Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

20 Kasım 2021 Cumartesi

Durum Raporu: Çin Atasözü, Bıçakçılıkta Önce Namlu Yapımı, Topkapı'da Sergilenemeyenler, Türkanime'ye Sövüş

Geçen yazıyı tekrar okurken (manyağım ben çünkü; yayınladıktan sonra da birkaç kez okurum. Onca tekrar kontrole karşın hâlâ az sonra bahsedeceğim gibi hatalar yaptığım için de bunu yapmakta ziyadesiyle haklı olduğumu düşünüyorum) birleşik kelimeler kısmında "biri ya da diğeri" diye bir laf etmişim. "Biri ya da diğeri" ne aq, "biri ya da her ikisi de" olacak o.

Gerçi artık pek göremiyoruz ama bizim halkın Çinlilere atasözü, şairlere aforizma konusunda bu denli güvenmesi bitiriyor beni. Herif "Bu ne aq Çin malı" diye yarım saat sövdükten sonra konuyu "Bir Çin atasözü der ki..." diye bağlıyor. Çinlilerin öyle bir atasözü var mı? Meçhul. Bakın, gidin saçma sapan bir söz yazın ("Sevmek, sevmekse eğer... Sevmek, sevmemektir."), sonra altına yapıştırın "Bir Çin atasözü" ifadesini veya ünlü bir şairin/yazarın (tercihen Can Yücel, ne çekti be adam; öldü, hâlâ kurtulamadı) adını, kimse "Ne diyor bu aq salağı?" diye sormayacak, herkes "Heee, anladııııım..." (Usta bizim Cemler iki oldu! [bkz. Ünlüye adıyla hitap etme tribi]) diye tepki verecek. Gerçi ne zamandır görmedim bu olayı, belki artık iş yapmıyor olabilir. Hayır ayrıca bu ifade de garip, "Bir Türkiye atasözü", "Hindistan atasözü", "Yunanistan atasözü" falan diyor musun sen arkadaşım? Çinli atasözü olacak o.

Şimdi, kılıç bıçak yapılırken şöyle bir usul vardır: Önce namlu* yapılır, bilenir, sonra kabza ve balçak vs. takılır. Bu yalmanlı kılıç yaparken de böyledir, yatağan yaparken de katana yaparken de meç yaparken de uzun kılıç*** yaparken de. Ben uzunca bir süre bunun bir çeşit intikam yöntemi olduğunu düşündüm: "Ben burada demiri eriteyim, koca çeliği döveyim; sen orada bir ahşap oy (kabza işi bu kadar basit değil de namluyu dövenin bakış açısından esas işi yapan o) sonra kazancıma ortak çık (Avrupa'da işler nasıl bilmesem de Türk ve Japon kılıçlarında namluyu döven, kabzayı oyan, birleştiren hatta bilemeyi yapan kişiler genelde farklıdır. Mesela Fatih kılıç kını yapmak gibi bir hobiye sahipti ama kabza yapmaz veya kılıç dövmezdi. Türk ve Japon kılıçlarında böyle olduğu için Asya kılıçlarında genel olarak böyle olduğunu varsayıyorum.)" şeklinde bir düşünceyle "Al, kes elini de gör gününü." biçiminde bir intikam yöntemi. Sonra geçen bir fırsat oldu, bir hançer dövdüm (Ekmek bıçağını hançere çevirdim diyelim, daha doğrusu ekmek bıçağının namlusunu hançer namlusuna. Ne çektim be arkadaş... Kalitesiz normal çeliği Hint çeliğine [aşağıda üç yıldızlı notun makalesinde ayrıntılı bilgi var bu konuda, yormayın beni] çevirmek eğer çeliği eritebilecek fırının yoksa ne kadar zor senin haberin var mı? İstediğim kadar eğri olmadı ama o kısmen benim salaklığımdan kaynaklandı, her halükârda şu an kabzası ve kını [bir de bileyi] için bekleyen bir Hint çeliği hançer var elimde.); işte o zaman aydınlandım neden böyle olduğu konusunda. Lan namluyu bilemeden kabzayı ya da balçağı yapmak mümkün değil ki. Kabzayı ve balçağı taktıktan sonra bilemekse mümkün ama çok zor, netice itibariyle en mantıklı yöntem önce namluyu bileyip kabza ve balçağı ona göre tasarlayıp takmak.

*Keskin, demir kısım. Türkçede "timur" ve "demren" de denir. "Temren" değil, oklarda ve mızraklarda oluyor o; gerçi bir zamanlar aynılarmış, belli. Zaten üçü de "témïr" yani "demir, metal**" kökünden geliyor. Bu arada bu "témïr"i te'mir, te-myir, te mûir, tehmir, te-e-mhyîğr... gibi biçimlerde günümüz Türkiye Türkçesi alfabesine çevirebiliriz; gördüğünüz gibi çevirmeyip É ve Ï seslerini öğrensek daha mantıklı bir iş yaparız. Hadi acıdım, onu da ben söyleyeyim: É kısa ve kapalı ama Ə veya Ä seslerine pek de benzemeyen, kısa olmasına rağmen keskin ve hafiften, belli belirsiz İ'ye kayan (Ə ve Ä'den en büyük farkı da bu zaten) bir E sesi, mesela bugün "yaban eller" derken olduğu gibi aslına yakın bir formunu da hâlâ kullandığımız ama genel anlamda "il" biçimine (il sınırı, ilçe vs.) dönüşmüş kelimenin aslı "él", organ/uzuv olanın aslı da "əl", daha da eski, Batı Oğuzca öncesi (Ə sesi komple Batı'daki Türk dillerine ait bir ses zaten) bir formuysa "äl". Ï de belli belirsiz bir Y sesiyle birleşik, İ ile I arasında bir ses, Î'den farkı sündürülmemesi; mesela Türkçesinde Türkçesinde "yıl" olarak söylediğimiz sözün aslı "ïl", Azerice "il", Kazakça "jıl" (dümdüz, Türkiye Türkçesindeki J ile aynı şekilde sesletiliyor; C'ye falan kaymayın hiç) biçiminde; ortalamasını alın işte bunların.

**Bir önceki yazıda hem genel hem özel anlamlı sözlerden bahsetmiştim, Türkçede onlardan biri de "demir". Hem özel olarak Fe sembollü element anlamında hem de genel olarak metal anlamında kullanılıyor, Çincede de altın anlamına gelen ve Çince yazılışını hatırlasam da Pinyin yazılışını, haliyle okunuşunu unuttuğum kelime aynı şekilde hem altın hem de metal anlamına geliyor. Aynı harfin (evet, tek harfle yazılıyor) Japonca okunuşu "kin" ama Japoncada da durum bu mu bilmiyorum, yani altın aynı zamanda genel anlamda metal olarak kullanılmıyor olabilir Çincenin aksine. Yoksa temren veya demren/timur (bu da Türkiye Türkçesinde demren anlamındayken başka Türk dillerinde direkt demir, çelik, metal gibi anlamlara gelmekte)/namlu genelde demirden değil çelikten yapılır; tunçtan, bakırdan vs. de yapılabilir ama kökü "demir", yani "metal". Metal olmayan ok uçları için de günümüzde okçular "temren" diyor ama aslında Türkçede onlar, özellikle de kemikten yapılanlar, için ayrı bir ifade var: "soya" (fasulye olanla ilgisi yok ki soya fasulyenin de bildiğimiz fasulyeyle pek bir ilgisi yok zaten).

***Bu arada bence bunun birleşik yazılması lazım. Uzun olan herhangi bir kılıç değil ki ulan, standardı 100 cm'lik, sapma payıyla beraber 90 (hadi 80 diyelim, sizin istediğiniz olsun)-120 cm Avrupa tipi, çok ince olmasa da kesinlikle kalın olmayan düz kılıcın adı ki "düz kılıç****, Avrupa kılıcı" dediğimizde aklımızda (en azından bu işlerden az buçuk çakanların aklında) canlanan kılıç işte. Kalın olanlar ASOIAF kitaplarında "büyük kılıç" diye çevrilmiş "greatsword"lar ile birebir çevirisi "geniş kılıç" olan "broadword"lardır, bir de Türkçeye melez kılıç veya piç kılıç diye çevrilen, hatta "bir buçuk elli kılıç" gibi gudik bir çevirisi de olan "bastard sword"lar var ama onları geçiyorum. Bu arada Topkapı'da müthiş bir Macar "greatsword"u vardır, hâlâ aklımda; aha burada, ortadaki (Bu arada bu yazıdaki görsel linkleri buradan itibaren çığırından çıkacak, dolayısıyla "Uğraştırma beni" diyenler için en alta görsel listesi yaptım) ama görselden ne kadar heybetli ve devasa olduğu pek belli olmuyor, Fatih'in kılıcında da aynı sorun vardır misal, görsellerde standart bir erken Osmanlı kılıcı gibi dursa da (en azından ben gidip görene dek öyle olduğunu varsaymıştım) inanılmaz ihtişamlı ve devasa bir kılıçtır (e boru değil tabii, tören kılıcı; ama bahsettiğim Macar kılıcı pek süslü vs. olmadığına göre o direkt savaş kılıcıydı muhtemelen), gidip yerinde görmek lazım bunları.

****Aslında ironik olan şu ki biz Türkiye vatandaşlarının "düz kılıç" deyince aklına benim Arap palası demeyi tercih ettiğim ama Türkler de dahil olmak üzere coğrafyadaki neredeyse bütün halklar tarafından kullanılmış ve diğer dillerin durumunu bilmesem de ne Türkçede ne Arapçada ayrı bir adı olmayıp dümdüz "düz kılıç, doğru kılıç" denen ucu küt, kuyruğu (sapı, kabzası) genellikle kıvrık şu kılıçların veya düz namlulu şemşirlerin gelmesi gerek. Düz namlulu şemşirde de tuhaf bir durum var aslında, şöyle ki: Şemşir, Türkçede Pers/İran süvari kılıcına verilen isimdir ki mucitleri ve esas kullanıcıları Soğdlar olduğundan aslında skorun İran değil Tacikistan'ın hanesine yazılması gerekir. Dolayısıyla düz namlulu şemşir olmaz aslında; ama Farsçada şemşir, doğrudan doğruya "kılıç" demektir (Bu kısım biraz karışık, şimdi şemşirin eğriliğine vurgu yapan yan anlamlar, ek etimolojik teoriler vs. gibi kısımlara girersem uzun sürer ama temelde böyle.) ve düz İran kılıcına da -ki İrani/Farisi kılıçlar başta düzdü zaten, Türkçede şemşir denen kılıç Soğdlar tarafından Türk kılıcından modellenmiştir ki Soğdların neredeyse her şeyi Türk kökenlidir zaten- şemşir denir, eğri Pers kılıcına da. Batılılar için de Türkçe böyle aslında: Biz kılıç derken her türden kılıcı kastediyoruz, hatta bazen aslında kılıç olmayan fazla uzun bıçaklara, kamalara vs. bile kılıç diyebiliyoruz ama "kılıç" kelimesinin Avrupai hale getirilmişi olan "kilij" sadece yalmanlı kılıçlar için kullanılıyor Batılılar tarafından. Biz açıklamak için Türk kılıcı, yalmanlı kılıç, (doğru bir tabir olmasa da) Osmanlı kılıcı gibi ifadelerle söz öbeği kuruyoruz. Aynısı Farsçanın şemşirinde ve Japoncanın katanasında (Japonca hele iyice beter bu konuda, düz kılıç, Avrupa kılıcı ya da dışarlıklı herhangi bir kılıç için "ken" diyorlar ama o da aslında "jian" benzeri düz bir Japon kılıcının adı, hele "yaiba" diye bir ifade var ki dümdüz "delici/kesici alet" diye bile çevirebilirsin ama ekmek bıçağına der misin demez misin meçhul [Benim için meçhul, o kadar Japoncam yok benim.].) falan da var işte. Bu arada Osmanlı kılıcı tanımı niye doğru değil? Çünkü yalmanlı kılıç dediğin ta Hunlardan beri var (misal bakınız, Attila'nın kılıcındaki namluyla yekpare ve namlunun neredeyse yarısı uzunluğundaki yalman açıkça belli oluyor), ayrıca Osmanlı dışında bunu Safeviler de kullandı, Babürşahlar da kullandı, her ne kadar zaman içinde Kafkas eğri kılıçlarına (şaşka) benzeyen (Memlüklerde Türklerden sonraki en büyük yönetici ahali Kafkaslardı ki Kıpçak hanedanın soyu tükenince Çerkez bir hanedan başa geçti, muhtemelen bununla ilintili), kendine özgü bir formu olan bir kılıca (Bak bu da Memlük yalmanlı kılıcı [soldaki Memlük, sağdaki Osmanlı], 16. yy.  [görselin asıl kaynağı]) sahip oldularsa da Memlükler de... Geç Osmanlı, erken Osmanlı, Osmanlı subay kılıcı vs. doğru tabirler bak çünkü belli bir genel tipi belirtiyorlar. Örneğin erken Osmanlı kılıcının şekli şemali gayet nettir: Namlu geniştir ve eğriliği azdır, kabza topuzu olmayıp sapta hafif bir kıvrıklık vardır, yalman namlunun 1/4'i boyutta, kocaman ve dışbükeydir vs... Ayrıntılı bilgi için Harp Tarihi Dergisi, Sayı 2'de yayınlanmış Batuhan YILDIZ imzalı "Hunlardan Osmanlı Dönemine: Türk (Eğri) Kılıcının Gelişim Süreci" makalesinde ta Hun kamasından Osmanlı subay kılıcına dek Türk kılıcının tarihsel gelişimini ve çeliğini, suyunu vs. görebilirsiniz. Görsel de var. Bu arada bence bu yazının İskit kılıcından/kamasından başlatılması gerekiyordu, "kilij" olsun, şemşir olsun, ki makalede şemşir ile Türk kılıcı arasında tam olarak hangi farkların olduğu da var, dao (Çin palası. Bunu böyle tanımlayan kimseyi göremezsiniz bak ama daoyu en iyi betimleyen ve dahi tanımlayan ifade Çin palasıdır. Gerçi birkaç kez çevirilerde daonun pala diye çevrildiğini gördüm ama sadece o kadar.) olsun bütün Orta Asya kılıçlarının (Evet, dao Orta Asya kılıcıdır; kullanım coğrafyasını ve tarihçesini araştırın neden böyle dediğimi anlarsınız.) kökeni fazlaca büyük bir üçgen kama olan İskit kılıcı sonuçta. Yalnız bu makale yazıldıktan sonra bir değişim oldu: O zamanlar Osmanlı döneminden kalma en eski kılıçlar Fatih'e ait olanlardı (görselin asıl kaynağı) ama sonra Abdullah Mihalgazi'nin kılıcının da müzelerde bulunduğu ortaya çıktı. Aslında Osman Bey'e vs. isnat edilen kılıçlar halihazırda vardı ama onlar Türk kılıcı formunda olmayan ve büyük ihtimalle hediye, yağma gibi yollarla ele geçirilmiş kılıçlardı, mesela şu kılıcın aslen Hz. Osman'ın kılıcı olup sonradan Osman Bey'e geçtiği yaygın bir anlatıdır; böylece bu kılıç (Köse Mihal'in kılıcı) erken Osmanlı kılıcının bilinen en eski formu haline geldi artık. Ama Osmanlı kılıcı çok değişken bir şey, "Osmanlı yalmanlı kılıcı" dediğinde bile bunun dönemsel olarak bambaşka üç tipi var; bunun bir de daha çatal ağızlı kılıcı (çatallı kılıç ya da Zülfikar pala değil; bu arada bu Zülfikar palaların sadece Babürlülerde kullanıldığını sanıyordum ben ama Osmanlı'da da varmış, ayrıca bu ortadan kanat gibi ayrıklara da klasik çatallı kılıçlar gibi Zülfikar denilebiliyormuş), palası (bildiğimiz pala, yalmanlı pala/Osmanlı palası/Türk palası/eğri pala), yatağanı, burmalı kılıcı (düz burmalı kılıç, eğri burmalı kılıç [sağda, ekrana yakın yerde]), meçi, hatta şu yukarıda dediğim Arap palaları ve üstüne suredir, duadır, şiirdir kazınmış/yazılmış Avrupa kılıçları (ganimet ve yağma yoluyla elde edilip kullanılmış, kılıç bu, boru değil) falan da var; eh, ayrıca Osmanlı'dan önce de vardı o tür kılıçlar ve dediğim gibi Osmanlı ile aynı/yakın dönemde ortak özellikleri Türk olmak olan başkaları da kullandı yani her halükârda hatalı bir ifade. Zaten Osmanlı'da geç dönemde, bilhassa Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra Türk kılıcı neredeyse kalmamış durumda, Osmanlı subay kılıçları bütünüyle Avrupa süvari kılıçları olan "saber"lar temel alınarak yapılan şeyler.

Yeri gelmişken, Topkapı'da inanılmaz derecede yer yokluğundan sergilenemeyen eser varmış ki gidip gördüm, hakikatten yer yok Topkapı'da. Depo müze falan bir haber vardı, uzmanlar zayiat olması kesin deseler de -hele restorasyon adı altında tarihî binaların ırzına geçildiği şu devirde- yine de durduğu yerde çürümelerinden iyidir diye düşünüyorum. Mesela şu yukarıdaki linkini verdiğim kılıçlardan bazılarını hiç görmedim ben Topkapı'da, ki kılıçların olduğu yerde geçirdiğim vakit geri kalan yerlerde geçirdiğimin iki katı falan, öyle eserler depoda çürütülür mü lan? Yine de gerçekten yer yok, sıkış tepiş, sergiye açık bir depo görünümü olmadan daha fazla kılıç, bıçak, yay, tüfek falan sığmaz oraya.

Türkanime iyice yarak gibi oldu he. Seriler çevrilmez, bir açıklama yapılmadan yarım bırakılır... Tepe aşağı düşüyor. Bütün o izlenmişler, izlenecekler, yarımlar vs. listesini firesiz, olduğu gibi başka bir siteye taşıyabilsem zerrece durmam Türkanime'de. Zaten saçma sapan ban kuralları getirdiğinden beri çöp olmuştu, gitgide daha da çöp oluyor. Sırf koskoca liste var diye katlanıyorum, yoksa çekilecek dert değil. Bundan böyle TRAnimeİzle'den başkası yalan, şu listeyi taşımanın bir yolu olsa dakika durmam Türkanime'de. Türk anime kitlesi zaten çöp, Türkanime de bu çöplüğün ağası gibi oldu iyice. Yeter ulan. Eskiden başka pek seçenek de yoktu Anizm dışında bu diğer seçeneklerden doğru düzgün olan da yoktu ama artık yeter, yıldık be. Ben bu listeyi elle taşımayı çekemeyecek olmasam vallahi anında uçarım TRAnimeİzle'ye. TRAnimeİzleciyim bundan böyle, yeter lan.

Bu arada bu yazı epeydir sadece son kontrollerini yapıp yayınlamak için bekliyor ama malum haber hâlâ tazeyken bu denli kılıç-bıçak muhabbeti yapılan bir yazıyı yayınlamanın etik olmadığını düşündüm, dolayısıyla şimdiye dek bekledi.

Topkapı'daki Macar "greatsword"ları (Esas önemli olan ortadaki, 3 metre lan):


Arap palası dediğim model:













Düz namlulu şemşir (Görsel kaynağı):


Normal (eğri) şemşir:



"Jian" (Çin düz kılıcı):


Ken (Japon düz kılıcı):

Attila'nın kılıcı, nam-ı diğer Mars kılıcı, Hadúr (Macar Şamanizminde savaş tanrısı ve orduların başı olan ruh, Türklerde aşağı yukarı Kızagan Han'a denk geliyor.) kılıcı, Tanrı kılıcı:


Şaşka ve Kafkas kamaları:


Şaşka benzeri Memlük kılıcı (Hun kılıcını da andırıyor gördüğünüz üzere):


16. yy. Memlük (sağda) ve Osmanlı (solda) yalmanlı kılıçları (Görsel kaynağı):


Osmanlı subay kılıcı (En sevmediğim eğri kılıç tipidir ayrıca; çünkü Türk kılıcı desen Türk kılıcı değil, Avrupa süvari kılıcı desen o da değil...):


Dao yani Çin palası:




İskit kaması:


Fatih'in kılıçları (Meşhur tören kılıcı bunlar arasında yok, en üstteki benziyor ama aynı kılıç değil; görsel kaynağı da baş başa olan Memlük-Osmanlı yalmanlıları ile aynı.):


Abdullah Mihalgazi'nin kılıcı:


Hem Hz. Osman'a hem Osman Bey'e isnat edilen kılıç:


Çatal ağızlı kılıç (Görsel kaynağı)


Çatallı kılıç:


Osmanlı Zülfikar palası (Görsel kaynağı):


Babürlü Zülfikar kılıcı:


Pala (Görsel kaynağı):


Eğri pala: (Görsel kaynağı):


Düz burmalı kılıç:


Eğri burmalı kılıç (Sağda, ekrana yakın yerde):


Hazır yeri gelmişken şu görseli de koyayım zira daha önce canım çıkana kadar arayıp tekrar bulamadığım bir görsel kendisi (bu seferki Fatih'in meşhur tören kılıcı bak):


Meç:


Bu da "rapier", şu iki kılıcın farklı şeyler olduğunu öğrenin artık; ha "rapier"e Fransız/Avrupa/Batı meçi veya meçe Osmanlı "rapier"i diyebilirsiniz elbette ve meç haliyle Batı menşeli, kökeni "rapier" ile aynı olan bir kılıçtır -hatta hem İngilizce "rapier"ın hem Türkçe "meç"in geniş anlamıyla ne kastedildiği çok da belli olmuyor bazen- ama farklı kılıçlardır. Misal şurada ayrıntılı bir konuşma dönmüş bu konu hakkında (Kanuni'ye ait müthiş bir meç görseli de var).


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder