Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

10 Şubat 2020 Pazartesi

Genel

Beynimi uyuşturmanın zararsız bir yolunu bulmalıyım. Şimdiye kadar yazarak, okuyarak, bir şeyler izleyerek, müzik dinleyerek, kafamdaki hikayeleri yaşayarak bir yere kadar bunu halledebiliyordum. Arada patlamalar oluyordu ama idare ediyordum. Artık işe yaramıyor. Devamlı, devamlı, devamlı çığlıklar, çarpık düşünceler, anksiyete ve diğer Allah'ın belası her şey. Başka, başka, başka, başka, başka... Başka bir şey bulmam gerek. Beynimi uyuşturacak ama zarar vermeyecek bir şey. Tamam, öyle bir şey yok. Bununla yaşamalı mıyım? Ah, evet, işte en sevdiğim... Beynimde çığlıklar var ama bu tek sorun değil. Kalbimin yerinde bir boşluk hissediyorum, bunu ilk hissedişim değil ama şu an epey yoğun. Artık beynimi uyuşturamamamla mı ilgili? Bu arada talimleri de bir gün unuttum sonra komple bıraktım, onu yaparken de pek bir şey düşünmüyordum. Her zamankinden farklı mı? Yoksa abartıyor muyum? Belki sadece artık tutamadığım o sıradan zaman... Bedensel yorgunluk hissediyorum, bunun herhangi bir sebebi yok. Yetersiz, saçma. Her zamanki gibi yetersizim, her zamanki gibi bir şeyi bile beceremiyorum. Soğuk çay içmem gerek, sanki bir işe yaradığı var. Kafein, tein ya da şeker; üçü de herhangi bir işe yaramıyor. Bağımlılığa bu kadar meyilliyken sigara bile içmiyor olmam büyük bir başarı aslında. Gerçi birçok bağımlılığım var: Soğuk çay, göl havası, deniz taşı toplamak (Benimki gibiyse bu hobi değil bağımlılık oluyor), uyku (gündüz uykusu, gece değil), kahve falan. Neyse, bununla yaşamayı öğrenirim herhalde. Ya da kendime ruhani suikast düzenleyip zombi gibi gezmeye başlarım. En iyisi bu olur bence.

Evet, çığlıklar ve diğer şeyler hâlâ var ama üstteki paragrafı yazdığım kadarki kadar yoğun değil. Belki gerçekten her zamanki patlamalardan biri. Bir de okulun açılması yaklaşıyor, yöresel mutfağı nasıl işleyeceğiz, kim girecek diye düşünüyordum. Doğru düzgün işlememiz lazım o dersi, dört tane koymasaydınız o zaman aq. Türk mutfağını küçümsemiyorum, teknik açıdan en sevdiğim mutfak. Yalnız dört yöresel mutfak dersine cidden gerek var mıydı? İki tane Türk mutfağı dersi koysaydınız, doğru düzgün görseydik.

Daha önce söylemiştim, bir şeyi "öylece" yapamıyorum. Olabildiğince mükemmel yapmak zorundayım. Yani, o gerçekten yapmak istediğim bir şeyse. Yapmak istemediğim ya da umursamadığım şeyleri savsaklamakta da üstüme yoktur. Eğer bir Youtube kanalı açacaksam orijinal, Türkiye'de pek olmayan konseptlere sahip, kaliteli efekt kullanılan bir şey olacak. Bu basit bir örnek. Daha basit bir örnek: Eğer bir yemek yapacaksam, orijinaliyle aynı şekilde yapmalıyım. Değişiklik ve diğer şeylere karşı değilim, peki o değişiklikler orijinaline aşina olmadan nasıl yapılabilir? Orijinalinin nasıl olduğunu bilmeden yaptığım değişikliğin iyi olup olmadığını nereden bileceğim? Avangard mutfağın temsilcileri, Escoffier'in reçetelerini denemeden mi değişiklikleri uyguladılar? Hayır, hepsi orijinalin nasıl olması gerektiğini ve neresini değiştirirlerse aşağı yukarı ne sonuç alacaklarını biliyorlardı. Daha farklı örneklere geçelim: Eğer bir kafe açacaksam bu kaliteli kahve, tatlı ve atıştırmalıkların sunulduğu, kahvelerin makinede değil elde hazırlandığı bir kafe olacak. Espresso bazlı kahveler için mocha pot ve Türk kahveleri için bakır cezve. Eğer bir Uzakdoğu restoranı açacaksam gerçek Uzakdoğu yemeklerinin sunulduğu, (Amerikan Asyalı yemeklerin değil, gerçek Uzakdoğu yemeklerinin. Oraya Acılı Ekşili Çorba yazan restoranların alayı Amerikan Asya mutfağına sahip, Pekin çorbası onun adı. Tatlılar konusuna hiç girmiyorum, Uzakdoğu mutfaklarının hepsi tatlı konusunda eksik ama olan az sayıda tatlıyı da menüye koymazsanız ne anladım ben o işten?) dekoruyla bile inanı Uzakdoğu'da hissettiren bir restoran olacak. Yukatalı garsonlara sahip, ramen kasesini kafaya dikebildiğiniz, Uzakdoğu müzikleri çalınan bir restoran. Eğer orijinal reçetelerimi sunacağım bir restoran açacaksam bu kesinlikle Michelin yıldızı almayı hak eden, üst düzey kaliteli -ve tercihen yerli- malzemeler kullanan, moleküler gastronomi, füzyon mutfağı gibi tekniklerin az da olsa uygulandığı bir restoran olacak. Bir şeyi en iyi şekilde yapmayacaksam neden yapayım ki? Ne gerek var? Başka bir basit örnek: Aklımdaki şeyi aklımdaki gibi çizemiyorsam onu çizmem. Aklımdaki hikayeyi yazıya geçiremiyorsam yazmam ki bunu yapmışlığım çok oldu. Yazıya geçirmek istediğim kafamdaki hikayeler, beceremeyince kafamda sürdürmeye devam ettim.

Kara Kanatlı Gezgin'i pazar günü yayınlıyorum. Nedeni hakkında bir fikrim yok, aslında ilk bölüm yayınlamadan birkaç gün önce bitmişti. Sadece öyle olsun istedim.

Telefonu değiştirdim, kurcalarken ne zaman yazdığımı bilmediğim bir şiire denk geldim. Telefonda şiir yazdığımı bile bilmiyordum, sadece bilgisayardaki ve kağıt üstündekileri hatırlıyorum. Tam olarak neden bahsettiğimi anlayamadım yalnız; belli ki hüzünlüymüşüm onu yazdığım sırada ama konu neydi acep? Başlık maşlık da yok. Acaba onu bir hikayenin, romanın vs. içinde kullanmak için mi yazdım? Bir de neden orada olduğunu çözemediğim bir kelime var, otomatik düzeltmenin hışmına uğramışım muhtemelen. Onun orijinali o kelimeyse çünkü ben Türkçe bilmiyorum demektir. (Bu cümleden sonra gerçekten öyle de olabilir, evet)

Komi-san diye manga okuyorum da, aklıma takılan bir şey var: Haftalık olarak çevirip atıyorlar. Şimdi, manga zaten genel olarak haftalık çıkan bir şey, "Ne var bunda?" diyebilirsiniz. Şu var: En son atılan Türkçe bölüm 75, en son atılan İngilizce bölüm 238. Güncelde değilsiniz ki, şunu fırsat buldukça çevirip yayınlasanıza? Haftalık yayınlamak zorunda değilsiniz? Gidip İngilizce okuyacağım ama o da hiç zevk vermiyor ki. Tek tesellim Noxsubs'un çevirmesi, şimdiye kadar herhangi bir mangayı yarım bıraktıklarını görmedim, yani üç yüz yıl sonra da olsa muhakkak güncele yetişecekler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder