Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

30 Temmuz 2024 Salı

Durum Raporu: Fantastik Edebiyatın Doğaya Göbekten Bağlı Olması ve Bu Sezonun Romantik Animeleri Çok Yorucu

Geçen hafta köydeydim. Hem köyde yapacak bir şey olmadığı* için hem de kısmen sırf bunun için gitmiş olduğumdan dolayı vaktimin çoğunu okuyarak geçirdim. Ham'li Çiftçi Giles'i (kitabî Latince ile söylersek Ægidius Agricola de Hammo) okurken aslında çoktandır farkında olduğum ama belirgin bir düşünce olarak zihnimde ilk kez beliren bir şey aklıma geldi: Fantastik edebiyat, doğaya diğer tüm türlerden daha çok itimat eder, belki pastoral edebiyatın bile olmadığı kadar göbekten bağlıdır. Bu durum belki fantastik edebiyatın babası Tolkien'in gayet aşikar olan doğa sevdasından (gerçi Tolkien'in çağdaşı ve arkadaşı C. S. Lewis'in Narnia Günlükleri'nde de aynı doğaya göbekten bağlılığı görebiliyoruz), belki de Tolkien'in faydalandığını hiç saklamadığı Cermen (İskandinav) mitolojisi ve İngiliz peri masalları da dahil çoğu mitolojinin ve halk hikayesinin insanlığın doğanın parçası olduğunu unutmadığı zamanların izlerini taşımasından kaynaklanıyordur. Bu arada adını geçirmişken Tolkien'in arkadaşları son derece elegant ve inanılmaz edebi bir biçimde laf sokuyormuş (Ham'li Çiftçi Giles, İthaki Yayınları, 11. Baskı, Eylül 2022, çeviri: Niran Elçi, sayfa 21) elwfamlsa.

*Bu arada ben köye yatmak için gittiğimden ve bir şeyler yapmaya kalksam sonra o yaptığımı yerinde bulamayacağımı bildiğimden yapacak bir şey yok. Yoksa iş olsa (kendi evim, kendi bahçem, en azından yaptıklarımın rahat bırakılmasının garantisi) köylerde yapacak iş bitmez. Hazır bunu demişken, aslında kurgusal olmayan (en azından büyük oranda kurgusal olmayan) bir şeyler yazmak için de böyle bir işe girişesim var ama onun için tamamen yalnız kalmaya ve mümkünse internet erişimiyle bir çeşit araca ihtiyacım var, hadi diğer ikisi neyse de tamamen yalnız olmazsam "kurgusal olan ve olmayan" kısmın dengesi kurgusal lehine tamamen bozulacak. Dolayısıyla ya boş verip tamamen kafamdan uyduracağım ya da uygun bir zaman gelene kadar bekleyeceğim. Ejderin Mührü'nün okuduğunu anlayamayan bir editör tarafından mahvedilmemiş versiyonunu hâlâ yayımlatamadığım için (bir yerden para kazanma yolu bulursam ilk yapacağım şeylerden biri de onu yayımlatmak olacak, tabii daha önce başka bir fırsatım olmamışsa -keşke olsa...-; artık gidip "Yalnız biz bunu kafamıza göre değiştirebiliriz, haberin olsun." antlaşması imzalatan doğrudan yayıncılıklara gideriz, onlar da mahvederse bir 3. sürüm işini ortaya atarız artık, nasılsa alıştık aq) bu tür şeyleri de beklemek için çok zamanım var.

Bu sezonun lanet olası romantik animelerinde saçma sapan bir yoruculuk var. Beni inanılmaz yoruyorlar. Ama neden bu kadar yorucu olduklarını da çözebilmiş değilim. Hayır, bu sefer sorun da bende değil, herkes yorucu olduklarında hemfikir. Gimai Seikatsu'yu (bu arada bu sezonun romantik animelerini garip adlarla tanımlayan bir görselde bunun üstünde "Incestn't" yazıyordu, aşırı güldüm, bundan sonra bu animeye böyle hitap edesim var) sırf "Bu saçma sapan gerginlik nereye varacak lan acaba?" (2. bölüme biri "Testo Taylan gerginliği var animede" yazmıştı, ona da çok gülmüştüm) diye izlemeye devam ediyorum, Koi wa Futago de Warikirenai'ı da 3. bölümün 13.40'ına kadar neden izlemeye devam ettiğimi bile bilmiyordum. Zaten normalde bölümü bitirip "Neden izlemeye devam ettiğimi bile bilmiyorum" diye yazacaktım ama 13.40'ta neden hâlâ izlediğimi hatırladım: Göndermeler ve yoğun geek/nerd/otaku (bu arada otaku genelde "anime otaku"nun kısaltması olarak kullanılıyor ama orijinal anlamı geek ile tamamen aynı) kültürü nedeniyle. Karakterlerin "Star Wars mı Star Trek mi?" diyaloğu yaptığı pek fazla anime bulamıyorsun neticede. "Bunlar popüler kültür"le gelmeyin; Star Wars, LOTR falan popüler kültür öğesi değildir, popüler kültürü yaratan eserler lan bunlar. Ayrıca çok daha niş göndermeler de var, ilk aklıma gelen bu olduğundan bunu yazdım. RoshiDere çok sağlam, nispeten de orijinal bir romantik komedi olarak zirveye oynayabilirdi ama o potansiyeli haremin bugüne dek sadece anime bazında bin bir varyasyonunu gördüğümüz (manga bazında 1,5, ranobe bazında en az üç katı) en beter formunu oynamak uğruna o potansiyeli çöpe atmayı tercih etti. Resmen saçmalık ya. En iyi MakeIne gidiyor, tabii ilk bölümdeki mavi saçlı kızla devam etseydi iyiydi ama o giriş ve o çizim tarzıyla hareme bağlamama gibi bir ihtimali zaten yoktu. Ha bir de Giji Harem ama o da zaten bu sezonun gizli mücevheri, onu bu sezonun animeleri arasında bile saymıyorum. Büyük oranda addan kaybediyor (harem sevmeyen adında haremi görünce izlemiyor, harem için izleyecek olan da ilk bölümden "E ama harem değil bu?" deyip bırakıyor; işte bunlar hep Japonca bilmemekten).

𐰼𐰓𐰢:𐰇:𐰴𐰖𐰀𐰠𐰃 𐰼𐰓𐰢:𐰈:𐰵𐰗𐰁𐰠𐰄 ᠡᠷᠲ‍ᠡᠮ ᠥ᠃ ᠬᠠᠶᠠᠯᠢ أردم عُ. خيالى Erdem Ö. Hayalî

Delinin teki. Şu sıralar en öncelikli istekleri aile evinden kurtulmak, Erdem Ö. Hayalî mahlasıyla yazdığı kitabın (Ejderin Mührü) Türkçe bilmeyen bir editör tarafından mahvedilmemiş olan versiyonunu yayımlatmak (ve tabii onun üstüne yazdığı diğer şeyleri de; tabii bir de çizgi roman gibi bir şey için kafa dengi bir çizer veya daha da iyisi edebiyat dergisi kurabilecek birilerini bulabilse süper olacak ama onlar öncelikli işler değil) ve(ya) biraz olsun para kazanacak bir yol bulmak. Sadece birini bile elde edebilse diğer ikisini öne koyacağı farklı bir krize kadar rahat duracağını düşünüyor ama üçü birden olsa daha iyi tabii. Ha bir de 26 yıldır yalnız olduğundan umutsuzca bir sevgili istiyor ama bunu buraya yazmak kendisine evlilik programına çıkmış gibi bir his veriyor, o yüzden boş verin gitsin.

Bir sebepten iletişime geçmeniz gerekiyorsa. Gerçi niye geçesiniz?

6 Temmuz 2024 Cumartesi

Durum Raporu: Sezon Başı Anime Muhabbeti, Amerika'nın "Kim Buldu"ya Gitmesi ve Bozkurt İşareti

Giji Harem en sevdiğim romantik komedi mangalarından biriydi, bakalım animesini nasıl yansıtmışlar? Bu arada adına aldanmayın, harem falan değil, düz romantik komedi. "Giji" zaten Latince "pseudo" kelimesinin bire bir Japonca karşılığı (zaten animenin İngilizce adı da "Pseudo Harem"). Yalnız bu mangayla ilgili hatırlamadığım bir şey var, o da sonu. Hayır yani final yaptı da mı bıraktım (belli belirsiz finalimsi bir şeyler hatırlıyorum) ya da SoL romantik komedilerin %90'ı gibi bölümler sallapati atıldığından "Tamam ya, bu saatten sonra bölüm gelecekse de hiç gelmesin." deyip mi bıraktım onu hatırlamıyorum. Daha bu sabah "Lan Giji Harem'in animesi çıkacaktı sanki, bir bakayım ayın kaçında çıkıyormuş?" diye düşündüm ha. Bu arada animeyi zaten en kötü nasıl yansıtabilirlerdi ki (diyeceğim, aklıma 2021 yapımı Horimiya rezaletiyle fanservisin suyunu çıkarıp animeyi mangadan alakasız şekilde ecchiye çevirmiş olan Mieruko-chan geliyor) ama mangasını okurken ne hissettiysem tamamen aynılarını hissediyorum. Son zamanlarda gördüğüm en başarılı uyarlamalardan biri. Ana karakter ikilimizin sesleri de tam uymuş, cidden bu ikiliyi başka bir sesle hayal bile edemiyorum. Eveeet, "geyikli kız animesi" Shikanoko Nokonoko Koshitantan (Bu ne biçim ad lan tekerleme gibi?) nihayet geldi. Gerçi Giji Harem'den önce çıktı da ben biraz öteledim. Yalnız bunun absürt komedi olacağını biliyordum (zaten böyle fragmanları olan animeden başka bir beklentim olması saçma olurdu) ama ta openingden önce dördüncü duvarın kırılmasını da beklemiyordum. Ayrıca seifukunun ne kadar harika bir giysi olduğuna tekrar dikkat çeken mangakaya da buradan tebriklerimi sunuyorum. 26 yıl boyunca yalnız olup ana mekan olarak okul kullanan bir sürü CGDCT izleyince insanda ister istemez seifuku fetişi oluşuyor (pileli etek için ona bile gerek yok, direkt doğuştan yükleniyor; Ekşi'ye bir bakarsanız erkeklerde pileli etek sevdasının doğuştan geldiğini görürsünüz). Yalnız daha 3. dakikadayım ve animedeki trollük seviyesine şimdiden bayıldım. Hayır bak bu da Alysa-san gibi, bunu da daha çıkmadan önce "Bakayım, absürt komedi SoL. Tamam, kesin izlerim." kapsamında koymuştum ama bunun da bu kadar iyi olmasını beklemiyordum. Aslında fragmanlardan falan bana hissettiren aşırı dandik, iki ay sonra adını bile hatırlamayacağım bir seri olmasını bekliyordum ama acayip iyi lan. 2.5-jigen no Ririsa'nın (erkek) ana karakteri biraz daha (yaklaşık bir dört yıl daha) yalnız kalırsam bürüneceğim hâl amk lfllsfşs (Bunu yaklaşık 5 yıldır falan söylüyorum, umarım gerçekleşmez amk. Hani birini bulamamak hadi neyse de bir de bu hâle dönüşeceğime kendimi keseyim daha iyi.). Daha 3. dakikada öldüm lan gülmekten. Bu "otaku/geek romantizmi"ne de ayrı bayılıyorum. Bu arada taglarda harem var, yani bu manga kulübü ilk gördüğümüz ve hikaye eğer sonlanırsa -ki sonlanmaması çok daha muhtemel- muhtemelen esas kız olacak kız haricinde de kızlarla dolacak. Bu arada tam da ideal harem ana çiftinin bileşimini bulmuşlar ha: 3D kızlara ilgi duymadığını iddia eden otaku erkek (o kızarmalardan sonra külahıma anlatsın) ve otakudan çok lezbiyenmiş gibi duran (bölümün başından beri düşünüyorum, bunu böyle yazınca hatırladım: Konata bu) ama taglarda harem olduğuna göre erkek başkaraktere âşık olması kaçınılmaz olan otaku vekili. Bu arada sırf bu ikiliyle bile çok acayip atraksiyonlara girişebilirlermiş, diğer kızlar hikayeye girince fikrim büyük ihtimalle değişecek olsa da bence harem olması çok gereksiz olmuş. Düz romantik komedi bu çiftte daha iyi çalışmaz mıydı ki? Gerçi "harem" aşamasını Nagatoro'da olduğu seviyede tutacaklarsa (gerçi o zaman harem tagı olur muydu ki?) en iyi biçimde çalışır.

Amerika çok acayip bir kıta. Hayır yani resmen "kim buldu"ya gitmiş durumda ("kim vurdu"yu yanlış yazdığımı düşünenler cümleyi tekrar okusun). Ve hayır, o saçma sapan "Berberi sultan" hikayesinden bahsetmiyorum. Şimdi her şeyden önce Kızılderililer, daha doğrusu sonrasında Kızılderililer, Hawaii yerlileri ve Amazon kabileleri dahil tüm Amerikan yerlilerinin atası olacak olan Kuzeydoğu Asyalı göçebeler var. Bu arada bu göçebelerin Bering Boğazı'nın bu tarafında kalmış olanları daha sonra İrani halkların ataları arasında da yer alan bazı göçebe topluluklarla bir araya gelip Türk (Törük->Töreye bağlı) olarak adlandırılacak "belli bir töreye bağlı olan akıncılar"ın ataları arasında da bulunacaklar, "Kızılderililer Türk'müş" muhabbetinin çıkış noktası da bu zaten. Bu arada söz konusu göçebeler sonrasında Tunguzların, Korelilerin, Koreliler üzerinden Japonların ve Ural halklarının da ataları arasında yer alacaklar (bak "atası olacaklar" demedim çünkü herhangi bir halkın tek bir atası olmaz, modern Avrupalılarda Neandartel geni varken Anadolu'nun doğusunda hiç yok mesela ama sonuçta Hintler de İngilizler de Hint-Avrupa kök dilini konuşan yarı-ortak bir kültüre sahip olan aynı toplulukların doğrudan torunu, oysa İngiliz'de Neandartel DNA'sı varken Hint'te yok), başka milletlere dönüşmeyenler de sonrasında coğrafi izolasyon, göç, daha sonra farklı milletlerle karşılaşıp en azından kültürel açıdan karışma gibi şeyler sonucunda Eskimolara, Kuzey Çin'in birtakım etnik gruplarına ve Cengiz Han'ın Moğol adı altında toplayıp tek bir etnik gruba indirgeyeceği çeşitli yarı-bağımsız göçebe topluluklara da dönüşecekler. Ha tabii bunların Çin-Tibet etnik gruplarının arasında eriyip kaybolanları, daha da güneye inip Hindistan'ın kuzeydoğusundaki çeşitli topluluklarla karışarak çekik gözlü, beyaz tenli Hintlerin varlığına sebep olanları (tabii fenotipi belirlemede coğrafya, genetiğe kıyasla yüz kat falan daha etkili ama şu an konu bu değil), güneye inme işini abartıp yanlarında sonrasında dingo olarak anılacak bir köpek türüyle Avustralya'ya kadar gidip Aborjinlere dönüşenleri falan da var ama onlar şu konu özelinde önemsiz. Konuya dönersek hadi Kızılderililer (daha doğrusu onların ataları) farklı bir kıtaya geçtiklerinin bile farkında değildi, sırf hayatta kalabilmek için gidebilecekleri tek yön olan Bering Boğazı'na gittiler, o tamam. Sonrasında bir Viking efsanesi var, aynı zamanla Grönland'ın kâşifi de bu Viking efsanesinin başrolü, kendisinin Grönland'dan kaptırıp başka bir yere kadar gittiğine dair bir efsane. O "başka bir yer" neresi? Amerika. Ne belli? Çünkü Amerika'da Viking yerleşimlerinin kalıntıları var. Bayağı gidip koloni kurmuşlar yani; ama tabii o dönemin gemi teknolojisi yeterince gelişkin olmadığından ya Avrupa'ya dönmüşler ya da bir sebepten soyları tükenmiş, orası net değil ama sonucunda Amerika'da Viking varlığı son bulmuş. Vikingler -Kızılderilerin ataları olan göçebelerin aksine- gittikleri yerin farklı bir yer olduğunu, bambaşka bir coğrafyada olduklarını biliyorlardı. Ha ama onlar da tutunamadı, tutunabilseler şu an Amerika kıtasında İspanyolca, İngilizce ve Portekizce yerine İskandinav dili kategorisine giren ve muhtemelen özgün bir adı olan bir (veya birkaç) dil konuşuluyor olurdu, o da tamam. E iyi de o zaman bu öküz Kristof Kolomb da bambaşka bir coğrafyada olduğunu bilmiyordu, Amerigo Vespucci "Lan oğlum burası Hindistan falan değil, yeni ada keşfetmişsin." diye uyandırana kadar gittiği yeri Hindistan sanıyordu. Bu arada evet, ada. Kolomb'un çıktığı yer bugün Amerika der demez aklımıza gelen Kuzey Amerika kıyıları değildi, gemisi Karayipler'de bir yerde kıyıya çıktı. Eee, sonuç ne oldu şimdi? Pratikte Güney Amerika'yı İspanyollar ve Portekizliler, Kuzey Amerika'yı İngilizler keşfetmiş oldu. Kolomb nedir, necidir? İtalyan! Ha gerçi aslında Cenevizli de sonrasında Cenevizli diye bir şey kalmıyor, alayı İtalyan'a dönüşüyor (İtalya'da çok geç döneme kadar etnik birlikten bahsedilemiyor zaten, Romalı -şehir olan Roma- kendine Romalı deyip Kuzey İtalya'dan olanı beğenmiyor, Cenevizli desen ikisine de gıcık, Sicilyalı bugün bile kendini zar zor İtalyan'dan sayıyor falan...). Tabii bir de Fenikelilerden kalma çömleklerde Amerika kıtasına özgü bitki kalıntılarının bulunması falan gibi durumlar var ama ta o dönemin teknolojisiyle okyanusu aşmak (Vikingler bile her adada mola vere vere, kıyıdan kıyıdan gidip Kanada'nın doğusunda sıralanan adalar gruplarında bahsettiğim kolonileri kurdular; söz konusu efsanede de bire bir böyle anlatılıyor) bana pek mümkün gelmiyor (Kızılderililerin ataları o sırada donuk olan Bering Boğazı'ndan geçti, ki soğuğu görmezden gelirsek donmasa da yüzerek geçersin oradan. Alaska bir zamanlar Rusya'nındı, "Bomboş yer, bir halt da yetişmiyor." diye Amerika'ya sattılar, oradan hesap edin.). Ama tabii bir de teknolojinin düzenli olarak sıfırlandığı teorileri falan var, o konulara hiç girmeyeceğim. Liseden sonra bu tür konular hakkında "Olur abi, niye olmasın? Öte yandan niye olsun?" gibi "agnostik" bir duruşa büründüm.

Bak birkaç gündür bir bozkurt işareti tartışmasıdır gidiyor. İbretle izliyorum lan, bundan böyle her ortama bozkurt selamıyla dalasım var. Niye var? Çünkü bu "Bozkurt işareti Türklüğün işareti değil MHP'nin işareti, Madımak'ta milleti yakanlar da bunu yapmıştı." diyenlerin altını azıcık kazısan "Zafer işareti PKK'nın değil amk mal mısınız, tüm dünyada kullanılan işaret." diyenlerle aynı tipler çıkıyor. Eee amk, sizin "gerilla" deyip durduklarınız da o zafer işaretini çarşı iznindeki askerin, trafik polisinin falan arkasından yaklaşıp ensesine sıktıktan sonra yapıp duruyor? Bu zafer işaretini karalamıyor da (ve evet karalamaz, Japonlar aynı işarete "barış işareti" deyip her fotoğraf çekiminde kullanıyor mesela -ki son zamanlarda Amerika'nın baskısı yüzünden bu işareti fazlaca benimseyen belli bir İrani etnik gruptan epey çekiyorlar-) kitlesi bile kalmamış, iktidarın ortağı olmasa batacak partinin yapması karalıyor mu? Bu arada bizdeki bu bozkurt işaretini Japonlar da tilki anlamında kullanıyor, yeterince anime izlediyseniz illaki denk gelmişsinizdir. Hatta Türk anime topluluğunda bunun sık sık "Türkçü/ülkücü anime kızı" diye esprisi yapılır. Azıcık samimi olun amk, zafer işareti genel sembol ama bozkurt işareti belli bir siyasi görüşün güdümünde ne tür bir mantık? Ha bak ikisini de siyasi simge olarak kabul edip ikisine de karşı çıkanı anlarım, hatta saygı bile duyarım, aynı şekilde ikisini de siyasetten bağımsız kabul edeni de anlayıp saygı duyarım ama bu bahsettiğim, üç gündür tutuşan götlerin amacı farklı. Bunların iki derdi var: 1. Türk alerjisi olan götler olduklarından Türk'le azıcık bile ilişkili olan her şeyi ya yok etmek ya da olumsuz anlama çevirmek. Belgelerle dayak yiyip durmalarına rağmen "Türkiye'de Türk yokmuş hacı." saçmalığını ısıtıp ısıtıp öne sürme sebepleri de bu, Türkler kendi varlıklarını inkar ederlerse Türk varlığını yok etmek için uğraşmalarına bile gerek kalmaz. Utanmasalar ülkede kurtların soyunu tüketmek için av kampanyası bile başlatırlar. 2. Dikkati Türk'ün adını bu topraklardan silmeye ant içmiş ama iktidarda kalıp da hamlelerine devam edebilmek için milliyetçi (Tabii o zamanlar milliyetçi. Şu an MHP'de kitle falan yok zaten, daha "yumuşak" olanlar İYİP'e, daha radikal/sert olanlar Zafer'e kaydı; artık MHP'ye sadece "malum partili olmayan malum partililer" falan gibi ne olduklarını kendileri bile bilmeyen saçma sapan bir grup oy veriyor.) partiyle ittifak kurmak zorunda kalmış, sözde muhalif oldukları partinin göz göre göre yaptığı hainliklerden başka tarafa çevirip "malum parti"ye hareket alanı sağlamak (Konuyu sulandırmak gibi olacak ama yapmadan duramazdım: Bu cümledeki dolaylı tümleci bulunuz. Evet, "Türk'ün adını" diye başlayıp "başka tarafa" diye biten kısmın tamamı.). Ha bir de bunlar (çok fazla kesişim noktası ve inanılmaz sayıda ortak üyesi olan ama aslında iki ayrı grup olan bu iki ayrı grup) tarafından kandırılmaya doymayan ama utanmadan malum partililere koyun diyebilen geri zekalı Cihangir solcuları (zengin solcu mu olur amk?), liberalliği vatan-millet düşmanlığı olarak algılamış geri zekalı liboşlar, doğası gereği doğuştan geri zekalı ve insanlığın düşmanı olup bu yollara sırf güdülmeden yaşayamadıkları (ha bir de "ekmeğinin peşinde" olanlar var, düz geri zekalı olanlardan daha mı iyiler yoksa daha mı kötüler emin değilim) SJW'ler falan var işte. SJW'lerin neden ve ne kadar işe yaramaz salaklar olduğunu henüz yeni bir olayla anlatayım: Stonehenge'i turuncuya boyamanın doğaya tam olarak ne faydası var amk? Bak ben bir ay DEKAMER'de gönüllülük yaptım, deniz kaplumbağalarının soyunun tükenmemesi için uğraşan bir organizasyon kendisi. Orada her tipten insan vardı (İslamcı bile vardı amk, ortamın "kozmopolitliğini" sen düşün.) ama hangi tipten yoktu, biliyor musunuz? SJW yoktu. Sadece "midyelerin hayvandan ziyade bitki olduğunu çünkü hareket etmediklerini" iddia eden -ki şu an akvaryumunda midye olan biri olarak götümle güldüğüm bir iddiadır kendisi- mal bir vegan vardı ama onda da SJW'lik falan yoktu, sadece bir miktar klasik "vegan faşizmi" ile protein eksikliği kaynaklı beyin karmaşası (dediğim, midyelerin hayvan olduğunu kabul etmeme olayı falan) vardı ama gördüğüm en açık fikirli veganlardan biriydi. Niye o ortamda SJW yoktu? Çünkü SJW dediğine gerçekten yararlı olacak bir işi yaptıramazsın da ondan. O sadece trollük yapıp kendini "Ben dünyayı ve insanlığı düşünüyorum!" diye savunur, oysa yapılanı yıkmaktan/bozmaktan başka bir halt bildiği yoktur. "E çok hevesliysen otur kendi hikayeni yaz, istediğini istediğin gibi tasvir et, hepimiz de çenemizi kapayıp okuyalım/izleyelim." desen yapmaz -zaten yapabilecek kapasitesi de yoktur- ama sırf "sosyal adalet" bahanesinin arkasına sığınarak Cermen (dolayısıyla İskandinav) mitlerine dayanan, edebiyatta romandan ziyade kutsal kitaba yakın bir şey olarak görülen, bizzat yazarının "destan" olarak tanımladığı bir eseri canının istediğine göre tahrip etmekten de zerrece çekinmez (hâlâ anlamadıysanız LOTR'dan bahsediyorum). Çünkü bunu idrak edebilecek zekaya sahip olsa zaten kız düşürme ihtimali dışında SJW'lik yapmaz (o durumda da ortaya gurur, haysiyet gibi duyguların yoksunluğu giriyor ama hadi o kısmı şimdilik geçiyoruz), gider toplum kuruluşlarında falan gönüllü olup gerçekten işe yarar bir şeylerle uğraşır. Hazır yeri gelmişken bizde bozkurt sembolü cumhuriyetin başından beri var (Türkiye Cumhuriyeti için basılmış ilk parada bozkurt resmi var) ama kurt işareti Türkeş tarafından Azerbaycan'dan getiriliyor. Azerbaycan nereden almış bunu? Gagavuzlardan. Gagavuzlar da -muhtemelen- Maniheistlerden. Maniheistler kim? İslam öncesi Uygurlar. Onlar da büyük ihtimalle Budistlerden almış. Peki "Türkiyeli" (Bak bu da şu bahsettiğim grupların fetiş kelimelerinden biri. Sanki hepimiz bir anda Türk demeyi bırakıp Türkiyeli demeye başlasak ondan da rahatsız olup "Türkiyeli'nin içinde Türk geçiyor, sen en iyisi Anadoluluyum de." falan demeyeceklermiş gibi...), "Azerbaycanlı" (Azerbaycanlı, Azerbaycan Türk'ü, Azeri kavramlarının karmaşası da ta Şah İsmail'e, hatta belki öncesine kadar bile uzanıyor), Gagavuz ve Uygur arasındaki ortak nokta nedir? Aaa, şu tesadüfe bakın ki dördü de Türk! Bu işaretin Özbekistan'da, Kazakistan'da falan da kullanılmasına (muhtemelen oralara da Azerbaycan'dan -geri- gitmiştir) hiç girmedim dikkat ettiysen, sadece Türkiye'ye geliş (veya Türkiye'de hatırlanış) kanalları üzerinden gittim. Ama bozkurt işaretinin Türklükle alakası yok MHP'yle alakası var, yersen. Bunu yediysen bir de zafer işaretinin PKK'yla alakası yok, her yerde olan sembol. Onu yiyen bunu da yer sonuçta. Bir de sözde ana muhalefet partisi de "Ulan ne yapsak da bir dahaki seçimleri kaybetmeyi garantilesek? Saray'la görüşmeye gittik ama yeterince laf yemedik, seçmeni yeterince küstüremedik." diye kara kara düşünüyordu, iktidarın kendilerini teröristlikle suçlamasına zemin hazırlamak için ummadıkları kadar iyi bir fırsat bulmuş oldular. Bu arada bu paragraf hakkında saçma sapan e-postalar alırsam hiç laf anlatmaya falan uğraşmam (buraya kadar anlamadıysa zaten ya maldır ya da bahsettiğim o iki gruptan birindendir), direkt engellerim.

Delinin teki. Şu sıralar en öncelikli istekleri aile evinden kurtulmak, Erdem Ö. Hayalî mahlasıyla yazdığı kitabın (Ejderin Mührü) Türkçe bilmeyen bir editör tarafından mahvedilmemiş olan versiyonunu yayımlatmak (ve tabii onun üstüne yazdığı diğer şeyleri de; tabii bir de çizgi roman gibi bir şey için kafa dengi bir çizer veya daha da iyisi edebiyat dergisi kurabilecek birilerini bulabilse süper olacak ama onlar öncelikli işler değil) ve(ya) biraz olsun para kazanacak bir yol bulmak. Sadece birini bile elde edebilse diğer ikisini öne koyacağı farklı bir krize kadar rahat duracağını düşünüyor ama üçü birden olsa daha iyi tabii. Ha bir de 26 yıldır yalnız olduğundan umutsuzca bir sevgili istiyor ama bunu buraya yazmak kendisine evlilik programına çıkmış gibi bir his veriyor, o yüzden boş verin gitsin.

Bir sebepten iletişime geçmeniz gerekiyorsa. Gerçi niye geçesiniz?

4 Temmuz 2024 Perşembe

Sezon Başı Anime Muhabbeti

Boku no Tsuma wa Kanjou ga Nai ilk bölümü çok güzeldi lan. Vivy'nin (Bu animenin tam adı Vivy miydi lan? Neyse.) SoL romantik komedi versiyonu gibi hjadzdbsjk. Yalnız bölüm boyunca tek bir şeyi anlayamadım: Şimdi bizim eleman memur gibi bir şey (daha doğrusu özel sektörde ona denk olan şey, adı artık her neyse) ama ben bunun nasıl olabildiğini tam anlayamadığımdan bölümün yarısını "La nasıl?" diye düşünerek geçirdim. Ev işleri yapmak için kodlayabildiğiniz, yemeğin üstüne ketçapla kalp çizebilecek kadar gelişkin olan insansı robotları bu belgedir, tasniftir falan işleri için kodlayamıyor musunuz yani? Aklıma gelen tek mantıklı açıklama hikayenin geçtiği evrenin Japonya'sında işsizlik (daha doğrusu NEET) karşıtı yasaların buna izin vermemesi. Hayır bir de çok da yaygın bir teknoloji olmama ihtimali var ama baş karakter Mina hakkında devamlı "2. el, eski model" deyip duruyor. Bilindik, alışıldık ve -son modelin sıfırı değil de eski modellerden bir 2. el ise- ofis çalışanı maaşıyla alınabilecek kadar ucuz bir şey yani. Bu durumda geriye tek ihtimal NEET karşıtı yasalar kalıyor.

Tasuuketsu'nun konusunu okudum da pek hoşuma gitmedi. Bir beş yıl önce olsa "Kesin izlerim." derdim ama... Hani sırf kapağın sağındaki hatun için izlersem izlerim gibi bir hissim var. Tabii bunu sırf konuyu okuyarak yazıyorum (çünkü konuyu okuyunca "Mirai Nikki lan bu?" diyorsun), henüz izlemedim. İzledikten sonra kararım değişebilir ama daha önce de dediğim gibi ben artık bu Japonların son yapamama olayından bıktım, e hayatı da eskiden olduğundan çok daha çekilmez bulmaya başladım (hayatla aram asla iyi olmadı, beş yaşındayken bile hayattan pek de memnun sayılmazdım ama büyüdükçe ve daha çok saçmalığın farkına varıp daha çok salaklığa maruz kaldıkça azalmak yerine katlanarak arttı; halbuki mutlu ve huzurlu olup dünyadan bihaber olmayı yeğlerdim), dolayısıyla gelsin isekai gitsin SoL şeklinde bir zevkim oluştu. Tabii arada istisnalar oluyor, hâlâ korku filmi hastasıyım mesela (Bu da eskiden kalma, on yaşımda uyumayıp gizli gizli korku filmi izliyordum, o dönemde gece 12-1 falan gibi korku ya da macera filmleri yayınlanırdı, pazar sabahları da çocuk filmleri. Niye? Çünkü bir dizi 3 saat sürmezdi de ondan.) veya ReLife gibi insanın -özellikle de zaten hayatı pek de makbul bulmayan benim gibi insanların, ki asıl hedef kitlesinin zaten bu tür insanlar olduğunu düşünüyorum- ciğerini solduran (Romantik komedi olmasına aldanmayın, en sağlam addedilen dram animelerinde olmadığı kadar kalbim sıkıştı. Ha son birkaç yıldır istisna dışında dram izlememiş, izlediğim maksimum dram benim hayatta dram etiketi basmayacağım Frieren falan olmuş olması da etkili olabilir ama bu, ReLife'ın kalp sıkıştırdığı gerçeğini değiştirmiyor. Benzer bir durum Ao Haru Ride'da da var, özellikle tema şarkısının Türkçe versiyonunu ne zaman dinlesem kalbime bıçak saplanmış gibi hissediyorum.) serileri de sırf ağzımıza yüzümüze dram basmak yerine bir dertleri, farklı bir noktaları falan olduğu için seviyorum ama bunlar koskoca bir okyanustaki birkaç su damlasından ibaret. Bak dikkat ettiyseniz hayvan gibi paragraf yazdım ama Tasuuketsu'dan bahsetmedim. Neden? Çünkü daha izlemedim, bu paragrafı yazmakla meşguldüm. Bak cidden bu anime beş-altı, hatta yedi-sekiz yıl önce yapılmalıymış. Yıl olmuş 2024, yolda rastgele yürürken teker teker göstererek "ekibi tanıtma" mı kaldı ya? Hollywood bile yapmıyor lan artık bunu (gerçi son beş-altı senede çıkan herhangi bir Hollywood yapımı izleyip izlemediğimden de emin değilim ama konu bu değil). Yeminle gecikmiş bu anime ya! Daha 3. dakikaya gelmeden en son 2018'de gördüğüm (o da ben geç izlediğimden, yoksa animenin yapım tarihi 2016'ydı) "sınıf arkadaşları arasında shounen komedisi"ne maruz kaldım. Danshi Koukousei no Nichijou ta 2012'de (o da anime bazında, mangayı ele alıyorsak daha da önceden) içinizden geçmedi mi oğlum, niye hâlâ böyle şeyler yapıyorsunuz lan? Ve bir "shounen" klasiği olarak annesi ölmüş karakter... Birader ben dandik korku diye gelmiştim? Dandik shounen izlemek istesem gider Boruto izlerim lan? Babası da yurt dışındaymış, sadece arada bir para yolluyormuş. Aman ne kadar şaşırtıcı (!), ne kadar orijinal (!). Ben zaten bir tane shounen ana karakteri görmedim ki anası babası olsun, ya ölüler ya uzaktalar ya da götler (ana karakterin son büyük düşmanı olarak karşısına babasını koymak gibi bir eğilim vardı zamanında, neyse ki çok uzun sürmedi). Bak şimdi şu an bir sahne var, animenin asıl konusuna giriş sahnesi gibi olduğundan ayrıntı vermeyeceğim ama zerrece vuruculuğu yok lan sahnenin. Hani "Oha amk! N'oluyo' lan?" dedirtmesi gereken bir sahne ama benim aklımdaki tek düşünce "Cidden mi ya? Bundan sonraki klişe ne olacak acaba?". Anime resmen batıyor lan bana, istemsizce kusur arıyorum amk. Bak 6. dakikada biraz ilgi çekici hâle geldi, bir beş altı yıl olsa o kısımda "Tamam lan, izliyorum." derdim ama yok... Yani her karakterin saç şeklinden (ve renginden) hepsinin teker teker hangi tipte/türde karakter olduğunu, hatta olası sonlarını bile sayabilirim (hem çok fazla anime izlemiş, manga okumuş olup hem günlerinin çeyreğinden fazlasını TvTropes'ta geçirmenin bu tür yarar mı yoksa zarar mı olduğuna hâlâ karar veremediğim etkileri oluyor). Ha tabii mangaka ters köşe yapmaya da çalışıyor olabilir, "Kesin tsundere amk. En sertinden bir de, arıza çıkarmama ihtimali yok. Kesin -gerek karakter, gerek izleyen- herkesin nefretini kazanacak." dediğim karakteri grubun fahri lideri falan da yapabilir ama benim -Madoka Magica'yı izlemiş olduğum günlerin aksine- buna katlanabilecek kadar sabrım kalmadı. Zaten hep azdı ama yaşlandıkça iyice bitmeye başladı. Hani öyle bir durumu eğer hemen bu ilk bölümden yüzümüze vurmazlarsa anca anime bittikten/yeterince ilerledikten sonra bir yerlerde "Klişe gibi başlıyor ama olayı o, aslında değil." tarzında bir paylaşım falan görürsem buna dönerim gibi. Yine de ilk bölümü bitirmeye çalışacağım, izlersem de %90 ihtimalle kızlar için izlerim (bak bu da 26 yaşında eline kız eli değmemiş olmasının olumsuz sonuçları). Bak, şu bahsettiğim "tsundere" var ya? Tam 8.35'te tam olarak dediğim şeye yol açacak tepkiyi verdi. Hani bir "Hassiktir... Tamam çok orijinal sayılmaz ama en azından klişe de değil." dediğim bir gelişme oldu, üstünden bir dakika bile geçmedi arkadaş... Bir de bu karakter tsundere de değil, daha beteri: Dümdüz tsuntsun lan bu! Hiç çekilmez... Tsundere bağımlıları bile tsuntsunların %90'ından nefret ediyor lan (kendimden biliyorum). Başkarakterimiz de hiçbir şey anlamıyormuş olup biten karşısında, gerçekten acayip şaşırdım (!)... Yani öyle böyle şaşırmadım harbi, acayip orijinal (!) bir fikirmiş ya. Çünkü ortalıkta zaten yeterince malın önce gideni, gözünün önünde olup biteni anlayamayan hıyar başkarakter yoktu, biliyor musunuz? Yetmez lan, daha da atın üstümüze! Oooh, burama da mal karakter, oooh, şurama da mal karakter... Sizin ben yapacağınız işi... Neyse. Ayrıca neredeyse 10. dakikaya geldik, yani neredeyse animenin yarısı bitti, ben hâlâ "Mirai Nikki ulan bu?" diye düşünüyorum. Hafiften de Another'dan esintiler var, ki sevdiğim nadir korku animelerinden olmasına rağmen (gerçi onu da şimdi izlesem muhtemelen sevmeyip sırf Misaki için devam ederim, ilk izlediğim korku animesi olduğundan ona karşı biraz romantik bir tavrım var) orada da mal karakterden geçilmiyordu. Ha ama yine de Tasuuketsu, şu geçen sene mi önceki sene mi ne çıkan kötü CGI'lı Mirai Nikki çakmasından iyidir; en azından kötü CGI yok ve "Oğlum Mirai Nikki'den çaktığımız çok belli olur lan, telefon değil de bilgisayar olsun bu sefer." diyebilecek kadar zekaya sahip olan bir mangakası var. Bak 13. dakika civarında başkarakter bir fikir ortaya attı ve gözümde bayağı yükseldi. Ha tabii konunun illa oraya gelmesi gerekiyordu, anca mangaka bir tür ters köşeye niyetliyse anime farklı bir yöne kayacaktı, yani belli olmayan bir şey değildi ama bir başkarakterin bu işe sürüklenmek yerine bunu kendi düşünüp planlayıp bir de üstüne grubun lideri sayılabilecek kişiye (Ayrıca şimdiye kadar "İzlersem sırf onun için izlerim." dediğim bu "grubun fahri lideri", ne tür bir karakter olduğuna emin olmadığım karakterlerden biriydi çünkü saçının içi kırmızı, dışı kahverengi ve atkuyruğu var. Gerçi yine de şimdiye dek tahminlerimin dışında bir eğilim göstermişliği yok, o ayrı.) özel bir buluşmayla söylemesi falan bu tür animeler için nereden baksan özgün bir senaryo. Yalnız Saaya da (şu bahsettiğim saçının içi kırmızı, dışı açık kahverengi olan karakter ve evet, önceki tasvirimde "açık" demedim) ekmeğinde ha... Sırf "ekmeğindeki" hâli tatlı olduğundan laf etmiyorum, zaten anime her ne kadar nispeten ilgi çekici hâle gelmiş olsa da muhtemelen sırf onun için izlemeye devam edeceğim. O değil de sonlara doğru anime bir heyecanlandı. Ha tabii o kahverengi saçlı kız olmasa muhtemelen ya birkaç bölüme salar ya da "Amaaan, sonra izlerim." deyip listenin en dibine kaydederdim ama izlenesi hâle geldi nihayet. Bu arada bölümün sonunu hiç beklemiyordum lan. O son soru ve sonucu... Ha sonuç farklı olsaydı muhtemelen animeyi "Yürü git ya..." deyip bırakırdım ama kesin izleyeceğim. İyi ki bölüm sonuna kadar dayanmışım lan.

Maougun Saikyou no Majutsushi wa Ningen datta, hakkında ne düşüneceğimi bilemediğim bir anime. Hani konu aslında güzel (gerçi daha iki sezon mu önce benzer bir konuyu işleyen bir anime vardı ama burada olaylar onun tam tersi biçiminde gelişiyor), işleniş de güzel ama... Bilmiyorum, bu anime bana anlamsız bir biçimde itici geliyor. Hani itici gelmesi için aslında hiçbir sebep yok. Konusu bile evet aşina olunmayan bir konu değil, herhangi bir özgünlüğü yok ama henüz klişe olacak kadar sık da kullanılmamış olan bir konu ve aslında benim sevdiğim tarzda bir konu. Bilemedim. Taglardaki fantastik-aksiyon-macera itiyor galiba beni. Maou da maou yalnız ha... Oğlum 26 yıldır yalnızım lan, az idare edin beni (ya da bana sevgili bulun diyeceğim ama onu da "Duygusuz ilişkiye karşıyım aga. Az da olsa bir şeyler hissetmediğim biriyle olamam." diye reddetme salaklığını yapacağımdan hiç kuşkum yok. Fi fonksiyonundan da nefret ediyorum lan! Böylece nefret etmediğim fonksiyonlar olarak Ne, Ni, Si ve Te kalıyor. Vay aq...). Tamam, 2. bölümde bu animeyle derdim bitti, izlerim (harem komedisine bağladığı için herhalde... Ulan galiba düşündüğümden daha da kötü durumdayım?). Burun buruna kızları da gösterdiler, tam oldu...

Shinmai Ossan Boukensha konusunu okuyup taglarına bakınca beklemediğim ama tam da istediğim gibi başladı. Başkaraktere âşık taş loncacımız zaten olmazsa olmaz (yalnız bu karakterlerin bir kere de gerçekten hareme girebildiğini görmüş değilim he, sadece MC'ye âşık figüran kapsamında oluyorlar lan)... O değil de reis Tanaka gibi göğüsten hatun tanıyor dsfksfk. Ulan ya... Kibirli hizmetçi de bulduk, tam oldu... Gerçi böyle olacağı belliydi ama izlemesi yine de eğlenceli.

RoshiDere (kısaltılmamış adıyla Tokidoki Bosotto Roshiago de Dereru Tonari no Alya-san) daha çıkmadan çok önce "Kesin izlerim." dediğim bir animeydi. Böyle bir de Nokotan var (tam adını aramakla uğraşamam şimdi, geyikli kızın animesi, iki aydır ortamlarda fragmanları falan dönüyor). Yalnız başkarakter olan Alya'dan çok Kuze'ye (Alya'nın muhtemel sevgilisi, gerçi muhtemelen çocukluk arkadaşı ve şansı yok ama olsun; 2.30. dakikadayım bu arada) bayıldım lan, çok kafa adam. Hani gerçek hayatta olsa hayatımda isteyeceğim tarzda insanlardan biri ve benim için o türden pek fazla karakter yok, olanların çoğu da kadın karakter. Niye kadın karakter? Çünkü 26 yıl diyorum lan! Neyse, sakinim. Sakin olmadığımı iddia edeni alıp... Öhöm. Neyse. O değil de ben bunu SoL diye bekliyordum ama bildiğin romantik komedi lan bu? Gerçi iki türlü de işime geliyor, özellikle Kuze'nin -her ne kadar anime muhtemelen son bölümlere kadar ikiliyi sadece çevrelerinin şakaları bağlamında "çift" olarak tanımlayacak olsa da- bu romantizm ayağının ikincisi olduğu gayet açık olduğu için. Birbirleriyle uğraşarak flörtleşmeleri (gerçi uğraşan taraf sadece Alya gibi ama konu bu değil) aşırı tatlı lan. Oğlum bak 26 yıl diyorum, hadi ilk 15 yılı sil 11 yıl, bu şeyler artık kalbime fazla gelmeye başladı. Kendim bir sik yaşayamamış olduğumdan gerek kurgusal olsun gerek gerçek olsun mutlu çiftlere karşı kıskançlıkla karışık bir "onlar adına mutlu olma" duygum oluyor. Ha ama AVM'de gördüğüm çiftlerin çoğu için "Vay amk... Bir ben mi yalnızım lan?"dan fazla bir şey hissetmiyorum, hissedersem de genelde pek olumlu duygular olmuyor, orası farklı bir konu. Hayır çünkü gerek olmadıkça dışarı çıkmadığım için AVM'ye de anca çok gerekliyse gidiyorum, o gereklilikler de nedense hep yalnızlığımın iyice üstüme çöktüğü zamanlara denk geliyor. O değil de Kuze sırf kıza yaranmak için Rusça öğrenmiş amk, patladım kwndlfs. Ha "kıza yaranma" kısmını söylemediler, ona ben kendi başıma karar verdim tabii o ayrı ama başka bir ihtimal mi var aq? Yarı Japon yarı Rus bir kıza âşık olan bir Japon başka ne sebeple Rusça öğrensin? Ya kıza yaranmak için ya kıza asılmak için, zaten ikisi de sonuç olarak aynı kapıya çıkıyor, sadece yöntemler farklı (26 Yıllık Yalnızdan İlişkiler Üzerine Tavsiyeler'i dinlediniz. Daha fazlası için takipte kalmayı unutmayın. Her Perşembe 01.30'da Blog FM'de.). Bu arada ondan da değil amk, adam resmen tesadüfen öğrenmiş lan kwewfsnjlfs. O değil de bu animenin hareme kaymasını da hiç beklemiyordum. Gerçi bu karakter de mi Kuze'ye yanık yoksa sadece Alya'yı kıskandırmaya çalışan bir shipper on deck mi ona karar vermeye çalışmak için daha çok erken. Aslında nedense ikisi birden olduğunu düşünüyorum: Hem esas ikilimizin arasını yapmaya çalışıyor hem de kendisi de Kuze'ye âşık. Bu arada Kuze'nin o "küçükken oynadığı ve böylece Rusça öğrendiği Rus kız" Alya değilse ben de bugüne kadar izlediğim ne varsa boşa izlemiş, okuduğum ne varsa boşa okumuşumdur. Aha bu kadar da netim bu konuda. Öbür kız biliyor (veya tahmin ediyor) mu lan acaba? Kuze'yle anaokulundan mı ilkokuldan mı ne beri beraber okuyorlarmış çünkü? O değil de kız durduk yere oğlanda ayak fetişine neden oldu amk jwdlfkedsşğ. Hani bu animenin beni yanıltmayacağını, kesin izleyeceğimi zaten biliyordum da bu kadar iyi olmasını da hiç beklememiştim.

Gimai Seikatsu, taglardan ve konudan anladığım kadarıyla arada bir çıkan üvey kardeş romantizmi animelerinden biri. Bu arada bütün bu animelerin atası OreImo olmasına rağmen (ha öncesinde VN'lerde falan bu tür şeyler var ama anime olarak böyle bir tür oluşturan serilerden biri OreImo, zaten diğer ikisi de Kiss x Sis ile Yosuga no Sora) bu animelerin hemen hemen hepsinde kardeşler arasında sıfır kan bağı olmasına özen gösteriliyor. Neden? Hem ensest için izleyenleri kaçırmasınlar ("Üvey müvey, kardeş sonuçta oğlum.") hem de biri bir şey derse kendilerini savunabilsinler ("Kan bağları yok ki la.") diye. Bunu izler miyim? Komedi olursa izlerim. Yok dram mram işine girişirlerse salarım. Bu arada daha bölümün başından "Üvey kardeş aslında yabancıdır."ı çaktılar, yani tam olarak şu "neden" kısmında ikinci bahsettiğim olay. Yalnız çok boğucu başladı, aslında komedi bekliyordum. Taglarda vardı sanki? Taglarda yoksa bile konuyu okuduğumda öyle algılamıştım. Neyse, biraz daha bakalım, bazı seriler "tabanı oluşturmak" için böyle şeyler yapabiliyor. Peki, komedi bekliyordum ama daha çok dramedi gibi. Bu arada o "Aramızdaki sınırı sürdürelim." (taglarda romantizm olduğuna göre yarrağımı sürdürürsünüz bu arada da neyse) muhabbeti animeyi ilgi çekici hâle getirdi. Hani dümdüz "Ensest anime yapmak istiyo'm ben ya..." şeklinde yapılmamış (gerçi komedi olduğu sürece ona da itirazım yok da konu bu değil), bir "derdi", anlatmak istediği belli bir şey olan bir anime. Karakterler de ilgi çekici, gerçi Saki'nin sesindeki kuruluk insanı geren bir tonda. Seiyuusuna baktım, özellikle bu tonda konuşuyor; biliyorum çünkü bu seiyuunun seslendirdiği ve bildiğim başka karakterlerin hiçbiri bu "cızırtılı" sesle konuşmuyor (mesela Tasuuketsu'da da seslendirdiği bir karakter var, o dümdüz "gıcık tsundere" ses tonuna sahip, zaten kendisi Tasuuketsu'dan bahsederken bahsettiğim tsuntsun olan karakter). Evet, cızırtılı; izlerseniz ne demek istediğimi anlarsınız, daha ziyade insanı boğan dram animelerinin karakterlerinde görülen tarzda bir ses tonu. Beni geren kısmı da o zaten. Hoş karakterin nasıl bir karakter olduğunu az çok anladığım için aslında bu ses tonundan daha uygununu düşünemiyorum ama yine de bu, beni gerdiği gerçeğini değiştirmiyor. Tasuuketsu'dan -ki kendisi gerilim animesi- daha çok geriliyorum amk. Tamam, daha bölüm bitmemiş olsa da bu animeyi izleyip izlemeyeceğime üçüncü bölümde (herhangi bir animenin gerçek ilk bölümü -ilk iki bölüm sadece öndeyiştir-) karar vereceğim. Bizim elemanın (erkek MC'nin) iş arkadaşı olan hatuna da ayrı bayıldım bu arada, hani daha çok görünen bir karakter olursa 3. bölümde(n sonra) sırf onun için bile devam edebilirim (26 yıl diyorum oğlum, 26 yıl ne lan?).

𐰼𐰓𐰢:𐰇:𐰴𐰖𐰀𐰠𐰃 𐰼𐰓𐰢:𐰈:𐰵𐰗𐰁𐰠𐰄 ᠡᠷᠲ‍ᠡᠮ ᠥ᠃ ᠬᠠᠶᠠᠯᠢ أردم عُ. خيالى Erdem Ö. Hayalî

Delinin teki. Şu sıralar en öncelikli istekleri aile evinden kurtulmak, Erdem Ö. Hayalî mahlasıyla yazdığı kitabın (Ejderin Mührü) Türkçe bilmeyen bir editör tarafından mahvedilmemiş olan versiyonunu yayımlatmak (ve tabii onun üstüne yazdığı diğer şeyleri de; tabii bir de çizgi roman gibi bir şey için kafa dengi bir çizer veya daha da iyisi edebiyat dergisi kurabilecek birilerini bulabilse süper olacak ama onlar öncelikli işler değil) ve(ya) biraz olsun para kazanacak bir yol bulmak. Sadece birini bile elde edebilse diğer ikisini öne koyacağı farklı bir krize kadar rahat duracağını düşünüyor ama üçü birden olsa daha iyi tabii. Ha bir de 26 yıldır yalnız olduğundan umutsuzca bir sevgili istiyor ama bunu buraya yazmak kendisine evlilik programına çıkmış gibi bir his veriyor, o yüzden boş verin gitsin.

Bir sebepten iletişime geçmeniz gerekiyorsa. Gerçi niye geçesiniz?

2 Temmuz 2024 Salı

Gündem Hakkında Konuşmayacağım Demiştim ama... Ufak Bir Şeyden Bahsedip Geçeceğim

(Bu yazı, aslında "Şelale Projesi" yazısının 02.07.2024 kısmının bir bölümü, dayanamayıp ayrıca da yayımlıyorum)

Kayseri'de başlayan olayların da ne yöne gideceği meçhul. Çünkü bizim milletin tarihî kuyruk acıları olan düşmanlarımızın hâlâ anlayamadığı çok acayip bir özelliği var, bizim millet çok sabırlı. Öyle böyle değil, zaten o yüzden uluslararası arenada bu hükümetten önce bile şamar oğlanı gibiydik -bir nevi "vur ensesine, al ekmeğini" kontenjanı- ama sabrı bir kez taşınca ne yapabileceğini kestirmenin imkanı yok. Saman alevi gibi parlayıp sönebilir de anandan emdiğin sütü burnundan getirene kadar işin peşini bırakmayabilir de. Ayrıca düşman da ayırmaz: "karşı tarafın" savunucularına/destekçilerine de saldırmadan önce bir dakika bile düşünmez. Bu konudaki tek dileğim Türk halkının ve devletinin bu işten yararlı çıkması ("Türk devleti" deyince başımıza sömürge valisi diye konmuş hükümeti anlayan da siktirsin gitsin Türkçe öğrensin), gerçi "Suriyeli soykırımı" ile suçlanmadan paçayı kurtarabilsek bile kâr ya neyse. Ha tabii en iyisi evlinin evine köylünün köyüne (bu durumda Suriyelinin Suriye'ye, Afgan'ın Afganistan'a vs.*) dönüp şu başımızdaki hainlerden bir an önce kurtulup ekonominin de hiç değilse insanların pahalı/ucuz algısı geri gelecek kadar düzelmesi ama işte bunlar çok kısa sürede olması pek mümkün olmayan, her biri illaki bir çeşit süreç gerektiren şeyler. Hayır yani öyle bir devirde yaşıyoruz ki akvaryumla ilgili yazıda gündemden bahsetmek zorunda kalıyorum. Reva mı lan bu? İşte, bizim milletin şu sabrının taştığında hedef gözetmediğini ve ne yapacağının kestirilemediğini bir anlayıp bizi kendi hâlimize bıraksalar kimseye ilişmeden, en fazla kendi içimizde biraz didişerek yaşayıp gideceğiz ama hiç olur mu? Batılı efendilerimizin (!) Roma'nın ve Britanya İmparatorluğu'nun, Arap hazretlerimizin (!) halifeliğin, Perslerin ve bilumum İranilerin Keyhüsrev'in (namıdiğer Büyük Kiros'un), Yahudilerin Kudüs'ün, Rusların kışkırttığı -ve kendileri de kışkırmaya yer aradıklarından bunda hiç de zorlanmadığı- Ermeni çetelerinin ve daha kim bilir hangi milletin bilmem hangi haltın intikamını aldığını hissetmesi gerekiyor. Nasılsa Türk bıçak kemiğe dayanıp haklı tepkisini vermek zorunda kalınca Türkleri katliamcı, barbar, soykırımcı falan ilan edip geçmek kolay anasını satayım, hiç belgeye, kanıta falan da gerek yok zaten, beyan ettiği etnisitesinin doğru olup olmadığı bile meçhul biri "Türkler bize şöyle böyle yaptı, çok acı çektik." desin yeterli. Ha ama Arap Yarımadası'nda ve Levant'ta Türklere, Balkanlarda hem Türklere hem Boşnaklara hem Pomaklara (Pomaklar Türk mü, Slav/Bulgar mı, yoksa tamamen başka bir şey mi tartışmasına girmeye hiç niyetim yok), Kafkaslarda hem Türklere hem Çerkezlere, Kuzey Mezopotamya'da ve Kuzeydoğu Anadolu'da hem Türklere hem Kürtlere yapılan şeyler mi? "Aile arasında (!) olur böyle şeyler canım, Türkler çok abartıyor. Bak hiç kardeşin (!) ağlıyor mu?"

*Bu Afgan sığınmacıları da hiç anlayamadım yalnız. Lan ben buradan doğuya geçmeye çalışsam İran sınırında sorgusuz sualsiz kurşuna dizilirim, bunlar İran sınırında "Sizinle işimiz yok, Türkiye'ye gideceğiz." deyince İran geçmelerine izin mi veriyor yani? Bizde sınır mınır kalmadı anladık da İran'dan nasıl geçiyorlar lan?

1 Temmuz 2024 Pazartesi

Bundan Böyle Kirigana Fansub'dan Bir Şey İzlemem Aga (Puzzle Fansub, Sana da Ayrıca Laflar Hazırladım)

Kirigana Fansub da aynı Puzzle gibi kara listeme girdi, başka seçenek olduğu sürece hayatta bir daha Kirigana'dan izlemem (tek istisna başka fansublar da çevirmiştir ama BD bir tek Kirigana/Puzzle tarafından çevrilmiştir). Neden? Çünkü mallar da ondan. Mushoku Tensei'in finali çıktı bugün (ya da belki birkaç gün önce ama Türkçesi bugün çıktı, her neyse), sonuna Kamu Spotu diye bir şey ekleştirip TRAnimeİzle'ye laf etmişler. En altta da "Biraz bekleyip kaliteli çeviri izleyebilirsiniz" diyor. Utanmadan "biraz" diyor geri zekalılar. "Biraz" dedikleri de çok popüler olmayan animelerde bir aya, hiç popüler olmayan serilerde -özellikle %99'u malın önde gideni olan Türk anime topluluğunda sevilmeyen (Neden sevilmiyor? Çünkü mallar. Gidip Naruto'nun birebir aynısı olan 8556. shounene ağızlarının suyu akar ama.) SoL animelerde- anime bittikten on yıl sonraya, bazen sonsuza kadar. Okashi na Tensei'i TRAnimeİzle dışında bir bölüm bile çeviren yok örneğin. Ya da 11. bölümü çıkmış olan Yoru no Kurage wa Oyogenai'ın, ki sezonun en sağlam animelerinden biri ama bizim hayat üzerine azıcık düşünmeye tahammülü olmayıp sırf aksiyon görmek isteyen* mal toplulukta hiç ilgi görmedi, anca 6. bölümü (o da 8 Haziran'da, sonrasında bölüm yok) var. Lan bir aydan fazla süren "biraz" gecikme mi olur? 12 bölümlük bir anime zaten yaklaşık 3 ay sürüyor (hatta 3 aydan da kısa da yuvarlayınca üç ay ediyor), 1/3 düşük bir oran mı lan? "Biraz" gecikme dediğin 1, ekstrem şartlarda 2 haftadır, ona da zaten herkes anlayış gösterir; birim olarak ay/yıl kullanılan "biraz gecikme" mi olur lan? Ha TRAnimeİzle de "Nasılsa bu serileri bizden başka çeviren yok." dediği serilerde iyice saldı, onda da saçma sapan gecikmeler gözlemliyorum, onlara da bir sürü laf edesim var ama o zaman Kirigana, Puzzle veya başka bir fansub "Aaa popüler, çok beklenen seri çıkmış, hemen mal bulmuş mağribi gibi elli fansub birden üstüne atlayalım!" demek yerine gidip diğer serilerin de çevrilmesini sağlayacak ya da bir ayı geçmiş, herkesin "Bunun çevirisini bıraktılar herhalde ya... Popüler de sayılırdı halbuki..." dediği serileri birisi "Madem kimse çevirmiyor, o zaman ben çevireyim." deyip çevirdiğinde laga luga etmeyecek. Evet lan sana diyorum amına koyduğumun Puzzle Fansub'u, çevirmeniniz "kaçıp gitti" ise bir açıklama yapacaktınız o zaman, hem milleti bir aydan fazla habersiz bırak hem kendi çevirene kız, ki sizden daha iyi çeviriyordu lan adam. Bence zaten sırf onun için kızdınız; çevirdiğiniz serilerin %90'ında abi/abla/senpai/kardeş kelimeleri birbirine girmiş durumda, sanki eş anlamalıymış gibi kullanılıyor lan; yemek mangasındaki "roe" kelimesini -ki havyar demektir (gerçi aslında "caviar" kelimesiyle eş anlamlı olmayıp biraz daha farklı ama Türkçede ikisine de "havyar" diyoruz)- "karaca" (Karacanın ne olduğunu bilmeyenler için: İngilizce adı "roe deer" olan ufak bir geyik -veya büyük bir yaban keçisi- türü.) diye çeviren çevirmenleriniz bile var, yok ceylan amk. Konu da suşi ha. Suşinin içinde karacanın ne işi var lan? Deniz ürünü mü bu (göte gelmeyeyim diye yerel anlamlara da baktım, bazı yörelerde üzüm çeşidi ve soğan tohumu gibi anlamları da var ama "balık yumurtası" anlamındaki "roe"yu karşılayacak bir anlamı yok)? Uyarınca da "karacalar konusunda uzman değilim" gibi bir şey demişti mal; yani yemek mangasının suşi bölümü bağlamındaki "roe" kelimesine utanmadan hâlâ "karaca" diyordu. Neyse, konuya dönersek: O zaman Türkanime'nin dominasyonuna sığınıp öyle yarak kürek işler işler yapmak yerine doğru düzgün davranacaksanız. Yok "Biz kafamıza göre at koştururuz, Türkanime'nin tekelliğinde kafamıza eseni yaparız." derseniz o zaman millet gidip başka sitelerden sizin çevirmediğiniz serileri (Biteli beş yıl olmuş seriye haftada bir bölüm atmak "kaliteli çeviri" yapmak mı lan? Çoktan bitmiş seriye güncel muamelesi yapınca çok mu kaliteli iş yapmış oluyorsun? Bu durumdan muzdarip olan serilerin %99'unun SoL olması da ayrı sinirimi bozuyor. Ha ama beş yüz elli altı bininci Naruto/Bleach/Dragon Ball çakması mı? Bir hafta bile bölüm gecikmez, gecikince de fansublar böyle yarak kürek konuşmak yerine özür üstüne özür diler.) izleyince de öyle Kamu Spotu falan gibi hıyarlıklara girişmeyeceksiniz.

*Bu aksiyon salakları o kadar hıyar ki her zaman %80'i konuşma ve planlama, %20'si komedi olmuş olan Tensura'nın 3. sezonunun her bölümünde "E ama fight nerede?" deyip duruyorlar, ilk sezonu nereleriyle izledilerse... Ulan Tensura hep böyle bir animeydi zaten? Ayrıca evet; dövüş, aksiyon, savaş vs. yerine de daima fight diyorlar. Niye? Mallar çünkü. Daha izledikleri animenin başından beri böyle bir anime olduğunun, Tensura'ya bugün "isekailer arasında orijinal olmaya yakın, farklı bir seri" diyorsak tam da bu sebeple olduğunun bile farkında değiller. Bunlar nerede izledi lan her bölümü aksiyonla geçen Tensura'yı, ben önceki sezonlarda bunların izlediğinden farklı bir Tensura mı izledim? Hatta izlemeden önce de novelinin bir kısmını okumuştum, novel de yine aynıydı (%80 konuşma/planlama, özellikle ilk bölümlerde Rimuru'nun kendi kendine konuşması, %20 komedi). Ayrıca niye her bölümü aksiyonla geçsin amk, shounen mi bu? Tensura isekai komedi kategorisinde bir seri lan, bu kadar "plan" olduğuna bile şükretmeniz lazım. Ne halt döndüğünü anlamadan Rimuru her bölüm bodoslama birilerine dalsa daha mı memnun olacaksınız? Gerçi sizdeki bu mallık seviyesiyle muhtemelen öyle olur.