Geçen yazıda dediğim "Avrupa'nın çoğu doğudan gelme." işini biraz açacağım. Neden o zaman açmadım? Şimdi aklıma geldi. E, hiç açmasaydın madem? Açmak istiyorum. Konuya dönelim. Avrupa'nın temelde üç halkın sırtında durduğunu varsayabiliriz: Batı medeniyeti denen şeyin temelini inşa etmiş olan Yunanlar (Roma uzun süre Avrupa'nın tamamına yakınını elinde bulundursa da diller ve kültürlerin kendi arasında geçiş dışında pek bir mirası olmadı, günümüz İtalyanları bile Roma'dan tamamen farklı bir kültüre ve anlayışa sahip yani Roma'yı Avrupa'yı şekillendiren bir halk olarak sayamayız, kaldı ki Romalıların tam olarak hangi halktan olduğu da meçhul; "Romalı" başlangıçta sadece Roma şehrinin, sonrasında da bütün Roma topraklarındaki halkların adı oldu, hiçbir zaman belli bir halkın adı olmadı), batı kültürünün iskeletini kurmuş Keltler (Roma yokken bunlar vardı) ve hem eskiden hem şimdi sayısal ve askeri üstünlüğe sahip Cermenler. "Cermenler Orta Avrupa'ya sıkışmış bir grup barbar." Roma da onları böyle görüyordu ama bakalım öyle mi? Fransızların ataları olan Frenkler Cermenlerin bir kabilesiydi (Kol bile değildi herifler ama şimdi Almanları beğenmiyorlar), İngilizlerin ataları yine Cermenlerin bir kolu olan Anglosaksonlardı (Britanya bunların tapulu malı olduğundan çoğu Anglosaksonların bir Kelt kabilesi olduğu yanılgısında.). Günümüz İskandinav dillerinin kökeni olan, Vikinglerin konuştuğu Eski Norsça kesin olarak bir Cermen dili ve Yunan mitolojisiyle Roma mitolojisi arasında kurulana benzer bir paralellik Cermen ve İskandinav mitolojileri arasında da kurulabiliyor ama Vikingler, Cermenlerin bir kolu mu yoksa başka bir şekilde alakalılar mı yoksa tamamen alakasızlar mı (Yunanların ve Romalıların da pek bir ilgisi, alakası yoktu neticede.) o belli değil. Avusturyalılar, Almanlar falan zaten malum. Günümüzde Kelt kökenli halklar Kuzey Britanya'ya sıkışmış durumda, Yunanlar zaten malum. Aslında Slavların özellikle Kuzeydoğu Avrupa'da etkisi çok fazla; Boşnaklar, Sırplar, Makedonlar, Çekler falan Slav hep ama geri kalan Avrupalılar Slavları daima "Barbar doğulular" olarak gördüler (Roma, Cermenlere de başta aynı muameleyi yapmıştı.) ve hâlâ daha var olan en büyük ve en güçlü Slav devleti Rusya'dan "Doğu Cephesi" diye bahsediliyor farkındaysanız. Slavların gerçi Asya dillerine ve kültürüne bolca etkisi oldu SSCB süresince. Bunlardan Keltler de Cermenler de Slavlar da esasen Asya kökenli. Hatta Cermenler ile Keltler tam olarak Kuzey Hindistan kökenli (Hitler de Aryan ırk fikrini bu coğrafi kökenle birlikte dil kökenine [Hint-Avrupa dil ailesi] dayandırmıştı zaten; Slavlar da aynı dil kökenini konuşsalar da onlar büyük ihtimalle Sibirya veya Kuzeydoğu Kafkasya'dan gelmişlerdi.). Bak aslında Asya için de benzer, Asya kültürü genel anlamda şu halkların sırtında duruyor: Hintliler, Çinliler (Şaşırdık mı? Tabii ki hayır.), Türkler (Moğollar hatırı sayılır bir süre Asya'nın tamamına yakınına hükmetse de ilginç şekilde Asya'daki geri kalan kültürlere pek etkileri olmadı. Cengiz Han sonrası Moğol devletlerinin çoğu Türklerle karışıp/melezleşip Müslüman olup Moğolcayı bırakıp bölgelerinde hâkim Türk dilini konuşmaya başlayarak yok olmuştur mesela. Örnek: On Altı Büyük Türk Devleti saçmalığına da dahil edilen Altın Orda. Babürşahlar gibi yok olmak yerine daha da güçlenmiş, hatta bu durum sayesinde kurulabilmiş devletler de var tabii. Avrupa kültürüne, hatta Sanayi Devrimi'ne bol bol yararları oldu gerçi Moğolların barut, bomba [humbara], arbalet ve onun gibi şeyleri Çin'den Avrupa'ya taşıyarak.), Persler*, (7. yy. yani İran'ın Hulefâ-yi Râşidîn tarafından fethedilmesinden sonra) Araplar. Ama şöyle bir sıkıntı var işte: Ulan Asya'da zaten bunlar dışında neredeyse halk yok; olanlar da ya bunların kolu ya da bunlarla beraber başka bir şeyin kolu (Koreliler ile Japonlar bir kol ama onları ayrı sayalım hadi, Türk-Tunguz-Moğol bir kol. Çin-Tay-Vietnamlı falan bir kol, Fars-Afgan-Urdu bir kol, hatta Hint ve onların kollarıyla da birleşiyor bu tıpkı Kore-Japon kolunun Altay koluyla birleşmesi gibi, bütün Kafkas halkları bir kol ki tarih boyunca çoğu kez ayırt etme ihtiyacı duyulmadan "Kafkas" ya da "Kafkasyalı" diye beraber anıldılar zaten; Asya'da durum böyle), Avrupa'da İtalyanlar, İspanyollar, Portekizliler, Ermeniler, Arnavutlar, Macarlar, Finler (Finler İskandinav değil Ural halkıdır, Macarlar gibi yani), Bulgarlar (Gerçi Bulgarları buraya alıp almamaktan emin değilim, yarı Slavlar sonuçta. Ural-Altay kökenlerini ısrarla görmezden geliyorsanız Osmanlı fethedip adını değiştirene kadar Bulgaristan'daki en yüksek dağ olan Musala'nın adının "Tangra/Tengri Dağı" olduğunu hatırlatırım. Demek ki ta o zamanlardan kalmaymış belediyelerin isimleri kafasına göre değiştirmesi.), Letonlar (Bir açıdan Slavlarla ortak koldan sayılabilirler hadi) gibi bir ton bu üçüyle alakasız ya da sadece karışma/melezleşme yönünden alakalı halk da var.
*Türkistan'da hâkim dinin İslam olmasının baş müsebbibi Araplar değil bunlardır örnek olarak. Cengiz Han, Moğolları tüm dünyanın hâkimi kılmadan evvel doğudaki gelişmeleri, işleri Batı'ya taşıma görevini de üstlenirlerdi. Ek olarak, Persler Malazgirt öncesindeki Asya kıtası için Batı'ydı. Hem Asya'nın en batısında yaşıyorlardı (Araplar, Perslerin yıldızının en parlak olduğu dönemlerde birbirlerine "Bu kim amk?" diye bakan tam teşekküllü bir kabilecilik içindeydi, haliyle ne onların dünyanın geri kalanından ne dünyanın geri kalanının onlardan haberi vardı.) hem de Yunancayı, Latinceyi, Roma'dan haberleri ve gelişmeleri doğuya taşıyorlardı. Eh; kültürleri, giyimleri, yaşayışları, hatta dilleri bile diğer Asyalılardan, en yakın oldukları (hatta tek bir kolda birleştikleri) Hintliler ile aslen kendilerinin kolu olan Afganlar (Paştunlar) ve Soğdlardan (Tacikler) bile çok batılılara benziyordu. Gerçi Soğdlar bir yerden sonra kültür açısından neredeyse tamamen Türk kültürünü benimsemişlerdi ki bunda göçebe olmalarının etkisi olup olmadığını da hep merak etmişimdir.
Okullarda tavana ayak izi bırakmaktan sorumlu personel mi istihdam ediliyor? Hayır tavanında ayak izi olmayan sınıf görmedim ama tavana basmaya çalışan ya da ayakkabı fırlatan sınıf arkadaşlarım da olmadı hiç, ondan soruyorum. Bir de hep tektir, grupsa yani birden fazlaysa bile asla çift olmaz, hep kendi halinde, tek başınadır. Kimin ayak izi lan bu? Şu animelerdeki gibi bizim ülkede de her okulun 7 gizemi olsa (Japonya'da 7 gizem toplayamayan okula lisans vermiyorlar herhalde, her okulun da 7 gizemi olamaz ama ya.) biri mutlaka bu(nunla ilgili) olur. Gerçi ortaokul veya lise 1'de öyle sınıf arkadaşlarım olmuş olabilir belki, o zamanlar hem ben etrafıma karşı bugünkünden çok daha kayıtsızdım hem de o yaşlar erkeklerin hayvanlığının zirve noktada olduğu yaşlardır. Sonrasında, özellikle 17 yaş civarında çok daha beter olsa da hayvanlığın çoğu gitmiş olur. Eh, artık etrafıma daha çok dikkat etmem bana ne kazandırdı peki? Kafein bağımlılığı, insanlara karşı nefret (İşin ilginç kısmı kendim dışında birebir tanıyıp da sorunum olan pek insan yok, genel anlamda "İnsan" denen şeyin kendisini rahatsız edici buluyorum.), aşk acısı, bolca hayal kırıklığı ve yapmış olmaktan gurur duymadığım birkaç şey. "Ulan hiç mi iyi bir şey getirmedi bu durum?" derseniz şayet: Getirdi. Sonrasında acıya dönüşse de müthiş bir sarhoşluğu tattım (Bir önceki cümledeki bir şeyle bağlantılı bu, bak "acı" diyorum...), o gurur duymadığım şeylerin de karakter gelişimime ve düşünce yapıma, fikriyatıma, hatta yazınıma derin ve köklü etkileri olduğunu inkar edemem.
Türkçede bazı küfürlü atasözü, deyim ve deyişler var. Ama aynı zamanda bunların çoğunun (Başta "Hepsinin" demiştim ama birkaç istisna aklıma geldi) sansürlü versiyonları da var (Gerçi onlar orijinaller de olabilir, belli değil o). Mesela bir "Sikerim böyle işi" (Evet, deyim bu. Gerçekten yapabilme ihtimalin olmadığına göre?) var, bir de "Başlarım böyle işe." Bir "Kim siker/sikler Yalova kaymakamını?" var, bir de "Kim takar Yalova kaymakamını?" (Ki muhtemelen bunun orijinali "Kim takar?" şeklinde küfürsüzdü ve Yalova'nın hangi akla hizmet olduğu belirsiz şekilde İstanbul'un ilçesi olduğu dönemlerdeki bir olaya dayanıyordu.) Bir "Damat kayınpederin göt damarıdır." (Götlü bir şeydi ama böyle olmayabilir, net hatırlamıyorum.) var, bir de "Damat kayınpeder toprağındandır." Bir "Bahtsız bedeviyi çölde kutup ayısı sikermiş." var, bir de "Bahtsız bedevi çölde kutup ayısıyla karşılaşırmış." O değil de kutup ayısı denen hayvanı ne zamandır biliyoruz da bu deyime dönüştü lan, merak ettim şimdi. Bir "Her sikim hıyar diyene tuzla koşmak" var, bir de "Her hıyarım var diyene tuzla koşmak." Bir "Arap yağı bol bulunca taşaklarına/götüne (Bunun da iki versiyonu var bak) sürermiş." var, bir de "Arap yağı bol bulunca orasına burasına sürermiş." (O değil de bu Araplar bizim deyimleri, atasözlerini bulanlardan ne çekmiş be. Sonra "Yıllarca iç içe yaşadık, şimdi de yapabiliriz." diyorlar; bu atasözleri ve Barbaros Hayreddin Paşa'nın hatıralarından görüyoruz nasıl bir bir arada yaşamakmış.) Bir "Götü yememek" var, bir de "Bir tarafları yememek." Hatta otosansür uygulayacağım diye iyice çığırından çıkmış "Gözü yememek" diye saçma sapan, "Ne alaka ki lan?" dedirten bir versiyon ile küfrü argoyla bastıran "Maçası yememek" şekli bile var. Ulan ilk kısmı atıp direkt "Yememek" diye de var be ("Ne o, yemiyor mu?").
İnanç tartışmalarında "Tanrı bizi niye yarattı da sınıyor, ne gerek vardı?" Diye bir soru vardır. Bence de gerek yoktu, esasen sorulsa hiç var olmamayı seçerdim; muhtemelen insanlığın da hiç var olmamasını. Lan acaba gerçekten soruldu ve öyle dedim de ondan mı dünyada nerede sikik, kimsenin yaşamamış olduğu sorun varsa beni buluyor? Kendi başlarına küçük, neredeyse önemsiz sorunlar ama her gün günde en az üç vakit olunca birleşiyorlar, birleşince de göründükleri kadar önemsiz ve görmezden gelinebilir olmadıkları ayyuka çıkıyor. Neyse, benim buna şahsi cevabım can sıkıntısı. Ben de kendimden başka hiçbir şeyin olmadığı bir ortamda ezeli ve ebedi olsam benim de canım sıkılırdı, "Dur şöyle bir şey yapayım." Diye işlere girişirdim.
Bizim milletin tarihi tartışırken yaptığı en büyük hayata o zamanın şartlarını bugünmüş gibi görmek. Malum bu ülkede tarihini bütünüyle kucaklamana izin yok; Atatürk'ü seviyorsan/başarılı buluyorsan Osmanlı'dan nefret etmek, Osmanlı'ya ceddin diyorsan Atatürk'ten nefret etmek, ezkaza ikisini de kucaklıyorsan İslam öncesi Türk devletlerine sövmek mecburiyetindesin bu ülkede. İşte o yüzden herkes taraf seçiyor ve karşı tarafı, dönemin şartlarını düşünmeden (ve çok büyük ihtimalle zerrece bilmeden) yargılıyor. Bu arada bahsettiğim eleştiri değil, eleştiri getirilebilir; onda sıkıntı yok. Ama dönemin şartlarını bilmek ve ona göre eleştirmek zorundasın ki eleştiri dediğin şey bir sikime benzesin. "O zaman öyle gerekiyordu." diye bir şey yok bizde, varsa yoksa "Vay şerefsizler, bu ne acımasızlık?" Ki bunun dendiği her şeyin yaşandığı sıralarda Avrupalı bizim cahil aydınların "Ortaçağ Karanlığı" dediği şeye batmış durumdaydı. Ortaçağ Karanlığı, Avrupa'ya özgü bir şeydir; aynı Ortaçağ'da Çinliler tüfek kullanıyor (1), Moğollar tankın atası diyebileceğimiz debbabe ile şehirleri düzleştiriyor, İran ile Kuzey Hindistan civarlarındaki halk tamamen çelikten yapılmış yaylar ile oklar kullanıyordu (2). Aynı Ortaçağ'da, Osmanlı dünyanın ilk profesyonel ordusu olan Yeniçeri Ocağı'na sahipti -ki hazır yeri gelmişken dünyanın ilk düzenli ordusunun da Mete Han'ın ordusu olduğunu belirteyim- vesaire vesaire... Batı'nın o devirde bitleri mahkemeye çıkardığından bihaber doğuyu küçümsemek komik oluyor (3). Osmanlı tarafında olanların* en temel sıkıntısı da durumun sonrasında değiştiğini (Rönesans ile başladı, Sanayi Devrimi ile tamamlandı, 1. Dünya Savaşı ile son darbeyi vurdu) kabullenmemek zaten. Ha, "Bizde Ortaçağ karanlığı yoktu." dedim ama bizde de "Yeniçağ Karanlığı" vardı. Batılılaşmayı ta o zamanlar götümüzden anladığımız için batıyı yakalamak için batının Ortaçağ'ın sonlarında terk ettiği adetleri uyarlamaya başladık, sokak köpeklerini Hayırsızada'ya sürdük mesela ki henüz ona yeni yeni sahip olmaya başladığımız dönemlerde I. İbrahim (20. yy.dan önce adamda "Deli" lakabı yoktu. Ha epilepsisi ve demansı vardı ki onlar birer nörolojik bozukluktur, her nörolojik/psikolojik bozukluğu olana deli diyeceksek Einstein [1] ve Nietzche [2][doğru mu yazdım lan acaba?] de delinin tekiydi o zaman.) kuş evleri yaptırmış, kedilere üşümesinler diye kürk giydirmiştir. Ulan ayrıca şu an kedi-köpek kıyafetleri satılıyor, bunlar modernlik oluyor da Sultan İbrahim'in yaptığı delilik oluyorsa sikerim böyle bakış açısı farkını. Neyse, sinirlendim yine. Sözün özü o Ortaçağ Karanlığı denen şey bizde Yeniçağ'da, Batı'yı yakalamaya çalışırken açıktan almamız yüzünden yaşanmıştır. En keskin ve acımasız olduğu dönem de tam olarak Osmanlı'nın son dönemleridir zaten, örneğin maymunların idam edilmesi olayı tamamen domuzları idam eden Ortaçağ Avrupası'nın çöpe attığı şeyleri almamızdandır. Atatürk'ün kendi döneminde "Çok ağır ve ani olmadı mı bu?" şeklinde eleştirilen (Eleştiriyi yapan da bizzat Kazım Karabekir ha. Bir de H. Nihal Atsız gibi "Sikeyim batıyı; doğuya, öz kültüre dönelim. Bizim başımıza bir Hakan gerek." tavrında olanlar vardı.) devrimler bu yüzden o kadar keskindi, bir an önce arayı kapatmayı amaçladıkları için. Gerçi batılılaşma anlamında o yandan bu yana çok bir şey değişmedi, hâlâ "Gelişeceğiz, modernleşeceğiz." diye Amerikalının, Avrupalının geçen asır "Oi, what the hell? What are we fuckin' doing?"** deyip çöpe attığı şeyleri kendimize yamamaya çalışıyoruz.
*Lan insan kendi tarihi için taraf tutar mı? Kendi dönemi için tutarsın hadi, mesela "Cem Sultan'ın hakkıydı taht" ya da "Ulan bu Vahdettin ne pis adammış, iyi ki Atatürk varmış." dersin veya şapka kanununu eleştirirsin (Bu arada bu bence de tamamen gereksiz bir şey ama ne Osmanlıcıların ne Cumhuriyetçilerin bildiği bir şey var ki: Fesin de olayı budur, o da batılılaşma ayağına getirilen bir şeydir ve insanlar "Şapka kanunu"na nasıl tepki verdiyse fese de birebir aynı tepkiyi vermiştir. Yani şapka kanununa karşı çıkıyorsan fes hakkında da kötü hissetmelisin, destekliyorsan fes hakkında da iyi hissetmelisin. Bu cehaletle, bu eşeklikle daha bin yıl sömürürler bizi; üstüne "Akşama doğru köprü çok kalabalık oluyor, bir zenci daha koysanız?" diye Amerika'nın kapısında kul köpek olursunuz.) ya da kardeş katli fermanına söversin (Ki bu da senin Türk tarihi ve töresi hakkında bir bok bilmediğini gösterir ama konumuz bu değil. Akrabasını öldürerek tahta çıkan Türk hükümdarlar sıralı tam liste: Mete Han [Babası], Attila [Ağabeyi], Osman Bey [Amcası]) ama koskoca bir savaş ve devrimi (Türkiye Cumhuriyeti'nin kendisi bir devrimdir. Türkiye zaten vardı, yönetim biçimi monarşi, hanedanı da Osmanoğullarıydı yalnızca. Anayasada ve tarih derslerinde bile kurulan şeyden "Devlet" diye değil, yönetim biçimi olan "Cumhuriyet" şeklinde bahsedilir çünkü yoktan var olan bir şey değil sadece değişim/dönüşüm söz konusudur. Marco Polo'nun haritalarında bugün Türkistan dediğimiz yer Turchia yani "Türkiye," bugün Anadolu dediğimiz yer de "Turcmenia" yani "Türkmenistan" olarak yazılmıştır -ki Marco Polo'nun haritayı çizdiği dönemler tam da Moğollara "Bir siktirin gidin lan." restini çeken İran coğrafyasındaki yarı-göçebe Oğuz beylerinin batıya, artık Türklerin elinden gidip Moğoleli olan yerlerden hâlâ Türkeli olan yerlere göçünün etkili olup Anadolu'da yerleşik kültürden ziyade göçebe Türkmen kültürünün daha yayıldığı ve daha etkin olduğu dönemlerdir-; zaman geçtikçe kavramlar "Turkestan" ve "Turchia"ya dönmüştür.) olan ya da koskoca 600 yılı komple silip ötekileştirmek ne lan?
**Dublaj Türkçesi: "Bu da ne böyle? Biz ne yapıyoruz ha, seni lanet olası pislik?" Günümüz Türkiye Türkçesi: "Bu ne lan böyle? N'apıyoruz biz amk?" Eski Türkçe: "Bol nēdir be böğle? Nē yapƣarƣïz mëz amƣıŋa ⱪoyƣağım?" Divan edebi... Şaka şaka, o kadar da abartmayacağım. Ya da abartıyorum lan, hadi bakalım (Şairin selameti ve beyitin iyice çığırından çıkmaması adına aruz ölçüsü görmezden gelinmiştir): "Bol ne iştir ey humayun-u adli, nas ne eder de yâre yâre eder dili/Lâkin mey ü*1 letafet ile müsakeşe eylerim bol nâşekli faali." Divan edebiyatı böyle, yapacak bir şey yok. Bu arada bunu günümüz diline çevirirsek (Google Translate misin be mübarek): Bu ne iştir ey adlin (adaletin) humayun'u (divanı/toyu/yasası), insanlar ne eder de yara yara eder gönlü/dili (Bak, tevriye bu. Bir taraftan gönlümü yaralarlar derken bir yandan da "Bana küfrettiriyorsunuz amk." demeye getiriyor.) / Ancak şarap eşliğinde nazikçe/hafifçe sikerim (Divan edebiyatı olunca tabii... Halk edebiyatı olsa şimdiye çocuğu vardı.) bu şekilsiz (Kelime uydurmak, üstelik bunu Arapça, Farsça ve Türkçeyi birbirine katarak yapmak divan edebiyatının temelidir.) işi." Yalnız hem göz hem kulak kafiyesi var burada ("Lam, Ye" diye bitiyor iki dize de), dikkat. Hatta al sana halk edebiyatı: "Batuoğlu der ki: Behey ko'duğumuŋ evlâdı biz né ederiz böyle, bol iş nécedir bre?" Daha başta üç dize daha var da konumuz o değil gshadfhasd. İyice ne hale geldik yav. Yalnız tam Translate oldum dikkat ettiysen, günümüz Türkçesinden divan diline çevirdiğimi divan dilinden günümüz Türkçesine bambaşka çevirdim.
*1: Bu arada buradaki "Ü" muhtemelen aslen "Ve" diye okunuyordu. Divan şairleri bunu tek bir Vav ile yazdığı ve üstüne bir üstün yerleştirme zahmetinde bulunmadığından zamanında Osmanlıcası kıt biri "yuvarlak ses" olarak anlamış, en mantıklısı da Ü gelmiş (Bana Û gelirdi), öyle kalmış. Harekeler klasik Arapçada olmayan şeyler, günümüzde bile gündelik Arapçada kullanılmıyorlar; Osmanlı, tıpkı alfabeyi miras aldığı Selçuklular ve onların alfabelerini temel aldığı Persler gibi sesli harflerden bazılarını sessiz harflerle, bazılarını da halihazırda sesli olan Elif ile ikame ettiğinden harekelere pek ihtiyaç duymasa da lüzum görüldüğünde veya süsleme amaçlı kullanılmıştır harekeler. "Ah" kelimesi yazılırken Elif'in üstüne bir med konulurdu ("Ah" şu şekilde yazılırdı: آه), "Eşşek" adlı mizah dergisinde şedde kullanılmıştır örneğin. Divan-ı Lügatit Türk'ün yazıldığı zamanlar hem Türkler Uygur alfabesini kullanmaya devam ettiği hem de Klasik Arap Alfabesi, Arap kökenli Fars alfabesinin aksine zaten aslında var olmayan, sonradan icat edilip sadece Kuran'da kullanılmış harekeler dışında ses belirtecine sahip olmadığından (Ayn ve Elif sadece cümlenin başında kullanılıyordu sesli olarak, cümle ortasında ve sonundaki işlevleri daha ziyade uzatma, kısaltma gibi şeylere yönelikti.) Kaşgarlı Mahmut, harekeleri kelimelerin doğru okunuşları için kullanmıştır.
Hahahaha... Hah... Ha... Sahte Kahramanlar ve Kara Cadı okunmuyor lan. gshajasgjdsa. Lan yazdığım bütün saçmalıklar içinde bir cevher bu, basılı olarak görmek istediğim tek işim. Sonunu doğru düzgün bitirebilip de memnun olduğum tek işim. Ejderha ve Mühür'den de memnunum ama o henüz bitmedi, çok başka planlarım var onun hakkında ki o planlardan başka cins cins fikirler de aklımdan geçiyor şu aralar. Hatırlanmasını, geride kalmasını istediğim tek işim. Yazdığım bazı şeyleri bizzat kendim imha ettim, çoğu zaten yarım bile denemeyecek kadar az; sadece başlangıçları var. Bir kısmı da... Gün yüzü görmesi gerekmediğini düşündüğüm şeyler, azıcık eli yüzü düzgün olanları Sweek'e ekleyecek olsam da. Tekrar fark ettim ki benim işim hikaye anlatmak değil, evren kurmak. Bir ortağa ihtiyacım var, neyse. Öyle biri olmayacak. Büyük ihtimalle yapayalnız öleceğim ve cesedim ancak kokmaya başlayınca bulunacak. Keşke bir kızın elini tutmadan ölmeseydim. Neyse, konumuz bu değil. Konumuz ne? SKvKC. Lan basılı tek bir eserim olsa bu olurdu. Aylarımı verdim lan buna, başka hiçbir şey yazmadım bununla uğraşmak için ki normalde çoğu şeyi tamamlayamamamın bir sebebi de aklıma gelen her fikir için en azından başlangıç yapmaya çalışmaktır. Nice fikirler, eklemeleri görmezden geldim lan bu doğru düzgün olsun diye. Ama okunmuyor. Okunmuyor ya, inanılır gibi değil. İki okunma, bir beğenme var; okunmaların ikisi de benim yanlışlıkla okumamdan, beğeni de... Okumadığı şeyin nesini beğendi merak ediyorum. Kısa Kısa diye ta fi tarihinde yazdığım (aşırı) kısa korku hikayeleri antolojisi vardı; o okunuyor ("Okunuyor" dediğim de 6 kişi mi ne), SKvKC okunmuyor. Hayır buradan "Neden okumuyorsunuz lan?" yazsam ne olacak, blogda mı yayınladım da buradan soruyorum onu? İnanılır gibi değil ya. Hatırlanmasını, geride kalmasını istediğim en öncelikli, belki de tek şeye zerrece ilgi gösterilmiyor. Neyse, Ejderha ve Mühür eli yüzü düzgün bir iş de en azından o okunuyor; ama kalan her şeyi yakıp tek bir şeyi geride bırakacak olursam SKvKC'yi seçerdim, ha ileride onu geçebilecek bir iş çıkarırsam başka ki SKvKC'yi ondan daha fazla kasmadan geçebilecek bir şey yazabilecek kadar yetenek yok bende. Niye okunmuyor lan bu? Sinirim bozuldu. Hayır burayı da 2 kişi okuyor, buradan milletin aklını çelecek bir şeyler yazsam neye faydası olacak? O tanıtım mı acaba "Bu ne ya?" dedirtti millete? Öyle olabilir mi? O tanıtımı arka kapak yazısı için planlamıştım, tanıtım kısmına koyunca ağır mı oldu ki? E ama o kısım onun için değil mi zaten? Beni çıldırtmak mı istiyorsunuz lan siz? Niye Kısa Kısa gibi sokuk, yarısını yayınlayıp kalanını "Bu ne amk?" diye sildiğim, cümle yapıları kısmi katliama uğramış (Eski işlerimdeki imlaya baktıkça kendimi boğazlayasım geliyor. Hayır o kadar beter haldeler ki düzeltilemiyorlar bile çoğunlukla.) bir iş okunuyor da SKvKC okunmuyor lan? Neyin peşindesiniz siz? Komplo mu lan bu? Niye yapacağım her şeye yapacağım sırada bir engel çıkıyor? Hadi engel çıkmıyor, aha böyle ortada mal gibi dımdızlak kalıyorum. Sikerim ama böyle aşkın ızdırabını, yeter ya. Yoruldum ben artık, bir şey de düzgün gitsin. Yıl-dım. Bir de "Engel olarak gördüğünüz şeyleri kaldırın." diyor, bunu yapacaksam benim ya intihar etmem ya da dünyayı yok etmem gerekiyor. Hep o Veyda denen piç (SKvKC'nin başkarakteri) yüzünden oluyor herhalde, nasıl bir uğursuzsa SKvKC'nin de okunmasına engel oluyor it oğlu it. Fark etmiş olabileceğiniz gibi Veyda SKvKC'de en az sevdiğim karakter, kitap içindeki birtakım şerefsiz karakterleri bile daha fazla seviyorum. Başkarakterini seven bir insan değilim ben, Ejderha ve Mühür'deki Utpa'ya da gıcığım mesela. Lan niye benim bile yarısından fazlasını okumaya katlanamayıp attığım şeyler okunuyor da SKvKC okunmuyor, bana bunun cevabını verin. Uğruna birkaç yılımı feda ettiğim, nice içinden cevher çıkabilecek veya -en azından- yeni yeni fikirler doğurabilecek fikri hiç yazmadan çöpe attığım şey, sonlar konusundaki basiretsizliğimi kırdığım, yazdığım geri kalan her şeyin yok edilip sadece onun kalmasını bile isteyebileceğim kitap okunmuyor. Basılı olsa da okunmazdı, bunu bilmek daha da sinirimi bozuyor.
Kedi, köpek ve gelinciklere mikroçip taktırma zorunluluğu gelmiş. Öncelikle şunu belirteyim: Hayvan kimliği ve hayvanlar için kimliği böyle taşıyacak bir şey gerekliydi, bu açıdan olumlu bir gelişme. Yalnız benim kafamı "Gelincik" ayrıntısı karıştırıyor. Bu ülkede gelinciklerin evcil hayvan olarak beslenebildiğini bilen kaç kişi var ki, nereden aklınıza geldi la gelincik? Ha gelincikler kemirgenler gibi değil, kedi-köpek gibi dolaşıyorlar o yüzden onlara da lazımdı, bu doğru ama biri "Evinde gelincik var." diye ihbar etse bakanlık ceza yazar lan muhtemelen, hiç yasaya da bakmaz "Bunlar beslenebiliyor mu, nedir?" diye; nereden aklınıza geldi ki gelincik durduk yere? Yasal statüleri nedir mesela? Sürüngenlerin yasal statüsü hâlâ belirsiz örneğin; tutulabiliyorlar mı, tutulamıyorlar mı, CITES mi gerekiyor (E ama evcil "morph"lar CITES alamıyor doğada zaten olmadıkları, ev üretimi oldukları aşikar olduğu için?) belli değil. Bence gelinciklerin de yasal statüsü böyledir, "Yaban hayvanı" kapsamındadırlar yani büyük ihtimalle ki feretler için bu saçmalığın daniskası -ki biri beslemek amaçlı doğadan gelincik yakalamaya kalkmadığı sürece beslemek için bulabileceği tek gelincik çeşidi de feret zaten- ama "black pastel ball python" için de öyle olmasına rağmen onların durumu bu. "Pitonda niye saçmalık?" diye mi soruyorsunuz? Doğada öyle bir piton yok çünkü, tamamen beslemek amaçlı üretilen bir çeşit de ondan. O sebeple CITES de alamıyor. Aha bak, feret der demez "Feret üretilen eve baskın." diye haber çıkıyor. Beslemesi yasadışı ama illa besliyorsan da mikroçip taktır mı diyorsunuz, ne diyorsunuz?
"Size kötü hissettiren insanları hayatınızdan çıkarın." Ulan bu geyik de yıllardır bitmedi ha. Bana kötü hissettiren insanlar sıralı tam liste: 1-Bizzat kendim, 2-Babam. Hadi taşınır maşınırız da kendimi nasıl hayatımdan çıkarayım lan? Bitmedi "Pozitifler için pozitifçe davranış" sikikliğiniz. Biz dünyanın ne kadar iğrenç olduğunun farkında olanlar bunlara "Bir siktir git amk, küfrettirme beni şimdi durduk yere." şeklinde yaklaşıyoruz.