Birtakım "toplumsal bahaneler" vardır. Bunlardan biri "toplum buna hazır değil"dir mesela. Bu, kabaca şunu demenin kibarcasıdır: "Biz böyle bir şey yapmak istemiyoruz." Aynı telden çalan, bunun kardeşi "Halk bunu istiyor." vardır bir de. Bu da "Böyle daha az masrafla daha çok cukka götürüyoruz, hiç rahatımızı bozma." cümlesinin kibarcasıdır.
Manyak/psikopat karakterler çoğunlukla sevilirler bak. İnsanlık olarak manyak karaktere hasretiz. İster filmde olsun ister dizide, ister animasyonda olsun isterse de kitapta bu tür karakterler genelde sevilir. Nedeni üzerine düşündüm az. Belki de (sosyopatlar gibi birkaç istisna dışında) her insanda, hatta canlıda, biraz olan korkaklıktan kaynaklanıyordur. Eh, içinde bir parça da olsa korkaklık olmayan varlıklar eğer ağır aksak ve büyük oranda işlevsiz de olsa yine de hukuk düzeni denilebilecek bir şeyin içinde yaşamadıkları sürece pek uzun yaşayamazlar zaten. Bu korkaklık nedeniyle yapamadıklarımızı (veya yapmadıklarımızı; kişisel tercih de olabilir) rahatça yapabildiği için bu karakterleri seviyoruzdur belki. Başka bir ihtimal, bu karakterleri katmanlı yazmanın "düzgün adam"a kıyasla daha kolay olması. Düzgün adamın nesini yazacaksın, herif zaten robot gibi, sisteme tam uyumlu. Manyağın neden ve ne zaman böyle olduğu, hangi süreçlerden geçtiği anlatımın süresini aşabilecek şeyler. Ha bu arada aynısı iyi karakter-kötü karakter ayrımında geçerli değil. İyi karakteri de gayet katmanlı, iyi arka planlı yazabilirsin; zaten saf iyi ve saf kötü karakterler her ne kadar bizim TV senaristlerimiz aksini düşünse de çoktan tarihe karıştı. El birliğiyle gömüldü, Martin de HBO Camii'nden selasını okudu. İyi karakterlerin bu işlerinin ötelenmesinin daha fazla olma sebebi "Herif iyi zaten işte ya, nesini anlatayım?" şeklinde ifade edilebilecek senarist tembelliğidir. Ha senarist tembelliği her zaman kötü de değildir bak: İster senarist olsun ister yönetmen, ister ressam ister oyuncu/tiyatrocu, ister şair ister meddah, ister heykeltıraş ister müzisyen... Her sanatçıda biraz tembellik olur ve bazı eserler tam olarak sanatçının tembelliğine denk geldiği ve sanatçı amaçladığı sona ulaşmaktan vazgeçtiği için güzeldir. Mona Lisa'nın yüz ifadesinin Da Vinci'nin "Kalsın böyle ya." diye tembelliğine gelmediğinden kim emin olabilir ki? Gerçi Mona Lisa pek iyi bir örnek olmayabilir, sonuçta Da Vinci Uykusu denen şeyi icat edip helikopterlerin ilk prototiplerini çizen bir manyağın aklındaki sona ulaşmadan eseri rahat bırakacağına inanmak zor. Yine de tıpkı tembellik gibi her sanatçıda bir parça olan ve olması gereken bir diğer şey de bir parça maymun iştahlılıktır; yani yarısında fikir değiştirmiş olması olası.
Bir "ısırılma/kovalanma listesi" mi yapsam acaba diye düşündüm. Hayır çünkü sıradan bir insana göre epey kabarık bir listem var. Şey var mesela, neredeyse kurtulduğum köpek korkumu sayesinde yeniden kazandığım küçük köpek var. Daha önce dört ayak üstündeyken belimden daha yukarı gelen köpek de kovaladı beni ama o tamamen şahsi kazmalığımdan kaynaklandı; ufak ırk köpeklerde biraz sahiplerinden (Bu arada kedi köpekte Roma hukukunun esas alınması lazım: Hayvanının yaptığı şeyden sahibi sorumlu olacak. Bu ayrıca yasaklayarak bitiremeyeceğinizi artık anlamanız gereken saldırgan pitbull yetiştirme gibi olayları da bitirir. Saldırgan olmayan pitbull yetiştirmek mümkün, evet.) biraz da küçük ırklar genel olarak abartmaya meyilli, şımarık ırklar olduğundan kaynaklanan sağa sola salça olma eğilimleri var. Kedi tarafından kovalanmam var, muhabbet kuşu gagaladı... Leopar geko tarafından ısırılmış dört beş kişiden biri olabilirim. Leopar keler lan bu? Kelebek yaladı... Evet, kelebek. Yakalamaya çalışıyordum, acayip gıdıklıyor. Yakalamaya çalışmaktaki amacımı hatırlamıyorum, daha yakından bakmaya çalışıyordum herhalde. Onun dışında... Deniz kaplumbağasından tokat yemişliğim var. Yok, ısırılma ya da kovalanma değil; ön yüzgeçten şaplak yedim direkt. DEKAMER'de gönüllü çalıştım bir ara, karaya ilk kez çıkmış kaplumbağalardan örnek alıyorduk; o sırada yaşandı. Bir de yine DEKAMER'de sahilde porsuk kovalamışlığımız var ama o buranın konusu değil.
İnsan, daha doğrusu yüz ve isim hatırlayamama gibi bir sorunum var. Bana "Tanıdın mı?" diye sormayın be, "Kim ulan bu?" diye kafayı yiyorum. Bir ay görmeyince kardeşimi tanıyamıyorum lan, sınıf arkadaşımı nasıl tanıyayım? Ha ama sorunum prosopagnozi değil, görüş alanımdayken insanları gayet birbirinden ayırt edebiliyorum. Bir de belli bir düzeyde umursadığım insanların (tanıdığım insan sayısına kıyasla epey azlar) saç rengi, zorunlu aksesuarları (gözlük vs.) olup olmadığı gibi şeyleri -ve belli bir düzeyden fazla umursadıklarımın ya da çeşitli sebeplerle devamlı ismini duyduklarımın isimlerini- hatırlayabiliyorum ama yüz? Cık, yüz tanıma sistemi yok bende. Hemen unutuyorum. Bu arada insan çizemememin temel sebeplerinden biri bu da olabilir: İnsan yüzünün neye benzemesi gerektiğinden emin değilim. Eh, nasıl göründüğünü bilmediğin bir şeyi çizemezsin haliyle. E, devamlı uzaylı karikatürü çiziyorlar? Lan konu o mu sence? Ne peki? Şey... Eee... Ya bir siktir git ya. İnsan yüzünü birkaç saniyede unutuyorum bu arada. Daha doğrusu insan yüzünü, o insanı ne kadar umursuyor veya umursamış olursam olayım, gözümde canlandıramıyorum. Huş ağacı? Tamam. Japonbalığı? O da tamam. Selçuklu tarzı kılıç? Evet. Timsah? O da var... İnsan yüzü? Sadece birkaç karakterinki, onlar da çizilmiş karakterler ve yine yarım yamalaklar.
Yine anlamsızlık dehlizlerinde dolanmaya başladım. Bu sikik dünyaya tutunmak için çok çaba harcamam gerekiyor. Sadece hayatta kalmaya devam edebilmek için çok çaba. Ehliyet alacaktım, onun için de psikiyatri raporu almam gerekiyor. Ne için? Ne anlamı var ki yani? Neden ehliyet almaya kasıyorum? Ne diye bu yazıyı yazıyorum? Neden önümü göremezken gelecek için plan kurmaya zorlanıyorum? Hayatımın bir anlamı yok, olmasa da olurdu. Hani "Bak sen olmayınca böyle oluyor işte." şeklinde klişe bir bölüm vardır Amerikan TV işlerinde? Ben olmasam hayatı eksik kalacak tek bir kişiyi dahi düşünemiyorum. İlerlemek için çok fazla çaba vermem gerekiyor, gerçekten yoruldum. Son üç yılda öyle çok "Artık ne kadar dayanabileceğimi bilmiyorum." diye haykırdım ki artık bunu demeye bile mecalim kalmadı. Yeter artık, hiçbir şey olacağı yok işte. Uyumlu taklidi yapan yalancının teki olmaya devam etmedikçe kimse tarafından sevilmeyeceğim. Eh, insanların beni sevip sevmemesi çok da umurumda değil aslında; sadece bir kişi yeterli: Kendime katlanamadığımı bildiği halde beni sevebilecek biri. Sanki öyle biri olacak da! Sahte, anlamsız, yalancı umutlara tutunmaktan bıktım artık ben. Hiçbir şey olduğu yok işte, olmayacak da. Neden olsun ki? Gidip apartman dairesinin tekinde yapayalnız geberip gideceğim. Cesedimi ne zaman bulurlar acaba? Geride hiçbir şey kalmayacak... Yazdıklarım, yaptıklarım, hepsi benimle birlikte kaybolup gidecek. Hiç var olmamışım gibi, sinir bozucu. Kaç kişi geçip gitti, sadece bir avucunun adını hatırlıyoruz. Kahraman olamam, kötü adam olacak kadar cesaretim yok, anlatıcı... Ben tatminkar biri değilim, yayınladığım yazıları bile tekrar tekrar okuyup "Şuraya şunu ekleseydim." gibi yarak kürek cümleler kuruyorum. Nefes almak yorucu, uyanıp yataktan çıkmak yorucu... Hayatta bir anlam bulabilmek için avcuma bir avuç şey almaya çalışıyor, sonra ne kadar çarpık ve anlamsız olduklarını fark edip bırakıyorum. Kırılıyorlar, kırılıyorum. O kadar fazla parçaya bölündüm ki kafamda iç seslerden bir kakofoni var. Pek anlaşamıyorlar, birinin ak dediğine öteki kara diyor. Ortak noktaları beni sevmemeleri. Oksijeni bitmiş bir su birikintisinde çırpınan balık gibiyim... Ve artık abartmaktan bile yoruldum. Gerçekten, en azından daha iyiymiş gibi hissettiğim günlerin geleceğini biliyorum. Sanki bir anlamı varmış gibi. Hiçbir iz bırakamayacaksam, yalancı uyum kostümüme ya da aile bağlarına değil de doğrudan bana yöneltilmiş bir sevgiyi... Aslında, hayır, tekrar düşündüm de kimsenin beni sevmesine falan gerek yok. Benim sevgimi kabullenebilen biri yeterli, çok yüklenmemem gerek. Neden yüklenmeyeyim ki? Ben zayıf biriyim, zayıf ve korkak, günahkar ve iğrenç hıyarın teki. Hayat bunu umursamıyor ama. Devamlı, devamlı, devamlı... Kırılmadan daha ne kadar devam edebilirim? Kırılmadım mı? Sağlam olduğumu sanmıyorum. Bu dünyada yaşamaya uygun biri değilim ki ben! Ah, neyse ne. Boş verin gitsin, her zamanki saçma sapan sayıklamalarım işte. Neden bu kadar uzattım bunu? Bunun da bir anlamı yok. Güve gibi hissediyorum: Ateşe yaklaşıyor ve yanıyor. Yanmaya da razıyım ben, karanlıkta kalmak çok zor. Eh, şimdilik biraz rahatlamış hissediyorum ama bu halim biraz daha sürecek. Sonra da kendiliğinden çekilecek ve işkencecibaşı tekrar işin başına geçecek. Neden devamlı böyle saçmalıklar yazıyorum ki? Anlatmaya ihtiyacım var: Kendime anlatmaya. Konuşmaya başlarsam bu savaşa dönüşüyor, yazmak düşüncelerimi odaklamaya ve bazı şeyleri daha net algılamama yardımcı oluyor. Bu kadar, cidden bu kadar. Daha düne kadar ne şekilde hayatta kalabileceğim hakkında bir şeyler düşünüyordum; bugünse... Hiçbir şey yapmak istemiyorum. Eh, ufuk aydınlanacak ve güneş olduğunu iddia eden bir yalancı tekrar tepemde belirecek, bunu kabullendim artık. Bu döngüde yaşamak benim kaderim... Gerçek güneşimi bulmak istiyorum. Ne olabilir? Yaptığım şeyler sadece yıldızlar ve yapmak istediğim ya da yapmayı düşündüğüm ama henüz yapmadığım (daha doğrusu teknik sebeplerle yapamadığım) şeylerse... Eh, onları yaptığım bir zaman gelince bakarız; henüz yıldız bile değiller. Aslında bir ay ışığına ihtiyacım var, evet, güneştense aya ihtiyacım var. Bunu belirtmekten özellikle kaçındım ama bir yerden sonra Ejderha ve Mühür'ün Utpa'sını kendi düşüncelerimi, inançlarımı ve çarpıklığımı anlatmakta kullanmaya başladım. Aynıyız, gerçi... Bütün karakterler yazarından iz taşır. Bu konuda yazdım mı daha önce? Garip bir hafızam var. İnsanların yüzlerini hatırlayamıyorum ama bir balığın Latince ismini tek bir kez okusam bile aklımda kalıyor. Neyse, bütün karakterler yazardan iz taşır; yazarken o olursun, karşılığında o da sen olur. Sonuç da aha bu olur. Ay, evet, benim de kendi ay ışığıma ihtiyacım var. Bazen tepemdeki örtünün ne olduğunu merak ediyorum. Bulut olamazlar, değil mi? Gerçek güneşi bir kez bile görmemiş olamam. Demir mi? Demirden tabut. Demir olabilir aslında. Gecenin kendisi olabilir; ama o zaman neden kubbe şeklinde olduğunu açıklamak gerek. Kendimi bir şemsiyenin altına sıkıştırdım ve şimdi varlığını bile unuttum. Ne zaman yaptım ki bunu? Her zaman korkak ve çarpık herifin tekiydim, her zaman bulanık bir suyun içindeydim... Ama bu karanlık bir yerden sonra başıma musallat oldu. Cidden böyle günlerde sadece böyle saçmalamak için motivasyonum olması... İç çekmekle bir yere varamayacağım, bu da böyle bir şey işte.