Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

10 Mart 2016 Perşembe

Sinir Stresten Patlayacağım Şimdi

YGS'ye 3 gün kaldı. Sinirden stresten heba oldum. Zaten gerçek dünyayı oldum olası sevmemişimdir, insan ilişkilerinde de son bir kaç yıldır düzgün iletişim kurabiliyorum. O da herkesle değil. Bir şeyler okuyup-izlerken genellikle en sevdiğim kararkterlerle aynıge hisleri yaşıyorum. Bunun nedeni, "gerçeklikten kaçış" amacıyla kendimi o karakterlerin yerine koymam. Hikikomorilik, otakuluk ve NEET'lik eğilimim olduğu söylenebilir. Hikikomoriliğe yatkınlığım gerek kişisel, gerekse çevresel bir çok nedeni var. Zaten hep çekingen biriydim, nasıl konuşulacağını da bilmem. Ayrıca, bunda beni evden dışarı çıkarmayan ve "aman yavrum düşersin" biçiminde çocukluğumu yaşatmamış bir babaanneyle büyümemin de etkisi olabilir. Zaten, o "okul kavgası" olayı patlak verdikten sonra gerçekten tam bir hikikomori haline geldiğim bir zaman da olmuştu. Gelecek planlarım içinde dahi hikikomorilik var. Otaku eğilimi sadece anime anlamında değil, ilgi duyduğum her konuya takıntı derecesinde bağlı ve bilgiliyim. Öte yandan, bilgisayar oyunlarında tam bir "noob" olmam da oyun otakusu olmamı engellemiş olsa gerek. NEET'liğe eğilimim özellikle ayrı bir konu. Gerçekten tek istediğim çalışmadır, şudur, budur dertlerinin olmaması.

Seyyahlara ve survival durumunu yaşamış insanlara hep özenirim. Kimseye tabi olmadan, kafana göre yaşam. En fazla yolda bir yerde ölürsün. Zaten başka türlü sınavdır, strestir derken ülser, kanser, migren, taşikardi filan olup ölüyorsun. Bir fark olmuyor yani, hatta ölüm riski ilk seçenekte daha az. Ülser için ilaç veriyorlar, kanseri güçlendiriyor. İlk seçenekte ise durumlardan nasıl korunacağını bilmek yetiyor.

Of, of... Yazmak, yazmak... Yazmak benim için iki farklı anlam ifade ediyor: Birincisi: kendimi kendime itiraf etmek, "kendi gerçeğimle" yüzleşmek. Bu birincisi, blogdaki yazılarımda ve Allah bilir şu an nerede olan üzüntüden (genellikle başkaları kaynaklı üzüntüden, özellikle dalga geçilme) yazdığım yazılardaki amacım. İkincisi ie buna tezat görünse de "gerçeklikten kaçmak." Hikaye, roman gibi şeyler yazarken; genellikle fantezi ya da bilim-kurgu yazarım. "Gerçekçi" hikayelerim de vardır ama bunlar da ütopyada geçer. Ve o "gerçekçi" hikayelerimdeki karakterlerin çoğu gerçek olamayacak kadar saf ve tek yönlü. Oysaki insanlar tek yönlü değildir, her birinin "şeytan" ve "melek" tarafları vardır. Kötü ve iyi taraf yani. Hangisini dışa göstereceği ve hangisini içinden yaşayacağı belirsiz.

Toplum içine karışmak... "Normal" kelimesinden nefret ettiğimi söylemiş miydim? Ayrıca gerçek dünyadan (Ona bakarsan şizofrenler için de "gerçek". Ya hepimiz şizofrensek? Aslında çevremizde kimse yoksa? O zaman ne olacak?), toplumsal normlardan, insanlardan (kendim de dahil, hatta en çok kendim) ve hayattan da nefret ederim. Ölüm, çoğu için korkulacak bir şey olabilir; beni ise ölüm fikri pek korkutmuyor. Ama "acı çekerek ölüm" dendiğinde o zaman korkarım. Örneğin örümcek, yılan sokması gibi şeyler... Ama eğer yüksek bir yerden atlarsam, ölürken acı çekmem. Neden mi? Çünkü kemikler kırılıp, kan etrafa saçıldığında; hiç bir şey hissetmiyorsunuz. Bunu, parmağımı kemiğe kadar yardığımda bizzat keşfettim.

Ama buna rağmen, hayatla ilişkim o kadar basit değil. Bir "kaçsam da kurtulsam" değil benim hayata karşı duruşum, "inadına yaşayacağım .... çocuğu" daha uygun.

Çok yazdım gene, of of... Başım, göz kapaklarım ağrıyor. Sol dirseğim uzun süredir pürüzlü bir yüzey aldı ve kıyafete temas ettiğinde garip ve kötü bir his veriyor.

Neyse... Karamsar bir dönemdeyim. Bu garip, çünkü bahar mevsimi aslında en sevdiğim mevsimdir. (Sert, sivri ve uç yönlerimi açığa çıkarsa ve ruhumu bulandırsa da) Sanırım hala kış yaşıyormuşuz gibi devam eden havalar yüzünden. Bu karamsar dönem, aslında çok garip. Bu tür dönemlerde, genellikle engellendiğim için suçu başkasına atar ve hiçbir şey yapmamaya devam ederim. Ama son zamanlarda bir gayret de geldi bana; neden bilmem... Bir balığı en ince ayrıntısına dek kalemi rastgele oynatarak ölçüsüz, kuralsız çizebiliyorken; insanı çizmeyi hiç becerememiştim. Ama şimdi her gün manga-yüzü çiziyorum ve sadece 3 gün olmasına rağmen çizimimde kayda değer bir ilerleme var. Bir manga fikrim de var zaten; belki burada yayınlarım. Belki de bir yayınevine götürürüm.  Ya da belki (bu en olası ama en istemediğim seçenek) sadece kendime saklarım. Ha, yakın çevremdeki bazı kişilere gösteririm büyük ihtimalle. Aslında, şöyle bir kaç manga/anime-sever bir araya gelsek de Türkiye için bir manga dergisi çıkartsak ya? Bence aylık olsun ama; haftalık çok zor olur. Canımız ne zaman isterse o zaman yayınlamamız da okuyucu kaybetmemize neden olur. (Sanki her şey hazır bir o eksik kaldı aq) Bu manga dergisinde manga tarzı Türk eserleri ve fanfiction, fanart gibi şeyler olsun. Veeeee bu da diğer zibilyon tane hayalim gibi muhtemelen asla gerçekleşmeyecek.

Gerçekten istiyorum; ama hayat bana hiç fırsat sunmadı...

Bakın, gördünüz mü? Yine başkasını suçlayıp hiçbir şey yapmamaya devam ediyorum.

Ne olacak bu hal? Zaten screentone sheets de arıyorum... (Ha her şeyi çizebiliyorsun bir o eksik aq)

Neyse, ben kaçtım...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder