Kendi iğrenç çeviri yeteneklerim ve olmayan İngilizcemle çevirdim ama çok komik lan...
Demek ki neymiş, "en kötü ne olabilir ki?" olasılıklarını epey iyi düşünecekmişiz ([*TvT*]). Emoji sondaki bu arada, :') emojisi.
Anlamayanlar için açıklamak gerekirse (açıkladıktan sonra esprinin hiçbir komikliği kalmaz, bu bilinir. -"Bilinir" diye onayladı İrri.- Bu satır nereden, araştırın bulun.) birinci ve ikinci (altındaki) resimdeki kurt. Sonuncu da köpek. Sonuç işte bu. Hâlâ anlamayan için: Bizim köpek dediğimiz hayvan aslında evcilleşip insanların yanında kala kala, insanlar tarafından güzel görünüşlü yavrular seçile seçile günümüzdeki haline gelmiş kurttur. Seçici üretimi araştırın, uğraştırmayın beni. Lepistes, Japonbalığı, Hint bülbülü, muhabbet kuşu, Gine domuzu, leopar geko... Seçici üretimle elli bin tane çeşidi çıkmış hayvanlardan birkaçı. Kedi ve köpek de bu listede ama onlar daha çok yaşam şartları, yiyecek, iklim gibi çeşitler ve hastalıklarla günümüzdeki hallerine gelmişler; uzun tüylü-kısa tüylü, oyuncu-sakin vs. Mesela av köpekleri oyuncu olur, bkz. Golden retriever. Resimdeki de golden'a benziyor aslında, bir de aslında "Master" diyordu. Çevirirken sahip diye çevirdim de yani sahipliğin öte boyutu da gönderme halinde var. Bunu kim çizmiş acaba ya, Greenteaneko diyeceğim de pek onun tarzı değil... Kesin İnstagram anime-karikatür çizerlerinden biridir ama; zaten ben gördüğümde her kare ayrı bir parça halindeydi.
Neyse, işin ilginç bir yanı var. Her ne kadar köpekler, kurtların evcilleştirilmiş hali olsalar da tilkiler çok daha kolay evcilleşiyor. Bunu da Rusya'da kürkü için uysal tilki üretmek amaçlı seçici üretim yapan kişiler tesadüfen keşfediyor. Kurt, ancak yirmi nesil sonra köpek (ki kurt köpeği-kangal-Alman kurdu arası bir görünümü olacak ve yine de yarı-vahşi, kısmen saldırgan, bölgeci ve koruyucu olacaktır) haline geliyor ama tilkiler altıncı nesilden itibaren kuyruk sallama gibi şeyler gösteriyorlar ve köpekler gibi karışık renkli yavrular çıkabiliyor. Görünüşleri de biraz değişiyor. Evcilleştirilmiş gümüş tilki diye arayın, uğraştırmayın beni. Bu arada gümüş tilki, "kızıl tilki" olarak geçen ve tilki deyince aklımıza gelen hayvanın melanizm denen bir genetik hastalık sonucu (albinoluğun tersi bir nevi) siyah renge bürünenleridir. Neden kara tilki değil de gümüş tilki derseniz, hayvan şöyle görünüyor:
Bu nedenle kara yerine gümüş demiş olabilirler. Bu da evcilleştirilmiş gümüş tilkilerin soyundan gelen bir hayvancağız mesela, bak, yolda görsen köpek sanırsın:
Yalnız tilkiler çok sevimli hayvanlar bence, köpek mi tilki mi diye sorsalar tilki derim. Aslında görünüş ve davranış değişimi olsa da çok önemli değil, üçüncü nesilden sonra tam olarak evcilleşiyorlar, bir nevi köpek haline geliyorlar ama kurtların aksine tilkiler, ilk nesilde de evcilleşebiliyor. Zaten insanlara saldıran bir hayvan değildir normalde, hatta koyun gibi büyük hayvanlara da saldırmazlar. Ama evcil bir tilkiyi, yani ilk nesilden bir tilkiyi bir tavuk kümesine salarsanız ne yapacağını ben de bilmiyorum. Ama üçüncü nesilden itibaren bunu yapmaması için eğitebilirsiniz. Kurtlar devamlı olarak koyunlara saldırır ama köpekler, eğer çok aç ve sahipsiz değillerse -hatta grup/sürü değil de tek bir tanelerse- bunu yapmazlar. Aynı mantık.
Öne Çıkan Yayın
Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)
İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~
16 Ocak 2019 Çarşamba
10 Ocak 2019 Perşembe
Güncel Animeler Hakkında Biraz Zırvalama (Ayrıca kyuudo ve Türk okçuluğu, konu kendi kendini açtı)
Çok iyi ve çok sayıda güncel anime var şu aralar. Bu arada yaz dönemi serilerinin %90'ının çevirisi yarım bırakıldı. En sonunda ben bir fansub kurup kafalarına vura vura çevirteceğim, bu nedir... Hemen o yarım bırakılanların ilk aklıma gelen Release the Spyce. Sonra Akanesasu Shoujo var. Öte yandan bir Zettai Shounen var ki anime 2006'da çıktı, 2018'in başında çevrilmeye başlandı. İkinci bölümün çevirisi bir yıl sonra geldi. Bu iş böyle olmaz. Ha, eski serilerden Japonya'da da batıda da oldukça popüler olan Kemono Friends'in de çevirisi yarım bırakıldı.
Ama konumuz güncel animeler: Tabii ki Slime datta ken var, novel'i süper gidiyordu. Daha Milim Nava filan gelecek, işler çok güzel olacak o zaman.
3d Kanojo: Real Girl'ün ikinci sezonu çıktı. Ve tabii ki romantizm animelerinin %99,99'u gibi kanser eden bir biçimde ilerliyor. Romantizmde favorim Kimi ni Todoke'dir ve o bile ikinci sezonda kanser etti, bu Japonlar kanser etmeyen romantizmi beceremiyorlar, belli.
Tate no Yuusha var, novel'i ve mangası bayağı iyi diyorlar. İlk bölüm de gayet güzeldi, bakalım ileride ne olacak.
Ondan sonra Youkoso no Neverland var, onun da ilk bölümü bayağı iyi. Bir de şeyin, neydi adı... Darling in the FranXX'ın çakması gibi gelen bir seri vardı, adını unuttum. Onun ilk bölümü biraz sade, ikinci bölümde karar vereceğim. Ha aklıma gelmişken 3d Kanojo'da Itou ve Ayado'nun durumlarına çok üzülüyorum lan. Ana karakter her zamanki gibi yıkık zaten, değişen bir şey yok.
Asobi Asobase de yarım bırakılmıştı, şimdi düzgün biçimde devam ediyor çevirisi. Tsurune sonbaharda başlamıştı, çok güzel ilerliyor şimdilik. Ben kendim de okçu olduğum için okçuluk temalı bir anime bulunca hiç kaçırmadım. Gerçi kyuudo ve Türk okçuluğu arasında bazı farklar var ama bizdeki kepaze ve kepaze çekme olayı kyuudo'da da varmış. Japonlar zihgir kullanmıyormuş bu arada, onun yerine yugake denen bir eldiven kullanıyorlarmış. Tabii Japon-tarzı ok çekişiyle zihgir anlamsız olurdu. Üç parmak atışı yapan Yunan ve Romalılar zihgir kullanıyor gerçi ne alakaysa. Ha bir de torbagez olayı da kyuudo'da da varmış. Tabii onların eski Japonca, modern Japonca'da pek bir karşılığı olmayan adları da var ama unuttum.
Aslında kyuudo ve Türk okçuluğu arasında üç temel fark var, onlar dışında hem teknikler hem de felsefe yönünden oldukça benziyorlar:
1. Kullanılan ekipman. Kyuudo'da yumi denen (Aslında modern Japoncada her türlü yaya yumi deniyor) uzun (İngiliz uzunyaylarından bile uzun), bambudan yapılma (bazen bambu-dut karışımından) yaylar kullanılıyor. Bu yaya uygun olarak Ya denen uzun, üç tüylü oklar kullanıyorlar. Hakama denen şalvar benzeri bir giysi ve onu tamamlayan keikogi denen göynek benzeri bir giysi giyiyorlar. Bazen üstüne kimono (bizdeki kaftana ve Avrupa'daki robe'a karşılık gelen bir giysi) ve kızlar için bir çeşit göğüs kalkanı (chestplate Buz ve Ateşin Şarkısı'nda göğüs kalkanı olarak çevrilmiş, çok beğendim, kullanıyorum. Çok uygun bir çeviri çünkü, bizim kültürde zırhlar da kaftanlar gibi tam takım olduğu için chestplate diye bir şey bizde pek yok) da kullanılıyor.
2. Atış tekniği. Türkler, Moğol çekişi de denen başparmak çekişi kullanırken Japonlar başparmak çekişi ve kıstıma tutuşu arasında bir şekilde oku çekip atıyorlar. Blogda buna dair yazı var, kıstırma çekişini, Japon tutuşunu, başparmak çekişini ve üçparmak çekişini görebilirsiniz. Aha link: http://erdeminblogu.blogspot.com/2017/07/ok-tutuslar-sral-tam-listesi.html
3. Hedefler. Türk okçuluğunda puta, tabla, kabak gibi çeşitli hedefler kullanılsa da puta ve tabla göğüs hizasındadır. Okçuluk demişken okçuluk ekipmanlarımı komple toplamam ve süslemem bitince o yazı da gelecek. Hayvan gibi yazı gelecek diyemem çünkü bir kamp ve okçuluk ekipmanları şeysi var. O yazıda da bol bol araya bazı bilgiler sıkıştırdım. Neyse, kyuudoda hedefler tabla hedeflerine benzer ama yere konur. Açı filan hemen hemen aynı ama göğüs hizasına değil, yere konur.
Dororo var, çok bekleniyordu ama izleyip izlemeyeceğime sonra karar vereceğim. İlk bölüm pek... Neyse... Egao no Daika, onu da izleyip izlemeyeceğime sonra karar vereceğim.
Tabii Radiant ve SAO Alicization var bir önceki dönemden kalan, onları da izliyorum bakalım. SAO genel olarak birinci sezonun ilk yarısından sonra pek sevilmiyor ama ben hepsini izledim. Tokyo Ghoul'un üçüncü sezonunu izlemedim ama. Boogiepop'un yeniden yapımı mı ne öyle bir şeyi var, ilk bölüm bayağı kafa karıştırıyor ama izlerim ben onu. Kafa karıştıran şeyleri seviyorum. Şimdi de Doukyonin wa Hiza, Tokidoki, Atama no Ue'yi izleyeceğim o da yeni çıkan bir seri. Hadi ben kaçtım.
Ama konumuz güncel animeler: Tabii ki Slime datta ken var, novel'i süper gidiyordu. Daha Milim Nava filan gelecek, işler çok güzel olacak o zaman.
3d Kanojo: Real Girl'ün ikinci sezonu çıktı. Ve tabii ki romantizm animelerinin %99,99'u gibi kanser eden bir biçimde ilerliyor. Romantizmde favorim Kimi ni Todoke'dir ve o bile ikinci sezonda kanser etti, bu Japonlar kanser etmeyen romantizmi beceremiyorlar, belli.
Tate no Yuusha var, novel'i ve mangası bayağı iyi diyorlar. İlk bölüm de gayet güzeldi, bakalım ileride ne olacak.
Ondan sonra Youkoso no Neverland var, onun da ilk bölümü bayağı iyi. Bir de şeyin, neydi adı... Darling in the FranXX'ın çakması gibi gelen bir seri vardı, adını unuttum. Onun ilk bölümü biraz sade, ikinci bölümde karar vereceğim. Ha aklıma gelmişken 3d Kanojo'da Itou ve Ayado'nun durumlarına çok üzülüyorum lan. Ana karakter her zamanki gibi yıkık zaten, değişen bir şey yok.
Asobi Asobase de yarım bırakılmıştı, şimdi düzgün biçimde devam ediyor çevirisi. Tsurune sonbaharda başlamıştı, çok güzel ilerliyor şimdilik. Ben kendim de okçu olduğum için okçuluk temalı bir anime bulunca hiç kaçırmadım. Gerçi kyuudo ve Türk okçuluğu arasında bazı farklar var ama bizdeki kepaze ve kepaze çekme olayı kyuudo'da da varmış. Japonlar zihgir kullanmıyormuş bu arada, onun yerine yugake denen bir eldiven kullanıyorlarmış. Tabii Japon-tarzı ok çekişiyle zihgir anlamsız olurdu. Üç parmak atışı yapan Yunan ve Romalılar zihgir kullanıyor gerçi ne alakaysa. Ha bir de torbagez olayı da kyuudo'da da varmış. Tabii onların eski Japonca, modern Japonca'da pek bir karşılığı olmayan adları da var ama unuttum.
Aslında kyuudo ve Türk okçuluğu arasında üç temel fark var, onlar dışında hem teknikler hem de felsefe yönünden oldukça benziyorlar:
1. Kullanılan ekipman. Kyuudo'da yumi denen (Aslında modern Japoncada her türlü yaya yumi deniyor) uzun (İngiliz uzunyaylarından bile uzun), bambudan yapılma (bazen bambu-dut karışımından) yaylar kullanılıyor. Bu yaya uygun olarak Ya denen uzun, üç tüylü oklar kullanıyorlar. Hakama denen şalvar benzeri bir giysi ve onu tamamlayan keikogi denen göynek benzeri bir giysi giyiyorlar. Bazen üstüne kimono (bizdeki kaftana ve Avrupa'daki robe'a karşılık gelen bir giysi) ve kızlar için bir çeşit göğüs kalkanı (chestplate Buz ve Ateşin Şarkısı'nda göğüs kalkanı olarak çevrilmiş, çok beğendim, kullanıyorum. Çok uygun bir çeviri çünkü, bizim kültürde zırhlar da kaftanlar gibi tam takım olduğu için chestplate diye bir şey bizde pek yok) da kullanılıyor.
2. Atış tekniği. Türkler, Moğol çekişi de denen başparmak çekişi kullanırken Japonlar başparmak çekişi ve kıstıma tutuşu arasında bir şekilde oku çekip atıyorlar. Blogda buna dair yazı var, kıstırma çekişini, Japon tutuşunu, başparmak çekişini ve üçparmak çekişini görebilirsiniz. Aha link: http://erdeminblogu.blogspot.com/2017/07/ok-tutuslar-sral-tam-listesi.html
3. Hedefler. Türk okçuluğunda puta, tabla, kabak gibi çeşitli hedefler kullanılsa da puta ve tabla göğüs hizasındadır. Okçuluk demişken okçuluk ekipmanlarımı komple toplamam ve süslemem bitince o yazı da gelecek. Hayvan gibi yazı gelecek diyemem çünkü bir kamp ve okçuluk ekipmanları şeysi var. O yazıda da bol bol araya bazı bilgiler sıkıştırdım. Neyse, kyuudoda hedefler tabla hedeflerine benzer ama yere konur. Açı filan hemen hemen aynı ama göğüs hizasına değil, yere konur.
Dororo var, çok bekleniyordu ama izleyip izlemeyeceğime sonra karar vereceğim. İlk bölüm pek... Neyse... Egao no Daika, onu da izleyip izlemeyeceğime sonra karar vereceğim.
Tabii Radiant ve SAO Alicization var bir önceki dönemden kalan, onları da izliyorum bakalım. SAO genel olarak birinci sezonun ilk yarısından sonra pek sevilmiyor ama ben hepsini izledim. Tokyo Ghoul'un üçüncü sezonunu izlemedim ama. Boogiepop'un yeniden yapımı mı ne öyle bir şeyi var, ilk bölüm bayağı kafa karıştırıyor ama izlerim ben onu. Kafa karıştıran şeyleri seviyorum. Şimdi de Doukyonin wa Hiza, Tokidoki, Atama no Ue'yi izleyeceğim o da yeni çıkan bir seri. Hadi ben kaçtım.
9 Ocak 2019 Çarşamba
Ölmedim ölmedim, koleksiyonlar ve belki birkaç şey daha
Öncelikle, yorgunluğum ara ara nüksetse de genel olarak mutlu bir ruh halindeyim. En azından karamsarlıktan çıktım, belki "amaçlarım"a ulaşabilirim. Belki... İnşallah, aslında.
Bir şeyleri toplayıp biriktirmeyi çok seviyorum. Sevdiğim şeylerin koleksiyonları olsun istiyorum. Şu anda taş (çoğunlukla deniz taşları, az miktarda karasal taş ve birkaç ham durumda mücevher -çoğunlukla pek de değerli olmayan kuvars türleri-) ve deniz kabuğu koleksiyonum var. Deniz kabuklarını çok seviyorum, deniz kabuğu koleksiyonu da oldukça ilginç. Birçok kısmını kendim topladım ama bir kısmını satın aldım. Bir natulius kabuğu, şu an koleksiyonumun en önemli eksiği. Bu arada bu koleksiyonda birkaç tatlısuya ait kabuk (çoğunlukla salyangoz) da var. Onun dışında, bir ara akvaryumda beslediğim balıkların ölülerini kurutup sakladım. Bir nevi ayrılsak da beraberiz olayı, elbette onları hayatta tutmak için çaba sarf ettim ama ölenleri de kuruttum. Bunu yapmadan önce ölü balıkları gömüyordum. Bu "su canlısı" koleksiyonunda -aslında bunu koleksiyondan ziyade bir tür "türbe", bir çeşit tümülüs olarak görüyorum.
Devam etmeden önce, tam bu yazıyı yazarken çöken ve yirmi saattir %1'de kendini sıfırlamaya çalışan bilgisayarıma bir alkış istiyorum. Allah belanı versin.
Neyse... O Tümülüste birçok akvaryum balığının yanısıra bir semender ve bir kurbağa da var. Türkiye'de en kolay bulunan iki amfibi: Ateş karınlı semender (Çin semenderi mi Japon semenderi mi onu bilmiyorum ama) ve pençeli Afrika kurbağası, tabii ki albino.
Ama ilginçtir kaplumbağalarımın hepsinin ölüsünü gömdüm. İhtiyaçlarını anladıktan sonra kızıl yanaklı şu kaplumbağası beslemedim hiç zaten, hayvan gibi yer lazım onlar için. İleride tekrar besleyebilirim amag; güzel, şekil bir akuateraryumda.
Telefondan uzun yazı yazmak iğrenç bir şey, hay senin otomatik düzeltmene... Ben düzeltiyorum asıl. Koleksiyon diyorduk... Çoğunu bizzat yaptığım güzide ok koleksiyonumu da unutmamak lazım tabii. O da genişleyecek, süper bir koleksiyon olacak.
Gelecekte bıçak-kılıç koleksiyonu yapmayı istiyorum, bıçakları ve kılıçları çok seviyorum. Uzunkılıç, meç, yalmanlı kılıç, burmalı kılıç, Jian, katana... Hepsi çok güzel. Mutfak bıçakları, hançer ve kamalar ama özellikle kamp ve av bıçakları. Onlar en güzelleri... Elbette bu koleksiyonda ortamı tamamlayacak mızrak, savaş baltası, kalkan gibi şeyler önemli.
Onun dışında geleneksel kıyafetler... Sadece Türk tipi kıyafetler değil; Avrupa ve Uzakdoğu, özellikle Uzakdoğu geleneksel giysileri de çok güzel.
Uzunkılıç falan demişken şu sıralar fantastik bir evrende kaotik nötralize karakterlerin hikayesini anlatıyorum, hikaye nereye gidiyor belli değil... Evren dallanıp budaklanıyor, karakterler yerinde sayıyor. Yazmanın farklı amaçları vardır... Mesela Buz ve Ateşin Şarkısı serisinin yazarı George R.R. (bunlar neyin R'si ola ki?) Martin savaş karşıtlığı için yazıyor. Benim amacım sadece evren oluşturmak, sınırsız hikayenin anlatılabileceği bir evren.
Tabii diyebilursiniz madem önemli olan evren, neden karakterlerin yerinde sayması seni rahatsız ediyor? Çünkü kitabın sonu ve evrenin karakterlerden sonraki hali şimdiden belli, karakterlerin gelişimi ve yaptıkları bunda önemli rol oynuyor.
Şimdi evreni filan geçelim... Ben ev-tipi bir doğaseverim, bunu fark ettim. Yani şöyle: ormanın ortasında, tercihen göl kıyısında evim, tercihen ahşaptan evim olacak ama ev olacak sonuçta. Pek çadır-tipi değilim. Tabii çadır var çadır var... Beş mevsimlik, güzelce hava alan, ısı yalıtımlı bir çadırla da memnun olurum. Bu arada 2018-2019 yaptığım tüm kamplar yazısı var, 2019 sonunda gelecek. 2018 kısmı çok boş ve planlamayla geçtiği 2019'u dahil ettim. Aslında bir yurt-çadırla da oldukça mutlu olabilirim ama yapımı neredeyse evden farksız zaten. İleride, köyde (duruma göre başka bir yerde de olabilir) yaptırdığım ahşap evin bahçesinde güzel, büyük bir yurt çadırı olacak ama... Tabii o evi yaptırabilecek kadar kazanacağım da, mimar dediğim gibi çizecek de... Ohoo, ölme eşeğim ölme. Bir de şu onaylama, izin filan zımbırtıları var. Bir bize var ama nedense Ali Ağaoğlu'na yok. Sebep? Adam zengin. Sonra zenginsen her şeyi yapabiliyorsun deyince yapamadığın ne var diyorsunuz. Delirttiniz ulan beni...
Bir de ben üninin ilk senesinde inkılaptan nasıl geçtim lan? Ne dersi dinledim ne sınava çalıştım, bir de üstüne yakın tarih (16. Yy.dan sonrası) en kötü olduğum tarih kısmıdır. Bayağı da iyi not almışım.
Neyse... Hadi ben kaçtım.
Bir şeyleri toplayıp biriktirmeyi çok seviyorum. Sevdiğim şeylerin koleksiyonları olsun istiyorum. Şu anda taş (çoğunlukla deniz taşları, az miktarda karasal taş ve birkaç ham durumda mücevher -çoğunlukla pek de değerli olmayan kuvars türleri-) ve deniz kabuğu koleksiyonum var. Deniz kabuklarını çok seviyorum, deniz kabuğu koleksiyonu da oldukça ilginç. Birçok kısmını kendim topladım ama bir kısmını satın aldım. Bir natulius kabuğu, şu an koleksiyonumun en önemli eksiği. Bu arada bu koleksiyonda birkaç tatlısuya ait kabuk (çoğunlukla salyangoz) da var. Onun dışında, bir ara akvaryumda beslediğim balıkların ölülerini kurutup sakladım. Bir nevi ayrılsak da beraberiz olayı, elbette onları hayatta tutmak için çaba sarf ettim ama ölenleri de kuruttum. Bunu yapmadan önce ölü balıkları gömüyordum. Bu "su canlısı" koleksiyonunda -aslında bunu koleksiyondan ziyade bir tür "türbe", bir çeşit tümülüs olarak görüyorum.
Devam etmeden önce, tam bu yazıyı yazarken çöken ve yirmi saattir %1'de kendini sıfırlamaya çalışan bilgisayarıma bir alkış istiyorum. Allah belanı versin.
Neyse... O Tümülüste birçok akvaryum balığının yanısıra bir semender ve bir kurbağa da var. Türkiye'de en kolay bulunan iki amfibi: Ateş karınlı semender (Çin semenderi mi Japon semenderi mi onu bilmiyorum ama) ve pençeli Afrika kurbağası, tabii ki albino.
Ama ilginçtir kaplumbağalarımın hepsinin ölüsünü gömdüm. İhtiyaçlarını anladıktan sonra kızıl yanaklı şu kaplumbağası beslemedim hiç zaten, hayvan gibi yer lazım onlar için. İleride tekrar besleyebilirim amag; güzel, şekil bir akuateraryumda.
Telefondan uzun yazı yazmak iğrenç bir şey, hay senin otomatik düzeltmene... Ben düzeltiyorum asıl. Koleksiyon diyorduk... Çoğunu bizzat yaptığım güzide ok koleksiyonumu da unutmamak lazım tabii. O da genişleyecek, süper bir koleksiyon olacak.
Gelecekte bıçak-kılıç koleksiyonu yapmayı istiyorum, bıçakları ve kılıçları çok seviyorum. Uzunkılıç, meç, yalmanlı kılıç, burmalı kılıç, Jian, katana... Hepsi çok güzel. Mutfak bıçakları, hançer ve kamalar ama özellikle kamp ve av bıçakları. Onlar en güzelleri... Elbette bu koleksiyonda ortamı tamamlayacak mızrak, savaş baltası, kalkan gibi şeyler önemli.
Onun dışında geleneksel kıyafetler... Sadece Türk tipi kıyafetler değil; Avrupa ve Uzakdoğu, özellikle Uzakdoğu geleneksel giysileri de çok güzel.
Uzunkılıç falan demişken şu sıralar fantastik bir evrende kaotik nötralize karakterlerin hikayesini anlatıyorum, hikaye nereye gidiyor belli değil... Evren dallanıp budaklanıyor, karakterler yerinde sayıyor. Yazmanın farklı amaçları vardır... Mesela Buz ve Ateşin Şarkısı serisinin yazarı George R.R. (bunlar neyin R'si ola ki?) Martin savaş karşıtlığı için yazıyor. Benim amacım sadece evren oluşturmak, sınırsız hikayenin anlatılabileceği bir evren.
Tabii diyebilursiniz madem önemli olan evren, neden karakterlerin yerinde sayması seni rahatsız ediyor? Çünkü kitabın sonu ve evrenin karakterlerden sonraki hali şimdiden belli, karakterlerin gelişimi ve yaptıkları bunda önemli rol oynuyor.
Şimdi evreni filan geçelim... Ben ev-tipi bir doğaseverim, bunu fark ettim. Yani şöyle: ormanın ortasında, tercihen göl kıyısında evim, tercihen ahşaptan evim olacak ama ev olacak sonuçta. Pek çadır-tipi değilim. Tabii çadır var çadır var... Beş mevsimlik, güzelce hava alan, ısı yalıtımlı bir çadırla da memnun olurum. Bu arada 2018-2019 yaptığım tüm kamplar yazısı var, 2019 sonunda gelecek. 2018 kısmı çok boş ve planlamayla geçtiği 2019'u dahil ettim. Aslında bir yurt-çadırla da oldukça mutlu olabilirim ama yapımı neredeyse evden farksız zaten. İleride, köyde (duruma göre başka bir yerde de olabilir) yaptırdığım ahşap evin bahçesinde güzel, büyük bir yurt çadırı olacak ama... Tabii o evi yaptırabilecek kadar kazanacağım da, mimar dediğim gibi çizecek de... Ohoo, ölme eşeğim ölme. Bir de şu onaylama, izin filan zımbırtıları var. Bir bize var ama nedense Ali Ağaoğlu'na yok. Sebep? Adam zengin. Sonra zenginsen her şeyi yapabiliyorsun deyince yapamadığın ne var diyorsunuz. Delirttiniz ulan beni...
Bir de ben üninin ilk senesinde inkılaptan nasıl geçtim lan? Ne dersi dinledim ne sınava çalıştım, bir de üstüne yakın tarih (16. Yy.dan sonrası) en kötü olduğum tarih kısmıdır. Bayağı da iyi not almışım.
Neyse... Hadi ben kaçtım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)