Kür Şad hakkında konuşmak istiyorum, daha doğrusu Kür Şad'ın adı hakkında. Öncelikle: Bugün Kür Şad, hatta Kürşat dediğimiz kişiye bu isim Atsız tarafından bulunup (uydurulup) verilmiştir, dönem kaynaklarında bu isme -ya da bu isme çevrilebilecek bir şeye, malum Çin kaynakları- rastlanmaz. Atsız'ın motivasyonu muhtemelen "Hür Prens" demekti, Göktürkçede ve dolayısıyla eski dönem Türk lehçelerinde H yoktur (Halaççada tuhaf bir gırtlak H'si vardır sadece); "Şad" da prens, hatta "veliaht prens" demek. Çince kaynaklarda isim A-shih-na Chieh-she-erh, A-shih-na Chieh-she-shuai veya Ashina Jiesheshuai diye geçer. Malum Çince sıkıntılı bir dil, harfin bir yerini ters yazsan okunuş değişiyor; düz yazsan bile kelimesine göre değişebiliyor. Neyse: Baştaki Ashihna/Ashina kısmı soyadı, daha doğrusu boy adı. Göktürkçeye Eçine ya da Aşına diye çevrilir. İkisi aynı sözün varyasyonları olup "eçine", "Börteçine"nin "eçine"si ile aynıdır ve ayrıca her iki sözcük de Günümüz Türkiye Türkçesindeki Asena ile aynıdır. Buna ek olarak Eçine/Aşına boyu Göktürklerin yönetici boyudur, daha doğrusu birincil yönetici boyudur çünkü tıpkı Oğuzlar gibi Göktürklerde de ikili yönetim sistemi vardır. İkincil yönetici boy ise "A-shi-de" diye geçen, Türkçeye "Aştak" diye uyarlanan (Onun kökeni de Orta Farsça Azdahag; kelime yine bir Pers dili/İrani dil olan Zendcede Azi Dahaka biçiminde. Günümüz Türkiye Türkçesine Ejderha biçiminde büyük ihtimalle Batı İrani dillerin birinden tekrar girmiş.) bir boydur. Gerçi Göktürkler zaten Oğuz kökenli bir halk, Uygurlarla da sık sık o yüzden birbirlerine giriyorlardı: "Lan siz bizim soyumuzdan geliyorsunuz, akıllı olun. (Oğuz Kağan, destana göre Uygur'dur, hatta tam olarak Uygur Kağanı'dır.)" ve "Tamam işte, sizin kağanınızız biz, baş eğin." şeklinde. Türklerde diz çökme yoktur, en yüksek saygı göstergesi başlığını alıp göğsüne tutmak ve beline dek eğilmektir. Zaten o yüzden Anadolu'da diz çökme âdeti olan halklarla karşılaşan Türkmen beyleri "Başlıya baş eğdirdim, dizliye diz çöktürdüm." diye övünmeye başlamıştır. Ve yine o sebepten Türklerde "derdest", kişinin başlığının alıp kenara fırlatılması ve kendisinin diz çöktürülüp başının yere yaslanmasıyla yapılır. Bu, bir soyluya/yöneticiye yapılabilecek en ağır hakarettir. Ha bu arada 2. Mahmut'un "Bundan böyle yalnız imamlar sarık giyecek, kavuk mavuk da yok." dedikten sonra fesi getirme sebebi ile Atatürk'ün fesi kaldırdıktan sonra şapka kanununu getirme sebebi aynıdır: Türkler dışarı başlıksız çıkmayan, kafasında börktür, sarıktır, şapkadır, festir, tubeteika'dır, (çok sonra kültüre girse de) başörtüsüdür, miğferdir, en olmadı kemik parçası, toka falandır kabilinden bir şey olmadıkça çıplak hisseden bir halktır. Halktı daha doğrusu, ta Orta Asya'da ilk ortaya çıktıklarından Cumhuriyet'in ilk yıllarına dek. Konuya dönelim: Chieh-she-erh, Chieh-she-shuai veya Jiesheshuai. Şimdi bunlar Pinyin'de olduğundan aşağı yukarı Türkiye Türkçesindeki okunuşlarını yazmaya çalışacağım: Çişe-er, Çişeşuay ve Cieşeşuay. Bunları Türkçeye uygun hale getirirsek: Çişe Er, Çişeşay/Çışaşay ve bir ihtilafla Cişeşüy kalır. Neden ihtilaf? Çünkü Çinliler, "İlteriş" kelimesini de "Jiedielishi" şeklinde Pinyin'e çevrilebilen şekilde yazarlar. Yani sonuncusu İlşeşay/İlşaşay gibi bir şey de olabilir. Bunlara göre Çise Er gibi bir şey mantıklı oluyor; her ne kadar "Çise" kız ismi olsa da eski Türkçe ve günümüz arasında bazı isimlerin cinsiyeti oynamış durumda. Aytoldı erkek, aynı kökün farklı eklisi olan Aytolun kız adıdır mesela; iki isim arasında bir asır kadar süre var. Yine bugün herkesin kız adı olduğunda hemfikir olduğu Sıla, 1997'de yapılan bir listede "erkek adı" olarak listelenmiş [Yurtsever, Erk (1997). Türkçe Adlar Derlemesi. İstanbul: Türk Dünyası Araştırma Vakfı]. Ayrıca Türkçede bazen eril isimler dişil ekle, dişil isimler eril ekle cinsiyet değiştirebiliyor (Aklıma örnek gelmese de.). İkinci bir mantıklı seçenek de İlseçer ("Ülke/halk/şehir "seçer" veya "saçar" yani dağıtır), İlşenay/Erşenay (Şen Farsça olmakla birlikte Türkçedeki en eski yabancı sözcükler Farsça -özellikle Soğdca yani Orta Asya Göçer Farsçası- ve Çince kökenli. "Acun" bunlardan biri misal, o sebeple olabilir.) gibi bir şey.
Televizyonun şimdiki haline bakıyorum da... Bu yeni kanal sistemiyle, dizilerle vs. büyümüş birine "Bir zamanlar bu ülkede absürt komedi çekiliyordu, bayağı da seviliyordu." desek inanmaz.
Bir saygı anketi vardı, tam hatırlamıyorum da "İnsanlara sırf insan oldukları için saygı duyulur mu?" gibi bir şeydi. Cevap veriyorum: Duyulmaz. İnsanlar, sadece insan oldukları için saygı duyulamayacak kadar kusurlu, önemsiz ve özensiz varlıklar. Bir fikre sadece bir fikir olduğu için saygı duyarım, bir esere sadece bir eser olduğu için. İnsanlar? İnsanlar mide bulandırıcı varlıklar, hamamböceklerine saygı duymuyorum ben ve insanların çoğu da daha iyi değil. Gerçi benim midemi bulandıran çok fazla şey var, hâlâ yaşıyor olmam ve bizatihi kendi varlığım gibi misal. Bütün bu kusurlu sistemde kısıtlanmış benliğim neden onlara saygı duysun ki? Ve daha da ötesinde, neden şikayet etmekten başka bir şey yapamayacak kadar korkak olan kendine saygı duysun? Saygı hak edene verilir, hak ettiği kadar. Bir şey üreten birine mesela; bu soyut bir şey, bir fikir veya ideoloji de olabilir. Geri kalanı mı? Cehenneme kadar yolları var.
Göz ameliyatı olayını araştırıyordum. Yok, şimdilerde değil; önce. Hatta çok önce. Yalnız... Lan %50 başarı şansı olan ameliyat mı olur? Sonradan eski haline dönme imkanı da var, tamamen kör kalma riski de. Tedavi değil ki bu, kumar. Bir şekilde gözlerim düzelse bile bir süre numarasız gözlükle devam ederdim herhalde, artık uzvum oldu bu. Öyle kolayca bırakılmıyor ondan gelen alışkanlıklar. Bu arada aksesuar olarak tekerlekli sandalye kullanmaktan bir farkı yok aksesuar olarak gözlük kullanmanın, teknik olarak yani. Ben çok takmıyorum gerçi, pek ilgilendiren bir şey değil; yine de "teknik olarak" bu şey bir protez. Takma göz teknolojisi henüz olmadığından icat edilmiş bir şey.
Osananajimi ga Zettai bilmem ne'nin 3. bölümü... Bölümün yarısından fazlasına kadar "Tamam, bırakıyorum." derken o hiç beklemediğim, devam etmeme sebep olabilecek şey oldu... Sonra yine içine ettiler. Mantıklı tabii, herkesi çocukluk arkadaşı yaparsan çocukluk arkadaşı asla kaybetmez. Mantık statı 20 harbi. Zaten final havasındaydı, bu bölümü final kabul edip geri kalanına bulaşmayacağım. Bu eziyeti çekmek isteseydim gidip Nisekoi izleyeceğimi daha önce üç kere söyledim zaten. Heeeh, "ending" (terim bu) sonrası yeni karakter de eklediler... Ve onun da çocukluk arkadaşı olduğunu bilmek için dahi olmaya gerek yok.
Her şey çok sıkıcı. İnsanlar sıkıcı, olaylar sıkıcı... Bir olaylar olsa keşke, 2020 iyiydi; her an bir heyecan. Bak bu paragraf da sıkıcı mesela. Mantık. Şunu unutmayın ki distopya bu dünyadan evladır. Hoş yaşadığımız bu "gerçek" hayat distopyadan hallice zaten. Ulan haberlerde her gün gördüğümüz şeylerden herhangi birinin onda birini yapmaya kalksak müebbet yeriz, bunlar nasıl sokak ortasında çete kavgasına girişebiliyor? Simülasyon mu lan bu? Uygulama hata veriyor abicim, kapatın şu dükkanı (dünyayı) da gidelim artık. Ciğerimiz soldu burada yaşamaktan be. Gerçekmiş... Şüpheci paranoyağın tekiyim ben, kendimin gerçek olup olmadığından emin değilim. Descartes sen bir sus, ya ben o şeytan tarafından üretilen bir hayal ürünüysem? Beni düşünebilen düşündüğümü de düşünebilir. Haliyle ne etrafın ne evrenin ne de diğer şeyler... Ağğğğ, paragrafın sonunu bağlayamıyorum. Her şeyden önce neden bu paragrafı yazma zahmetinde bulundum ki? "Distopya bu dünyadan evladır." Sadece bu cümleyi yazmak istemiştim. Bilirsiniz, "Bir oyukta bir hobbit yaşarmış." gibi. Devamının geleceğini düşünmüştüm ama... Evet, başından beri o denli yetenekli bir yazar değildim zaten. Neden hâlâ paragrafı bitirmiyorum? Şey, aslında... Herhangi bir sebebi yok. Sadece, öyle işte. Ellerim durmuyor, klavyenin üstünde. Devamı geliyor ama böyle gelecekse gelmesin, bu ne lan? Ortaçağ'da köylü olsam bir yerlerde ölüp giderdim, ben de rahat ederdim siz de. Sonuçta böyle bir tiple hiç muhatap olmayacaktınız. Eh, muhatap olmak istemeseydiniz şu an bunu okuyor olmazdınız gerçi. "Eh" ve "Zira" kelimelerini haddinden fazla kullandığımı fark ettim. Farkındalık diyoruz buna, halk arasında. Aynen.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder