Dil hakkında ilginç şeyler var. Tamam, bu pek demek istediğim şeyi ifade etmiyor. Marka isimleri hakkında ilginç şeyler var. Şöyle: McDonald's ile Hasan'ın Yeri arasında dilbilgisi açısından herhangi bir fark yok. Gel gör ki McDonald's dünyaya açılıyor, Hasan'ın Yeri kendi şehrinde ikinci şubeyi zor açıyor. Hele Carl's Jr. diye bir marka var ki biri Kerim'in Küçüğü (hatta iyice abartıp işi pişkinliğe vurarak Kerim'inki) diye yer açsa dalga geçersiniz. Ben de geçerim, yalan yok; başka dilde olunca anlam umursanmıyor nedense.
Artık çok sorulmuyor galiba, ne zamandır görmedim de meşhur bir "Issız adaya düşsen yanına alacağın üç şey ne olurdu?" sorusu vardır. Benim buna mantığımın ve kalbimin cevabı farklı mesela. Mantığımın cevabı şu: Su arıtma kiti, iyi bir bıçak, bitmeyecek bir çakmak. Kalbime gelince: İçinde istediğim kitaplar olan bir kitaplık (bu teknik olarak hâlâ "tek bir şey"), internet bağlantısı olan bir bilgisayar (bu da teknik olarak "tek bir şey") ve içinde farklı türlerde tohumlar olan bir tohum kutusu (bu da aynı şekilde, teknik olarak "tek bir şey"). Yani sonuçta bize bir şeyler alma hakkı veriliyorsa bilinçli olarak oraya gidiyoruzdur, tadını çıkarmaya bakmamız lazım. Yalnız yanımda bıçak falan yokken tohumları nasıl etkili ekip biçebileceğimi hesaplamadım, zevk alalım derken külfet çıkardık başımıza. O zaman o "tohum kutusu"nu "çiftlik deposu" olarak değiştiriyorum, içinde baltanın da orağın da kazmanın da tohumun da (hatta iyice abartıp döllenmiş tavuk yumurtasının da) olduğu. Ve evet, "çiftlik deposu" tek bir şey, "tek bir şey" deyip çiftliğin kendisini istemeyip depoyla yetinmeme şükredin!
Bir de bu ıssız ada sorusu hakkında sorgulanması gereken yerler var. Nerede mesela bu ıssız ada? Issız ada deyince aklımızda hep tropik bir yer canlanıyor ama Antarktika'da da ıssız ada var Ege Denizi'nde de. Sonra "ne kadar süre için?" Dedim ya, bize böyle bir hak veriliyorsa bilinçli olarak gidiyoruzdur diye, sonuçta gemi batarken "Hadi yanına üç şey al, yakında ıssız ada var" diyecek halleri yok. Haliyle bilinçli olarak gidiyorsak süresini de biliyoruzdur, ömür boyu mu kalacağız orada, bir hafta mı, nedir? Bu ıssız ada sorusu üzerine bir sürü kitap yazıldı bak, Robinson Crusoe'lar, Esrarlı Ada'lar hep bu sorudan çıkmış kitaplar, "öyle soruya böyle cevap" diyen kişi yazar olunca oturup kitap yazıyor soruyu cevaplamak için.
"Fate serisini izlemeye zaman var, şu yan hikayelerden birini izleyeyim bari" dedim (Ana seriyle alakası olmayan Prisma falan, onlar), biraz da Stay/Night'ı izlediğim için güveniyordum tabii kendime... Yalnız Fate evreni çok karmaşık ya. Bakın, ben öyle karmaşa sevmeyen, "N'oluyor lan burada?" serilerinden nefret eden biri değilim. Steins;Gate'i sevmiş, Monogatari serisini çıkış sırasına göre izleyip bitirmiş bir insanım. Yalnız Fate evreni kendi içinde de elli tane farklı alternatif evrene ayrılıyor, daha diğer Type-Moon serileri var, ohooo. Neyse, alışırız bir şekilde. Hayır iyi ki "Ana seri bitsin de öyle yan serilere geçerim" diye bir şey demedim, bir de öyle olsa iyice içinden çıkılmaz bir hal alırdı.
Türk mutfağı ilginç bir mutfak. Şöyle ki: Türk mutfağı yarı-muhafazakar bir mutfak, değişikliklere kapalı değil ama tamamen açık da değil. Demek istediğim şu: Türk mutfağına dışarıdan yemek girişi oluyor ama o yemekler bir kez Türk mutfağı içinde benimsendiğinde değişip Türkleşiyor. Örnek vermek gerekirse, tost zaten kendi başına çok eski bir yemek değil, 18. yüzyılda İngiltere'de doğmuş bir yemekti yanlış hatırlamıyorsam. Bu arada toast diye aratınca kızarmış ekmekle ilgili kaynaklar çıkıyor, azmettim buldum, bizim "tost" deyince aklımıza gelen "kızartılmış sandviç" 19. yüzyılda Britanya'da icat edilmiş. Bir yüzyıl eksik söylemişim. Heh, tost bize bir şekilde girmiş ama tabii ki olduğu gibi kalmamış. Ayvalık tostu, yengen gibi çeşitleri tamamen Türk mutfağına özgü. Yani tost mutfağa girip Türkleşerek Ayvalık tostu, yengen gibi tost çeşitlerine evrilmiş. Başka bir örnek kek. Kek Türk mutfağına Alman mutfağından giren bir yemek (Alman mutfağına başka bir yerden girip girmediğini bilmiyorum, zaten konumuz o değil), günümüzde Türkiye'de "Türkleşmiş" kek tariflerini Almanya'da bulamazsınız örneğin. Daha eski bir örnek: Köfte; köfte Türk mutfağına İran mutfağından girme (adı da Farsça zaten), ne var ki ülkenin her şehrinde kendine özgü köfte tarifleri var, bazılarında birden fazla var. Türkiye'de İran'da asla göremeyeceğiniz köfteleri görebilirsiniz. Mesela bak Fransız mutfağı "açık" bir mutfaktır: Dışarıdan yemek girişi olur ama o yemekler olduğu gibi kalır, herhangi bir değişikliğe uğramaz. Türk mutfağında dışarıdan yemek girişi oluyor ama yemekler aynı şekilde kalmıyor. Gerçi bu durumun Türk mutfağının oldukça eski olmasıyla da ilgisi var, Türk mutfağı genel olarak Osmanlı mutfağından başlatılır ki bu da başlı başına 700 yıl demek. Bunun daha Selçuklu ve ondan önce Orta Asya dönemi var. Aslında ben de Osmanlı mutfağından başlatılması taraftarıyım Türk mutfağının ama Orta Asya'dan kalma birçok yemek hâlâ mutfağımızda bulunuyor: Mantı, tarhana çorbası, un helvası, sütlaç, pastırma, çevirme (kuzu çevirme, piliç çevirme), sucuk, yoğurt, dürüm... Açık mutfağa örnek olarak verdiğim Fransız mutfağı ise gerçek anlamda 16. yüzyılda doğmuş ve ilk yıllarını İtalyan mutfağının birebir kopyası şeklinde geçirmiş bir mutfak. Elbette 16. yüzyıldan önce Fransızlar ve onlardan önce Frenkler aç gezmiyorlardı, bir yemek kültürleri vardı ama günümüze hiçbir yemek bırakmamış bir mutfak kültürü o, bütünüyle kaybolmuş; o yüzden Fransız mutfağını 16. yüzyıldan başlattım (Ben başlatmadım gerçi, bu gastronomide genel kabuldür; Fransız mutfak kültürü Catherine de Medici ile başlatılır. Hatta biraz daha sonrasından, Fransız mutfağının İtalyan mutfağını reddetmeye başladığı zamandan başlatılır, ben yine insaflı davrandım) Amerikan mutfağı zaten Amerika'nın kendisinin tarihi ne ki mutfağının tarihi ne olsun şeklinde. Avrupa'daki eski mutfaklara çok hakim değilim. Alman mutfağı ve İngiliz mutfağının Avrupa'nın en eski yemek kültürleri olması lazım, Almanlar büyük oranda Ortaçağ Cermen yemek kültürünü sürdürdüler, İngilizler de Avrupa'nın en eski milletlerinden. Örneğin Almanların ataları Cermenler, Fransızların ataları Frenkler; İngilizlerin anglo-saksonlar ama İngilizlerin "İngiliz" haline gelmesi hâlâ Cermenler ve Frenkler varken oldu. (Ek bilgi: Anglo-saksonlar ve Frenkler Cermen halkıdır, Almanlar ise "Alman" haline gelene kadar kendilerine Cermen dediler) Roma mutfağı ve İtalyan mutfağının herhangi bir ilgisi yok, bu arada İtalyan mutfağı da yarı-muhafazakardır. Dışarıdan yemek alır ama İtalyanlaştırıp kendi şekline sokar. En basit örnek makarna, Çin'in noodle'ından doğdu ama bambaşka bir hale büründü. Kahve Avrupa kıtasında en son İtalya'ya geçti ama Avrupa kahveleri deyince aklımıza İtalyan kahveleri olan espresso ve espresso temelli kahveler geliyor. Günümüz Yunan mutfağının da Antik Yunan mutfağıyla pek bir ilgisi yok, Antik Yunan mutfağı içine kayıtlı yemeklerden yaşayan bir yemek yok, o da "açık" mutfak. Asya'nın eski mutfaklarına baktığımda onlar da yarı-muhafazakar gibi geliyor, örneğin bugün Japon mutfağı içinde hamburg bifteği (Japonca: Hanbagu) vardır ama Almanların hamburg bifteğiyle alakasız, tamamen Japon olan bir yemektir. Hatta İngilizce kaynaklarda Japanese hamburg beef diye geçer. Aslında Çin mutfağından örnek vermek istemiştim, malum Uzakdoğu'nun en eski yemek kültürü o ama aklıma örnek gelmedi. Aklıma muhafazakar bir mutfak da gelmedi gerçi, hani dışarıdan yemek girişinin neredeyse hiç olmadığı. İngiliz mutfağı olabilir belki, olmayabilir de; dediğim gibi Avrupa'nın iki köklü mutfağı hakkında pek bir şey bilmiyorum.
Kedilerin "bildiğimiz anlamda" eğitilememesinin (aslında eğitilebiliyorlar ama biz insanlar eğitim deyince köpek eğitimini anlıyoruz) birkaç sebebi var. Eğitime en açık olan evcil hayvan köpekle kıyaslayarak gitmek gerekirse: köpeklerde, köpeklerin yabanileri olan kurtlarda ve bütün köpekgillerde ciddi bir sürü davranışı ve "sürü liderine itaat" vardır, hele bu sürü davranışı ve lidere itaatin en yoğun gözlemlendiği hayvanlar kurtlar ve aslında evcil kurttan başka bir şey olmayan köpeklerdir. Kedilere gelince, kedigillerde sadece aslanlarda sürü davranışı vardır (buna ek olarak çitalar küçük gruplar oluşturur) ve onda da pek sürü liderine itaatten söz edilemez; hele evcil kedilerin yabanisi olan yaban kedilerinin de içinde bulunduğu Felinae'de hiçbir şekilde sürü davranışı bulunmaz. İkinci olarak köpeğin evcilleştirilmesi neredeyse insanlık tarihi kadar eskidir, kediler ise tarım devrimi sonrasında evcilleştirildiler; haliyle aslında kediler hâlâ köpekler kadar evcil değiller, hâlâ yarı-yabani sayılırlar. Evcilleştirme üzerinden gidersek de amaçlar farklıydı: Köpeklerin kızak çekmesi, ava yardımcı olması, yabancıları korkutması gerekiyordu ve eğitildiler. Kedilerin ise tek görevi tarlaları haşerelerden korumaktı ve bunun için eğitilmelerine gerek yoktu, zaten doğaları gereği onları avlıyorlardı.
Bilgisayarda birkaç ufak korku hikâyesi buldum bir zaman yazdığım, üstünden çok geçmedi ama az zaman da olmadı. Yalnız nasıl yazmışsam, kendi yazdığım hikayeden tüylerim diken diken oldu lan.
Kmart Haunted House diye bir flaş oyun var, çocukken deli gibi oynardım, bugün nostalji yapmak istedim, açtım tekrar oynadım. Kmart Haunted House adı tanıdık gelmiyorsa Oyunlar1'deki Perili Ev adlı oyun. Neyse, Oyunlar1 buna +13 etiketi basmış, arkadaşım az usturuplu belirleyin şu yaş sınırlarını, 8-9 yaşlarındayken oynuyordum ben bu oyunu. Gerçi on iki yaşında da korku filmi izliyordum, vişne suyu içip vampir triplerinde olduğum bir dönem de vardı (bu arada o dönemler bir yerim kanasa akan kanımı da içiyordum, o da ayrı bir konu) bana göre ayarlamamakta haklılar o yüzden. Korku temasını daima sevmişimdir: terk edilmiş evleri, korkunç arka fon seslerini... Manyaklık parayla olmadığı için bende bol bol bulunuyor. Küçükken daha cesurdum ben, büyüdükçe korkaklaştım. Bu arada o oyunda bir yerde takılırdım eskiden hep, sonra geçebilmeye başladım, bugün oynadığımda hemen çerez gibi geçtim, hiç takılmadım. Arka fonundaki müzik olsun, duvarlardaki yırtıklar olsun, verdiği nostaljik his olsun iyi geldi ama oynayıştan pek zevk alamadım.
Cemaat, cemiyet ve camia kelimeleri var; bunları günlük hayatta hemen kullanıyoruz, yanlış yerde kullanımı pek yok ama Türkçe öğrenmeye kalkan bir yabancı aralarındaki farkı sorsa ne cevap vereceğiz? Bende öyle bir cevap yok şahsen. Bak mesela bunların karşılıkları olan öztürkçeleri yazayım: Cemaat-Topluluk, cemiyet... Yine topluluk. Cemaati "namaz kılan topluluk" olarak da çevirebiliriz ama cemaat sadece o anlama gelmiyor, bildiğimiz anlamda "topluluk"a benzer şekilde de kullanılıyor.
Kara Kanatlı Gezgin'e dair tatminsizliğimi üstümden atamıyorum. Başka bir ana karakterle ikinci sezona başlayacağım, o olacak ta sonunda. Fırsatım varken başkalarının kurduğu evrenler yerine orijinal evrenlerimde gezdirecektim Vria'yı, ah ah... Biraz da işin kolayına kaçmak istedim. Şöyle: Kendi serilerimin dünyalarında gezdirseydim Vria'yı, o evrenin kurallarını, karakterleri, tarihi, kültürü açıklamam gerekecekti. O yüzden en uzun bölümler Niterya, Gecik ve W444'te geçen bölümler, orijinal olduklarından çok açıklama var; ben Vria'yı alıp Mount & Blade evrenine yerleştirdiğimde (evren kodunu veya bölümü hatırlamıyorum ama içerikte var) kimseye o evreni açıklamak zorunda değilim, "Gidin oyunu oynayın, öğrenin." deme hakkım var. Hatta Niterya bölümünü biraz uzatmayı, Vria'yı orada biraz gezdirmeyi (özellikle Niterya'nın tek orijinal kültürü olan Rarvera'ya* götürmeyi) planlıyordum ama bölüm çok uzamasın ya da aynı evrende iki bölüm olmasın diye vazgeçtim. Vria'nın Seedo-fu'cuları bekleyemeyip yürüyüp gittiği bir kısım var, beşinci bölümün başı olması lazım, orada orijinalde bildiğin Seedo-fu mücadelesi sahnesi olacaktı, sonra öykü gereksiz uzamasın diye değiştirdim. Bayağı işin içine kılıçlar, elektrik akımı, havaya fırlamalar falan girecekti. O da bir pişmanlık tabii.
*Niterya daha önce bahsettiğim Sahte Kahramanlar'ın evreni, Rarvera orijinal bir kültüre sahip; geri kalan bütün kültürlerse bazıları karma, bazıları kurgusal olsa da var olan kültürlerden alınma.
Yazı amma uzamış lan, yayınlıyorum artık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder