Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

22 Ocak 2022 Cumartesi

Durum Raporu: Çizimle İlgili Sorun, Karınca Çiftliğim, Kira İğrenç Bir Şeydir, Anime ve Sosyal Medya

Çizimle ilgili sorunumu buldum. Yok, hayır, yanlış oldu; uzun süre çizmeyince neden bir süre sonra tekrar elimi attığımda bir halt çizmeyi beceremediğimi buldum. Şöyle: Çizmeyi kendi kendime öğrendim ben. Annesi babası çalışan ve arkadaşı olmayan, zaten sosyal anksiyetesi olan bir çocuk olarak küçüklüğüm kendi kendime eğlenme yolları türeterek geçti: Çizdim, oyuncaklarla oynadım, TV izledim... Özellikle okumayı söktükten sonra ne bulursam okumaya başladım, yazmaya başlamam da ilkokula rastlar zaten (başlangıçta fantastik romandansa deneme tarzıydı, bir de lisede şiir olduğunu iddia ettiğim ama şu an edemeyeceğim şeyler yazdım). Bak Twitter'da milletin ücretsiz sattığı (o nasıl oluyorsa artık) baba tarafımdan kuzenlerimle epey iyi anlaşıyorum, sebebi de çocukluğumun ikinci yarısında evlerimizin karşılıklı olması. Ne yazıyordum ulan ben? Hah, tamam: Çizmeyi kendi kendime öğrendiğim ve sonrasında da herhangi bir eğitim almadığım için uzun süre çizmezsem unutuyorum. Akvaryum makvarum işlerinden bayağı uzak kalınca eskiden bir çırpıda saydığım balıkların Latince adlarını da unutur oldum, acıbalık "Rhodeus... bir şey" haline geldi. Bak hâlâ hatırlayamıyorum hayvan oğlu hayvanın ismini, en sevdiğim yerli balıklardandır oysa. Özellikle uygun dönemlerde çiklitlerden (oldum olası sevemedim şu Afrika çiklitlerini) daha hoş varyeteleri, renkleri bulunur. Bak mesela bizim yerli çıyanın (S. cingulata) da tamamı doğal olan bir ton "morph"u bulunuyor ülkede, kırmızı ayaklısı, yeşil başlısı, sarı antenlisi, laciverdi, simsiyahı... Neyse konu dağıldı. Şimdi "Ulan resim dersin de mi yoktu?" diyecekseniz, lisede, ilkokulda (bizim zamanımızda ortaokul yoktu) vardı tabii de işte herhangi bir şey öğrenmedim. Anca "Şu temayı çizin." denirdi bize. Bir de gastronomi okurken "mesleki resim" mi "teknik resim" mi öyle bir ders aldım (öyle bakmayın aval aval, sunum ve fotoğrafçılık için gerekli bu ders; bu arada yemek fotoğrafçılığı dersimiz de vardı, zorunlu diye hatırlıyorum ama seçmeli de olabilir) ama onda da resimden çok görsele odaklanan bir dersti ki zaten doğru olan o bence. Renk uyumu, zıt renklerin kullanımı, kutsal geometri (bkz. KALT Dosyaları - Köşem Büfe) falan üzerineydi daha çok. Ha şimdi çini sanatı ve tasarımı okumakla meşgulüm*, onda da yine "teknik resim" mi ne öyle bir ders var ama bugüne kadar derse gitmedim. Okula iki kez derse gireyim diye gittim, hoca gelmedi. Belki yanlış sınıfta ya da yanlış dersteydim ama kontrol ettim girişteki listeden. Bir kez yemek yiyeyim diye gittim (Gökçeada'dayken lüks yaşıyormuşum, bu deneyim bana onu anlattı. Buradan Gökçeada'daki buzdolabımdan seksen milyonun önünde özür diliyorum.), onda da okulda yemek verildiğine dair tek iz yemek saati olmasına rağmen terk edilmiş gibi duran yemekhaneydi.

*İznik'te ne işim var? İşte bu işim var. O değil de müthiş bir kariyer ilerlemem var değil mi? Üçüncüyü duyana kadar bekleyin, az kaldı. Dur, üçüncü dediğim dördüncü; üçüncü daha da beter, daha şaşırtıcı olacak. Sızlanmanın meyvelerini toplamayı düşünün.

Karınca Çiftliğim yeniden video atmaya başladı... Lan ağlamaktan videoları izleyemiyorum ki. Bak yazarken bile gözüm doldu. Üstüme kürekle nostalji atılıyor. Bu arada şu sürüngenlerle falan ilgili yasalar tekrar bir düzenlenmiş (oyuncak ettiniz ulan), iri kuyruklu kelerler ("fat tailed gecko") yasalmış artık. Gerçi ben bendeki leoparı da (Leopar gekoyu diyorum, "hayvana yazık olur" diye kedi sahiplenemiyorum lan; Suudi şeyhi miyim ben de pars besleyeceğim?) yasal yollarla temin ettiğimden (ama bu, tamamen yasaklanmasından önceydi) CITES'i falan var. "E geçen ağlıyordun ya?" derseniz de: Benim geko "wild morph" denen, doğada bulunan orijinal formunda (Şu üstte yerli çıyanlardan -ki bunlardan kahverengi, kızıl ya da sarı olanlarına Türkçede sarı çıyan deniyor- bahsettiğim kısımda dediğim doğada kendiliğinden olan, insanlar tarafından üretilmemiş formları yani.); dolayısıyla "blizzard", "orange" ya da "black night galaxy" gibi "morph"ların aksine CITES veriliyor. O değil de inanılmaz derecede hobi özlediğimi de fark ediyorum Karınca Çiftliğim izlerken. Lan İznik'te minnacık evde tıkıldık kaldık, ne akvaryum kurabiliyoruz ne de ok atabiliyoruz. Gerçi "Sikerler lan!" deyip benim eski 30 librelik yayı kepaze olarak kullanmaya başladım ama... Yalnız elim kolum ne biçim güçsüzleşmiş be, 30 lb. çekerken zorlandım resmen. Duruşum muruşum da bozulmuş hep, yamuk yumuk duruyorum. Bu arada bazı hobiler insanı hissizleştirebiliyor: Akvaryum mesela. Akvaryum basitçe doğal döngünün taklidi olduğu için özellikle ölüme karşı duyarsızlaşıyorsun bir süre sonra. Geko da uzun süredir bende olduğundan hâlâ bende zaten, şu an kendime zor bakıyorum ki gekoyu da azıcık ihmal etmişim, bazı sorunlar oluştu ama düzeltiyorum. Hastalıktan hayvan kaybetmeyeceğim arkadaş, bir velifera yetti bana; dahasını kaldıramam. Gerçi hasta değil zaten, sadece ortam nedeniyle azıcık deri sıkıntı çekiyordu; gerekli tetkikleri yaptım, önlemleri aldım; geçer diye umuyorum. Aslında yaşlılıktan da olabilir ya, bayağı standart ömür süresinin oralarda çünkü; iyi bakılırsa iki katı uzuyabiliyor bu süre, hatta üç katı kayıtlar da var ama literatürde iki katı olarak geçiyor.

Yeter ulan, ben kendi evim olsun istiyorum artık. Bu ne aq? Kirada oturmak iğrenç bir şey, o kiradaki evde yaşamam için üstüne bana para vermeleri gerekirken sanki standart bir evmiş gibi 2 bin lira kirası olması daha iğrenç bir şey. Lan banyoda gider yok! Amk İznik'inde başka ev de yoktu. Erkek öğrenci yurdu da yok. Gökçeada'da yoktu. Erkek öğrenci yurdu yapmıyorsunuz, erkek öğrenciye ev vermiyorsunuz. Ha Gökçeada'daki kız öğrenci yurdundan da memnun olan tek bir kişi görmedim, yani "keşke olmasaydı" dedirtiyordu millete, zaten okulla alakasız saçma sapan bir yere kurmuşlardı -gerçi okulun yakınlarında inşa yapılabilecek alan da yoktu- ama hiç değilse vardı. Eee, nasıl olacak hacı? Üniversitede mi yatıp kalkacağız biz? Ha ebesinin örekesine üniversite yaptıktan sonra (Altıeylül Üniversitesi de böyle mesela, hiçliğin ortasına kampüs kurmuş herifler) oraya lojman ya da ne bileyim apart gibi bir şey yaparsanız ben kalırım, gocunmam. Lan her dağ başına üniversite açmayın demiyorum (diyorum da hadi şimdilik neyse) ama en azından orada okuyacakları düşünün. Hayır şikayet edince de "El alemin evi öyle oluyor." diyorlar. Lan o el alemin evinde ben yaşıyorum ama alo? Çalışmayan buzdolabı benim yemek yememi engelliyor? Lan insan gibi yaşamak istiyorum ben, hüooop? Yeter be, bıktım. Vallahi bıktım. Hayır işin kötüsü şu planlarım düzgün giderse en az 1,5 sene daha sürünüyorum. Eeeeh, sikerler. Bizim millet öğrencinin bir çeşit sokak hayvanı falan mı olduğunu düşünüyor inanılmaz merak ediyorum onu.

Bu sezonun animeleri çok iyi yalnız. Koroshi Ai var mesela, kiralık katillerin romantik komedisi. Taglarda "komedi" yok bu arada ama bildiğin romantik komedi arkadaşım bu. Song harbi efsane bir herif yalnız lan, janadlsf... Hani tam "Vay amına ko'duğumun şerefsizi!" diye övdüğün adam var ya? İşte ondan. Akebi-chan no Sailor-fuku var, standart "aykırı" ana karakterli okul SoL animesi. Princess Connect'in 2. sezonu var ki hiç beklemiyordum. Birinci sezondan daha iyiydi bu arada ilk bölüm. Gelmese de olur muydu? Olurdu. İzleyecek misin? "C'mon maaaaaan", hadi ama! Ortaçağ fantastik komedi, bir de isekai benzeri (aslında direkt isekai da animede "gerçek dünya" vs. diye bir iki laf etmek dışında hiç o konuya değinmediler) anime; yirmi sezon olsa yine izlerim. Sono Bisque Doll diye başlayan bir anime var, "popüler kız - ezik erkek" romantizmi. Suyunu çıkardılar artık ama izleyeceğim. Bir de popüler kızımızın 3D Kanojo ve bu tür serilerin neredeyse hepsinde olduğu gibi basmakalıp bir popüler kültür kölesi (ha ben Igarashi'yi de severim ama bu kendisinin basmakalıp bir popüler kültür kölesi olduğu gerçeğini değiştirmiyor, aynı Barusu'yu sevmemin onun cenabet malın teki olduğu gerçeğini değiştirmemesi gibi) olmak yerine eroge oynayan, "cosplay" yapan, "İnsanların sevdiği şeylerle dalga geçmemelisin!" diye millete ayar veren girift bir karakter olması, ezik erkeğin de çirkin olduğu söylenen ama benden daha yakışıklı olan basmakalıp bir otaku yerine son derece niş bir şeyle uğraşması animenin değerini -benim gözümde- arttırıyor. 2. bölümde fanservisin kulağına su kaçırdılar gerçi ama bakalım. Genjitsu Yuusha'nın 2. sezonundan bahsettim, bir de neredeyse aynı kafada olan ama bu kez isekai olmayan Tensai Ouji no Akaji Kokka Saisei Jutsu var. İkinci mi üçüncü mü ne bölümdeki "Ninym benim kalbimdir." sahnesi efsane yalnız, hatununu koruyor kralım ki yorumlarda da her beş kişiden onu (hayır, yanlış yazmadım) buna dikkat çekip övmüş. Kenja no Deshi wo Naoru Kenja diye tuhaf bir iş var, ilk bölümü epey zayıf kalan bir iş; isekai SoL komedi hastası ben bile zor dayandım, ilk üç bölüme bir göz atacağım. Hakozume diye polis SoL'u var, beklediğimden daha eğlenceli ilerliyor. Her bölümün sonunda ağzımıza ağzımıza dramı vuruyorlar ama olsun. Shikkakumon no Saikyou Kenja var, Anos Voldigord'un (Voldigoad?) adını unuttuğum animesinin insanların tarafından anlatılan versiyonu gibi. Sırf Lurie ve Alma için bile izlenir ama. Lurie harbi efsane yalnız, çocuğu görür görmez dibi düştü lan hatunun adsksskfç. "Adım Lurie! Sevgilim ya da nişanlım yok!" diye tanıtım mı olur alkiaslsdzf. Bu anime Lurie ve Alma'nın tavırları sağ olsun hiç harem kafasında olmayacakmış gibi ama kapakta ve "ending"de birini henüz görmediğimiz üç kız olduğundan biraz kafa karıştırıyor. Neyse, harem olsa da olmasa da -ki bence olması bozar bu animeyi, normalde isekai harem müthiş bir birleşimdir; zaten neredeyse standarttır, haremsiz isekai neredeyse yoktur ama buna hiç gitmez be. Bu isekai değil ki lan bu arada, niye isekai deyip durmuşum?- izleyeceğim. Dolls' Frontline diye bir seri var, Girls' Frontline'ın animesi olduğunu varsayıyorum ama taglarda dram mram yazdığından hiç bakmayacağım. Bu tür seriler komedi üzerine yapılmalı bence, Azur Lane ile adını unuttuğum, savaş gereçlerini anime kızı yapma akımının başlatıcısı olan gemi animesi öyleydi. Gerçi o ikisinde de taglarda komedi yoktu galiba yüksek komedi dozajlarına rağmen. Hatta Koroshi Ai'da da komedi tagı yerine normal bir kiralık katil animesinde olması normal ama Koroshi Ai için garip taglar var. Bir bakayım ben o Dolls' Frontline'a. Bu arada başkarakter karabina. Heee, bildiğin karabina: M4A1. Bir de birkaç seri daha var ama onları izlemiyorum, devam sezonlarıyla önceki dönemden devam edenler falan da var işte. Bu arada evet, Dolls' Frontline, Girls' Frontline'ın animesiymiş ki neden direkt oyunun adını koymadıklarını millet de merak etmiş. Ben izlerim bunu bu arada. Slow Loop, Yuru Camp ile Houkago Teibou Nisshi'nin birleştirilip moe dozu artırılmış (yok, hayır, "arttırılmış" değil, bildiğin köklenmiş), üstüne azıcık da Citrus serpilmiş ama geri alınmaya çalışılmış, o da tam becerilememiş versiyonu gibi. SoL hastası olarak tabii ki izleyeceğim, beklediğimden daha eğlenceli bu arada bu anime. Zaten konuyu monuyu okur okumaz "Net izlerim bunu." demiştim ama beklediğimden çok daha zevkli ilerliyor.

Hazır anime falan demişken bir şeyden daha bahsedeceğim. Farklı paragraf olma sebebi de yukarıda sezon animelerinden bahsetmem. Asuka'yı (Eva'dan Asuka) sevip sevmediğimi hâlâ bilmiyorum. Tek bildiğim hatundan nefret etmediğim ama seviyor muyum? Emin değilim. Eva'nın neredeyse bütün karakterleri için böyle hissediyorum zaten, mesela Shinji'nin babasını sevdiğimi söyleyemem ama nefret ediyor muyum? Emin değilim. Sadece Misato ve Rei'i sevdiğimden eminim, diğer karakterleri sevip sevmediğim konusunda neredeyse hiçbir fikrim yok ama kesinlikle nötr de değilim. Derinlikli karakter dediğin böyle olur. Sevmek falan demişken, anime hayranlarının çoğu "kemonomimi" hastasıdır (bende de feci zaaf var) ama kedi kızlar gerçek olsa alayı tsundere olurdu. Köpek kızların da alayı undere. Bu arada bu paragrafı sırf "kedi kızlar gerçek olsa alayı tsundere olurdu" demek için yazdım.

Bak sosyal medya ne biçim bir şey... Ulan ben Facebook'un Türkiye'ye girişini, popüler oluşunu, mahvoluşunu gördüm. Yirmi yıldan az sürede oldu bütün bunlar. Vine vardı mesela, bilmeyene şöyle anlatayım: Eskinin Tiktok'u. Vallahi bak. Ama Tiktok'un aksine çok kendi içinde bir kitlesi vardı Vine'ın, şimdi Tiktok fenomenini illa bir şekilde tanıyorsun internet kullanıyorsan ama o dönemde Vine izlemiyorsan tanımıyordun ki tanımıyordum. Sonra onların bazısı Youtuber oldu, bazısı Tiktokçu oldu, bazısı film çekti falan... Ben de zaten "Aaa evet, öyle bir şey vardı d'i' mi ya?" diye tanıdım bunları. Tiktok demişken, Tiktok'a herkes kadar sövmedim dikkat ettiyseniz. Bir iki küfretmişsem etmişimdir, fazla abartmadım. Neden sizce? Zamanında herkes söverdi, şimdi kullanmayan neredeyse yok. Aha bunun olacağını bildiğimden sövmedim. Aynısı Twitter ve İnsta için de oldu çünkü. Tam olarak sosyal medyadan sayılmasa da İnci Sözlük vardı, ergenliğimi yiyen şeylerden biri. Şimdi çöp, esamesi okunmuyor; eskiden koskoca kurumsal firmalara canlı yayında "Fenasi Kerim" gibi laflar dedirtirdi bu adamlar. Nice hikaye çıktı içinden, hatta o hikayelerden biri de filme uyarlandı falan... "Her gün girerim Facebook" diye şarkı vardı lan. Millet gecenin üçünde Face'teki tarlasındaki domatesi, biberi sulamak için alarm kurup uyanıyordu. Sonuç: Toplumsal histeri günlük hayatın kendisidir. (Oha sonuca bak! Nerenden çıkardın lan o sonucu?)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder