Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

21 Temmuz 2021 Çarşamba

Durum Raporu: Köy

Köydeyim bir süredir, geldim de rahatladım. Ha bir de Balıkesir'deki müezzin yüzünden dinden çıkmakla kalmayıp inanç düşmanı olmama ramak kalmış, onu fark ettim. Buradaki imam (küçücük köy camisi, kadrolu müezzin falan yok haliyle) ezan okumayı biliyor Allahtan da ezan okunurken beddua etmek yerine tekrar "azizallah" demeye başladım ben de.
Bilgisayar bozuk bu arada; hem internetsiz hem bilgisayarsız olduğumdan pek yazmadım. Bir de buraya yazacak kadar boşluğa düşmek için fazla meşguldüm. Kalkan boyuyor, bıçak dövüyor, hikaye yazıyor ve okula sövüyordum (Ona da geleceğim.).
Okul bitti Allahtan da ben de bittim. Yaptığım staj hakkında AKTS'den sorun çıktı (çıkmasa şaşardım), neyse o çok uğraştırmadan çözüldü. Okul bitti bitmesine de ben akıllanmadan. Geri dönüp bir tur daha okumaya niyetliyim. Sonra da ver elini akademik. Üniversite kampüsüne kilitleyeceğim kendimi.
Bilgisayarın bozukluğu hasebiyle Bozüyük'e gittik, bir tane akvaryumcu gördüm. Hemen ön camdaki akvaryumda japonbalıkları vardı ki bayağı ilginç bir seçim. Neden? Çünkü bu tanklar müşterinin ilk gördüğü tanklar olduğundan akvaryumcunun yüzü niteliğindedir. O sebeple de altum ya da turna balığı gibi daha nadir türler, olmadı şov amaçlı dolu akvaryumlar olur genelde. Hiçbir şey olmasa Malavi olur yahu. Ha japonbalığı da olabilir; ama elindeki en kaliteli, tercihen nadir ırk Japonları koyman gerekir. Ben barajda (baraj ismi vermeyeceğim) daha kaliteli Japonlar gördüm. Elindeki en kaliteli Japonlar buysa işimiz var hakikatten. Bayağı oltayla japonbalığı tutmuşluğum da vardır aynı barajdan. Japon dışında koi ve renkli sazan (koilerin yabani ataları olan, renk mutasyonuna uğramış sazanlar; başka bir deyişle aşırı düşük kalite yabani koiler) da var aynı barajda. Bu arada bu barajdan tuttuğum balıkları beslemişliğim de vardır; sazan hastasıyım ben. Çiklit besleyeceğime aynalı sazan beslerim daha iyi, bir türlü sevemedim barışçıl Güney Amerikanlar (kakadu, melek, diskus, ramirezi vs.) dışında kalan çiklitleri.
Ya o değil de milletin "şöyle olsa" diye söylediği şeyler oluyor, benimkiler inadına imkansızlaşıyor. Yeter lan. Kurşuna bulayacağım kendimi, kurşunla mumyalayacağım; döktürmek falan paklamaz beni. Tamam hayırlısı böyledir de istediğim her şey mi hayırsız aq, nasıl bir insanım ben? Ha ama bak bir şeyi ummayayım, beklemeyeyim, söylemeyeyim anca o zaman olur. Gerçi o zaman da olmayan var. Nasıl bir uğursuzum lan ben? Haftada en az iki kez gusül de alıyorum halbuki ama...
Batı Cephesi'nden yeni haberler yok. Hâlâ yalnızım. Ha bir de akvaryumu feci özlemişim, onu fark ettim. Taşınır taşınmaz kira mira, kalıcı mıyım geçici miyim dinlemeden yeni bir tank kuruyorum. Bitkili canlıdoğuran. Bitkili karma hastasıyım zaten ben, çiklitleri bir türlü sevemedim.

11 Temmuz 2021 Pazar

Durum Raporu: Anime (Her Zamanki Gibi), Supangle ve Odysseia

Öhöm öhöm... Şu Kuukyuu mu ne "aşırı gerçekçi tam dalış RPG" serisini... Neyse. Bak, ben bu seriyi beklentisiz izledim. Neden? Çünkü "Öyle yap" diye bağırıyordu. Yeri gelmişken, bazen bir hayatım olmamasına şükredebiliyorum; bir hayatım olsa izlemezdim muhtemelen bu seriyi. Finalde olmayan beklentimi bile karşılayamayan çok seri gördüm; ama 3 bölümde bir bunu tekrar tekrar yapmayı başaranı hiç görmemiştim daha önce. Bu arada bu seriyi sevdim ben ama neden sevdim? Çünkü kötü komedi de severim ben, hem kötü hem ucuz şeylerin (özellikle de filmler ile yemeklerin) kendine özgü bir cazibesi oluyor. Ucuz olduğu halde iyi şeyler zaten tadından yenmiyor, hem pahalı hem kötü şeylerse insana bela okutuyor. Slime Taoshite 300-nen de işte SoL komedi isekai, iyi bitti sonu. Azusa vs. Rimuru "meme"i sadece bir tane gördüm ama; keşke daha popüler olsaydı da daha çok görseydik. Gerçi bu tür serilerin kaderi budur: Niş bir kitleye hitap ederler (O niş kitlenin de çoğunluğunu hayatsız, bakir ve biraz da bu sebepten herkesin yönelmediği şeyleri keşfedebilen erkekler oluşturur, nasıl bir niş kitleyse artık. Niş kitle dediğin böyle olmaz, onu diyeyim de.), asla çok popüler olmazlar (Olmasınlar da zaten, SnK bir anda popüler oldu da ne oldu? Şahsen bu seriyi izleyen tek kişi olmayı mal mal yorumlarla muhatap olmaya yeğlerim.). Seijo no ile başlayan daha da beter, "shoujo" mu yoksa SoL mu olacağına karar verememiş gibi duran bir seri. Hayır "shoujo SoL" olsa tamam, SoL "shoujo" da severim ben ama birini öne çıkarmaya çalıştığı halde hangisini öne çıkarmaya çalıştığını kendi de bilmiyor, böyle bocalayan bir hikaye. İsekai köpeği olduğumdan izledim tabii. Sonu mu? Sıradan bir SoL için oldukça iyi ama bir isekai için olabilecek en iğrenç finallerden biriydi. Bu arada Sei son bölümde bir miktar aptallaştı; şşş, geçen bölüm iki dakikada yaptın ya o büyüyü, nasıl üç kez yarım bırakacak kadar dikkatin dağılabiliyor? Duyguysa aynı duygudan bu bölümde de vardı, bunda olandan onda da vardı. Hige wo Soru'nun 13. bölümü (son sahne dışında) yokmuş gibi davranacağım, çekilecek dert değil zira. Sırf 13 bölüm olması için 13 bölüm yapmışlar, geçen bölümde de bağlardınız ağa bunu? Wonder Egg'in filmini izleyen ağır sövüyor. Ben mi? Ben zaten "Asıl son filmde." olayına girdikleri anda sövmüştüm, sıramı savdım. Olduğu gibi bıraksaydınız daha iyiydi. Wonder Egg'in film mi özel bölüm mü her ne haltsa artık onu izledim. Ağır sövesim var Clockwork'e; sıramı savmamışım meğer. Vukuatları artık buradan Japonya'ya yol olur, yeter lan. Bak bu bölüm baştaki özet kısmı ve arada zaman olmadan doğrudan 13. bölüm ve final olarak yayınlansaydı ses etmeyeceğim, hatta bir ihtimal övebileceğim bir son olurdu. Olurdu da arkadaşım, bilmem kaç zaman sonra bir de "asıl son filmde" diye davulla zurnayla (gongla "shakuhachi" ile?) duyurup sonra önümüze bunu koyamazsınız. Bıktırdınız lan. Ben mangaka olsam hayatta vermem size serimi animeleştirme yetkisi. Hadi kaynağı olanları kaynağa uymayıp kafanıza göre takılarak çöp ediyorsunuz anladık, lan hiçbir yerden uyarlanmamış, bizzat kendi yazdığınız orijinal animeden ne istediniz? Ya doğru düzgün bir film sonu yapın (çünkü yapıp başarılı olanlar var) ya da bunu direkt 13. bölüm ve haftalık düzlemde asıl final yapsaydınız. 20 dk. özet, 10 dk. "opening" ile "ending", bu ne lan? 12. bölümle bu bölüm arasında bir fark yok ki; ne diye özel bölüm yaptınız o zaman? "Açıklamıyoruz lan bir şey." deyip bıraksaydınız o zaman, zaten Neiru'nun asıl kimliği dışında herhangi bir ek bilgi vermediniz. Sırf şu özel bölüme 0 basmak için MAL hesabı açasım var, delirttiniz lan insanı. 9/10'luk animenin "asıl final" diye reklamı yapılan özel bölümü 1 puanı bile hak etmiyor, bu nedir? Bu arada bunu dediğim gibi normal son bölüm olarak yapsalardı animenin puanı benim açımdan hâlâ 9/10 olarak kalırdı ama böyle değil. Komi-san'ın animeleştirilmesine bir türlü sevinemiyorum. Sebep? Kesin bunun da içinden geçecekler Horimiya gibi. Tek tesellim on yıl sonra da olsa yeni sezon çıkarabilen OLM Stüdyosunun elinde olması, bir ihtimal sezonlarca yapabilirler; böylece de mangayı katletmemiş olurlar.

