Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

27 Ekim 2020 Salı

Ejderha ve Mühür ~ 12. Bölüm: Mührün Gerçek Doğası


Merhaba, ben Utpa. En sonki anlattıklarımın üstünden epey geçti. Sizin için belki geçmemiş olabilir, benim için geçti. İhtiyar Ulgan'ın angaryaları, mühür soruşturması, Kyouka ile aynı evde yaşamaya başlamamız, Düzen Bürosu'nun işleri falan derken biraz meşguldüm. İkimizin evi de tek kişilik olduğundan Ulgan dedenin yardımlarıyla bir ev alıp taşındık. Ona uyan aklımı sikeyim, evin yarısını ben inşa etmek zorunda kaldım, geri kalanın da yarısını yıkıp yeniden yapmamız gerekti. Yani evin sadece %25'ini satın almak için tamamının parasını ödedik. Donşian mimarisi ile yapılmış bir bina, aslına uygun olarak yeniden yaptım tabii. Umaylı ailesinden birine aitmiş daha önceden. Shiro da bizim eve taşındı, "Emekli olduğunu" iddia ediyor. Daha önce emekli olan bir hizmetkâr hayvan duymamıştım ama neyse. Jinsan-no-kami kapıma gelip beni kendisinin başını sake ve sakura yaprağı kullanılarak kutsanmış som altın bir katanayla kesmeye zorlayacak kadar kızdırana dek Shiro'yu sineye çekmeye karar verdim. Zeytin ile epey iyi anlaştılar, bir de uzak tutmamı söylüyordu. Ha evet, kedim adının Zeytin olduğunu iddia ediyor, kim koymuş belli değil. Tekir kedinin adı Zeytin mi koyulur lan? Kendisi de yarı yabanilikten çıkıp bana ve Kyouka'ya epey alıştı ama diğer insan ve insan doğalı varlıklara (yani yaratık ve ruhlara) karşı hâlâ tetikte. Ben de Kyouka da büromuzda biraz daha üst düzey, bir çeşit kıdemli, haline geldik; dolayısıyla Kyouka için orada devamlı bulunması gerekmediğinden, benim için zaten pek de gerçek bir iş yapmadığımızdan halihazırda -Puklinya'daki çoğu büro da dahil- birçok yere göre daha gevşek olan mesai saatlerimiz daha da gevşedi. Esnemek değil gevşemek diyorum çünkü olması gerektiği gibi işliyor: Uzamıyor, kısalıyor. Onun dışında bir kızım oldu, adı Gece, daha doğrusu Gece Sora. Sora Japonca "Gökyüzü" demek. Parlak siyah saçları var, aynı annesi gibi. Annesinin Kyouka olduğunu belirtmeye gerek duymuyorum. Ne? "Bunun için meşgul değilmişsin ama" mı? Karımla ne yapıp ne yapamayacağımı size mi soracağım ulan! Ayrıca çocuk isteyen Kyouka'ydı zaten, istemediğimden değil ama biraz daha beklemeyi düşünüyordum. Neyse, birkaç deneme sonrası benim saç rengim hakkında Ulgan dedenin haklı olduğunu teyit ettim, cidden yeşilmiş. Gece'nin saçları da belki yıldızlarla parlayan gece gökyüzü gibidir, adını da buradan alıyor zaten. Şimdilik çok küçük olsa da büyüyünce dünyanın en güzel kızı olacağı çok belli; büyüyüp genç bir kız olunca erkekleri ve lezbiyenleri uzak tutacak bir tılsım vereceğim kendisine. Tabii bunun korunma tılsımı olduğunu söylerim herhalde, yalan değil sonuçta. Ciğerlerini bilirim ben o şerefsizlerin! Biz de genç olduk. Kimsenin Gece'yi üzmesine izin vermem. İhtiyar Ulgan, Gece'nin herhangi bir mühre sahip olmadığını söyledi; mührün genetik olduğundan eminim. Bugüne dek hep ebeveyn-çocuk şeklinde taşındı. Sanırım bu, "plan"da (kozmik plan, Tanrı'nın planı, kader... Ne derseniz artık) başka çocuklarım da olduğu anlamına geliyor. Sahi, Gece kanıbozuk olarak sınıflandırılmıyor. Hem ben hem de Kyouka yönünden şaman kanı taşıyor, ayrıca "iç millet" sistemine göre kabul edilebilir bir melezliği var. Erlikliler milletleri sınıflandırır ve bunlardan bazılarını gerekli durumlarda tek millet sayabilecek şekilde içten dışa tablolar oluştururlar. Tabii aynı sistem, bazen teknik olarak aynı milletten olanların ve hatta annesi de babası da Erlikli olanların bile kanıbozuk olarak sınıflanmasına da sebep olur. Kişinin kendisi ve ebeveyninin kendi nesli, neslinin de Erlikli sülalesi içindeki konumuyla ilgili biraz. Örneğin aile içinde pek de ciddiye alınmamasının hıncını on iki farklı karanlık varlığa (hepsi bilinmese de biri Şeytan-ı Racim'in kendisi, biri Erlik Han, biri de Fenrir; bu üçünden eminiz) dokuzar kurban vermek adına aile içi katliam yaparak alan Şeytan Murat'ın annesi de babası da Erlikliydi ama kanıbozuk olarak sınıflanıp davranılıyordu. Mühür araştırmasında pek bir sonuç elde edemedim. Normalde tam tersi olur, en azından filmlerde, dizilerde falan öyle gördüm ve ilişki konusunda benim gibi tecrübesiz ve şanstan yoksun olmayan birkaç kişiden öyle duydum ama evliliğimizde gün geçtikçe Kyouka'ya kör kütük aşık oldum, ondan uzak geçirdiğim saniyeler kalbimi sıkıştırıyor; kendisiyse "düşündüğüm kadar katlanılmaz biri olmadığımı" söylüyor ("İşe gitmek için erken uyandığında gerçekten öylesin ama" demeyi ihmal etmiyor gerçi) ama bir türlü sadece nazik olduğu için böyle söylediğinden başka bir şeye inanamıyorum. Hayır, sevgisinden şüphe etmiyorum; sadece katlanılabilir biri olmam namümkün, bunu iyi bildiğimden o dediğine inanamıyorum. Bir kişinin katlanılmaz olması ona romantik hisler besleyemeyeceğin anlamına gelmiyor sonuçta. Cidden çok tatlı ya! Gece de aynı ona benziyor, gözlerinin çekikliği Kyouka kadar fazla değil sadece. Bana benzemediği için şükrediyorum, inşallah oğlum olursa o da benim gibi görünmez. Sonuç olarak mührü araştırmaya devam ediyorum. Bu şehirde hangi taşı kaldırsam altından sekiz isim çıkıyor, biraz geç olsa da bunların şehrin -muhtemelen eski merkezi olan- dışa yakın kısımlarında bir yerde bir feng shui sekizgeninde yazan isimler olduğunu fark ettim. Harfler Çince olduğundan pek okuyamamıştım ama Kyouka yardımcı oldu. Bu arada harfler Çince değilmiş. Yok, öyle değil; Çin harfleri ama okunuş kuralları Japonca'ya göreymiş, Kyouka -aldığı tapınak hizmetçisi eğitimi gereği- Antik Japonca bildiğinden epey yardımı dokundu. Ben Çince kurallarına göre okumaya çalıştığım için bir türlü çözememiştim. Söz konusu feng shui sekizgenine genelde dikilitaş denir ama belime bile gelmiyor, Kyouka için daha uzun tabii ama onun için de okumak için uzanmasını gerektirecek bir şey değil. Ah, o bahsettiğim isimler şunlar: Erlikli, Umaylı, Ülgenter, Şolomsoy, Yafesoğlu, Günseyit, İlterişoğlu, Kanlıca. Ben Çince okumaya çalıştığımdan elimde Yīng-lì, Wǔ-rù Liú, Yǔ-yán Zhào-rù, Zhū-lùn Cū-yī, Shǐ-bù Sēng-rù, Niú-yùn Xìng-dù, Jūliú Tiánjū Shǎng-liú, Fǒu-liú Xié şeklinde isimler kalmıştı. Aslında bunları Türkçeye çevirmeye çalışmış, sonucunda daha da saçma şöyle bir sonuç elde etmiştim: Yinli/Yenili, Urulu/Oralı/Vurulu, Yansarı, Sülüncü, Şemssenli, Neyşimdi, Çullutanjuşanlı, Fillice şeklinde. Tahmin ve okunuşu uydurmaya çalışmakla anca bu kadar oluyor, o yüzden yıllardır Batur (Batır, Bağadur, Bahadır) Tanju'ya Mete Han diyoruz.

İlginç bir şekilde bu ailelerin hepsi birbiriyle bağlantılı. Ülgenter, Kam Erlik ve Kam Teñri'nin kız kardeşi Kam İlay soyundan geliyormuş. Nihayet normal bir isim. Şolomsoylar Hz. Süleyman'ın soyundan geldiklerini iddia eden bir aile, ayrıca aforoz edilmiş bir Erlikli olan Sarı Konrul'un kanını taşıyorlar. Yafesoğlu ailesi hakkında sadece Umaylı ailesinden aforoz edilmiş Korkak Bahadır'la bir ilgileri olduğunu bulabildim ama ne tür bir ilgileri olduğu bile belli değil. Günseyitler ise bir taraftan Hz. Hüseyin'in soyundan gelen, diğer tarafı ise bir Ülgenter olan Zülfikar Saltuk Hoca tarafından kurulmuş bir aile, kendi kendini aforoz etmiş anladığım kadarıyla. Neden öyle bir şey yaptığı hakkında bir fikrim yok. İlterişoğulları ve Kanlıcalar, Kam Erlik'in amcasının soyundan gelen aileler; İlterişoğulları Kam Aysu, Kanlıcalar ise Kılıç Toñrıl soyundan. Dikilitaşın tepesinde bekliyorum, yağmur yağacak. Kara bulutlar var ve etraf yağmur gibi kokuyor. Fark etmiş miydiniz bilmiyorum ama yağmur havasının kendine özgü bir kokusu vardır, yağacağını belli eder. Dikilitaşın her tarafını iyice aramak için buradayım, üstüne bu isimlerin hem de Antik Japonca olarak yazılması çok şüpheli. Teftişe başladığım kuzey yönünü elimle yoklarken Düzen Bürosu'nun Erlikli ve Umaylılarla ilgili kayıtları aklıma geldi, diğer ailelerle ilgili pek bir şey yok. Çiseleyen yağmurun ilk damlaları kafama düşüp beni kapüşonumu çekmeye zorlamasıyla doğu kısmında bir kapakçık bulmam bir oldu. Teşekkürler, Zada Han! Teşekkürler, Başmelek Mikail! Kapakçığın içinde birkaç parşömen var, ıslanmasın diye orada bırakmak üzereydim ama sonra yazısız dış kısımlarındaki belli bir şeyi fark ettim. Parşömenleri orada açıp en önemsiz gibi görünenle bir deneme yapmaya karar verdim. Sağ elimi parşömene doğru uzattım ve birkaç isim fısıldayıp parşömenin yandığını hayal ettim. Eski tarz büyüler uygulama yoğunlukludur ama modern büyüde hayal gücü her şeydir. Fısıldadığım isimler ateşle ilgili, ateşin gücünü artıracak isimlerdi: Zümrüd-ü Anka, Prometheus, Od Ana, Luciel (Şu geçen gün tanıştığım tuhaf semender)... Aslında bir dizi büyülü söz ile işe girsem daha iyi olurdu ama şimdi ona vaktim yok, parşömeni gerçekten yakmaya da niyetim yok; sadece bir deney yapıyorum. Tam tahmin ettiğim gibi parşömenin dışındaki, kırmızı mürekkeple, çember içinde kalacak şekilde yazılmış yazı mavi-yeşil parladı ve söndü, amacıma ulaştım. Parşömenleri korumak için bir büyü bu, birden fazla dil kullanıldığı ve hem büyünün gücünü artırmak hem de çember içinde kalması için hatlı yazıldığından okuyamıyorum ama Arapça ve İbranice var içeriğinde, bir de sanırım Eski Uygur Alfabesi'yle bir şeyler yazıyor. Okumayı bırak ayırt bile edemediğim birkaç dil daha var tabii. Yazılar dışındaki semboller ve genel kompozisyonsa bunun temel bir koruma tılsımı olduğunu gösteriyor. Ateş, su (ve nem), böcekler ve belki birkaç şey daha; yazıya ve kağıda zarar verebilecek temel şeyler. Parşömenleri alıp köpüşonlumun iç cebine tıktım. Eve döndüğümde Kyouka üstünde önlükle (Tabii sadece onunla değil) beni kapıda karşıladı. Gelmemi bekliyormuş gibi göründüğünden bir şey demesine fırsat vermeden konuştum.

"Lütfen 'Yemek mi istersin, duş mu, yoksa...' olayına girme."

Kyouka'nın hafiften morali bozuldu gibi.

Kyouka: "Hoşlanmaz mısın?"

"Yo', aksine çok hoşuma gider. O kadar severim ki kalp krizinden ölürüm!"

Kahkahalarımız birbirimizin yüzünde patladı. Ben bu cevabı onu kapıda görür görmez düşünmüştüm, belli ki o da bütün senaryoyu benim bu cevabı vermem üzerine kurmuş. Bir süre kapıda bekledikten sonra dayanamadım.

"Eee... İçeri girmeme izin verecek misin acaba, sevgili eşim? Islanıyorum da çünkü."

Kyouka: "Pft."

Gülünecek bir şey söylememiştim halbuki.

Kyouka: "Özür, özür... Gel hadi."

İçeride, pencerenin önünde bir kupa kahve vardı. Cafe au lait, muhtemelen. Ben latte tercih ederim gerçi.

"Yağmuru mu izliyordun?"

Kyouka kafa salladı, sonra da pencerenin önüne çektiği sandalyeye oturdu. Kapüşonlumu asıp parşömenleri masaya çıkardıktan sonra bir kutu soğuk çay alıp Kyou'nun karşısına geçtim. Sıcak bir şeyler tercih ederdim bunun için aslında ama yeterli vaktim yok, yağmuru izleyen Kyouka çok tatlı, bunu kaçıramam.

Kyouka: "Bir şeyler buldun mu bari?"

"Dikilitaş'tan parşömen çıktı, daha okumadım. Şu sekiz aile cidden sinir bozucu, dördün katı olması daha da sinir bozucu."

Kyouka: "Ölümün sayısı... Ama sadece Uzakdoğu için, seninle ne ilgisi var ki?"

"Kültür bütündür, insanların inşa ettiği bütün o kültürler ve bütün o diller eski hafızayı hâlâ taşıyor. Avrupalılar kara kedilerin yüksek büyüsel aurasını yanlış yorumladılar, aslında sizde olduğu gibi uğur getirmesi ve Orta Avrupa'da olduğu gibi uğursuzluk getirmesi çelişki ve fark değil, hafızanın eksik yönlerinin farklı şekilde tamamlanması... Ya da eksik tecrübe. Babilliler büyüyü eşlerin arasını bozmak için kullanıyorlardı, o yüzden Ortadoğu'da inançtan bağımsız olarak büyü olumsuzlandı. Orta Asya'da kötülüğü defetmek için kullanılıyordu, o yüzden inanç değişip yasaklansa bile kullanımı ve bağlılığı devam etti. Düğünümüzdeki kırmızı kurdele de aynı: Kökeni aynı olsa da yorumlama farkı zamanla ikisinin anlamını ve davranış şeklini tümüyle değiştirdi. Biz günümüz insanları şekle ve parçalara takmış durumdayız, halbuki bütünün özü birdir ve öz doğru oldukça şekil kendi kendini düzeltir. Demişken... Soyadın biraz tuhaf değil mi? Mizu-no diye ayrılıyor ve No hiraganasının köken kanjisi kullanılıyor, adın 'Suyun Kayısı Çiçeği' demek yani. Nori ya da söğüt falan olsa daha mantıklı olmaz mıydı?"

Kyouka: "Yanagi'nin isim olarak verilen bir şey olduğunu sanmıyorum ama evet, su konseptine daha uygun bir ismim olmasını isterdim. Şey, soyadım... Aslında takip edilebilen en eski atamdan, Mizu-no-Miko'dan geliyor."

"Su rahibesi? Anne tarafın değil miydi o?"

Kyouka: "İlginç bir tesadüf var ki... Miko doğal olarak bir kadındır, dolayısıyla gücü miras alan da onlardır. Baba tarafım... Mizu-no-Miko'nun oğlunun soyundan geliyor, güç falan miras almadığı için bunun bir önemi olmasa da soyadı olarak kullanılmış."

"Miras almadıkları gücün adına mı çöktüler? Baba tarafından ataların yakuza falan mıydı?"

Kyouka: "Sanmam."

Şaka yapmıştım ama gayet ciddi cevapladı.

"Gece Mizu-no-Miko güçlerini miras alır mı acaba? Büyü öğretebilirim ama kandan gelen, öğretilemeyen güç insana çok daha büyük avantaj sağlar. Büyünün çoğu öğretilebilir ve öğrenilebilirdir ama kanın içindeki gücü öylece aktaramaz, öğretemezsin. Gerçi birkaç yöntem var, başlıcası yamyamlık olmak üzere ama başarı olasılığı çok düşük ve gücü almaya çalışanın da aktarmaya çalışanın da ölüm riski her halükarda var."

Kyouka: "Alır sanırım... Şu parşömenleri okuyacak mısın?"

"Doğru, doğru..."

Masaya koyduğum parşömenleri açtım... Ah, Çin harfleri. Tabii ki Çin harfleri. Başka ne bekliyordum ki zaten? Yine Antik Japonca mı? Veya Eski Korece falan? Hayır, bu sefer gerçekten Çince. Tam olarak Wu Çincesi. Okumaya başladım.

"Wu-gu-si'nin..."

Kyouka: "Çince okuyup anlayabiliyor musun? Wu lehçesi hem de? Ben sadece azıcık Mandarin okuyup anlayabiliyorum."

"Yani, biraz. Çince, özellikle de Wu Çincesi kaynakların Orta Asya tarzı şamanlık konusunda ne kadar iyi ve ayrıntılı olduğunu tahmin bile edemezsin."

Kyouka: "Böyle bir eğitime sahipken neden üniversiteye gitme ihtiyacı duydun ki? Ekonomik sıkıntın falan da olacak değil, beni prenses, kendini köylü olarak tanımlasan da hayatın boyunca çalışmadan yaşayabileceğin belli."

"Biz Erlikliler her zaman toplumun dışındaydık, ekonominin bununla ilgisi yok. Hep gölgeler içinde kendi köyümüzde yaşadık. Sorunun cevabına gelince: Merak ettim."

Kyouka: "?"

Şimdi de o merak etti. Merak eden yüzü bana feci şekilde Hyouka'daki Chitanda'yı hatırlatıyor, merak temasıyla da birleşince çok garip oldu. Karımı bir çizgi karaktere benzetmem daha garip sanırım ama bu konuyu -şimdilik- görmezden geleceğim.

"Materyalist olan veya büyüsel bilgisi bir yerlerden duyup internetten okuduklarından ibaret olan insanların hayatı nasıl gördüğünü ve yanından geçip gittiğimiz doğaüstü fenomenleri, örneğin kapı eşiği etkisini nasıl algıladığını, yorumladığını ve açıkladığını bilmek istedim. Erlikliler dışındaki insanların yaşam tarzları ve Erliklilerin kütüphanesinde yer almayan kitaplar... Sonuç olarak, daha birinci yılımda insanların tahmin ettiğim kadar ilginç olmadığına karar verdim ve bölüme yoğunlaştım, o da biraz ilgimi çekiyordu. Ve ayrıca, şey..."

Tamam, bunu sevdiğim kıza -bir de onunla evliyken- söylemenin kolay olacağını zaten düşünmemiştim ama beklediğimden daha utandırıcı ve zor!

"Ve şey, ayrıca... Bir... E... 'Belki sevgili bulurum' umudu için gitmiştim."

Kyouka kıs kıs güldü.

Kyouka: "Asıl sebep bu, değil mi? Sırf bunu saklamak için amma çok konuştun!"

Ve kıs kıs gülmeleri önce kahkahaya, sonra da işkenceci bir sırıtışa dönüştü.

Kyouka: "Ahahah! İyi ki bulamamışsın ama; değil mi?"

Ciddi cevaplama sırası bendeydi.

"Açıkçası, hayatımı sevmezdim. Boş, gereksiz, önemsiz, kelimenin tam anlamıyla bir angarya yumağı. Yine de... Sen etrafımda olduğundan beri, şimdiye dek hayatta kaldığım için şükrediyorum. Lütfen, eğer bir gün bana daha fazla katlanamayacağını düşünürsen... Giderken sadece kalbimi sökme, başımı kesip öyle git; olur mu? Söz ver bana."

Vay, Kyouka'nın "Senle ne yapacağım ben? Çocuk gibisin." Yüz ifadesini ne zamandır görmemiştim.

Kyouka: "Parşömeni okumayacak mısın?"

Ha, doğru. Sonuçsuz eski hikayelere çok dalmıştım, işte seni bu yüzden seviyorum canım. Kötü havayı bir anda dağıttı. Parşömende o her taşın altından çıkan ailelerin bir zamanlar Sekizler diye bir aşiretin parçası olduğu yazıyordu. Bu Kam Erlik'in kökeni konusunda kesin bir bilgi sunmasa da o zamanlar bütün Sekizler, Bayındır boyuna dahil ediliyormuş. Ulgan Hoca'nın bahsettiği, sahip olduğum 2. Mühür; diğer üç mührü bir araya getiren bir şeymiş. Ayrıca parşömende Umaylıların, Erliklilere en sadık olanlar olduğu da yazıyor ki bu durum hâlâ değişmemiş belli ki. "Sizi izlemeye devam ediyoruz." demişti Ulgan. Parşömende Ulgan Hoca'nın iki elinde bulunan dövmelerin ve Sekizler Yıldızı'nın anlamı da bulunuyor. Sekizler Yıldızı ailemizde bazı yerlere oyulmuş, bazı kağıtlara çizilmiş ama tam olarak anlamını ve gücünün sınırlarını kimsenin bilmediği bir semboldür, yani en azından ben bu parşömenden öğreninceye dek öyleydi. Temelde yayları içbükey olan iki kareden oluşan bir sekiz köşeli yıldızdır, tepesinden itibaren saat yönünde baş aşağı durup sola bakan güvercin, yin-yangın "yin" kısmı, sağ tarafı yukarı kabul edilerek çizilen alev, kabzası yıldıza, ucu dışarı dönük bir eğri kılıç, sağa bakan bir güvercin, yin-yangın "yang" kısmı, sol tarafı yukarı kabul edilerek çizilen alev ve kabzası yıldıza, ucu dışarı dönük, yukarı bakan bir eğri kılıç.

Kyouka: "Bu... Senin kral olduğun anlamına gelmiyor mu?"

"Bir bakıma. Başkam'ın haklı varisi olduğum ve Ulgan Hoca'nın benimle konuşurken saygı duyması gerektiğini gösteriyor... Ama işler ve şartlar değişti, dağıldık ve birbirimizi unuttuk. Başkamlık da bir yerde mührün sahibi yerine en büyük çocuğa geçmeye başladı."

Kyouka: "En büyük oğul sensin?"

"En büyük çocuk dedim, 'oğul' demedim. Teknik olarak Başkam tacı da Ulgan'ın bahsettiği ve bu parşömende yazan Yedi Emanet de Kurt Nesli'ne ait değil, el değiştirebilir. Neyse, bu parşömenler aile tarihimizin karanlık ve çoktan unutulduğu için yalan yanlış bile olsa yazılmamış kısmına ışık tutuyor."

Kyouka: "Yine de seni rahatsız etmiyor mu? Tarihte çelişki var gibi."

Merakla yüzüne baktım.

Kyouka: "Günseyitler ve Zülfikar Saltuk Hoca. Yani en azından 7. yüzyıldan sonra olmalı, unutulacak kadar eski mi?"

"İlk kayıtlar 9. yüzyılda yazıldı. 200 yıl... Unutmak için yeterli bir süre olabilir de olmayabilir de ama... Bilinçli olarak hatıraları gömdülerse eğer bunun için yeterliden de fazla."

Kyouka: "Bu durumda teşkilat kötü bir şekilde dağılmış?"

"Muhtemelen. Bu parşömenleri daha sonra çevirip babama göndereceğim. Ha, yağmur durmuş. Seni izleme zevkinden mahrum ettiğim için üzgünüm."

Kyouka nazikçe gülümsemekle yetindi. Bu kızın bir gün beni bırakabileceğini bir an bile olsa nasıl düşündüm ki! Yine de katlanılmaz biri olduğum gerçeği değişmeyecek. İnsanlar değişebilir ama bu göründüğü ve didaktik eserlerde işlendiği kadar kolay bir şey değildir, basit hiç değildir. Kişiliği temelden sarsmak iradeden daha fazlasını gerektirir. Gerçekten, Kyouka ablama karşı beni sevgilisi ilan edecek kadar ne buldu bende hâlâ anlayamıyorum. Ama anlayabildiğim şeyler de var, sevgisinin gerçek olduğu gibi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder