Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

29 Kasım 2023 Çarşamba

Yöresiz-11. Bölüm: İş Bulmak

Güneş açıklamaya çalıştı: "Hasat... yok, değil. Şey festivali... Neydi ki?"

Kumsal iç çekti, ardından "Kuruluş festivali olduğunu söylüyoruz," diye açıkladı, "ama aslında açlıktan ölmekten kurtuldukları ilk sefer. Bir şeyin ilk hasadı veya göletin yeniden dolumu mu... öyle bir şey. Müzede daha çok bilgi vardır."

Deniz "Peki," dedi, "Festivale kadar burada kalırım belki. Gerçi kalacak yerim yok ve iş bulmam gerek."

Deniz lafa girdi -hayır, lafa balıklama daldı: "Neden iş bulman gerekiyor ki?"

Var olan tek arkadaşları, Güneş'in bu sorusu karşısında senkronize olarak yüzlerini ondan tarafa çevirdi. Deniz, özellikle bu soruya maruz kalan "mağdur" olarak bir süre konuşamadı. Geveledi, elleriyle ne yaptığını kendi bile anlamadığı şeyler yaptı, ardından da konuşmaya çalışmaktan vazgeçti. Derin bir nefes aldı, bütün hayatını ve dünyayı düşündü. Dağları, tepeleri, nehirleri, dereleri, göğü, yeri, denizleri, gölleri, kuşları, kelebekleri, insanları, şehirleri düşündü. İkinci Karanlık Çağ'ı ve öncesini, kendi doğduğunda çoktan insanlığın kurtulmuş olduğu rezalet düzeyini düşündü.

Deniz, düşüncelere dalmış hâldeyken onu kurtaran Kumsal oldu: "Biz şehirliler çoğunlukla bunu görmezden geliyoruz ama yöresizler de para harcıyor. Bu yüzden de para kazanmaları gerekiyor. Bazıları... şey... bazıları..."

Deniz, bu kez kurtarma sırasının kendinde olduğunu fark edip "Bazıları yozlaşır." dedi, "Yağmacılık, gasp, yankesicilik, cepçilik, dolandırıcılık, bazı durumlarda hortumculuk. Yine de yöresizlerin çoğu çeşitli işlerle para kazanıyor. Ben genelde bir yerlerde bir hafta kadar çalışmayı tercih ediyorum, motoru şarj etmeye yetiyor ve erzak, atıştırmalık gibi şeyler için para bile kalıyor. Önemli bir kısmı biraz da olsa yaratıcılık gerektiren işler yapar, sonuçta her insan yaratmak ister."

Kumsal itiraz etti: "Hayır, istemez."

"İster... Kendi bilmese bile. Her insanda tanrı kompleksi vardır, bunun en önemli üç tezahürü de ölümsüzlük arzusu, kıskançlık ve kuralcılıktır. Geride bir şey bırakma arzusu, yazı, çizim, konuşma, fotoğraf, herhangi bir şey... ölümsüzlük arzusunun tezahürüdür. Reenkarnasyona, Cennet'e veya benzerlerine duyulan inanç da ölümsüzlük arzusunun bir başka tezahürüdür."

"Tamam, sanatın yaratım arzusunun taşmasıyla ortaya çıktığını inkar edemem ve ölümsüzlük arzusunun birinin sanat, bilim, zanaat veya inançla uğraşmasındaki en büyük itkilerden biri olmasını da kabul edeceğim... ama ya kıskançlık ve kuralcılık?"

"Her insan güzel bir şey gördüğünde içten içe onu mahvetmek ister; çünkü onu yapan o değildir. Başka bir tanrının kendisinin güzel bulacağı kadar iyi bir şey yapmasını kıskanırsın ve onu ortadan kaldırmak istersin. Genelde din kisvesi altında yürütülen sanat karşıtlığının en önemli sebebi budur, kendinin o kadar hoş bir şey yaratamadığını bilmekten duyulan kıskançlık. Ayrıca insanın doğal bir yok edici olması da bununla ilgilidir. Zevk için yapılan avcılık aslında zevkten değil tanrı kompleksine bağlı kıskançlıktan yapılır. Bunun tersi olarak veganlık gibi şeyleri gösterebilirsin ama onlar da tanrı kompleksinden kaynaklı olarak kendinden daha güçsüz ve aciz, yani neticede kendinden aşağıda gördüğün şeyleri koruyarak 'merhametli bir tanrı' olduğun algısından kaynaklanır. İkinci Karanlık Çağ'ı yaratarak dünyayı mahvedenler böyle insanlardı, kendilerini insanlığın kurtarıcıları olarak görüyorlardı ve bütün güçleri ellerinden alınıp İkinci Karanlık Çağ'a son verildikten sonra bile bu iddialarına yüzsüzce devam ettiler. Kuralcılığa gelince, her insanın kendi ütopyası vardır ve her ütopyanın kuralları vardır. Örneğin çoğu anarşist anarşizmle yönetilen bir dünyada yaşamak ister, işin içine 'yönetim' kelimesi girdiğinde de kural kelimesi de girer. Kuralsız bir dünya arzuladığını söyleyenler bile aslında tek kuralın 'kural yok' olduğu bir dünyada yaşamak istediğini söylemiş olurlar, herkes de bunun bütün dünyaya uygulanmasını ister çünkü asıl arzuları kendi dünyalarını yaratmaktır."

Kumsal bir süre düşünüp "Sanırım düşündüğümden daha çok düşünüyorsun..." diye mırıldandı.

Deniz "Eh," dedi, "bir kez hayatta kalmayı başaran bir yöresizin daha sonra düşünmek ve bu düşüncelerini yazıp çizmek için çok vakti oluyor; hayatta kalmaya çalışmak vaktimizin çoğunu alsa da siz yerleşiklerin vaktinizi alan şeylerin çoğundan muafız. Yerleşiklerin hayatlarından emin olması vakit alıyor ama yöresizler için yiyecek bir şey bulup hava şartlarından korunursak, sonrası dinlence zamanı oluyor. Bu açıdan esas modelimiz olan yarı-göçebe ilk insanlar yerine canı istediği zaman seyahat eden zenginlerle daha çok benzeşiyoruz."

Kumsal "Peki," dedi, "sanırım bu konuları daha sonra uzun uzadıya tartışsak daha iyi olur. İş konusuna gelince... Eleman bulamadığından şikayet eden ama yaptığı anlamsız testi kimse geçemediğinden herkesi reddeden biri var aslında ama... şey..."

Deniz meraklandı, ilgi dolu bir sesle "Evet, nasıl bir iş?" deyiverdi.

Bu tepki, Kumsal'ın en son beklediği türdendi; bu nedenle bir an için cevap veremedi. Sonra "Girişte birkaç tabela görmüş olmalısın..." dedi.

"Hemen kahvaltıcıdan önce mi? Pek dikkat çekmiyor ve otların -daha doğrusu kamışların- arasında kalmış ama müze, şehir akvaryumu, gölet falan yazıyordu."

"Evet, şehir akvaryumundan bahsediyorum."

"Eh, olabilir; balıkları severim."

"Karşına ne çıkacağını tahmin bile edemezsin..."

"Oranın sahibini tanıyorsun galiba?"

"Burası küçük bir kasaba. Herkes herkesi tanır."

Deniz, Kumsal'ın ikisinin tam olarak ne tür bir ilişkisi olduğu hakkında daha fazla bilgi vermeye isteksiz olduğunu fark edip yol tarifini aldıktan sonra vakit kaybetmeden oraya doğru gitti. Saat öğleni geçmişti, güneşin konumundan anlaşılıyordu bu, bu yüzden kısmen acele ediyordu.

Vedalaşırken Güneş sımsıkı sarılıp  "Neyse, sen o işe bakarken ben de bir şeylere bakayım bari. Dönünce sana bir şey göstereceğim." diye seke seke gitmişti, bu yüzden Deniz'in zihni kısmen bu görüntü tarafından ele geçirilmişti ve dalgın dalgın ilerliyordu. Sonunda, ne zaman olduğunu bile anlamadan, daha çok iki katlı bir eve dönüştürülen terk edilmiş bir garaja benzediği hâlde üstünde deniz kabuklarıyla Şehir Akvaryumu yazan XPS bir tabela olan bir yere geldi. Tabela -daha doğrusu XPS- saydam silikonla kaplanıp harfleri oluşturan deniz kabukları da bu şekilde konmuştu. Deniz'in asıl anlayamadığı, tabelanın altında sıralanan emojilerdi: Şimşek, el, hamburger, tespih, raptiye, ardından ufak bir boşluk (yazı yazarken kelimeler arasında kullanılan türden bir boşluk) ve sonrasında da kalp, kurt, vazo, kalp, raptiye, yılan, uzaylı, muz, uzaylı.

Diğer bölümler için

19 Kasım 2023 Pazar

Yöresiz -10. Bölüm: Balıkçı ve Çiftlik Kızı

Kahvaltılarını bitirdikten sonra Deniz "Eee?" dedi, "Şimdi ne yapıyoruz?"

Güneş iki elini "bilmem" anlamında havaya kaldırıp "Kalacak bir yerin olmadığını varsayıyorum?" dedi.

"Çadırım var. Yöresizler temelleri toprağa bağlı mülkler edinmez, tabii yerleşik hayata geçmeye karar vermedikleri sürece."

"Tabii, tabii, öyledir. Benim döndüğümü haber vermem lazım, geliyor musun?"

"Geleyim bari."

Deniz, gittikleri yerin bir ev olacağını varsaymıştı ama şimdi başka bir dükkandaydılar. Dükkanın herhangi bir tabelası yoktu, olmamasının en önemli sebeplerinden biri de ne dükkanı olduğunun hemen anlaşılmasıydı: Dükkanın ön duvarının yerine geçmiş koca camlardan oltalar, havuz kepçeleri, yemler, ki hem balıkçılık için hem akvaryum için kullanılan balık yemleri vardı ama farklı raflardalardı, ağlar, çeşitli kitaplar, balıkçı şapkaları, can yelekleri ve benzeri şeyler hemen görülüyordu. Ayrıca Deniz, içeri girip kasada duran sarışın kızı görünce tam olarak neden burada olduklarını da hemen anlamış oldu. Güneş "Ben döndüüüüüm!" deyip sarışına adeta "yapışmış" gibi sarılırken Deniz de o esnada bir kayığı incelemekle meşguldü.

Sonra vazgeçti, sarışına döndü ve sadece Güneş'in ne kadar rastgele olabileceğini birinci elden tecrübe etmişlerin anlayabileceği, şefkat benzeri bir duyguyla kendisine bakıldığını gördü. "Eee..." dedi, "şey, adım Deniz. Bir süre burada kalmayı planlayan bir yöresizim..." Güneş'in bu kararındaki rolünden bahsetmedi; ama sarışın, Deniz'in sesindeki tondan asıl alt metni hemen anladı. İç çekip "Ben de Kumsal," dedi, kendisini yanağından öpen Güneş'i ittirip kendini kıskaçtan kurtardı ve "Kusura bakma, tek arkadaşı ben olduğumdan bu kızın kişisel mesafe kavramı yok." dedi. Deniz iç çekip kafa sallamakla yetindi, Güneş ise ikisi arasında kurulan bu "yarı-telepatik empati" bağına anlamaz gözlerle bakakaldı.

Deniz ve Kumsal bir süre sohbet ettiler, konu nereden başlarsa başlasın çoğunlukla Güneş'in neden ve nasıl bu kadar rastgele olabildiğine karşı duyulan hayretle sonlanıyordu, bir yerden sonraysa Deniz kafasını karıştıran bir konuyu açtı:

"Şey, sanki bir tür... moda tutkunu gibi görünüyor ama..."

Kumsal, anlar gibi başını sallayıp "Gizli derinlikler, tabii." dedi, "Ormanın ortasında karşına bu kılıkta çıkan birinden beklemeyeceğin kadar doğa bilgisine sahip, değil mi? Onu benimle balığa çıkmaya ikna etmekte zorlanıyorum ama ne zaman kabul etse yakalamada da tanılamada da benden daha başarılı oluyor."

Güneş, konuşmaya pat diye ortadan dalıp -ki bu, dinlediğini bilmedikleri için hem Deniz'in hem de Kumsal'ın bir tür jumpscaree maruz kalmışlar gibi bir anlığına yerlerinde sıçramalarına neden oldu- "Deniz'i anlayabiliyorum ama sen neden şaşırıyorsun ki?" diye sordu, sonra Deniz'e dönüp Kumsal'ın zaten bildiği şeyi açıkladı: "Annem koyuncu, babam da keçici bir aileden geliyor. Kardeşim de yok, dolayısıyla teknik olarak iki çiftliğin ve birkaç tarlanın tek vârisiyim. Ekme, biçme, sağım gibi işlerden de anlarım."

Hayal gücü Deniz'in zihnini ele geçirdi ve üstünde çizgi romanlardaki karakterin kim ve ne olduğunun açıklanmasına yarayan kutucuklardan biri olup burada kocaman harflerle "ÇİFTLİK KIZI" yazan, çiftçi tulumu, balıkçı çizmesi ve tarla şapkası giymiş, üstü başı ot ve çamur içinde, bir elinde bir tür yabancı ot, diğer elinde de orak tutarak tüm ışıltısıyla gülümseyen bir Güneş imgesi canlandırdı. Hemen olmayacaktı; ama yakın zamanda aslında aklındaki bu imgenin gerçeklikten o kadar da uzak olmadığını anlayacaktı.

Kumsal, kısmen de aklındaki imgeyle kendinden geçmiş olan Deniz'i dünyaya döndürmek için, "Aslında tam da festival zamanında geldin." dedi.

Deniz, ne dendiğini algıladıktan sonra "Ne festivali?" diyebilmek için kendini biraz daha zorlaması gerekti; çünkü aklındaki imge, kenarda öylece oturan ve birlikte geçirdikleri kısa sürede onu ilk kez bu kadar hareketsiz gördüğü Güneş tarafından devamlı olarak yeniden yapılandırılıyordu. Ayrıca hem bu hem de kahvaltıcıda o lafı duymasıyla şu zaman arasında geçen kısa süreye sığan çok fazla şey, Deniz'in hayatta kalması gerekmediği zamanlarda büründüğü dalgın ve ilgisini çekmeyen şeylere karşı aşırılık derecesindeki umursamaz doğasıyla da -ki dalgınlığı annesinden, umursamazlığı ise babasından mirastı- birleşerek Yağmur Bayramı tabirini tamamen aklından çıkarmıştı. Kumsal'ın Yağmur Bayramı'ndan "kuruluş festivali" olarak bahsetmesi de bir başka sorundu tabii, Deniz aynı şey olup olmadığını nereden bilebilirdi ki?

Diğer bölümler için

9 Kasım 2023 Perşembe

Genel Güncelleme (veya Valla Ölmedim Lan)

Yazacak bir şeyim yok (ne zaman da bunu desem çenem [klavyem?] düşüyor ama hadi hayırlısı), aslında kafam birkaç şeyle bayağı meşgul ve bunu da sırf "blog boş kalmasın" diye yazıyorum (bot olup olmadıklarını bilmediğim o iki okuyucuyu da kaybedersem bayağı çıkmaza girerim). Kafam nelerle dolu? İşte genel hayat sızlanması (sonbaharla ilgisi yok, hayır; zaten Balıkesir'de havalar hâlâ pek soğumadı), bir de şelale projesinde yine baltayı taşa vurduğum bir noktada takıldım kaldım, onun dışında hakkında hiçbir şey söylemeyeceğim ayrı bir olay var, o konuda düşünüp duruyorum. Şu şelale projesinin son çıkmazı (ben ömrümde bu kadar çok çıkmaza giren proje görmedim, yeter lan) beni bayağı elden ayaktan kesmişti. Mesela dün hiçbir şey yapmayıp bütün gün ayı gibi yattım uyudum (zaten kış uykusuna, yaz uykusuna meyyal, salyangozdan hallice bir insan evladıyım), bloğa yazmayı bırak ne bir şey okudum ne bir şey izledim ne elimdeki kitaba (blogdaki Yöresiz'i de sayarsanız kitaplardan birine ama tabii ki onu kastetmiyorum) bir şeyler yazdım... Ama artık daha iyiyim, bu yazıyı da sırf o yüzden yazıyorum zaten. Aslında elimde çok fazla karma karışık şey, bir ton fikir olup hepsini sağa sola not etmemle de ilgisi var. Ejderin Mührü'nün yenilenmiş ve düzeltilmiş ikinci sürümünü bir türlü yayımlatamadığımdan (o konuda son çare olarak çok iyi bir fikrim var ama o son çare de birkaç yıl bekletecek, hiç yoktan iyi gerçi) elimdekine -veya elimdekilere- odaklanmak, yazıp bitirdiğim şeyleri sıradan düzenleyip (=neredeyse yeniden yazıp) onları da bir bir yayımlatmakla uğraşmak yerine aklıma külliyatın (Ne külliyatı? "Ejderin Mührü - 2. Sürüm: Yenilenmiş ve Düzeltilmiş" ile SKvKC'yi yayımlatmayı başarırsam görürsünüz ne külliyatı olduğunu.) ta ileriki aşamalarına (ulan kendi kendine sürprizkaçıran vermeden bu konulardan bahsetmek de amma zormuş) dair şeyler aklıma gelip duruyor, bu da şu an yazdığım şey(ler)e (Yöresiz dahil, evet) engel olup o aklıma gelen aşamalara ulaşmamı geciktiriyor.

Bu arada, yarın 10 Kasım. Millî bayram falan da değil ki arkadaş, ne diyeceğim hakkında hiçbir fikrim yok. Minnettarlığım baki; ama iş cümle kurmaya geldiğinde öylece duruyorum. Ta sonunda internetten kalıp mesajlara bakmaya başlayacağım, o olacak. Niye bu tür ciddi toplumsal konularda cümle kuramıyorum lan ben? Mustafa Kemal Atatürk’ü milletimiz adına saygı, minnet ve rahmetle anıyorum. Bak şimdi, bu cümleyi başkası kursa, başkası yazsa hoşuma gider; ama kendim yazınca ucuz, ham, sırf yazılmış olmak için yazılmış bir siyasi mesaj gibi geliyor. Aşağılık kompleksimin boyutlarının seviyesine bak...

𐰼𐰓𐰢:𐰇:𐰴𐰖𐰀𐰠𐰃 𐰼𐰓𐰢:𐰈:𐰵𐰗𐰁𐰠𐰄 ᠡᠷᠲ‍ᠡᠮ ᠥ᠃ ᠬᠠᠶᠠᠯᠢ أردم عُ. خيالى Erdem Ö. Hayalî

Delinin teki. Israrla umut etmeye çalışıyor. Gölgesini kovalamakla meşgul. Erdem Ö. Hayalî mahlasıyla kitap* yazdı, şimdi de yayınevlerinin yamyamlıkları ve doğrudan yayıncılık servislerinin onlardan da beter olması nedeniyle umarsızca bir çıkış yolu arıyor. Ha ayrıca bir şeyler daha yapıyor ama netice vermeden, meyve verince olmasa bile en azından tohum çatlayıp filiz çıkmadan bu konuda ağzını sıkı tutmak gibi bir inadı var (ha bir de bu cümlede bahsettiği şeyden hiç zevk almadığını fark edip öylece bıraktı, devam edip etmeyeceğinden emin değil; ama sonuçta bir şekilde para kazanması gerek ve bu konuda yollar aramaya devam ediyor). Tüm kitaplarını yazdığı mahlası artık bloğunda da (Evet, “blog” kelimesinin G’si yumuşar. Blokun K’si ise yumuşamaz.) kullanıyor.

*Ejderin Mührü (ALMAYIN! Benim yazdığım kitap değil bu, editörün kafasına göre yaptığı değişiklikler ve hatalarıyla dolu bir saçmalık sadece. Bu kitabın imlası, düzenlenmeden önce daha düzgündü lan? Ortadan bölünmüş cümle yoktu en azından. “Düzelteceğiz” demiştim ama artık o kadar da umutlu değilim, neden olmadığıma dair blogda “doğrudan yayıncılık” diye aratarak bilgi edinebilirsiniz. Halihazırda aldıysanız da düzeltme işini yaptıktan sonra -tabii onu da yapabilirsek- bir şeyler ayarlayacağım.)

𐰲𐰓𐰼𐰭:𐰢𐰜𐰼𐰇 ᠡᠵᠲ‍ᠡᠷᠢᠩ ᠮᠥᠭ᠍‍ᠷᠥ اژدريڭ مهرى

INFP 6w5 sp/sx 694 (6w5-9w8-4w3)* EII-Ne RLUEI EFVL melankolik-flegmatik Kaotik nötral

*Üçlü tip teorisinde kanatlar yok biliyorum ama teori devamlı değişip yenileniyor zaten.

☉♓︎   ☽♌︎   Asc♊︎   ☿♈︎♀♒︎♂♈︎♃♓︎♄♈︎♅♒︎♆♒︎♇♐︎⚷♏︎⚸♎︎☊♍︎🜊♏︎