Bir Youtube kanalında (hangi kanal hatırlamıyorum, zaten hatırlasam da söylemem ki bu paragrafın konusu tam olarak bu zaten) "Biliyorum bizi kendinize saklamak istiyorsunuz ama bir sağda solda reklam yapın." minvalinde bir cümleyle karşılaştım. Şahsen benim dilimin kemiğini tutamadığım, patavatsızlığımın arşa çıktığı vakitler dışında sadece yeterince büyük, bilindik şeyleri övüp açıktan söyleme sebebim kendime saklamak falan değil. Büyüsünler, bilinsinler isterim; sevdiğim her şey için isterim bunu... Ama işte hani "maşallah dediği üç gün yaşamıyor" diye tarif edilen adam vardır ya? İşte o adam benim. Bir ürünü (genellikle gıda ürünü) severim, burada, ailemin yanında vs. "Süper lan..." diye konuşurum, çıkalı iki hafta olmadan "yeterince satılmadığı" gerekçesiyle piyasadan toplatılır. Lan nasıl bir satış hedefiniz vardı da sadece iki haftada ulaşamadığınıza karar verdiniz? Bir Youtube kanalını severim, "gidin izleyin" derim, kanal sahibine bir ton suçlamayla dava açılır. "Şöyle bir mekan açılmış, çok güzel..." derim, bir haftaya kalmadan batar. Bir animeyi severim, överim, çevirisi bırakılır ama bu sonuncu benim uğursuzluğumdan değil Türk anime kitlesinin hem zevksiz hem beyinsiz olmasından kaynaklanıyor kanımca, o yüzden sayılmaz. Şimdi tesadüflerden, karamsar bakış açısıyla abartmadan, ayakta kalan yanılgısının ("survivorship bias") tersi olan, adını hatırlamadığım "bias"tan falan bahsedebilirsiniz... Ama 9/10'luk oranlı tesadüf veya yanılgı olmaz. Onda dokuz ulan, şu orana bak. Bu başarı oranına ulaşamadığı halde güvenli kabul edilen tedaviler lan dünyada (mesela lazerle göz ameliyatı)?
Sefamslalasdas... Firmaların salaklığı da bitmiyor. Pınar ketçap üzerinde şöyle bir yazı var: "1 kg Pınar ketçap ortalama 2 kg domates içerir" dskmfşsd.f... Şimdi işin ilginç yanı, bu cümleyi Türkçe bilen birine yazdırsalardı hiçbir sıkıntı olmayacaktı. Şöyle ki: Salça, nar ekşisi, ketçap... Bunlar hammadde kaybının (teknik bir adı vardı onun ama aklıma gelmedi şimdi) fazla olduğu ürünlerdir. Yani şöyle: 2 kilo domatesi kaynatırsın, sonucunda yarım kilo (miktarları salladım bu arada, muhtemelen yanlış bir oran bu) salça elde edersin. Geri kalanı çeker, büzüşür, buharlaşır vs... Ama yine de yarım kilo salça iki kilo domates içermez, istese de içeremez zaten. Matematik 2.0 mı lan bu? Salçanın içindeki su, tuz, bazen şeker ve diğer baharatlar (tuz ve şeker baharattır arkadaşlar, kabullenin artık şunu) vs. var daha. Orayı eğer Türkçe bilen birine yazdırsaydınız "1 kg Pınar ketçap, ortalama 2 kg domates kullanılarak elde edilir." veya "1 kg Pınar ketçap, ortalama 2 kg domatesten üretilir." gibi bir şey yazardı, ben de burada taşak geçmezdim.
Şimdi, elimde "Tarihe Yön Veren Silah: Kılıç" diye bir kitap var. Müthiş bir eser, bazı şeyleri teyit etmemi sağladı, hiç bilmediğim şeyler de içeriyor. Mesela Viking kılıçlarının klasik Avrupa kılıçlarından ayrı, bambaşka kılıçlar olduğunu biliyordum (uçları ovalimsi, kısmen küt; Avrupa'dan ziyade Ortadoğu usulü doğru kılıçlara benziyorlar) ama "haçlı kılıcı" diye bir mefhum da varmış. Peki ben niye durduk yere bu kitaptan bahsediyorum? Şu sebepten: Hiç bilmediğim, enveriye kaması adlı, Enver Paşa tarafından cephede kahramanlık gösteren subaylara verilmek üzere hazırlanan bir hançer çeşidi var. Yani varmış, işbu kitapta bahsediliyor. Bu hançerin benim için en önemli özelliğiyse şu: Bu hançerin namlu kısmı, benim şu daha önce bahsettiğim "kısmen de kendi salaklığımdan kaynaklı olarak istediğim eğriliği yakalayamadığım hançer" ile aynı. Ben şahsen söz konusu hançeri geç Moğol, Kuzey Çin vs. diye kaktırmayı düşünüyordum millete. Muhabbet açılırsa anlatırım çünkü. Eh, zorlamaya gerek kalmadı*; halihazırda var olan bir türdenmiş zaten: Aslında ben orta Osmanlı tipi bir hançer amaçlıyordum, şu meşhur Topkapı hançerine benzeyen bir şey ama sonuç olarak enveriye kaması elde etmişim. O da olumlu. Bu arada kitapta, nadir de olsa kan oluklu yatağanların da olduğunu söylüyor ki bu da şimdiye dek hiç bilmediğim bir şeydi, aslında garip de çünkü yatağanı düşündüğümde kan oluğu yarardan çok zarar getirir o kılıca. Bu arada Avrupa kılıçlarından formunu en sevdiğim de "estoc" ki bu kılıcı tanımlamakta zorluk çekiyordum, uzun kılıç denen türden değil çünkü; "uzun üçgen kılıç" gibi garip garip tamlamalar ile tanımlamaya çalıştığım bambaşka bir formu olan bir kılıç. Şu kitapta nihayet bu formun adını da görebildik, Avrupa kılıçları arasında net en sevdiğim form bu. Eğer merak ediyorsanız ikincisi Viking kılıcı, üçüncüsü de haçlı kılıcı. Evet, daha önce haberdar olmadığım.
*Moğol, Kuzey Çin vs. yanlış veya yalan değil bu arada, sadece saptırma; Moğollarda veya Kuzey Çin coğrafyasında -ki orada da geçmişten günümüze Türkler, Moğollar, Tunguzlar, Koreliler, Soğdlar, Slavlar vs. yaşıyor Çinlilerden çok- gerçekten öyle hançerler, bıçaklar var, yok değil; ama işte "Moğol hançeri" veya "Kuzey Çin hançeri" denince kastedilen şey o değil.
Şu Destan diye bir dizi çıktı, TV reklamlarına maruz kaldığım dönemlerde "Hiç görmediğiniz bir dönem, hiç görmediğiniz bir iş..." diye diye beynimi(zi) yediklerinden ilk bölüme bir bakayım diyordum. İzleyeceğimden değil, benim için tarihî dizi denen şey "Bu ne biçim kostüm aq?" ve "Oha, oha! Ulan o adam orada bile değildi bu olay olurken, ne halt ettiniz siz?" diyecek malzemedir. Ki ilkini Muhteşem Yüzyıl'a (öyle orta-geç Osmanlı kıyafeti olmaz), ikinciyi Diriliş: Ertuğrul'a (Neredeyse bütün ölümler ama özellikle Saadettin Köpek'in ölümü. Hadi Ertuğrul Bey'in o sıralarda istese de orada olamayacak kadar fazla şeyle uğraştığını geçelim, ulan bari gürz ayrıntısını koysaydınız da "Doğrusunu biliyorlar da hikâye açısından şe'etmişler..." diyebilseydik.) dedim. Zaten sonra da ilk bölümler ya da TV'ye maruz kalırken arada denk geldiklerim dışında Türkiye menşeli tarih dizisi izlemedim. Bu arada Türkiye'de "tarihî dizi" neredeyse yoktur, alayı "tarihî kurgu"dur. Evet, arada fark var. Neyse, bu Destan'a dönersek: İlk görüntülerin kostümlerinde de başrol olduğunu tahmin ettiğim kadın karakteri türbana sokmadıklarından "Ya İslam öncesi ya da Erken İslam döneminde geçiyor herhalde..." diye düşünmüştüm. Neyse, ilk bölümü izledim geldim, işte analiz... Aha ilk "fail", daha bölüme başlamadım bak. Orhun Alfabesi ile "Destan" yazmışlar... Daha doğrusu yazamamışlar. A/E tamgası zorunlu olmadıkça kullanılmaz arkadaşım, é her zaman gösterilir ama Orhun'da é için ayrı bir tamga yok, daha eski bazı yazıtlarda (evet, Orhun Yazıtlarından daha eski Türkçe metinler de var, başlıcası Yenisey) é veya benzer seslendirilen tamgalar var ama Orhun'da yerine göre I/İ veya A/E okunan tamgayla yazılıp (Aslı "kéçe" olan, günümüzde "gece" diye yazıp "géce" diye söylediğimiz sözcük Orhun'da "kiçe" okunacak şekilde yazılıyor mesela. A/E de gösteriliyor, bahsettiğim "zorunluluk" bu. Bu arada "gece" sözü Türkçedeki é ve e farkını anlamak için mükemmel bir sözcük çünkü ilk hecesi é, ikinci hecesi e ile söyleniyor. Yabancılar neyse ama anadili Türkiye Türkçesi olan biri farkı anlayabilmeli. Daha fazla ayrıntı ve sadece tek yazıtta, bir iki yerde vs. kullanılan farklı tamgalar için.) kuralları da aynı şekilde işliyor. Velhasıl kelam, o yazdığınız şey Deestaan diye okunuyor. A/E tamgasının kullanımı dışında doğru gerçi, belki ona şükretmemiz lazımdır. Jenerik güzel, gerçi kesin Orhun alfabeli kısımları yanlış yazmışlardır (daha tek kelimeyi doğru yazamıyorlar) ama hiç onlara odaklanıp tek tek hata ayıklayamayacağım. Kostümler çok acayip... Mükemmel şekilde doğru ögelerle (firuze taşları, V şeklinde işlemeler vs. mesela) ölümüne yanlış ögeleri öyle girift şekilde bir araya getirmişler ki övsem ayrı dert sövsem ayrı. Başlangıçtaki rüya kısmındaki ok ve yay, bir kere 8. yy. Türkistan'ında öyle yay olmaz. O yay çok geç bir dönemde, ancak Osmanlı, belki zorlasan Selçuklu döneminde ortaya çıktı. Daha eski Türk yayları içbükeydi ki Kırım Tatarları, Osmanlı'ya hizmet ederken bile Osmanlı formu yerine bugün Türkiye'deki geleneksel okçuların Kırım-Tatar yayı olarak andığı, bahsettiğim içbükey yaylardan kullandılar. Boydan boya, coğrafyada coğrafyaya fark ediyor tabii ama genel olarak Osmanlı'nın dışbükey yay formu büyük bir istisnadır, Orta Asya coğrafyasının neredeyse bütün bileşik (kompozit, mürekkep vs.) yayları içbükeydir. Moğol'undan Çinlisine, Tatar'ından Macar'ına, Korelisinden Pers'ine kadar alayının yayı içbükeydir. Araplarla Balkan halkları mürekkep yayı Türkler, daha açık olmak gerekirse Osmanlılardan öğrendiklerinden onlar liste dışıdır; geri kalanlar zaten kemikli yay kullanmazlar, kompozit yayları bile en fazla birden fazla ahşap içerir. İskit yayı bulun demiyorum ki arkadaş, Türkiye'de Kırım-Tatar yayı bulmak gayet kolay; Osmanlı tarzı yay ne arıyor 8. yy. Orta Asya'sında? Osmanlı formu, Türk yayının mükemmelleştirilmiş, gelişimini tamamlamış formudur, bırakın 8 yy.ı, Fatih öncesi Osmanlı'sında bile kullanıldıkları kesin değildir. Hele oka hiç girmiyorum. Bu arada bir Ak Ana motiflemesi var gibi geldi, karakterin adı Akkız, rüya kıyafeti Ak Ana (Tengricilikte iyilik perisi, daha doğrusu onların başı ve anası. Söz konusu iyilik perilerine de Ak kızlar denir bu arada, çalışılmış gibi.) tasvirine inanılmaz derecede benziyor vs. Aha, kılıç... Geldik kılıca. Ben garip, şemşir veya dao benzeri bir kılıç bekliyordum ama adamlar basbayağı döneme uygun kılıç yapmış lan. Gerçi kabzası hayvan gibi uzun, öyle kabzalı Türk kılıcı olmaz. Öyle kabzalı kılıç olmaz hatta, bir kılıcın kabzasının o kadar uzun olması için ya kendisinin de hayvani boyutta bir kılıç olması ya da at üstünde namluyu uzatmak yerine kabzanın uzatılması tercih edilmiş bir kılıç olması lazım ki dünyada öyle kılıç örnekleri varsa bile (benim bildiklerim arasında öyle bir kılıç formu yok) Türkler bu tür kılıçları hiç kullanmadılar. Hâlâ başlardayım (Yazmaktan izleyemedim ki. Beklemediğim kadar iyi bu arada, kesin 2-3 bölüme bozar.), Gök Orda, Dağ Hanlığı vs... Oğuz Kağan sonrası bir hikâye, yani Oğuz Kağan destanının hemen ardında geçen bir hikaye anlatmak niyetindeler belli ki. Yalnız Gök Han'ın (Gök Hanı Alpagu Han imiş, pardon) "polemiğe girmem, keserim" tavrı biraz şey... Dağ Hanlığı askerlerine karşı "Dağ, Gök'ün oğlunu alamaz." diyorsun... Evet, tamam, Oğuzların geleneksel yönetim sıralaması böyle de... Abicim, niye "Sizi de ben bir dinleyeyim ya..." demeden direkt Dağ Hanlığı askerinin boynuna sallıyorsun kılıcı? Ötekiler de beş adım mesafeden ok çekiyor, te Alla'm. Ulan mızrak saplamaya kalksan heder olursun o mesafeden, kılıç çeksenize? "Bey" lafının döneme uygun olarak "bek" diye söylenmesi beni her şeyden çok şaşırttı yalnız. Selçuklu dönemi dizilerinde bile "beğ" değil "bey" diyorlarken -ki bırak Selçuklu'yu, nispeten orta Osmanlı dönemine yakınken bile "beğ" diye sesletilmesi gerekiyor bu sözün; Osmanlı alfabesi ile zaten "bey" değil "bek" diye yazılıyor, sesleniş evrimi de bek, beg, beğ, bey biçiminde rahatça takip edilebiliyor- direkt "bek" ile karşılaşmak şaşırtıcı bir mutluluk oldu. Bu arada kılıç kutsaldır, öyle sağa sola atılmaz da hadi o duygusal bir sahneydi, çarpıcılık açısından iyi oldu; o yüzden pek fazla laf etmek istemiyorum. Bakın kıymetimi bilin, burada olayı hem hikâyecilik hem tarihçilik yönünden değerlendirebilen biri var. Çoğu tek bir yönden değerlendirir. O değil de bu kısım hayvan gibi uzun olacak belli ki; neyse. Tamamlayınca yayınlarım artık. 2.30 saatlik dizi yaparsanız öyle olur, oha ulan. Neyse ki akıyor, hiç değilse hikaye ve kurgu açısından iyi. Kamaların şekli bir acayip yalnız, Romalıların "gladius" kılıçlarına benziyor. La abicim İskit kaması formu (Dağbanların başlıkları da İskit başlığı gibi zaten), ne bileyim Hun, olmadı Kafkas, Moğol, Çin vs. kaması formu çok mu zordu da gittiniz yaprak şekilli kama verdiniz milletin eline? "Kılıcı doğru yaptık, bunu salla." gibi bir motivasyonla mı yaptınız yani nedir? Cenaze merasimi sahnesi mükemmeldi yalnız, eksikleri olsa da garip gureba işlere girmediler en azından; göze batan tek yanlış düngürün (şaman davulu) tokmak yerine elle çalınmasıydı. Orada çökmüş dövünenler, sagu vs... Dağ boyunun kalkanları da ayrı bir acayip, kılıç kalkan ayrıntısına girmeseler fark etmeyecektim. Hikâye kısmen de mitolojik gibi, o yüzden çok fazla laf da etmek istemiyorum aslında "Şu şöyle olmaz, bu böyle olmaz..." vs. diye ama... Dağbanların kalkanları çünkü aslında yanlış değil, direkt dünya üzerinde var olmayan, yeni bir formda, yeni bir kalkan icat edip dağ boyunun eline vermişler. Hani Türk alpına Pers kalkanı vermek gibi bir durum değil bu -ki yağma, ticaret ve miras denen şeyler olduğu için ona kolayca bir açıklama yazabilirsin; Batı Asya Müslümanlarının kullandığı, üstü Arapça yazılı Avrupa kılıçları var mesela; yağma yoluyla elde edilip kullanılmış- direkt dağ boyunun kalkanları için yeni -ve kılıç meraklısı olup Türk okçuluğu eğitimi almış biri olarak son derece verimsiz olduklarını söyleme hakkını kendimde gördüğüm- bir kalkan çeşidi icat etmişler. "Şaman" yerine "kam" ve "baksı" deme (ayrıca kam ve bahşı arasındaki farkı bilen birine yaptırmışlar kostüm tasarımını, bu da bir artı) ve balbal ayrıntıları da çok iyi bu arada, ben bayağı bayağı izliyorum bunu ha. TV'de falan denk gelsem izleyebilirdim (ama TV açmıyorum, arada bir açayım dediğimde de uzun süredir açılmadığından bu kez o açılamıyor; e, internetten de hiç uğraşamam 2 saatten fazla süren dizi için). O değil de... Türkiye yapımı bir tarih dizisinde gerdek otağı muhabbeti görmeyi hiç beklemiyordum, gerçi üstü kapalı, sadece bilenin, Dede Korkut okuyanın vs. anlayacağı biçimde yapmışlar ama yine de yapmışlar mı yapmışlar. Bu bir başarıdır arkadaş. Ha damat efendi, hatuna artistlik yapacağım diye neden o dönemde katiyen olmayan, internet menşeli tuhaf bir şiveye geçiş yaptı onu pek anlamadım ama olsun. Heeeh, bir tane de ufak Müslüman çocuğu verdiler Akkız'ın yanına... Hoş geldin Karluk boyu, hoş geldin Karahanlı... Kim bu, Satuk Buğra Han mı? Zaten bunların böyle tuhaf tuhaf çarpıtmalar, garip işler içermeyen Tengrici bir hikaye yazmayacağı belliydi. 1.16 civarındaki savaş sahnesinde okçuluk açısından birkaç çok da göze batmayan teknik hata var ama sinematografiye gerçekçiliği kurban etmişler, peki, bu seviyedeyken kabullenilebilir. Tek yayla birden fazla ok atmak da okçuluğumuzda olmasa da tarihimizde var zaten. Tarihimiz derken yanlış anlaşılmasın, sinema-TV tarihimizden bahsediyorum; Cüneyt Arkın falan hani. Bu birinci bölüm iyi de iki, olmadı üçüncü bölümde kesin sıçacak bu dizi; e, benim de hiç onları izleyip yorumlamaya mecalim yok. Murat Soner miyim lan ben? O değil de adamın sonu tımarhanede bitmese bari, ben günümüz dizilerinin çoğuna beş dakika tahammül edemiyorum, adam bölümleri izleyip notlar alıp yorumluyor falan... Tengri Teala düşmanımın başına vermesin, vallahi bak.