şey eklenmiş. Tilki, kamp ateşi -ki kesinlikle lazımdı, saçma sapan düzenler kuruyorduk kamp ateşi görünümlü bir şey yapacağız diye- falan eklenmiş. En kısa zamanda elimde bir balta, bir yay, 64 ok, üstümde zincir zırh ile gidip medeniyet kuracağım ama bilgisayar faremin orta tuşu bozuk, bir ev yaparken bile kanser ediyordu beni neredeyse. Neden balta, yukarıda o kadar kılıç dedin, derseniz de Minecraft kılıçlarını sevmiyorum. En sevmediğim kurgusal kılıç net Minecraft'taki demir kılıçtır. Elmas olan daha güzel ama oha, medeniyet kurmaya elmas kılıçla mı gideyim? Bu arada elmas kılıcın pikselli olmayan, yuvarlaksı bir versiyonu bayağı güzel olur ha. Hatta kesin yapılmışı vardır. Vallahi buldum -benim kafamda canlandırdığım daha farklıydı ama bu daha güzel-:
Ha bir de şu blogda yayınlayacağım web novel'e bir olay örgüsü, son filan da düşünmedim. Sadece ana karakterler, onların artifaktları -bu şeylere artifakt diyeceğim sanırım ya- ve artifaktların özellikleri var şu an; bir de ilk göründükleri kısım, yani hikayenin başı. Lan bir araya bile gelmediler, bir de birinin gücü diğerlerine göre bayağı fazla oldu galiba da aklıma ilk gelen şeyi koydum, hikaye o karakter olmadan -zaten onunla birlikte dört tane var; aslında aklımda birkaç şey var artifaktların köken ve amaçlarına dair ama spoiler vermeyeyim, zaten sizin de çok umurunuzda ya. Azıcık ego tatmini yapayım bari, çok gömdüm kendimi: Vermeyeceğim spoiler işte, hmf. Hmf kısaltma değil bu arada, bayağı ciddi ciddi çıkardım o sesi az önce.- eksikmiş gibi geldi ama kendisinin eşyası -eşya mı desem bunlara? Ama başına ayrı bir kelime lazım- diğerlerine göre aşırı güçlü oldu. (Ayrıca ikisinin gücü efektif kullanılamazken birininki efektif de olabilir başına bela da açabilir, bu sonuncu ise tümüyle efektif.) Ha bir de kesin "herkesten gizli yaşanılan hayat" olayına girmek zorunda kalacağım, yani gizli örgütler falan olayına. Neyse, bir şeyler uydururum; daha önce yazmadığım, tamamen aklımdan oluşturduğum bir öyküde -yazmaya çalıştım ama beceremedim, kafamda canlandırırken ne güzeldi oysa- yaptığım gibi bütün dünyayı ele geçirmiş bir çeşit derin devlet hikayesi uydururum belki. (Bu hikayede bilinen gizli örgütlere girmeyeceğim, yapacaksam bunu tamamen kafamdan uyduracağım; o bahsettiğim kurguda dünyanın yöneticileri, bilinen veya bilinmeyen diğer gizli örgütleri de yönetiyordu)
Ulan bu arada kontrol ettim de kendi yazdığım öykü hakkında bilmediğim şeyler varmış. Birinin gücü pek bir halta yaramıyor, birininki doğru kullanılırsa efektif ama yanlış kullanılırsa değil, birinin şanslıysa efektif değilse başına bela açan durumda, sonuncunun da her türlü efektif işte. (Ben o efektifliği ters düz edip karakterin ağzına etmeyi de bilirim de... Neyse artık...) İyi ki kontrol etmişim.
Ha bir de silah olarak kamp bıçağım da var, onu unutmuşum
Hah, şu ev hakkında kriterlerim "merkeze rahatça ulaşabilmek"ten ibaret değil bu arada, mesela elektrik ve interneti olan bir yer lazım. Elektriksiz de yaşayabileceğime inanırdım ama geldiğim noktada bu pek de mümkün görünmüyor.
Ekşi'de sözlükçülerin evindeki silahlar diye bir başlık var; bir tane kılıç takıntılı kişi gördüm, bayağı sevindim. Biri de "kılıç, balta ve ... var" (unuttum sonuncuyu), "Goblin, zombi falan baskınına hazırlanmışım resmen" yazmış. Ben mi? Benim evdeki silahların sıralı tam listesi şöyle: İki adet yay ve birçok ok, bir adet erken Osmanlı dönemi kılıç (antika değil bu arada, modern yapım ama erken Osmanlı tarzı) (bu kılıç daha önce de bahsettiğim o keskin olan kılıç bu arada, ilk izlenimim beklediğimden ağır olduğuydu ama ağırlığına alıştım), bir adet şef bıçağı, bir adet küçük, dandik, alüminyumdan yapılma bir kalkan (o silah sayılır mı ki? Sayılmaz bence. Aslında Türkçede bunu karşılayan "pusat" sözcüğü var, temelde "silah" diye çevrilse de kılıç, yay, ateşli silahlar, kalkan, hatta zırh bile içine giriyor. "Savaş ekipmanı" diye çevrilebilir; bir de lamellar zırhın bir çeşidine de Türkçede "pusat kedim/pusat giyim" deniyor). O kadar galiba... Kendi param ve kendi evim olsa epey bir kılıç envanterim olurdu bu arada; kılıçlar bayağı güzel şeyler bence. Ateşli silahları pek sevmiyorum, zaten günümüz şartlarında bir tam seferberlik hali hasıl olmadıkça ateşli silaha ihtiyaç da duyacağımı düşünmüyorum. (Kılıca ihtiyaç duyacağını düşünüyorsun yani? İyi, peki. Aslında bir savaş baltası edinip karpuz kesmek için kullanasım var ama bastırıyorum kendimi; kılıç da süs olarak duruyor.) Aslında ateşli silahlardan da sevdiklerim var; altıpatlarlar, fitilli tüfekler ve birkaç modern silah ama evimde barındıracağım en yüksek teknolojili silah muhtemelen altıpatlar olacak (muhtemelen onu da bulundurmam).
Ulan silah faslını amma uzatmışım. Hah, geçen dedim ya "Blogda yayınlayacak bir şey düşünüyorum ama aklıma pek bir şey gelmiyor" diye, o yazıyı yazdıktan sonra Pandora VOXX şarkı serisi ve onun dinlediğim ilk şarkısı "Fake life game" aklıma geldi. (Pandora VOXX serisini öğrenmeden epey önce öğrenmiştim o şarkıyı) Sonuç olarak da ne şekilde adlandıracağımı bilmediğim, insanlara bir takım güçler sağlayan nesneler üzerinden bir hikaye kurmaya karar verdim. (Adlarına artifakt demeyi düşünüyordum ama vazgeçtim; bir de çok uçuk güçlerden bahsetmiyorum. Ama o nesnelerin doğası, nasıl yapıldıkları, neden ana karakterlere verildikleri falan hakkında hiçbir haltı düşünmedim; yazarken halledeceğim o işleri. Bu arada bir yandan da aklıma geldikçe şu baş edemediğim lanet seri Sahte Kahramanlar'a eklime yapıyorum, geçtiği dünyadaki halklardan birinin kültürünü epey deştim, her şey saçma sapan bir hal aldı. En azından son belli, ilk yazdığım şeylerden biri sondu; hikayenin nasıl sonlanacağı belli... Ama ona ulaşabilecekmişim gibi görünmüyor, o ayrı. Onu acaba ayırsam mı; tek bir öykü için fazla uzun oldu ama bu sefer de yan hikayeler eklemem ve her yan hikaye için bir son yazmam gerekecek. Neyse ki gerçek anlamda bir yazar değilim, kendi kendime bir şeyler yazmaya çalışan biriyim. Aslında bunları muhtemelen kimsenin okumayacak olması biraz sinir bozucu ama olsun, belki ölümümden sonra biri hikayeleri tamamlayıp yayınlar. (He evet, Tolkien'sin sen çünkü, mal). Bu arada o bahsettiğim Sahte Kahramanlar'ın altı ana karakteri var ve en ön planda olan net en sevmediğim karakter. Elimden gelse kafasını kırardım. Yanlış anlaşılmasın, sevmediğim biri değil, sadece öyküdeki -öykü diyorum da külliyata döndü çoktan, ohooo- en az sevdiğim karakter. "Kötü adam" rolünü (Villain'e daha iyi bir karşılık bulabiliriz bence, özellikle son dönemlerde Villain'ler kötü olmaktan ziyade ne iyi ne kötü olan sıradan insanlar çünkü ki bendeki de böyle, hatta en sevdiğim karakterlerden biri final kötü adamı -Final boss'a karşılık anca bu kadar oluyor, final patronu mu deseydim?- Bu arada her ne kadar "kötü adam" desem de kendisi kadın, o bambaşka bir hikaye. Villain illa erkek olmak zorunda değil, kötü adam tabiri biraz da bu yüzden rahatsız ediyor beni) oynayan karakterleri -iki tane net "kötü adam" var, biri finalin kötü adamı, biri de altı ana karakterden birinin abisi ve o karakterin hayatı üzerinde çok büyük izleri olan biri; bir tane de şerefsiz gibi ama iyi gibi olan bir manyak var, insan olup olmadığı bile belli olmayan- bayağı seviyorum. (Şizofrene bağladım iyice, yardım edin bana diyeceğim de eskiden de manyaktım ben, pek bir şey fark etmiyor)
Maşallah yine "aklıma bir şey gelmiyor" deyip ufak çaplı bir destan yazmışım, o zaman gidiyorum ben. Aslında en sevdiğim on kılıç türünü listeleyecektim ama üşendim şimdi. Yalnız hakikatten bayağı bir kılıç envanterine sahip olmayı planlıyorum; Batılısı, Ortadoğulusu, Orta Asyalısı, Uzakdoğulusu, Anadolulusu, kurgusalı (özellikle Asoiaf hoş görünüşlü kılıç konusunda epey nitelikli bir eser; Bleach de epey iyi bir envanter dökümü sunabilir) ile... Yine her kısımdan bir tane sayayım; batılı olarak yaprak kılıç (leaf sword; Antik Roma'da gladyatörler kullanırdı bunu, bir de eğri bir versiyonu var ama düz versiyonu daha güzel), Ortadoğulu burmalı kılıç (yıldırım kılıcı ve yılankavi kılıç da denir), Orta Asyalı Babürlü zülfikarı (Babürşah devletinin koş kılıç, talwar ve yalmanlı kılıç karışımı, Babürlü zülfikarı denen kılıçları vardı; ve evet, Kuzey Hindistan Orta Asya'ya giriyor), Uzakdoğulu sai (katananın yeri ayrı olsa da sai daha güzel bir kılıç), Anadolulu da Laz yatağanı/Laz palası (Kendisi de Anadolulu bir kılıç olan bildiğimiz yatağandan daha güzel bence). Kurgusalı söylemeyeceğim.
Bari şu kılıçların resmini koyayım da boşa gitmesin.
Yaprak kılıç:
Burmalı kılıç (Bunun resmini de kaçıncıya koyuyorum Allah bilir):
Babürlü zülfikarı:
Sai:
Laz yatağanı:
Bu da bildiğimiz yatağan:
İyi ki de en sevdiğim kılıçları listelemedim ha... Bir de listelesem ne olacaktı Allah bilir.
Hadi ben gidiyorum o zaman.
(Bir attığım başlığa bak bir içeriğe bak.)
Edit: Ha bir de ne zamandır yüzüne bakmadığım Minecraft'ı açayım dedim geçen, 1.14 olmuş, hayvan gibi şey eklenmiş. Tilki, kamp ateşi -ki kesinlikle lazımdı, saçma sapan düzenler kuruyorduk kamp ateşi görünümlü bir şey yapacağız diye- falan eklenmiş. En kısa zamanda elimde bir balta, bir yay, 64 ok, üstümde zincir zırh ile gidip medeniyet kuracağım ama bilgisayar faremin orta tuşu bozuk, bir ev yaparken bile kanser ediyordu beni neredeyse. Neden balta, yukarıda o kadar kılıç dedin, derseniz de Minecraft kılıçlarını sevmiyorum. En sevmediğim kurgusal kılıç net Minecraft'taki demir kılıçtır. Elmas olan daha güzel ama oha, medeniyet kurmaya elmas kılıçla mı gideyim? Bu arada elmas kılıcın pikselli olmayan, yuvarlaksı bir versiyonu bayağı güzel olur ha. Hatta kesin yapılmışı vardır. Vallahi buldum -benim kafamda canlandırdığım daha farklıydı ama bu daha güzel-:
Ha bir de şu blogda yayınlayacağım web novel'e bir olay örgüsü, son filan da düşünmedim. Sadece ana karakterler, onların artifaktları -bu şeylere artifakt diyeceğim sanırım ya- ve artifaktların özellikleri var şu an; bir de ilk göründükleri kısım, yani hikayenin başı. Lan bir araya bile gelmediler, bir de birinin gücü diğerlerine göre bayağı fazla oldu galiba da aklıma ilk gelen şeyi koydum, hikaye o karakter olmadan -zaten onunla birlikte dört tane var; aslında aklımda birkaç şey var artifaktların köken ve amaçlarına dair ama spoiler vermeyeyim, zaten sizin de çok umurunuzda ya. Azıcık ego tatmini yapayım bari, çok gömdüm kendimi: Vermeyeceğim spoiler işte, hmf. Hmf kısaltma değil bu arada, bayağı ciddi ciddi çıkardım o sesi az önce.- eksikmiş gibi geldi ama kendisinin eşyası -eşya mı desem bunlara? Ama başına ayrı bir kelime lazım- diğerlerine göre aşırı güçlü oldu. (Ayrıca ikisinin gücü efektif kullanılamazken birininki efektif de olabilir başına bela da açabilir, bu sonuncu ise tümüyle efektif.) Ha bir de kesin "herkesten gizli yaşanılan hayat" olayına girmek zorunda kalacağım, yani gizli örgütler falan olayına. Neyse, bir şeyler uydururum; daha önce yazmadığım, tamamen aklımdan oluşturduğum bir öyküde -yazmaya çalıştım ama beceremedim, kafamda canlandırırken ne güzeldi oysa- yaptığım gibi bütün dünyayı ele geçirmiş bir çeşit derin devlet hikayesi uydururum belki. (Bu hikayede bilinen gizli örgütlere girmeyeceğim, yapacaksam bunu tamamen kafamdan uyduracağım; o bahsettiğim kurguda dünyanın yöneticileri, bilinen veya bilinmeyen diğer gizli örgütleri de yönetiyordu)
Ulan bu arada kontrol ettim de kendi yazdığım öykü hakkında bilmediğim şeyler varmış. Birinin gücü pek bir halta yaramıyor, birininki doğru kullanılırsa efektif ama yanlış kullanılırsa değil, birinin şanslıysa efektif değilse başına bela açan durumda, sonuncunun da her türlü efektif işte. (Ben o efektifliği ters düz edip karakterin ağzına etmeyi de bilirim de... Neyse artık...) İyi ki kontrol etmişim.
Ha bir de silah olarak kamp bıçağım da var, onu unutmuşum
11 Mayıs 2019 Cumartesi
Her Şey ve Hiçbir Şey
Sahura kadar uyumayıp bilgisayarda takılanlara çok özeniyorum ama yapamamamın iki sebebi var -önceden yapardım ama bu yıl yapamıyorum-: Birincisi pek tabii ki okul. Okul kavramına sinir olmaya başladım (milli eğitim bakanlığı denen şeye yaklaşık ortaokuldan beri gıcıktım ama okul kavramıyla, eğitimin kendisiyle vs. bir sorunum yoktu), istediğim şeyi istediğim zamanda yapmama engel oluyor. İstediğim zamanda uyuyup istediğim zamanda uyanmak istiyorum, bu neymiş... Meşgul olmak kavramından nefret ediyorum. İkincisine gelirsek, akşam altıdan sonra tören eşliğinde ölen iğrenç ve saçma sapan bir internetim olması, haliyle Facebook'un -ki zaten terk edilmiş köy modunda, yine de İnstagram'a, Twitter'a vs. geçmemek için direniyorum; teknolojiyle olan sorunlarımdan biri, her şey çok çabuk işlevselliğini yitiriyor. Facebook'un meşhur olduğu, Türkiye'deki altın çağın yaşadıktan sonra bu hali beni biraz üzüyor. Halbuki bana ne, Mark düşünsün, değil mi?- on bin saatte açılıp beş dakikalık Youtube videosunun bile takılmayla, reklamla, başa sarmayla elli saatte izlenmesi. Zaten Youtube ve Odnok haricinde herhangi bir şey izleyemiyorum -Akşam altıdan sonra Odnok'u da izleyemiyorum; elli defa takılıyor, sonuç olarak akşam altıdan sonra anime izleyemiyorum-, haliyle dizi mizi zaten hak getire.
Bunu böyle yazdım ama başka bahsedecek bir şeyim yok.
Hah... Hiç "Gecelere akayım" gibi isteklerim olmadı, hep sakin, sessiz bir hayat istedim ben. Büyük şehirden ziyade istediklerimi kolayca bulabileceğim küçük bir kasabada, hatta bir dağ başında -yine de ihtiyacım olan şeylere kolayca erişebileceğim bir dağ başında- yaşamayı tercih ederdim. Mesela Gökçeada'da ihtiyacım olan birçok şeyi bulabiliyorum ama ek şeyler için sadece bazı kargo şirketleri geliyor, geneli Çanakkale'ye bırakıyor ki Gökçeada'dan Çanakkale'ye ulaşım kışın imkansız gibi bir şey. Zaten iki tane bir sabahın köründe, bir de gece gemi oluyor, onlar da zırt pırt iptal ediliyor. Tamam dağ başına zaten kargo gelmez ama ilçe/il merkezine kolayca ulaşabileceğim bir yerde bulunmam lazım, adada o imkan olsa hayatımın kalanını adada geçirebilirdim, gayet uygun bir yer burası bana. Buna ek olarak, kesin bir şekilde ehliyet almam lazım. Dağ başından ilçe/il merkezine kadar gitmenin kaç yolu vardır? Benim için mümkün olanlar: Yürüyerek, atla, arabayla. Biraz daha bilimkurgu veya fantastik kısma kayarsak da ışınlanma -ki tam dalış sistemiyle beraber bir an önce icat edilmesini istediğim bir teknoloji- ama başka herhangi bir yöntem yok. (Dağın başına demiryolu kurup evin hemen yanından tren geçirirsem bir de o yöntem var). Araba olarak en sevdiğim şeyler Camper Van/camper car diye geçenler, karavanla hippi minibüsü karışımı bir şey. Aslında yakın zamana kadar ehliyet almamak için inat ediyordum ama bu iş böyle olmayacak sanırım. Bana uygun olan bir apartman vs. değil. Bahçesinde bir de yurt çadır olan, büyük bahçeli -tercihen bahçesi karmakarışık ağaç ve bitkilerden dolayı ormana dönmüş olan- ahşap bir ev. Mutlu olacağım evin orası olacağını düşünüyorum; beton bana göre bir şey değil. Taş olsa hadi neyse. Beton pek de yeni bir malzeme sayılmaz bu arada, Antik Roma'da betondan yapılan köprüler falan var mesela ama genel bir kullanım alanını modern çağlara kadar bulamamış; modern çağlara kadar mermer, taş, ahşap vs. takılmış herkes.
Neyse, öyle işte. Epey fantastik çeşitli isteklerim de var ama onların mümkün olmadığını biliyorum, böyle de iyiyim. Ne zamandır blog yazıları haricinde bir şey de yazmadım, blogda yayınlayacak bir hikaye için fikir bulmaya çalışıyorum ama şu an aklıma gelen en iyi fikir Goblin Slayer'ın daha fantastik ve "zar atanlar"a -novel'de onlar tanrı diye geçiyor ama temel olarak oyuncular- daha çok yer ayrılan bir çakması. Bir de ne zamandır beklettiğim, kendi başına artık baş edemediğim bir külliyat haline gelmiş "Sahte Kahramanlar"ın daha yumuşatılmış -o sıralarda biraz karamsardım da, biraz karanlık bir şey haline geldi ama tam da karanlık fantezi türünde değil- versiyonunu da blogda yayınlamak istedim ama bölümleri nasıl ayıracağımdan emin değilim. O zaman ben gittim.
Bunu böyle yazdım ama başka bahsedecek bir şeyim yok.