Hayatta insana "Nasıl yani ya?" dedirten birtakım şeyler vardır. Mesela supanglenin Türk mutfağına özgü olması, batı kökenli olmaması bunlardan biri. İsim Fransızca "İngiliz (daha doğrusu Anglus) çorbası" demek (Tabii Fransızcada böyle yazılmıyor ama onunla uğraşamayacağım şimdi) ama İngiliz mutfağında böyle bir yemek yok, Fransız mutfağında da yok. İtalyanların aynı anlama gelen "zuppe Anglea" gibi bir isim verdiği bir yemekleri var ama o da bisküvi üstüne puding dökülerek yapılan kolay pastalara benziyor daha çok. Muhtemelen Tanzimat manzimat döneminde biri uydurup kaktırmış millete bu yemeği, bugün "Amerikan" denince "Bu neymiş ki?" diye düşünmeden üstüne atlayan necip milletimiz o dönemlerde de "Fransız" kelimesine buna benzer tepkiler veriyordu neticede (Bu arada "necip"in anlamına bir bakın ve cümledeki ironiyi görün.). Mesela farklı bir örnek olarak tavukgöğsü ve zaten özünde dibi tutmuş tavukgöğsünden başka bir şey olmayan kazandibi Roma mutfağından bize geçmiş. İtalyan mutfağında Roma'dan kalan pek bir şey yok bu arada, meşhur makarna bile Marco Polo o zamanlar Moğollarca yönetilen Çin'e gidip yanında Çin eriştesi ("noodle") ile dönene kadar var olmayan bir şeydi (Bu arada Marco Polo'nun Çin'e hiç gitmemiş olduğu da doğunun kendilerinden üstün olabileceği fikrini hazmedemeyen Avrupalı götlerin uydurmasıdır. Bunlar yaprak bitlerini mahkemeye verirken Çin'de Kubilay Han kağıt paraların ilk örneklerini basıyordu.). Hardallı bir yabandomuzu pastırması var mesela Roma mutfağında, o da hiçbir yere kalmamış; en benzer olan şey "jamon iberica" (İsp. İber jambonu), o da İspanyolların. Ha öte yandan İtalyanların hakkını teslim etmek gerek: Medici ailesi, daha açık olmak gerekirse Catherine de' Medici olmasa Fransızlar (bugün dünyanın beş büyük mutfağından biri sayılan ve hem aşçılık hem gastronomide başlangıç noktası, ayrı bir ekol olan Fransa hani) hâlâ yaban turpu, soğan, salyangoz ve kıyı bölgelerde balık, iç bölgelerde domuz eti, tatlısu kıyısında da kurbağadan başka bir şey yemiyor olurlardı. Bir şarapta aynı gelişmişlikte olurlardı, bir de günümüzdeki kadar olmasa da ekmekte elleri güçlü olurdu. "Bouef burnignon", yumurta sufle falan hak getire olurdu İtalyanlar olmasa. Bu arada ekmek demişken, Türk mutfağı ekmek açısından oldukça fakirdir, bunu belirtmek istiyorum. Belirttim. Somun ekmek bile Anadolu'ya geldikten sonra buralardaki yerel Roma-Yunan mutfağından girdi Türk mutfağına, orijinalde bir tek yufka ve bazlama vardır Türk mutfağında ekmek olarak. Ha hamur açısından zengindir bak: Mantı da erişte de son derece eski, Anadolu'ya gelirken yanımızda getirdiğimiz yemekler. Orta Asya mutfaklarının çoğunda "naan" ve benzeri isimler verilen bir çeşit bazlama dışında ekmek namına pek bir şey yok hâlâ. İşte zamanla çeşit çeşit simit, gevrek, açma, poğaça, Vakfıkebir ekmeği vs. geliştirilmiş ama 19. yy.da Anadolu'da 50 civarı, Orta Avrupa'da 200'ü aşkın ekmek çeşidi vardı. Ekmek Türk mutfağının temel taşı falan değildir, ekmek Avrupa, özellikle de Kuzey ve Batı Avrupa mutfağının temel taşıdır. Türk mutfağının temel taşı et, özellikle de işlenmiş ettir: Sucuk, pastırma, tütsülenmiş, kurutulmuş... Onun dışında koyun, kaz ve av etleri yaygındı eskiden. Neden koyun, kaz ve av etleri? Sığır süt veriyor, ayrıca bugünkü "Koyun eti kokuyor!" iddiası o zamanlar "Sığır eti sert, çiğnenmiyor!" biçimindeydi; dolayısıyla sığır eti sadece artık arabacı, damızlık veya sütlük olarak kullanılamayacak kadar yaşlı sığırlardan alınıp sucuk, pastırma gibi işlemede ve bazen de köfte olarak (köftelerin orijinallerinin çoğu koyun-sığır karışık kıymaya sahip) değerlendiriliyordu. Aynısı kaz için de geçerli: Tavuk yumurta verdiği, horoz uyandırdığı için öncelikli bir et değil. Muhtemelen o dönemler tavuk eti de fazlaca yavan geliyordu bizim millete, bir yerde bıldırcın yedim, harbi tavuğa bakmazdım sık elde edebileceğim bir et olsaydı. Av etleri de aynı: Baktığın hayvan sana bir şey verdiği için bakıyorsun ama dağdakine bakman gerekmiyor, o zaten nasıl yaşayacağını biliyor. Onun dışında Anadolu'da tamamen bitmiş bir at eti kültürü var ama atlar da ya avlanan yabani yılkılar ya da kurban edilen atlardı, dolayısıyla at eti eskiden sadece ziyafet sofralarında bulunan özel ve kaliteli kabul edilen bir etti. Ha Fransa'da falan askerlerin aç kalınca binek atlarını yemesi âdeti vardı mesela. Göçebe kültürü ve yerleşik kültürünün et konusunda şöyle bir ayrımı vardır: Göçebe kültürü domuz etine, yerleşik kültür at etine kötü gözle bakar. Gidin bakın, İran'ın mutfağında İslam öncesinde de domuz bulamazsınız (Persler de tıpkı Türkler ve Araplar gibi bir kısmı yerleşik bir kısmı göçebe halde birbirlerinden çok da hoşlanmaksızın yaşadılar uzun yıllar boyu.). Türkler için de aynısı geçerli, Tengriciyken de domuz yemiyorduk. Bugün çoğu Budist olan Moğollar da domuz yetiştirmez ve yemez; ancak Türklerden farklı olarak yabandomuzu avlayıp yiyorlardı eskiden. Yine Hindistan'da da et yenen gayrimüslim bölgelerinde (evet, Hindistan'da Müslüman olmayan ama et yenen bölgeler de var) domuz eti yoktur; koyun, keçi ve özellikle tavuk üzerine yoğunlaşırlar (Sığır zaten yok, Müslüman bölgelerde bile neredeyse yok Hindistan'da sığır eti.). Konuya dönersek: Böyle dedirten şeylerden bir diğeri de geçenki yazıyı 17 (yayınlayana kadar 19 olmuş) kişinin okumuş olması. Benim kimsenin umursamadığı saçma sapan fikirlerim ya da sızlanmalarım bu kadar okuyucu bulamayacağına göre, buna dair bulabildiğim tek mantıklı açıklama "Yahudi ve Musevi arasındaki fark nedir?" diye aratan kişilerin bir şekilde uğramış olması.

Odysseai okuyorum, daha doğrusu okumaya çalışıyorum. Neden okumaya çalışıyorum? Çünkü çevirmen durmadan kralı han diye çevirdiğinden ve benzer birkaç şey daha yaptığından "Benim bu okuduğum şey Homeros'tan mı yoksa Dede Korkut'tan mı?" düşüncesinden kitaba odaklanamıyorum. Bir de her ikisi de yarı tarihî destan olduğundan mı yoksa bu da mı çeviriden kaynaklanıyor bilmesem de yapısal olarak da benziyorlar. Aslında kralın han diye çevrilmesine karşı değilim, bunun birebir karşılığı bu gerçekten de; ama alışmak için biraz süre gerekiyor. Ha bir de millet iki sayfa boyunca soyunu sopunu anlatınca olmuyor. Tiberus oğlu Tiberius ne lan (İsimler temsilidir.)?