Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

29 Ekim 2020 Perşembe

Ejderha ve Mühür ~ 13. Bölüm: Eğitim

Diğer Bölümler İçin

Merhaba, merhaba. Ben Gece. Gece Sora (Kurt). Utpa Kurt ve Mizuno Kyouka Kurt'un kızı. Kam Erlik soyundan, Kurt neslinden Kam Utpa kızı Gece Sora. Ufak bir şey için babamın saçma hatıratının arasına giriyorum, sonra benim hâlâ bebek olduğum zamanların anlatmaktan bıkmadığı hikayelerine döner; şu sıralar 15 yaşındayım ve vermem gereken önemli bir karar var. Aslında iki tane var, daha önemsiz olan babamın bana romantik ya da cinsel anlamda ilgi duyabilecek herkesi uzak tutacak olan, "korunma tılsımı" diye verdiği şeyin gerçekte ne işe yaradığını fark ettiğimi söylemeli miyim yoksa bilmezden mi gelmeliyim? Şimdilik öyle bir isteğim olmadığından tılsımı pek umursamıyorum, gerçi sırf trollemek için bir gün birini peşime takıp sevgilim olarak tanıtma planım var. İkincisi ise: Enderun eğitimi almam gerekip gerekmediği. Erliklilerin eğitimi yedi yaşında başlar ve bu yaştan itibaren hem okulda öğretilen/öğretilmesi gereken şeyler (ki tam olarak şunlar oluyor: Dil, matematik, sanat, doğa bilimleri ki simya da buna dahil, sağlık/ilkyardım, tarih, felsefe ve psikoloji) okul bağlamından koparılıp daha ayrıntılı ve özünü anlayacak şekilde (Erlikli düşüncesinde öz her şeydir, şeklin anlamı yoktur çünkü öz doğru oldukça şekil kendisini düzeltmeye, öz yanlış ya da eksikse şekil kendisini bozmaya meyillidir) hem dövüş eğitimi (ailemize özgü bir dövüş tarzı, okçuluk ve bunun gibi şeylerle ikisini istediğimiz yerden, diğerini de Uzakdoğu'dan seçeceğimiz üç dövüş sanatı) hem de büyü, din, efsaneler ve onlar gibi şeyler hakkında olayı kavramayı sağlayacak bir eğitim verilir; çoğu Erlikli çocuğu gerçek bir okula gitmez. Ben şanslıyım, Puklinya'da yaşadığımdan annem de babam da gerçek bir okulun benim için iyi bir deneyim olacağını düşündü, orada yaratıklar ve ruhlar var sonuçta. Babam da gerçek bir okula gittiğinden iyi bir deneyim olduğunu söyledi. On beş yaş ise bir kırılma noktasıdır. Kişi "Evsel eğitim" ve "Enderun eğitimi" arasında seçim yapar. Evsel eğitim, babamın aldığı eğitim oluyor; oldukça ayrıntılı ve çok fazla farklı konu hakkında. Aslında babam dokuz yaşında evsel eğitime başlamış, amcam ve halam da öyle; Enderun'a isteseler yine de gidebilirlermiş ama üçü de zaten başlamış olan evsel eğitimlerini tamamlamayı seçmiş. Enderun eğitimi çok daha ayrıntılıdır, deneyseldir, çalışma ve icada daha çok izin verir ama belli bir yol, ana konu veya tema seçip eğitimini onun üzerine yoğunlaştırmanı gerektirir. Bir de enderun eğitimde her an eğitimini tehlikeye sokabilecek sınavlar vardır, evsel eğitimde de birkaç sınav olsa da bunların sonucu eğitimini etkilemez; ayrıca enderun başkalarıyla yarıştığın için daha farklı bir sınav hissi verecektir. Aslında evsel eğitimin ilk iki yılından sonra enderuna geçmek veya başka bir eğitime kaymak (örneğin evliç eğitimi, şifacı eğitimi, cinci eğitimi ya da onun gibi şeyler) mümkün, amcam öyle yapmış. Babamın en temel öğüdü kendisi gibi olmamamdı, o yüzden enderun eğitimi almayı düşünüyorum. Bu arada sadece enderun değil, Erliklilerin birkaç büyük okulu var, eğitim sistemleri, yöntemleri ve konseptleri genel olarak aynı olsa da alımlar için kendilerince şartlar ve onun gibi şeyler var. Bu büyük okullara "Okunga" deriz. İlk Okunga, adından da belli olduğu gibi Erliklilerin ilk okungasıdır ve uzun süre de tek okunga olmuştur, ikinci açıldıktan bir süre sonra da sadece Şamanist veya Tengricilere hizmet vermeye başlamıştır. İlk Okunga ya da Batır Yabgu Okungası'nın bina yapısı yoktur, bugün Moğolistan sınırlarında kalan bir dağın kendisidir. Buranın Kam Erlik'in hiçbir kayıtta yer almayan oğlu Batıryabgu tarafından kurulduğuna inanılır, Batıryabgu'nun ise kayıtlarda yer almadığından ya aforoz edildiği ya da bir çeşit kuma ya da cariyenin falan oğlu olduğu fikri hakimdir. Gerçi ilk kayıtlar Kam Erlik'in ölümünden çok sonra yazıldı (bu yüzden kesin zamanı tayin edemiyoruz) ve onlar da nesilden nesle sözlü olarak aktarılan hikayelerin, geleneklerin ve fikirlerin yazıya geçirilmesinden ibaretti, ilk ciddi kayıtlar ki soy kaydı da buna dahil ve geçmiş hakkında doğru düzgün araştırma raporları ondan da yıllar sonra tutulmaya başlandı. İkinci okunga olan Küntegin Musa Okungası ya da "Enderun" ise Semerkant'tadır, buraya sadece Müslümanlar alınır. Annem ve "Neden iki tarafa da ibadet edemeyesin ki?" deyip duran Ayçiçek halam için üzgünüm ama ben babamın inancına bağlıyım, en azından daha yakınım. Üçüncü okunga olan Batuhan Kılıç Okungası ya da "Aziz Şamanlar Manastırı" Budapeşte'dedir, sadece Hristiyanlar alınır. Dördüncü olan Yıldız Okungası, bir zamanlar İtil olarak anılan şehirdeydi ama I. Svyatoslav'ın yıkımından kurtulamadı, bir süre binasız eğitim verdikten sonra Astrahan'da tekrar inşa edildi. Buraya sadece Museviler alınır. Beşinci olan Sonderun ise diğer bütün inançlardan olanlar ya da inançsızlar için kuruldu ve Kanada'nın kuzeyinde bir yerlerde. Hepsi yapıldığı çağ, coğrafya ve içindeki kurallara uygun mimarilerle inşa edilmişlerdir. İşte... Enderuna mı gitmeliyim yoksa evsel eğitim mi almalıyım? Ne yaparsam yapayım ailem onaylayacaktır; eğitim konusunda şanslıydım, babamın oldukça gevşek bir eğitim tarzı vardı ve evsel eğitimi zamanı gelince başlatmaya karar verdi ki zamanı geldiği için zaten şu an sorunum var. Annemden aldığım miko eğitimiyse gerçek anlamda cehennemdi. İşin kötüsü babamın eğitimiyle çakışıp çeliştiği noktalar da vardı, bu konuyu ve canımı sıktığımı aileme söylediğimde aldığım tepki hayatıma yön verecek şey oldu.

Utpa: "Bazen bazı şeyler göründüğünden daha basittir ya da daha karmaşık, insanların çoğu her iki konuda da yanılır. Kültürel çelişkiler sadece hatıranın yorumlama farkları ve o hatıraların farklı tecrübelere yol açmasındandır. Unutma: Öz doğru oldukça şekil kendi kendini düzeltir."

O zamandan beri herhangi bir fikre itiraz etmeden önce özünü ve kökenini anlamaya çalışıyorum. Cidden ne yapmalıyım? Gökyüzünde hoş bir dolunay var; annem ne kendisinin ne de babamın Gece (Gece Sora) ismini önceden düşünmediğini, "yıldızlarla parlayan gecenin rengindeki" saçlarımı görünce aniden karar verdiğini söyler hep. Bazen babamın şiirselliğinden nefret ediyorum, dışarı çıkmak için hareketlendim. Babam korumacı biridir, ergenliğe girdiğimden beri daha da korumacı oldu ama ilginçtir ki nereye gittiğim ve ne yapıyor olduğum konusunda beni asla sorgulamadı. Yine de bu, gecenin bir yarısı dışarı çıkan sevgili kızını takip etmeyeceği anlamına gelmiyor. Kafanı görebiliyorum, baba. Enderun eğitimini seçip seni bırakacağım diye için içini yiyor, değil mi? Evlendiğimde ne yapacaksın acaba? Ah, doğru ya; şu tılsım varken herhangi biriyle o türden bir ilişki kuramam. Her neyse... Tam kapıya uzanıyordum ki bekledim.

Kyouka: "Eşik dünyaları ayırır."

Annemin ve babamın eğitiminde benzer şeyler olurdu bazen ama tamamen ortak olan tek nokta buydu sanırım. Yani, tılsımlar ve benzeri şeyler haricinde; büyüyü destekleyen inanç ve onlar gibi konularda.

"Ey yok edicilerin en kutsalı, beni koru. Ateşten zırh, Zümrüd-ü Anka'nın emaneti."

Konu kızıl büyüyse babamın tarzını takip etmeyi tercih ederim, ak büyüyse annemin. Kapıyı açıp dolaşmaya çıktım, evden kolayca ulaşılabilen, Puklinya çevresindeki bir ormanda biraz dolaştım. Yanıma bıçak falan da almadım, en azından gümüş çakıyı alsaydım bari. Tam bunu düşünürken yüzünü seçemediğim biriyle karşılaştım.

Kişi: "Gecenin bu vakti genç bir kız ormanda, yalnız başına ne yapıyor?"

Ah, ses tonu iğrenç. Şu tılsım işlevselliğini mi kaybetti? Şimdi düşündüm de araştırmam bu tılsımın bana ilgi duyabilecek herkesi uzak tutacağını söylüyordu ama sınıfımdaki erkeklerin benden uzak durduğu falan yok, biri hariç. Ah; ama o... Evet... Üzgünüm, duygularına karşılık veremediğim için. Ay ışığının yüzünü aydınlatmaya yetmediği kişinin uzattığı elle donakalmama rağmen, babamın verdiği tılsımın aniden parlamasıyla aynı anda o kişinin eli çekilip diz çöktürüldü.

Utpa: "Kızıma dokunursan seni hadım ederim. Defol!"

Ay ışığıyla hayal meyal görebildiğim ve ancak o zaman insandan çok bir çeşit yaratık olduğunu anlayabildiğim figür hızla uzaklaştı.

"Kendim de halledebilirdim. Düşündüğüm gibi beni mi takip ediyordun? Ya sevgilimin evine falan gidiyor olsaydın?"

Utpa: "Tılsımın var. Ne işe yaradığını fark etmediğini söyleme sakın, araştırdığını fark etmedim mi sandın? Her neyse, bir an önce eve dönmezsek annen kıskançlıktan beni doğrayacak. Dua edelim de sen de arada kaynama."

"İma ettiğin şey iğrenç, baba."

Utpa: "Tabii ki öyle! Ama bu annenin kıskançlığını azaltacağı ya da saçma bulacağı anlamına gelmiyor."

Dönerken biraz lafladık.

Utpa: "Düşündüğüm gibi, eğitimin konusunda kararsızsın. Eh, mutlu olacağın seçimi yap. Sana verdiğim en temel öğretim buydu, değil mi?"

"Enderunu seçersem gitmeyeyim diye ayaklarıma yapışmayacak mısın yani?"

Utpa: "Yapışacağım tabii! Babanım ben senin, beni bırakıp nereye gittiğini sanıyorsun?"

Güldüm.

"Yalnız, tılsım işe yaramıyor sanki?"

Utpa: "İzole yaşamanı istemedim, o yüzden yarı gücünde çalışıyor. Kötü niyet, cinsel ya da duygusal türden arzular olmadıkça işlevselliği yok. Olunca da parlıyor işte, gerçi orada olmasaydım tılsım o kişiyi zaten perişan ederdi; yani her halükarda korkmana gerek yoktu."

"O yüzden sınıfımdaki erkeklerden benden uzak duran tek kişi bana aşık olan, öyle mi?"

Utpa: "Kimmiş o? Adını ve adresini ver."

Ah, ağzımdan kaçırdım. Ad ve adres konusunda da gayet ciddi. Ona ne yapmayı düşünüyorsun?

"Hadi ama baba... Beni sonsuza kadar kendine saklayamazsın; hem kardeşlerim var, onlarla ilgilensene?"

Utpa: "Oğuz, Oğuz işte... Nehir de benden nefret ediyor."

"Öyle mi? Halam gibi olmadığına emin misin? Kardelen halamı demiyorum, Yaprak halamı diyorum."

Utpa: "Öyleyse bile ikisi de Kyouka'ya düşkün. Ayrıca ablamla eşdeğer düzeyde tsundere olan bir kızım olsun istemiyorum."

"Evet çünkü ilk çocuğun olduğumdan onlar doğduğunda bile gözün annem ve benden başka kimseyi görmüyordu. Ayrıca halam gibi olsa ne fark eder ki? Öyleyse, sana daha düşkün olduğu anlamına gelmez mi?"

Utpa: "Beni başından atmak için kardeşinin başına sarmaya mı çalışıyorsun?"

"Çok mu belli oluyor?"

Utpa: "Gördüğüm en kötü ablasın, Gece. İnanılmazsın cidden!"

"Bu arada... Erliklilerde niye gece ve ay teması bu kadar yoğun? Gündüzün, güneşin suyu mu çıktı?"

Utpa: "Kam Erlik kara kamdı, hatırladın mı? Bunu öğretmiştim. O yüzden biz Erlikliler için gecenin örtüsü korkunç bir şey değil, kanımız için bir kalkan."

Aniden biraz durup fısıldadı.

Utpa: "Ey arındırıcıların en kutsalı, bütün hayatın kaynağı su. Bizi şelale gibi sar ve koru: Sudan bıçak."

Eve döndüğümüzde annemi, tıpkı babamın tahmin ettiği gibi yüzünde psikopat bir gülümseme ve elinde babamın kılıcıyla bulduk.

Kyouka: "Neredeydiniz, ikiniz? Bu yaptığınız doğa dışı ve iğrenç bir şey, biliyor musunuz?"

Şeytani gülümsemesi asla çarpılmıyor. Babamın bu kadar haklı olduğunu fark edememiştim, konu annemse babamı daha çok ciddiye almalıyım sanırım. Ama babam gidip anneme yandan sarıldı ve kılıcı elinden alıp kapının yanına koydu.

Utpa: "Günbiçen'i kenara koyalım, birine zarar gelsin istemeyiz. Gece eğitimi konusunda endişeliymiş de o yüzden biraz dolaştık. Kalbimin yarısı, senden başkasına bakabileceğimi nasıl düşünürsün? Bak, kızımız korkuyor. Kızımız Gece, ikimizin aşkının kanıtı değil mi?"

Annem daha utanmış ve sevgi dolu bir moda girdi, cidden konu annemse babamı asla hafife almamalıyım. Neden lafını annemin dudağıyla yanağının birleştiği yeri yalayarak bitirdin peki, baba? En azından benim önümde yapmasaydın! Veya sadece öpseydin, yalamak ne oluyor? İçeri girerken aniden üstüme küçük bir şey atladı ve bacağımdan tırmanıp omzuma çıktı.

Kyouka: "Buğday seni gerçekten seviyor, benim salak evcil hayvanımın aksine."

Shiro da hemen atladı: "Kime salak diyorsunuz, Kyouka hazretleri? Kutsal bir hizmetkarım ben, evcil hayvan değilim."

Buğday, Erlikli eğitimim için baktığım heybeli sıçanın adı.

"Zeytin'den bayağı endişeliydim ama onunla da iyi anlaşıyorlar, değil mi?"

Buğday: "Vik"

Shiro: "Senden nefret ettiğini söyledi."

Utpa: "Öyle bir şey söylemedi. Köpek Sözü'nü hafife mi alıyorsun, sayın yılan yahnisi?"

Shiro: "Bu şaka bayatlamadı mı artık! Beni yahni yapın da kurtulayım şu şakadan, yeter ya!"

Kyouka: "Sakinleş, stres cildin için iyi değil."

Shiro: "Yılanım ben, farkında mısın? Deri değiştiriyorum?"

Utpa: "Zeytin'in dokunmayacağından emindim zaten, daha çok Shiro'dan yana endişeleniyordum."

Buğday: "Vik"

Shiro: "Sen de sus bir tarlafaresi! Sırf şu ikisi için katlanıyorum sana!"

Anne babamı kastettiği belli tabii.

Utpa: "Haklıymışım. Yalnız... Erlikli eğitimi doğal olarak hayvan beslemeyi içerir ama şimdiye kadar gördüğüm hiçbir Erlikli evi bizimki kadar hayvan parkından hallice değildi."

Kyouka: "Çünkü hiçbir hayvanı kovmuyorsun, onlar da eve yerleşip zamanla evcil hayvanlarımız oluyor. 'Karga kovmak uğursuzluk getirir, süleymancık kovmak evin bereketini kaçırır, yılan ocağın koruyucusudur dokunmayalım, yarasa şeşe kuşunun varisidir lanetlenmeyelim, örümcek peygamberi korudu, kurbağa lanetli ateşi söndürmeye uğraştı, kaplumbağa yeryüzünün yükünü taşır, kurt soyumun hükümdarıdır, tilki kurtların kralına kafa tutup sarayını yaktı takışmayalım...' Her şey için bir bahanen var."

Shiro: "Beni evden kovmak istediğinizi mi duydum, yanlış mı duydum acaba, Kyouka hazretleri?"

Utpa: "Öyle ama... Bu doğanın hanemizi kutsadığı anlamına geliyor, iyi değil mi? Shiro konusunda haklısın ama."

Shiro: "Şimdi böyle bir konuda mutabık olmayın lan! Ayrıca haşere kontrolcüsü olarak kullanılmamızdan ne ben ne de evdeki diğer hayvanlar memnun değiliz, yeri gelmişken belirteyim."

Utpa: "Bir anlaşmamız var. Sinekler ve hamamböcekleri evime girerlerse, zehirli hayvanlar aileme zarar vermeye yeltenirlerse, tarım zararlıları bahçemi talan etmeye kalkarlarsa cezalarını çekerler. Cezalandırma işi de hayvanlar olarak sizin göreviniz. Bu anlaşmayı yaptık, yapmadık mı? Gökbörü'den tut Byakko'ya, Alasığın'dan tut Pegasus'a, Zümrüd-ü Anka'dan tut Mürg-i Süleyman Hüdhüd'e kadar bütün hayvan hükümdarları oradaydı; Etügen, Natıkay, Gaia ve Mikail de oradaydı. Anlaşmanın taraflarından biri olarak benim hükmümdeki siz evcil hayvanlar, hayvanlara ceza vermelisiniz."

Shiro: "Tatava yapma lan! Sadece kendin sinek ve hamamböceklerini görmeye katlanamıyorsun işte!"

Gidip Shiro'nun başını okşadım.

"Annem ve babam sana niye bu kadar kötü davranıyor, abi?"

Shiro güldü.

Utpa: "Gece, lütfen. Evcil hayvanlar ailenin parçasıdır, bunu sana öğreten bendim ama şerefsiz bir yılana abi demeni de istemiyorum. Dayı falan belki."

Shiro: "Hey, o kadar yaşlı değilim! Kyouka beni bulduğunda yumurtadan yeni çıkmıştım, yani ikinizden daha gencim en azından!"

Utpa: "Onu buldun mu? Neden kendi haline bırakmadın?"

Kyouka: "Başıma nasıl bir bela aldığımı bilmiyordum diyelim."

Anne babam cidden Shiro'ya çok kötü davranıyor gibi gözüküyor ama annem her gün işten gelirken Shiro için özel bir şeyler alıyor, babam da kahvaltıda mutlaka bir şeyler veriyor. Aslında bir yılanın domates, salatalık, peynir, ekmek veya onun gibi şeyler yemesinin tuhaf olduğunu fark edeli bile çok olmadı, Shiro ile birlikte yılan belgeseli izlerken fark ettim bu durumun doğal olmadığını. Belgeselin yılanların çiftleşmesiyle ilgili olan kısmıysa... Eh, o kısım gerçekten korkunç bir deneyimdi; her ne kadar kutsal bir hizmetkar olsa da Shiro da bir erkek sonuçta. O da utanıyordur muhtemelen.

Buğday: "Vik!"

Shiro'ya diş mi gösterdin sen? Neden yaptın ki bunu?

Utpa: "Sakin ol Buğday, o sapık yılanın sahibini elinden alacağı falan yok."

Babam bu yana bakmadı bile. Köpek Sözü gerçekten bayağı işlevsel olsa gerek, keşke onu miras alsaydım.

Shiro: "Nerem sapıkmış benim?"

Utpa: "Belgesel desem hatırlar mısın? Kızım sana abi diyor, böyle bir utanca rağmen hem de."

Babam onu nereden biliyor ki? Tılsımdan mı? Ama Shiro sadece bir yılan sonuçta, büyürken üçü de bu konuda başımın etini yediler. "Bazı müstesna özellikleri ve bolca ruhani gücü var ama o sadece bir yılan." Shiro hakkında bunu duyarak büyüdüm ben, tılsım o sebeple etkinleşir mi? Belki bir çeşit bildirim falan göndermiştir, yarı güçte çalışması bir yana boyutu da ayırt edebilmesi lazım. Babam bunu ayarlayacak kadar titiz ve mükemmeliyetçi biri... Şimdi düşündüm de aslında her şeyi aynı sınıflandırsa da şaşırtıcı olmaz, onu bırakıp gideceğimden neden bu kadar korkuyor ki? Bir kez gidersem bir daha asla yüzümü göremeyeceğini falan mı düşünüyor? Annemin ilk sevgilisi olduğunu söylemişti, tekrar yalnızlıktan mı korkuyor ki?

Shiro: "Pisleşecek miyiz yani şaman çocuk? Annesiyle baş başa kaldığınız 'o' zamanlarda nasıl bir kişiliğin olduğunu duysa kızın bir daha yüzüne bakmaz, biliyor musun? Gece, tatlım; babanın üst düzey okul kıyafeti fe..."

"Lütfen, susun artık! Bunu duymama gerek yok!"

Utpa: "Sen sadece on beş yaşında bunca şeyi, bir de o tılsım varken nereden biliyorsun ki ya! Belli bir düzeyde tamam ama..."

"Fetiş fetişisti denecek kadar farklı fetiş sahibi bir babam, sapık bir yılan olan bir abim, ağzını pek sıkı tutamayan bir annem ve bunlar da dahil hiçbir muhabbetten geri kalmayı hazmedemeyen bir en yakın arkadaşım var. Sence nereden biliyorum bunca ayrıntıyı, ha?"

O söz konusu arkadaşımı tanımıyorlar bu arada. Özellikle sakladığım falan yok, sadece denk gelmedi.

Utpa: "Ağzını pek sıkı tutamayan bir annem var ne demek ki? Kyouka'nın böyle şeyler anlatmadığından eminim."

"Uykusunu iyi alamadığı zamanlar ağzından kaçırmaya meyilli oluyor, yeri gelmişken: O sıralarda ben de pek iyi uyuyamıyorum, bilesiniz. Sesiniz ama özellikle annemin sesi çok çıkıyor, yastık falan kullanmayı deneyin."

Utpa: "Kimsin sen, Gece'yi geri ver! Benim sevgili masum kızıma ne oldu?"

Beklemediğim bir tepki değildi tabii.

"Baba, cidden büyüdüğümü kabullenmen gerek."

Utpa: "Büyümedin, öyle olduğunu sanıyorsun."

Bir anda aşırı ciddileşti, işte bunu beklemiyordum.

Utpa: "Sonra yanıldığını anlayacak ve bu kez büyüdüğünü sanacaksın, tekrar, tekrar... İnan bana sevgili kızım, hayat büyüdüğünü sanmak ve o zamanlar aslında çocuk olduğunu fark etmekten ibaret. Yirmilerine gelince ilk aydınlanmayı yaşarsın, sonrasında da belirli aralıklarla buna tekrar edersin."

"Seksen yaşında gibi konuşmaz mısın?"

Utpa: "Çok ayıp! Pansekizlercilik'in kurucusuyum ben! Kam Erlik'le, Kayra Han'la, Sekiz Oğuzların ilk ilterişleriyle muhabbetim var! Biraz bilgeliğim olmalı ama değil mi? Ebeveyn-arkadaş dengesini tutturamadım mı ben?"

Kyouka: "Kendimizi kandırmayalım hayatım: Başından beri öyle bir dengen yoktu."

Annemin babama karşı yaptığı, nazik gülümseme altındaki kırıcı yorumlar benim bile kalbimi acıtırken ona nasıl hissettiriyor acaba?

Utpa: "Sahi, şu arkadaşını bizimle tanıştırmayı düşünüyor musun artık?"

"Özellikle sakladığım falan yok, sadece denk gelmedi."

Utpa: "Ben hep buradayım, bir kez olsun gelmemiş olamaz değil mi?"

"Devamlı olarak bir şeyler yapıyorsun. Sekizler'i bir araya getirmek, Düzen Bürosu işleri, şunlar bunlar... Ben annemin yerinde olsam çoktan boşamıştım seni."

Utpa: "Öyle şeyler söyleme!"

Gülüp geçmesini beklemiyordum ama yine de beklediğimden çok daha büyük tepki verdi.

Kyouka: "Merak etme, seni bırakmayı düşünmüyorum. Kaç yıl oldu ve üç çocuğumuz var ama yine de aşamadın bunu."

Utpa: "Sonuç olarak kararın ne?"

Bana döndü. İç çektim.

"Bilmiyorum."

Kyouka: "İç çekmek..."

"Mutluluğu alıp götürür, biliyorum. Eğitim... Biraz daha düşüneceğim. Belki birilerine sorarım."

Anne babam birbirlerine baktılar.

Kyouka: "Senin çevrende hep evsel eğitim olanlar var. Ha, şu simyacıya ne dersin? Kütüphanede karşılaştığımız?"

Utpa: "Kızlarımdan birinin golem, tulpa ve kimera haremine sahip bir sapıkla aynı ortamda bulunmasını istediğimi sanmıyorum."

Kyouka: "O çocuk nasıl o hale geldi?"

Utpa: "Sen beni kurtarmasaydın ben de o hale gelebilirdim ama bu konuyu bırakalım artık. Enderun, enderun... Neyse ne, Büyük Kütüphane zamanı yaklaşıyor. Orada illaki danışacak birileri çıkacaktır."

"Başından mı savdın? Peki, yarın eve bir sevgili getiriyorum, görürsün sen!"

Utpa: "Marketten alabileceğin bir şey olmadığının farkında mısın? Gerçi özel olarak başka birini isteyenler haricinde seni reddedecek biri olduğunu da sanmıyorum ama konumuz bu değil!"

Kyouka: "Öyle mi? Hangimiz daha güzeliz, seçimini yap!"

Utpa: "Öz kızını mı kıskanıyorsun? Ahahaha! Sevimli, çok sevimli!"

"Fingirdeşeceksiniz odanızda yapın."

Utpa: "Ergen tribi yapma bana! Tamam, Enderun'da hocalık yapan ama kendisi evsel eğitim almış birini tanıyorum. Pek muhabbetim yok ama en azından fikir vermende yardımcı olur, her iki eğitimin de iyi ve kötü noktalarını fark edebilecek bir konumda olduğundan... Hatta Okunga'da eğitim alıp evsel eğitimler için hocalık yapan biri vardı Yıldız Nesli'nde, tanıyorsa onu da çağırırız."

"Peki, peki... Tılsımı da al, lazım olur."

Babam şaşkın şaşkın yüzüme bakıyor, paha biçilemez bir an.

Utpa: "Tamam, pes ettim. Sadece kötü niyeti engelleyecek şekilde çalışmasını sağlayacağım, saf duygulara karşı gelmeyecek. Öyle olur mu? Her zaman seni korumak için orada olmayacağım."

"Puklinya'da ya da Erliklilerin arasında olduğum sürece Utpa'nın kızı Gece Sora olmak beni korumaya yeterli bence. Fark etmemiş olabilirsin ama epey meşhursun."

Utpa: "Kötü niyet insanın bedenini ele geçirmişse karşısındakinin kim olduğunun önemi yoktur. Özellikle 'o' uzuv, senin düşündüğünden çok daha basit ama çok daha güçlü bir şey; merak etme, kötü niyet olmadığı sürece etkinleşmeyecek. Yani... Ah, hayır, bunu söylemeyeceğim!"

Ne söylemeye çalışıyordu ki? Annem pis pis sırıttığına göre babamın ne söylemeye çalıştığını anladı ve yanıma geldi.

Kyouka: "Sen de istediğin sürece her şeyi yapabileceğin şekilde ayarlayacak."

"Her şeyi derken?"

Gerçekten anlamıyorum.

Kyouka: "Ben ve baban gibi olmak istediğin birini bulursan olabilirsin, bu anlama geliyor."

Babam içeriden bağırdı.

Utpa: "Kyouka, ne anlatıyorsun ona? Öyle şeyler söyleme!"

Ha, kastettiği buydu demek.

Kyouka: "Bu arada tılsım seni sadece o türden kötü niyetten değil her türlü kötü niyetten koruyor; kapkaç, öldürme, zorbalık... Asıl amacına çok odaklandığından fark etmemiştin değil mi?"

Etmemiştim.

Diğer Bölümler İçin

28 Ekim 2020 Çarşamba

Ejderha ve Mühür ~ 12+1. Bölüm ~ 1. Ekstra: Sekizler Parşömeni

Diğer Bölümler İçin

(Utpa'nın yazdığı "Sekizler Parşömeni'nin Üstünkörü İlk Çevirisi" kitabından alıntıdır, daha sonra ayrıntılı, yorumlu ve tasvirli olarak "Sekizler Aşireti ve Erliklilerin Gizli Tarihi" adlı çeviriye temel hazırlamak için yazıldı)


Sekizler Yıldızı (Yılankavi, Sekizler Aşireti ve Erliklilerin Gizli Tarihi)

Wu Gu Si (Oğuzlar) arasından, Bo Yan Dou Er'e (Bayındır boyu) bağlı Zhe Qi Si (Buraya Çince çevirisini eklemişler: Sekizler) aşireti derin bir şekilde kara büyüyle uğraşır. Aşiret kendi içinde Teng Li Guo (Tengri-Gök) ve Er Li Ye (Erlik-Yer) diye iki kısımdır. Er Li Ye, Zhe Qi Si'nin yöneticileridir, Teng Li Guo'dan olanlarsa asker ve hizmetkârdır. Teng Li Guo'yu Kan Teng Li (Kam Teñri) soyundan Yu Mai Lie (Umaylı) ailesi yönetir, Er Li Ye'nin yöneticileri olan ve Kan Teng Li'nin küçük kardeşi Kan Er Lie (Kam Erlik) soyundan gelen Er Lie Ren (Erlikli) ailesine en sadık olanlar bunlardır. Zhe Qi Si'nin başına Ba Xi Han (Baş Han veya Başkan? Muhtemelen Baş Kam) denir, 2. mühür olan Toprak Mührü'nün sahibidir. Yu Mai Lie'nin lideri, 1. mühür olan Gökyüzü Mührü'nün sahibidir. Yu Ghe Tie (Ülgenter) ailesinin başı 3. Mühür olan Su Mührü'ne, Sho Lu Mi Sa (Şolomsoy) ailesinin başı ise 4. Mühür olan Ateş Mührü'ne sahiptir. Ateş mührü en güçlü olan ve her şeyi yok edebilecek mühürdür, zaten o yüzden Sho Lu Mi Sa, Er Li Ye'den olmasına rağmen en isyankâr ailedir. Yine de en güçsüz olan Toprak Mührü olmadan diğer mühürler önemini yitirir ve hem kontrolden çıkar hem de doğru düzgün kullanılamazlar, o yüzden Er Lie Ren, Zhe Qi Si'yi yönetmeye devam ediyor. Her mührün sahibinin üç koruyucusu olduğuna inanırlar, bunlara Ba Sa Teo Ke Gi ("Basat Turgağı" Bir de Çince çevirisini eklemiş: Mühür Muhafızı) Zhe Qi Si içindeki her kolun görevleri vardır, bunlar şöyledir:

ER Lİ YE'DEN OLANLAR

Er Lie Ren: Toprak Mührü'nün sahipleridir. Ba Sa Teo Ke Gi'lerinden (Basat Turgakları) biri toprak tanrıçası Tao Bu La A Na'dır (Toprak Ana, muhtemelen), diğer Ba Sa Teo Ke Gi'leri bilinmemektedir. Er Li Ye'yi, dolayısıyla Zhe Qi Si'yi yönetirler. Sembolleri Zhe Qi Si yıldızının tepesindeki ters güvercindir. Er Lie Ren'den olanlar hayvanlarına ve kölelerine sekiz köşeli yıldız içinde ters güvercin damgalarlar, bayrakları da budur, siyah zeminde altın renklidir.
Sho Lu Mi Sa: Ateş Mührü'nün sahipleridir. Ba Sa Teo Ke Gi'leri Işığın Elçisi Zhe Du Xi (Zerdüşt?), Tanrı'nın Elçisi Su Rei Man (Hz. Süleyman) ve ateş tanrısı Wu Du Han'dır ("Ateş tanrısı" dediğine göre Odhan, yani Od Ata olsa gerek). Zhe Qi Si içinde kâtip ve tercüman görevindedirler. İç çemberin iç ortasındadırlar. Sembolleri Zhe Qi Si yıldızının solundaki sola bakan ateştir. Sho Lu Mi Sa'dan olanlar hayvanlarına, kölelerine ve kitaplarına altı köşeli yıldız içinde sola bakan ateş mührü damgalar, bayrakları da budur, mavi zeminde beyaz renklidir. Ye Ti Wu Ren Qia'dan (Yeti Urunça, Çince çevirisini eklemiş: Yedi Emanet) Hiu Hiu (Hüthüt) tüyünden defterin sahipleridir. Bu defterin Kaderin Yazıcısı olan meleğe ait olup gerçekliği değiştirebildiğine inanırlar.
Fe Si Yue Liu (Yafesoğlu): Zhe Qi Si içinde eczacılık, şifacılık, zehircilik ve en yoğun olarak simyayla uğraşırlar. Kızıl saçları ve gümüş rengi gözleri olan nadir görünüşlü bir ailedir. İç çemberin dış ortasındadırlar. Sembolleri Zhe Qi Si yıldızının sol altındaki yang'dır. Fe Si Yue Liu'dan olanlar hayvanlarına, kölelerine ve yer altını kazarak kurdukları atölyelerine sekiz köşeli yıldız içinde yang damgalar, bayrakları da budur, kırmızı zeminde gümüş rengidir. Zehirci oldukları, yer altında yaşadıkları ve kılıç ya da ok kullanmadıkları için diğer Zhe Qi Si onları korkaklıkla suçlar. İç çemberin dış ortasındadırlar. Ye Ti Wu Ren Qia'dan Meng Sui (Bengisu) taşının sahipleridir, bu taşın eritilebildiğinde ölümsüzlük iksirine dönüşeceğine inanırlar.
Qian Li Jie (Kanlıca): Zhe Qi Si içinde infazcı ve muhafız görevi üstlenirler. Zhe Qi Si içinde bunların geri kalan hepsinden daha kızıl tenlerinin aktıkları kandan kaynaklandığı, sarı saçlarının ve mavi gözlerinin de günahlarının bağışlanması için Göklerin Tanrısı'yla (Kastettiği muhtemelen Göktengri) anlaşma yaptıklarının kanıtı olduğu söylenir. Sembolleri Zhe Qi Si yıldızının sol üstündeki yukarı bakan Tie-Li (Türk) kılıcıdır. Qian Li Jie'den olanlar hayvanlarına, kölelerine ve silahlarına sekiz köşeli yıldız içinde yukarı bakan dao (eğri kılıç) damgalar, bayrakları da budur; siyah zeminde kırmızı renktir. İç çemberin en dışındadırlar. Ye Ti Wu Ren Qia'dan Gu Du Lu Ki Lie Qi'nin (Kutlu Kılıç) sahipleridir, bu kılıcın gerçekliği bile kesebileceğine ve ölüm meleklerinin kralı olan A Li Die Qi Han'a (Aldaçı Han, başka bir deyişle Azrail) ait olduğuna inanırlar.

TENG Lİ GUO'DAN OLANLAR
Yu Ma Lie: Gökyüzü Mührü'nün sahipleridir. Ba Sa Teo Ki'leri Bai Yu Li Gen (Bay Ülgen), Jie Bi Rei Li (Cebrail) ve Tanrı'nın elçisi Yi Di Rei Si'dir (Kam Teñri soyundan Kam Ulgan'a göre Hz. İdris). Teng Li Guo'yu yönetirler ve Er Lie Ren'in en sadık hizmetkârlarıdır. Ba Xi Han'ın en yakın adamları daima bu koldandır. Sembolleri Zhe Qi Si yıldızının altındaki güvercindir. Yu Ma Lie'den olanlar Er Lie Ren'in hizmetkârları olduğunun kanıtı olarak sol ellerinin üstüne sekiz köşeli yıldız içinde ters güvercin, sağ ellerinin içineyse Teng Li Guo'yu yönettiklerini hatırlatmak için altı köşeli yıldız içinde düz güvercin damgalarlar. Sol ellerindeki güvercin sola, sağ ellerindeki sağa bakar. Sağ ellerindeki damga ayrıca bayrakları olup yeşil zeminde mavi renktir. Dış çemberin en içindedirler. Ye Ti Wu Ren Qia'dan Bi Ren Sa Ba'nın (Evren sopası; daha doğrusu ejder asası) sahipleridir. Bi Ren Sa Ba, şekli bir yılana benzeyen bir ağaç dalıdır ve bu dalın insanların iradesine hükmedebildiğine, yaratılan her şeyin ilki olan Kayra Han'a, Göklerin Tanrısı'nın sağ koluna ait olduğuna inanırlar.
Yu Ghe Tie: Su Mührü'nün sahipleridir. Ba Sa Teo Ki'leri Cang Long (Gök mavi ejder, Uzakdoğu'nun dört hayvan hükümdarından sürüngenlerin kralı), Ay'ın kralı Ai De De (Ay Dede) ve çimenlerin bilgesi Hiu Zhe Er'dir (Hızır?). Dış çemberin iç ortasındadırlar. Zhe Qi Si içinde aşçı, çiftçi ve terzi görevi görürler. Onlar olmadan aç ve çıplak kalacakları için bütün Zhe Qi Si, Yu Ghe Tie'den olanlara saygı duyar; ayrıca Yu Ghue Tie kadınları Er Lie Ren'den erkekler, Yu Ghue Tie erkekleri de Yu Ma Lie'den kadınlar arasında oldukça hoş bulunup gözdedir. Sembolleri Zhe Qi Si yıldızının sağ tarafındaki sağa bakan ateştir. Yu Ghe Tie'den olanlar hayvanlarına, kölelerine ve orak, balta gibi el aletlerine sekiz köşeli yıldız içinde sağa bakan alev damgalar, bayrakları da budur; yeşil zemin üstüne kırmızıdır. Ye Ti Wu Ren Qia'dan E Li Die Ba Xie'nin (Altın başak) sahipleridir. E Li Die Ba Xie altından yapılmış bir buğday figürüdür, insanların kurduğu ilk tarlanın ekinlerinin koruyucu ruhu (Ekin Anası) tarafından dikilen ve insanların yediği bütün buğdayların ilki olan ekinin altına dönüştürülmüş hali olduğuna, devasa kıtlıklar ve benzeri durumlarda her biri bir üzüm tanesi kadar olan altından tohumlarının ekildiğinde kırk farklı sebze, kırk farklı tahıl ve kırk farklı meyveyle kutsanacaklarına inanırlar.
Kam Utpa tarafından Sekizler Parşömeni'ne göre tasarlanmış Günseyit sancağı (Yılankavi, "Erlikliler ve İslam," Sekizler Aşireti ve Erliklilerin Gizli Tarihi)
Alttaki yazı: "La feta illa ali la seyfe illa zülfikar"
"Kam Teñri soyundan Gündoğdu oğlu Kam Ulgan'a göre alttaki yazı muhtemelen Fetih suresinden bir bölüm ya da ailenin Hz. Hüseyin tarafından gelen şeceresiydi; yine de ben, Kam Erlik soyundan Başkam Afşin oğlu mahlası Yılankavi nam Kam Utpa, bunu uygun gördüm. Şayet Sekizler yeniden birleşir ve Günseyitlerin de Erlikliler gibi sancaklarının bilgisini kaybetmiş olduğu görülürse onların tamgasısının bu sancak olarak atanması en makbulü olacaktır." (Yılankavi, "Erlikliler ve İslam", Sekizler Aşireti ve Erliklilerin Gizli Tarihi)
Guo En Sei (Günseyit): Dış çemberin dış ortasındadırlar. Zhe Qi Si içinde adalet sağlayıcı, kural koyucu ve uygulayıcı görevi üstlenirler. Koyun postundan kürklü başlıklarının tepesi kınalı olup kürk kısmı tilki kürkünden yapılır ve daima kırmızı, beyaz ve yeşil giyinirler. Sembolleri Zhe Qi Si yıldızının sağ altındaki Tie-Li kılıcıdır. Guo En Sei'den olanlar hayvanlarına, kölelerine ve arazilerine sekiz köşeli yıldız içinde ucu ikiye ayrılmış, büyük ve eğri bir kılıç damgalar, bayrakları da budur; beyaz zemin üstüne kırmızıdır. Bayraklarının üst kısmında, Zhe Qi Si'nin kullanmadığı bir dilde üç yazı ve alt kısmında o dilde bir cümle vardır (O üç yazı muhtemelen Arapça olarak yazılmış Allah, Muhammed, Ali lafzları ve alttaki de bir ayet veya hadis ama hangi ayet ya da hadis olduğunu tahmin edemem elbette). Ye Ti Wu Ren Qia'dan şifa taşının sahipleridir. Yeşil renkli bu taşın tüm hastalıkları iyileştirebileceğine ve herhangi bir halkı yok oluştan koruyabileceğine, bu yüzden de Göklerin Tanrısı tarafından saklandığına ama yeraltının kralı olan Er Lie Han (Erlik Han) tarafından bulunup el konulduğuna, sonrasında da Göklerin Tanrısı'nın elçisi Ya Bo La Han'ın (Hz. İbrahim) Er Lie Han tarafından Baş Şeytan Ye'ye (Yek, yani İblis, Şeytan-ı Racim, Lucifer, vesaire vesaire...) emanet edilmiş bu taşı çalıp soyuna emanet ettiğine, elden ele aktarılarak bugüne geldiğine inanırlar. Er Li Ye'den çoğu kişi taşın bir yerlerde kaybolduğuna ya da farklı bir soy tarafına emanet edildiğine ve Guo En Sei'in Yu Ghe Tie tarafından Zhu Fe Ka Sa Du Kho Jie'den (Zülfikar Saltuk Hoca) değil, Tanrı'nın elçisi Mu Han Mo De (Hz. Muhammed) tarafındaki atalarından geldiğini söyledikleri taşın sahte olduğuna inanır, yine de taşın yeterince güçlü olduğunu kabul ederler.
Jie Die Li Shi Liu (İlterişoğlu): Dış çemberin dışındadırlar. Zhe Qi Si içinde elçi ve karşılayıcı görevi üstlenirler. Jie Die Li Shi Liu'dan olanlar, Zhe Qi Si'nin dışarıya gösterip dışarıyla iletişim kurduğu yüzüdür. Ke Han (Kağan), Jie Die Li Shi Liu ailesinin başını Zhe Qi Si'lerin beyi ilan etmiştir. Jie Die Shi Liu'nun sembolü Zhe Qi Si yıldızının sağ üstündeki yin'dir. Jie Die Li Shi Liu'dan olanlar hayvanlarına, kölelerine ve çizmelerinin altıyla atlarının nallarına sekiz köşeli yıldız içinde yin damgalar, bayrakları da budur; sarı zeminde siyahtır. Yürüdükçe toprakta sembolleri çıkar, atları koştukça toprakta sembolleri çıkar. Zhe Qi Si içinde bu davranışın Kan Er Lie'nin emanetine saygısızlık olduğu görüşüyle aşağılanırlar. Ye Ti Wu Ren Qia'dan Lie Ba Die La'ya (İlk Bayrak) sahiplerdir. Lie Ba Die La, Zhe Qi Si yıldızını içeren bir bayraktır. Kırmızı zemin üstünde beyaz renkte Zhe Qi Si bulunurken bayrağın üstü mavi renkteki güneşlerle, alt kısmı da yeşil renkteki hilallerle kaplıdır. Bayrağın uç kısmı altından, gümüşten, demirden, tunçtan ve bakırdan püsküllerle süslü olup kayın ağacından bir tuğun ucundadır.
Kam Utpa tarafından İlk Bayrak temel alınarak tasarlanmış Yeni Sekizler sancağı.
"Eğer Sekizler Birliği, yeni dünyaya uygun olarak yeniden kurulursa sancağı bu olmalıdır. İlk Bayrak bir sembol ve anı olarak kalmalı, kopyalanmamalıdır. Muhtemelen Sekizler Aşireti'nin kullandığı sancak bile İlk Bayrak ile aynı değildi ki İlterişoğulları, Kam Erlik'in emanetine hıyanet ile suçlandı. (Ayrıntı için: Sekizlerin Görünür ve Görünmez Liderleri Üzerine). Zamanın, izleri Erlikliler için silinmiş Sekizler Aşiretinin sancağı muhtemelen sadece kırmızı zemin üstüne mavi, beyaz ve yeşil renklerden oluşuyordu; Parşömen'e rağmen ise İlk Bayrak'ın o kadar sade olduğundan hem benim hem de danıştığım şu kişilerin feci şüphesi vardır: Kam Teñri soyundan Gündoğdu oğlu Kam Ulgan, Kam Erlik soyundan Kurt Nesli'nden Başkam Afşin kızı Yaprak, Kam Erlik soyundan Akrep Nesli'nden Otacı Ceren kızı Kardelen, Japonya'nın kadim şaman soylarından olan Mizu-no-Miko (Sular rahibesi) soyundan Ai kızı; Kam Erlik'e Kam Utpa üzerinden bağlanan Kyouka, Puklinya Düzen Bürosu'ndan Vikan Hayk, Kam Erlik soyundan Kurt Nesli'nden Başkam Orhan oğlu Başkam Afşin, Kam Erlik soyundan Kurt Nesli'nden, Keltlerin ilk kralı Arthur'un başbüyücüsü, druidlerin en üstünü, Stonehenge'in mimarı Merlin'in torunu Dr. Çınar kızı 'Şamandan Çok Druid' Ayçiçek." (Yılankavi, "Sekizlerin Birleşmesi ve Yeni Bir Başkam Yapılanması Üzerine: Yeni Sekizler ve Erliklilerin İlteriş Başkamı", Sekizler Aşireti ve Erliklilerin Gizli Tarihi)

27 Ekim 2020 Salı

Ejderha ve Mühür ~ 12. Bölüm: Mührün Gerçek Doğası


Merhaba, ben Utpa. En sonki anlattıklarımın üstünden epey geçti. Sizin için belki geçmemiş olabilir, benim için geçti. İhtiyar Ulgan'ın angaryaları, mühür soruşturması, Kyouka ile aynı evde yaşamaya başlamamız, Düzen Bürosu'nun işleri falan derken biraz meşguldüm. İkimizin evi de tek kişilik olduğundan Ulgan dedenin yardımlarıyla bir ev alıp taşındık. Ona uyan aklımı sikeyim, evin yarısını ben inşa etmek zorunda kaldım, geri kalanın da yarısını yıkıp yeniden yapmamız gerekti. Yani evin sadece %25'ini satın almak için tamamının parasını ödedik. Donşian mimarisi ile yapılmış bir bina, aslına uygun olarak yeniden yaptım tabii. Umaylı ailesinden birine aitmiş daha önceden. Shiro da bizim eve taşındı, "Emekli olduğunu" iddia ediyor. Daha önce emekli olan bir hizmetkâr hayvan duymamıştım ama neyse. Jinsan-no-kami kapıma gelip beni kendisinin başını sake ve sakura yaprağı kullanılarak kutsanmış som altın bir katanayla kesmeye zorlayacak kadar kızdırana dek Shiro'yu sineye çekmeye karar verdim. Zeytin ile epey iyi anlaştılar, bir de uzak tutmamı söylüyordu. Ha evet, kedim adının Zeytin olduğunu iddia ediyor, kim koymuş belli değil. Tekir kedinin adı Zeytin mi koyulur lan? Kendisi de yarı yabanilikten çıkıp bana ve Kyouka'ya epey alıştı ama diğer insan ve insan doğalı varlıklara (yani yaratık ve ruhlara) karşı hâlâ tetikte. Ben de Kyouka da büromuzda biraz daha üst düzey, bir çeşit kıdemli, haline geldik; dolayısıyla Kyouka için orada devamlı bulunması gerekmediğinden, benim için zaten pek de gerçek bir iş yapmadığımızdan halihazırda -Puklinya'daki çoğu büro da dahil- birçok yere göre daha gevşek olan mesai saatlerimiz daha da gevşedi. Esnemek değil gevşemek diyorum çünkü olması gerektiği gibi işliyor: Uzamıyor, kısalıyor. Onun dışında bir kızım oldu, adı Gece, daha doğrusu Gece Sora. Sora Japonca "Gökyüzü" demek. Parlak siyah saçları var, aynı annesi gibi. Annesinin Kyouka olduğunu belirtmeye gerek duymuyorum. Ne? "Bunun için meşgul değilmişsin ama" mı? Karımla ne yapıp ne yapamayacağımı size mi soracağım ulan! Ayrıca çocuk isteyen Kyouka'ydı zaten, istemediğimden değil ama biraz daha beklemeyi düşünüyordum. Neyse, birkaç deneme sonrası benim saç rengim hakkında Ulgan dedenin haklı olduğunu teyit ettim, cidden yeşilmiş. Gece'nin saçları da belki yıldızlarla parlayan gece gökyüzü gibidir, adını da buradan alıyor zaten. Şimdilik çok küçük olsa da büyüyünce dünyanın en güzel kızı olacağı çok belli; büyüyüp genç bir kız olunca erkekleri ve lezbiyenleri uzak tutacak bir tılsım vereceğim kendisine. Tabii bunun korunma tılsımı olduğunu söylerim herhalde, yalan değil sonuçta. Ciğerlerini bilirim ben o şerefsizlerin! Biz de genç olduk. Kimsenin Gece'yi üzmesine izin vermem. İhtiyar Ulgan, Gece'nin herhangi bir mühre sahip olmadığını söyledi; mührün genetik olduğundan eminim. Bugüne dek hep ebeveyn-çocuk şeklinde taşındı. Sanırım bu, "plan"da (kozmik plan, Tanrı'nın planı, kader... Ne derseniz artık) başka çocuklarım da olduğu anlamına geliyor. Sahi, Gece kanıbozuk olarak sınıflandırılmıyor. Hem ben hem de Kyouka yönünden şaman kanı taşıyor, ayrıca "iç millet" sistemine göre kabul edilebilir bir melezliği var. Erlikliler milletleri sınıflandırır ve bunlardan bazılarını gerekli durumlarda tek millet sayabilecek şekilde içten dışa tablolar oluştururlar. Tabii aynı sistem, bazen teknik olarak aynı milletten olanların ve hatta annesi de babası da Erlikli olanların bile kanıbozuk olarak sınıflanmasına da sebep olur. Kişinin kendisi ve ebeveyninin kendi nesli, neslinin de Erlikli sülalesi içindeki konumuyla ilgili biraz. Örneğin aile içinde pek de ciddiye alınmamasının hıncını on iki farklı karanlık varlığa (hepsi bilinmese de biri Şeytan-ı Racim'in kendisi, biri Erlik Han, biri de Fenrir; bu üçünden eminiz) dokuzar kurban vermek adına aile içi katliam yaparak alan Şeytan Murat'ın annesi de babası da Erlikliydi ama kanıbozuk olarak sınıflanıp davranılıyordu. Mühür araştırmasında pek bir sonuç elde edemedim. Normalde tam tersi olur, en azından filmlerde, dizilerde falan öyle gördüm ve ilişki konusunda benim gibi tecrübesiz ve şanstan yoksun olmayan birkaç kişiden öyle duydum ama evliliğimizde gün geçtikçe Kyouka'ya kör kütük aşık oldum, ondan uzak geçirdiğim saniyeler kalbimi sıkıştırıyor; kendisiyse "düşündüğüm kadar katlanılmaz biri olmadığımı" söylüyor ("İşe gitmek için erken uyandığında gerçekten öylesin ama" demeyi ihmal etmiyor gerçi) ama bir türlü sadece nazik olduğu için böyle söylediğinden başka bir şeye inanamıyorum. Hayır, sevgisinden şüphe etmiyorum; sadece katlanılabilir biri olmam namümkün, bunu iyi bildiğimden o dediğine inanamıyorum. Bir kişinin katlanılmaz olması ona romantik hisler besleyemeyeceğin anlamına gelmiyor sonuçta. Cidden çok tatlı ya! Gece de aynı ona benziyor, gözlerinin çekikliği Kyouka kadar fazla değil sadece. Bana benzemediği için şükrediyorum, inşallah oğlum olursa o da benim gibi görünmez. Sonuç olarak mührü araştırmaya devam ediyorum. Bu şehirde hangi taşı kaldırsam altından sekiz isim çıkıyor, biraz geç olsa da bunların şehrin -muhtemelen eski merkezi olan- dışa yakın kısımlarında bir yerde bir feng shui sekizgeninde yazan isimler olduğunu fark ettim. Harfler Çince olduğundan pek okuyamamıştım ama Kyouka yardımcı oldu. Bu arada harfler Çince değilmiş. Yok, öyle değil; Çin harfleri ama okunuş kuralları Japonca'ya göreymiş, Kyouka -aldığı tapınak hizmetçisi eğitimi gereği- Antik Japonca bildiğinden epey yardımı dokundu. Ben Çince kurallarına göre okumaya çalıştığım için bir türlü çözememiştim. Söz konusu feng shui sekizgenine genelde dikilitaş denir ama belime bile gelmiyor, Kyouka için daha uzun tabii ama onun için de okumak için uzanmasını gerektirecek bir şey değil. Ah, o bahsettiğim isimler şunlar: Erlikli, Umaylı, Ülgenter, Şolomsoy, Yafesoğlu, Günseyit, İlterişoğlu, Kanlıca. Ben Çince okumaya çalıştığımdan elimde Yīng-lì, Wǔ-rù Liú, Yǔ-yán Zhào-rù, Zhū-lùn Cū-yī, Shǐ-bù Sēng-rù, Niú-yùn Xìng-dù, Jūliú Tiánjū Shǎng-liú, Fǒu-liú Xié şeklinde isimler kalmıştı. Aslında bunları Türkçeye çevirmeye çalışmış, sonucunda daha da saçma şöyle bir sonuç elde etmiştim: Yinli/Yenili, Urulu/Oralı/Vurulu, Yansarı, Sülüncü, Şemssenli, Neyşimdi, Çullutanjuşanlı, Fillice şeklinde. Tahmin ve okunuşu uydurmaya çalışmakla anca bu kadar oluyor, o yüzden yıllardır Batur (Batır, Bağadur, Bahadır) Tanju'ya Mete Han diyoruz.

İlginç bir şekilde bu ailelerin hepsi birbiriyle bağlantılı. Ülgenter, Kam Erlik ve Kam Teñri'nin kız kardeşi Kam İlay soyundan geliyormuş. Nihayet normal bir isim. Şolomsoylar Hz. Süleyman'ın soyundan geldiklerini iddia eden bir aile, ayrıca aforoz edilmiş bir Erlikli olan Sarı Konrul'un kanını taşıyorlar. Yafesoğlu ailesi hakkında sadece Umaylı ailesinden aforoz edilmiş Korkak Bahadır'la bir ilgileri olduğunu bulabildim ama ne tür bir ilgileri olduğu bile belli değil. Günseyitler ise bir taraftan Hz. Hüseyin'in soyundan gelen, diğer tarafı ise bir Ülgenter olan Zülfikar Saltuk Hoca tarafından kurulmuş bir aile, kendi kendini aforoz etmiş anladığım kadarıyla. Neden öyle bir şey yaptığı hakkında bir fikrim yok. İlterişoğulları ve Kanlıcalar, Kam Erlik'in amcasının soyundan gelen aileler; İlterişoğulları Kam Aysu, Kanlıcalar ise Kılıç Toñrıl soyundan. Dikilitaşın tepesinde bekliyorum, yağmur yağacak. Kara bulutlar var ve etraf yağmur gibi kokuyor. Fark etmiş miydiniz bilmiyorum ama yağmur havasının kendine özgü bir kokusu vardır, yağacağını belli eder. Dikilitaşın her tarafını iyice aramak için buradayım, üstüne bu isimlerin hem de Antik Japonca olarak yazılması çok şüpheli. Teftişe başladığım kuzey yönünü elimle yoklarken Düzen Bürosu'nun Erlikli ve Umaylılarla ilgili kayıtları aklıma geldi, diğer ailelerle ilgili pek bir şey yok. Çiseleyen yağmurun ilk damlaları kafama düşüp beni kapüşonumu çekmeye zorlamasıyla doğu kısmında bir kapakçık bulmam bir oldu. Teşekkürler, Zada Han! Teşekkürler, Başmelek Mikail! Kapakçığın içinde birkaç parşömen var, ıslanmasın diye orada bırakmak üzereydim ama sonra yazısız dış kısımlarındaki belli bir şeyi fark ettim. Parşömenleri orada açıp en önemsiz gibi görünenle bir deneme yapmaya karar verdim. Sağ elimi parşömene doğru uzattım ve birkaç isim fısıldayıp parşömenin yandığını hayal ettim. Eski tarz büyüler uygulama yoğunlukludur ama modern büyüde hayal gücü her şeydir. Fısıldadığım isimler ateşle ilgili, ateşin gücünü artıracak isimlerdi: Zümrüd-ü Anka, Prometheus, Od Ana, Luciel (Şu geçen gün tanıştığım tuhaf semender)... Aslında bir dizi büyülü söz ile işe girsem daha iyi olurdu ama şimdi ona vaktim yok, parşömeni gerçekten yakmaya da niyetim yok; sadece bir deney yapıyorum. Tam tahmin ettiğim gibi parşömenin dışındaki, kırmızı mürekkeple, çember içinde kalacak şekilde yazılmış yazı mavi-yeşil parladı ve söndü, amacıma ulaştım. Parşömenleri korumak için bir büyü bu, birden fazla dil kullanıldığı ve hem büyünün gücünü artırmak hem de çember içinde kalması için hatlı yazıldığından okuyamıyorum ama Arapça ve İbranice var içeriğinde, bir de sanırım Eski Uygur Alfabesi'yle bir şeyler yazıyor. Okumayı bırak ayırt bile edemediğim birkaç dil daha var tabii. Yazılar dışındaki semboller ve genel kompozisyonsa bunun temel bir koruma tılsımı olduğunu gösteriyor. Ateş, su (ve nem), böcekler ve belki birkaç şey daha; yazıya ve kağıda zarar verebilecek temel şeyler. Parşömenleri alıp köpüşonlumun iç cebine tıktım. Eve döndüğümde Kyouka üstünde önlükle (Tabii sadece onunla değil) beni kapıda karşıladı. Gelmemi bekliyormuş gibi göründüğünden bir şey demesine fırsat vermeden konuştum.

"Lütfen 'Yemek mi istersin, duş mu, yoksa...' olayına girme."

Kyouka'nın hafiften morali bozuldu gibi.

Kyouka: "Hoşlanmaz mısın?"

"Yo', aksine çok hoşuma gider. O kadar severim ki kalp krizinden ölürüm!"

Kahkahalarımız birbirimizin yüzünde patladı. Ben bu cevabı onu kapıda görür görmez düşünmüştüm, belli ki o da bütün senaryoyu benim bu cevabı vermem üzerine kurmuş. Bir süre kapıda bekledikten sonra dayanamadım.

"Eee... İçeri girmeme izin verecek misin acaba, sevgili eşim? Islanıyorum da çünkü."

Kyouka: "Pft."

Gülünecek bir şey söylememiştim halbuki.

Kyouka: "Özür, özür... Gel hadi."

İçeride, pencerenin önünde bir kupa kahve vardı. Cafe au lait, muhtemelen. Ben latte tercih ederim gerçi.

"Yağmuru mu izliyordun?"

Kyouka kafa salladı, sonra da pencerenin önüne çektiği sandalyeye oturdu. Kapüşonlumu asıp parşömenleri masaya çıkardıktan sonra bir kutu soğuk çay alıp Kyou'nun karşısına geçtim. Sıcak bir şeyler tercih ederdim bunun için aslında ama yeterli vaktim yok, yağmuru izleyen Kyouka çok tatlı, bunu kaçıramam.

Kyouka: "Bir şeyler buldun mu bari?"

"Dikilitaş'tan parşömen çıktı, daha okumadım. Şu sekiz aile cidden sinir bozucu, dördün katı olması daha da sinir bozucu."

Kyouka: "Ölümün sayısı... Ama sadece Uzakdoğu için, seninle ne ilgisi var ki?"

"Kültür bütündür, insanların inşa ettiği bütün o kültürler ve bütün o diller eski hafızayı hâlâ taşıyor. Avrupalılar kara kedilerin yüksek büyüsel aurasını yanlış yorumladılar, aslında sizde olduğu gibi uğur getirmesi ve Orta Avrupa'da olduğu gibi uğursuzluk getirmesi çelişki ve fark değil, hafızanın eksik yönlerinin farklı şekilde tamamlanması... Ya da eksik tecrübe. Babilliler büyüyü eşlerin arasını bozmak için kullanıyorlardı, o yüzden Ortadoğu'da inançtan bağımsız olarak büyü olumsuzlandı. Orta Asya'da kötülüğü defetmek için kullanılıyordu, o yüzden inanç değişip yasaklansa bile kullanımı ve bağlılığı devam etti. Düğünümüzdeki kırmızı kurdele de aynı: Kökeni aynı olsa da yorumlama farkı zamanla ikisinin anlamını ve davranış şeklini tümüyle değiştirdi. Biz günümüz insanları şekle ve parçalara takmış durumdayız, halbuki bütünün özü birdir ve öz doğru oldukça şekil kendi kendini düzeltir. Demişken... Soyadın biraz tuhaf değil mi? Mizu-no diye ayrılıyor ve No hiraganasının köken kanjisi kullanılıyor, adın 'Suyun Kayısı Çiçeği' demek yani. Nori ya da söğüt falan olsa daha mantıklı olmaz mıydı?"

Kyouka: "Yanagi'nin isim olarak verilen bir şey olduğunu sanmıyorum ama evet, su konseptine daha uygun bir ismim olmasını isterdim. Şey, soyadım... Aslında takip edilebilen en eski atamdan, Mizu-no-Miko'dan geliyor."

"Su rahibesi? Anne tarafın değil miydi o?"

Kyouka: "İlginç bir tesadüf var ki... Miko doğal olarak bir kadındır, dolayısıyla gücü miras alan da onlardır. Baba tarafım... Mizu-no-Miko'nun oğlunun soyundan geliyor, güç falan miras almadığı için bunun bir önemi olmasa da soyadı olarak kullanılmış."

"Miras almadıkları gücün adına mı çöktüler? Baba tarafından ataların yakuza falan mıydı?"

Kyouka: "Sanmam."

Şaka yapmıştım ama gayet ciddi cevapladı.

"Gece Mizu-no-Miko güçlerini miras alır mı acaba? Büyü öğretebilirim ama kandan gelen, öğretilemeyen güç insana çok daha büyük avantaj sağlar. Büyünün çoğu öğretilebilir ve öğrenilebilirdir ama kanın içindeki gücü öylece aktaramaz, öğretemezsin. Gerçi birkaç yöntem var, başlıcası yamyamlık olmak üzere ama başarı olasılığı çok düşük ve gücü almaya çalışanın da aktarmaya çalışanın da ölüm riski her halükarda var."

Kyouka: "Alır sanırım... Şu parşömenleri okuyacak mısın?"

"Doğru, doğru..."

Masaya koyduğum parşömenleri açtım... Ah, Çin harfleri. Tabii ki Çin harfleri. Başka ne bekliyordum ki zaten? Yine Antik Japonca mı? Veya Eski Korece falan? Hayır, bu sefer gerçekten Çince. Tam olarak Wu Çincesi. Okumaya başladım.

"Wu-gu-si'nin..."

Kyouka: "Çince okuyup anlayabiliyor musun? Wu lehçesi hem de? Ben sadece azıcık Mandarin okuyup anlayabiliyorum."

"Yani, biraz. Çince, özellikle de Wu Çincesi kaynakların Orta Asya tarzı şamanlık konusunda ne kadar iyi ve ayrıntılı olduğunu tahmin bile edemezsin."

Kyouka: "Böyle bir eğitime sahipken neden üniversiteye gitme ihtiyacı duydun ki? Ekonomik sıkıntın falan da olacak değil, beni prenses, kendini köylü olarak tanımlasan da hayatın boyunca çalışmadan yaşayabileceğin belli."

"Biz Erlikliler her zaman toplumun dışındaydık, ekonominin bununla ilgisi yok. Hep gölgeler içinde kendi köyümüzde yaşadık. Sorunun cevabına gelince: Merak ettim."

Kyouka: "?"

Şimdi de o merak etti. Merak eden yüzü bana feci şekilde Hyouka'daki Chitanda'yı hatırlatıyor, merak temasıyla da birleşince çok garip oldu. Karımı bir çizgi karaktere benzetmem daha garip sanırım ama bu konuyu -şimdilik- görmezden geleceğim.

"Materyalist olan veya büyüsel bilgisi bir yerlerden duyup internetten okuduklarından ibaret olan insanların hayatı nasıl gördüğünü ve yanından geçip gittiğimiz doğaüstü fenomenleri, örneğin kapı eşiği etkisini nasıl algıladığını, yorumladığını ve açıkladığını bilmek istedim. Erlikliler dışındaki insanların yaşam tarzları ve Erliklilerin kütüphanesinde yer almayan kitaplar... Sonuç olarak, daha birinci yılımda insanların tahmin ettiğim kadar ilginç olmadığına karar verdim ve bölüme yoğunlaştım, o da biraz ilgimi çekiyordu. Ve ayrıca, şey..."

Tamam, bunu sevdiğim kıza -bir de onunla evliyken- söylemenin kolay olacağını zaten düşünmemiştim ama beklediğimden daha utandırıcı ve zor!

"Ve şey, ayrıca... Bir... E... 'Belki sevgili bulurum' umudu için gitmiştim."

Kyouka kıs kıs güldü.

Kyouka: "Asıl sebep bu, değil mi? Sırf bunu saklamak için amma çok konuştun!"

Ve kıs kıs gülmeleri önce kahkahaya, sonra da işkenceci bir sırıtışa dönüştü.

Kyouka: "Ahahah! İyi ki bulamamışsın ama; değil mi?"

Ciddi cevaplama sırası bendeydi.

"Açıkçası, hayatımı sevmezdim. Boş, gereksiz, önemsiz, kelimenin tam anlamıyla bir angarya yumağı. Yine de... Sen etrafımda olduğundan beri, şimdiye dek hayatta kaldığım için şükrediyorum. Lütfen, eğer bir gün bana daha fazla katlanamayacağını düşünürsen... Giderken sadece kalbimi sökme, başımı kesip öyle git; olur mu? Söz ver bana."

Vay, Kyouka'nın "Senle ne yapacağım ben? Çocuk gibisin." Yüz ifadesini ne zamandır görmemiştim.

Kyouka: "Parşömeni okumayacak mısın?"

Ha, doğru. Sonuçsuz eski hikayelere çok dalmıştım, işte seni bu yüzden seviyorum canım. Kötü havayı bir anda dağıttı. Parşömende o her taşın altından çıkan ailelerin bir zamanlar Sekizler diye bir aşiretin parçası olduğu yazıyordu. Bu Kam Erlik'in kökeni konusunda kesin bir bilgi sunmasa da o zamanlar bütün Sekizler, Bayındır boyuna dahil ediliyormuş. Ulgan Hoca'nın bahsettiği, sahip olduğum 2. Mühür; diğer üç mührü bir araya getiren bir şeymiş. Ayrıca parşömende Umaylıların, Erliklilere en sadık olanlar olduğu da yazıyor ki bu durum hâlâ değişmemiş belli ki. "Sizi izlemeye devam ediyoruz." demişti Ulgan. Parşömende Ulgan Hoca'nın iki elinde bulunan dövmelerin ve Sekizler Yıldızı'nın anlamı da bulunuyor. Sekizler Yıldızı ailemizde bazı yerlere oyulmuş, bazı kağıtlara çizilmiş ama tam olarak anlamını ve gücünün sınırlarını kimsenin bilmediği bir semboldür, yani en azından ben bu parşömenden öğreninceye dek öyleydi. Temelde yayları içbükey olan iki kareden oluşan bir sekiz köşeli yıldızdır, tepesinden itibaren saat yönünde baş aşağı durup sola bakan güvercin, yin-yangın "yin" kısmı, sağ tarafı yukarı kabul edilerek çizilen alev, kabzası yıldıza, ucu dışarı dönük bir eğri kılıç, sağa bakan bir güvercin, yin-yangın "yang" kısmı, sol tarafı yukarı kabul edilerek çizilen alev ve kabzası yıldıza, ucu dışarı dönük, yukarı bakan bir eğri kılıç.

Kyouka: "Bu... Senin kral olduğun anlamına gelmiyor mu?"

"Bir bakıma. Başkam'ın haklı varisi olduğum ve Ulgan Hoca'nın benimle konuşurken saygı duyması gerektiğini gösteriyor... Ama işler ve şartlar değişti, dağıldık ve birbirimizi unuttuk. Başkamlık da bir yerde mührün sahibi yerine en büyük çocuğa geçmeye başladı."

Kyouka: "En büyük oğul sensin?"

"En büyük çocuk dedim, 'oğul' demedim. Teknik olarak Başkam tacı da Ulgan'ın bahsettiği ve bu parşömende yazan Yedi Emanet de Kurt Nesli'ne ait değil, el değiştirebilir. Neyse, bu parşömenler aile tarihimizin karanlık ve çoktan unutulduğu için yalan yanlış bile olsa yazılmamış kısmına ışık tutuyor."

Kyouka: "Yine de seni rahatsız etmiyor mu? Tarihte çelişki var gibi."

Merakla yüzüne baktım.

Kyouka: "Günseyitler ve Zülfikar Saltuk Hoca. Yani en azından 7. yüzyıldan sonra olmalı, unutulacak kadar eski mi?"

"İlk kayıtlar 9. yüzyılda yazıldı. 200 yıl... Unutmak için yeterli bir süre olabilir de olmayabilir de ama... Bilinçli olarak hatıraları gömdülerse eğer bunun için yeterliden de fazla."

Kyouka: "Bu durumda teşkilat kötü bir şekilde dağılmış?"

"Muhtemelen. Bu parşömenleri daha sonra çevirip babama göndereceğim. Ha, yağmur durmuş. Seni izleme zevkinden mahrum ettiğim için üzgünüm."

Kyouka nazikçe gülümsemekle yetindi. Bu kızın bir gün beni bırakabileceğini bir an bile olsa nasıl düşündüm ki! Yine de katlanılmaz biri olduğum gerçeği değişmeyecek. İnsanlar değişebilir ama bu göründüğü ve didaktik eserlerde işlendiği kadar kolay bir şey değildir, basit hiç değildir. Kişiliği temelden sarsmak iradeden daha fazlasını gerektirir. Gerçekten, Kyouka ablama karşı beni sevgilisi ilan edecek kadar ne buldu bende hâlâ anlayamıyorum. Ama anlayabildiğim şeyler de var, sevgisinin gerçek olduğu gibi.

7 Ekim 2020 Çarşamba

Ejderha ve Mühür ~ 11. Bölüm: Ulgan'ın Angaryaları

Diğer Bölümler İçin 

Ulgan: "Hangi boya kayıtlısın?"

Daha bismillah, yeni geldim ihtiyar ya. Kam Erlik'in boyu kesin değildir ama Oğuz olduğunda herkes hemfikirdir (hoş bazı anlatılar Kam Erlik'i Oğuz Kağan'dan daha eski veya onun soyundan gelemeyecek kadar aynı bir tarihe konumlandırır ama olsun), çoğunlukla Bayındır olduğu inancı hakimdir; bununla beraber -başta hemen her yere dağılmış olmamız sebebiyle- birçok farklı boy ve aşiret kaydımız bulunur. Moğolistan'daki Erliklilerin neredeyse tamamı Duha ya da Kazak olarak işli mesela, çoğu Duha. Benim boy kaydım neydi ki? Abdal Küntegin Musa kesin olarak Bayındır boyuna kayıtlı. Ayrıca anne ve baba tarafımdan haberdar değil miydi bu adam? Kaydımı biliyor olması gerekmez mi?

"Kınık."

Bu bilgiyle ne yapacak acaba, çok merak ediyorum. Boy kaydımın neden Abdal Küntegin Musa'dan farklı olduğunu merak ettiyseniz... Ben de etmiştim ama bir sonuç alamadım, Reşidüddin öyle uygun görmüş. Reşidüddin'le ne alakası olduğuna gelince: Daha eski kaynaklara göre atalarım (Erlikliler soy kayıtlarını tutarlar, haliyle hepsini ismiyle, cismiyle, lakabıyla biliriz ama boy gibi şeyler bazen yazılırken genelde ihmal edilir) Bayındır; yine de bu ailemde uzun süredir Kınık tamgasının temel bir sembol olduğunu değiştirmiyor, kılıcımı yapan yer iyesi de üstüne Kınık tamgasını basmış zaten.

Ulgan: "Hiç diyet yaptın mı?"

Cılızlığımın bilinçli tercih olup olmadığını sorduğunu sanmıyorum. Daha önce bahsettiğim yılan eti yemeyi de içeren ve doğa güçlerini özümsemeyi sağlayan bir ritüeldir. Genelde her gün belli bir ana malzeme veya tema etrafında şekillenir ama hemen her zaman ilk gün vegandır. Aslında çoğu buna "oruç" veya "güç ziyafeti" der, Batı Anadolu Erliklileri nedense bir yerden sonra diyet demeye başlamış. Temel mantık "Ne yiyorsan osun"dur, şifacı şaman geleneğinde yediğin şeylerin gücü vardır. Yürek, özellikle de dana ve at yüreği cesaret verir, kalbi mental anlamda güçlendirir: "Yürek mi yedin, hayırdır?"

"Evet."

Ulgan: "O zaman yapmamız gereken şeyler var."

Kesin saçma sapan şeylerdir. Evet, eski karate filmleri gibi "öğretiyorum" ayağına temizlik mi yaptıracaksın bana? Nedir mevzu? Ulgan pis pis sırıtıyor. Bu pis pis sırıtma özelliği Kam Erlik'in de atalarından miras herhalde, Erlikliler arasında da çok sık görülür.

Ulgan: "Önce şu evin tozunu bir al bakalım."

Kenarda duran süpürgeyi alıp sapını mızrak saplar gibi Ulgan'a savurdum ama kaçındı.

Ulgan: "Tamam, tamam... Git bana biraz mantar topla, yenilebilir olduğu sürece her şey olur."

Tamam, mantarlar konusunda eğitim aldım ama mantarı ayırt etmek o kadar kolay değil. Bitkiler daha kolaydır, çoğu bitkinin zehirli ikizi ile arasında uzman -ve ikisinden de haberdar- gözlerin rahatlıkla fark edebileceği farklar olur; değilse bile -eflatun çiçekli ballıbaba gibi- zehirli ikizi olmayan yenilebilir bir bitkiyi başka bir yörede de karıştırmadan bulabilirsiniz. Mantarlara gelince, onlar daha zor. Bazılarının zehirli ikiziyle arasında neredeyse hiç fark yok ve bitkilerden farklı olarak yöresel dağılımları da mevsimsel dağılımları da daha karışık, o yüzden bilmediğin bir yerde toplamak sağlıklı bir iş değil. Bitkiler hakkında olan "genellikle zehirlidir" ve "genellikle yenilebilirdir" kurallarının istisnaları var evet. Küçük fesleğen çan şeklinde beyaz çiçeklere sahiptir, eflatun çiçekli ballıbaba mor ve parlak renkli hatta benekli, çan şeklinde çiçeklere ve yeşil yaprakları ile gövdesinde tüylere sahiptir. Bu işaretlere rağmen ikisi de güvenle yenilebilen bitkiler, aynı şekilde kuşlar için zararsız olan bir orman meyvesi insanlar için zehirli olabilir ya da tam tersi; yine de bunlar kaideyi bozmayan istisnalar, ona kıyasla mantarlar hakkındaki "yenilebilir-yenilemez" ayrımları tamamen güvenilmez. Özetle: Civarın mantarlarını tanımazken nasıl toplayabilirim? En iyisi biraz melki toplamak herhalde, onun zehirli ikizi yoktu sanırım. Eğer varsa dedeman (şemsiye) mantarı da toplayabilirim. "Yenilebilir olduğu sürece" dedi de' mi? Tamam, sinek mantarı toplayıp geliyorum; görürsün sen. Sinek mantarı görüntüsüne, yani "Zehirli mantar" der demez akılda canlanan imge olmasına karşın aslında alerjiniz yoksa -ya da zehre karşı yetişkinlerden daha hassas olan küçük bir çocuk falan değilseniz- ölümcül değil sadece halüsinojendir, Sibirya'daki şaman ayinlerinde eskiden beri kullanılır. Mantar toplamak için ormanın derinliklerine doğru ilerlerken dallarından kurdeleler, haçlar, ters haçlar, yıldızlar ve başka çeşitli semboller sarkan bir incir ağacı fark ettim.

"Cinler mi acaba?"

Quarra olduğuna göre Puklinya'da bir cin nüfusu var, bu da bir incir ağacı. Narla birlikte cinlerin iki kutsal ağacından biri. Mırıltıma cevap beklemiyordum ama geldi.

Ses: "Defol buradan, Arındırıcı."

Kimin sesi o? Etrafta kimse yok. Puklinya'da perde yoktur, o yüzden normalde görülemeyecek veya sadece belli şartlarda görülebilecek varlıklar görülebilir. Shiro'yla olan gibi zorla kurulmuş bir telepati bağı mı acaba? Gözlerimle etrafı tararken incir ağacının üstünde bir kara semenderi gördüm.

"Sen..."

Semender: "Evet, benim. Ne var?"

"Hayvan mısın yoksa..."

Semender: "Bakış açına bağlı olarak hayvan ya da ruhum. Sorun buysa, ateşte yanmıyorum. Ben ateşin muhafızı Luciel."

Bu isim hakkında ne düşünmem gerektiğinden emin değilim. Lucifer'ın "Lucius" yani "Işık" kısmı (Her ne kadar Lucius K ile söylense ve o S ile söylemiş olsa da) ve Tanrı anlamında İbranice El; "Tanrı'nın ışığı" anlamında bir isim. Yine de önümdeki bu şeyin Şeytan-ı Racim olmadığından eminim, aurası sıradan bir hayvandan pek de farklı değil.

Luciel: "Adımı her duyan aynı tepkiyi veriyor, anne babamı bıçaklayacağım artık. Her neyse, sadece ateşin muhafızı değil bu ağacın işletmecisiyim. Bir dileğin varsa parasını ödeyip dileyebilirsin."

"Bu iş için kendi evimdeki bir ağacı kullanmayı tercih ederim. İncirdense kiraz, elma, kayın, çam ya da dişbudak kullanmayı bir de."

Luciel: "Öyle diyorsan... Ne arıyorsun, Arındırıcı?"

"Mantar, tercihen sinek mantarı. Neden bana Arındırıcı diyorsun?"

Luciel: "Çünkü öylesin. Kam Ulgan'ın öğrencisi değil misin?"

"Tam olarak doğru olmasa da inkar edemem."

Luciel: "Tamam işte, arındırıcının öğrencisi arındırıcıdır."

Peki, ne diyor bu? Şamanın görevlerinden biri de kötülüğü arıtmaktır, doğru ama... Kam Erlik bir kara kamdı, gücünü kötülükten alırdı; torunları olan bizler sıklıkla arındırma yoluna başvursak da böyle tuhaf ve sanki dandik bir çeviriymiş gibi duran bir lakap istemiyorum.

"Nerelerde mantar bulurum?"

Luciel: "Buradan düz gidersen ileride elfler var."

"Kelt elfleri mi yoksa alfler mi?"

Luciel: "Ljósálfar ile mantarın ne gibi bir bağlantısı olabilir?"

"Elfler de Les Schtroumpfs değil ama."

Luciel: "Her neyse, sonuçta varlar. Yakında mantar yoksa bile nerede olduğunu bilirler, değil mi? Tarif etmeme gerek var mı yoksa..."

"Tuhaf orman rengi cübbeli, tuhaf külahlı, uzun kulaklı sıska ve cinsiyetsiz cüceleri gördüğüm gibi tanıyabilirim, merak etme."

Luciel: "Öyle diyorsan... Doğru ya, onların şefi Arthumer. Selamımı söylersen sana yardımcı olur."

İçimde "Luciel'in selamı var" diye ortaya dalarsam recmedilerek öldürüleceğimi söyleyen bir his var ve onu dinleyeceğim.

İleride elf falan yoktu ama aradığım mantarlar vardı, onları toplayıp Ulgan'ın evine döndüm. Döner dönmez de şah damarımı -muhtemelen bilinçli olarak- ıskalayan bir dartın hedefi oldum.

"N'apıyo'sun be?"

Ulgan gözleri korkudan irileşmiş biçimde bakıyordu. Beni şimdiye kadar eğiten sakin adama ne oldu?

Ulgan: "Gümüşgöz'ün varisi, Erlik Han'ın kanı."

Ne saçmaladığı hakkında herhangi bir fikrim yok.

"Eeee... N'oluyo' tam olarak?"

Ulgan: "Köpek Sözü..."

Gümüşgöz Hilal'in Nesil Atası gücü mü? Ne olmuş ki ona?

Ulgan: "Fark... Fark etmedin mi?"

"Neyi?"

Ulgan: "Güce sahip olduğunu."

Cidden, ne diyorsun ya? Ulgan biraz sakinleştikten sonra oldukça kalın bir kitap çıkardı.

Ulgan: "Siz bizi unutsanız da Umaylı ailesi daima Erliklileri gözetim altında tuttu. Gümüşgöz Hilal'in Nesil Atası gücü Köpek Sözü, biliyorsun, değil mi?"

"Evet, Kurt Nesli'nden hiç kimse kullanamadı. Hatta sırf bu yüzden Kurt Nesli'nin aslında var olmadığı tartışmaları çıktı. Anka nesli bizi hâlâ kendileri altında sınıflandırıyor ama bunda Gümüşgöz'ün kocasının o nesilden olmasından kaynaklı bir kuyruk acısı asıl etken."

Ulgan: "Gücün kullanıcısı var, fark etmedin mi?"

"Hayır?"

Ulgan: "Köpek Sözü! Köpek Sözü'nü kullanabiliyorsun! Bunu hayvanlarla konuşmak olarak yanlış mı yorumladın yoksa?"

Bir süre için ne dediğini algılayamadım.

"Hayvanlarla konuşmak... Köpek Sözü'nün getirisi miydi?"

Ulgan: "Arındırıcı... İkinci mührün sahibi aynı zamanda Arındırıcı... Nasıl zamanlardan geçiyoruz böyle?"

Göğe bakıp yerine oturdu.

Ulgan bağırdı: "Söyle, İsrafil! Nasıl zamanlardan geçiyoruz?"

Neler döndüğünü anlayamıyorum. Neden onca varlık arasından soruyu İsrafil'e haykırdığı hakkındaysa düşünmemenin daha iyi olacağı kanısındayım.

Ulgan: "Tamam, tamam... Gümüşgöz Hilal'e Köpek Sözü, doğumundan önce bir söz ile verildi: 'Soyundan gelen Arındırıcı'dan önce kimse onu kullanamayacak.' Arındırıcı... İyi bir şey gibi duruyor ama Arındırıcı, dünyanın yok edicilerindendir. Kıyametin... Görevlisi."

Tamam, şimdi de Deccal ile mi aynı kefedeyim? Mesih de olabilir gerçi, o da kıyametin görevlisi sonuçta.

Ulgan: "Neyse, neyse... Şu mantarlara baka..."

Yüzündeki şaşkınlık gerçekten görmeye değer, sırıtmamı saklayamıyorum.

Ulgan: "Bunlar ne?"

"Gelin mantarı. Sinek mantarı diye de geçer, bilimsel adı Amanita muscaria."

Ulgan: "Onu biliyorum... Yenilebilir mantar istemiştim?"

"Vikingler seferlerden önce cesaret versin diye yiyorlardı."

Ulgan: "Dostlarını büyük, düşmanlarını küçük görmek için az bir miktar yiyorlardı! Bu kadar sihirli mantarla ne yapmamı bekliyorsun?"

Pis pis sırıtma sırası bendeydi. Her neyse, istediğimi elde etsem de sonradan Ulgan Hoca acısını çıkardı. Burada saymak istemediğim kırk farklı angaryayla uğraştım. Abartmak için söylemiyorum, özellikle saydım: Kırk taneydi. Kırk gün kırk gece tutmadığı için şükrediyorum tabii, Kyouka'yı görmek istiyorum ya... Çok özledim.

Diğer Bölümler İçin