Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

30 Kasım 2021 Salı

Hz. Muhammed'in Kılıçları

Şimdi ben bu içeriği neden yaptım, nasıl yaptım? Öncelikle: Youtube'da Ortaçağ Envanteri kanalını izleyip gaza geldim (ulan bunu dedik de adamın ya da kanalın başına bir iş gelmez inşallah) ve şu iki yazı önce bahsettiğim hançeri bileme işlemine devam ettim (Taşla törpüyle sıfırdan ağız açmak öyle ha dedin mi olmuyor tabi..), sonra da Türkçe kaynaklarda bu konuda inanılmaz bir eksiklik var. Örneğin İsmailağa Cemaati, bu kılıçları listelemiş ama listelerken hem Arapçanın hem Türkçenin içinden geçmiş, ayrıca hangi kılıç nedir, nasıl görünür zerrece belli değil. Burada ben şöyle yapacağım: Bu kılıçların Türkçe, Arapça ve İngilizce (çünkü İngilizce temelli modern Arapça latinizasyon ile aradığınızda replikasını alacak sitelere bile varabilirken Türkçe arattığınızda söz konusu İsmailağa sitesini bile bulamıyorsunuz) adını, adının anlamını, türünü, hikâyesini/kaynağını ve görselini koyacağım. Başlayalım o zaman:

EL-ME'SÛR, AL-MA'THUR, المأثور

"Rivayet yolu ile (elde edilmiş)"


Türü: Doğru kılıç (Arap palası)

Hikâyesi: Aslen Hz. Muhammed'in babasının kılıcı olup Osmanlılar tarafından kını ve kabzası değerli taşlar ve işlemelerle süslenmiştir. Bugün Topkapı Müzesi'ndedir (Yani, ben gittiğimde [de] oradaydı).

Özellikleri: 99 cm uzunluk, altın kaplama sekiz ölçülü kabza, ejderha başı şeklinde balçak, namlu üzerinde "Resulullah" yazısı, 85 cm.lik kının arka yüzünde çiçek ve servi işemeleri

?, AL-RASUB, الرسوب

"Suçluluk" (?)


Türü: Ortadoğu tarzı büyük kılıç ("greatsword", daha fazla bilgi için)

Hikâyesi: Hz. Ali tarafından, Beni Tay'dan ganimet olarak elde edilmiştir.

Özellikleri: 140 cm. namlu uzunluğu, kın üstünde Cafer es-Sadık'ın adının yazılı olduğu altın halkalar

HATF, حتف 

"Ölüm"


Türü: Ortadoğu tarzı melez kılıç (melez kılıç daha fazla bilgi için)

Hikâyesi: Hz. Davut tarafından El-Bettâr'ın (aşağıda, üç kılıçtan sonra) daha ihtişamlı bir replikası olarak yapılmış olup Beni Kaynuka'dan ganimet yoluyla elde edilmiştir.

Özellikleri: 112 cm uzunluk, 8 cm genişlik

KALAÎ/KULAY/KALÎ, QAL'I/QUL'AY, 

"Kulalı, Kulaî, Kulavari, Kula usulü" veya "Kalay" veya "Beyaz kurşun"


Türü: Doğru kılıç (Arap palası)

Hikâyesi: Beni Kaynuka'dan ganimet yoluyla alınmıştır.

Özellikleri: 100 cm. uzunluk, namluda Arapça yazı

EL-MİHDEM/EL-MIHZEM, AL-MIKHDHAM, المخذم

"Yonca" veya "İftira" (?)


Türü: Arap eğri kılıcı (Suriye palası)

Hikâyesi: Hz. Ali tarafından Beni Tay'dan ganimet olarak alındı.

Özellikleri: 97 cm namlu, üstünde Zeynelabidin yazmakta

EL-ADB/EL-AZB/EL-AZAP, AL-'ADB, العضب

"Kesici, keskin"


Türü: Doğru kılıç (Arap palası)

Hikâyesi: Bedir Savaşı'ndan önce sahabelerden biri tarafından verilmiştir.

Özellikleri: Küt uç, düz kabza

EL-KADÎB/EL-KAZÎB, AL-QADIB, القضيب

"Sopa, dal, değnek"


Türü: İnce pala

Hikâyesi: Medine döneminde Hz. Muhammed'in kuşandığı kılıç.

Özellikleri: 100 cm uzunluk, boyalı deri kın, gümüş renkte "Allah'tan başka ilah yoktur, Allah'ın Resulü Muhammed - Muhammed bin Abdullah bin Abdülmuttalib" yazısı, altın toka ve balçak

EL-BETTÂR, AL-BATTAR, ألبتار 

"Keskin"


Türü: Ortadoğu tarzı geniş kılıç ("broadsword", daha fazla bilgi için)

Hikâyesi: Hz. Davut tarafından Calut'tan ganimet yoluyla alınmış, ayrıca Hz. Süleyman, Hz. Musa, Hz. Harun, Yûşa peygamber, Hz. Zekeriya, Hz. Yahya ve Hz. İsa tarafından da kullanılmıştır. Mesih'in Deccal'i yenmek için kuşanacağı kılıç olarak bilinir, "peygamberler kılıcı" da denir. Hatf, bu kılıcın Hz. Davut tarafından daha ihtişamlı ve daha keskin bir replikası olarak yapılmıştır.

Özellikleri: 101 cm namlu, Nebatice (muhtemelen) yazılar, Calut'un (muhtemelen) başını kesen Hz. Davut (muhtemelen)


Not: Söz konusu iki kaynakta Zülfikar'dan bahsedip bir de üstüne Zülfikar olduğu söylenen bir kılıcın görseli bulunuyor ancak bildiğimiz, alıştığımız Zülfikar tasvirine hiçbir şekilde uymadıklarından; üstüne, yazılı tasvir ile görsel de uyuşmadığından (İngilizce kaynakta "iki uç" ayrıntısı var ama görseldeki kılıç iki uçlu falan değil, "iki oluk" ile açıklamışlar ama Topkapı Sarayı envanterinde Hz. Osman'a ait bir "iki uçlu kılıç" halihazırda var, yani Araplar "iki uçlu kılıç", "çatallı kılıç" nedir, neye benzer biliyordu Hz. Ali'nin yaşadığı dönemde. Eh, üstüne Türkçe kaynaktaki anlatım benim gözümde bildiğin burmalı kılıç gibi bir şey canlandırıyor alışıldık, bilindik Zülfikar tasviri yerine, böyle de bir çelişki var.

Aha bahsettiğim Hz. Osman'a ait kılıç da bu bak, Zülfikar düzse bile buna benziyor olması gerek:


Kaynaktaki Zülfikar olduğu iddia edilen kılıç da şu (Neresinde boğum var lan bunun? Boğum ayrıntısı Türkçe kaynakta var bu arada.):



Kaynaklar:

https://damas-original.nur.nu/Bilder/pic_Prophet-swords.html

https://www.ismailaga.org.tr/peygamber-efendimiz-sallallahu-aleyhi-ve-sellemin-harp-kiyafetleri-ve-kiliclari

29 Kasım 2021 Pazartesi

Sezon Ortası Anime Yorumu (Çünkü Niye? Çünkü Anime Kısmı Hayvani Uzunluğa Vardı, Başka Konu da Aklıma Gelmiyor... Zaten Şu Ara Yazacak Halim de Yok)

İlk zamanlar Mieruko-chan'a fanservisin suyunu çıkarması yüzünden laf ettim ama çok iyi ilerliyor lan. Gereksiz kırpmalar yapmadan konuyu doğru düzgün aktarıyor, gördüğüm orijinale en sadık uyarlama bile olabilir. Demek ki neymiş, isteyince yapılıyormuş; "bütçe yok", "zaman kısıtlaması" gibi şeyler sadece bahaneymiş. Hocanın (kedici olan) okula geldiğindeki hissi çok iyi verdiler yalnız, mangayı okuyup adamı tanıyıp bildiğim halde gerildim. Şimdi spo vermeyeyim diyeceğim ama 9. bölümde aşikar edecekler zaten adamın geçmişini (etmediler ama 10'da kesin edecekler, aradaki kısımları unutmuşum ben), ben bu yazıyı yayınlayana kadar da en az 10. bölüm çıkmış olur (çıkmadı, mukadderat; kırmızıyla işaretliyorum Mieruko-chan spo sonunu, oradan devam edin); o yüzden spo mpo dinlemeyip söylüyorum: Hoca çıktığında "Adam geldi adam" nidalarım, kedi ruhlarının çıkmasıyla dehşete dönüştü ki o kedi ruhlarının neden oralarda olduğunu, adamın geçmişini falan biliyorum bak... "Kedi kesen manyak" imajını çok iyi verdiler, mangada da animede de. MİERUKO-CHAN SPOSU BİTTİ AMA MUHABBETİ DEVAM EDİYOR Hangi stüdyo yapmış bunu ona bir bakayım, Passione yapmış. Diğer işlerinden bazılarını görünce, bu stüdyoya güvenmemek için bir sebep göremiyorum: Citrus, Higurashi (Gou ve Sotsu sezonları), Joshikousei no Mudazukai (SoL animeler arasında keşfedilmemiş cevherdir bu arada, benim gibi SoL müptelalarının bile çoğu eğer yayınlandığı dönemde güncel izlememişse bilmez ama müthiş bir animedir), Hinako Note (izleyicilerin %99'unun -ki bu %99'a ben de dahilim- yan rol Kuina için izlediği bir SoL), Rokka no Yuusha. Güvenmemek için bir sebep buldum bak: DxD'nin (Highschool olan) sikik çizimli sezonlarını bunlar yapmış ama oralarda şu gerçek devreye giriyor: Ranobe ve manga çizimleri Passione'nin yaptığı gibi zaten (Ben okuyanın yalancısıyım, henüz ömrümün DxD romanı okuyacak kadar sıkıldığım kısmına gelmedim zira.). Hah, neyse, bundan sonra Passione'ye (Passione'a?) koşulsuz şartsız güvenirim ben, böyle bir istikrar boru değil yani. O değil de Tsuki to Laika to Nosferatu'yu her an İrina'yı harcayacaklar korkusuyla bir ağız tadıyla izleyemiyorum. Tamam şerefsiz müdür yardımcısını uzaklaştırdılar da daha her fırsatta İrina'ya laf sokan sarı kız var ki bence Lev'e aşık bu hatun (ama bu şerefsiz olduğu gerçeğini değiştirmez), sonraki bölüm fragmanında oturup konuştukları bir bölüm var zaten, anlarız sonraki bölüme (sarışının olayı hiç beklemediğim bir şekilde açıklandı lan, neyse; en azından doğru düzgün bir motivasyon, alt metin yazmışlar da hatunu "şerefsizin teki" imajından kurtarmışlar). Sonra o yönetimde "İnfaz!" diye bağıranlar var. Rahatlamalı sevimli bölüm de (evet, -de değil, "de") "aman vampir kızımıza bir şey olmasın" diye diken üstünde izlediğimiz bölümde (bu sefer -de) nasıl rahatlayabiliriz aq? Fırtına öncesi sessizlik etkisi yapıyor bu. Shaman King'in yeni versiyonunda (Yeniden yapım diye geçiyor bu de' mi?) Anna ile Yoh'nun (evet, Yoh'un değil) nasıl tanıştıklarına, geçmişlerine vs. bir ark ayırmaları iyi olmuş bak. İlk versiyonda hiç yoktu öyle bir şey, tamam ailenin ayarladığı nişanlı da beşik kertmesi bile olsalar (Japonlarda var mı lan acaba beşik kertmeliği?) nasıl tanıştılar, ilk tepkileri ne oldu vs. bir bok bilmiyorduk. Yalnız aklıma şey takıldı, ilk versiyonda Hao'nun motivasyonu gidip onun adamı olmayı istetecek kadar sağlam argümanlara dayanıyordu ama burada şimdilik "Milletin ruhunun olumsuzluğu içine aktı, şeytanlar üretti." diye geçiştirdiler. Hao'nun mangada doğru düzgün bir motivasyonu yok mu oğlum, tamam sebep bu olsa bile şunu doğru düzgün açıklayın (Anna üzerinden yapılanı kabul etmiyorum, hayır. O Anna'nın motivasyonu, Hao'yla ilgisi yok.); adamı hasta etmeyin lan. "Kyoukai Senki" diye bir anime çıkmış, daha doğrusu Türkanime'ye gelmiş. Konusu, Türkanime'de şöyle: "MS 2061 yılında Japonya egemenliğini kaybetti. Japon halkı, dört büyük ticaret fraksiyonu tarafından bölünüp yönetildikten sonra günlerini ezilen vatandaşlar olarak geçirir. Bir gün, makineleri seven bir çocuk olan Amou Shiiba, özerk düşünen bir yapay zeka olan Gai ile tanışır. Bu tanışma, Amou'yu Japonya'yı geri alma savaşına iterek kendi kurduğu AMAIM Kenbu'ya pilotluk etmesine yol açar. Ülke, her ekonomik birlik tarafından insansı bir özel mobil silah olan AMAIM'in konuşlandırılmasının ardından dünyanın ön saflarında yer aldı." E iyi de... Biz bu hikayeyi izledik zaten? Code Geass ulan bu! Kapakta bile Lancelot çakması bir "mecha" var (gerçi iki "mecha" birbirinden tam olarak ne kadar farklı görünebilir, o da ayrı bir konu).

Bir çevirmen bir animenin bir bölümünü çevirip sonuna da "Yorum yaparken haddinizi bilin." yazmış. Ulan! Bir-iki haftalık bir gecikme değil ki aq bu, ta geçen sezonun animesini yeni çevirip bir de ne artistlik yapıyorsun? Ben hangi çevirmene saygı duyup hangisine duymayacağımı çok iyi bilirim. Mesela aylarca bölüm atmayıp sonra kendi çevirene laga luga yapan PuzzleFansub'a katiyen saygı duymam. Bu arada bu yamuk hassas noktam, devamlı bahsini açıyorum da kişisel değil, yani kısmen kişisel de bana yapılan bir olay değil. Neden hassas noktam olduğuna gelince: Facebook arkadaş listemde kendisi (yüz yüze tanışmıyoruz ama adam hakkında yüz yüze tanıdığım çoğu kişiden daha fazla ayrıntı biliyorum, "sosyal medya asosyal yapıyor" diyenlere gelsin) ve anime zevki hakkında düşüncem şu: "İyi dediğine itimat ederim ama kötü dediğine itimat etmem." İyi deyip de sevmediğim herhangi bir seri olmadı ama kötü dediği halde sevdiğim çok seri oldu. Öte yandan, saygımı kelimelere döksem divan şairine dönüşeceğim çevirmenler var: Tayg-hen Fansub'dan Tayg-Hen, Epiknovel'den Clumsy, MangaHanta'dan abc1234 ve Türkçe Light Novels'den Fatoshime. Bu çevirmenlerin ortak özelliği nedir, biliyor musunuz? Okuyucuya/izleyiciye saygılıdırlar, öyle laga luga yapmazlar. Bölüm atmama ihtimallerini önceden belirtir, beklenmedik bir şey çıkıp bölüm atamadıkları zaman da "Haddinizi bilin!" gibi laflarla aba altından sopa göstermek yerine doğru düzgün açıklama yaparlar, işlerini doğru düzgün yaparlar, "Gönüllü yapıyoruz biz bu işi!" diye çemkirmezler; mesela Türkçe Light Novels'in You-Zitsu çevirisi insana sanki o seri çevrilmemiş de zaten başından beri Türkçe yazılmış gibi hissettirirken -ki bu iyi çevirinin en önemli özelliğidir, değilse de olmalıdır- MangaHanta'nın Kaguya-sama çevirisi bütün kelime esprilerini -ki Gintama'dan fazla kelime esprisi var Kaguya-sama'nın mangasında, animede çoğunu yediler- anlayabilmenizi sağlar ama bunu Japonca kelime esprilerini Türkçe kelime esprilerine dönüştürerek yapmaz ki çeviriden anlamayanlar buna karşı gelse de o türden dönüştürmeler de gayet iyi çevirinin göstergesidir. Mesela "it's raining cats and dogs" ifadesini "kedi köpek yağıyor" diye çevirmenin tam olarak ne anlamı var? Sağanak, bardaktan boşalırcasına (ki o beğenmediğiniz Translate bile bu ifadeyi "kedi köpek yağıyor" diye değil "bardaktan boşalırcasına yağıyor" diye çeviriyor) vs. demeniz lazım ki konu anlaşılsın. Mesela aynısı "when the fish come to the poplar" diye bir cümle kurmakta da var, bunu "balık kavağa çıkınca"yı aşağı yukarı karşılayacak bir İngilizce deyimle (örn. "on the Greek calends") değiştirmeniz lazım ki yaptığınız bir boka benzesin. Hele Türkçede adı (tamam, adlarından biri diyelim) Trabzon hurması olan şeyin doğru adını yazınca "Ne Trabzon'u yeaaa?" diyen cahilleri çevirmen yaparsanız böyle olur. Yeri gelmişken, "roe"yu "karaca" diye çeviren çevirmenlerden de yıldım. Lan suşinin içinde karacanın ne işi var aq, havyar demek o ("Peki ya cavier?" diyecekler şuradan).

20 Kasım 2021 Cumartesi

Durum Raporu: Çin Atasözü, Bıçakçılıkta Önce Namlu Yapımı, Topkapı'da Sergilenemeyenler, Türkanime'ye Sövüş

Geçen yazıyı tekrar okurken (manyağım ben çünkü; yayınladıktan sonra da birkaç kez okurum. Onca tekrar kontrole karşın hâlâ az sonra bahsedeceğim gibi hatalar yaptığım için de bunu yapmakta ziyadesiyle haklı olduğumu düşünüyorum) birleşik kelimeler kısmında "biri ya da diğeri" diye bir laf etmişim. "Biri ya da diğeri" ne aq, "biri ya da her ikisi de" olacak o.

Gerçi artık pek göremiyoruz ama bizim halkın Çinlilere atasözü, şairlere aforizma konusunda bu denli güvenmesi bitiriyor beni. Herif "Bu ne aq Çin malı" diye yarım saat sövdükten sonra konuyu "Bir Çin atasözü der ki..." diye bağlıyor. Çinlilerin öyle bir atasözü var mı? Meçhul. Bakın, gidin saçma sapan bir söz yazın ("Sevmek, sevmekse eğer... Sevmek, sevmemektir."), sonra altına yapıştırın "Bir Çin atasözü" ifadesini veya ünlü bir şairin/yazarın (tercihen Can Yücel, ne çekti be adam; öldü, hâlâ kurtulamadı) adını, kimse "Ne diyor bu aq salağı?" diye sormayacak, herkes "Heee, anladııııım..." (Usta bizim Cemler iki oldu! [bkz. Ünlüye adıyla hitap etme tribi]) diye tepki verecek. Gerçi ne zamandır görmedim bu olayı, belki artık iş yapmıyor olabilir. Hayır ayrıca bu ifade de garip, "Bir Türkiye atasözü", "Hindistan atasözü", "Yunanistan atasözü" falan diyor musun sen arkadaşım? Çinli atasözü olacak o.

Şimdi, kılıç bıçak yapılırken şöyle bir usul vardır: Önce namlu* yapılır, bilenir, sonra kabza ve balçak vs. takılır. Bu yalmanlı kılıç yaparken de böyledir, yatağan yaparken de katana yaparken de meç yaparken de uzun kılıç*** yaparken de. Ben uzunca bir süre bunun bir çeşit intikam yöntemi olduğunu düşündüm: "Ben burada demiri eriteyim, koca çeliği döveyim; sen orada bir ahşap oy (kabza işi bu kadar basit değil de namluyu dövenin bakış açısından esas işi yapan o) sonra kazancıma ortak çık (Avrupa'da işler nasıl bilmesem de Türk ve Japon kılıçlarında namluyu döven, kabzayı oyan, birleştiren hatta bilemeyi yapan kişiler genelde farklıdır. Mesela Fatih kılıç kını yapmak gibi bir hobiye sahipti ama kabza yapmaz veya kılıç dövmezdi. Türk ve Japon kılıçlarında böyle olduğu için Asya kılıçlarında genel olarak böyle olduğunu varsayıyorum.)" şeklinde bir düşünceyle "Al, kes elini de gör gününü." biçiminde bir intikam yöntemi. Sonra geçen bir fırsat oldu, bir hançer dövdüm (Ekmek bıçağını hançere çevirdim diyelim, daha doğrusu ekmek bıçağının namlusunu hançer namlusuna. Ne çektim be arkadaş... Kalitesiz normal çeliği Hint çeliğine [aşağıda üç yıldızlı notun makalesinde ayrıntılı bilgi var bu konuda, yormayın beni] çevirmek eğer çeliği eritebilecek fırının yoksa ne kadar zor senin haberin var mı? İstediğim kadar eğri olmadı ama o kısmen benim salaklığımdan kaynaklandı, her halükârda şu an kabzası ve kını [bir de bileyi] için bekleyen bir Hint çeliği hançer var elimde.); işte o zaman aydınlandım neden böyle olduğu konusunda. Lan namluyu bilemeden kabzayı ya da balçağı yapmak mümkün değil ki. Kabzayı ve balçağı taktıktan sonra bilemekse mümkün ama çok zor, netice itibariyle en mantıklı yöntem önce namluyu bileyip kabza ve balçağı ona göre tasarlayıp takmak.

*Keskin, demir kısım. Türkçede "timur" ve "demren" de denir. "Temren" değil, oklarda ve mızraklarda oluyor o; gerçi bir zamanlar aynılarmış, belli. Zaten üçü de "témïr" yani "demir, metal**" kökünden geliyor. Bu arada bu "témïr"i te'mir, te-myir, te mûir, tehmir, te-e-mhyîğr... gibi biçimlerde günümüz Türkiye Türkçesi alfabesine çevirebiliriz; gördüğünüz gibi çevirmeyip É ve Ï seslerini öğrensek daha mantıklı bir iş yaparız. Hadi acıdım, onu da ben söyleyeyim: É kısa ve kapalı ama Ə veya Ä seslerine pek de benzemeyen, kısa olmasına rağmen keskin ve hafiften, belli belirsiz İ'ye kayan (Ə ve Ä'den en büyük farkı da bu zaten) bir E sesi, mesela bugün "yaban eller" derken olduğu gibi aslına yakın bir formunu da hâlâ kullandığımız ama genel anlamda "il" biçimine (il sınırı, ilçe vs.) dönüşmüş kelimenin aslı "él", organ/uzuv olanın aslı da "əl", daha da eski, Batı Oğuzca öncesi (Ə sesi komple Batı'daki Türk dillerine ait bir ses zaten) bir formuysa "äl". Ï de belli belirsiz bir Y sesiyle birleşik, İ ile I arasında bir ses, Î'den farkı sündürülmemesi; mesela Türkçesinde Türkçesinde "yıl" olarak söylediğimiz sözün aslı "ïl", Azerice "il", Kazakça "jıl" (dümdüz, Türkiye Türkçesindeki J ile aynı şekilde sesletiliyor; C'ye falan kaymayın hiç) biçiminde; ortalamasını alın işte bunların.

**Bir önceki yazıda hem genel hem özel anlamlı sözlerden bahsetmiştim, Türkçede onlardan biri de "demir". Hem özel olarak Fe sembollü element anlamında hem de genel olarak metal anlamında kullanılıyor, Çincede de altın anlamına gelen ve Çince yazılışını hatırlasam da Pinyin yazılışını, haliyle okunuşunu unuttuğum kelime aynı şekilde hem altın hem de metal anlamına geliyor. Aynı harfin (evet, tek harfle yazılıyor) Japonca okunuşu "kin" ama Japoncada da durum bu mu bilmiyorum, yani altın aynı zamanda genel anlamda metal olarak kullanılmıyor olabilir Çincenin aksine. Yoksa temren veya demren/timur (bu da Türkiye Türkçesinde demren anlamındayken başka Türk dillerinde direkt demir, çelik, metal gibi anlamlara gelmekte)/namlu genelde demirden değil çelikten yapılır; tunçtan, bakırdan vs. de yapılabilir ama kökü "demir", yani "metal". Metal olmayan ok uçları için de günümüzde okçular "temren" diyor ama aslında Türkçede onlar, özellikle de kemikten yapılanlar, için ayrı bir ifade var: "soya" (fasulye olanla ilgisi yok ki soya fasulyenin de bildiğimiz fasulyeyle pek bir ilgisi yok zaten).

***Bu arada bence bunun birleşik yazılması lazım. Uzun olan herhangi bir kılıç değil ki ulan, standardı 100 cm'lik, sapma payıyla beraber 90 (hadi 80 diyelim, sizin istediğiniz olsun)-120 cm Avrupa tipi, çok ince olmasa da kesinlikle kalın olmayan düz kılıcın adı ki "düz kılıç****, Avrupa kılıcı" dediğimizde aklımızda (en azından bu işlerden az buçuk çakanların aklında) canlanan kılıç işte. Kalın olanlar ASOIAF kitaplarında "büyük kılıç" diye çevrilmiş "greatsword"lar ile birebir çevirisi "geniş kılıç" olan "broadword"lardır, bir de Türkçeye melez kılıç veya piç kılıç diye çevrilen, hatta "bir buçuk elli kılıç" gibi gudik bir çevirisi de olan "bastard sword"lar var ama onları geçiyorum. Bu arada Topkapı'da müthiş bir Macar "greatsword"u vardır, hâlâ aklımda; aha burada, ortadaki (Bu arada bu yazıdaki görsel linkleri buradan itibaren çığırından çıkacak, dolayısıyla "Uğraştırma beni" diyenler için en alta görsel listesi yaptım) ama görselden ne kadar heybetli ve devasa olduğu pek belli olmuyor, Fatih'in kılıcında da aynı sorun vardır misal, görsellerde standart bir erken Osmanlı kılıcı gibi dursa da (en azından ben gidip görene dek öyle olduğunu varsaymıştım) inanılmaz ihtişamlı ve devasa bir kılıçtır (e boru değil tabii, tören kılıcı; ama bahsettiğim Macar kılıcı pek süslü vs. olmadığına göre o direkt savaş kılıcıydı muhtemelen), gidip yerinde görmek lazım bunları.

****Aslında ironik olan şu ki biz Türkiye vatandaşlarının "düz kılıç" deyince aklına benim Arap palası demeyi tercih ettiğim ama Türkler de dahil olmak üzere coğrafyadaki neredeyse bütün halklar tarafından kullanılmış ve diğer dillerin durumunu bilmesem de ne Türkçede ne Arapçada ayrı bir adı olmayıp dümdüz "düz kılıç, doğru kılıç" denen ucu küt, kuyruğu (sapı, kabzası) genellikle kıvrık şu kılıçların veya düz namlulu şemşirlerin gelmesi gerek. Düz namlulu şemşirde de tuhaf bir durum var aslında, şöyle ki: Şemşir, Türkçede Pers/İran süvari kılıcına verilen isimdir ki mucitleri ve esas kullanıcıları Soğdlar olduğundan aslında skorun İran değil Tacikistan'ın hanesine yazılması gerekir. Dolayısıyla düz namlulu şemşir olmaz aslında; ama Farsçada şemşir, doğrudan doğruya "kılıç" demektir (Bu kısım biraz karışık, şimdi şemşirin eğriliğine vurgu yapan yan anlamlar, ek etimolojik teoriler vs. gibi kısımlara girersem uzun sürer ama temelde böyle.) ve düz İran kılıcına da -ki İrani/Farisi kılıçlar başta düzdü zaten, Türkçede şemşir denen kılıç Soğdlar tarafından Türk kılıcından modellenmiştir ki Soğdların neredeyse her şeyi Türk kökenlidir zaten- şemşir denir, eğri Pers kılıcına da. Batılılar için de Türkçe böyle aslında: Biz kılıç derken her türden kılıcı kastediyoruz, hatta bazen aslında kılıç olmayan fazla uzun bıçaklara, kamalara vs. bile kılıç diyebiliyoruz ama "kılıç" kelimesinin Avrupai hale getirilmişi olan "kilij" sadece yalmanlı kılıçlar için kullanılıyor Batılılar tarafından. Biz açıklamak için Türk kılıcı, yalmanlı kılıç, (doğru bir tabir olmasa da) Osmanlı kılıcı gibi ifadelerle söz öbeği kuruyoruz. Aynısı Farsçanın şemşirinde ve Japoncanın katanasında (Japonca hele iyice beter bu konuda, düz kılıç, Avrupa kılıcı ya da dışarlıklı herhangi bir kılıç için "ken" diyorlar ama o da aslında "jian" benzeri düz bir Japon kılıcının adı, hele "yaiba" diye bir ifade var ki dümdüz "delici/kesici alet" diye bile çevirebilirsin ama ekmek bıçağına der misin demez misin meçhul [Benim için meçhul, o kadar Japoncam yok benim.].) falan da var işte. Bu arada Osmanlı kılıcı tanımı niye doğru değil? Çünkü yalmanlı kılıç dediğin ta Hunlardan beri var (misal bakınız, Attila'nın kılıcındaki namluyla yekpare ve namlunun neredeyse yarısı uzunluğundaki yalman açıkça belli oluyor), ayrıca Osmanlı dışında bunu Safeviler de kullandı, Babürşahlar da kullandı, her ne kadar zaman içinde Kafkas eğri kılıçlarına (şaşka) benzeyen (Memlüklerde Türklerden sonraki en büyük yönetici ahali Kafkaslardı ki Kıpçak hanedanın soyu tükenince Çerkez bir hanedan başa geçti, muhtemelen bununla ilintili), kendine özgü bir formu olan bir kılıca (Bak bu da Memlük yalmanlı kılıcı [soldaki Memlük, sağdaki Osmanlı], 16. yy.  [görselin asıl kaynağı]) sahip oldularsa da Memlükler de... Geç Osmanlı, erken Osmanlı, Osmanlı subay kılıcı vs. doğru tabirler bak çünkü belli bir genel tipi belirtiyorlar. Örneğin erken Osmanlı kılıcının şekli şemali gayet nettir: Namlu geniştir ve eğriliği azdır, kabza topuzu olmayıp sapta hafif bir kıvrıklık vardır, yalman namlunun 1/4'i boyutta, kocaman ve dışbükeydir vs... Ayrıntılı bilgi için Harp Tarihi Dergisi, Sayı 2'de yayınlanmış Batuhan YILDIZ imzalı "Hunlardan Osmanlı Dönemine: Türk (Eğri) Kılıcının Gelişim Süreci" makalesinde ta Hun kamasından Osmanlı subay kılıcına dek Türk kılıcının tarihsel gelişimini ve çeliğini, suyunu vs. görebilirsiniz. Görsel de var. Bu arada bence bu yazının İskit kılıcından/kamasından başlatılması gerekiyordu, "kilij" olsun, şemşir olsun, ki makalede şemşir ile Türk kılıcı arasında tam olarak hangi farkların olduğu da var, dao (Çin palası. Bunu böyle tanımlayan kimseyi göremezsiniz bak ama daoyu en iyi betimleyen ve dahi tanımlayan ifade Çin palasıdır. Gerçi birkaç kez çevirilerde daonun pala diye çevrildiğini gördüm ama sadece o kadar.) olsun bütün Orta Asya kılıçlarının (Evet, dao Orta Asya kılıcıdır; kullanım coğrafyasını ve tarihçesini araştırın neden böyle dediğimi anlarsınız.) kökeni fazlaca büyük bir üçgen kama olan İskit kılıcı sonuçta. Yalnız bu makale yazıldıktan sonra bir değişim oldu: O zamanlar Osmanlı döneminden kalma en eski kılıçlar Fatih'e ait olanlardı (görselin asıl kaynağı) ama sonra Abdullah Mihalgazi'nin kılıcının da müzelerde bulunduğu ortaya çıktı. Aslında Osman Bey'e vs. isnat edilen kılıçlar halihazırda vardı ama onlar Türk kılıcı formunda olmayan ve büyük ihtimalle hediye, yağma gibi yollarla ele geçirilmiş kılıçlardı, mesela şu kılıcın aslen Hz. Osman'ın kılıcı olup sonradan Osman Bey'e geçtiği yaygın bir anlatıdır; böylece bu kılıç (Köse Mihal'in kılıcı) erken Osmanlı kılıcının bilinen en eski formu haline geldi artık. Ama Osmanlı kılıcı çok değişken bir şey, "Osmanlı yalmanlı kılıcı" dediğinde bile bunun dönemsel olarak bambaşka üç tipi var; bunun bir de daha çatal ağızlı kılıcı (çatallı kılıç ya da Zülfikar pala değil; bu arada bu Zülfikar palaların sadece Babürlülerde kullanıldığını sanıyordum ben ama Osmanlı'da da varmış, ayrıca bu ortadan kanat gibi ayrıklara da klasik çatallı kılıçlar gibi Zülfikar denilebiliyormuş), palası (bildiğimiz pala, yalmanlı pala/Osmanlı palası/Türk palası/eğri pala), yatağanı, burmalı kılıcı (düz burmalı kılıç, eğri burmalı kılıç [sağda, ekrana yakın yerde]), meçi, hatta şu yukarıda dediğim Arap palaları ve üstüne suredir, duadır, şiirdir kazınmış/yazılmış Avrupa kılıçları (ganimet ve yağma yoluyla elde edilip kullanılmış, kılıç bu, boru değil) falan da var; eh, ayrıca Osmanlı'dan önce de vardı o tür kılıçlar ve dediğim gibi Osmanlı ile aynı/yakın dönemde ortak özellikleri Türk olmak olan başkaları da kullandı yani her halükârda hatalı bir ifade. Zaten Osmanlı'da geç dönemde, bilhassa Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra Türk kılıcı neredeyse kalmamış durumda, Osmanlı subay kılıçları bütünüyle Avrupa süvari kılıçları olan "saber"lar temel alınarak yapılan şeyler.

Yeri gelmişken, Topkapı'da inanılmaz derecede yer yokluğundan sergilenemeyen eser varmış ki gidip gördüm, hakikatten yer yok Topkapı'da. Depo müze falan bir haber vardı, uzmanlar zayiat olması kesin deseler de -hele restorasyon adı altında tarihî binaların ırzına geçildiği şu devirde- yine de durduğu yerde çürümelerinden iyidir diye düşünüyorum. Mesela şu yukarıdaki linkini verdiğim kılıçlardan bazılarını hiç görmedim ben Topkapı'da, ki kılıçların olduğu yerde geçirdiğim vakit geri kalan yerlerde geçirdiğimin iki katı falan, öyle eserler depoda çürütülür mü lan? Yine de gerçekten yer yok, sıkış tepiş, sergiye açık bir depo görünümü olmadan daha fazla kılıç, bıçak, yay, tüfek falan sığmaz oraya.

Türkanime iyice yarak gibi oldu he. Seriler çevrilmez, bir açıklama yapılmadan yarım bırakılır... Tepe aşağı düşüyor. Bütün o izlenmişler, izlenecekler, yarımlar vs. listesini firesiz, olduğu gibi başka bir siteye taşıyabilsem zerrece durmam Türkanime'de. Zaten saçma sapan ban kuralları getirdiğinden beri çöp olmuştu, gitgide daha da çöp oluyor. Sırf koskoca liste var diye katlanıyorum, yoksa çekilecek dert değil. Bundan böyle TRAnimeİzle'den başkası yalan, şu listeyi taşımanın bir yolu olsa dakika durmam Türkanime'de. Türk anime kitlesi zaten çöp, Türkanime de bu çöplüğün ağası gibi oldu iyice. Yeter ulan. Eskiden başka pek seçenek de yoktu Anizm dışında bu diğer seçeneklerden doğru düzgün olan da yoktu ama artık yeter, yıldık be. Ben bu listeyi elle taşımayı çekemeyecek olmasam vallahi anında uçarım TRAnimeİzle'ye. TRAnimeİzleciyim bundan böyle, yeter lan.

Bu arada bu yazı epeydir sadece son kontrollerini yapıp yayınlamak için bekliyor ama malum haber hâlâ tazeyken bu denli kılıç-bıçak muhabbeti yapılan bir yazıyı yayınlamanın etik olmadığını düşündüm, dolayısıyla şimdiye dek bekledi.

Topkapı'daki Macar "greatsword"ları (Esas önemli olan ortadaki, 3 metre lan):


Arap palası dediğim model:













Düz namlulu şemşir (Görsel kaynağı):


Normal (eğri) şemşir:



"Jian" (Çin düz kılıcı):


Ken (Japon düz kılıcı):

Attila'nın kılıcı, nam-ı diğer Mars kılıcı, Hadúr (Macar Şamanizminde savaş tanrısı ve orduların başı olan ruh, Türklerde aşağı yukarı Kızagan Han'a denk geliyor.) kılıcı, Tanrı kılıcı:


Şaşka ve Kafkas kamaları:


Şaşka benzeri Memlük kılıcı (Hun kılıcını da andırıyor gördüğünüz üzere):


16. yy. Memlük (sağda) ve Osmanlı (solda) yalmanlı kılıçları (Görsel kaynağı):


Osmanlı subay kılıcı (En sevmediğim eğri kılıç tipidir ayrıca; çünkü Türk kılıcı desen Türk kılıcı değil, Avrupa süvari kılıcı desen o da değil...):


Dao yani Çin palası:




İskit kaması:


Fatih'in kılıçları (Meşhur tören kılıcı bunlar arasında yok, en üstteki benziyor ama aynı kılıç değil; görsel kaynağı da baş başa olan Memlük-Osmanlı yalmanlıları ile aynı.):


Abdullah Mihalgazi'nin kılıcı:


Hem Hz. Osman'a hem Osman Bey'e isnat edilen kılıç:


Çatal ağızlı kılıç (Görsel kaynağı)


Çatallı kılıç:


Osmanlı Zülfikar palası (Görsel kaynağı):


Babürlü Zülfikar kılıcı:


Pala (Görsel kaynağı):


Eğri pala: (Görsel kaynağı):


Düz burmalı kılıç:


Eğri burmalı kılıç (Sağda, ekrana yakın yerde):


Hazır yeri gelmişken şu görseli de koyayım zira daha önce canım çıkana kadar arayıp tekrar bulamadığım bir görsel kendisi (bu seferki Fatih'in meşhur tören kılıcı bak):


Meç:


Bu da "rapier", şu iki kılıcın farklı şeyler olduğunu öğrenin artık; ha "rapier"e Fransız/Avrupa/Batı meçi veya meçe Osmanlı "rapier"i diyebilirsiniz elbette ve meç haliyle Batı menşeli, kökeni "rapier" ile aynı olan bir kılıçtır -hatta hem İngilizce "rapier"ın hem Türkçe "meç"in geniş anlamıyla ne kastedildiği çok da belli olmuyor bazen- ama farklı kılıçlardır. Misal şurada ayrıntılı bir konuşma dönmüş bu konu hakkında (Kanuni'ye ait müthiş bir meç görseli de var).