Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

7 Haziran 2021 Pazartesi

Durum Raporu: Türkiyeli Yabancı Youtube Kanalları, SoL Seinen Ana Karakteri, Kompozisyon, Eğri Burmalı Kılıç, Roma Mermeri ve Diğer Şeyler

Bak, ara ara Türkiye'de yaşayan yabancıların Youtube videolarına denk geliyorum, "Türkiye'nin X'ten daha iyi olduğu Y şey" falan diye... Yalnız "Bunlarla aynı ülkede mi yaşıyoruz biz gerçekten?" diye şüphe ediyorum bazı bazı. Mesela "Kore'de eğitim sistemi berbat." diyen var. Ha Uzakdoğu ülkelerinde eğitim sisteminde kronikleşmiş sorunlar var, orası doğru da ablacığım sizde en azından bir "eğitim sistemi" var. Bizimki uzun süreli bir sosyolojik/psikolojik deneye benziyor eğitim sisteminden çok. Bizde eğitim sistemi diye bir şey yok ki sadece "deneme-yanılma suretiyle öğretim (evet, adı eğitim sistemi ama içinde eğitim yok, sadece becerilemeyen bir öğretim var) vermeye çalışma" var. Ya da "Türkiye'de herkes yardımsever, Amerika'da hiç böyle değil." diyen var. Yani, tamam, bazı yerlerde "mahalle kültürü" hâlâ yaşıyor ve halkımızın yabancı düşkünlüğünü de düşünürsek bir Amerikalının böyle düşünmesi çok da tuhaf değil ama sokak ortasında insan vuruyorlar lan bu ülkede? Gerçi onu Amerika'da da yaptıkları için çok da şaşırtıcı gelmemiş olabilir. Hele "Burada gıda ucuz." diyen Avrupalılar var ki Euro ya da dolar ile maaş aldıklarına inanmak istiyorum (Uzakdoğululara şerh koyuyorum çünkü onların parası zaten acayip seviyelerde, onlara göre ucuz olabilir gerçekten de.).

Türkçe kötü şaka açısından inanılmaz verimli bir dil. Bakın, "kelime şakası" demiyorum. Kelime şakası açısından kısır pek fazla dil bulamazsınız, bahsettiğim kötü şaka. Bu paragrafa devam edemiyorum ben bu arada.

SoL "seinen" komedi karakteri gibi davranmaya karar verdim. Bir daha bir yere giderken "Ben Erdem. İdeallerim ya da amaçlarım yok. Pek bir yeteneğim yok. Arkadaşım veya sevgilim de yok. Keşke bir kamyonun altında kalsam da başka bir dünyada büyücü olarak reenkarne olsam..." diye dolaşacağım içinden. Hikayeye böyle başlayanlar sonunda mutlaka birini buluyor, artık son çarem bu.

Bu arada -öyle bir şeye pek ihtimal vermesem ve yaşanabilmesi için önce bir şeyler yayınlayabilmiş olmam gerekse de- ölümümden 50, 60 yıl sonra falan tanındık, ünlü bir yazar olursam diye buraya not bırakıyorum: Ortaokulda, lisede falan kompozisyondan hep düşük not alırdım. Bir sebebi imlayı anca düzeltebilmiş olmam olsa gerek (4-5 sene önce yazdıklarıma bakıyorum da Türkçe bilmiyormuşum o zamanlar), esas sebep ise konuda, kalıpta kalamamam. Burayı okurken rahatlıkla fark edebileceğiniz gibi bir parantezi paragrafa dönüştürebilmek ve paragrafın kendisinden uzun dipnot yazabilmek gibi (pek de gurur duyduğumu söyleyemeyeceğim ama mütevazı da olamayacağım) bir becerim var. Eh, sırf kısıtlanmış hissinden dolayı düğmeli kıyafetlerle ve ayakkabı bağcıklarıyla sorunu olan bir insan olduğumdan kalıpta kalamıyorum. Hoca elmayı anlatın diyor, ben elmadan başlayıp ebesinin çiftliğine varıyor ve buğday yetiştiriciliğinden bahsetmeye başlıyorum. Şu uzaya varan düşünceler (O konudaki paragrafı yazarken bu kalıbı bu denli çok kullanacağımı bilseydim doğru düzgün bir kalıp, kelime veya kısaltma uydururdum... ya da tembelliğime gelirdi, yine böyle kalırdı.) ile de ilgisi olsa gerek. Bu arada ayakkabı bağlamayı bilmiyorum. Bu ne ısrar lan? Kıyafet sektörü kadar geri kafalı sektör görmedim, hâlâ sadece kendilerini uşaklara, hizmetçilere giydiren Ortaçağ Avrupa soylularına satış yaptıklarını düşünüyorlar herhalde. Geçti o devir alo, herkes kendi başına giyiniyor artık. Hele ta ilk ayakkabılarda zorunluluktan olan ve bizim buralarda 500 yıl önce kurtulmuş olduğumuz bağcığa ısrarı asla anlayamayacağım. Bak koyma demiyorum, dekor olarak, süs olarak, tasarım olarak yine koy. Milleti ne saçma sapan iplerle, tavşanlarla falan uğraştırıyorsun lan? Ayakkabı mı giyiyoruz kapan mı kuruyoruz belli değil, tavşanmış... Orada süs olarak durmasına itirazım yok ama kurtulun lan şu prangadan artık. Ben de o yüzden direnişçi bir yaklaşım olarak ayakkabı bağlamayı öğrenmeyi reddediyorum. Beceremememle hiçbir alakası yok, aynen.

Daha önce bahsettiğim şu burmalı eğri kılıçlara dair bir türlü görsel bulamamıştım internette, meğer benim galerimde varmış. Aha bu:

Ta seneler önce Balıkesir'deki geleneksel okçuluk turnuvasında çekmişim. "Okçuluk turnuvasında kılıcın ne işi var?" mı? Okun olduğu yerde kılıçla mızrak, kılıçla mızrağın olduğu yerde zırh ve kalkan, bu ikisinin olduğu yerde de kaftan, sarık, miğfer, börk, pelerin, kurt başı (Ona dair de fotoğrafım var ama kim olduğunu bile bilmediğim biri olduğundan koymayacağım. Kalabalığı çekmişim öylece.), taç falan da olur. Toplanırlar hepsi bir yere. Üstündeki yazıyı önce Osmanlıca sandım ama galiba Arapça. Her halükarda bunu okuyacak kadar ne Osmanlıca* ne de Mushaf yazısı biliyorum. Hoş burada ne yazdığını okuyacak denli Arabî yazı bilsem bile görsele kıyasla yazı çok küçük, özellikle de kılıcın ucunda kalan başları; dolayısıyla okuyabilecek olsam dahi bunu okuyabilmek için şu sonsuz çözünürlüklü video kameralardan gerekiyor. Görsel falan demişken Yavuz'a ait olduğu söylenen, ucu çatallı bir burmalı kılıca denk gelmiştim internette ama onu da bir daha bulamadım. Topkapı Müzesi'nde de yoktu, muhtemelen Askeri Müze'de falandır o kılıç. Topkapı Müzesi'nde kısa bir yalmanlı kılıç vardı bu arada, standart yalmanlı kılıçların yarısı boyunda, Erken Osmanlı kılıçları gibi eğriliği az (ama Erken Osmanlı kılıcı tarzı kadar az değil) bir kılıçtı. Onu görene kadar "kısa yalmanlı kılıç" diye bir şey olduğundan haberdar değildim (Fotosu yok. O sırada Yıldırım Bayezid'in burmalı kılıcını, Fatih'in "Erken Osmanlı tarzı kılıç"ın mükemmel bir örneği olan, İstanbul'un fethinden sonra yaptırdığı meşhur kılıcını, Macarlardan ele geçirilmiş büyük kılıçları [greatsword] falan ağzımdan sular akarak incelemekle meşguldüm.), belki nadir veya özel bir şeydir. Bir kaptana aitti (adı Ali'ydi galiba), belki adamın boyu kısadır veya gemide sağa sola takılmasın diye öyle yapılmıştır. Topkapı'da beni şaşırtan bir diğer şey de (bundan bahsetmiştim daha önce) Fatih'in kılıcının boyu oldu. Fotoğraflarda, görsellerde falan standart boyda bir Erken Osmanlı kılıcı gibi duruyor ama inanılmaz büyük, acayip heybetli bir kılıç. Eğilip kılıcın elini (balçağını) eteğini (Kabza topuzunu. Her ne kadar Erken Osmanlı kılıçlarının temel modeli denecek denli standartlara uyması hasebiyle kabza topuzu yoksa da.) öpesim geldi yeminle. Yalnız kabzasının mors dişi olduğunu bilmem etkili oldu mu acaba bunda, gerçi yandaki tabelada kabzanın balık dişinden (Osmanlı zanaatında mors dişine balık dişi denir.) yapıldığı yazıyor zaten o yüzden simsiyah kara çelik namlu üzerine altın hüsn-i hat esas sebep olmalı, bittabi kılıcın ebadı da.

*Osmanlıca bir dil değil alfabedir bu arada, ayrıca kökeni Arap alfabesi olsa da Arap alfabesiyle neredeyse alakası yoktur. Yemen ile Mısır'ın alfabesi bile neredeyse başka alfabelerken aynı olması zaten düşünülemez. Divanda konuşulan acayip dil -ki o da günlük hayatta pek kullanılan bir şey değildi- üst kültür/yönetim dilidir, Osmanlıca değildir. İngiltere'de de de Fransızca etkili/ağırlıklı bir üst kültür/yönetim dili vardı zamanında, o zamanlardan İngilizceye miras kalan da hayvanlar ile etlerin farklı isimlendirilmesi oldu. "Cattle"ın etine "cattle (meat)" demek yerine "beef" deme sebepleri "cattle"ın Fransızcasının "boeuf" (kesin yanlış yazdım ha) olması.

Antik Yunan ve Roma'dan kalma binalar hep mermer ya hani? Hah işte, onları taştan yapıp üstünü -seramik gibi- mermer plakalarla kaplıyorlarmış (Kaynak: Arkeofili). Ben de diyorum "Bunlar bu kadar mermeri nereden buluyor?" diye. Sonuçta mermer dediğin şey eskiden de pahalıydı, hatta kesmesi, şekillendirmesi günümüze kıyasla daha zor olduğundan muhtemelen daha da pahalıydı. Hazır mermer diyorken dümdüz tek renk mermerler esas kabul edilir, damarlılar kusurludur, kırçıllı mermerleri hele sınıflandırmazlar bile. Yine de ben damarlı mermerleri kırçıllı mermerlerden, kırçıllıları da dümdüz tek renk mermerlerden daha çok seviyorum. Aşırı düzen ve mükemmellik benim için biraz rahatsız edici, kıyıda köşede bir kusur, bir çıkıntılık, bir "Bu niye burada?" hissi olacak ki rahatlayayım. Hele ayrı ayrı düşünüldüğünde uyumsuz, hatta zıt olmasına rağmen düzgünce bir araya gelmiş şeyler (katana kullanan şövalye buna bir örnek, zorladım ama anca bu çıktı şimdilik) kadar hoşuma giden bir şey yok. Ters OKB falan mı bu, var mı psikolojide karşılığı, bilen var mı?

Sayanora Watashi no Cramer mi ne, onu 3. bölümde mi ne bıraktım bu arada. Tamam, yıkığın teki olabilirim ama sarmıyorsa sarmıyordur, ona katlanamayacak kadar bencilim. Spor-dram animeleri harbi bana göre değil, spor-SoL-komedi iyidir ama; onlar güzel oluyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder