Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

27 Şubat 2021 Cumartesi

Her Zamanki Boş İşler ve Duyuru

Bir komedi dizisinde gülme efekti olmaması kaliteli mizahın işaretidir. Bu arada bu dediğim ilk dönem Amerikan sitkomlarını kapsamaz zira onlar seyirci önünde çekilirdi, gülmeler gerçek gülmeydi. Buradan bakınca da Türkiye'de Güldür Güldür ve onun karakter isimleri bile aşağı yukarı aynı olan ataları (İnsanlar Alemi vs.) dışında hiç gerçek sitkom yapılmadığı sonucuna ulaşıyoruz, bizimkiler stüdyoda çekip gülme efekti basınca sitkom olduğunu sanıyor. Ha günümüz Amerikan sitkomları da genelde böyle ama konu bu değil. ÇGHB'nin olmayıp Güldür Güldür'ün sitkom olma sebebi şu: Onda karakterlerin skeç harici isimleri, karakterleri de var. Disney'de Sonny'nin Yıldızı diye bir program vardı Türkiye'de Disney dizileri popülerliğinin sonuna yaklaştığı sıralarda ki bu popülerliğin sona ermesinin mal mal çizgi filmlere ağırlık vermeleri olduğunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Arada kaliteli işler (Gravity Falls, Star bilmem ne vs.) de çıkarsalar da çoğu çöp, iyice batırdılar. Ha geçen o eski dizilerden birine baktım bir şey için, "Bu ne lan? Bunu mu izlemişiz biz?" oldum; gerçi o programı hiçbir zaman çok sevmezdim zaten. Lan konu nerelere gitti. Hah işte, Güldür Güldür de o Sonny'nin Yıldızı ile aynı kafa esasen; skeç programı izlemiyoruz, skeç yapan karakterleri ve onların yaptığı skeçleri izliyoruz. Ali Sunal'ın Aziz adıyla masada durup arada zile mile basması hep bu efekti vermek için. Bu arada ben kötü mizah da severim bir yere kadar, kalitesiz işlerin de kendine özgü çekicilikleri oluyor. Sırf dalga geçmek için kötü filmleri izleyenler falan var ya, o kafadayım biraz da.

Adı Batuhan olan biri Avrupa'da, Amerika'da bayağı karizma yapar ha. "Neden?" diye mi soruyorsunuz? Ne bu adın anlamı? Batının hükümdarı, batıdaki kral vs. Bu arada Türk unvanları ile Avrupa unvanlarından bazıları aşağı yukarı birebir çevrilebilir: Alp-Şövalye (Daha önce de söyledim, alpler elit askerlerdir. Obada savaşabilen herkesin alp olması gibi bir durum yoktur, geri kalanı çeridir. Yeniçerinin çerisi, evet. Bu arada "Alperen" de "Paladin" oluyor.), Bey-Lord, Han-Kral, Hakan/Kağan-İmparator. Tabii diğeriyle böyle birebir eşleştirilemeyen unvanlar da var, dük ya da beylerbeyi gibi. Batuhan'a dönersek: Batının kralı. İngilizcesi ne? "King of the West." Bak bak bak ismin İngilizce anlamının ağırlığına bak. Sanırsın GoT karakteri. Ha pelerinle, taçla gezmişsin ha adının anlamına bu demişsin.

Yalnız bir anime grubunda karşılaştığım bir şey bayağı tuhaf hissettirdi bana. Sorular ve cevapları (Kırmızılar blog'a ait, orada yorumda yazmadığım şeyler.)

İ͏l͏k ͏i͏z͏l͏e͏d͏iğ͏i͏n ͏a͏n͏i͏m͏e: Naruto. Aslında bu biraz karışık, ilk Naruto da olabilir FMAB da olabilir. Orası bir miktar şaibeli.

Kaç anime izledin  : Devam sezonları, yan seriler, movie’leri vs. de sayarsak 500 civarı, saymazsak 200 falandır herhalde bilmiyorum. Yalnız bayağı varmış be, bu kadar beklemiyordum ben. Hayatsızım oğlum ben, sabah kalkıp izlemeye başlıyorum. Bir ara günde yedi seri izliyordum. Bitirmiyordum tabii, hepsinden bir -heyecana bağlı olarak artabilir- bölüm.

Altyazılı mı Dublaj mı : Altyazı. Yalnız Türkçede film ve dizilerin aksine animasyon ve o tür şeylerin dublajları acayip iyi, bazen orijinalinden daha iyi oluyor genelde; bunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Yine de elimizde bir "Söylesene neden Şanji?" vakası da var. (Bu adamlara yazılı belge vermiyor musunuz lan? Duyduklarını söylemelerini mi istediniz?)

Favori Mangan : Horimiya

İzlemek istediğin bir sonraki anime : Şu an izlediklerimden ilk biteceğe bağlı

Favori anime türün : SoL komedi

Anime izlemeye ne zaman başladın : Lisenin başı gibi izlemeye başladım diye hatırlıyorum, oradan hesaplarsak 7 yıl falan olmuş (Bu kadar beklemiyordum, en fazla dört-beştir diye düşünüyordum ben.)

İzlediklerin arasından en az sevdiğin anime: Kitsune no Koe. Güncel olmasa salardım bunu.

Favori Animen: FMAB

Favori webtoon : Immortal Nanny Dad

Bak şimdi, dilimizde "Demokrasilerde çareler tükenmez." diye bir deyiş var. Yalnız bu kesinlikle yanlış bir deyiş, esas monarşide çareler tükenmez. Yayınlarsın bir ferman, kimsenin sorunun varlığından haberi bile olmaz. "Ya şöyle bir şey var sanki ama?" diyecek gibi olanları da resmi ya da gayriresmi yollardan idam ettirirsin. Gayriresmi yollardan idamı mı soruyorsunuz? Ara sokakta kafaya tek kurşun mesela, daha geriye, krallıkların güçlü olduğu zamanlara gidersek izbe ve metruk bir binada göğse hançer, ok ya da -suikastçı yeterince zenginse ki kralların pis işlerini yaptığına göre muhtemelen öyledir- kılıç darbesi. Hah, neyse. Demokraside çareler tükenmiyor olsaydı şu an Türkler uzaydan dünyayı izliyor, "Yiyin birbirinizi ete para vermeyin." diye şarap, kımız, ayran, çay, viksi (nabza göre şerbet yani özetle) yudumluyorlar; bir yandan da Amerika'daki kolonilerin durumunu kontrol ediyorlardı. Gerçi Türkiye'nin nasıl bir ülke olduğu da belirsiz. Mesela bu ülke cumhuriyet mi (Türkiye Cumhuriyeti) yoksa demokrasi (anayasanın 2. maddesi) mi? İkisi benzer olsa da aynı şey değil bu arada. Roma, imparatorluğa dönüşmeden önce bir cumhuriyetti ama asla demokrasiyle yönetilmedi. Atina Şehir Devleti, bir demokrasiydi ama hiçbir zaman cumhuriyet olmadı. Bir de "Demokratik Kongo Cumhuriyeti" diye bir ülke var. Neden var? Aynı şey olmadığını biliyorlar çünkü, cumhuriyetsiz demokrasi ve demokrat olmayan cumhuriyet olabilir gayet de. Bir başka konu, Türkiye laik bir devlet mi yoksa seküler bir devlet mi? Bu ikisi de aynı şey değil. Gerçi iktidar ülkenin resmi dinini gayriresmi olarak Sünni İslam ile Selefilik kırması bir şeye dönüştüreli çok oluyor ama konu bu değil. Demokrasi, tam olarak "Yalnız ben o kişiye oy vermedim." ya da "Bana mı sordunuz bunu yaparken?" ("Evet, sorduk? Sen hayır dediysen bile çoğu evet dedi?") deme hakkını sunmadığı için eksik ve hatalı bir sistemdir zaten. Bir de şu var: İnsanlar, özünde sürü hayvanıdırlar. Zebralar için kendi sürüleri, diğer zebra sürüleri ve diğer hayvanlar vardır; insanlar ise bunu komplikeleştirmişlerdir, içten dışa bir sistem oluşturmuşlardır: Aile, sülale, duruma göre aşiret/kabile, mahalle/köy ("Biz Bağcılar çocuğuyuz."), ilçe, şehir ("Adanalıyık, Allah'ın adamıyık."), bölge/eyalet, ülke, millet (Fransızlar gibi genel olarak birbirinin devamlılığı olan tek devleti olanlarda ülkenin altında, Türkler ve Araplar gibi birçok kola bölünmüş birçok aktif devletlerinin olması ya da Katalanlar gibi hiç kendi devletlerinin olmayışı durumunda üstünde bulunur.), üst-millet (Turancılık, Panslavizm, Pancermenizm vs.), kıta, ten/benzerlik ve en sonunda insanlık. Yani insan, kendisini tek sürüdeki sürücüklere konumlandıran bir sürü hayvanıdır ve insan doğası doğada hiç görülmeyen biçimde birden fazla sürünün üyesi yapar seni: Din (hatta mezhep), siyasi görüş, tuttuğun takıma göre de ayrılırsın bunlardan bağımsız olarak; üst gruplarla bazen kesişir bazen kesişmez. Bütün bu iç içe geçmiş sistemi korumak için de insanın yönetici (sürü lideri) seçme ihtiyacı ortaya çıkar. İşte demokrasinin sorunu tam da burada başlar: İnsanlar, "avantajlı olanı" değil, "avantajlı görüneni" ve "rahatlarını en az bozacak olanı" seçmeye meyilli, özünde kusurlu varlıklardır; bu yüzden kurdukları her sistem de -o sistemin ilahi kaynaklı olduğuna inansalar, hatta gerçekten öyle olsa bile- kusurlu olacaktır. "Çevre koruma yasası çıkaracağız." deyip denize çöp döken biri, denizden çöp toplayan birinden daha çok oy toplar örneğin. Bu kişi hem o yasadan etkilenecek olanlara "Oy almak için sallıyor." rahatlığını hem de o yasayı isteyenlere "Ya doğru söylüyorsa?" umudunu verir çünkü. Bir de işin ilginç bir yanı da günümüzde ulaşımın ve iletişimin aşırı kolaylaştığı zamanlar geçmişin tam hükümlü monarşik yönetimleri için o zamanlardan çok daha iyi; bir ferman çıkarıyorsun, sınır köyüne ulaşana kadar o sınır köyü başka devlete geçmiş oluyor.

Tarih boyunca bir yapılanmaya ya da fikre en çok zarar verenler onun karşıtları değil izansız ve ölçüsüz destekçileri olmuştur çoğunlukla. Örnek mi istiyorsunuz? Günümüzde hak ve eşitlik mücadelesi ve bununla ilgili kavramlarla yapılar öyle bir hale geldi ki yakın zamanda aklı başında insanların -ki bu ayrımcılıklardan en çok çekenler de aralarında olacaktır- "Bir yürüyün gidin be." diye 12. yüzyıl Batı Avrupa'sından daha ayrımcı hale gelmesi olası. Yahudilerin "Kafir" oldukları gerekçesiyle kazıkta yakıldığı, Müslümanların "Satanist" olduğu gerekçesiyle çarmıha gerildiği engizisyonun (Engizisyonu sadece cadı mahkemesi olarak biliyordunuz, değil mi?) hüküm sürdüğü; hatta bırak Yahudi'yi, Müslüman'ı Katoliklerin Ortodoks kiliselerini yakıp yıktığı, yağmaladığı; kara kedilere "Cadı bu, derisini yüzelim." beni ya da doğum lekesi olan şifacılara (Çoğu kadın olsa da hepsi değildi bu arada.) "Kara büyücü, asalım." denilen, siyahilere maymun, Batı Asya'nın doğusundakilere talim kuklası muamelesi yapılan dönem. O zamanlar bu tepkiler Batılının ortaya çıktığı andan beri var olan kibri ve "Dünyanın hâkimi benim ulan." saplantısından (Türk ve Moğol kültüründe, hatta birçok kültürde de benzer bir saplantı vardır ama Türkler, Moğollar, Persler, Çinliler gibi zamanında aklı başında olan doğu halkları bu işi savaş, gösteriş ve fetih yoluyla halletmişlerdir, Batılı gibi "Diz çökün lan bana." diyen ve kendinden olmayan her şeyi canavarlaştıran boşluğa çağrılarla değil. İşin ilginci Yunanlar gibi birkaç istisna dışında Batılıların çoğu Asya'dan gelme. Önce Rönesans, sonra coğrafi keşifler, en son da sanayi devrimiyle denge bozuldu tabii.) kaynaklanıyordu ama yarın SJW'ler itlaf edilse en az yirmi yıl geçmesi gerekecek bu konunun "Bunlar insandı lan." diye algılanıp anlatılması için, en başta "Lan hâlâ konuşuyorsunuz." diye ateşe bir odun da diğerleri atacaktır. Nazi Almanya'sında yapılan soykırımlara Almanların ses çıkarmama sebepleri de benzer şeylerdi.

Duymuşsunuzdur, "Allah belanı versin." yerine "Vermesin" ya da "Gözün çıksın." yerine "Hay kör olmayasıca." diyen insanları. Bunun sebebi cine üç harfli dememiz, çocuklarımıza Muhammed yerine Mehmet ve Mahmut adını vermemiz, Timuçin'e Cengiz Han dememizle aynı şey: Kelime tabusu. Şöyle ki: Ruhani/metafiziksel yanı yüksek ve doğa kültlerine, ek olarak da insan ve hayvan kültlerine (Bir kültür doğa kültlerine sahip olup hayvan kültlerine sahip olmayabilir, ha muhtemelen öyle bir kültür yoktur ama doğa kültünün hayvan kültü içermesi şart değil yani.) sahip olan kültürlere (Doğu kültürlerinin de Hristiyanlık öncesi Avrupa kültürlerinin de tamamına yakınını kapsıyor zaten bu da.) göre "Ad" ruhu ve "Öz"ü taşır. İslam'da ya da İslam öncesi Arap kültüründe bu durum açık değildir, yani varsa bile üstü farklı şeylerle kapalı haldedir; Esma-ül Hüsna ise bu görüşün İslam'da olduğuna/olabileceğine dair sunulabilecek bir kanıttır (ama aynı zamanda tek kanıttır, yani herhangi bir geçerliliği bulunmamaktadır.). O şeyin adını söylediğinde onu ve onun gücünü çağırırsın; ister koruma, ister lanet. Biz köpek kültüne sahip olan Oğuz kökenli Türkiye Türklerinin zamanla "İt" yerine köpürmüş/köpüren, kabarmış/kabaran anlamında "Köpek" sözünü kullanmaya başlaması ve "İt" sözünün sadece hakaret olarak devam etmesi de bundandır (Kıpçak, Sibir Grubu ve Uygurların köpek kültü yok; daha doğrusu Oğuzlar gibi genele yayılmış ve neredeyse kurtla eşdeğer hale getirilmiş bir köpek kültleri yok. Dede Korkut'ta, adını unuttuğum bir bey "Köpek tanrı yüzü görmüştür." der, oysa diğer Türkler için o "Tanrı yüzü gören hayvan[lardan biri]" köpek değil kurttur.). Cine üç harfli denme sebebi cinlerin korumasının da lanetinin de kara büyü olacağından, Mahmut ve Mehmet adları ise adın yeni sahipleri adı ve özü kirletmesin diyedir (Hani herif gidip pezevengin teki olursa Muhammed adının özü bozulur gibisinden.). Baştaki versin yerine vermesin gibi şeyler de "Laf ağızdan bir kere çıkar." ile aynı mantıktan köken alır: O şeyin dua olarak varsayılacağı düşünülür ki zaten bunlara "Beddua" deriz günlük hayatımızda. O sözler hakkında bir diğer konu da "Beddua/kötü söz döner dolaşır sahibini bulur." inancıdır elbet. Yalnız "Hay dilimi eşek arısı sokaydı da söylemeseydim." gibi ifadeler de var, onlar geçmişe yönelik olduğundan dua işlevi taşımıyorlar; eh, kişi bunu dediğine göre o şeyi yapması iyi sonuçlanmamış zaten. Bu bir nevi "İleride de böyle kazmalık edersem engelleyin beni." gibisinden bir dua görevi görüyor daha çok.

Öhöm, öhöm.. Duyurum var. Şöyle ki: Sweek'te, Sahte Kahramanlar ve Kara Cadı'nın (Sahte Kahramanlar'ın tam adı bu, evet) ilk bölümünü yayınladım. Rahatım artık. Aha link: https://sweek.com/s/AgQDAA0AZgAEBwoPBAQFAQFsCAA=/Hayaldem/Sahte-Kahramanlar-ve-Kara-Cadı Başyapıtım lan bu benim, tamamlayabilip de memnun olduğum tek hikaye. Yani daha doğrusu sonu aceleye gelmeden tamamlayabildiğim tek hikaye. Onun dışında Tüccarın Puslu Yolculuğu'nu belli bölüm atma şeyine koymamaya, hikayenin kendi hızıyla ilerleyip yayınlanmasına izin vermeye karar verdim. Birkaç ek şey daha var ama onlar şimdi bende kalsın. SKvKC'yi (Al sana kısaltma) zaten tamamladığım, sadece bir editörlük kısmı kaldığı için her gün koyacağım (Bunu yayınlayana kadar kaç bölüm olacak acep? Bir de çeşitli zorunluluklardan atılmadığı gün ya da haftalar olabilir.). Yalnız hikayeyi menüde "Devam ediyor" diye işaretledim de acaba oradaki "Bitti" şeysi "Bitti, parça parça koyacağım." anlamında mı? Öyle de olabilir bak. Neyse. Gerçi hikayeler bitmez, hikayecinin ve muhatabın nezdinde devam eder. Aksi takdirde "Hayran hikayesi" ya da "Yazar/yönetmen röportajı" gibi şeyler var olmazdı zaten.

Turizm hakkında ilginç bir nokta da şu: Yerli halk asla turistik noktalara gitmez, gitse de kırk yılda bir, çok azına gider. Bir kişinin (eğer yurtdışına çıktıysa) kendi ülkesinden çok diğer ülkelerdeki yerlere aşina olması ve bunun şehir bazında da doğru olması, hatta şehirden neredeyse ayrılmadıysa bile yine de görmemiş olması gibi şeylerin ihtimali çok yüksektir. Öte yandan bu aynı zamanda "Kültür turizmi" denen kavramı da çöp eder çünkü internetten araştırarak gidip bulduğun yere o ülkedeki gitmez, haliyle o kültürü göremezsin. Kültür turizminin esası gerçekten bilerek gitmektir. "Şu şehirde mutlaka görmeniz gereken yerler." listeleri en turistik yerlerden bahseder, haliyle aslında yerel halktan uzaktır. Kültür turizminin esası o şehrin caddelerinde kaybolup haritada boşluk olarak gösterilen yerde toplanan kalabalığın arasına "Burada ne var ki acep?" diye karışmaktır; zaten "turla gezmek" denen şeyden nefret etme sebeplerimden biri de bu. Ne kadar oranın asıl halkının iplemediği, bazılarının varlığından bile haberi olmadığı yer varsa oraya götürürler. Bu dediğim antik kent gezileri gibi belli tema etrafında dönen turlar için değil bu arada, "İstanbul turu," "Karadeniz turu," "İngiltere turu" gibi coğrafya temalı turlardan bahsediyorum. Yoksa antik kent ya da belli bir düzeni (Mesela bilmem Kudüs ibadethaneler turu gibi) takip edersen zaten illaki diğerlerini de görürsün. Öte yandan turistler -gerçek anlamda sokaklarda kaybolanlar da dahil, hatta öncelikle bunlar- şehri yerlisinden daha iyi bilir çünkü yerlinin oralara gitmemek için bir motivasyonu da "Ayağımızın dibinde, bir ara gideriz." düşüncesidir ama turistin böyle bir şansı yoktur, süre dolmadan önce her yere gitmelidir.

İnternette gezinmek insanı oradan oraya sürükler, hani "Arif'in Manchester'a attığı gol" olayı falan... Neyse; ben de dün gece alakasız bir şekilde pagan tarzı müzik videoları izledim art arda. Hazır yeri gelmişken: Birkaç yıl önce başka bir sebepten Ortaçağ müziği vs. gibi arayıp bulamadığım bir müzik tarzı vardı, aha buydu. "Ortaçağ savaş müziği" diyorum (İngilizce diyorum bir de) karşıma Mozart çıkarıyor nasıl bir algoritmaysa artık. Bende de kazmalık var tabii o ayrı. Hah, neyse; işte oradan gelirken Uygurca bir şarkıya denk geldim. Geldim, hatta adından da "Türkçe mi lan bu?" diye şüphelendim ama yapan grup daha çok Viking ya da Cermen tarzı müzik yaptığından önce bir "Lan İskandinav veya Cermen, bilemedin Kelt dilleri arasında Türkçeyle (Günümüz Türkiye Türkçesi değil, genel anlamda "Türkçe") ses değerleri bu kadar benzeyen bir dil var mıydı?" diye afalladım, bir süre sonra "Sözleri anlıyor muyum lan ben?" dedim; yorumlara bir baktım, en tepede "Öyle çok İskandinav müziği dinledim ki artık dillerini çözdüğümü sandım." diye bir yorum duruyor. Biraz daha aşağı inip bir de araştırınca şarkının Uygurca olduğu ortaya çıktı. Şarkı da şey, "Oyneng Yar" (Türkiye Türkçesi: Oyna Yâr); grup Faun. İyiymiş bu arada ha, ulan neyi arasam 3 yıl sonra alakasız bir şeyi ararken buluyorum. Yanlış zamanda yanlış yerde miyim neyim çözemedim ki.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder