Türkiye dolandırıcı kaynıyor, peki bu niye böyle, hiç düşündünüz mü? Tabii birçok sebebi var ama burada muhtemelen aklınızın ucundan bile geçmeyen bir sebepten bahsedeceğim: Yasalar! Evet, Türkiye'de kanunlar dolandırıcılığı teşvik ediyor. Nasıl mı? Şöyle: Ciddi yapmayı düşünmediğim veya ciddi yapmayı düşünsem de sadece ardıl bir seçenek olarak tuttuğum işlerin bile yasal koşullarını vs. araştırırım. Sonuç, istisnasız her seferinde, şu çıkar: Bu işi kanunlara uyarak yapmaya kalkarsan batarsın. Bazı şeyleri de hiç yapamazsın. Mesela ormanlarla ilgili kanunlar, "Kamp alanı olarak ayrılmış olanlar haricinde ormanda kalmak yasak" der; ama yasada kamp alanı diye bir kavram yoktur! Türkiye'de, resmî olarak bir "kamp alanı" açmak imkansızdır çünkü yasada bu tür bir kavrama, ruhsata vs. yer verilmemiştir! Sonuç da resmiyette ya restoran ya da pansiyon olan saçma sapan, gereksiz, günübirlik "camping"ler olur. Türkiye'de bir işten para kazanabilmeniz için ya sağlam bir sermayenizin ya da size destek çıkacak, işinizi "biraz kolaylaştıracak" tanıdıklarınız olması veya işe hile hurda karıştırmanız gerekir. Devlet güya gençlere iş kurması için teşvik verir. Nasıl mı? "Sen hazırla mekanı, masrafı çıkar, bir kısmını öderiz; o da hoşumuza giderse." şeklinde. Ulan, param olsa neden senden isteyeyim? Kendi paramla yaparım zaten! Sonra, siz kendi arazinize çeşit çeşit ağaçlar ekip hoş bir yer, kendinize ait ve büyük oranda turist vs. çekebilecek bir koru oluşturamazsınız. Neden? Çünkü orman koruma kanunları uyarınca "burası artık orman" deyip devlet el koyar, sonra orası "bir şekilde" yanıp "orman vasfını kaybeder" (Ulan ben yaptım orayı, orman vasfı yoktu zaten!), sonra da üstüne otel dikilir. Bu işin ikinci bir boyutu var: Güya ağacı, ormanı korumak için var olan bu yasa fidan katliamına sebep olur. Neden mi? Çünkü çiftçi "aman devlet el koymasın" diye tarlasındaki, arazisindeki önüne gelen her fidanı söküp atar da ondan! Ulan, hani ormanı korumak içindi bu kanun? Orman oluşmasına engel oluyorsunuz, nasıl olacak hacı öyle? Evcil hayvanlarla falan ilgili yasalar hele en beteri, kanun "Gelincik besliyorsan buna çip taktır." der ama her an polis evinizi basıp gelinciğe el koyabilir. Neden? Çünkü gelincikler kanunda "av ve yaban hayvanı" kapsamındadır ve hayvanat bahçesi lisansı gibi şeyleriniz yoksa tutamazsınız da ondan! Varsa bile CITES gibi bir ton şeyle uğraşmanız gerekir ki teoride mantıklıdır çünkü CITES o hayvanın doğadan yakalanıp kaçak olarak getirilmediğini, ev/çiftlik ortamında üretilip (veya doğadan toplansa da bunun yasal ve popülasyona vs. dikkat edilerek, yani sürdürülebilir bir biçimde yapılıp) yasal olarak elde edildiğini gösterir. Pratikteyse şu olur: Bu belgeyi vermesi gereken uluslararası otoriteler "Yalnız bu hayvan tamamen evcil üretim, doğada böyle bir gelincik yok (Van kedisinin doğada olmamasıyla aynı şey işte, tür değil ırk/"morph" farkından kaynaklanıyor), o yüzden CITES veremiyoruz biz buna." der.
Şu geçen yazıda sinirlendim ya hani? Heh, orada şöyle bir şey var: Yaşamak insanı sinirlendiren bir şey. Neden? Çünkü doğamıza uygun değil. İnsan dediğin şey özünde besin zincirinin tepesindeki vahşi bir sürü hayvanıdır. Dünyada timsahı (yetişkin timsahı diyorum, yoksa yavru timsah yeterince büyük ve vahşi/dayanıklı balıklardan bile dayak yiyor) avlayıp yiyen sadece iki tür var, biri jaguar, öbürü insan (he otçul he, yarrağımı otçul). Bir de suaygırları güreşip yenebiliyor timsahları ama avlayıp yemek gibi bir durumları yok, sadece mekan kavgasında falan oluyor bunlar. İnsan denen varlık jaguarı da avlayıp kıyafet yapıyor ama. Ha bak mekan kavgası demişken, insan aynı zamanda bölgeci bir yaratıktır. Zaten tam olarak bundan dolayı şehirler, ülkeler kurmuştur; "burası benim bölgem, yaklaşırsan sikerim (her iki anlamda da)". Bu nedenle de zaman zaman hayvanlığını dışarı vurma ihtiyacı hisseder. Tabii Arınma Gecesi'ne bağlayalım, Sosyal Darwinizm içinde debelenelim vs. demiyorum ama insan dediğin varlığın zaman zaman modernite tarafından kısıtlanmış bu vahşiliğini dışarı vurması gerekiyor (moderniteyi de sikeyim ayrıca) ve bunun için elimizde çok güçlü bir koz var: İnsanlık olarak, soyut şeylere değer vermek insanı insan yapan şeydir, yani bir şeyleri kırıp parçalamak yerine sövmek her türlü işimize geliyor. Sövmenin kesmediği zamanlarda da millete kafa göz dalabildiğiniz bilgisayar oyunları (Örn. GTA. Gerçi insan hayvanlığını dışarı vurmaya niyetli olduğunda Minecraft'ı bile kullanabiliyor bu iş için, aman Aile Bakanlığı duymasın askjasd.), bir şeylere vurup hıncınızı çıkarabileceğiniz sporlar (Beyzbol, futbol, okçuluk... Dövüş sanatlarında öyle şeyler yaparsanız komple camiadan diskalifiye edilirsiniz, o yüzden onları saymıyorum ama kılıç mılıç içerenlerde talim kuklasından hıncınızı alabilirsiniz tabii.), hatta izleyip içinizin soğuyabileceği diziler/filmler gibi pek çok seçenek icat ettik. Bu arada yazının başından beri hayvanlık, hayvanlık diyorum da hakaret anlamında değil azıcık beyninizi kullanmaya zahmet ederseniz fark edebileceğiniz gibi.
Ousama Ranking acayip bir anime. Bir yandan huzur verip bir yandan kanser ediyor. Bu arada etik anlayışınızı sikeyim ey kale halkı, düzgünce saldırılardan kaçınan adam korkakça dövüşüyor, bir krala uygun şekilde savaşmıyor ama yerdeki adamı sopayla (talim kılıcı da değil amk, bildiğin sopa) pataklamaya devam eden cesurca dövüşüyor, he mi? Ellerinde gerçek kılıç olsa o Daida denen şerefsiz ölmüştü, nasıl olacak o iş? Taishou Otome Otogibanasha (Doğru mu yazdım lan acaba son kelimeyi?) güzel gibi, Fruits Basket'i andırıyor biraz (birkaç başka seriyi daha andırıyor ama hiçbiri aklımda değil). Andırmak derken "Yapıldı ulan bu." ya da "Ya bu karakter Kyou değil mi?" anlamında değil, verdiği his açısından benzer. Ana karakterin kız kardeşine sinir mi oldum yoksa o karakteri sevdim mi emin olamadım, karışık duygular içindeyim o karaktere karşı. Karakteri çok rahat anlayabiliyorum ama işimi karıştıran şeylerden biri de bu zaten. Bu arada kimse beni Tamako'nun (bu bahsettiğim karakter) "brocon" olmadığına inandıramaz, %1500 "brocon" (Bkz. Senku matematiği. Senku da Dr. Stone'un başkarakteri.) bu kız. Zaten "ending"de biri diğer ana karakter olan başkarakterimizin nişanlısı, biri Tamako olmak üzere dört kız görüyoruz (Diğer ikisi daha çıkmadı. Ulan üçüncü bölüm daha, bir dur.) yani muhtemelen bu seri hareme bağlayacak (bağlamamasını tercih ederdim ama neyse). Suikastçı isekai (adı Sekai Saikou no Ansatsusha diye başlıyormuş, şimdi baktım) bildiğin Mushoku Tensei zaten, ulan tıpatıp aynısı ya, tek fark bunda adamı "hadi bakem" diye öylece değil de belli bir görevle gönderiyorlar. Amk eğitim bölümleri bile neredeyse aynı, ikisinin de acayip genç ama dâhi hocası (Roxy vs. adını unuttuğum kız; fark ettiğiniz gibi Roxy'nin tarafını tutuyorum) var, ikisi de bahçenin içinden geçiyor büyü yapayım derken. Ayrıca her iki hoca da başkarakterin haremine dahil. Ulan ikisinde de haremde üç kız var, bari onu değiştirseydiniz. İsekai hastası olarak izlememem düşünülemez elbet. "Okoshiyasu, Chitose-chan" zaten kısacık süreli, izleyip pamuk gibi olma serisi, buna hiç yorumum yok. Bu arada geçen bir şey gördüm, bak anime zevkimdeki değişimi birebir anlatıyor: "14 yaşında ben: Aksiyonlu animeler yaşasın! 19 yaşında ben: adjjasd moeden daha iyi hiçbir şey yok." Gerçekten de yok bu arada, zaten moe seriler ağırlıklı olarak yaşını başını almış yalnız erkeklere yöneliktir. İzleyici kitlesi de genel olarak böyle, hem dünyada hem Türkiye'de hem Japonya'da bu serilerin izleyicisi çoğunlukla üniversite veya daha ileri yaşlardaki yalnız ve depresif erkeklerdir (Hani o animelerdeki "klişe otaku" tiplemesi var ya, işte tam olarak o; zaten bu tiplemenin asla "shounen" tişörtü giydiğini görmezsiniz, üstünde hep moe karakterler vardır. Çoğu figürandır ama daha net ve daha az karikatürize bir tane için Grand Blue'nun Kouhei'ine bakabilirsiniz.), Kaguya-sama'nın, Blood Lad'ın, Himouto! Umaru-chan'ın, Non Non Biyori'nin, Working'in, D-Frag'ın, A-Channel'in, Alice or Alice'in, Amaama to Inazuma'nın, Kiniro Mosaic'in, Houkagou Teibou Nisshi'nin, Yuru Camp'ın, Lucky Star'ın falan "seinen" olma sebebi de tam olarak budur zaten. Bu arada buradan Türk anime izleyicisinin ne kadar mal ve ergen olduğunu anlayabilirsiniz zira bu seriler son derece az bilinir (AOT'un kaderini yaşamalarındansa böylesi daha iyi gerçi), çevirileri yarım kalır vs (bazısı, örn. Lucky Star, nispeten popüler, kabul)... Bu tür serileri çizen mangakaların bile çoğu erkek aq. Animede erkek karakter yok ama çizeri erkek çünkü neden? Çünkü "Gerçek kızlar yüz vermiyorsa ben de kendime 'waifu' çizerim." tavrı. Platinum End hakkında geçen ne demiştim çok net hatırlamıyorum ama 3. bölümle birlikte şu karara vardım: "Darwin's Game ulan bu." Sadece konu benzerliği açısından değil, tavır da öyle. Yeniler abarttıkça abartır, hatta efsane ilan eden olur, biz tecrübeliler bıyık altından gülüp öylece izleriz ve bittikten sonra da kimse konuşmaz, hatırlamaz, efsane diyenler bile ortalıktan çekilir. Çünkü neden? Çünkü Mirai Nikki bugün hâlâ hatırlanır ve efsanedir ama bunu büyük oranda ilk olmasına borçludur, kime sorsanız ağır söver ama her yeni hayatta kalmalı toplu katliamlı seriye de Mirai Nikki çakması olarak bakar. Ayrıca başkarakter mal, Yukki (Mirai Nikki'nin başkarakteri) bile bu öküzden iyiydi. Gerçekçi değil bir kere, intihar edecekken kurtardığın birine öyle güçler verirsen sapıtır. Bütün haksızlık hissini dünyadan çıkarmaya çalışır, haliyle ortaya Metropoliman ve adını unuttuğum zampara gibi tipler çıkar. Onlar gayet gerçekçi karakterler mesela, kadınlar tarafından makbul bulunmayan otuz yaşında adama herkesi sana aşık ettirecek bir ok verirsen o oku anası bacısı üzerinde bile kullanır (Ana bacı yapma lan!). Adaletin sağlanamadığına inanan birine herkesi izsiz öldürebilecek bir ok verirsen o da kendince suçlu kabul ettiği herkesin içinden geçer. Bizim başkarakter intihardan döndü, hâlâ diyor ki "Sıradan bir hayat yaşayacağım, okula gideceğim." Lan eben! Kanadın var amk, vizyonsuzluk yapma da git dünyayı gez; hadi erkeklik yapıyorsun "Ben sevdiğim kız üzerinde kırmızı ok kullanmam aga!" diyorsun, amenna, saygı duyarım ama ananı babanı kardeşini öldüren herife (bak, adaletin sağlanamadığına inanma da yok burada, bariz şekilde suç işleyip keyfine bakmaya devam etme var; hatta bir de devletten ödenek almak için seni yanına alıp özgüvenin de özsaygının da içinden geçmiş herif) beyaz okla dalmak yerine diyorsun ki "Git teslim ol." E ama ben senin olmayan gururunu sikeyim emi (Nasıl yazılıyor bu? "E mi" diye mi yoksa böyle mi?), ne ulan bu? Normalde o halanla eniştenin içinden geçmen gerekiyor senin? Ulan içgüdüsel bir tavır bu, insan dediğin varlığın şu an sokaklarda birbirine sopayla dalmıyor olmasının tek sebebi bunu yıllar yıllar önce fark eden insanların devlet, emniyet gücü, ordu, mahkeme, yasa gibi kavramları icat etmiş olması zaten. O şekilde şeyleri verirsen insana küçük de olsa hile yapar, insan böyle bir varlıktır. Daha ayrıntılı bilgi için bir üst paragrafa bakılabilir.