Hah... Hiç "Gecelere akayım" gibi isteklerim olmadı, hep sakin, sessiz bir hayat istedim ben. Büyük şehirden ziyade istediklerimi kolayca bulabileceğim küçük bir kasabada, hatta bir dağ başında -yine de ihtiyacım olan şeylere kolayca erişebileceğim bir dağ başında- yaşamayı tercih ederdim. Mesela Gökçeada'da ihtiyacım olan birçok şeyi bulabiliyorum ama ek şeyler için sadece bazı kargo şirketleri geliyor, geneli Çanakkale'ye bırakıyor ki Gökçeada'dan Çanakkale'ye ulaşım kışın imkansız gibi bir şey. Zaten iki tane bir sabahın köründe, bir de gece gemi oluyor, onlar da zırt pırt iptal ediliyor. Tamam dağ başına zaten kargo gelmez ama ilçe/il merkezine kolayca ulaşabileceğim bir yerde bulunmam lazım, adada o imkan olsa hayatımın kalanını adada geçirebilirdim, gayet uygun bir yer burası bana. Buna ek olarak, kesin bir şekilde ehliyet almam lazım. Dağ başından ilçe/il merkezine kadar gitmenin kaç yolu vardır? Benim için mümkün olanlar: Yürüyerek, atla, arabayla. Biraz daha bilimkurgu veya fantastik kısma kayarsak da ışınlanma -ki tam dalış sistemiyle beraber bir an önce icat edilmesini istediğim bir teknoloji- ama başka herhangi bir yöntem yok. (Dağın başına demiryolu kurup evin hemen yanından tren geçirirsem bir de o yöntem var). Araba olarak en sevdiğim şeyler Camper Van/camper car diye geçenler, karavanla hippi minibüsü karışımı bir şey. Aslında yakın zamana kadar ehliyet almamak için inat ediyordum ama bu iş böyle olmayacak sanırım. Bana uygun olan bir apartman vs. değil. Bahçesinde bir de yurt çadır olan, büyük bahçeli -tercihen bahçesi karmakarışık ağaç ve bitkilerden dolayı ormana dönmüş olan- ahşap bir ev. Mutlu olacağım evin orası olacağını düşünüyorum; beton bana göre bir şey değil. Taş olsa hadi neyse. Beton pek de yeni bir malzeme sayılmaz bu arada, Antik Roma'da betondan yapılan köprüler falan var mesela ama genel bir kullanım alanını modern çağlara kadar bulamamış; modern çağlara kadar mermer, taş, ahşap vs. takılmış herkes.
Neyse, öyle işte. Epey fantastik çeşitli isteklerim de var ama onların mümkün olmadığını biliyorum, böyle de iyiyim. Ne zamandır blog yazıları haricinde bir şey de yazmadım, blogda yayınlayacak bir hikaye için fikir bulmaya çalışıyorum ama şu an aklıma gelen en iyi fikir Goblin Slayer'ın daha fantastik ve "zar atanlar"a -novel'de onlar tanrı diye geçiyor ama temel olarak oyuncular- daha çok yer ayrılan bir çakması. Bir de ne zamandır beklettiğim, kendi başına artık baş edemediğim bir külliyat haline gelmiş "Sahte Kahramanlar"ın daha yumuşatılmış -o sıralarda biraz karamsardım da, biraz karanlık bir şey haline geldi ama tam da karanlık fantezi türünde değil- versiyonunu da blogda yayınlamak istedim ama bölümleri nasıl ayıracağımdan emin değilim. O zaman ben gittim.
6 Mayıs 2019 Pazartesi
Öylesine (Bu başlığı daha önce attım mı ben?)
Bir süredir artık üç bin yaşında olmamın mı getirisi bilmiyorum ama sabah ezanıyla uyanıyorum. "Sabah namazını kıl" şeklinde bir işaret olduğuna dair de bir takım şüphelerim var. Ama konumuz bu değil. Konumuz ne? Hiçbir şey, aferin... Dün yiyip yattım, sahura uyandım tekrar. Uyurken ezan okunuyordu, neyse, bu sabah 8'de uyandım. Sekiz ne ya!
Bir de yaklaşık 20 Mart'tan beri canım kiraz, erik falan çekiyor. Zaten meyve seven bir insanım da bu seferki biraz aşırı, çözemedim sebebini.
Şu üç bin yaş mevzusu ne, diyecek olursanız ailemin yanında "Bizim zamanımızda patates yoktu, kumpiri ağaç kökünden yapardık", "Bizim zamanımızda araba yoktu, ata atlar üç günde buradan şuraya giderdik" gibi saçmalamalar yapmayı sevdiğimden ona uygun bir yaş belirlemem gerekiyordu. Geçen gün de "Bir tane harita alacağım da bakacağım" dedim anneme, "İnternetten bak" dedi, "Tabii teknoloji gelişti, herkes benim gibi üç bin yaşında olmadığından..." diye cevap vermek zorunda kaldım tabi. Ama hakikatten teknolojinin gelişimine pek de ayak uyduramıyorum. En azından bazı kısımlarına. Şu sanal gerçeklik şeyinden çok hoşlanmıyorum mesela ama tam dalış teknolojisi/tam dalış sistemi gerçekleşirse gidip kuyruğa gider onu alırım, o iyi. Tamamen oyunu yaşamak, zihin gücünle komutları vermek hoş olurdu. Neyse, konu o değil. Peki konu ne? Yok! Aslında milletin hâlâ kılıçla dolaştığı bir çağa denk gelsem süper olurdu. Okçuluk var, kılıç hareketleri var, hiçbir işe yaramıyorlar. En fazla başka bir manyağı ayartıp birlikte gösteri falan yapmamıza yarar bu çağda. Yine de bu durumdan hoşnutum, zaten istemeseydim gidip öğrenmezdim. Okçuluğu kursta öğrendim ama kılıç için biraz kendi kendine oldu, kurs bulsam gidecektim de bana uygun zamanda ve yerde kurs yoktu. Yine de kafamın üstünden çevirip çeşitli şeyler yapabiliyorum. Henüz elimde çeviremiyorum ama; çünkü korkuyorum. Mal gibi kör bir kılıç yerine bileylenmiş bir kılıç aldığım elimi kesme riskini göze alamam. Öte yandan bu kendi kendine işi, kendi kılıç ekolümü bulmamı sağladı. Tek ihtiyacım olan bir talim kılıcıyla dalabileceğim biri şu an.
FRP oyunlarını severim; her ne kadar oynayacak birilerini bulamadığımdan oynamadığım için tam olarak bilmediğim -Ekşi'de Yaran FRP Enstantaneleri diye başlık var, bayağı da komik ama FRP terimlerini ve bir takım kuralları, yirmilik zar, yüzlük zar gibi şeyleri bilmek gerekiyor- halde masaüstü FRP'leri de, bilgisayar üzerinden oynananları da. Aslında tuş kombinasyonlarından da pek hoşlanmıyorum, tam dalış sisteminin bir an önce icat edilmesini isteme sebebim de o. Bu arada tam dalış sistemini araştırmak için İngilizcesini verecektim ama Türkçe olarak da yeterince kaynak çıkıyor, SAO izleyenler zaten araştırmadan da neyden bahsettiğimi biliyor.
Bayağı konuşmuşum ve bir kere bile şikayet etmemişim, aferin bana. Yok la, başta bir şikayet etmişim hafiften ama gerçekten sekizde uyanmak neymiş arkadaş...
Bir de yaklaşık 20 Mart'tan beri canım kiraz, erik falan çekiyor. Zaten meyve seven bir insanım da bu seferki biraz aşırı, çözemedim sebebini.
Şu üç bin yaş mevzusu ne, diyecek olursanız ailemin yanında "Bizim zamanımızda patates yoktu, kumpiri ağaç kökünden yapardık", "Bizim zamanımızda araba yoktu, ata atlar üç günde buradan şuraya giderdik" gibi saçmalamalar yapmayı sevdiğimden ona uygun bir yaş belirlemem gerekiyordu. Geçen gün de "Bir tane harita alacağım da bakacağım" dedim anneme, "İnternetten bak" dedi, "Tabii teknoloji gelişti, herkes benim gibi üç bin yaşında olmadığından..." diye cevap vermek zorunda kaldım tabi. Ama hakikatten teknolojinin gelişimine pek de ayak uyduramıyorum. En azından bazı kısımlarına. Şu sanal gerçeklik şeyinden çok hoşlanmıyorum mesela ama tam dalış teknolojisi/tam dalış sistemi gerçekleşirse gidip kuyruğa gider onu alırım, o iyi. Tamamen oyunu yaşamak, zihin gücünle komutları vermek hoş olurdu. Neyse, konu o değil. Peki konu ne? Yok! Aslında milletin hâlâ kılıçla dolaştığı bir çağa denk gelsem süper olurdu. Okçuluk var, kılıç hareketleri var, hiçbir işe yaramıyorlar. En fazla başka bir manyağı ayartıp birlikte gösteri falan yapmamıza yarar bu çağda. Yine de bu durumdan hoşnutum, zaten istemeseydim gidip öğrenmezdim. Okçuluğu kursta öğrendim ama kılıç için biraz kendi kendine oldu, kurs bulsam gidecektim de bana uygun zamanda ve yerde kurs yoktu. Yine de kafamın üstünden çevirip çeşitli şeyler yapabiliyorum. Henüz elimde çeviremiyorum ama; çünkü korkuyorum. Mal gibi kör bir kılıç yerine bileylenmiş bir kılıç aldığım elimi kesme riskini göze alamam. Öte yandan bu kendi kendine işi, kendi kılıç ekolümü bulmamı sağladı. Tek ihtiyacım olan bir talim kılıcıyla dalabileceğim biri şu an.
FRP oyunlarını severim; her ne kadar oynayacak birilerini bulamadığımdan oynamadığım için tam olarak bilmediğim -Ekşi'de Yaran FRP Enstantaneleri diye başlık var, bayağı da komik ama FRP terimlerini ve bir takım kuralları, yirmilik zar, yüzlük zar gibi şeyleri bilmek gerekiyor- halde masaüstü FRP'leri de, bilgisayar üzerinden oynananları da. Aslında tuş kombinasyonlarından da pek hoşlanmıyorum, tam dalış sisteminin bir an önce icat edilmesini isteme sebebim de o. Bu arada tam dalış sistemini araştırmak için İngilizcesini verecektim ama Türkçe olarak da yeterince kaynak çıkıyor, SAO izleyenler zaten araştırmadan da neyden bahsettiğimi biliyor.
Bayağı konuşmuşum ve bir kere bile şikayet etmemişim, aferin bana. Yok la, başta bir şikayet etmişim hafiften ama gerçekten sekizde uyanmak neymiş arkadaş...
5 Mayıs 2019 Pazar
Su Hakkında Şikayet
Dün su azıcık akıyordu, "Azıcık da olsa akıyor, bir duş alayım" dedim, ıslandığımı hissetmiyorum ulan. Vanada mı bir şey var dedim, kontrol ettim, bir şeyler yaptım, en son açık mı yoksa kapalı mı olduğunu bile bilmiyordum. Bugün hiç akmıyor, gittim vanayı yarıma çevirdim "Hangi taraf doğruysa artık" diye, inceden bir su sesi geliyor ama hâlâ akmıyor şerefsiz. Tabi bu böyle olunca beni sinir kesti, başladım belediye ve bununla herhangi bir ilgisi olabilecek tüm şahıs, kurum ve kuruluşlara sövmeye. Arada duş almaya niyetlenmeden önce izlediğim, saçma sapan bir final yapmış animenin yapımcısı da o finalden dolayı söğüşlemeden payını aldı tabi. Tuvalete gidemiyorum lan şerefsiz su yüzünden.
İçme suyunu kovaya taşıyıp el yıkar hale geldim, bu ne lan? Hayır bir ara da akıyor sanıp elimde sabunla kalakaldım, o kötü oldu. Su kesintisi var mı diye araştırdım öyle bir şey de yok. En azından internete göre yok. Şerefsiz su, doğru düzgün aksan ölürsün sanki. Ben ekrana kafa atmaya yeltenmeden önce bu yazıyı bitirip konudan kendimi uzaklaştırsam iyi olacak.
İçme suyunu kovaya taşıyıp el yıkar hale geldim, bu ne lan? Hayır bir ara da akıyor sanıp elimde sabunla kalakaldım, o kötü oldu. Su kesintisi var mı diye araştırdım öyle bir şey de yok. En azından internete göre yok. Şerefsiz su, doğru düzgün aksan ölürsün sanki. Ben ekrana kafa atmaya yeltenmeden önce bu yazıyı bitirip konudan kendimi uzaklaştırsam iyi olacak.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)