Bak şimdi, bazı yerlerde hamburgerin yanında çatal bıçak getiriyorlar, ben o zaman bir kalıyorum. Çatal bıçakla yemeye kalksan bir kere "hamburger" konseptine aykırı, sonra garip bir görüntü çizeceksin, sakil duracak. Kimse fark etmese ya da insanların düşüncelerini umursayan biri olmasan bile sen kendinden tiksineceksin. E eline alıp yemeye kalksan "O çatal bıçağı neden getirdiler lan acaba?" şeklinde düşünmekten yemeğe konsantre olamadığın gibi bu tür yanında çatal bıçak getirilen hamburgerler genelde hayvani boyutlarda oluyor, doğru düzgün ısıramıyorsun, hatta onu bırak eline bile alamayabiliyorsun falan.
Yukarıya "derdini sikeyim" demeden önce şunu bilin: Böyle küçük şeyleri dert etmeye ihtiyacım var, özellikle de beynimi komedi ya da benzeri şeylerle oyalamadığım zamanlarda. Neden peki? Çünkü böyle küçük şeyleri dert edip abartmazsam gerçek sorunları düşünmek zorunda kalırım: Dünyanın iğrenç bir yer olması gibi ya da benim nasıl şu an olduğum hıyarağası haline geldiğim gibi... Ha beynimi romantik komedi içeren bir şeylerle meşgul etmeye kalktığımda insanlık için küçük ama benim için büyük bir sorunu düşünmek zorunda kaldığımdan ters tepebiliyor. Hangi sorun olduğu gayet aşikar bence: Köhne bir apartman dairesinde yapayalnız ölecek olduğum gerçeği.
Birtakım şeyler için bir liste yaptım, "Gerçek anlamda tek başıma yaşamaya başlayınca alacağım/yapacağım şeyler"e dair ama... O listenin parasını uyku ve yemek için bile mola vermeden 7/24 tam 200 yıl boyunca çalışırsam anca çıkarabiliyorum. Hayır listede "altın kaplama antika vazo" gibi şeyler de yok ki arkadaş, neden öyle oldu anlamadım, aslında tek tek baktığında o kadar da pahalı değiller ama birleştiklerinde bayağı beter oldular. Ha bir de hesaplamaya yemek, fatura gibi şeyleri de ekledim, ondan mı öyle oldu acep? Aaah, artık yapamıyorum. Eskiden kendimi "kurban" rolüne koyar, hayallerimin birebir aynısı değilse de en azından beni memnun edebilecek bir şeyler olabileceğine inanırdım ama bütün inancımı yitirdim... Hayatta kalmak için en temel becerilerimden biri -belki de en önemlisi- olan özelliğimi de yitirdim: Kendimi "kurban" rolünde göremiyorum artık. Bu şekilde hayatta kalamam, daha doğrusu yaşamaya devam etmek için bir motivasyon bulamam. Kendimi kurban olarak görürsem bir sorunum olmaz... Sorumluluk almam gerekmez, "Benim suçum değil ki" yaşamaya devam etmek için bir motivasyonum olur "Hepsine göstereceğim!" Ama hedef tahtasına artık kendimi oturtuyorum ve bu durum "Ah, bu suçluluğa artık katlanamıyorum. Artık kurtarılamam" ve "Ne önemi var ki? Zaten kendime ait olan yeri paramparça ettim, hayatımın bir anlamı ya da önemi yok. Ben ölsem kimse için hiçbir şey değişmeyecek." haline geldi. Kurtarılabilecek aşamayı çoktan geçtim ama küstahça bir kurtarıcı arzulamaya devam ediyorum. Onu beklerken de kendi kendimi bile kurtaramayacak kadar aciz olduğum için kendimden nefret etme katsayım artıyor. Zaten olmadığımdan öte asla olamayacağım biriymiş gibi davrandığım için devamlı bir tiksinti halindeyim. Lanet maskeler, her neyse. Artık yapamıyorum, iyi bir şeyler olacağını düşünemiyorum... Asla olmayacak hayallerden bıktım usandım, ben dünya üzerinde öylesine gezinen önemsiz ve esasen gereksiz bir noktayım. Sırf intihar edemeyecek kadar korkak olduğum için de hâlâ nefes alıyorum.
"Türkiye'de uğurböceği örümceği görüldü" diye haber yapmışlar dün. Bak arkadaşım, rakun köpeği haberi yaptınız ses çıkarmadık "Tamam, yakın bölgede istilacı da olsa var ama tür listesinde yok" diye ama iyice abarttınız ha. Eresus sp. nam-ı diğer uğurböceği örümceği milyon yıldır Türkiye tür listesinde kayıtlı zaten! Şaşırtıcı değil! Milyon yıldır bu topraklarda yaşıyor bu hayvanlar, siz ilk kez gördünüz diye neyin peşindesiniz? Yarın bir gün "Tarantula görüldü" diye de haber yaparsınız (evet, o da var: Hepsi Chaetopelma cinsine kayıtlı üç tür: Chaetopelma olivaceum, Chaetopelma concolor ve Chaetopelma altugkadirorum. Bir tanesiyle bizzat karşılaştım bu arada, C. olivaceum olduğunu düşünüyorum ama üç tür de birbirine benziyor, uzman değilsen -ki ben değilim, asla da olduğumu iddia etmedim- ayırt etmesi zor. Bir de rahatlıkla normalden küçük veya yavru bir tarantula sanılabilecek, tarihte de tam olarak öyle sanılıp Latince ve İngilizce adını ondan almış "tarantula kurt örümceği" Lycosa tarantula var.), üstüne de "Zehirli" dersiniz! (Zehirli tarantula olmaz. Daha doğrusu zehri insana zarar verebilecek kadar fazla olan tarantula olmaz, sadece Avustralya'da iki tür mü ne var. Bir de birkaç tane büyük olmaları dolayısıyla tarantula sanılabilecek çok zehirli örümcek türü var ama tarantulalar ve "gerçek örümcekler" diye bir ayrım var, araştırın o işi, hem şimdi açıklamakla uğraşamayacağım hem de çok fazla Latince isim içeriyor, aklımda yok o isimler. Üstte bahsettiğim L. tarantula vardı ya hani kurt örümceği -Türkiye'deki tek kurt örümceği değil bu arada kendisi- işte o zehirli bak, bayağı zehirli hem de. Dans ettirir insana, öyle bir zehir. Tarantella diye arayın arkadaşım, beni uğraştırmayın.) Ha aklıma gelmişken bizim topraklarda karadul da var, L. mactans yok ama birkaç başka Letrodectus var. Şaşırtıcı değil lan, ŞAŞIRTICI DE-ĞİL! Bin yıldır bu topraklarda yaşıyor zaten bu hayvanlar! Muhtemelen senden daha eskiden beri buralarda yaşayan örümceğin haberini yapıyorsun ya, inanılmaz. Hayvanlar vs. hakkında böyle aptalca ve yalan yanlış haberler görünce dayanamıyorum, kusura bakmayın. Ha şaşırtıcı değil dedim ya, aslında mesela Amerika'ya, Avustralya'ya, Madagaskar'a vs. özgü olmadıkça tür listesinde olmayan canlılarla karşılaşmak da o kadar şaşırtıcı değil. Neden mi? Çünkü Türkiye'nin özellikle de omurgasızlar anlamındaki faunası doğru düzgün araştırılmadığından yaşadığı halde tür listesinde olmayan bir sürü canlı var! Hem Suriye hem de Yunanistan tür listesinde bulunup Türkiye tür listesinde bulunmayan canlılar var, yüzerek geçtilerse demek. Kıbrıs'ta da mola vermişlerdir herhalde "Du' bi' soluklanayım" deyu. Gerçi araştırmacılara da hak vermek gerek: Hindistan, Madagaskar gibi yerler varken kim neden Türkiye'nin omurgasız faunasını doğru düzgün araştırsın, zaten bazı türleri ayırt etmek uzmanlar için bile zorken çok şey istemek olur bu.
Hani devamlı işlenen bir tema vardır, "Bütün insanlık (veya en azından çoğu; bütün ülke, bütün şehir vs. versiyonları da vardır) için çok yakın olduğun birini/birkaç kişiyi feda etme" teması. Aslında insan doğasını çok iyi açığa çıkaran bir tema bu. Şöyle ki: Sadece mantıkla hareket edebilen varlıklar olsaydık, hem kurguda hem de gerçekte yapacağımız şey azın fedası olurdu; ama insanlar o kadar basit varlıklar değiller. İnsan ilişkileri de öylece görmezden gelinebilecek şeyler değiller, hiç tanımadığın birini feda etmek yakinen tanıdığın birini feda etmekten çok daha kolaydır. Zaten onunla ilgili anıların, ona dair sevgin ("sevgi" derken hemen aşk meşk olayını düşünmeyin, her türlü sevgiden bahsediyorum) vs. yoktur. İstersen hümanistin tillahı ol, tanıdığın birine gelen zarar daha çok üzer. Aslında dışarıdan bakıldığında biz insanlar oldukça ilginç varlıklarız, tabii çoğu da tam olarak bu sebepten başımıza açılan kendi sorunlarımızla boğuşurken bunu düşünmeye fırsatımız olmuyor. Şöyle de ilginç bir durum var: Her insanın karanlık arzuları vardır, çoğunu kendi isteğiyle kilit altına alıp zincire vurduğu. Tabii onları zincire vurmayanlar (ya da vuramayanlar, kendilerine sormak lazım) da var ki biz onlara halk arasında "psikopat, sosyopat" gibi isimler veriyoruz. Yine de bunların bazen zincirlerinden kurtulduğu olabiliyor. Bir de herkes için böyle mi bilmiyorum ama bazılarının kendisinin bile bilmediği zincirlenmiş arzuları olabiliyor, ortaya çıktıklarında kendilerini bile korkutan şeyler; tam da o sebeple bilinçaltında zincirlenip görmezden gelinmişler. Vay be, ağır bir hal aldı ha? Son zamanlarda başka işim gücüm olmadığından düşünmeye vaktim oluyor da. Ha önceden çok mu işim gücüm vardı? Yoktu, okula gidiyordum bi' tek. Sadece son zamanlarda kendimi kurban rolünde göremediğim için biraz daha yargılayıcı düşüncelerle boğuşmak durumunda kalıyorum.
Ekşi'de "X ve Y ile eve çıkmak" "X, Y ve Z ile eve çıkmak" diye kalıplar vardır. Mesela "Atilla taş Doğuş ve Nihat Doğan'la aynı eve çıkmak" ya da "Albert Camus ve Jean-Paul Sartre ile eve çıkmak". Burada kişilerin çağdaş olup olmamasının bir önemi yok bu arada. Yalnız olmamasına şaşırdığım bir başlık var, o da şu: "Pavlov ve Schrödinger ile eve çıkmak" Bence eğlenceli olurdu. Yani sonuçta evde her kapı zili çaldığında beslenen bir köpek ve kendisine bakmazsan bırak orada olup olmadığını, var olup olmadığını bile bilemeyeceğin bir kedi olacak.
Hazır Schrödinger demişken (Bu Cermen isimleri niye böyle lan? Schrödinger, bir çırpıda okuyorsun ama yazana kadar canın çıkıyor) "Laplace'ın Şeytanı" diye bir kavram vardır, açıklamakla uğraşmayacağım, gidin araştırın. Yalnız biraz düşündüm de aklıma geldi: Bu tam olarak "Allah her şeyi bilir ama müdahale etmez ve onlar kişinin kendi seçimidir" olayının açıklaması değil mi?
Zaten diğer insanların "uyku düzeni" dediği şeye eskiden beri sahip olmayan biri olarak (kendimce bir uyku düzenim var tabii ama diğerleri tarafından bu pek de öyle görülmüyor) son zamanlarda iyice s... attım uyku düzenimi. Öğleden sonra dörtte uyuyup gece üçte uyanmak falan... Gerçi bahar öğleden sonraları daima uykumu getirmiştir, karnım tok, güneş yüzüme vuruyor, hafif serin bir rüzgar tenimi yalayıp yoluna gidiyor falan... Anlatınca yine uykum geldi, bunun gecenin üç buçuğunda uyanık olmamla herhangi bir ilgisi yok. Yeni uyandım zira, birazdan da geri yatacağım. Çünkü neden yatmayayım?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder