Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

20 Mayıs 2025 Salı

Yoğun Stres Altında Durum Raporu

Son zamanlarda inanılmaz bir stres altındayım; eziliyorum, boğuluyorum, nefes alamıyorum. O yüzden olsa gerek şöyle bir karara vardım: Hayatım sikecek bir hatuna ihtiyacım var. Hayır çünkü hükümet de sağ olsun çok yardımcı oldu ama ben kendi hayatımı buraya kadar sikebiliyorum, daha fazlası olmuyor. Daha fazlası için dost kazığı olsun, bir yandan umut verip bir yandan "friendzone"da müebbet verecek hafif kaşar hatun olsun ekstra malzemeler gerekiyor. Hayır neden diyorum biliyor musun? Çünkü dibin de dibini görürsem belki bir şeyleri düzeltmek için motivasyonum olur. Aile evinde hayatta kalma mücadelesi veriyorum, işim yok, olsa da zaten %99,99 ihtimalle kölelikten farksız şartlardan ve aile evinde yaşamıyor olsam kiraya faturaya bile yetmeyecek bir maaştan fazlası olmayacak, kız yok (zaten birinin boşluğuna denk gelip benim gibi bir bitiği kabul etse de bu şartlarda maksimum bir aya terk edilirdim) ama en kötüsü bunları değiştirmek için en ufak bir motivasyonum yok. Niye motivasyonum yok? Çünkü inancım yok amk. İyi bir şey olmayacak, neden olsun ki? Sonuçta daha önce hiç olmadı. Bak en hasta olduğum da "iyi şeylerin olması için çaba harcaman lazım." olayı. E amına koyayım siktiğimin kötü şeyleri hiç çabalamadan kendi kendine oluyor, gelip yapışacağına yapışıyor ya? Adil mi bu şimdi? Hadi adaletini geçtim, mantıklı mı yani? Ayrıca iyi şeyler de isteyince gayet kendi kendine oluyor. Adı H, soyadı S harfiyle başlayan malum bir vizyonsuz, dedesi ülkenin en zenginlerinden biri olmasa DNA testi için "%99 eşleşme yeterli değil" diye sik sik konuşup hayatına dayak yemeden devam edebilir, her hafta başka başka hatunlarla takılabilir miydi? Bu herif hayatı boyunca bunun için çabaladı mı mesela? Sadece soyadı zaten neredeyse her kapıyı açmaya yetiyor mk.

O kadar sikmek, sikilmek falan demişken ben bu ana muhalefetin de kafasını sikeyim. Hadi Özgür Özel zaten başından beri Kılıçdaroğlu v2'ydi, bir tek pragmatistin önde gideni olan AKP* tarihindeki en malca hamleyi yaparak İmamoğlu'nu tutukladıktan sonra başından beri yapması gereken siyaseti nihayet yapmaya başlamıştı, "artık özüne döndü, o kadar dayanması bile zaten mucizeydi" diye yorumluyoruz ama İmamoğlu kadar "orta yolcu" biri bilmiyor mu bu "açılım v2" sürecine halkın birincisinden bile çok daha tepkili olduğunu** ve tahmin edemiyor mu bu gereksiz destek açıklamasının yarardan çok zararı olacağını? Hayır yani CHP'nin bundan elde edebileceği bir şey de yok. Bu durumun CHP'ye reel faydası net sıfır, hatta eksi bile olabilir. Sempatizan olmayan Kürtlerin çoğu zaten CHP'ye veya benzeri partilere oy veriyor, böyle sikik açıklamalara gerek duymuyorlar, sempatizan olanların da alayı ya DEM'e (ya da artık güncel adı her neyse) ya AKP'ye oy veriyor. Hani bu malca hareketi yalnızca iki şekilde anlamlandırabiliyorum: İlk ihtimal "Biz seçimi kazanmak falan istemiyoruz, ana muhalefet olmak bize yeterli." demek anlamına gelmesi, ikinci ihtimal doğru olmasını umduğum ama doğru olmasına -belki genelgeçer karamsarlığımdan, belki de ana muhalefetin işler tam iyi giderken olayı bombok etmek konusunda bolca sabıkası olmasından- pek de ihtimal veremediğim "Şimdi ben bu duruma laf edersem parti içindeki 'birtakım' klikler bana düşman kesilir, kazanana kadar şunlarla takışacak şeyler yapmayayım." düşüncesinden kaynaklı olması.

*Liberallerin, solcuların oylarına ihtiyacı olunca "Milliyetçiliği ayaklar altına aldık." deyip "yetmez ama evet" saçmalığına sebep olur, Kürtçülerin oyuna ihtiyacı olunca "açılım" adı altında terörist aklar, baktı ki böyle şeyler yaptıkça oyları eriyor "Kandırıldık!" deyip adı Milliyetçi diye başlayan partiyle ittifak kurar vs. Bir tek şu mülteci işinde oyları erimesine rağmen anlamsız bir ısrar içindelerdi, bir de son zamanlarda artık kazanamayacaklarını bildiklerinden olsa gerek verebildikleri kadar zarar vermenin, oyları erimeye devam etse bile ülkenin dibine döşeyebildikleri kadar dinamit döşemenin peşindeler.

**Çünkü birinci açılım sürecinde -en azından başlarda- "Hadi tamam, samimilerse neden olmasın?" bakış açısı makbuldü ama şimdi "Biz bu filmi daha önce izledik." Spoiler: Şehirleri cephaneliğe çeviriyorlar. Ayrıca "süreç", birincisinden çok daha iğrenç ve birincisinde olmadığı kadar bariz bir kötü niyetle yönetiliyor. Birincisi kötü niyetli değildi demiyorum, birincisinde kötü niyet bu kadar bariz değildi, yine sanki iyi bir şeyler yapmaya çalışıyorlarmış da yanlış anlaşılıyorlarmış, kendilerinde hiç suç yokmuş da her kötü sonuç sırf karşı tarafın kazık atması yüzündenmiş gibi davranıyorlardı (AKP'nin 20 yıldır başta olmasını ve halkın hem kendisinin destekçisi hem muhalif olan kesimlerini aynı anda gütmesini sağlayan taktik) diyorum, bu seferkinde rol kesmekle bile uğraşmıyorlar.

Bu sezonun animelerinden de bahsetmek istiyorum ama sezon başlayalı yaklaşık bir ay oldu, bitmesine de daha çok var (12 bölümlük bir anime ayda dört bölümden ortalama üç ay sürüyor; daha bunun 24 bölüm olanı var, daha uzun olanı var, standart olmayanı -13, 16, 25... bölümlük olanı- var...), o yüzden bu sezonun animelerinden bahsetmek saçmalık olacak.

Hem zaten bahsetsem ne anlamı var? Anlam yok, amaç yok, umut yok, hiçbir şey yok. Ot gibi yaşayıp hayatta kalma içgüdüme lanetler ederek yapayalnız geberip gideceğim. Şu alttaki imzamsı şeyde yazan iki linke bile nicedir girip bakmıyorum, sırf alışkanlıktan, yapmaya devam etmezsem zaten zorlukta bir arada duran benliğimin tamamen dağılacağından korktuğumdan ve yapacak başka bir şeyim -"daha iyi bir şeyim" demiyorum, "hiçbir şeyim" diyorum- olmadığından zerrece zevk almadan, en fazla iki üç saniye kendimi kaptırabilerek bir şeyler izlemeye, okumaya, yazmaya, oynamaya devam ediyorum. Artık ideallerime bile inancım kalmadı. Hayır bak yalnızlık derken sevgilim olmama durumundan bahsetmiyorum, bahsettiğim yalnızlık çok daha büyük: Amk bir aydır anam babam ve kurye dışında kimseyle konuşmadım, hatta videolar, fotoğraflar vs. dışında son bir aydır başkasını gördüm mü ondan bile emin değilim. Artık beynimi komediyle ve saçmalıkla uyuşturmak bile kâr etmiyor, omuzlarıma çöreklenmiş yorgunluğu umursamamayı bunca yıldan sonra artık beceremiyorum. Umudumu tamamen kaybettiğimde acı çekmeyeceğimi düşünmüştüm. Şimdi, şu anki durumumda, içten içe hâlâ arzum olduğunu inkar edecek değilim, sonuçta kim iyi bir şeyler olmasını istemez ki? Ama umut yok, hiç yok. Ve ben bomboş hissediyorum. Bu boşluk hissi her zamankinden fazla acıtıyor. Artık görmezden gelmeye, onunla yaşamaya alıştığım ve her şey mucizevi bir şekilde yoluna girse bile kalbimin karanlığında kalacağını kabul ettiğim acı değil bu, çok daha başka, çok daha güçlü, çok daha çekilmez ve nasıl görmezden gelebileceğim, nasıl biraz olsun aklımı ondan uzaklaştırıp başka şeyler yaparak benliğimi tamamen yıkılmaktan koruyabileceğim hakkında en ufak bir fikrimin olmadığı bir acı. Öyle bir acı ki karşısında ağlamayı bile gereksiz ve faydasız buluyorum, sıkıntıyla iç çekmekten başka hiçbir çıkar yol göremiyorum.

Delinin teki. Aile evinde hayatta kalmaya ve daha fazla acı çekmemek için umudu öldürmeye çalışıyor. Erdem Ö. Hayalî mahlasıyla kitap* yazdı, şimdi de yayınevlerinin yamyamlıkları ve doğrudan yayıncılık servislerinin onlardan da beter olması nedeniyle umarsızca bir çıkış yolu arıyor. Tüm kitaplarını yazdığı mahlası artık bloğunda da kullanıyor. Ha bir de şöyle bir çabası var, ilginizi çekerse: buymeacoffee.com/xayali (ve https://panel.roniapp.com/invitesignup/MTU0NTAz)

*Ejderin Mührü (ALMAYIN! Benim yazdığım kitap değil bu, editörün kafasına göre yaptığı değişiklikler ve hatalarıyla dolu bir saçmalık sadece. Halihazırda aldıysanız, düzeltme işini yaptıktan sonra bir şeyler ayarlayacağım. Eposta atın.)

3 Mayıs 2025 Cumartesi

Bir Ay Önceden Kalma Durum Raporu (Güzel Hikaye Başlığı Olurmuş Ha...)

Not: Bu yazı bir aydan fazla süredir kenarda duruyordu, bir türlü ek bir şey ekleyip yayınlamak için uygun hâle getiremedim. Biraz daha beklersem zamanaşımına uğrayacak (hatta bazı kısımları çoktan uğradı), hiç yayınlayamayacağım.

Bak geçen yazıda "İnsan özünde sürü hayvanıdır, dolayısıyla milliyetçilik, ümmetçilik, fanatiklik vb. şeyler doğaldır." demiştim. Sonradan aklıma şu geldi: Sosyalizm ve komünizm gibi idealler bile aslında kaynağını bu sürü içgüdüsünden alıyor. İnsanlar hakkındaki bir diğer şey de sadece sürü hayvanı değil, aynı zamanda bölgeci hayvanlar olmaları. Sınır, ülke gibi kavramların var olmasının ve sol liberal idealindeki "sınırsız dünya"nın gerçekleşmesinin çok düşük bir ihtimal olmasının esas sebebi de bu. Eğer bir akvaryuma bir frenatus koyarsanız, bölgeci hayvan nedir ve insanlar neden kendi içgüdülerini "dünya hepimizin" bakış açısına ikna edemiyor sorusunun yanıtlarını rahatlıkla alabilirsiniz. Yapamayacaklar veya uğraşmayacaklar için: Frenatus akvaryumda bir bölge belirler ve oraya giren her balığı, istisnasız olarak kovalayarak saldırır. Nereye kadar? O balık bölgesinden çıkana kadar. Sonrasında o balığı rahat bırakıp bölgesinin merkezine ("başkent" olarak tanımlayabiliriz; genelde taş, kütük gibi bir şeyin dibi olur) döner ve kendi bölgesine girmeyen hiçbir balığa tebelleş olmaz (akvaryumunda ağzına sığacak boyutta balıklar olan acıkmış bir frenatus değilse tabii).

Hyakkano'nun 2. sezonunun 11. Bölümü beni biraz sinir etti. Neden? Neden o muhteşem Hakari ve "artık-tsundere-olmayan" Karane banyo sahnesini animasyonlu alamıyoruz? Birinci sezona dair en istemediğim şey "aşk zombileri" Bölümündeki Hakari-Karane öpüşmesini çıkarmalarıydı ama neyse ki onu kesmediler. Hayır tamam, banyo sahnesinin sansürsüz yayınlanması zaten çok zor ama blue-ray'de mi çizmeyi planlıyorsunuz yoksa işi Maplestar'a mı bıraktınız, nedir olay? Bu arada Reddit'te "blue-ray için bile fazla görülmüş" (Amk daha ileri sahneleri TV versiyonuna bile koyan animeler var.) olduğu söyleniyor. Neyi sansürleyip neyi sansürlemeyeceği konusunda TC adalet sisteminden bile daha keyfî olan Japon medya kurumlarına sövsem mi yoksa en azından seslendirme alabildiğimiz için şükür mü etsem, bilemedim. Bu arada o sahneye tekrar baktım da evet, sansürlense bile kesilmesi kaçınılmazmış ama hiç olmazsa bize kulak ısırma sahnesini verip sonra kapıyı gösterebilirdiniz. Tamamında buharlı kapıyı göstermek ne oluyor?

Summer Pockets... Bu yılın Key animesi. İsekaiden daha düşkün olduğum bir şey varsa o da Key animeleri. Bu arada bu anime bana acayip nostaljik bir his veriyor ki renk paleti ve müzik seçimlerinin amacının böyle hissettirmesi olduğu apaçık olduğundan normal ama bu animenin bana nostaljik hissettirme nedeni renk paleti veya müzikler değil, başlı başına bunun bir Key animesi olması. Bu arada öyle çok Key animesi izledim ki -tamamına yakınını izlediğimi düşünüyorum- artık ilk sahneden bir Key animesini tespit edebiliyorum. Bunda da öyle oldu. Bu arada Key'deki bir senaryo yazarı mı yönetmen mi (VN'de buna denk olan kişiye ne diyorlar bilmiyorum) kurucusu mu artık birinde kesinlikle beyaz saç fetişi var. Nereden bu kanıya vardım? 1. Beyaz saçlı bir karakterin olmadığı Key VN'si varsa bile animeye uyarlanmışlar arasında beyaz saçlı bir karakterin olmadığı bir tane bulmak çok zor. 2. Summer Pockets'ın esas kızının (Clannad'daki Nagisa'ya denk olan) o beyaz saçlı olan olduğu son derece belli. Bu benim için sorun mu? Değil. Sorun olsa tatlış harem komedi (=Hyakkano'nun trol olmayan versiyonu) gibi ilerleyen animenin sonunda mutlaka dramı (özellikle de esas kız üzerinden yapılan dramı) ağzımıza yüzümüze vuracaklarını bile bile Key VN'lerinden uyarlanan animeleri izlemeye devam etmezdim. Bu arada Key'in "hair intakes"e de (TvTropes linki verecektim ama o sayfayı bulamadım. Nerede lan sayfa?) bir düşkünlüğü var ama 90-2010 arasında çıkan animelerde "hair intakes"i olmayan bir kadın karakter bulmak çok zor olduğundan ve en yenilerin bile çoğunda en az bir karakterde bundan olduğundan bu durum beyaz saç fetişisti olan karakter tasarımcısı (bak en büyük ihtimal bu) kadar dikkat çekmiyor. Eveeet, anlamsız kelimeler* kullanan kızımız da geldi... Kesin hayalettir bu. Spo değil bu arada (Zaten daha 2 bölümü yayınlandı, spo vermemin tek yolu VN'yi oynamış olmam olurdu ve oynamadım. Türkçe çevirisi olmayan VN oynamaya çok üşeniyorum.), tahmin ama tahminimde %80 doğruluk payı olacak kadar Key animesi izledim. Ve MC de klasik bir "işime gelince her şeyi trole vururum" Key MC'si. Key'in bu tür ana karakterlere de bir düşkünlüğü var ama bu karakterin oyuncuyu (ve anime uyarlamasında izleyiciyi) temsil etmesi gerektiğinden bu da normal. Sonuçta kim bir tsunderenin dayağından her şeyi alaya vurarak kaçmak istemez ki? Ha bu seferki bu sefer kurtulamadı, o ayrı. Ne olduğu belli olmayan ama evcil olduğu varsayılan hayvanımız da var. Gerçi bu Key animelerinde diğerlerine kıyasla daha az bulunuyor ve sadece Key'e özgü bir eğilim de değil. En net -ve muhtemelen en eski- örneklerinden biri Mashiro-iro Symphony'deki (VN'den uyarlama ama Key tarafından yapılmamış), veterinerlik kulübünün bile ne olduğu hakkında çok bir fikrinin olmadığı kedimsi yaratık. Ayrıca Mashiro-iro Symphony tsundereleri sevmemi sağlayan animeydi. "Salıncak sahnesi" diyeyim, izleyenler anlasın.

*Daha doğrusu her tepki için tek bir anlamsız kelime; mesela Clannad'daki adını unuttuğum deniz yıldızı fetişisti kızın "Gu~"su gibi. Hep Clannad örneği verme nedenim en meşhur Key animesinin Clannad olması bu arada. İlginçtir Clannad bugün çıksaydı ben ilk sahnelerden "Kesin Key animesi bu." demezdim, anca yarısında "Key animesi mi lan bu?" diye şüphelenebilirdim. Gerçi bir kontrol ettim de Clannad'da bu şekilde listelenen bir karakter bulamadım. Kimdi lan o gu~ diyen? Ayrıca Clannad'da da öyle bir karakter olduğundan emindim? Kanon'da "uguu" diyen varmış (Taiyaki hırsızı. Muhtemelen deniz yıldızı fetişisti kızı bununla karıştırdım ama Kanon izlediyseniz bilirsiniz, karıştırılmayacak gibi de değil.) ve Little Busters'ta (Clannad'dan sonraki en popüler Key animesi ama TR'de pek bilinmiyor, en azından kesinlikle Clannad kadar bilinmiyor.) wafu~ diyen beyaz saçlı (ben ne dedim?) kız var.

Bak bu yazının bu kadar gecikme nedenlerinden biri de (evet, bu paragrafı yayınlamadan hemen önce yazıyorum, muhtemelen kontrol de etmem) şu daha önce anlattığım "idealler, umut vs. geri döndü" muhabbetinde yine bezmem. "Amk okusam ne olacak ki? Okuyup da cumhurbaşkanı mı olacağım sanki? Zaten olan diplomayı iptal ediyorlar, olmayınca bir şey olmuyor. Ne yapıyorum ben? Sonsuza kadar aile evinde işsiz bir bekar olarak yaşayıp dünyada editör olacak Türkçe bilmeyen bir geri zekalı tarafından mahvedilmiş bir kitap dışında hiçbir şey bırakamayacağım. Bugüne kadar ne kendime ne başkasına yararım oldu, neye elimi atsam kuruttum, maşallah dediğim üç günü bırak üç saati bile görmedi, bu durum bu saatten sonra niye değişsin ki? Ne diye kendimi yataktan kazıyarak çıkarmaya uğraşayım? Niye çabalayayım?" kafasına girmiştim. Hâlâ o zihniyetten tam olarak çıkabildiğim söylenemez ama üstüme "Bir şey olur ya da olmaz, orası önemli değil. Yapmak istiyorum, o zaman yapacağım." rahatlığı çöktü. Zaten o yüzden haftalar geçmişken bu yazının altına bu paragrafı ekleyip yazıyı yayınlıyorum (Summer Pockets'in 4. bölümü çıkalı bir haftaya yakın zaman oldu, oradan hesap edin).

Delinin teki. Aile evinde hayatta kalmaya ve daha fazla acı çekmemek için umudu öldürmeye çalışıyor. Erdem Ö. Hayalî mahlasıyla kitap* yazdı, şimdi de yayınevlerinin yamyamlıkları ve doğrudan yayıncılık servislerinin onlardan da beter olması nedeniyle umarsızca bir çıkış yolu arıyor. Tüm kitaplarını yazdığı mahlası artık bloğunda da kullanıyor.

*Ejderin Mührü (ALMAYIN! Benim yazdığım kitap değil bu, editörün kafasına göre yaptığı değişiklikler ve hatalarıyla dolu bir saçmalık sadece. Halihazırda aldıysanız, düzeltme işini yaptıktan sonra bir şeyler ayarlayacağım. Eposta atın.)