Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

4 Kasım 2021 Perşembe

Durum Raporu: Ortadoğu, Kız Çocuklarının Gömüldüğü Cahiliye Dönemi, İnancın Lineerliği (O Nasıl Tanım lan?), Birleşik Kelimeler, Twitch, Soğan Terletme ve Atatürk ile Saltanat (O Ne la Masal Adı Gibi?)

"Ortadoğu" kavramı da bir acayip. Hayır Doğu'nun ortası eğer -sınırları katiyen belli olmayan (oraya da geleceğim)- bu coğrafyaysa "Doğu'nun, Batı'ya en yakın yeri" neresi? Balkanlar falan mı? Bir de "Yakındoğu" diye bir kavram da var aşağı yukarı aynı belirsiz sınırlardan bahseden ama o mantıklı. Neden mantıklı? Çünkü Doğu'nun kısımları Batılılar tarafından Batı'ya göre isimlendirildiği için Batı'ya en yakın olan Doğu, "Yakındoğu" oluyor. Uzakdoğu da aynı bak: Nereye/kime uzak? Batı'ya, Batılıya. Halbuki Aborjin'e sorsan orası daha yakın. Ulan ama Ortadoğu, Doğu'nun ortasında değil ki aq. Doğu'nun ortasında olan yer Orta Asya. Sınırlar demiştik... Ortadoğu'nun sınırlarının nerede durduğu belirsiz. Türkiye bir Doğu toplumudur ve Asya ülkesidir deyip duruyorum ama buradaki kelime "doğu" fark ettiyseniz, "Ortadoğu" değil. Kuzey Afrika'dan Pakistan'a kadar sınır çizen de var, Mısır ve İran'ı Ortadoğu'dan kabul etmeyen de. Mezopotamya'yı dahil etmeyip Kafkasya'yı dahil eden de var, Bulgaristan'a "Ortadoğu ülkesisin sen o'l'm, haddini bil." diyen de. Çin'den Macaristan'a; Rusya'dan Etiyopya'ya kadar Ortadoğu haritası çizen de var Güney Kafkasya ve Batı İran'ı Ortadoğu kabul edip Türkiye'yi saymayan da. Hatta Türkiye ve Azerbaycan'ı Ortadoğu sayıp Ermenistan ve Gürcistan'ı saymayan da. Neresi ulan bu Ortadoğu? Kaf Dağı gibi bir şey herhalde.

Cahiliye döneminin kız çocuk gömme âdeti hakkında konuşmak istiyorum. Bu arada Arap putperestliğine, İslam öncesi Arap mitolojisine vs. dair hiçbir halt bilmiyoruz. Niye bilmiyoruz? Çünkü kimse çölün ortasında, nehir bile olmayan yerde yaşayan adamların yanına gidip onların hayatını, inançlarını vs. kayda geçirmemiş de ondan. En fazla Hicaz Araplarının Levant, Yemen, Irak vs. gibi o dönemde daha popüler ve nispeten verimli bölgelerdekine benzer inançları/yaşayışları olduğunu varsayabiliyoruz. Gerçi İslam'ın coğrafi başlangıç noktasının geleneksel anlatıdaki gibi Mekke olduğu hakkında şüpheci olanlar da var; Petra, Kûfe, (bugün tam neresi olduğu bilinmeyen ve bazen Mekke ile aynı şehir olduğu varsayılan) Macoraba, Yethrib gibi farklı teoriler de ortaya atılmış durumda. Konuya dönersek: Bir de Müslümanların kayıtları var ama onlar da -doğal olarak- gözlemden ziyade sövgü metinleri. Hah, işte İslam metinleri dedik... Evet. İslam kaynakları bu herifler sırf toptan psikopat ve kadın düşmanı olduklarından kız çocuklarını gömüyormuş gibi davranır ama muhtemelen zevkten yapılan bir şey değildi bu. Neydi peki? Eh, aslında biraz düşününce bakire kurbanı (eh, o yüzden de henüz büluğ çağına girmemiş kızlar elverişli; bakire olmama ihtimalleri ergenliği atlatmış birine kıyasla önemsenmeyecek derecede düşük sonuçta) olduğu sonucuna varmak çok da zor değil. Bu konudaki en ayrıntılı bilgilerden biri Hz. Ömer'e ait diye hatırladığım "Putperestken yaptığım bir şeyi hatırladığımda gülüyor, öbürünü hatırladığımda ağlıyorum." kıssası (helvadan put olayı), orada "yeni ve temiz kıyafetler giydirdim, süsleyip püsledim" şeklinde bir ifade var (Gerçi bu temiz kıyafet olayını teyit edebildiğim şurada benimkinden daha farklı ve yine mantıklı bir sebebe bağlanmış bu, ayrıca kıssanın çarpıtıldığı da söylenmiş ama bu da İslam kaynağı.) ve kurban, süslenir. Kurban daima iyi, güzel ve süslüdür; kötü maldan, sevilmeyen, değersiz şeyden kurban olmaz; bu bütün kültürlerde böyledir (zaten neredeyse bütün inançlarda da kurban vardır). Hz. İbrahim, çocuğu olması için çocuğunu adak adar. Bugün Müslüman Türkler hâlâ kurban edecekleri koçların boynuzlarına kurdeleler takar, yünlerine kına yakarlar. Bu arada bakire kurbanı falan demişken İslam'da genel kabul Hz. İbrahim'e indirilen koçla insan kurbanının kaldırıldığı* biçimindedir ama Musevilikte ve haliyle Eski Ahit'i kabul eden Hristiyanlıkta da aynı kıssa (biraz farklı ve daha ayrıntılı) şekilde olsa da Yahudi kaynakları Hz. Musa döneminde insan kurbanının bir tartışma konusu olduğundan bahseder.

*Eh, peygamber oğlunu kurban ediyorsa Hz. İbrahim öncesi, hatta dönemi şeriatta insan kurbanı vardı demek ki; haliyle bu bitirme veya yasaklama değil kaldırma oluyor. Bu arada bizdeki ateistlerin neredeyse hiç bilmeyip de İslam'ı eleştirirken bizzat İslam'ın buna kanıt olarak sunduğu şeyleri kullandığı bir olay da İslam'a göre dinin/inancın lineer ilerlemesidir. Yani İslam'a göre İslam sonradan gelen bir din, Hz. Muhammed'in şeriatı vs. değildir; Hz. Adem'den beri bütün peygamberlerin dinidir, inançlar ve kültürler arasındaki benzerlikler de bu sebeple geleneksel olarak peygamberlerin öğrettiği şeylerin bozulmuş halde de olsa hatırlandığı biçiminde yorumlanır/açıklanır. Hangi benzerlikler? Mesela şekli şemali değişse de neredeyse her inançta ve kültürde kurban ve oruç olması vs. Hele Musevilik ve Hristiyanlıktaki benzerlikleri/aynılıkları "Bak çalıntı bu." diye getirenler salak mı yoksa dezenformasyon peşinde mi onu hiç çözemiyorum (Ateistin salağı hiç çekilmiyor bu arada, inançlının salağına "mal bu" deyip geçiyorsun da ateistin salağı kendini dâhi sandığından çekilmiyor.). Hz. Musa ve Hz. İsa'nın peygamberliği İslam tarafından kabul edildiğine göre onların takipçilerinin uyduğu şeriatın da "bozulmuş" olduğu varsayılır. Burada önemli olan, kelimenin "bozulmak" olması, yani "uydurulmuş" değil, "gerçeğin özünü içerdiği halde yıpranmış" olduğu söylenir. Zaten inanç içinde de bu lineerdir: Bazı Yahudi araştırmacıların (Ne araştırmacısı bunlar bilmiyorum, araştırmacı yazıyordu sadece. Arkeolog mu tarihçi mi Ahit araştırmacısı [evet, böyle bir şey var] mı belli değiller.) Hz. İbrahim'in Akhenaton (Mısır'a tektanrıcılığı getiren, Atenizm'in kurucusu olan firavun) olduğuna dair bir çalışmasına denk gelmiştim mesela (İnternet alakasız yerlerden sizi alakasız yerlere taşıyabilen bir mecra, haliyle ne arıyordum da ona denk geldim zerrece hatırlamıyorum.), İslam araştırmacıları genelde Hz. İbrahim'i Zerdüşt ile özdeşleştirirler gerçi, altında bir şey aradığımdan olmasa da çoğunlukla İranlı olanlar. Hoş Arap yarımadasından İslam araştırmacısı yok gibi bir şey, alayı ya İranlı ya Mısırlı ya Anadolulu, olmadı Levantlı; Arabistan coğrafyasındakilerin işleri güçleri "Babamız, dedemiz böyle yapardı, o zaman böyle yapalım." demek ki ironik bir şekilde bu "en Müslüman benim" mantığındaki Selefiliğin (ve ona bağlı diğer İslam mezheplerinin/tarikatlarının, mesela Vahhabiliğin) temelini oluşturan düşünce biçimi Kuran'da "putperestlerin düşünce biçimi, Cahiliye Devri âdeti" olarak sınıflandırılmış ve hem eleştirilip hem yasaklanmıştır (Bakara, 170; Maide, 104) mesela, Cahiliye devrinden kalma, bir de üstüne dinle minle hiçbir ilgisi olmayan Arap âdetlerini (mesela elle yemek) İslam hukuku diye önümüze koyanlar bunu ısrarla görmezden gelirler "nedense". Aynı kişiler "nedense" yine dinle minle hiç ilgisi olmayan kadim Türk âdetlerine de "bidat" deyip sırt döner genelde. Sonra Hz. İsa'nın "Ben, kendimden önceki şeriatı (yani Hz. Musa şeriatını, yani Museviliği) kaldırmak için gelmedim." dediği Hristiyanlar arasında genel olarak kabul edilir, o yüzden Yedinci Gün Adventistleri gibi Hz. İsa'yı Mesih ve Tanrı'nın oğlu olarak kabul eden ama Kilise'nin Katolik şeriatını değil Musevi şeriatını uygulayan (daha doğrusu bir bütün halinde hem Tanah hem de İncil'deki emirleri uygulayan) Hristiyan mezhepleri/tarikatları vardır. Hatta Hz. İsa'yı Tanrısal değil insan ve peygamber olarak kabul eden, semboldür, tasvirdir hoşlaşmayan, çoğunlukla haçı bile reddeden Hristiyan mezhepleri/tarikatları bile var. İslam'ı az önce anlattım, bunun bir sonraki aşaması da Bahailik ile ondan hemen sonra Omnizm zaten, oralara girmeden susuyorum.

TDK hakkındaki en büyük sıkıntılardan biri de birleşik kelimeler. TDK efendi, genel kural olarak şunu öne sürüyor: "Bir birleşik kelimede eğer her iki kelimeden biri veya diğeri anlamını yitiriyorsa birleşik yazılır." Örnek olarak "deniz altı" yazdığınızda denizin altından bahsediyorken "denizaltı" yazdığınızda denizin altında giden malum araçtan bahsediyor oluyorsunuz. Yalnız şöyle bir şey var: İstisnalar kaideyi bozmaz ama bu kuralın haddinden fazla istisnası var. Örneğin, "yeşilbiber" derken iki kelimeden tam olarak hangisinin anlamının bozulduğunu bana söyleyebilir misiniz? Yeşil renkli biber ulan işte, tamam çeşidin kendi adı ama o zaman neden "Japon balığı"nı ayrı yazıyoruz? Bir Japon'a ve/veya Japonlara ait herhangi bir balık değil ki arkadaş, tür adıysa bu da tür adı. Üstüne Japonlarla da ilgisi yok, Çin menşeli bu balıklar? Japonca da dahil çoğu dilde Çince adının çevirisi olan "altın balık" anlamına gelen şekillerde anılıyorlar (İng. "goldfish", Jap. "kingyo")? Bu kurala istinaden yeşil biberin ayrı (bak yani böyle), Japonbalığının bitişik (bak yani böyle) yazılması gerekmez mi? Bu arada şu yeşilbiber, yeşil biberden farklı olarak karabiberin ham halinden de bahsediyor olabilir (Google Efendi'ye yazıverin "yeşil karabiber" diye), o zaman nispeten mantıklı çünkü günlük hayatta "biber" dediğimiz şeyle karabiber, renkli biber (Bu niye ayrı yazılıyor lan o zaman?) vs. tam olarak aynı şey değil. Gerçi etimolojik olarak aynı: Hem Türkçe "biber" hem İngilizce "pepper" hem çoğu Orta Avrupa dilinde (Almanca, Fransızca, İsveççe, Hollandaca [evet, böyle bir dil var; gerçi aslında lehçe, Flemenkçenin kolu] ve Fin-Ugor Dilleri) "paprika" (Parantez içinde saydığım dillerde hem anladığımız anlamda paprika hem de genel anlamda "biber" olarak kullanılıyormuş, biz "biber" dediğimizde ilk aklımıza gelen ve özel olarak belirtmediysek kastettiğimizin yeşil biber olmasıyla aynı şey işte. Her dilde var böyle hem özel hem gelen anlamlı kelimeler.) hem İtalyanca "peperone" (pepperoni değil ama etimolojik açıdan ilintili olduğunu anlamak için dâhi olmaya da gerek yok) esasında karabiber ve onun türlerini/benzerlerini belirten Antik Yunanca "péperi"den geliyorlar. Oraya da "uzun biber" (Ya bu?) denen ve yine karabiber benzeri bir baharattan bahseden Sanskritçe "pippali"den, Antik Ermenice ve Antik Gürcüce üzerinden geçmiş. Türkçeye geçmeden önce hele bir de Pontus Rumcasına uğrayıp "piperiá"ya dönüşmüş. Türkçede şöyle bir özellik vardır: Alıntı kelimelerin gereksiz kısımları atılır. Mesela Arapçadan İngilizceye geçen kısımlarda artikel olan "El" korunmuşken (örn. "Algebra", El-Cebr) Türkçede atılmıştır (Cebir). Aynı şekilde Yunancadan ve Latinceden geçen -os, -us, -um gibi son ekler de atılır (örn. "Hristiyanos", Hristiyan), burada da -iá atılmış ve P yumuşayıp/yumuşatılıp B'ye dönüşmüş. Damacananın da benzer şekilde acayip bir yolculuğu var.

Bütün Twitch takipçilerinden özür diliyorum buradan. Şu bit dolandırıcılığı, temiz Twitch vs. olayları hep benim şom ağzım yüzünden oldu. İyi ki bir "Youtube'a düşenler dışında Twitch izlemem" dedik arkadaş ya, bu kadar da hızlı aksiyon alınmaz ki. Olumlu taleplerim veya çözüm önerilerim neden bu hızda işleme alınmıyor? Amk yürüyen uğursuzluk gibi bir şeyim, cenabet değilim cenabet kavramının kendisiyim resmen. Bu ne lan? Zemzem suyuyla vaftiz olup kırk gün kırk gece kurşun döktürdükten sonra yirmi gün koşer olmayan bir şey yemesem anca paklanırım herhalde. Bu şom ağız olayından daha önce bahsetmiştim, Youtube kanalı önerisi yazısından hemen sonraki yazı olması lazım, o yazıda da şom ağzım patladı bu arada. Olayı biliyorsanız görürsünüz zaten onu okursanız. Hayır işin ilginci tanıdığım, bildiğim hiçbir yayıncı (zaten 4-5 tane var toplam) da yok bu işte shısakfhadk, kimleri takip ediyorsunuz lan?

O değil de "soğan terletmek" diye bir teknik vardır. Ulan soğan zaten sıkıntılı bir malzeme, bir de terli terli... Sırf ibretialem (bkz. TDK ve tire düşmanlığı) olsun diye de silmiyorum, bu ne iğrenç espri lan? Düşünürken komik geldiydi, vallahi bak; aklımdayken komikti, şimdi yazınca... Oha ya, "anlatınca komik olmadı"ya da bağlamazsın. Nerede benim bezim bre Cafer Efendi? Bir tane de tüy verin, evet; nereye dikiyoruz bunu?

"Selanikli bir yetim geldi saltanatınızı yıktı geçti" diye acayip bir "tweet" vardı. Evet, bu "tweet"i yazanın mal olduğundan zaten şüphe yok. Neden yok? Atatürk, bizzat kendisi asla "Osmanlı'yı yıktığını" söylememiştir de ondan. Kendisinin yaptığı şey hem kendisine hem de saltanatçı olan Atsız'a göre (Bu arada madem Osmanlı Türk değildi, Türk'ü aşağılıyordu; Türkiye'ye Turancılığı getiren, Türkçülerin ağababası Atsız neden Atatürk'e karşı hanedanı savunuyordu o zaman?) daima cumhuriyeti kurmak olmuştur. Devlet yine aynı devlettir, sadece yönetim şekli değişmiştir: Hiçbir yerde, anayasada bile "yeni bir devlet"ten veya "eskisini yıkmak"tan bahsedilmez, "saltanat" kaldırılmış, "cumhuriyet" kurulmuştur. Bak mesela Osmanlı, kendisini Selçuklu'ya karşı "yeni bir devlet" olarak konumlandırmıştır ki başlıca sebeplerinden biri Türkmenleri ve beylikleri yanına toplamaktır. "Osmanlı Türk değildi, Türk'ü aşağılıyordu." diyenler bir de gidip örnek ve model olarak sarayda Türkçe konuşmayı yasaklayıp anadili Farsçaya çeviren, Arap alfabesini başımıza sarmış (Evet, bu Osmanlı'nın suçu değil. Hatta Osmanlı 18. yy.dan itibaren "Bu ne biçim alfabe lan?" diye yaklaşmaya başlamıştı olaya.), Türkmenlerin "Lan bir siktirin gidin, biz Pers yalakasına hizmet etmeyiz. Moğol'a kul olmayalım diye geldik, halimize bak." diye her fırsatta isyan etmeye başladığı (En bilineni Babai İsyanı. Bu arada Osmanoğulları da hem uç beyliğinin avantajını kullanıp Konya'ya "Bizim işimiz Rum'la, alakamız falan yok isyanla misyanla." mesajı vermiş hem de alttan alttan "Bak oğlum biz de Türkmen'iz." deyip gizlice gaz ve destek vermiştir, bu sayede de daha sonra destek toplamıştır.), Ebul Gazi Bahadır Han'ın "Önce Selçuklular Türkmen'iz, kardeşiz deyip ile, halka faydasız oldular. Padişah olunca Kınık boyundanız deyip sonra yaz çizdiler, Efrasiyab'ın Kınık'a sığınan bir oğlunun soyundanız dediler." diye tanımladığı Selçuklu'yu önümüze koyuyor ya, ben size hiçbir şey demiyorum. Ama sonuç olarak yönetim şeklinin değişmesi, devletin değişmesini gerekli kılmaz. Avrupa'daki kraliyetler arasında kaç bin tane hanedan değişikliği oldu, devlet hâlâ aynı devlet. Yok, biz öleceğiz ikisini de kabullensek. Ayrıca koskoca başkomutanı (ki ta Osmanlı askeriyken albaylığa kadar yükselmiş biri bu) "Pfff, Selanikli bir yetim işte." olarak tanımlamak kendisine hakarettir. Atatürk'ü koruma kanunu uyarınca dava açılsa kazanılır. Gerçi anayasanın değil iktidarın görüşünün ve sosyal medya baskısının muteber olduğu şu günlerde kaybedilebilir de belki, emin olamadım. Sanki kendisi köyünden çıkıp "Seni yeneceğim İstanbul!" motivasyonuyla Kür Şad misali saraya dalmış gibi davranmak niye (ki Kür Şad da Çin'e komutanlık yapmıştı, öyle kolay olmuyor bu işler.)? Vahdettin'le bile kaç kere görüşüp "Ohooo, işimiz var; bir cacık olmaz bundan." şeklinde saltanatı kaldırmaya karar veriyor, "cumhuriyetçi olduğu şüphesi" ile Vahdettin'in çevresindekiler pek güvenmiyorlar Atatürk'e ama cumhuriyet illa saltanatın kaldırılmasını gerektirmez. Modern Avrupa devletlerinin çoğu demokrasi, cumhuriyet vs. ama hâlâ hanedan ve onların saltanatı var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder