Yunan mitolojisi de bir acayip. Zeus ablasıyla evlenince kutsal evlilik, prens olduğundan bile haberi olmayan Oidipus kral olmak için kraliçeyle evlenince wowowo haram. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? Hele kız meselesine savaş adını vermelerine hiç girmiyorum. Bu arada bu Yunan mitolojisinden pek çakmayanlar genelde Zeus'u azgın bilirler ama Poseidon da az şerefsiz değil. Bu arada Odyssea bitmiyor. Yok arkadaş, bitmiyor ya. Tabii bende de mallık var, neden önce İlyada okumuyorsam (İlyada roman olsun, okuyayım)... Evde Odyssea vardı. Öyle gerekçe mi olur aq, meyve mi lan bu? Neyse.
Dünya çapında belli bir meslekte ünlü olup da ona dair doğru düzgün eğitim ve benzeri şeylere sahip olanlar Türkçede "kaideyi bozmayan istisnalar" olarak tanımlanacak sayıda. Gidin bakın, tamamına yakını alakasız eğitimlerle alakasız mesleklerle keşfedildikten sonra uygulamalı biçimde, yapa yapa halletmiş. Hayır bizim eğitim sistemi zaten ta benim doğumumdan çok önce bile bozuktu ama dünya genelinde de işler pek iyi değil belli ki.
Geriye dönük bir okuma yaparak kolayca fark edebileceğiniz gibi bu ülkede en son savunacağım iki kurum varsa biri TDK, diğeri Diyanet'tir. Yalnız işin garibi, bizim acayip milletimiz bu iki kurumu da savunmak durumunda bırakabiliyor insanı zaman zaman. Diyanet'in midye vs. haramdır fetvasını diyorum. Tepki vermişsiniz de arkadaşım, bu diyanetin götünden uydurduğu bir şey değil ki. Hanefilikte yılanbalığı dışında balık suretinde olmayan bütün deniz canlıları haram kabul ediliyor. Ebu Hanife'nin açıklaması bunların böcek nevinden olduğu, böceklerin de pis ve iğrenç tabiatlı olduğundan yenmeyeceği yönünde; çekirgede bir şerh var ama konu uzar gider o zaman, "çekirge helal mi?" diye araştırırsanız ilgili şerh hakkında ayrıntılı bilgi edinebilirsiniz. Yılanbalığının şerhi de bunun şekli yılan şeklinde olmasına rağmen özünde balık olmasına dayanıyor. Şafiilikte yengeç haramken (İmam Şafii'nin açıklamasını bilmiyorum) diğer iki büyük Sünni mezhebinde (Hanbeli ve Maliki) -tam emin olmamakla birlikte- denizden çıkan her şey helal. Hayır bizim millet de bir enteresan; sorunca Hanefi olduğunu söyleyen adam at etini haram, midyeyi helal sanıyor, ondan sonra Diyanet'e patlıyor. Bu arada evet, at eti bir tek Hanefilikte yasaktır, onda da haram değil mekruhtur; gerekçe de tamamen "Yük taşır, savaşta kullanılır." biçimindedir; günümüz dünyasında bizzat Ebu Hanife'nin ruhunu çağırıp sorsak "Yiyin artık, ne sayısının azalması? Ben zamanında millet savaşta mavaşta aç kalınca atlara sulanmasın diye öyle şe'ettim..." der. Zaten kendisinin hükmü dağda bayırda gezen veya eti, sütü için yetiştirilen atlara yönelik değildir; yük yüklenen, araba çeken, binilen atlara yöneliktir. Midyecilerin vs. çoğunlukla Mardinli olma sebebi, daha doğrusu birçok sebep arasından tarihsel olanı da bu mezhepsel farklılık bak: Doğu bölgelerde Sünniler genellikle Şafii, dolayısıyla onların mezhebince midye helal. İşi Kuran kısmına getirirsek zaten domuz eti ve kan dışında açıkça haram denen bir gıda yok Kuran'da, içki hakkında "haram" denmiyor, "uzak durun" diyor ki Kurancılar genelde bu nedenle içki hakkında klasik haram kavramından daha katı bir davranış gösteriyorlar. Onun dışında "Allah'ın size verdiği rızıkların temiz ve helal olanlarından yiyin." ayetini baz alıp koşer kurallarını dayıyor İslam'a mezhep kurucuları genelde. Açın bakın, "tırnaklarıyla avlanan hayvanlar haramdır" demiş Ebu Hanife ama niye demiş, neden demiş hiçbir İslam hukuku kaynağında yazmıyor. Herif hiç uğraşmayıp "La bunlar da namaz kılıyor, sünnet oluyor, domuz yemiyor. O zaman aynı şeyleri yersek sıkıntı çıkmaz." diye koşer kurallarını dayamış İslam'a; midye, yengeç, ıstakoz vs. de o yüzden arada kaynamış zaten (İşin ilginci, Musevilikte yılanbalığı da yenmez.). Allahtan diğer mezhep kurucuları "Lan denizden çıkanların helalliğine dair ayet var, ne yaptın oğlum sen?" demişler de birebir geçirmemişler haram helal listesini. Peki burada sizce suç Ebu Hanife'de mi, Ebu Hanife'nin hükmünü -yükümlü olduğu gibi- belirten Diyanet'te mi yoksa kendi mezhebinde neyin haram neyin helal olduğunu bile bilmeyen tiplerde mi?
Müebbet Muhabbet izliyorum, lan adamların mizah tarzı tam benlik. Açtım yine uğursuz ağzımı... Neyse ki bu adamlar yıllardır kendilerini kanıtlamış, profesyonelin de profesyoneli olmuş kişiler de benim kurşun döktürmelik dilimden bir zeval gelmez onlara. Hah, neyse; ulan adamlar harbi efsane ya. Yanarım yanarım da bu adamları bu kadar geç keşfettiğime yanarım.
İlginç bir şey var, o da şu: Koyu renk saçlı ve renkli gözlü olup ünlü olmayan kimseyi görmedim. Bakın, bir düşünün; aklıma gelen ilk örnek Nil (Karaibrahimgil). Koyu renk (siyah, kahverengi, olmadı koyu kumral) saç + renkli (mavi, yeşil, olmadı gri) göz = Ünlülük. Muhtemelen bunun sebebi sektörün hoş görünüşlü insan görünce kaçırmaması. Eh, bu dediğim kombinasyonun sarı saç mavi göz kombinasyonundan, hatta kızıl saç yeşil göz kombinasyonundan bile daha nadir olduğunu göz önünde bulundurursak medya böyle birini gördüğü anda yapışıyor, bırakmıyor muhtemelen.
Atatürk'ün en büyük, hatta belki de tek hatası bizim milletin demokrasi gibi zaten özünde yetersiz ve kusurlu bir sistemin içinden geçmeyeceğimize inanacak kadar iyimser bir güven duymasıydı bu halka. Yine de "Afganistan'ı şeriatçı diye yaftalamaya çalışanlar" ile başlayıp "Ne diyo'n la?" dedirten "tweet"ler atan bir padişah başımızda olmadığı için kendisine ne kadar teşekkür etsek azdır. Tabii yüz yıla kalmadan kendi elimizle veya en azından halkın çoğunluğunun seçtiği yöneticilerin yani halkın çoğunluğunun eliyle ülkeye o zamankinden daha da beter bir ton işgalci, casus ve yağmacı doldurmuş olsak da bu toprakları işgalcilerden kurtardığı için de. Yalnız işin garibi, Türkiye it kopuk, şerefsiz ve hain konusunda kendi kendine yetebilen bir ülkedir. Çok verimli topraklarımız var, her türden şerefiz, puşt yetişiyor. Peki biz niye kendi şerefsizimiz, vatan hainimiz, tecavüzcümüz, hırsızımız sanki çok azmış gibi bir de dışarıdan ithal ediyoruz; var mı bunun cevabını bilen? Hayır Türkiye şerefsiz üretimi konusunda kendi kendine yetebilen ülkelerin başını çeker çünkü; normalde ihraç bile etmemiz lazım. Tarım bitmiş be... Ha bir de bir ara boyuna Katar'a bir şeyler hediye ediliyordu, Katar bizi vergiye bağladı da haberimiz mi yok anlamadım gitti.
Şimdi, Türkiye insanı yıllardır bizzat kendisi tarafından çirkinlikle suçlanıyor. Ha gerçi son zamanlarda gerek internette gerek sokakta, markette gördüğüm kızların çoğu taş, erkeklerin çoğu "yönelimim farklı olsa buna varırdım." seviyesinde ama o muhtemelen benim yüzyıllık yalnızlığımdan kaynaklanıyor. Bu arada bu tür kelime şakalarını seviyorum; anlamak için eserin varlığını, yapmak için de kelimelerin anlamını bilmek yetiyor; içeriğe falan hiç bulaşmıyorsun. Sevgili kavgası içeren bölüme "aşık atışması" diye başlık koymuş insanım, benim tepemin tasını attırmayın. Ulan konu dağıldı yine. Hah, çirkinlik demiştik... Yalnız bu, büyük oranda insanlarda güzellik bırakmayan bir dönemde yaşamamızdan kaynaklanıyor. Şöyle ki: Öncelikle, insanlar her gün ayrı bir kaygıyla, sorunla boğuştuğunda o insanda güzellik, çekicilik mi kalır? Ruhu kararmış zaten, bedeni ne yapsın? Bir sorun, sıkıntı, korku olmayan gün geçmiyor ki şu bahtsız ülkede. İkincisi zorunlu kötü beslenme. Nasıl yani? Şöyle: Buğdayın ilk yetiştirildiği bu coğrafyada kaliteli buğday ve buğday ürünlerini alabilmek için asgari maaştan fazlasını gözden çıkarmak gerekiyor. Eh, toplumun çoğunun asgari ücretle geçindiğini ve derdinin büyük oranda "haz" değil de "doymak" olduğunu (bkz. Maslow piramidi. İyice Ekşici olduk burada.) göz önünde bulundurursanız bunlara refah kesimi (dünya genelinde %20; Türkiye'de çok daha az olma ihtimali yüksek) dışında ulaşım gereksiz masraf haline geliyor. "İyi de zorunluluk bunun neresinde?" Şurasında: Söz konusu buğdayın en temel formu olan ekmeğin bile fiyatı uçtukça uçtu. Öyle tam buğday ekmeği, Vakfıkebir, francala vs. demiyorum ha; unun en düşük formu, buğdayın en vasıfsız hali olan beyaz undan yapılan, ne besleyiciliği ne doğru düzgün doyuruculuğu olup dahası tadı bile neredeyse olmayan bildiğimiz somun ekmekten bahsediyorum. Hele adını tarihlerinin başından beri en temel besin kaynaklarından biri hayvancılık olan bir milletten alan, tarihinde yer alıp bugünkü kültürünü, tarihini, şehirlerini inşa eden ve hâlâ daha içinde bulunan nice halkın neredeyse tamamının da en temel geçinme kaynağının bin yıldan önce de günümüzde de büyük oranda tarım (hayvancılık da tarımın bir türüdür, unutmayın) olduğu ülkede et, süt ve şarküteri ürünlerinin fiyatından hiç bahsetmiyorum. Eski dünya meyvelerinin çoğunun yabani formlarının yetiştiği, dolayısıyla ya buralarda evcilleştirilmiş ya da kısa sürede gelmiş birçok meyve çeşidine (erik, elma, şeftali, kiraz, nar bunlardan bazıları) sahip olan coğrafyadaki meyvelerin ve meyve ürünlerinin fiyatına girsem çıkamam zaten. Nar ekşisi emekten fazla pahalı. Emek yoğun ve çok hammaddeyle az miktarda elde ettiğin herhangi bir ürün zaten çok ucuzsa bir sıkıntı vardır ama yüz liraya da nar ekşisi olmaz ki arkadaş. Sırf millet nar ekşisi ne kadar pahalı anlamasın diye "nar ekşili sos" diye bir şey uydurdular lan. Gidin bakın market raflarına, rastgele elinize aldığınız şey %80 ihtimalle "nar ekşili sos" olacak, "nar ekşisi" değil. Ha yüz lira o halk için çerez parasıdır, o zaman... O zaman da olmaz, içindekilere falan bir bakın, nar yoktur lan onun içinde. Emek yoğun ve hammadde israfı fazla olan hiçbir ürün çok ucuz olamaz, eşyanın tabiatına aykırı; bu tür ürünler her daim "olağandan pahalı" olur ama iyi bir ekonomide, sık da kullanılan bir ürünse insanların "Bu ne lan?" diyeceği kadar pahalı olmaz. Öyle olan versiyonları da olur gerçi de "nar ekşili sos" diye bir şey uydurmaya gerek kalmaz, insanlar ikinci olmasa bile en azından üçüncü kez düşünmeden alabilir ve fiyatlandırmada kalite farkı, marka değeri, özel ürün (altın işli şişe gibi acayip acayip atraksiyonlardan bahsediyorum) gibi parametreler işin içine girer. Ekonomiden hâlâ anlamıyorum bu arada, gıdaların ve restoranların (daha doğrusu restoranda sipariş edeceğiniz ve profesyonel mutfakta her birine "tabak" adı verilen yemeklerin) fiyatlandırmaları konusunda ders almış olmam hasebiyle nar ekşisi fiyatları hakkında böyle rahatça ahkam kesebiliyorum. Dolayısıyla kişi doğru düzgün, kaliteli besin alamıyor ki; kötü beslenmekten başka bir şansı yok, "daha kötü" ve "daha az kötü" arasında da "daha az kötü"nün doyuruculuğu ve tok tutuculuğu az olduğundan insanları "daha kötü"ye mecbur bırakıyor. Bakın iddia ediyorum: Bu halka yaşamanın nefes alıp vermek, doymanın Bim'den artık ürünlerden yapılmış salam (Salam, sosis, sucuk vs. özünde sakatattan iyi olur zaten de sakatatlar parça etten pahalıya satılıyor; bunları yaparken diğer ürünlerin artıkları vs. kullanılıyor genelde. İnsan salam, sucuk, köfte artığından sosis yapar mı? Yapıyor. Sosis, salam bizim ülkedeki gibi şeyler değildir arkadaşlar; bizde bağırsağa bile sarılmıyorlar lan. Gerçi Banvit'in tütsülenmiş, baharatlı tavuk sosisleri var; onlar Türkiye piyasasında gerçekten sosis olmaya en yakın şeyler; kalite, marka değeri ve gramaja oranla da ucuz sayılırlar, şarküteri ürünleri seviyorsanız bir kez olsun deneyin bence. Sucuğa hele hiç girmiyorum; hadi sosis, salam batıdan geldi, "Nasıl olsa kaktırırız." dediniz de sucuktan ne istediniz lan?) almak olmadığını anlatıp insanları asgari düzeyde iyi beslenebilecek alım gücüne kavuşturabilsek (Zira şu an "asgari düzeyde iyi beslenme"nin bile lüks olduğu bir çağdayız. Ne sikim çağ ise artık, 12. yy.da en azından dağa çıkıp avlanıyordun da doğru düzgün, kaliteli besin giriyordu bünyene. Elma, erik falan yiyordun lan hiç olmazsa.) ve bir de üstüne insanların rahat edebileceği bir yer olsa (%100 rahatlık hiçbir çağda, hiçbir yerde mümkün olmadı şimdiye dek ama bizim ülkedeki akşam haberleri de ortalama bir İrlandalıda travma sonrası stres bozukluğuna yol açabilecek seviyede. Bak Norveç vs. değil de Britanya'nın üvey çocuğu İrlanda'yı diyorum, Kuzey Avrupa'yı zaten geç. Zamanında yemeye patates bulamadıklarından neredeyse soyları kırılan İrlandalılar hani? Ayrıntılı bilgi için: İrlanda patates kıtlığı.) iddia ediyorum bizim insanımızın da hem görüntüsü hem karakteri güzelleşir. Çakalların, sırtlanların ve yılanların arasında otçul olarak var olamazsınız; ya kuzu postu giymiş kurdun takipçileri olacaksınız, ya siz sırtınıza çakal postu geçireceksiniz ya da sırtlan olmayı öğreneceksiniz. Bir diğer ihtimal, kurt olup bütün bu sürüye karşı büyük oranda yalnız başınıza savaşacaksınız. İşte çakalların arasından sıyrılabilirsek bizim insanımızın da genel güzelliği (hem iç hem dış) artar, onu diyorum.
Gerçi şu dış güzellik olayında içgüdülerin "genleri birleştirme" isteği gereği her toplumda o toplumda az görülen fenotiplere rağbet fazla oluyor. Sarışınlığın nadirden de öte istisna olduğu ülkelerde sarışınlar toplumun geneline daha çekici geliyor. Tam tersi bir durumda koyu saçlılar daha çekici gelir. İnsan doğasının böyle tuhaf bir özelliği bu, hem genlerin "Abi bak ikimiz birleşirsek kimse duramaz önümüzde." diye gaza gelmesi (e, o da haklı; sarının avantajlı olduğu yerde sarıyı koyunun avantajlı olduğu yerde koyuyu basıp geçer) hem de bilinmeyenin/az olanın çekiciliği yüzünden. Az olanın çekiciliği? Zümrüt, yakut veya elmas, çakıl taşları kadar günlük hayatın içinde olsaydı eğer, ne kadar güzel olurlarsa olsunlar kimse onları çok değerli şeyler olarak görmezdi. Tabii yine sorduğunuz biri güzel olduklarını söylerdi ama "zümrüt taşlı kolye" diye bir şey var olmazdı. "Ne alaka aq?" diyorsanız deniz taşları da gayet güzel şeyler olduğu halde neden "deniz taşı yüzük" diye bir şeyin olmadığını veya insanların kot pantolonları mermer parçalarıyla süslemediğini biraz düşünün, onların cevabını bulduğunuzda "ne alaka"nın cevabını da bulacaksınız. Ve belki de -kim bilir- eğer iyi bir çocuk olursanız, şirinleri bile görebilirsiniz (dayanamadım).