Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

18 Ekim 2024 Cuma

Sezon Başı Anime Şeysi (Ney"s"i?)

Nageki no Bourei wa Intai shitai'ın konusu biraz "Amaaan..." dedirtmişti ama çok eğlenceli lan. Herif yanlışlıkla level 8 olmuş -ki en yüksek ekibin leveli 7- amk ksdndksdl. Ama her ne kadar MC'nin siyahlı kızın aşkını hiç sallamaması komik olsa da aynı sebepten elemana biraz gıcık olmadım değil.

Rekiaku'yu izliyorum, eğlenceli de ama şu histen kurtulamıyorum: "Ulan biz bu animeyi çok değil, iki sezon önce izledik zaten?" Başkarakterin direkt Yumiella Dolkness (siyah saç + kara büyü, hatta animedeki okul kıyafeti bile o animedekiyle neredeyse aynı) olması da bu histe etkili tabii. Gerçi Akuyaku Reijou Level 99 gibi başladı ama her an HameFura'ya bağlayabilecekmiş gibi görünüyor. Yani sonuç olarak orijinallikten daha uzak olan çok az seri gördüm ama eğlenceli olduğu sürece izleyeceğim. Ve ilk bölüm bitmeden HameFura'ya bağladı bile. Şimdi otome oyunundaki MC'nin de Alicia'ya âşık olup hikayenin komple HameFura'ya dönüşmesini bekliyorum. Gerçi başkarakterin hikayeye 7 yaşında başlaması biraz garip oldu, özellikle de tüm erkek karakterler en az iki katı yaştaymış gibi görünüp bizimkine asılmakla hiçbir problemleri olmadığından. Bir "Ne?" diye kalıyorsun. O değil de Liz'in de gelmesiyle galiba tam HameFura'ya bağlayacak ama ben bu başkarakter diğerleriyle olan yaş farkıyla nasıl oyunun ana kötüsü olabildi, asıl onu merak ediyorum. Okul kaç yıl sürüyor lan o evrende? Neyse, ona da bir açıklama getirdiler sonuç olarak ama yine de şu yaş farkı saçmalığına girişmeseler iyiydi. Hayır hikayeye de en ufak bir katkısı yok.

O değil de Re:Zero'nun yeni sezonu çok hoş başladı. Anastasia'nın bunları Japon atasının kurduğu şehre götürdüğü ark galiba. Yani anime tekrar "Ne oluyor amk? Oha o da mı öldü! Lan, lan... Subaru nasıl öldü şimdi?" döngüsüne girmeden bir önceki "rahatlatıcı" ve yeni karakterleri, önemli olayları vs. tanıtıcı ark. Aradaki çoğu sezonu izlemedim -kısmen üşengeçlikten, kısmen de o kısımların zaten novelini okumuş olduğumdan- o yüzden hikayede tam neredeler onu tespit edemiyorum. Bu sezonu izleme sebebim de novelin Türkçe çevirisinin uzun zaman önce duraklatılmış olması (gerçi geri başlamış da olabilir ama kaçta kaldığımı da hiç hatırlamadığımdan... yani...), yani belli bir kısımdan sonrası hakkında benim de hiçbir fikrim yok. Bu arada evet, tam olarak o şehirmiş ama adını unuttuğumdan sanki azıcık spo vermiş gibi oldum. Bölüm 1.30 saat, koymuşlardır herhalde. Koymadılarsa da zaten bu aslında "lore" bilgisi değil, sadece fanon. Bu arada evet, tamam, bu bölümden bahsettiler. Rahatladım. "Boş konuşmacı" Regulus da geldi... Biz animede çoktan görmemiş miydik la bunu? Bu kadar geç mi geliyordu? O değil de Sirius amma boş yaptı ya. Bunun konuşmasına zor dayandıysam Regulus'un sahnelerinde havale geçireceğim herhalde. Zaten noveli okurken de Regulus konuşurken telefonu fırlatıp atasım geliyordu. Bir de Emilia'nın memeler ne öyle, kafam kadar çizmişsiniz? Bu ne gereksiz bir ekleme aq? Novelde (en azından WN'de) boyutlar Rem>Emilia>Ram şeklinde bu arada ama animatörler Emilia'ya anlamsız bir "buff" vermiş. Hayranların %90'ı Remci ve bu sezon Rem neredeyse görünmüyor, göründüğünde de zaten baygın diye herhalde. Çünkü anlamsız değişiklik için bulabildiğim tek mantıklı açıklama bu.

Ao no Hako da spor animesi sevmememden mütevellit biraz önyargılı yaklaştığım bir seriydi ama romantik komedi sonuçta. O sikik taglar yanılttı ama beni. Türkanime'de spor var, romantizm var, komedi? Taglara koymamışlar. MAL'da desen yine aynı. Benim de romantik dram animeleriyle pek parlak bir geçmişim yok. Bu arada arkadaşının MC'nin yüzüne acı gerçekleri yüz ifadesi değişmeden çarpması ljsdnl. Muhtemelen -yalnızlığımdan dolayı bazı krizlere girmek pahasına- izlerim ama yine de 3-5 bölüm sonra karar vereceğim. Evet, "bir tanıdığımızla kalacağım" cümlesini duyduğum anda izlemeye karar verdim. Çünkü o tanıdığın kim olduğu gayet bariz, ki bölüm bitmeden de görürüz diye düşünüyorum. Ve evet, böyle olacağı belliydi. Başka türlü olduğu kurgu âleminde görülmüş mü aq? Ama ayrıca kesin izleyeceğim anlamına da geliyor.

Acro Trip. Kalite namına hiçbir şeye sahip olmayan D-sınıfı ("dandik" anlamında jasnolsd) "mahou shoujo". Bayılırım. Gerçi beni daha çok başkarakterin sessiz sakin duruşu çekti ama olsun. Ve o duruşunu büyülü kız için bozduğu sahne de muhteşemdi. Çok eğleniyorum lan lkswaml. Bu arada başkarakterle "çilek kızın" ilk karşılaşmasını gördüğüm anda bunun "ecchi olmayan Mahou Shoujo ni Akogarete" olma ihtimalini düşündüm ve anime de sağ olsun beni yanıltmayıp son hızda o ihtimale doğru gidiyor. Sorun değil gerçi, hatta sıradan bir mahou shoujo serisi olmasından daha iyi karşılarım. Mazoşist kötü adam da çok iyiymiş jkskenskelefs.

Loner Life in Another World'ün mangasını okuyordum ve animesini tabii ki izleyeceğim. Gerçi böyle dedim ama Isekai Nonbiri Nouka gibi bir fiyaskoyla karşılaşırsam direkt bırakırım. İlk bölüm gayet iyiydi, böyle devam ederse süper olacak. Ve sonunda... Sonunda doğru düzgün bir uyarlama! Kafasına göre sahne atan senaristlerden bıkmıştım lan.* Çok iyi geldi. 

*Uzumaki'de de Kirie'nin mallıklarını komple animeden çıkarmışlar mesela. Mangada sevgilisi bin defa "Bak bu sikik kasabada anormal şeyler oluyor, tamam kasabadan çıkmayınca fark etmek zor ama gel kaçalım." dediği hâlde "Bi' şey olmaz yea..." kafasında takılıyordu. Daha ilk bölümde eleman "Bu şehir sarmallar tarafından ele geçirilmiş." dedikten sonra Kirie'nin -kanalizasyon borusundaki girdapları göre göre- "Bence abartıyorsun" demesinin animeye koyulmamasından böyle olacağı belliydi. Hatta mangada bir kısımdan sonra kasaba halkının her şey normalmiş gibi davranmasına katlanamayıp "Ya bir gidin ya, başınıza ne gelirse müstahak..." gibi bir kafaya girmemek için özel çaba harcamak gerekiyor.

NegaPosi Angler çok güzel başladı. Bu arada taglarda sadece dram var ama komedram bu, hatta direkt kara komedi. Ya da ben kara mizah gruplarında takıla takıla kafayı yedim, hayatım da bok gibi olduğundan artık önüme gelen neredeyse her şeyi taşağa vuruyorum, o da olabilir. Bu arada evet, kesinlikle komedram. Orijinal anime, MAL'da dram da dahil hiçbir tagı yok. Birkaç güne eklenir oraya "drama, comedy" diye. Adındaki "negative, positive"den de belli zaten. Bu arada farklı bir anlamı var mı bilmiyorum ama "angler" fener balığı demek. Bir balıkçılık animesi için -başka bir anlamı daha olsa bile, ki olup olmadığına şimdi bakacağım- çok hoş bir seçim. Farklı bir anlamı daha varsa iki katı hoş bir seçim çünkü bir nevi tevriye yapmış oluyorlar. "Olta balıkçılığı" anlamı da varmış bu arada, ki bu kesinlikle ad konusundaki tüm övgülerimi geri çektiriyor. O değil de son yıllarda tekrar orijinal animeler moda oldu, uzun zamandır LN uyarlaması dışında pek bir şey görülmüyordu ama geçen Pon no Michi vardı (Bu arada bu animeyi izleyince fark ettim ki mahjong okeymiş, daha doğrusu okey mahjongmuş. Garip...), bu sezon da bu var. Orijinal animelerin bir zararı da önceden duyurulmadıkça -hatta bazen duyurulsa bile- teması, konusu, etiketleri vs. için bitmesini olmasa bile en azından yarısına gelmesini beklemek zorunda kalmanız. Bu arada nerede balıkçılık animesi bulsam izliyorum ve iki temel sebebi var: İlki, balıkçılık animelerinin sayısının çok az olması -ki bu durum aslında mantıkla açıklanabiliyor, Yuru Camp'in tek ünlü kampçılık animesi olmasıyla ve hiç akvaryumculuk/akvaristlik animesi (Shiroi Suna no Aquatope sayılmaz, o şehir akvaryumunu konu alıyor. Ben daha küçük çaplı ve tropikal şeylerden bahsediyorum. Ama Shiroi Suna no Aquatope da zaten tek bir örnek, ikincisi yok dikkat ettiyseniz.) olmamasıyla tamamen aynı sebepten bu durum yaşanıyor- ikincisi de birçok sebepten sık sık yapmasam da benim de balık tutmaktan hoşlanıyor olmam.

Sword Art Online Alternative: Gun Gale Online orijinal SAO'dan daha iyi (en azından yazarın tecavüz fetişine maruz kalmıyoruz), kapışırsa anca ilk sezonun ilk yarısı Alternative'le kapışır, o kadar. Gerisi zaten çöp. Alternative'in ikinci sezonunun çıkması da bunu kanıtlıyor.

Dandadan. Yine nevi şahsına münhasır (Türkçe: türü kendine özgü, yani türünün tek örneği, başka bir deyişle "numunelik") Japon psikopatlığının güzide örneklerinden biriyle karşı karşıyayız. "Gintama biraz fazla abartılırsa ne olur?" sorusunun cevabı gibi anime aq awjbjsm. Muhtemelen izleyeceğim ama yine de 3. bölümden önce karar vermeyeceğim.

Amagami-san Chi no Enmusubi klasik "Yeni taşındığım yerde meğerse X kız/oğlan da yaşıyormuş, hepsi de nedense* daha ilk bölümden bana âşık oldu. (X=1'den daha büyük olan herhangi bir doğal sayı ama 3-5 olma olasılığı %90, direkt 3 olma olasılığı %99)" serisi. Bunlardan çok bir şey beklememek lazım. Ama hepsini de izliyorum. Sonuçta yapacak daha iyi bir işim yok. Ayrıca miko sevdam hakkında konuşmak istemiyorum (Ayrıntı isteyen Ejderin Mührü'nü okuyabilir. Tabii düzeltilmiş ve yenilenmiş versiyonunu yayımladıktan sonra. O zamana kadar blogdaki yarım ve hikaye iskeletiyle temel olay akışı büyük oranda aynı kalmış olsa da birçok kısmı da roman versiyonunda değiştirilmiş netrom versiyonuyla idare edebilirsiniz.). O değil de 2009/2010 yapımı bir ecchi-komedi izliyormuş gibi hissediyorum lan ssnnls. Çok eğlenceli. Gerçi tamamen böyle devam ederse ne kadar katlanılabilir olur emin değilim; herkesin pek bir sevdiği Seto no Hanayome'ye beş bölüm bile dayanamamıştım, Megami no Café Terrace'ın da ilk sezonunu zar zor bitirip ikinci sezona "Niye ikinci sezon yaptınız ki aq? Hakikatten bu kadar tuttu mu bu?" tepkisi verdikten sonra üçüncü bölümde "Ya bir s... git ya!" deyip kapatmıştım. Gerçi geçen kötü CGI'lı Mirai Nikki'den başka bir şey olmayan Kamierabi'nin ikinci sezonunun çıktığını görüp daha da şaşırdım. Bu arada Mirai Nikki bugün çıksa küfür yerdi. Sırf eski olması -ve yandere olarak bilinen karakter arketipini kodlaması- nedeniyle hâlâ konuşuluyor, biliniyor ve övülüyor. Amagami-san Chi no Enmusubi'ye dönersek hikayenin Kyoto'da geçmesine de hiç şaşırmadım. İşin içinde miko varsa mekan Kyoto'dur arkadaş. Tokyo'da Şinto tapınağı yok (!) çünkü (Bir de sanki kendisi de miko karakterini Kyotolu yazmamış gibi konuşuyor ya...). Gerçi genel olarak baktığımızda Animerando'da Tokyo'ya daha çok onmyoujiler bakıyormuş gibi bir durum var. Hani "Şintoistler siz Kyoto'yu alın, Taoistler de Tokyo'yu alsın. Budist sen dur şimdi durduğun yerde, bir de seninle uğraşmayalım." gibi algılanıyor dışarıdan bakan biri için. O değil de herife bak, üç tane tanrıçayla tanıştı (biri de tsundere), hâlâ diyor ki "Tapınak, omamori falan bunlar boş iş yea..." Pezevenk! Neyse, sakinim. 26 yıldır yalnız olmanın böyle zararları var. 

*Nedense: (erkek karakterler için) Aslında çok iyi biriyim de nezaket işini pek beceremiyorum. Hafif de bir tsunderelik var, biliyo'n mu? Ha bir de aşırı zekiyim, öyle böyle değil. Ülkenin en prestijli üniversitelerinden birine gidiyorum (veya birini hedefliyorum). Yalnız fakirim, en iyi ihtimalle orta hâlliyim, gerçi iş kızlardan birine bir şey almaya gelince para önemli değil ama sonuçta zengin değilim yani. Zaten zengin olsam niye milletin yanında beleşçilik yapayım aq? Kendime ev tutarım. -Anime Terimleri Sözlüğü, 2024 baskısı (Editör: Erdem Ö. Hayalî). Biriniz de farklı türde bir karakter olun amk! Kadın karakterler biraz daha farklı oluyor ve bu tipte animelerden "reverse harem" olanlar çok az sayıda olmasına rağmen karakterler çok daha çeşitli, hoş onlarda da genelde nezaket+hamaratlık (genelde tsunderemsi bir tomboylukla) öne çıkıyor ama en azından erkek başkarakterler seri üretim gibi değiller.

Kabushiki Gaisha Magi Lumiere ilginç bir anime ve bunu daha izlemeden söylüyorum. Taglarında hem "shounen" hem de "shoujo" olan bir "mahou shoujo" animesini tanımlayabilecek çok da fazla kelime yok zaten: İlginç, garip, tuhaf, enteresan, acayip... Böyle gidiyor. Konuda zaten yazıyordu ama "mahou shoujo"ya şirket yaklaşımı beklediğimden daha eğlenceli. Zaten konuyu olmadık yerinden tutan serilere bir zaafım var. Mesela isekailanmışsın, neredeyse ölümsüzsün; cehennem kurtlarına köpek muamelesi yapacak, kimse korkudan yuvasının yanından geçemediğinden "kapı bekçisi" olarak anılan bir ejderhaya köprü altında köpeköldüren için dilenen şarapçı muamelesi çekecek, şeytan yiyen örümceğe "Zabuton" (yer minderi) adını koyacak, "kan emici prenses" olarak bilinen ve tek rakibi soykırımcı bir melek grubunun lideri olan bir vampirden "Çok sert davranıyorsun!" (tabii o cümlenin başında bulunma hâlindeki gizli bir kelime daha var) diye trip yiyecek kadar güçlüsün (her ne kadar kendin ne kadar güçlü olduğunun pek farkında olmasan da) ama senin tek istediğin çiftçilik yapmak. Sırf amaçları için bile izlenir yani. Hani kötü yaparlarsa da en azından ne yapmamak, nasıl işlememek lazımmış onu görürüz. Ve tabii bunlardan bahsedilmişken şu link de verilmese olmaz: FRP dünyasında üretim süreci. Yalnız gyaru büyülü kız da ayrı güldürüyor ajllmesl.

Kinoko Inu son zamanlarda gördüğüm en şizofrenik anime. Dandadan'dan bile daha uçuk bir kafanın ürünü. Hani ciddi ciddi mangakanın bir Amsterdam gezisinde falan mantar yiyip sonra bu seriyi yazmaya/çizmeye karar verdiğini düşünüyorum. Harbi bayıldım.

"A Terrified Teacher at Ghoul School!" ("youkai" için "ghoul" ne sikik bir çeviri lan... gerçi başka türlü de çevrilemez, yine "ghost"tan falan iyi ama...) çok iyi lan. "Iruma yetişkin olsaydı ne olurdu?" gibi bir fikrin uygulamaya geçirilmişi wksweslleşsd. O değil de bizim MC korkak hadi ama bileğindeki tespihe de mi hiç dikkat etmemiş? Belli ki ailenin bu taraklarda bezi var, sen de ondan koluna Budist tespihi takıyorsun... O değil de adam sırf seifuku fetişi için öğretmen olmuş saabkasö. Hacı tamam seifuku fetişine hak veriyorum da sırf bunun için öğretmen olmak biraz aşırıya kaçmak değil mi? Hayır üniversite falan okuyorsun ya çünkü... Ulan ya... O değil de herif Abe-no-Seimei'in soyundan geliyormuş lan. Tabii öyle demediler, zaten daha ilk bölümden demezler de ama çok belli yani. Gerçi hiç demeyip sırf "dâhi bonusu" için de tutabilirler.

Delinin teki. Aile evinde hayatta kalmaya ve daha fazla acı çekmemek için umudu öldürmeye çalışıyor. Erdem Ö. Hayalî mahlasıyla kitap* yazdı, şimdi de yayınevlerinin yamyamlıkları ve doğrudan yayıncılık servislerinin onlardan da beter olması nedeniyle umarsızca bir çıkış yolu arıyor. Tüm kitaplarını yazdığı mahlası artık bloğunda da (Evet, “blog” kelimesinin G’si yumuşar. Blokun K’si ise yumuşamaz.) kullanıyor.

Ha bir de şuna bir bakmanızı rica ediyor:

https://www.youtube.com/@Xyali-ye9yt

*Ejderin Mührü (ALMAYIN! Benim yazdığım kitap değil bu, editörün kafasına göre yaptığı değişiklikler ve hatalarıyla dolu bir saçmalık sadece. Bu kitabın imlası, düzenlenmeden önce daha düzgündü lan? Ortadan bölünmüş cümle yoktu en azından. “Düzelteceğiz” demiştim ama artık o kadar da umutlu değilim, neden olmadığıma dair blogda “doğrudan yayıncılık” diye aratarak bilgi edinebilirsiniz. Halihazırda aldıysanız da düzeltme işini yaptıktan sonra -tabii onu da yapabilirsek- bir şeyler ayarlayacağım.)

10 Ekim 2024 Perşembe

Durum Raporu: Özgüven ve Discord (Tek Paragraf Gibi Oldu ama Aslında İki...)

"Özgüven" bayağı garip bir kelime esasen. "Özgüven eksikliği" daha da garip bir tanımlama. Neden mi? Çünkü özgüven, adının işaret ettiğinin tam tersi biçimde, dışsal kaynaklıdır. Eğer ailenizden ve yakın çevrenizden güven görmeyip tam aksine güvensizlik gördüyseniz bilinçaltı "Ulan ben güvenilecek insan değilim demek ki..." gibi bir düşünce geliştirip kişiliğin kalanını onun üstüne inşa eder. Bu açıdan travma veya benzer bir durumdan kaynaklanabilecek ve kırk yaşında bile oluşabilecek olan özgüven kaybıyla küçük yaşlardan gelen kronik özgüven eksikliğini de ayırmak gerekli tabii, her ne kadar klinik olarak böyle bir ayrımın var olup olmadığını bilmesem de. Hah neyse, kronik özgüven eksikliği öyle bir şeydir ki dünyaya hâkim olsanız yine özgüven inşa edemezsiniz (bkz. imposter sendromu). En fazla özgüven görünümlü, narsisizm soslu bir kendini koruma kalkanı yapabilirsiniz ama o da bambaşka sorunlara sebep olur. Çocukluktaki yakın çevreden kaynaklanan özgüven eksikliğinden kurtulmanın tek yolu da birinin size güvenmesidir. Onun da işe yarayıp yaramaması, yarasa bile ne kadar yaradığı sizin özgüven eksikliğinizin ve buna neden olan çocukluk (0-5 yaş ama 10-12'ye kadar yolu var) travmalarınızın ne kadar derinde kemikleşmiş, "öz"ünüz tarafından benimsenmiş (Pezevenk iyi şeyi benimsemez ama! Düşmanım mısın ulan sen? Hayatta kalma içgüdüsü böyle bir şey değil aga... Harbi değil.), ağır ve sayıda olduğuna, o size güvenen kişilerin sayısına ve onlara (en azından onlardan birine) karşı ne hissettiğinize vs. göre değişir. İşte o yüzden özgüven garip bir kelime. İnşa için dışsal kaynaklara ihtiyaç duyuyor, "öz"den gelmiyor, hatta "öz"le en ufak bir alakası bile yok. Bu açıdan "kendine güvenmek" her ne kadar lafı uzatmak gibi gelse de aslında özgüvenden çok daha doğru, anlatmak istediğini gerçekten anlatan bir tabir. Misal bir "özsaygı" öyle değil, o gerçekten ve tamamen içten geliyor; ama özgüven dediğim gibi tamamen dışsal kaynaklı bir şey. Dışsal kaynaklı/destekli olmayınca da iyice sapıtıyor, psikiyatri tarafından "narsisizm" olarak adlandırılacak hâle geliyor.

Discord yasaklandı bildiğiniz gibi. Niye? Muhtemelen "dostlar alışverişte görsün" şeyi... İnstagram veya Twitter gibi ülkenin %90'ından fazlası kullanıyor olmadığından, Paypal gibi Discord'a da belirsiz bir zamana kadar elveda diyebiliriz. Amk biri sokakta birini bıçakladı diye ekmek bıçağını yasaklamakla aynı mantık lan bu. Discord'u kapattın, ne oldu? O panelciler bilmem neciler şimdi Telegram'a* veya benim de bilmediğim ama içlerinden birkaçının illa bildiği daha da beter platformlara geçip iyice izini kaybettirmez mi? Eee, olan arkadaşıyla iki el oyun atıp sikik gündemden biraz olsun uzaklaşmaya çalışana oldu (aslında böyle deyince tam da amaçlarına ulaşmışlar gibi geldi ama neyse...). Bu arada bu Discord yasağının da sırf yerli (İnsanı "yerli" ve "milli" kelimelerinden tiksindirdiniz be!) bir alternatifi parlatmak için olduğunu düşünenler de var ve Paypal için de İnstagram için de yasak gelir gelmez alternatifin zaten hazır biçimde piyasaya çıktığını düşününce... O kesimle yatıp kalktığını gizlemeyen bir sahibi olan Exxen varken Netflix nasıl varlığına devam edebiliyor, ben asıl ona şaşırıyorum. Gerçi Acun diğerlerinin çoğu gibi mal olmadığından -daha doğrusu halkı iyi tanıdığından- "Şimdi Netflix'i yasaklayıp sonra bununla çıkarsak ebemizi bellerler. Rica edeceğim dokunmayın, ben hallederim." demiş olabilir. Bir de yine konuyla bağlantılı olarak bir şey daha diyeceğim: Daha önce "incel" ne demek tam anlayamadığımdan bahsetmiştim, bana has bir kafa karışıklığı değilmiş, onu fark etmiş olduk. Hayır çünkü sevgilisi olan/olmuş herif neye göre, hangi tanıma göre incel oluyor (Açılımı bile "isteği dışında bekar" amk, sevgilisi olan/olmuş "incel" mi olur? Oksimoron lan bu.), ben anlamadım gitti. O değil de yıllardır korku filmleri izlerim, psikopat psikopat animeler izlerim (her ne kadar "şekerden yapılmış" serileri daha çok sevsem de), seri katil hikayeleri ("hikaye" dediysem kurgu değil, gerçek seri katillerin gerçek hikayeleri) okurum vs. Gözümü kırpmadan Visitor Q izlemiş adamım, düşünün; ama bu son olayın bırak videosunu izlemeyi, ayrıntılarını okumaya/dinlemeye bile cesaret edemedim. Ha bir de "animeden etkilenmiş yea" diye mal mal konuşanları şunu okumaya (orada bahsedilen "geçen yazı" da bu bu arada), daha da kesmezse Cem Yılmaz'a başvurmaya davet ediyorum. Öyle animeden, oyundan, şundan bundan etkilenip sokakta adam kesilmez. Etkilenilip kesiliyor olsa ben şimdi ya İnterpol tarafından aranıyordum ya da dağ başında elimde mızrakla avlanıyordum. Burada bunu yazdığıma göre ikisi de olmadığını fark etmişsinizdir. Ha sen zaten manyaksındır, kurguda gördüğünü uygulamaya geçirirsin. O kurgunun sorunu değil ki, tamamen senin şahsi sorunun. Hayır bir de bizim TV dizilerinde bu sahnelerin âlâsı yokmuş gibi konuşuyorlar ya, en komik olanı da o. Sen televizyonlarda komediyi pratikte yasak hâle getir, içinde tecavüz ve şiddet olmayan dizi çekme, sonra "Animeden etkilenmiş yea..." he mi? Sizin mallığınızdan etkilenmiş olmasın? Ha bak bir de yok "şeriat olsa böyle olmazdı", işte "Kemalist yasalar yetersiz yea" diye sikik sikik konuşanlar da var, sanki ülkeyi 22 yıldır babam yönetiyor amk. Hayır sen olan yasayı uyguluyor musun da eksik buluyorsun? Hangi yasaya göre aralarında tecavüze yeltenme ve gasp da olan bilmem kaç yüz suç kaydına sahip kişi dışarıda geziyor da "tweet" atan müebbet yiyor mesela? "Kemalist" yasada var mı böyle bir şey? Olan yasayı bir doğru düzgün uygulayın bakalım da eksiği gediği var mı, varsa nerelerinde var ve düzeltmek için ne yapılabilir onu o zaman konuşuruz. "Kemalist yasalar" mı neden oldu 5$ veren herkesin 85 (84,98) milyonun aile sicil no.suna kadar öğrenebilmesine, yoksa sizin şahsi beceriksizliğiniz mi? Bu arada daha önce "bu kadar şey beceriksizle açıklanamaz" demiştim ama mesela bu durum da beceriksizlik dışında bir şeyle açıklanamaz. Çünkü bilinçli yapsan dikkat çekmeyecek sayıda, dikkat çekmeyecek kadar aralarda yaparsın. Burada dümdüz bu ihtimali hiç düşünmemişler, belli yani. Gerçi "Nasılsa ne yaparsak yiyorlar aq..." gibi bir rehavetin ürünü de olabilir; çünkü ben arkamda böyle destekçiler (ve karşımda böyle bir "muhalefet") olsa çoktan tanrılığımı ilan etmiştim amk (gerçi "Allah'ın vasıflarını üstünde toplayan lider" falan olayı da vardı, belki etti de halka açıklama gereği duymadı, bilemeyiz).

*Telegram'ı bilmeyen için şöyle anlatayım: Dolandırıcı, sapık ve kumarbaz yuvası. Bir de kriptocular var tabii. Son olarak da Whatsapp sözleşmesi olayı sırasında geçip geri dönememiş kendi hâlinde garip bir azınlık ve o taraklarda bezi olmasa da internetin bugünkü yankı odasıyla alakası olmayan gerçek/ilk hâlini hatırlıyor olduklarından anonimliğe değer veren, muhtemelen Telegram'da kalanların hepsinden daha eski olan bir topluluk var. Bir de Öcalan'la oturup konuşsan daha az terörize olacağın, Gabar Dağı'ndan (o değil de dağın resmî adı Küpeli Dağ'mış lan, ilk defa duyuyorum) bağlandıklarından ciddi şekilde şüphelendiğim tipler var. Telegram'a bir askerî operasyon çekilse (Sanal askerî operasyon da nasıl olacaksa artık...) PKK da IŞİD de biter amk. Aha bak bu kadar. Başka bir şey yok Telegram'da. Ha yok, yok, bir de ekmeğinde (!) olanlar var: Uyuşturucu ticareti, fuhuş, silah kaçakçılığı, hepsi orada amk. İnfaz videosu satan var lan, "şimdi Deep Web'e kadar uğraşmaya gerek yok, ben buradan hallederim" demiş herif. Bu panel işinin ticareti de büyük oranda Telegram'dan dönüyor zaten. Ben de ne kadar pis şey varsa hâkimim amk, zaten kendimi sevmezdim, bir paragraf yazacağım diye iyice tiksindim. Nereden biliyorum lan ben bunları? Ha tabii hayatında bunlarla işi olmamış biri olan benim bile bildiğimi polis bilmiyorsa/bulamıyorsa zaten kapatsınlar teşkilatı, yerine çay ocağı açsınlar amk. Bak o Discord odaları muhabbeti benim için de -ve bu şeyleri bildiği iyi bildiğim, internetin karanlık yüzüne aşina olan başka birçok kişi için de- şok oldu, dolayısıyla o konunun şimdiye kadar ortaya çıkmamış olmasına laf edemem. Ama çay ocağı lafından önce söylediklerime ederim. Asıl konuya dönersek Telegram'ı bilmeyene şöyle de anlatılabilir bak: İnci Sözlük'ü -ama şimdiki ölü İnci'yi değil, zamanında haber kanallarını trollemişlikleri olan İnci'yi- bildin mi? Hah, onu onla çarpıp üstüne aklına gelen her türlü pisliği boca et. Ne çıktı, 4chan'deki /b/ mi çıktı? Hah, şimdi ondan "para etmeyecek" şeyleri (özellikle de trollüğü) ayıkla, yasal durumu sallantıda olan (hani yasadışı değil ama tam yasal da değil, en güzel örneği kriptopara) ve düpedüz yasadışı olan ne kadar ticaret varsa ekle. İşte sana Telegram.

O değil de özellikle işin içine siyaset girince bazen şanslı olduğumu hissediyorum. Çünkü doğduğum büyüdüğüm ortamda AKP'lisi de var (gün geçtikçe muhalifliğe kayıyor, tabii muhalif dediysem YRP/Saadet vs. tarzında), CHP'lisi de var, MHP'lisi (eskinin MHP'lisi tabii, şimdinin İYİP'lisi/MP'lisi) de var, TKP'lisi de var(dı), muhtemelen bir tek HDP'li yoktu ama HDP sempatizanı var(dı), biliyorum. Bu kadar "çeşitlilik" arasında büyümenin bana katkısı oldu mu? Herhangi bir partinin kemik kitlesinin ("kemik kitle" diyorum bak; ehvenişerden, alternatifsizlikten vs. oy verenleri demiyorum) %80 oranında koyun olduğunu gösterdi. Şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim, ki zaten daha önce de söyledim: Bu ülkede ortalama bir AKP'liyle ortalama bir CHP'li arasında da ortalama bir İslamcıyla ortalama bir solcu arasında da zihniyet açısından en ufak fark yoktur. Birbirlerini yemedikleri zamanı ülkeye zerre katkısı olmayacak, aksine zararı olacak şeyleri birbirlerine rağmen desteklemekle geçirirler (bkz. mülteci mahlaslı kaçak görünümlü işgalciler, asıl garip olan bunlardan kemik kitle içindeki ağır şeriatçılar ve Türklerin aksine bunları köle gibi çalıştırabildiği için varlıklarından memnun olan kodamanlar haricindeki AKP'lilerin de şikayetçi olması). O yüzden bu konulardan bahsederken nereye basmamam (ve tabii yeterince can sıkmak isteyen "gemileri yakmış" bir ruh hâlindeysem basmam) gerektiğini, neyi dersem kimden nasıl linç yiyeceğimi, birçok güruh için "sınır"ın tam olarak neresi olduğunu da iyi biliyorum. Gündemden pek bahsetmek istememe sebebim de aynı zaten; birinin sınırından kaçınmaya çalışırken öbürünün sınırına çarpıyorsun, sonra ikisi de birbiriyle dalaşmayı bırakıp senin üzerine çullanıyor. Sorun çözüldü mü? Kim siker sorunu, hıncımızı çıkarmak daha önemli. Ülkenin içine yarı-zorunlu olarak savrulduğu yankı odası cehennemini de bu yüzden kolayca fark edebiliyorum. Ortalama İslamcıyla ortalama solcuyu birçok konuda anlaştıklarına, anlamsızca fazla sayıda ortak görüşleri olduğuna hayatta ikna edemezsin bu arada. Çünkü herif karşı görüşü hiç duymamış, duysa da dinlememiş ki. Kendi görüşü ona karşı görüş hakkında ne anlattıysa o kadarını biliyor. Halbuki gerçeğin kafasındakiyle alakası yok.

Delinin teki. Aile evinde hayatta kalmaya ve daha fazla acı çekmemek için umudu öldürmeye çalışıyor. Erdem Ö. Hayalî mahlasıyla kitap* yazdı, şimdi de yayınevlerinin yamyamlıkları ve doğrudan yayıncılık servislerinin onlardan da beter olması nedeniyle umarsızca bir çıkış yolu arıyor. Tüm kitaplarını yazdığı mahlası artık bloğunda da (Evet, “blog” kelimesinin G’si yumuşar. Blokun K’si ise yumuşamaz.) kullanıyor.

Ha bir de şuna bir bakmanızı rica ediyor:

https://www.youtube.com/@Xyali-ye9yt

*Ejderin Mührü (ALMAYIN! Benim yazdığım kitap değil bu, editörün kafasına göre yaptığı değişiklikler ve hatalarıyla dolu bir saçmalık sadece. Bu kitabın imlası, düzenlenmeden önce daha düzgündü lan? Ortadan bölünmüş cümle yoktu en azından. “Düzelteceğiz” demiştim ama artık o kadar da umutlu değilim, neden olmadığıma dair blogda “doğrudan yayıncılık” diye aratarak bilgi edinebilirsiniz. Halihazırda aldıysanız da düzeltme işini yaptıktan sonra -tabii onu da yapabilirsek- bir şeyler ayarlayacağım.)

2 Ekim 2024 Çarşamba

Durum Raporu: Kaligrafi vs. TDK, Anime (Aslında Uzumaki, Azıcık da Ririsa), 26 Yıllık Radikal Fikirler

Bak şimdi, TDK kaligrafi (ve eski adı olan, günümüzde kısaca "hat" dediğimiz hüsnühat) için "güzel yazı sanatı" diye bir karşılık veriyor. Bu tanım değil, bayağı "biz kaligrafi/hat için bir ad bulalım; biri Fransızca, öbürü Arapça, böyle olmuyor" diye bulunmuş bir karşılık. Yalnız tek kelimeyi üç kelimelik, tanım benzeri bir ifadeye çevirme dandikliğini yaparken tabii ki kaligraf/hattat için ne diyeceğimizi görmezden gelmişler ("kaligraf" kelimesinin varlığını da kabul etmiyorlar bu arada). Kaligrafiye aslında tanımından (hüsnühatta doğrudan doğruya çevirisinden) ibaret olan "güzel yazı sanatı" adını vermişsin aferin ama bunu yapan sanatçıya (kaligraf/hattat) ne diyeceğiz, "güzel yazı sanatçısı" gibi dandik bir unvana (Bu kelime de TDK'nin garezine uğrayanlardan. Başta ünvandı, sonra unvan oldu, şimdi yine ünvan yapmışlar. Kafanıza göre oynamasanıza lan şu kelimelerle! Canınız mı sıkılıyor?) bizi niye mahkum ediyorsunuz? İlla karşılık bulacaksan tek, olmadı iki kelimelik karşılık bul (bkz. konuya nereden yaklaştığınıza göre bir veya iki kelime olarak sayabileceğiniz, TDK'nin -şimdilik- tek kelime kabul ettiği "bilgisayar"), tanımı neden karşılık diye sunuyorsun?

Uzumaki'nin siyah beyaz olduğunu görünce "Hacı hiç uyarlamasaydınız, gidip mangadan okurduk?" demiştim ama o kasvetli, rahatsız edici, sinir bozucu havayı daha iyi yansıtmış. Renkli olsa bu kadar yansıtamazdı bence. Ama en azından önemli karakterler renklendirilebilirdi diye düşünüyorum, hani Durarara'daki gibi, mesela Kirie malının (Kirie'ye neden mal dediğimi mangayı okuyanlar anladı, animeyi izleyenler de birkaç bölüme anlar) saçları ve kıyafetleri renklendirilebilirdi. Arka plan ve genel çizimler, figüranlar falan siyah-beyaz kalabilirdi, hatta Kirie'nin teni, gözü falan da boyanmayıp sadece kıyafetleri ve/veya saçları boyanabilirdi ama tercih tabii ve vurucu bir tercih. Ha animasyon dandik, bazı kısımlarda bildiğin kukla gösterisi gibi, o ayrı. Daha önce "2.5-jigen no Ririsa'da niye harem tagı var ki aq?" demiştim. 13. bölüm itibarıyla şunda karar kıldım: "Harem"den kastedilen erkek MC'nin değil, Ririsa'nın haremi. "Reverse harem" yani. Gerçi bu animenin durumunda daha çok lez harem. Düzeltiyorum: Lez tsundere harem.

26 yıl boyunca bu ülkede, aklım erdiği zamanlardan beri bu hükümetle yaşamak zaman içinde bazı radikal kararlar geliştirmemi sağladı. Öncelikle "askeri vesayet": Normal şartlara sahip bir ülkede ordunun görevi sadece ülkeyi korumaktır, siyasete karışmaz ama Türkiye gibi (burada gibi kelimesini hangi anlamda istiyorsanız o anlamda alın) ülkelerde askeriye, siyasilerin üstünde Demokles'in kılıcı görevi yapmalıdır ki ülke "din kardeşlerimiz", "ensar-muhacir" vs. adı altında topsuz tüfeksiz işgale uğramasın. İkincisi düşünce özgürlüğü. Düşünce özgürlüğü tanımında bir gariplik var esasen; çünkü bunun düşünebilen insana verilmesi gerekir. Ama son yıllarda (burada da "son yıllar"ı canınızın istediği yıldan itibaren sayabilirsiniz) düşünce özgürlüğü adı altında hayatında bir an bile düşünme ihtiyacı duymamış yüzlerce tipin saçmalamalarına maruz kalıyoruz. Sonra "Devlet fabrika mı açar mk?" konusu. Şimdi şöyle ki sen hard liberal bir ekonomiysen evet, devlet fabrika açmaz tabii ama hard liberal bir ekonomide Paypal da yasaklanmaz (Paypal yasağının bayrak taşıyanı Çin'i hangi parti yönetiyor, bir bakın bence. İpucu: Kısaltması ÇKP.). Devlet fabrika açmazsa ben açayım diyenin önüne de bin türlü engel çıkarıyorsunuz (ha "birtakım tanıdıklarınız" varsa hiçbir engel çıkmıyor, sit alanına bile fabrika kurabiliyorsunuz, o ayrı bir konu), sonra "Ehonomi aslında çoh eyi de dış minnaklar, marketler falan şaapıyo'..." gibi cümle bitmeden kendinizle çelişiyorsunuz. Yani özetle devlet fabrika açar amk. Niye açmasın? Samsung bugünlere devlet desteği olmadan mı geldi sanıyorsunuz? Öyle olsa Kore ordusu için bedavaya tank üretir mi lan adamlar? Samsung'u telefoncu sanan gerizekalı Apple fanboylarla da hiç uğraşamam. Dediklerimi anlayabilecek kadar zeki olsa zaten Apple fanboy olmazdı. Asıl konuya dönersek devletin fabrika açmadığı yerde de özel teşebbüsler engellenmez, herkes kafasına göre şirket kurar, tutan tutar, tutmayan da batar. Buna en güzel örnek de ben de dahil bu ülkenin (ve sadece bu ülkenin de değil, Avrupa dahil dünyanın geri kalanının) %90'ının farklı farklı sebeplerden garip bir imrenme-iğrenme ilişkisi  ("sevgi-nefret ilişkisi" tabirinin nefret kısmı bir bakıma doğru ama sevgi çoğu durumda burada aslolan duyguya pek yakın değil) içinde olduğu ABD'dir. Mark Zuckerberg'e "Ofis sandalyesi alacaksın yalnız. Öyle 'Ben işimi internetten hallediyo'm ya, ne ofisi?' anlamam ben." dense Facebook bugün Facebook olur muydu? Bu arada "Facebook öldü." safsatasına da hiç girmeyin, bir tek bizim ülkede genç ve orta yaşlı normieler için öldü. Kaç tane kara mizah grubunda hâlâ çatır çatır paylaşım yapılıyor, o kapalı gruplarda değilseniz bilemezsiniz tabii. BGY öldü mü sizce amk? Ondan mı "En komik 'tweet'ler" listelerinde mutlaka en az bir BGY paylaşımının ekran alıntısı oluyor? O değil de ben konunun buralara gelmesini beklemiyordum, aslında farklı bir şeyden bahsedecektim. Ne diyecektim lan ben? Hah, hatırladım: Bir de tabii devletin fabrika açmadığı ülkelerde eşek, ne eşeği lan bildiğin fil yüküyle vergi ve haraç (hayır, yanlış yazmadım) da alınmaz. O kadar vergiyle sıfırdan ülke kurulurdu amk, bir zahmet ya girişimcinin önünü ottan boktan vergi alıp tıkama ya da kendin teşebbüslerde bulun. 

Delinin teki. Aile evinde hayatta kalmaya ve daha fazla acı çekmemek için umudu öldürmeye çalışıyor. Erdem Ö. Hayalî mahlasıyla kitap* yazdı, şimdi de yayınevlerinin yamyamlıkları ve doğrudan yayıncılık servislerinin onlardan da beter olması nedeniyle umarsızca bir çıkış yolu arıyor. Tüm kitaplarını yazdığı mahlası artık bloğunda da (Evet, “blog” kelimesinin G’si yumuşar. Blokun K’si ise yumuşamaz.) kullanıyor.

Ha bir de şuna bir bakmanızı rica ediyor:

https://www.youtube.com/@Xyali-ye9yt

*Ejderin Mührü (ALMAYIN! Benim yazdığım kitap değil bu, editörün kafasına göre yaptığı değişiklikler ve hatalarıyla dolu bir saçmalık sadece. Bu kitabın imlası, düzenlenmeden önce daha düzgündü lan? Ortadan bölünmüş cümle yoktu en azından. “Düzelteceğiz” demiştim ama artık o kadar da umutlu değilim, neden olmadığıma dair blogda “doğrudan yayıncılık” diye aratarak bilgi edinebilirsiniz. Halihazırda aldıysanız da düzeltme işini yaptıktan sonra -tabii onu da yapabilirsek- bir şeyler ayarlayacağım.)