Muihoyo'nun sloganı efsaneymiş yalnız, "Tech otakus save the world!" jsagjasgas. Urasekai Picnic de hiçbir şeyi açıklamadan "Her şey halloldu ya, rahatız artık." sonu yaptı. 2. sezon falan da gelmez buna, açıklama yapsanıza lan bize? Urasekai neresi, kuralları ne, Satsuki kim, Sorawo ile alakası ne (Alakası olmadığını da söylemeyin bir zahmet.)? Wonder Egg Priority'nin 11. bölümü neydi öyle ya? 10. bölümün sonu da çok fena etmişti ama 11. bölümden sonra bir yarım saat hareket edemedim, sonraki yarım saat konuşamadım, kendime gelmem takribi 1,5-2 saati buldu. Finalde batırmazlar inşallah, çıtayı bu seviyeye çektikten sonra final aynı derecede rahatsız edici veya tam tersine bunu silecek denli rahatlatıcı olmazsa (Ki bu animeye iyi son yakışmaz bence, hani kötü sonları sevmem ama kötü sonla bitmesi gereken on anime varsa biri budur.) kimse memnun olmaz finalden. Bungou Stray Dogs Wan'ı da gülelim diye açıyoruz, son iki haftadır ciğerimizi söküyor. Tam da kış sezonunun bitimi olduğundan anime finalleri ve final öncesi bölümleri üst üste geliyor, bir de ağır topların finalleri var şu an. Maou Rimuru geldi be! İşte budur! Rimuru'yu sevmeyenler biraz olsun utanır mı? Sanmam. Oyasumi Punpun'un konusu, gördüğüm panelleri falan çok ilgimi çekiyor ama psikolojimi mezara koyup bir de asit dökeceğine emin olduğumdan uzak duruyorum. Zaten dramdan etkilenmeye meyilli, ruh hali hemen kötüleşebilen bir insanım (Zaten o yüzden boyna komedi izliyorum ve o yüzden arada bir karanlık moda geçebiliyorum bu yazılarda olsun, hikayelerde olsun... Ha bu arada SKvKC'nin asıl kısmı, yani orta kısmı uzun süren öyle bir zamanıma denk geldi; başlangıçta pek karanlık gibi durmuyor çünkü yazmaya başladığımda ben aydınlık moddaydım. Aç kapa düğmem var, aynen. Yerini bulsam iyi olacak ama.), bir de Punpun okumaya kalkarsam bir daha kendime gelemem muhtemelen.
Şimdi ilginçtir, günümüzde Rum kelimesini daha çok Türkiye/Anadolu Yunanları için kullanıyoruz ama kökene bakıldığında aslında Romalı/Roma vatandaşı demek. Frenk de böyle: Aslında Fransızların köken aldığı Cermen kabilesi olmasına rağmen Osmanlı'da bütün Batı Avrupalıları, hatta zaman zaman Macarlar hariç, Roma ile Osmanlı dışında yaşayan her Hristiyan Avrupa halkını tanımlamakta kullanılmıştır. O dönemde gayri-isevi Avrupalılar da mı vardı? Evet: İspanya'da Emevilerden kalma az miktarda (çoğu Kuzey Afrikalı, çoğunluğun çoğunluğu Faslı) Müslüman nüfus ile yine İspanya'da Sefarad Yahudileri vardı. Onun dışında özellikle Kuzey Avrupa'da paganizm uzun süre yaşamaya devam etti.
Teke böceği diye bir böcek var, kocaman, avuç boyutunda bir şey. Bu böceğin Türkiye'deki bazı yerel isimleri takkeçeken, konakdelen, köygöçüren (Şu köyleri de göçürmeyen yok... Bu isimde bitki de var mantar da hayvan da hem de hepsi birden fazla. Azıcık sağlam inşa edin la şu köyleri?)... Bu arada bunlar farklı yörelerde tamamen alakasız böceklere, hatta böcek bile olmayan hayvanlara verilen isimler de olabilir, yani "O öyle değil." demeyin hemen. Türkiye'de her yöre her şeye kendi ismini koymuş, biri birini tutmuyor. Hani muhtemelen "Bu bu kadar büyükse mutlaka bir zararı dokunur, hiç bulaşmayalım." gibisinden bir motivasyonla veriliyor bu isimler bu böceklere ki zaten çoğu tür de tarım zararlısı, ağaçları kurutup ahşabı çürütüyor. Eh, Avrupa'daki nadir iri böceklerden, boru mu? Değil, böcek.
Yine her gün 20 farklı kurgusal karaktere günde 50 kere evlilik teklifi ettiğim bir dönemdeyim. Şu performansı gerçek hayatta da göstersem birinden birinin boşluğuna gelir de kabul ederdi belki. Ulan tek umudumun karşı tarafın boş bulunması olması da bir başka inceleme konusu da bunu geçiyorum şimdilik. Öte yandan, sırf olduğu için olan böyle temelsiz, sığ bir ilişkidense hiç olmasın daha iyi. Ulan zaten böyle deyip durduğun için hâlâ yalnızsın, mal. Neyse, sakinim. Aaaah, niye bir an önce dünya yok olmuyor ki? Ben hayatımı böyle sikmeyi nasıl başardım? Tamam, hatalar yaptım ama hangisi bu aşamaya kadar getirdi beni? Kurtarılabilecek aşamayı da çoktan geçtim artık, artık umut yok. Karanlığıma başkasını da sürüklemeyeceğim ama bir ışığa ihtiyacım var. Mesai erken başladı bugün, normalde her gece 3 civarı böyle oluyordu 21'de böyleyim. Hay ben... Ulan sövecek mecalim bile kalmadı. Yapmak istediğim birkaç şey vardı... Buradan bakınca hiçbiri mümkün görünmüyor. Ya da sadece abartıyorum, her zamanki gibi... Son üç yıldır kaç kez "Artık ne kadar dayanabileceğimi bilmiyorum." dediğimi sayamadım bile. Bugün yarından ötesi olmasa keşke diyorum, yarından sonraki gün... Eh, onu zaman gösterecek. Aslında aydınlığa çıktığım falan yok, karanlık biraz dağılıyor sadece. "Tepende kara bulutlar olsa da gökyüzünün maviliğinden kuşku duyma." Peh! Kara bulutlar bir yere gitmiyor, sadece bazen azıcık açılıp güneş olduğunu sanmama neden oluyor. İyi bir şey olmayacak, ne o denli nazik bir dünyada yaşıyoruz ne de ben hayatın kibar davrandığı şanslı azınlıktanım. Ölmeme bile izin verilmiyor. Yok, hayır, ciddiyim: Şimdiye kadar kafamı sivri demirlere mi çarpmadım, koca köpekler tarafından mı kovalanmadım (Tamamen benim kazmalığımdan yaşandı ama bu önemsiz bir ayrıntı.), parmağımı havuç sanıp kemiğe kadar mı kesmedim (Bir de "Niye aniden sertleşti bu?" diye zorluyorum, annem "Parmağın kanıyor." deyince fark ettim.), boğazıma takılan şeylerin hele haddi hesabı yok... Ölemiyorum bile ya! Kendimi asmaya kalksam ip kopar. Bunun bir yararı yok. Güzel günler olmayacak, hiç olmadı zaten. Dünya iğrenç ve sıkıcı bir yer, bütün insanlar da bencil, çıkarcı, sinsi pislikler. Birkaçı hariç ki o birkaçı zaten... Neyse. İyi hissettiğimi sandığım zamanların geleceğine eminim ama bu illüzyon illaki bozulacak. Tekrar, tekrar, tekrar... Gerçek bir ışığa sahip olmadığım sürece o şey bozulmaya mahkum bir illüzyon olarak kalacak. Şeytani bir işkenceci, kesinlikle iyi bir şey değil. "Umut işkencelerin en büyüğüdür." Kim demişti bunu? Nietche miydi? Kesin yanlış yazdım ama sikerler Almancanın yazım kuralını şu an. O illüzyon, bütün iyi hisler... Sadece şeytani bir işkenceci, artık acıya bağışıklık kazanınca işkence o kadar zevk vermiyor tabii. Anlamsız, gereksiz, önemsiz. Neyse ne. Her halükarda o illüzyonun varlığından memnunum, en azından nefes alabiliyorum. Ve ışığa gelince... Hâlâ ama hâlâ bir umutla bekleyen o gönlümü de sikeyim. Neyse, "hayallerimizi satmadık ya." Belki bir çıkar yol bulacağım, belki beni kurtarmaya çalışan birileri çıkacak... Hah, nereye çıkıyor? Bütün gün rol kesip yalan söylemekten başka yaptığım ne var? Kimse umutsuz vaka olduğumun farkında değil, iyi saklıyorum zira. Neyse ne. Aslında... Bir kez uzaklaşıp bütün pürüzlerden kurtulabildiğimde... İşte o zaman, belki de bu kaygı mağarasının duvarında kendim bir delik açma gücünü bulacak ve hakiki ışığı görme cesaretine sahip olacağım. Belki de aynı tas aynı tamam devam edecek. "Ölmek isterseniz cenazenizi hayal edin." Böyle bir şey okumuştum, internette bir yerdeydi herhalde. Ben bu yazıyı yazdım mı önceden? Neyse... Edemiyorum. Yok, hayır, kötü edemiyorum. Cenazemi hayal etmek zerrece yaşama isteği vermiyor bana. Ağlayıp dövünen, gerçekten üzülen kişileri hayal edemiyorum. Babam "Ölmenin zamanı mıydı? Bir ton iş çıkacak." diye cesedimi azarlıyor, kardeşim... Kenarda bir boklar yiyor, her ne yapıyorsa. Zaten başka pek bir kişi de yok. İçten içe sırıtan birkaç kişi var ama kim olduklarını pek de ayırt edemiyorum, bir de ben tabii: Tabutun içinde hayatta hiç sahip olmadığım kadar geniş, gerçek bir sırıtmaya sahip, ölü göz kenarları mutlulukla kıvrılmış ben. Tabutun baş kısmına kolumu dayayıp kabre götürülmeyi bekleyen ruhum, belinde bir kılıç ve elinde bir kadeh tutuyor. Yüzünde zafer gülümsemesiyle cenazede toplaşanlarla dalga geçiyor. Yo', hayır, cenazemi düşünmek beni iyi hissettiriyor evet; ama sadece bir gün gerçekten öleceğimi, bunun kaçınılmaz olduğunu bildiğim için. Ölüm şu dünyada adil olan tek şeydir, bu yüzden de varlığı şarttır. Yaşam dediğin işkenceyi uzatmanın ne anlamı var ki? Ölümsüzlüğün yükünü bu dünyanın kaldırabileceğini düşünüyor musunuz? Üstelik pahalı olacaktır yani o bile adil olmaktan çıkacak. Cenazemi düşünmek beni hayata bağlamıyor, ölme isteğimi kuvvetlendiriyor. Kendi cesedinin başında dalga geçen kendi ruhumun belindeki kılıç da kendi kılıcım zaten, ölünce bedenimin üstüne bıçak değil de onu koyun. Bilin bakalım orada kim yok? Aile var, arkadaş... Belki vardır. Kim yok peki? Sevgili, eş ya da onun gibi bir şey. Burada bile umudum yok. Gerçi, ben batıl inançları olan bir insanım; bu aklımı korumamın yollarından biri. Hâlâ tımarhaneye düşmediysem bu bir şeylere (neye olduğunun önemi yok) inanmakta ısrarcı olmam sebebiyledir. Heh, neyse; batıl inançları olan bir insanım ve bugün iki farklı (biri de hemen az önce) olumlu işaretle karşılaştım ama... Eh... Sevilmek istiyorum. Saygı görmek istiyorum. Sadece çıkarcı, bencil şerefsizin tekiyim, insanlığın geri kalanı gibi. Dahasını istemiyorum. Yetti bu kadar. Neye, kime faydam var ki benim? Tek yaptığım boş boş dolanıp şikayetlenmek. Eh, ortama kolayca ayak uydurabildiğim ve gerçek düşüncelerim hakkında (en azından konuşurken) ketum olduğum için gittiğim çoğu yerde rahatlıkla bir yer bulabiliyor ve yaşayabiliyorum. Ama bunu istemiyorum ki. Beni, gerçek beni isteyen kim var? Kimse. Sadece sessiz, uyumlu tip. Orada olmam ya da olmamam fark etmez. Boşluğumu, kendinden nefret edip içinden devamlı tüm dünyaya söven herhangi biri de doldurabilir. Kendi yerimi inşa edemem. Kimse beni takip etmez. Eh, takipçilere ihtiyacım yok ama yine de kendi yerimi inşa edemem hâlâ. Yine de... Yine de yaklaştım, ona dair bir umudum var. Eğer... Eğer kendi yerimi, kendi gerçek yerimi inşa edebilirsem belki hakiki ışığı görebilirim. Veya her zamanki gibi kolayına kaçıp nereye koyulsa orada duran ve üç ayda bir arıza çıkaran ama kısa sürede sustuğu için orada tutulmaya devam eden biri olmaya devam ederim. Hayır, artık bu olmayacak. Yeter. Bu kadar korkaklık, bu kadar kaçınma yetti artık. Dişimi biraz sıkıp şu sikik okuldan mezun olduktan sonra İkarus'un kanatlarına sahip olacağım. Güneşe erişip yansam da önemli değil, karanlıkta boğularak ölmektense ışığın beni yakmasını tercih ederim. İşte o zaman, o zaman... Ne anlatıyorum ki ben? Öyle bir şey olmayacak. Yine mal mal takılıp üç ayda bir buraya şikayet edeceğim. Kişisel blog mu terapi defteri mi belli değil. Kişisel blogun amacı bu değil midir ki zaten? Neyse ne. Bunu amma çok dedim. Bak yine yazının sonunda karanlık moda geçtim, başta dediğim buydu işte.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder