Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

22 Mart 2025 Cumartesi

BU BİR DESTEK AÇIKLAMASIDIR

Aslında -yazacak ek bir şeyim olmadığından- yazmayacaktım ama hazır olaylar sıcakken 2-3 laf etmezsem sonrasında pişman olacağım, o yüzden hadi başlayalım. Başlıkta da görüldüğü gibi bu, İmamoğlu protestolarına (böyle deyince de sanki iktidarı değil İmamoğlu'nu protesto ediyorlarmış gibi oldu ama başka nasıl ifade edeceğimi bilemedim) destek açıklamasıdır. Bu arada bu protestolarla gördük ki İmamoğlu'nun halkta karşılığı beklediğimden çok daha fazlaymış. Zaten asla düşük olduğunu düşünmediğimi 2023 yerel seçimleri hakkında "Amk size dedik değil mi o kadar ya Yavaş ya da İmamoğlu aday olsun diye" yorumunu yapmamdan da anlayabilirsiniz ama bu kadar fazla olmasını beklemediğimi de itiraf etmeliyim. Gerçi mesele İmamoğlu değil, en azından sadece İmamoğlu değil. İmamoğlu sadece bardağı taşıran son damla, henüz düştüğü kesinleşmemiş son kale, o kadar. 23 yılın birikmişliği, öfkesi var insanlarda. Bu öfkenin karşılığını bir gün önce iktidarla ve liderinin ölü mü diri mi belli olmadığı -ki ölü mü bilmiyorum ama kesinlikle "diri" olmadığını düşünüyorum- Mexap'la Nevruz* kutlayıp ertesi gün iktidarın eline "Bunlar terörist." demek için koz vermeye çıkan tiplere uygulanan haklı muamelede de görebiliyoruz**. Hani daha önce bahsettiğim, gün geçtikçe muhalif (muhalif dediğim de YRP, seviyeyi siz düşünün) çizgiye kayan AKP'li tanıdığım bile kaç gündür malum kişiye sövüp İmamoğlu'nu destekliyor, 23 yılın birikmişliğini de oradan ben çok rahat anlıyorum.

*Yok, neydi, Nowruz muydu? Hani Balkanlardan tut Çin'de, İran'dan tut Rusya'da bile kutlanan ve tüm bu coğrafyalarda Farsça "yeni" demek olan nev -İngilizcedeki "new" ile etimolojik olarak bağlantılı, Nevşehir'in adındaki "nev" de aynı nev- ve "gün" demek olan "róz" -bu da ilginçtir İngilizce "light" ve Latince "luna" ile etimolojik olarak bağlantılı- bileşiminden oluşup kabaca "yeni yıl, yılbaşı" anlamına gelen "Nevróz" kelimesinin türevleriyle adlandırılan bahar bayramı?

**Hazır bunlardan bahsetmişken ısrarla Kürtçülerden Kürtler diye bahsedip her Kürt'ü terörist gibi gösteren hıyarlar da var, salaklıktan mı yapıyorlar yoksa başka bir ajandaları mı var bilmiyorum -ki bunların MHP tarafından bile kandırılabildiği düşünüldüğünde AKP'lilerden bile daha salak oldukları kesin, AKP'liler en azından sadece AKP tarafından kandırılıyor amk (ve dediğim gibi AKP artık kendi seçmenini bile kandıramıyor, bir çıkarı olmadıkça AKP öven kalmadı), bunları kendi kitlesi çoktan dağılıp başka partilere (şu tesadüfe bakın ki hepsi de "birileri" öbür dünyadan ana muhalefet liderine "Partinde otur!" diye tweet atmakla meşgulken İmamoğlu'na destek açıklaması yapan partiler, bir tek bir tanesinin genel başkanından ses yok ama onun da bütün il başkanları destek açıklaması yaptı) geçmiş, genel başkanının hâlâ yaşayıp yaşamadığı meçhul MHP bile (gerçi haklarını yememek gerek, mesele başladığında söz konusu genel başkan gayet kanlı canlıydı) kandırmayı başardı- ama bunun Kürtlere de Türklere de ülkedeki diğer etnik grupların herhangi birine de faydası olmadığını, aksine Kürtlerin itibarına zarar verip bir zamanlar "Her Kürt PKK'lı değil" diyenlerin artık "Lan acaba öyle mi ya? Hayır çünkü bunları bir tek biz savunuyoruz, hiç kendileri böyle, böyle diye söylemiyorlar?" diye düşünmeye başlamasına neden olduklarını artık anlamaları gerekiyor. Gerçi PKK'nın Türklerden çok Kürtlere ve itibarlarına zarar verdiğini yıllardır anlayamamış tiplerden bahsediyoruz amk. Kürtçü mürtçü demişken, ben aslında prensip olarak Kürtçülüğe karşı da değilim: İnsanlar özünde sürü hayvanları olduğundan milliyetçilik ve ümmetçilik, hatta ırkçılık, dincilik ve fanatiklik aslında doğal şeylerdir, siz bakmayın zerrece biyoloji bilmeyen gerizekalı liboşların "milliyetçilik ruh hastalığıdır" falan dediğine (cinsiyetçilik bu noktada bir sapma çünkü eğer Aphaniidae ailesinden bir balık değilseniz her sürüde karşı cinsten en az bir birey gerekiyor ki soyunuz tükenmesin, Aphaniidler de zaten üreme dönemlerinde bir araya gelip erkek-dişi karışık büyük sürüler oluşturuyor, üreme dönemleri dışında erkekler tek tabanca takılırken dişiler küçük gruplar oluşturuyor). Kürtçülerle ilgili asıl sorun, varlıklarını Kürtlük yerine tamamen Türk karşıtlığı üzerine kurmak gibi aklını kimin verdiğini çok merak ettiğim saçma sapan bir taktikleri olduğundan kendilerini hiçbir şekilde terörden ayıramamaları. Mesela Finlandiya'da da Lapon (Lapon. L ile. Kendilerine "Sami" diyorlar.) milliyetçileri var ama oralarda "Biz Laponların hakkını savunuyoruz." deyip en çok Laponlara zarar veren bir terör örgütü veya "Finlandiya'da Fin yok." deyip kuzeyde (Laponların ağırlıkla yaşadığı yer) Laponcu, güneyde solcu olan, ne zaman "Terörle aranıza sınır koyun, biz de iyi niyetinize inanalım." dense duymazdan gelen, işine gelince muhalif olup iktidara muhalefete yüklenmesi için zemin hazırlayan, işine gelince iktidarla ortak kutlama yapan bir siyasi parti olmadığından Fin milliyetçisinin gördüğü muameleden farklı bir muamele görmüyorlar.

Bu arada süreçte en çok güldüğüm şey her gün kurayla seçildiğini düşündüğüm bir bakanın "Yargı bağımsızdır." açıklaması yapması. Hacı madem yargı bağımsız, hiçbir şekilde sizden (veya başkasından) etkilenmiyor, niye bunu ikide bir dile getirme ihtiyacı hissediyorsunuz? Yargı bağımsızsa bağımsızdır, bağımlıysa bağımlıdır, herkes de bunu bilip kabullenir ve kimse dillendirme ihtiyacı hissetmez. Örneğin İran yöneticileri ikide bir "Biz şeriatçıyız." diyor mu? Demiyor demek... Herkes bildiği için olsa gerek. Peki sizin bir şüpheniz var da kendi kendinizi mi ikna etmeye çalışıyorsunuz, hayırdır? Nedir olay?

26 Şubat 2025 Çarşamba

ŞELALE PROJESİ - RAPOR (Blog mu rapor kaydı mı belli değil...)

NOT: Bu yazı, aşırı derecede uzun olup belli bir projeyi aşama aşama anlatmaktadır. Son kısım, sistemin mevcut durumuna yer vermektedir. Bir anda, dura dinlene veya sadece son kısmı okumak, hatta orayı da okumayıp direkt diğer yazılara geçmek okuyucunun takdirindedir. Ayrıca arada tam hatırlamadığımdan eksik veya yanlış bilgi verdiğim birkaç kısım var ama fark ettikçe düzelttim, zaten yazıyı yayınlamadan önce son bir kontrol yapıp gerekirse "düzeltmeler" başlıklı bir kısım koyacağım, ki koydum.

AMAÇ

Su sesi sağlayacak, şelalemsi bir şey.

PLAN-1

Akvaryum içinde bir tür küçük şelale. Bu planın detayları yan "sump"lı bir akvaryum planına yol açtı, e o da esas odak olan su sesini imkânsız hâle getiriyordu. İşin içine cam girdiği anda olasılıklar -ve bununla bağlantılı olarak maliyet- artıyor.

PLAN-2 (21.02.2023 itibariyle mevcut plan)

Zemin: Walstad metodundan esinlenen ama aynı olmayan bir zemin. Aşağıdan yukarı toprak, (belki nispeten iri taşlar), mıcır, filtre seramiği, dere kumu, ince kum (Silis veya kuvars? Türkiye doğal alanlarında silis kum daha yaygın.)

Ekipman: Şelaleyi sağlamak için kafa motoru veya hava taşı. Belki hava taşını ayrıca uygulayabiliriz. Şelale içinde hafif bir filtrasyon belki olabilir ancak filtre, bu sistemde çok da yeri olmayan bir şey (Bakteri kültürü kum altında kolonileşecek, hayvanlar zaten yeterince dinlenmiş ve bitkilerce zenginleştirilmiş bir suya gireceğinden aktif karbon gibi şeyler gerekmeyecek, bütün o tortular, çamur ve benzeri şeyler de sistemde yakalamayı amaçladığım görüntü açısından olumlu olup ayrıca hayvanlara yem kaynağı olacaklarından sünger veya elyaf da kullanılamayacak...).

Dekor: Kayalar, kütükler, kökler, dallar, taşlar... Sonbaharda kuru yapraklar (mevsim değişse de çıkarılmayacak; ama yeterince zaman sonra zaten çürüyüp yenecekler). Bulunabilirse kızılağaç kozalağı.

Flora: Bolca emers bitki, su üstü bitkileri, bulunabilirse pothos sarmaşığı, "moss" türleri, Norveç yosunu, belki karayosunu, bir ihtimal bambu ve elde edilebilirse japonşemsiyesi. Bakımı kolay ve nispeten ucuz bilindik akvaryum bitkileri (örn. yerel sulak alanlarda da karşılaşılabilecek elodea ve karşılaşılamayacak, sayısal değer açısından pahalı ama sağlamlığı düşünüldüğünde oldukça ucuz kalan anubias...) düşünülebilir. Etçil bitkiler? İbrik otları (Nepenthes sp.) bataklık ortamlarda yaşıyor ama sinekkapan dışında bir etçil bitkiyi bulmak o kadar da kolay değil... Sinekkapanlar o tür ortamlarda yetişir mi? Azot yönünden eksik topraklarda yaşıyorlar.

Fauna: Şimdilik muhtemelen salyangoz ve midye (midyeler, böcek -özellikle sivrisinek- yumurtası endişesiyle akvaryumda etçil/hepçil balıkların olması şartıyla girebilir). Salyangoz olarak yerel türlerin ve adi salyangozların yanı sıra helena, elma salyangozu, nerite gibi türler? Helena olursa elma ve nehir salyangozu (nerite) koyamayız. Belki karides, gambusya veya beta. En iyi sonucu gambusya verecek gibi ama tetra türleri de projenin sonucuna bağlı olarak düşünülebilir. Kuhliler dip çekimi bile yapılmayacak olan bu ortamda daha az çekingen olurlar mı ki? Teorik olarak mümkün; ama teoriye başka bir açıdan yaklaşırsan da bu fikir saçmalık. Çöpçü türleri bu tür bir ortamda rahatça yaşayabilirler mi? Çamur balığı (Nemacheilus angorae), barbatula, hassas olmayan vatozlar (örn. leopar) ve benzeri pek çok dip balığı yaşar ama çöpçüler için aynısı geçerli değil gibi. Aslında killifish türlerinin çoğu doğada zaten projede düşündüğüm gibi bir ortamda yaşıyor... ama onları bulmak sıkıntı, bulsan bile pahalılar. İnka çiklitler (Apistogramma baenschi) de doğada aklımdakine benzer yerlerde yaşıyorlar... ama bulması zor olacaktır.

Bakım: Belki sıvı gübre (özellikle köklerinden aldıkları maddelerin suda olması gereken su üstü bitkileri için). Hayvan olursa su değerlerini dengede tutmak için asgari kimyasal müdahale (aquatan, toxivec) ve yemleme.

YAPILACAKLAR (MEVCUT PLAN)

1. Su haznesi (dev kazanı) için bir leğen ve havuzlar için kullanılan büyük kepçelerden alınacak.

2. Akvaryum malzemeleri kontrol edilip bu projede kullanılacaklar ve kullanılabilecekler ayrılacak, çalışıyorlar mı çalışmıyorlar mı, neyin peşindeler falan öğrenilecek. Eksikler tamamlanacak. Akvaryum silikonu, solventsiz yapışkansız derz ve XPS gerekli.

3. XPS ve derz marifetiyle "temel" oluşturulacak.

4. İskeleti oluşturmak adına doğa gezilerine çıkılacak.

5. Sistem kurulacak ve çalıştırılacak.

6. Akvaryumcular ve çiçekçiler gezilecek, geliştirmeler ve değiştirmeler için fikir edinilecek. Fauna ve flora -ama özellikle fauna- burada esas konu olacak.

7. Sonrası sistemin izlenmesi, rutin bakımı, şusu busu...

YAPILANLAR

22.02.2023

Zemin için daha farklı fikirler oluştu. Birkaç video izlendi. Kafa motoru şelale için şart. Hava taşı süs  olarak kullanılsa mı ki?

23.02.2023

Hah bak, yavşak medyanın ve hoparlör fetişisti müezzinin yanı sıra mahallede baharda başlayıp kışa kadar bitmek bilmeyen gürültü patırtı, bağırtı çağırtı işini unutmuşum (bugün itibariyle başladı, oradan hatırladım)... Su sesi dediğim gibi diğer sesleri bastırma oranı yüksek bir ses, bu baş şişirmeye karşı da iş görecek. Hem kulak hem ruh sağlığım için bu proje çok iyi olacak... ve bitkili bir sistem düşündüğümden, odanın havası açısından da iyi olacak. Fesleğen ve lavanta gibi kokulu bitkilere de yönelmeliyim sanırım. Gerçi su nanesi bulursam kaçırmayacağım zaten. Fesleğenler ayrıca -tıpkı naneler gibi- sinekleri uzaklaştırma özelliğine de sahip. Bu sistemde bir limon bonsaisi hoş olmaz mı? Söğüt de olabilir, salkımsöğüt. Çok daha sonra, proje nihayete erişip mükemmeliyetçi ve tatminsiz tarafım tekrar projeyi göz önüne alınca bu konu tekrar düşünülecek (muhtemelen). Projenin şurada saymadığım bir diğer yararı da tekrar kitap okuyabilecek olmam. Neden şu anda pek kitap okuyamadığımı zaten biliyorsunuz, bilmeseniz de tahmin edebilirsiniz; medyanın sikikliklerinden korunmak için günümün tamamına yakınını kulağımda kulaklıkla geçirdiğimden bir yandan videolar birikiyor, bir yandan acıkıyorum (Anam babam da geceyarılarına kadar ayakta, nasıl yaşlı bunlar anlamadım ki... Yatın uyuyun lan. Uyumadıklarından TV açık oluyor, TV açık olduğundan ve çoğunlukla o sırada kablolu kulaklıkla takılıyor olduğumdan mutfaktan yemek alamıyorum.), başka başka şeyler falan... Ulan benim yakın zamana kadar kitap okuma alışkanlığım vardı, ASOIAF kitaplarının çoğunu bir küsur ayda bitirdim mesela. Bu amına koyduğumun medyasından korunacağım diye beş aydır tek bir Lovecraft öyküsüyle cebelleşiyorum. Hayır okuması zor olduğundan da değil (zaten muhtemelen şu an söz konusu olan hikâye Lovecraft'ın en akıcı, en kolay okunan eseri falan), okumaya fırsat bulabilsem çoktan bitmişti. Günüm medyadan korunmak için müzik dinle-bölüm biriktiğinde işin içinden çıkamadığından anime izle (bir bölüm birikse ipin ucu kaçıyor, bir hafta yemeden içmeden anime izlemem gerekiyor)-yemek ye (açım aç) üçgeninde geçtiğinden kitap okuyabileceğim tek zaman geceleri genelde fırında hazır yemekler yaptığımdan fırının ısınma ve yemeğin pişme süresi, başka boş vaktim kalmıyor. Ulan dram beni hayvan gibi kötü etkilediğinden eskiden haberlerden kaçınırdım, mevcut durumda ikisi de evde neredeyse hiç izlenmeyen Güldür Güldür ve mizah programından ziyade sosyal sorumluluk projesi kıvamında olan, ağzımızı yüzümüzü toplumsal mesaja buladıkları ÇGHB 2 dışında televizyonlardaki en "neşeli" şey haberler. Ha bir de yakın zamana kadar yazın her ne kadar hepsi birbirinin aynısı ve çoğu K-dramalardan aparılmış olsa da yazın romantik komedi dizileri olurdu (senaristler Uzakdoğu'dan ithal etmenin kendileri yazmaktan daha "verimli" olduğunu fark etmeden önce romantik olmayan düz komediler ve K-dramalardan aparılmamış, nispeten orijinal romantik komediler de olurdu), yavaştan yazları da dram dizileri yayınlamaya başladılar. Bu gidişle TV8 (ve dayanabilirlerse Güldür Güldür, ÇGHB 2 ve bilgi yarışmaları) dışında televizyonlar tamamen dram çöplüğü olacak (Şimdi değil sanki...). Bu nasıl iş amk? Boğuluyoruz burada, o ne olacak? İşte o yüzden su sesi lazım bana. Görün hâlimi, beni bu kıvama getirenler bu medya denen orrrrrrrospu çocukları ile hoparlörü köklemeyi marifet bilen, kimin nasıl ve neden kendisine ezan okutmanın iyi bir fikir olduğunu çok merak ettiğim (Gerçi esaslı bir tahminim var da... Neyse.) sözde müezzindir. Ruhu iyileştirme özelliği de o yüzden lazım zaten, su sesinin absorbe yeteneği yeterli olsaydı telefondan şelale sesi açıp kenara koyardım, öylece takılırdı. Bana gerçek su lazım, hem gözü hem kulağı hem de ruhu besleyecek olan su.

24.02.2023

Ufak bir keşif alışverişine çıktım ve sonuç olarak planlarım epey değişti. Başta hazneyi leğenden yapmak istiyordum ama yeterince büyük ve derin olan leğenler çok pahalı. Doğrudan her şeyi strafordan (XPS) yapma fikri daha makul gelmeye başladı. Akvaryum silikonu ve havuz kepçesi almam gerek.

25.02.2023

Leğenler harbiden hayvan gibi pahalı. Ne yapacağımdan tam olarak emin değilim, projeye dair pek bir fikrim kalmadı; ama öncelikler değişti. Neden? Çünkü evin en küçük odasında kaldığım için (Aile evinde yaşamasam ne şelaleye ihtiyacım olacak ne de böyle dertlerim...) "havuz" projesini bir türlü sığdıramıyorum. Boyut konusunda hâlâ kararsız olmamın da bu konuda büyük etkisi var tabii. Bir de aslında odanın küçüklüğünden ziyade düzeni bana engel oluyor. Şu an odadaki her şeyin yerleşimi iyi ama havuz girerse çöpün yerini -havuzun içine çöp gitmemesi endişesiyle- değiştirmem gerekecek; ama o zaman da bir sürü farklı şeyi daha değiştirmem gerekiyor. Yatağı oynatsam, dolapları kaldırsam... Hemen hemen her şey sıkıntılı. Şimdi, odanın mevcut düzeni şu (Üstünkörü çizdim, ölçüler/oranlar muhtemelen yanlış. Yani öyle yapacaktım ama tamamen yanlış hâle geldiğinden ölçüp biçip düzgün çizdim. Gerçi şimdi de kolonlar, çıkıntılar, tablolar falan ihlal edildi ama konu bu değil.):

Sağ üstteki çizgi kapının açılma payı, "sandalye" dediğim üstüne kıyafetleri mıyafetleri atıverdiğim sandalye, "koltuk" dediğim bilgisayar sandalyem ("sandalye" yazdığımı kıyafet dolabını ikinci bir rafa çevirerek ekarte edebiliriz ama hâlâ bilgisayar sandalyesi var -ki o sandalyeyi rahat kullanabilmek için ihtiyacım olan ve zaten ihtiyacım olandan biraz daha azına sahip olduğum alana sahibim-), bilgisayar masasının yanındaki, siyaha boyalı yer de çöp kutusu. Ha bir de alt tarafta normalde yatakla raflı dolap arasında uzanan, yaklaşık 25 cm (harita üstünde 2,5 kare) eninde bir tür "raf" var ama geçici olarak orada olmadığından çizmedim. İşte ben burada dolapları da oynatsam yatağı da oynatsam başka bir şey de yapsam farklı bir sorun çıkıyor. Gerçi şimdilik şu tasarım fena değil; hem çöp gitme ihtimali yok hem de "göl" yeri için alternatifler de sunuyor:

Bu görsel, aslında üstte bahsettiğim görsel değil; aşağı yukarı son kararın verildiği tasarım. İçinde sayı olan yuvarlaklar da "şelale" sisteminin en muhtemel yerleri. Hazır çizim işine girmişken, şimdilik aşağı yukarı planı da vereyim (gerçi bu da muhtemelen değişecek):

Evet, "plan" bu. Gerçi benim de bundan ziyade bir tür "proje" çizesim vardı ama sonuç bu oldu. Bence güzel. O kenardaki mor başlılar lavantaları, öbür yandaki koyu ama soluk yeşil olanlar da su nanelerini (bunlar benzemedi, evet) temsil ediyor. "Hazne" kısmı (antrasit rengi gibi olan) derz kaplı XPS strafordan. O değil de çizim çok tatlı oldu lan, ben bunu ta başa koyup bu yazının "kapak görseli" olarak kullanacağım. Öyle üstünkörü karaladım ha, özellikle uğraşmadım* da. İşte elle çizim ve telefondan çizimin farkı... Bunu elle de çizerdim gerçi, zaten teknik olarak kâğıda çizmek ve telefon/tablet kullanmak arasında pek bir fark yok; bir şeyleri bilgisayar faresiyle çizmenin aksine. Telefondan çizimin avantajları tek tıkla boyayabilmek, fırça şeklini, çizgi kalınlığını ve rengi hemencecik değiştirebilmek, tek tıkla geri alabilmek, rengi/deseni/dokuyu ne olursa olsun silebilmek, bir de şu mermer efektleri (evet, "hazne" kısmındaki açık gri şeyler mermer efekti) ve yosun efekti (bunun hangisi olduğunu tahmin edebilirsiniz) gibi şeyleri kolayca halledebilmek. Bakınca bayağı da avantajı varmış lan... Neyse, sonuç olarak tablet/telefon sadece işi kolaylaştırıyor, sıfırdan çizim yeteneği yüklemiyor. Gerçi benim çizim yeteneğim de muhtemelen doğuştan gelmiyor, çocukluğum boyunca bile yazıp çizmeyi -ama daha çok çizmeyi- sevmişimdir; çize çize geliştirmiş olsam gerek. Uzun süre çizim işlerinden uzak kalınca tekrar çizme becerisi kazanmak için uğraşmam gerekmesini de buna bağlıyorum.

*Takıntılı -ve fazlasıyla tatminsiz- bir mükemmeliyetçinin "özellikle uğraşmaması" ile bu üç özelliğe birden sahip olmayanların "özellikle uğraşmaması" pek de aynı olmuyor gerçi. Mesela özellikle uğraşsam o naneler aslında naneye benzemedikleri için bana kafayı yedirtirdi (naneden ziyade Bacopa monnieri türü bakopaya benziyorlar), açık yeşil iri yaprakları olan bitkilere (hepsinde iki yaprak olanları diyorum) hele hiç girmiyorum, o şekilde hesaplayın. Bu üç özelliğimi sevip sevmemek konusunda emin değilim, hem başıma bela oluyorlar hem de burada olduğu gibi eserler ortaya koymamı sağlıyorlar. Sanırım kendimde sevdiğim diyebileceğim az sayıdaki şeyden biri mükemmeliyetçiliğim.

10.03.2023

Bir süredir yazmadım (Tabii siz bunu toplu okuyacağınız için çok da bir şey fark etmiyor). Peki neden yazmadım? Çünkü beklenmedik bir sürü şey çıktı ve bunun için ne düşünmeye ne de bir şeyler yapmaya fırsatım oldu. Şaşırmadım, her zaman çıkar. Sadece odanın düzenini kısmen değiştirdim. Tam olarak aşağıdaki kroki hâline geldi ama oda için hâlâ şelaleden önce -ve sonra- yapılacak pek çok şey var. Bunlar esasında şelaleyle doğrudan ilgili değil, o yüzden pek ayrıntı vermeyeceğim. Yine de aklımda birkaç bir fikir oluşmadı değil. Aslında bir an önce şelale işinin hallolması için acele ediyorum çünkü bu sikik medyanın sikik işlerine maruz kalmamak için çıldırdım artık. Geri kalanı hobi ve zevk işi; ama o "çağlayan su sesi"ne bir an önce ihtiyacım var. Neyse, hâlâ başım biraz dolu; ama en yakın zamanda temelleri halledeceğim.

20.03.2023

Konsepti tamamen değiştirmeye karar verdim. Tabii şelale ve su sesi sabit ama kalanları değişti. Neden? Çünkü "Ben bunda balık da olsun istiyo'm ya..." kıvrantım ve bir iş için bolca akvaryum forumu karıştırmam uykusuzlukla birleşince birden bir şimşek çaktırdı. Şimdiki proje nedir? Emektar küçük akvaryumu (küçük dediysem öyle nano, pico vs. değil; 60 litre civarı işte) getirip üç tarafına strafor (strafordan yapılmış 3D arka fon) koyacağım. Tabii anlamayabileceğiniz için şöyle görsel de bırakayım:

O kırmızı nokta, şelalenin "çıkış" kısmı. "Çerçeve ne alaka?" derseniz de bahsettiğim akvaryumun halihazırda çerçevesi var, o yüzden. Dekordan, floradan ve faunadan hâlâ emin değilim; ama bakteri kültürü kullanmamayı ve büyük oranda yerel türlerle işi halletmeyi düşünüyorum. "Bakteri kültürü olmadan nasıl dönecek o tank?" derseniz hazır bakteri kültürü kullanmayacağım, kullanacağım şey laktobasil (evde ev yapımı yoğurt olunca bu konu rahat oluyor tabii). Sera aquatan ve Sera toxivec (Sera fanıyım, hatta fanboyuyum aga; yapacak bir şey yok.) kullanacağım tabii, onlar zaten eğer suyu üç hafta dinlendirmek istemiyorsan şart. Lan aslında şu filtreli/akıllı sürahilerden almıştık, akvaryum suyunu onunla arıtıp ikame edersem diğerlerine gerek kalmaz (eğer tabanı komple kaplayacak bir şey bulabilirsem dip çekimine de gerek kalmaz, şelale de devamlı sirkülasyon yaptığından su değişimi değil sadece buharlaşan suyu yenilemek gerekir). Straforlu kısımdaki derzi dere kumuyla kapatmayı ve üst kısmına da (en üstüne) karayosunu koymayı düşünüyorum ama bakalım. Şimdiki tek sıkıntım tankın altına koyacağım masa ama onu da bir şekilde hallederiz herhalde. Çok da şey değil yani... Şelale sistemini filtre olarak kullanmak şart oldu tabii... Şanslıyım ki o iş o kadar da zor değil. Şöyle bir sistem düşünüyorum çünkü:

İnip eski akvaryum malzemeleri ve benzeri şeyleri kontrol ettim. Şöyle bir liste oluşturdum:

1. Akvaryum ama hatırladığımdan daha büyük bir akvaryum. Benim hatırladığımı XPS, derz ve akvaryum silikonu marifetiyle paludaryuma çevirmiştim (bir dönem peygamberdevesi teraryumu olarak da kullandım), o öyle kalmış. Şu an tespit ettiğim akvaryumun altı patlamış ama yapıştırmışız ve benim hatırladığımdan daha büyük. Bir seksen litresi var, hatta 100 litreye yakın bile olabilir. E, bu da aklıma bir ton cins cins düşünce sokuyor hâliyle (İçimde bu iş yine tropik karma akvaryuma bağlanacakmış gibi bir his var ama... Hadi bakalım).

 2. Çeşitli kumlar

3. Kafa motoru x3 (aslında biri kafa motoru, ikisi filtre kafası ama kafa motoru sonuçta)

4. Sert filtre borusu (siyah) ve uzun

5. Dip çekimi aleti (manuel)

6. Isıtıcı x2 (Biri çalışmıyor ama acaba hangisi? Tabii kafa motorlarının vs. de çalışıp çalışmadığı meçhul...)

7. Silindir sünger

8. Yumuşak filtre borusu

9. Hava hortumu x2

10. Biri kısa biri uzun iki adet sert filtre borusu (beyaz/saydam)

11. Driftwood [Bataklık odunu (bogwood) da olabilir ama sanırım driftwood. Doğadan bizzat topladım. Biraz kontrol ettim, bataklık odunu olma ihtimali daha yüksek ama driftwood da olabilir.]

12. Biri garip -ve pek işe yaramaz- olmak üzere 7 adet vantuz (bir de halihazırda evde olanlar var)

13. Sünger parçası (Bir amaçla incecik kesilmiş silindir sünger işte)

14. Mıknatıslı cam temizleyici

15. Termostat

16. Kepçe

17. Filtre seramiği

18. Mıcır

19. Metilen mavisi

20. Sert yapılı filtre parçası x2

21. Hava taşı x2

22. Tanımlanamayan plastik cisim (Unidentified Plastic Object yani UPO)

Ha bir de evde bir "hızlı yapıştırıcı" var, ona bakmam lazım (Solventsizse kullanabilirim. Gerçi bitki yapıştırmak gibi bir amacım şimdilik yok ama belli olmaz. Solventliyse de gider bitki yapıştırıcı alırım. Evet, böyle bir ürün varmış; benim de varlığından haberim yoktu.) ve düz mavi arka fon almam. Buradaki akvaryumcularda düz fon bulunmuyor. Yani ben aradığımda bulamamıştım. O yüzden muhtemelen internetten almam gerekecek. Kendim de yapabilirim ama klasik kağıt hissinden artık sıkıldım, gerçek bir düz fon istiyorum. Ha bak şöyle olabilir, üst kısmı oluşturan straforların fotoğrafını kuşe kağıda bastırabilirim (reklamcılar falan yapıyor diye biliyorum) ve böylece renk-tema uyumu da gözetilmiş olur.

Bir Koçtaş'a gittim (Ulan tek bir güne amma çok şey sığdırmışım... Neyse.) ve Koçtaş marka akvaryum silikonu aldım. Yalnız sorun şu ki Sista akvaryum silikonunun yaklaşık yarısı fiyataydı ve arkasını okuyup akvaryum silikonu olmaya uygun bir akvaryum silikonu olduğunu teyit ettiğim hâlde çekincelerim var. Bu ülkede "akvaryum silikonu" deyince akla gelen Sista'dır -zaten uzun zaman boyunca başka bir marka akvaryum silikonu Türkiye pazarında yoktu diye biliyorum- ve bu nedenle bu fiyat farkı Sista silikonun Sista olmasından mı (marka değeri + kısmi tekellik) yoksa kaliteden mi (tamam özellikleri temelde aynı da o özelliklerin kalitesi özelliklerden bağımsız)? Mesela Sera fanı (hatta fanboyu) olsam da Sera markalı ürünlerin kaliteden değil [ha kalitesiz değiller (Zaten kalitesiz olsalar ne diye sanki bana para veriyorlarmış gibi durmadan Sera öveyim?), o ayrı] sırf Sera marka olduklarından o fiyatlara satıldığını iyi biliyorum. Neyse, aldık artık; neticede güvenli olduğundan eminim, kafamı kurcalayan tek şey kalite. İnternet alışverişi çeşitli sebeplerle artık şart olduğundan düz mavi fon, bitki yapıştırıcı, LED ("Işık koymayacağım" demiştim ama dayanamadım... Yalnız yaşam tarzıma ve genel uyku düzenime bağlı olarak bu ışık gündüz değil gece yakılacak. Gündüz zaten karartma perdesi olacağından yosun problemi veya balıkların "Lan şimdi gece mi yoksa gündüz mü?" diye kafayı yemesi vb. sorunlar oluşmayacak.) ve bir ihtimal Kalekim 2900 Fugapool alacağım. Aslında mavi straforu (XPS) derzlemeden, akvaryum silikonu ve dere kumu -ya da artık her neyse- ile de uygulayabilirim ama şelale sisteminin tek bir çıkış yerindense bir haznesi olup oradan akması gerektiğine karar verdim (Uygulayabilirsem fotoğraflarda göreceksiniz. Uygulayamazsam da zaten bu düşüncenin bir önemi kalmayacak.), bu yüzden biraz da olsa derz veya harç şart gibi. Bu arada Kalekim 2900 Fugapool'un beyaz olmasından endişe ediyordum ama mavisi de varmış. E, o zaman sorun kalmadı; derz alıyoruz. Dur ben şu alışveriş listesini gerçek bir liste olarak sunayım:

Düz mavi fon

Bitki yapıştırıcı (Ista Aquascaping Instant Glue)

Derz (Kalekim 2900 Fugapool mavi)

Akvaryum bitki ledi (Marka model hakkında hiçbir halt bilmiyorum lan. Ben hâlâ akvaryum hobisiyle "aktif" uğraşırken en yüksek/yeni teknoloji T5 floresandı. Hobiye dönmeye çalıştıkça sudan çıkmış balığa dönüyorum. Aquascaping ne, eskiden "Bu neyi aydınlatacak lan?" denen ledler nasıl piyasayı ele geçirdi, Walstad da kim ola, tanıdığımız ettiğimiz "ünlü" akvaristler nerelerde neler yapıyor...)

Havuz kepçesi

Dekorasyonu temelde "ekipmanı gizlemeye yönelik" ayarlamayı planlıyorum. Hep içimde kaldı şöyle ekipmanı şeysi görünmeyen, tamamen gizlenmiş bir akvaryum kurmak. Bir de bir bitkili akvaryum fanı olarak mutlaka bitkili olacak. Normalde bitkili akvaryumlarda bırak şelale sistemini yan "sump" harici "sump" bile pek makbul bulunmaz, sıkıntılı olarak görülür ama bir şekilde halledeceğiz. Olmadı su altında yetişen su bitkisi kullanmam arkadaş; bir ton emers bitki ve sayısı o kadar fazla olmasa da bir sürü su üstü bitkisi var. Submers bitki olmadan (veya submers olarak sadece dayanıklı bir "moss" türü, örneğin halihazırda elimde bulunan ve karasal olarak uzun zamandır yetiştirdiğim yıldız yosunu [Syntrichia ruralis] ile) kurarım arkadaş akvaryumu. O değil de yıldız yosunu, su marulu, japonşemsiyesi, salon sarmaşığı, bambu; silis kum, kök/kütük ve az miktarda kayayla efsane karides akvaryumları kurulur ha. Gerçi bahsettiğim akvaryumda sadece karides değil bir sürü başka şey de olur. Akvaryumun boyutuna da bağlı olarak o sistemde lepistes -ve çoğu canlıdoğuran-, çöpçüler ve küçük vatozlar ("cüce vatoz" grubu), tetralar, killi balıklar (killifish), cüce çiklitler -ve melek balıkları-, salyangozlar (Salyangoz yaşayamayan akvaryumda zaten başka hiçbir şey de yaşayamaz. Gambusya bile yaşamaz.), beta -ve akvaryum boyuna bağlı olarak diğer guramiler-, barblar ve danioninler -ve her türden karma/bitkili akvaryumlarda tutulabilecek sazansı-, akvaryum boyuna bağlı olarak bıçak balıkları vb. balıklar, yılan balığı, tatlısu balon balıkları (Bildiğim iki tür var: Cüce/pigme balon balığı "Carinotetraodon travancoricus" ve büyük akvaryumlar gerektiren fahaka "Tetraodon lineatus"), levreksiler (Benim zamanımda çiklitler de levreksiydi arkadaş... Cichliformes nedir?), tatlısu gobileri, pirinç balıkları... Yani özetle hemen hemen her şey. Neyse, bakalım yol bizi nereye götürecek? Şelale sesini bir an önce almam gerekse de "yolda olmayı", bir işin sonucundan bağımsız olarak çabalamayı, o "Ulan şöyle mi yapsam?" heyecanını ve "Bu böyle olmadı... Şöyle olsa?" çekincelerini falan seven bir insanım. Zaten su döngüsünün oturması ve şu an olan ek sıkıntılar ve çıkmasını pek istemesem de çıkacağından neredeyse emin olduğum şeyler nedeniyle zaten sistem bir süre boş çalışacak ve o çalışma esnasında şelale sesi benimle olacak.

21.03.2023

"Hazne" kısmının daha doğal durması adına bana beyaz köpük de (standart/klasik strafor) lazım olduğunu fark ettim. Eh, şanslıyım ki elimde zaten beyaz köpük var (tıpkı zamanlayıcı da olduğu gibi). Şimdi tek sıkıntı yükselti ve akvaryumu koymak. Tekrar düşününce aslında beyaz köpüğe falan gerek yok. Neyse, aşama aşama fotoğraflayacağım zaten.

24.03.2023

Aslında ışığa o kadar da ihtiyaç olmayabileceğini (tabii bitki çeşitliliği de önemli ama) fark ettim. Neyse, bakacağız duruma göre.

26.03.2023

Dolap için eldeki en mantıklı seçenek, 80x100 (uzunluğunu bilmiyorum) ebatlarında olan eski TV ünitesi. Ben ona raf ve kapak (ahşap görünümlü strafordan) da yapacağım ama onlar sonraki, çok sonraki iş. Ta "şelale projesi"nin son hâlini alışından sonra bile olabilir.

27.03.2023

Odanın düzenini tekrar değiştirmeye (daha doğrusu eski hâline getirmeye) karar verdim. "Neden değiştirdin de neden geri dönüyorsun?" derseniz, başta yerde, havuz tarzında bir kurulum düşünüyordum ama işin içine cam ve masa girdi. Dolayısıyla eskiden "Ulan bunun içine çöp möp kaçmasın?" endişelerim kalmadı. Odanın şu anki düzeninde de pencereye çok yakın, kapıya çok uzağım (Halbuki çük kadar oda ama olabiliyor demek ki...), dolayısıyla ne rahat ne de verimli. Rahat olsa verimi falan siktir edeceğim de rahat da değil. Ya da vazgeçtim lan, sonra bakarız duruma göre.

Masayı ve içinde yukarıdaki liste bulunan akvaryumu taşıdım. Olay şu:


Masanın ölçüleri yaklaşık olarak (yani girintiyi çıkıntıyı vs. saymazsak ve "beşerli yuvarlama" yaparsak) 75x35x80h (üst platformu, yani akvaryumun durduğu "zemin" 80x45) cm, akvaryumun ölçüleri de (yükseklikte çerçeveler dahil, diğerlerinde hariç) 61x28,5x40h cm (bu ne saçma sapan ölçü lan?) yani 69 litre, camlar kaç mm hiçbir fikrim yok (elimde milim ölçecek kadar hassas bir cetvel de yok). Eğer minimum güvenli ölçüt gözetilmişse -ki bu akvaryum daha önce patladığı için gözetilmemiş olma ihtimali de var- camlar 4 mm olmalı. Masa hangi ahşaptan bilmiyorum (bir tür kaplama da olabilir) ama MDF, buna ayrıca ahşap (görünümlü) raf ve kapak da yapacağım (kapağı belki yapmayabilirim). Akvaryumun altındaki straforu ise ya mermer gibi görünecek biçimde boyayacağım ya da (straforun boya tutmaması hâlinde) ahşap, taş, mermer vs. görünümlü yapışkanlı kâğıtla kaplayacağım. Bu akvaryum (içindeki malzemelerle birlikte) yıkanacak, içindeki malzemeler ayrılıp denenecek, alta konulacak vs. vs. tabii. Daha iş çok yani; ama ben de akvaryumun "uğraştırıcı" yönünü sevmiyor değilim. Tek sıkıntı su sesini bir an önce almam gerekmesi; yoksa bu işleri yavaş yavaş, dinlene dinlene, tadını çıkara çıkara, "Şöyle mi böyle mi?" diye düşüne düşüne yapmakla sıkıntım yok. Hatta akvaryum hobisinde en sevdiğim noktalardan biri bu tür şeylerde sana neredeyse sonsuz imkan sunması. Sadece biyolojik ve fiziksel (tabii bir de ülkenin mevcut hâlinde ekonomik) sınırlar var, kalan hiçbir şey yok.

Tabii doğa gezilerine de (onları da tabii yapabilirsem) bağlı ama mevcut proje şöyle: Taban "moss" kaplı, üst kısımda su marulları, şelale zaten kesin, japonşemsiyesi ve bambu (tarzı bitkiler), hangi balık olduğunu bilmiyorum ama balık (muhtemelen canlıdoğuran veya küçük tetra türleri; bu iş hakikatten git gide karma bitkiliye dönüyor ama hadi hayırlısı) ve omurgasız (Salyangoz kesin olacak ama hangi tür bilmiyorum. Koyduğum balıklar uygunsa -ve bulabilirsem- karides veya cüce kerevit de koyabilirim.); böyle bir kurulum düşünüyorum. Aklımdakini uygulayabilirsem -ki akvaryum konusunda projeler daima değişir, asla yola çıktığın şeyle vardığın şey aynı olmaz- şöyle bir görüntü olacak (Tabii bitkiler vs. sağlıklıysa, oturmuşsa... Yoksa yeni kurulum bütün bu ögeleri bu sayıda ve bu şekilde koysan bile çizimdeki gibi görünmez.):         

Bu çizim şöyle yapıldı: Önce kareli deftere kurşun (daha doğrusu uçlu) kalemle çizdim, üstünden koyu kahverengi keçeli kalemle geçtim, ardından fotoğrafını çekip Powerpoint'ten "düzeltmeler" kısmından netleştir %50, "Parlaklık: +%40 Karşıtlık: +%40", renk kısmından da doygunluk %400 ve "Siyah Beyaz %25", artistik efektlerden "fotokopi" efekti bastım. Sonra da Paint'ten boyama ve bitki vs. fotoğrafları ekleme. Kum için nasıl bir şey kullanacağım hakkında hâlâ hiçbir fikrim olmadığından kumu renklerin en nötrü olan griye boyadım, yeşile boyanan yer "moss", sol taraftaki kahverengi şu üstte bahsettiğim bataklık odunu, sağ taraftaki koyu gri olan da kaya/taş. Arkayı koyu maviye boyama sebebim bu renkte bir fon kullanacak olmam, beyaz uzun şeyin (o şey bu arada mıcır tarzı şeylerle gizlenmiş olan kafa motoru ve diğer şelale teçhizatı) üstündeki açık gri (bitkilerle vs. kapatılmış olan) şey de şelale sistemi borusunun bir parçası. Tepedeki de hazne işte zaten. Sonra bunu alıp Google Fotoğraflar'a yükledim ve bitkileri vs. oradan çizdim. Üsttekiler zaten su marulu (gerçi pratikte o şelale su marullarının üstüne akmayacak, akıntı ve çevresinde bir çeşit boşluk bırakacaklar ama konu bu değil), hem dikili hem üstte görünen, su marulu köküne benzeyip biraz daha koyu renkli olanlar elodea, şelale teçhizatının ön tarafındaki bitki pothos sarmaşığı, sağ taraftakiler japonşemsiyesi, sol taraftakiler bambu (benzemese de bambu). Çizime hayvan koymadım. Ayrıca bu yazının başına "proje proje Anadolu" gibisine projenin proje hâlindeki gelişim aşamaları ile son hâlinin efekt basılıp çizime döndürülmüş bir fotoğrafını koyacağım.

Bu arada birkaç Lego "Youtuber"ı izlemeye başladım, 21338 LEGO® Ideas Dik Çatılı Kulübe diye harika bir set var. Bunu "havuz" sisteminde uygulasaydım -ve bu seti ucuz yollu bulabilseydim- kenara iliştirirdim; ama artık bu konu mümkün değil. Ben bunu en iyisi daha birini yayımlatıp artık düzeltebileceğime dair de umudumun git gide azaldığı, birkaç ortak bulup yayınevi açma fikrinin aklıma iyiden iyiye yatmaya başladığı kitaplarımın birindeki bir karaktere bir bahçe havuzu vererek uygulayayım. Ortaklığa gönüllü birini bulsam hiç beklemem bu arada (aynı benimle evlenmeyi kabul edecek kadar "sevgiden gözü dönmüş" bir hatun bulursam anında nikahı basacağım gibi), direkt kurarım yayınevini.

28.03.2023

Birkaç bir şeyin siparişini verdim. Kalekim Fugapool 2900 bulamadım (daha doğrusu buldum da hepsi ya bilmediğim etmediğim sitelerde, bildiğim güvendiğim yerlerde de sekiz yüz liraya yirmi kiloluğu var) ama Kalekim FugaFlex 2300 kullanıp sorun olmadığını söyleyenler var. Ondan 1 kg biçiminde doğru düzgün miktarda -ve bu ekonomide beni şaşırtacak kadar "normal", tabii normal ekonomi için yine pahalı ama mevcut ekonomi için belki ucuz bile denebilecek fiyata- bulabildim. Şimdi sıra renk seçiminde. Amaçladığım dere kumu kaplamasına uygun -ve o kaplamayı yapamasam bile benzer bir his verecek- bir renge ihtiyacım var. "Sütlü kahve" ve "Kapadokya bej" arasında gidip geliyorum ama Kapadokya beje yaklaşık şu andan beri daha yakınım. Üst kısım zaten akvaryumun içine/arkasına kadar devam eden bir "riparyum tipi fon" olmayacak, onu nispeten bağımsız ayrı bir şey olarak düşünmeyi yeğliyorum. Siparişini verdiğim şeylerin listesi:

Kalekim FugaFlex 2300, Kapadokya bej, 1 kiloluk 1 paket

Bitki Yapıştırıcısı (marka model tam adıyla ISTA Aquascaping Instant Glue), 4 gramlık bir adet ["Bu ürüne niye bu kadar güveniyo'n ki?" diye sorarsanız güvendiğim bir Youtube akvaryum kanalının (öyle hepsine de güven olmuyor, evet) bitkiler vs. için kullandığı bir sitede gördüğümden. Üçlü, hatta dörtlü bir güven silsilesi var yani aramızda. Akvaryumda işler böyledir; yoksa işin içinden çıkamazsın. Biri der ki "Şu da olur.", öbürü der ki "Şundan başka bir şey zinhar olmaz!"]

Yapışkanlı fon, koyu mavi, 100x60 cm ölçülerinde (üstten kesip yanlara ekleriz artık)

Havuz kepçesi (teleskopik olması tercih sebebim oldu)

Bunlar dışında, gördüğüm bir video neticesinde filtrasyon sistemini mıcırla vs. yaptığım "kafa motoru kapama katakullisi" içine tıkmaktansa şelale kısmının haznesinde bir tür "mini-sump" olarak tutma fikrinin daha iyi olup olmadığına dair merak içindeyim. Endişem, buna uygun bir süngerimin olup olmadığı ve hazneleri ayırma işinin ne ölçüde farklı olabileceği. Bak aslında kafa motoru yerine küçük bir iç filtre kullanıp onun süngeriyle mekanik temizliğini.... ama onu temizlemesi vs. sıkıntı olur be. Neyse, bu işi daha sonra düşüneceğim ben. Zaten her şeyden önce o kafa motorlarının vs. çalışıp çalışmadığına bakmam lazım.

02.04.2023

Çeşitli dışsal sebeplerden şu an projeyle pek ilgilenemiyorum ama bunun ufak bir yararı da oldu. Birkaç şeye karar verdim. İlk olarak ne beslersem besleyeyim ısıtıcı kullanmayacağım. Neden? Üç sebebi var. Birincisi, zaten çok yüksek sıcaklıklar isteyen türler bakmayacağım çünkü yüksek sıcaklık bitkiyi eriten bir şey. İkincisi ısıtıcı takmadığında bile su teknik olarak "soğuk" değil, "oda sıcaklığında" oluyor ve aslında popüler tropik türlerin pek çoğu da dahil birçok balık bu sıcaklığı tolere edebiliyor. Üçüncüsü benim odam zaten sıcak (hem küçük hem de kaloriferin "şu derecenin altındaysa yan" aparatının bulunduğu salona -mutfağı saymazsak- en yakın olan oda), bu yüzden yönümü soğuk su balıklarına çevirip yazın soğutucu kullanma gerekliliğiyle karşılaşmam bile olası. Gerçi kış geceleri ısıtıcıyı düşük bir seviyede (22 °C) çalıştırmam gerekebilir (kalorifer kısılıyor) ama zaten balıkları koymadan önce bu konudaki denemeleri yapacağım. İkincisi, mekanik filtrasyonu "alt" kısımda, biyolojik filtrasyonuysa "hazne" kısmında halletmeye karar verdim. Böylece hazneye ana tanka koyamayacağım bir şeyler koymaya çalışma arzumdan da vazgeçerim (pigme balon balıkları hâlâ aklımı çeliyor...) belki. Doğrudan ısıtıcı gerektirmeyen türlere (Gökkuşağı golyanları [Notropis chrosomus], kardinal balıkları [Tanichthys albonubes], pirinç balıkları [Oryzias sp.] ve başta taşısıran [Cobitis taenia] olmak üzere birçok ufak boyutlu yerli tür bir aklımı çelmiyor değil...) veya benim odamda ısıtıcı gerektirmeyecek türlere ("Canlıdoğuran" denince akla gelen türlerin neredeyse tamamı, ateş karidesleri [Neocaridina davidii varyeteleri]) de yönelebilirim. Gerçi dediğim gibi "benim odamda -ve kuracağım ortamda- pek de ısıtıcı gerektirmeyecek türler" bayağı fazla, aslında çoğu popüler tür böyle: "Canlıdoğuran" denince akla gelen türlerin neredeyse hepsi (Yani lepistes, moli [Poecilia sphenops], kılıçkuyruk ve gambusya [Gambusia sp.]. Plati [Xiphophorus maculatus] belki benim odamda bile ısıtıcı gerektirebilir, tolere edebildiği sıcaklık düzeyine çok hâkim değilim ama velifera [Poecilia velifera] ve muhtemelen günbatımı plati [Xiphophorus variatus] de benim odamda ve kurduğum ortamda ısıtıcısız yaşayabilir. Şimdi kontrol ettim, günbatımı plati zaten oda sıcaklığında/ortamında olunca ısıtıcı gerektirmiyor ve normal plati de benim odamda [ve kurduğum ortamda] rahatça ısıtıcısız yaşar ama velifera için illaki ısıtıcı gerekiyor.), ateş karidesleri [Neocaridina davidii ve başta kiraz karides (N. daviidi var. cherry) olmak üzere birçok varyetesi] başta olmak üzere "kolay" karidesler, danioninler, birçok çopra balığı (loach), bazı barb türleri, yosun yiyici sazansılardan bazıları (mesela SAE), köpek balıkları (Pangasiidae) hariç çoğu kedi balığı türü, bazı labirentliler (başta beta türleri), dayanıklı tetra türleri, her ne kadar boyanmamışını bulmak zor olsa da cam balıkları (Pseudambassis baculis)... Aslında durumum bayağı rahat ve seçeneğim bol; ama önceliğim şelale, bitki, hayvan diye gittiği için şelaleye ve bitkilere göre balık -ve/veya omurgasız (mutlaka salyangoz istiyorum ama...)- seçeceğim.

03.04.2023

Isıtıcı gerektirmeyen ve benim odamda gerektirmeyecek -nispeten popüler- türlerin bir listesini yapayım dedim. Sağ taraftakiler ısıtıcı gerektirmeyenler, sol taraftakiler benim odamda gerektirmeyecekler:

Cichlasoma bimaculatum, 16°C - 24°C

Mavi akara (Aequidens pulcher), 18°C - 23°C

Gambusya, sivrisinek balığı (Gambusia affinis), 12°C - 29°C

Moli (Poecilia sphenops), 18°C - 28°C

Meksika canlıdoğuranı (Xenotoca eiseni), 15°C - 32°C

Kılıç plati (Xiphophorus xiphidium), 18°C - 25°C

Günbatımı plati (Xiphophorus variatus), 15°C - 25°C

Lepistes (Poecilia reticulata), 17°C - 28°C

Cennet balığı (Macropodus opercularis), 16-26°C

Priapichthys annectens, 17°C - 35°C

Siyah cennet balığı (Macropodus spechti), 15-22 °C

Cüce çalı balığı (Microctenopoma nanum), 18°C - 24°C

Taş çoprası (Barbatula barbatula), 14°C - 18°C

Mızrak yüzgeçli çopra (Acanthocobitis pavonacea), 18°C - 25°C

Taşısıran (Cobitis taenia), 14°C - 18°C

Cobitis sibirica, 18°C - 22°C

Odessa barb (Pethia padamya), 16°C - 25°C

Iksookimia koreensis, 18°C - 22°C

Koi (Cyprinus rubrofuscus var. koi), 3°C - 32°C

Gül barbus (Pethia conchonius),18°C - 22°C

Kırmızı flaş barb, denisoni (Sahyadria denisonii), 15°C - 25°C

Bantlı dağ çoprası (Acanthocobitis urophthalmus), 18°C - 25°C

Bıyıklı danio (Danio dangila), 16°C - 24°C

Çizgili çopra (Cobitis striata), 18°C - 22°C

Kedi botia (Misgurnus anguillicaudatus), 5°C - 25°C

Iksookimia longicorpa, 18°C - 22°C

Japon balığı (Carassius auratus)

Daha yabaniye yakın, nispeten doğal varyeteler (şubunkin vs.): 4-30 °C

Cüce altın barb (Pethia gelius), 18°C - 22°C

Çin ejderi (Myxocyprinus asiaticus), 15°C - 28°C

Buan-Gun taşısıranı (Iksookimia pumila), 18°C - 22°C

Gökkuşağı golyan (Notropis chrosomus), 10°C- 24°C

Leopar danio (Danio rerio var. frankei), 18°C - 24°C

Altın kobra yılanbaş (Channa aurantimaculata), 10°C – 28°C

Sekizbıyık çopra (Lefua costata), 18°C - 22°C

Siyah bantlı günbalığı (Enneacanthus chaetodon), 4°C - 22°C

Zebra balığı (Danio rerio), 18°C - 24°C

Gökkuşağı okçu balığı (Etheostoma caeruleum), 4°C - 18°C

Kansu çoprası (Sinibotia robusta), 18°C - 24°C

Kobra yılanbaş (Channa marulius), 15°C – 28°C

Japon balığı (Carassius auratus)

Daha “özel (yapay)” varyeteler (balon göz vs.) 18°C - 24°C

Timsah balığı (Atractosteus spatula), 11°C – 23°C

Noktalı cüce danio (Danio nigrofasciatus), 18°C - 26°C

Cüce güneş balığı (Elassoma evergladei), 10°C - 30°C

Kardinal balığı (Tanichthys albonubes), 18°C - 22°C

Pirinç balığı (Oryzias latipes), 16°C - 22°C

Yılan balığı (Anguilla anguilla), 17°C - 25°C

Kırmızı kıskaçlı kerevit (Cherax quadricarinatus), 15°C - 30°C

Cam balığı (Pseudambassis baculis), 18°C - 25°C

Koç boynuzu salyangozu (Planorbis sp.), 15- 26 °C

Kırmızı noktalı gobi (Rhinogobius rubromaculatus), 18°C – 24°C

Asya tatlısu midyesi (Corbicula fluminea), her sıcaklık

Badis sp. Buxar, 17°C - 25°C

Pyrrhulina rachoviana, 15-22 °C

Horozbina (Salaria fluviatilis), 18°C - 24°C

Siyah bantlı çöpçü (Corydoras zygatus), 16°C - 25°C

Bukalemun karides (Macrobrachium scabriculum), 18°C - 24°C

Leopar çöpçü (Corydoras trilineatus), 16°C - 25°C

Kiraz karides (Neocaridina davidi), 18-26°C

Püsküllü çöpçü (Scleromystax barbatus), 16°C - 25°C

Mavi kerevit (Procambarus alleni), 18°C - 22°C

Aphanius mento, 10°C - 25°C

Kankuyruk tetra (Aphyocharax anisitsi), 18 - 28°C

Aphyosemion herzogi, 16-19°C

Kör tetra (Astyanax jordani), 18°C - 26°C

Nil tilapyası (Oreochromis niloticus), 14°C - 33°C

Buenos Aires tetra (Hyphessobrycon anisitsi), 18°C - 28°C

Kırmızı karınlı tilapya (Tilapia zilli), 11°C - 36°C

Akysis longifilis, 18°C - 23°C

 

Benekli hoplo (Megalechis thoracata), 17°C – 28°C

 

Liobagrus marginatus, 18°C - 22°C

 

Aphyosemion joergenscheeli, 18°C - 21°C

 

Aphyosemion zygaima, 18-23 °C

 

Nothobranchius palmqvisti, 18°C - 22°C

 

Kırmızı yüzgeçli killi (Aphyosemion amoenum), 18°C - 22°C

 

Aphyosemion ocellatum, 18°C - 22°C

 

Austrolebias carvalhoi, 18°C - 27°C

 

Kırmızı çizgili killi (Aphyosemion ogoense), 18°C - 22°C

 

Gnatholebias zonatus, 18°C - 23°C

 

Dağ gökkuşağı balığı (Melanotaenia monticola), 18°C - 22°C

 

Siyah bantlı gökkuşağı balığı (Melanotaenia nigrans), 18°C - 24°C

 

Kırmızı neon mavigöz (Pseudomugil luminatus), 18°C - 26°C

 

Herichthys pantostictus, 17°C - 28°C

 

Mozambik tilapyası (Oreochromis mossambicus), 17°C - 35°C

Aslında bu konu "şelale projesi" ile çok ilgili olmasa da şelale projesini -en azından gün içinde medyadan korunmakla uğraşmayıp işime gücüme bakabileceğim seviyede- hallettikten sonra odamdaki (Çünkü ben uzun süre buradaymışım gibi görünüyor ve cins cins fikirlerim var... Artık burayı bana ait olmayan bir yer olarak görmekten vazgeçip bana ait bir yer yapmaya karar verdim. Ailem Balıkesir'den taşınınca [bu onların kendi planı bu arada] bu eve çökmeyi planlıyorum.) dekorasyonu da düzenlemeye karar verdim. Beni zorlayacak iki şey var: Birincisi çok fazla "dekor ögem" var, ikincisi odam epey küçük. Temelde "cottagecore" (buna acilen bir Türkçe karşılık bulmam lazım. Aklıma "kıriçi estetiği" falan gibi bire bir çeviri temelli saçma sapan şeylerden başka bir şey gelmiyor.) temelli bir dekorasyon yapmayı düşünüyorum ama görürüz onu artık... Blogda ona dair bir tür yazı da paylaşırım artık (Ev vloğu oluyorsa neden oda bloğu da olmasın?), bundan kısmen bağımsız olarak. Hatta ilk planımı da -yeri olmasa da- buradan söyleyeyim: Yere pusula tarzı bir çizim yapasım var. Bu arada şelale projesi benim için epey kritik; çünkü artık pezevenk medyanın saçmalıklarına maruz kalmamaya çalışmak yerine günü kendi istediğim gibi düzenleyip ayırabileceğim (Şu an günümü hiçbirini izlemediğim, birkaçı hariç hepsinden ölesiye nefret ettiğim dizilere ve insanı dinden imandan çıkaran müezzinin ezan olduğunu iddia ettiği şeye göre ayırıp yarıdan fazlasını çöpe atmam gerekiyor.), bu da bana epey bir düşünme ve ruhsal iyileşme sağlayacak. Zaten su sesini (hatta şelalenin kendisi yerine sadece mekanize sistemi bile yeterli olabilir) bir elde edeyim, kalanını zevkini çıkara çıkara, yavaş yavaş, hafif hafif, iyice düşüne taşına yapacağım. Bunun haricinde de hayatıma, geleceğe (dikkat edin, "geleceğime" demedim) yönelik apayrı planlarım, güdülerim var ama hepsinin düğüm, daha doğrusu başlangıç noktası şelale projesi. Ben o "çevredeki saçmalıkları bastıracak akan su ve akvaryum filtresi sesi"ni bir halledeyim, gerisi çorap söküğü gibi gelecek. Resmen hayatımın düğüm noktası amk. Ya da yok, oda dekorasyonunu blogda ayrı bir yazı olarak koymayıp ondan model alınan bir tasviri bir kitapta kullanmaya karar verdim (Şu su sesi bir olsun, kan emici yayınevleri ve yayınevlerinden de beter doğrudan yayıncılık servisleri arasında kendime bir yol bulmak için de acayip acayip fikirlerim var...), tabii muhtemelen daha idealize edilmiş bir hâlini. Bu arada "cottagecore" hakkında araştırma yaparken "odayı yağmur ormanına çevirme" arzum da gitgide azıtıyor. Şu an odamın tavanından sarmaşık sarkıtasım var. Zaman geçer, zevkler ve istekler değişir; ama bazı şeyler de doğuştan gelir. Zaten ben "Burası cottagecore olsun" diye dekorasyonu planlamıyorum, neredeyse doğduğumdan beri istediğim dekorasyona tarzı bir şekilde bu sınıfa giriyor.

05.04.2023

Çıkardık akvaryumu (ve malzemelerini) yıkadık, an itibariyle kuruyorlar. Kafa motorlarından birinin kablosu kopmuş, o direkt çöp; daha bir şey olmaz ondan. Silikonlar sağlam gibi (daha önce patladığından çekincelerim vardı), yeni silikonlama gerekmeyecek gibi. Silikonun kurumaması için ne yapılacağını asla çözemedim, her şekilde kurudular (Silikon dediğin de öyle her zaman lazım olan bir şey değil ki arkadaş...), onu biraz araştıracağım. Hiç yoktan akvaryuma bir sünger bulmuş olduk. Yalnız tas almamışım, o biraz garip. Aşağıda değildi herhalde. Olması olası diğer yerlere bakacağım. Daha benim çok eşyam var kah akvaryumda kah oda dekorasyonunda kullanmak için de... İşte... Neyse, şu şelale (veya hiç değilse mekanize sistem) işini bir halledeyim; kalanını yavaş yavaş, tadını çıkara çıkara yapacağım zaten. Şelale sistemi tam da televizyonun arka tarafına gelecek (tabii arada duvar var), o yüzden epey rahatlatacak. Şimdi bana tas (muhtemelen var ama acaba nerede?) ve en ucuzundan kovamsı bir şey lazım. Lan aslında düşündüm de direkt tası kullanırım lan o iş için. Aynen.

Aslında arka tarafı tekli yapsam, yanlara koymasam diye de düşünüyorum ama su haznesinin ağırlığı çok fazla olacaktır. Doğrudan çeşme biçiminde yapayım, hazne koymayayım desem... Lan aslında yanları üçgen yapıp suyu hazne yerine çeşitli "topoğrafik" şekillerle mi atlatsam? Ama o zaman da salınım zamanını atmak için öncesinde üç gün suda tutmam gerekecek. Lan aslında öbür türlü de öyle olacak. Onu bir düşüneyim ben. Hayır o arka tarafı vs. komple iptal edip çeşme benzeri bir şelale sistemi yapasım da var ama o kadar derz aldık, onlar ne olacak (Tamam, dönemimizin ekonomisine göre aşırı derecede ucuzdu ama yine de kullanmazsam boşa para vermiş olacağım. Kendi paramı kazanıyor olsam asla acımam bu arada, umurumda bile olmaz [Zevklerime paradan daha çok önem veririm ve canım bir şeyi almak istiyorsa alırım. Bir şeyler almayacaksan paranın ne anlamı var ki? Harcamayacaksan paran olmasıyla olmaması arasında bir fark yok. Gerekirse açlıktan ağzım kokar ama harcarım.] ama aile evinde yaşayan işsiz herifin tekiyim.)? Bir de ben bir akvaryumdan ziyade riparyum planlıyordum, şimdi ne halt edeceğiz (akvaryumdan önce de "havuzcuk" planlamıyordu sanki...). Neyse, şu kafa motorlarının çalışıp çalışmadığına bir bakayım ve geri kalan şeyleri halledeyim de bunları düşünmek için epey zamanım olacak. Şimdi aklımın bir kısmı bunda, bir kısmı yazmakla ilgili birtakım plan-projelerde, bir kısmı birikip içimi sıkan video formatındaki şeylerde (Youtube, dizi, anime vs.), bir kısmı hâlâ okumaya devam edemediğim Lovecraft derlemesinde, bir kısmı odanın genel dekorasyonunda... E bir de bütün bu durumların birleşimi (dünyanın içinde bulunduğu sorunlar [Saçma sapan "cancel culture" ve benzerlerinin yükselişi, iklimin bozulması, şunlar bunlar...], ülkenin içinde bulunduğu sorunlar [ekonomi ve diğerleri], benim içinde bulunduğum sorunlar [sevgilisizlik, işsizlik, evsizlik, geri zekalı medyaya maruz kalmak durumunda olmak ve biraz daha düşünsem daha da çeşitlendirebileceğim bir sürü şey]...) nedeniyle her zamankinden çok daha ağır geçirdiğim mevsim geçişi depresifliğiyle (Depresyonuyla değil. Depresyon o kadar basit bir şey değil.) birleşiyor. Yani özetle zihnim aşırı derecede bölündü ve bu bölünme beni tüketiyor. Su sesini hallettikten sonra da bunları bir sıralamaya, kendi içimde bir öncelikliliğe (Bu arada TDK, -lilik ekli birçok kelimenin var olduğunu söylüyor ama geri zekalı MS Word ve Blogger bu kelimelerin çoğunu tanımıyor. Önceliklilik, özverililik mesela bu tür kelimelerden ilk aklıma gelenler.) soktuktan sonra daha rahat edip ihtiyaçlarımı yine isteklerime karşı öteleyebileceğim.

06.04.2023

Her şey hazır gibi. Şimdi tek gerekenler strafor (şelale sisteminin temelini ve bu akvaryumu bir akuateraryuma çevirecek şeyi halletmek için), ufak kova tarzında bir şey (balıkları aktarmak için), Sera Aquatan & Sera Toxivec muhteşem ikilisi (Normalde ben Sera Aquatan, Sera Toxivec, Sera Bio Nitrivec muhteşem üçlüsünden tarafım gerçi ama ekonomi malum... Neyse ki evde ev yapımı yoğurt var. Bu arada hazır yoğurtlar yoğurt değildir, yoğurt fabrikası görmüş biri olarak söylüyorum bunu.), su değeri ölçme kağıdı (Normalde her su değeri için ayrı ayrı test kitleri var ama ekonomi sıçmamışken bile feci pahalılardı. Alıyorum Sera'nın temel su değerleri kağıdını [Adı neydi lan bu ürünün?], ölçüyorum beş temel su değerini [pH, kH, gH, nitrit, nitrat]; kafa rahat.), mekanize sistemin çalışıp çalışmayacağını görmek (Teorik olarak çalışır ama pratikte kafa motoru durduğu yerde bozulmuş olabilir, teoride varsayılanlar pratikte biraz daha farklı işleyebilir... Olur da olur yani.) ve akvaryumu temizlemek kaldı. Ha bir de metilen mavisinin son kullanma tarihine bakmak. Akvaryumu temizlemek düşündüğümden de zormuş bu arada, durduğu yerde ne biçim yapıştıysa o kirler, kireçler, yosunlar vs. cama. Neyse, hallederiz bir şekilde. Bu arada şelale sistemini "topoğrafya" ile halledersek yeterince su sesi alamayacağımı hissediyorum. Işık kullanıp kullanmamak konusunda da hâlâ oldukça kararsızım. Muhtemelen önce ışıksız deneyip bitkilerin durumuna göre ışığa geçip geçmemeye karar vereceğim.

Şelaleyi sağlayacak kısmın planladığımın yarı boyunda olmasına (20h cm) karar verdim. Neden? Birincisi öbür türlü tankın üstüne çok yük biniyor, taşıyıp taşımayacağından emin değilim. İkincisi böylece odanın dekorasyonunda daha çok boş alan açılacak (Çük kadar odada yaşayınca boş alan fırsatı gördün mü kaçırmamak gerekiyor tabii...). Üçüncüsü hazneler, "topoğrafya" ve bunlarla ilgili şeyler konusunda bana daha çok alan bırakacak. İçine bitki dikeceğim hazneler koyabilirim ve japonşemsiyesi, pothos sarmaşığı, bambu gibi şeyleri de doğru düzgün biçimde dikebileceğim. Dördüncüsü de eğer ışık takma ihtiyacı doğarsa daha rahat halledebileceğim. Balıkları geç koymayı planlıyorum, önce bir bitkiler kendine gelsin (daha doğrusu ışık lazım olup olmadığı belli olsun). Ulan bakteri kültürü işini yoğurtla halledince zaten bir ay kadar beklemem gerekecek, doğru ya. Sadece yarı boyda değil, kenarları üçgen biçimle öne doğru gelen biçimde yapacağım bir de; tam olacak.

O değil de ben biraz baktım da hiç yoğurt moğurt şeyini göremedim. Halbuki forumlarda önerildiğini net hatırlıyorum. İlginç... Yine Sera'nın muhteşem üçlüsüne kaldık demek ki. Ya da bakteri oluşumunu bitkilerle, bir yerlerden getirdiğimiz kumla çakılla vs. halledeceğiz ama o da çok uzun sürer. Gerçi bitkilerin durumunu kontrol etmem lazım zaten, ışık kullanıp kullanmayacağımdan emin olmak için. İllaki bir ay kadar bekleyeceğiz, doğru. Bitkiler ıslak olursa bakteri onlarla beraber gelecek, doğadan toplama işini yaparsak ve bitkinin yanı sıra farklı canlılar da gelirse onlarla da gelecek (Salyangoz benim için önemli). Ulan ben en iyisi yine gidip Sera Bio Nitrivec alayım, kafam rahat olsun. Aynen ya. Bu canlı manlı işi şakaya gelmez arkadaş... Bir ihmalkarlık bir sürü şeye mâl olabiliyor. Para harcamayacağız diye canlılara yazık etmeyelim. Neyse, duruma ve diğer her şeye göre bakarız ona. Lan aslında bir ay kadar zaten bitkileri kontrol edeceğiz (ışık lazım mı vs. diye), o arada bakteri oluşumu yeterli seviyede oluşur. Bitkileri şu adını unuttuğum jelli sistemle almazsak tabii. Onda bakteri olmuyor. Bana ıslak, direkt sudan çıkmış bitki lazım. Japonşemsiyesini alacağım yerin kökünde de toprak ve bu toprağa bağlı azot bakterileri (Gerçi sudaki azot bakterisiyle topraktaki tam olarak aynı değil sanırım. Suda bile oksijenli yerde yaşayan ve oksijensiz yerde yaşayan olmak üzere iki farklı tipte ve ikisi de akvaryuma lazım azot bakterisi var.) var zaten. Tamamdır aga, o iş rahat. Hallolur yani, çok şey olmaz.

Şimdi, mekanize sistemin çalışıp çalışmayacağına dair temel prototip bu:

Kafa motorunun asıl çıkış borusu silikonla kapatılmış durumda. Tabii ki bu sistem bittiğinde mekanik olarak bile böyle görünmeyecek ve akvaryumda dekorla ve diğer şeylerle olabildiğince kapatılacak ama şu an borular sağlam mı, kafa motoru çalışıyor mu vs. onları deniyorum. O hortumun bahçe hortumuna benzediğinin farkındayım ama aslında kafa motorunun bir parçası, yani rastgele tanka koyulan bir plastik değil, akvaryum ürünü.

07.04.2023

Henüz denemeyi yapamadım; ama bir şeye karar verdim: Su nanesi. Şimdi, ben bu sistemde mutlaka su nanesi (Mentha aquatica) kullanmayı istiyordum. Neden? Çünkü odanın aromatik durumuna iyi gelecek. Mis gibi nane kokusu, ayrıca ruhu iyileştirici özelliği de var (Bu şerefsiz medyanın üstümde ne kadar kötü etkisi olduğunu görün işte...). Yalnız bir sorun var: Su nanesinin akvaryumda olup olmayacağına dair hiçbir bilgim yok(tu). Tamam, daha önce florası ve faunası gayet çeşitli yerlerde su nanesi gördüm ama kocaman bir göl veya akan bir suda bulunmakla kapalı bir sistemde bulunmak birbirinden çok farklı şeyler. Ya orada önemli bir etkisi olmayan salınımlar (koku salınım demektir) akvaryumda zararlı etki gösterirse? Hem yerel türlere zararı olmayıp tropik türlere zararı olabilir. Örneğin çakıl balığı (Pseudorasbora parva) Türkiye sucul faunasına çok büyük bir zarar verdiği hâlde aslında kendi yaptığı bir şey yok, sadece kendisi anavatanında birtakım parazitlere/bakterilere alışkın (bir bakıma bağışıklığı var) ama yerel türlerimiz o parazitlere/bakterilere alışkın değil, hemen hastalanıp çok kısa sürede ölüyorlar. Bu da çakıl balığını Türkiye suları için zararlı bir tür hâline getiriyor. Halbuki ne gambusya gibi milletin yumurtasını yer ne de ot sazanı gibi yemeğine salça olur. Yani su nanesi belki bizim yerel türlere zararsız ama betaya, lepistese vs. zararlı; bilemeyiz. Hadi balıkları geçtim, allelopati diye bir şey var. Ya bu su naneleri diğer bitkilerin soyuna kastederse? Türkçe kaynaklarda -tıpkı tahmin ettiğim gibi- bir halt bulamadığım için İngilizce araştırmalara geçtim. Orada da ilk kaynak "Akvaryumda çok iyi olur, tecrübesizler bile bakar." diyor, ardından "İnsanlar ve evcil hayvanlar için zehirli değildir (e herhalde, nane ulan bu?) ama yemeleri sindirim sorunlarına yol açabilir" (Ne? Hani toksik değildi hacı?) diyor. Neyse, daha ciddi kaynaklara yönelince su nanesinin suyu temizlemede olumlu özelliği olduğunu gördüm: Ağır metalleri arıtıyormuş (su düzenleyiciler de başlıca ağır metallerle mücadele ekipmanları), ayrıca patojenleri de uzaklaştırıyormuş (Nereye?). Yine doğrudan suyun içinde değil, karasal kısımdaki haznede tutmayı planlıyorum ama neticede artık kafam rahat. Birkaç hoş görünüşlü -ve tercihen kokulu- çiçek de istiyorum ama hem yukarıda dediğim durumlar var hem de su nanelerinin haznelerini devamlı olarak ıslak kalacak biçimde tasarlayacağım, oysaki çiçeklerin çoğu -tabii çiçeğine de bağlı- bunun yerine bana devamlı akvaryumdan su harcatacak bir damla sulama sistemi gerektirecekler. Çiçek açan akvaryum bitkilerine de (hemen aklıma gelen örnek kabomba) yönelebilirim ama onlar mutlaka ışık gerektirecek bitkiler, dolayısıyla ben de ekstra ışığın lazım olup olmayacağını ölçüp olduğuna karar verdiğim zamana kadar onları "şimdilik olmaz" kutusunda tutmaya devam edeceğim. Elektrik bu kadar pahalı olmasaydı ben bu odayı da akvaryumu da ne hâle getiriyorum, o zaman görecektiniz siz asıl...

08.04.2023

Mekanize sistemin denemelerini yaptım. Birkaç şeyi oynattım ama yok, çalışmıyor. Gerçi kafa motorunda veya sistemin kendisinde sorun olduğunu sanmıyorum, muhtemelen hava girişini sağlayan yerin şu an tıkaç gibi bir şeyle tıkalı olması nedeniyle debisi çok düşük. Gerçi üstünde de bir boşluk var, o ne çok anlamadım ama... Ha, çıkış yeri o, tamam. Ben o söktüğüm silikonu geri taksam daha iyi olacak. Neyse ya, çalışmazsa alırız bir kafa motoru. Amma harcama yaptık la... Keşke ekonomi düzgün olsaydı.

Mekanize sistemin sorunu -tıpkı düşündüğüm gibi- hava hortumunun bağlı bulunduğu (bulunması gereken) yerde onun yerine bir tıkaç olmasıymış. Niye var onu çok anlamadım gerçi ama ürünün kendi parçası. Neyse, onu takınca çalıştı ama suyu ön borudan (yani aslında zaten vermesi gerektiği yerden) verdi. Ona zamanında silikondan (akvaryum silikonundan) bir tıkaç yapmışım (kim bilir neyin peşindeydim), onu geri taktım ve... İşte budur. Mekanize sistem hallolduğuna göre şimdi bana kalan bunu şelaleye çevirecek dekor kısmı.

İşte sonuç:

Tabii ki bu sonucun şu an böyle olması ve pek bir halta yaramaması normal; ama mekanize sistemden beklediğim, mekanik sistemin yapması gereken tek şey zaten buydu. Yarın strafor almaya gitmeyi düşünüyorum, bakalım... Bu arada ben bu kafa motorunun markasını, modelini vs. asla hatırlamıyorum ama bu bir iç filtreden sökülmüş bir parça değil, esasen deniz akvaryumları için üretilen bir dalga motoru. Onu net hatırlıyorum (çünkü bir ara Gökçeada biyotopu teke [Palaemon sp.] akvaryumu kurma planım vardı). İnternete "dalga motoru akvaryum" diye girince çıkan şeylerden Venusaqua U-6604'e benziyor (ama aynısı değil). Birkaç model daha buldum ama onların da hiçbiriyle aynı değil. Kafa motoru diye arasanız muhtemelen daha benzer şeyleri bulursunuz. Hatta dur... Yok, yine aşağı yukarı aynı modeller çıkıyor ya. Ben bu straforla uğraşırken ya kulağımda müzik ya da sesi köklenmiş bir doğa sesi olacak çevrede muhtemelen ama... Eh, neyse artık. Bu orrrrrrospu çocuğu medya ve iş birlikçisi gibi davranan "kıyamet müezzini" her gün psikolojimin içinden geçmek için yarışmasa ben o straforu nasıl tadını çıkara çıkara, rahat rahat, her şeyi uzata uzata yapıyordum o zaman görürdünüz.

Biraz (üstteki fotoğraflar kadar işte) su doldurup mekanik sistemi biraz boşta çalıştırınca akvaryumun su sızdırdığını fark ettim. Boşaltıp komple yeniden silikonlamak lazım. Neyse, hallederiz. Geç oldu şimdi.

09.04.2023

Akvaryumu boşaltıp arka odaya koydum. Gerçi teknik olarak bunu dün yaptım ama gece yaşayan bir insan olduğumdan tarihler böyle kafayı yiyor. Neyse, üstte gördüğünüz önceden patladığının nişanesi olan silikon kısmını da çevre silikonları da (yani özetle komple silikonu) yenileyeceğiz. Bu arada silikon saklamak hakkında biraz araştırdım... Kurumasın diye lehimleyen bile var ama yok, illaki kuruyor. Kardeşim, biz akvaryum fabrikası mıyız? Ne yapacağız o kadar akvaryum silikonunu? Kişisel kullanım için az/küçük versiyonlarını üretsenize şunun.

11.04.2023

Bu arada şu yukarıda "ısıtıcısız yaşayabilenler & benim odamda ısıtıcısız yaşayabilenler" listesi yaptım ya? Tabloyla o tabloyu yapmadan önce dediklerim tam olarak aynı değil, geçerli olan bilgi tablodaki. Ulan çok uzun süredir uzağım bu akvaryum makvaryum işlerinden ben, sudan çıkmış balığa döndüm. E bir de sektör ben hâlâ "aktif" ilgilendiğim zamankine göre çok gelişmiş, çok değişmiş. Bizim zamanımızda transgenetik tetra bile yoktu, sadece şırıngayla boya basılan cam balıkları vardı (gerçi onlar hâlâ var). Ya ben melek balıkları hakkında "Bunlar hem tatlı hem tuzlu suda yaşar." diyen akvaryumcu duydum ya! Bizim zamanımızda öyleydi. Şimdiki gibi aksolotlu vs. bırak, kiraz karidesi bulan öpüp başına koyuyordu. Ben akvaryumcunun iki ay boyunca karides bulmasını beklediğimi bilirim (toptancı getirtmiyorsa o ne yapsın sonuçta?). Ulan bizim zamanımızda akvaryumcuya yeşil zebra balığı (Danio rerio) sorunca "Zebranın yeşili olmaz. Siyahı, kırmızısı (Kırmızı dediği de pembe ha. Transgenetik olanlardan bahsetmiyorum yani.), sarısı (O da şanslı olup görece bilgili bir akvaryumcuya denk geldiysek. Yoksa sarısı bile piyasada yok gibiydi, dolayısıyla çoğu akvaryumcu zebra balığının sadece siyahı ve kırmızısı olduğunu düşünüyordu.) var." cevabı alırdık. Siyah kuhlinin varlığını bile yabancı sitelerden özel olarak araştırmamışsak bilmezdik, ki akvaristler araştırır (ama akvaryumu olan herkes akvarist değildir), klasik çizgili kuhli bile zar zor bulunurdu zaten; siyah kuhliyi nasıl bulacaksın? Ben sektördeki bu gelişmişliği eskiden de nispeten pahalı (en azından öyle görülen) bir hobi olan akvaristliğin ekonomi yarağı yedikten sonra gerçek anlamda lüks hâle gelmiş olması (Gerçi mevcut durumda lüks olmayan hobi mi var amk memlekette? Kâğıt, karton, elektrik vs. bile olmuş kaç para...) ve eskinin ne dükkanı açacağını bilemeyip "Bari akvaryumcu olsun yea." diyen akvaryumcularının gitgide tükenip yerlerini akvarist kökenli akvaryumculara bırakmaya başlamasına bağlıyorum. Ya bizim zamanımızda gökkuşağı golyanı (rainbow shinerNotropis chrosomus) bile yoktu ya. Hani bulunmuyordu vs. değil, öyle bir balığın varlığını bile kimse bilmezdi. Soğuk su balıkları Japon balığından, koi ve diğer sazan türlerinden (Tabii diğer sazan türlerini de doğadan yakalıyorsun, onun için de sazanlara özel ilgi duymak gerekiyor.), yerli -ve/veya istilacı- balıklardan, bazı karides türlerinden, ha bir de bunu akvaryum ortamlarında söyleseniz anında bir ton itirazla karşılaşacağınız betalardan [çünkü beta (Betta splendens) 24-30 °C aralığında yaşar] ibaretti.

Akvaryumun silikonunu yenileyemedim bu arada. Öyle duruyor. Neyse, yenileceğiz illaki. Hayır şu su sesini bir elde etsem, geri kalanı çorap söküğü gibi gelecek ama... Hadi neyse.

14.04.2023

Verimli bir gün oldu. Akvaryumun eskiden patladığı yerdeki çatlağın dış tarafını silikonladık, yarın da iç tarafını silikonlayacağız. Bir de ufak bir strafor parçasını siyaha boyayarak akvaryumun altına koyacağım straforun boya tutup tutmayacağını, mermer görünümü verip veremeyeceğimizi ölçtük. Bu arada straforun amacı esneme payını arttırmak vs. olduğu için (Ulan, akvaryum işlerinden o kadar uzak kaldım ki teknik açıklamasını yapamıyorum. Özetle akvaryumun patlama, alttan çatlama vs. ihtimalini azaltıyor işte.) üstünün duvar kağıdıyla kaplanması, boyanması vs. herhangi bir sorun oluşturmuyor; ama derzle kaplamak straforu daha sert ve "sabit" bir hâle getireceği için muhtemelen o sıkıntı oluşturacaktır. Genel bir kompozisyon:

Onun dışında bu gördüğünüz odadaki birçok malzemem vardı, onlardan akvaryumda ve/veya odada kullanacaklarımı/kullanabileceklerimi çıkarıp kenara koydum. Şunu bir kez daha fark ettim ki ciddi anlamda müze kurabilecek kadar fazla şeyim var ama tabii ki müze kurmaya çalışmayacağım çünkü neden? Çünkü ülkede tıpkı şirket kurmak, işletme açmak, kitap yayımlatmak ve geri kalan neredeyse her şey gibi müze açma işi de çok paran (ve paranın en az iki katı sabrın) veya sağlam tanıdıkların olmadığı (ya da kendin bir şekilde -az çok- ünlü, tanındık vs. olmadığın) sürece insanı böyle bir yola girme arzusunun gönlüne düştüğü güne lanet ettirecek denli sancılı.

15.04.2023

Silikonun iç kısmını hallettik.

22.04.2023

Yine klasik bir "proje bekledikçe fikirlerin azıtması" durumu yaşıyorum. Ayrıca an itibariyle bunu kağıda yazıyorum, sonra bloğa geçireceğim. Hah neyse, hani şelalenin akacağı yer bir taş-toprak görünümüne sahip olacak ya? Bu arada dere kumu vs. kullanmadan direkt "Kapadokya beji" rengi derzle kaya görünümü vermeye karar verdim. Hah neyse, acaba bunun üstüne petroglif, heykelcik, Orhun alfabesi vs. gibisinden "abidik" işlere girişsem mi diye bir fikir hasıl oldu. Neyse, zamanı gelip fikirler yeterince olgunlaşınca kararını veririz. Zaten bayram dolayısıyla İstanbul'dayım ve daha strafor bile almadım.

24.04.2023

Anca Balıkesir'e dönebildim. Tankın yeniden akıtıp akıtmayacağını ve akıtırsa tam olarak nereden akıttığını tespit için yeniden deneme yaptık. Hava hortumunun ucunda debi ayarlayan aparat olmaması, oranın boş olması nedeniyle oradan su akıyor ama önceki de mi aynıydı emin olmak için hâlâ deneme devam ediyor. Strafor almak için en yakın nalbura gittim, ikinci kez yine herif dükkanda yok. Zaten dükkanda XPS, EPS, köpük vs. namına da bir şey yok. Şimdi yemek yiyip sonra da üst paragrafı (22 Nisan tarihli) bilgisayara geçirerek buraya ekleyeceğim.

25.04.2023

Sıkıntı çıkmadığı garanti ama strafora güvenemedim. Kenarlarda birkaç boşluk var. Yeni strafor alıp onu boyayacağım.

27.04.2023

Gidip 2 cm kalınlığında, yatay boyundan emin olmadığım iki parça XPS (veya EPS, emin değilim) aldım. Yarın uygun boyutta kesip mermer gibi göstermek adına boyayacağım. Belki sadece yanlarını boyarım.

28.04.2023

Akvaryum altlığı olarak kullanacağım strafora mermer efekti vermek için siyaha boyadım. Tabii önce uygun boyutta (Akvaryumun tabanından yaklaşık iki santim geniş. Normalde sıfıra sıfır tercih edilir ama ben straforu sadece zorunlu ekipman değil, ayrıca dekor olarak da kullanacağımdan geniş aldım. Bu arada straforun akvaryum tabanından küçük olması büyük sıkıntı ama büyük olması o kadar da büyük sıkıntı değil.) kestim, sonra kalmış ve topaklanmış siyah boyayı sulandırıp karıştırarak kullanıma hazır hâle getirdik.

Önce üst kısmı boyadım.

Aslında şimdiden granit, bazalt, olmadı lav taşı gibi duruyor ama yine de mermer efekti vereceğim. Mermer ve akvaryum benim kafamda aşırı derecede uyumlu temalar, nedeninden çok emin değilim ama mermerden ev içi havuz yapmayı düşünmüş bir insanım. Salınım yapmayan en "renkli" şeylerden biri mermer olduğundan olabilir. Sonra da yanları boyadım. 

Kuruyunca da mermer efekti vereceğiz. Bunun için evde halihazırda mermer efekti boyası var. Markasından vs. çok emin değilim. Bu arada akvaryum sızdırmadıkça bu strafor suya temas etmeyeceğinden boyanın markası, içeriği vs. herhangi bir önem arz etmiyor. E, akvaryum sızdırıyorsa da strafordaki boyanın salınım ihtimalinden çok daha önemli ve öncelikli sorunlarınız var demektir.

30.04.2023

Straforu boyarken tırnağımın arası siyah boya olmuş, onun geçmesini bekliyorum. Salınım riskini alamam. Odanın durumu da iğrenç ötesi; mermer efektini verip kurutup burayı temizleyip straforları ve ilgili her türlü şeyi odaya getireceğim. Nasıl sığışacaksam artık... Neyse, bir şekilde hallederiz. Ben hâlâ şelale sistemini direkt akvaryumun içine mi soksam (E, mavi fonu nereme sokacağım?) yoksa üstte mi kalsa diye düşünüyorum. Üstte kalmasının sıkıntısı taşıyıp taşımayacağından emin olmamam. Tamam hafif bir malzeme bu ama bu da daha önce altı yarılmış akvaryum yani. İçine koyarsam ağırlık dağıldığından sıkıntı olmayacak. Neyse, onu bilahare düşünürüm; ama şu anlık direkt içine koymaya daha yakınım. Zaten çok fazla balık olmayacağından, bu, balıklardansa bitkilere güvenen bir riparyum (hatta karasal kısım için de "bitkisel planlarım" olduğu düşünülürse riparyum değil paludaryum bile denebilir) olacağından ve ben de küçük balıkları daha çok sevdiğimden alanın küçülmesi çok da büyük sorun olmayacak. İçine koymanın bir faydası da her ne kadar derz kaplı olsa da neticede bunların strafor olması, yani ısıtıcı kullanmayı planlamadığım bu akvaryumda ani soğumaları engelleyecek bir şey. Dediğim gibi asıl sorun suyun soğuması değil ısınması bile olabilir, özellikle de önümüz yazken.

Öyle yapayım ya, aynen. Direkt içine koyayım. Hem sonrasında o sistemi çıkarıp ayrı bir sistemde kullanma (elimde, neredeyse her akvarist gibi, böyle denilerek alınmış/yapılmış ve bir daha asla kullanılmamış şeylerden oluşan bir "koleksiyon" var) ve bu akvaryumu da farklı şeyler için tekrar kullanma imkanım olur. Tamamdır, öyle yapalım.

Bu arada şu an saat 00.11, evden çıkmayıp gece yaşayan bir insan evladının kafasının en berrak olduğu, en "üst" performansını gösterebildiği vakitlerin başlangıcı. Şu piktograf miktrograf işlerine girişip girişmemeyi hâlâ düşünüyorum bu arada. Girişmemeye daha yakınım ama girişebilirim de.

Şu ışık konusunu da hâlâ düşünüyorum. Yok, zaten baştan almak yerine illaki zamana dayalı gözlem yapacağım ama ışık sadece sağlık (bitki, nadir durumlarda balık sağlığı) için değil görünüş için de önemli. Özellikle de benim gibi gece yaşayan biri için. Neyse, bitkilerin durumuna bakıp ona göre işleri halledeceğiz zaten. Şimdilik öncelik sırasında değil.

Mermer efektini (markasına falan yine bakmadım ama spreyli bir boya) daha önce siyah boyayı denediğim şeyde deneyip duruma bakacağız. Malum şu anki siyah hâli de gayet kullanılabilir, bu işleri kötü bir hâle getiriyorsa hiç güzelim malzemeyi mahvetmeye gerek yok.

Kurumuş ama bir garip (yani fotoğraftaki, kurumadan önceki hâliyle aynı) görünüyor. Bu straforları almak için büyük çile çektim, o yüzden mahvetme riskini göze alamam. Altlığı mermer değil bazalt görünümlü yapıyoruz.

01.05.2023

Odanın tasarımıyla, düzeniyle uğraştım biraz. Bunu ilgisiz bulmuş olabilirsiniz ama aslında konuyla doğrudan ve tamamen ilgili:

Elimdeki boya da geçtiğine göre gerçek anlamda projeye başlayabilirim. Bu gece, gerçek anlamda projeye başlıyoruz. Neden gece onu ben de bilmiyorum.

02.05.2023

Önce filtreyi açıp içini filtre seramiğiyle doldurdum:



Sonra da süngeri içten yırttım.

Amacım filtrenin su girişine bunu geçirmek, böylece filtre içine kaçma vakalarını önleyip bakteriler için de güvenli bir yer oluşturmaktı ama girmedi. Ben de süngerin içine seramik koyup süngeri alt kısma sıkıştırdım, tabii su girişinin üst kısmında ve filtrenin içinde hâlâ seramik var. Filtrede bir tane var sanırım ama üstte de olduğundan çok da büyük bir sorun değil. Bu seramikleri dekorasyon parçası olarak da kullanmak şart oldu ("yapay" dekorasyon konusunda nadir sevdiğim malzemelerden biri).




Filtrenin yerini ayarlayıp akvaryumun üst kısmını kerteriz alarak straforu kesmeye başladım. Amacım kalıp çıkarmak olduğundan küçük ve yamuk parçalardan birini "kurban" olarak seçtim.



Yükseklik içinse belli bir parça ölçüp 60 cm buldum. Ardından, straforu düzgün kesmek için kullandığım tahta parçasının 64 cm olduğunu görüp "yükseklik 64 cm olsun" dedim. Böylece elimde, arkası için "temel" olarak kullanılacak strafor kaldı:





Yanlar için de biraz kısa ama eni uygun bir parça buldum ve ona göre kestim. Ne var ki kestiğim strafor geniş geldi:






Ben de tekrar tahta parçasını (Ne tahta parçası lan? Bildiğin kalas!) kullanıp kenarlardan "kırptım". Zaten derz -çok az da olsa- kalınlaştıracağı için bunları bire bir ölçülerde yapamazdım. Sonuç yine kısa yanlar çıktı, nedenini pek anlayamadım. Sonra üstten müdahale edeceğim, zaten basamak olacak.


Sonra bunları çıkarıp filtreyi ve benzeri şeyleri nasıl hem saklayıp hem "şelale" sistemine entegre edeceğimi düşündüm. Düşündükçe çıkmaza girdim, böylece onu sonraya (yarına) bırakarak ortalığı toparladım.




Şu anda akvaryumun içine girecekler akvaryumda, sol (fotoğrafın konumuna göre üst) taraftaki artan parça, sağ (fotoğrafın konumuna göre alt) taraftakiler de yine artan (ama çarpacağım kadar "enli" olmayan) parçalar.

03.05.2023

Filtreyi de koyup ölçümler yaptım.




Sonuç olarak bugün (bu gece) pek keyfim yok, hâliyle diğerlerini öteledim.

Boruları arkadan geçirmenin daha iyi bir fikir olduğuna karar verdim.

03.05.2023

"Mekanize sistem"in tamamını "halı altına süpürme" fikrinin iyi olduğunu düşündüğümden straforu buna uygun biçimde kestim.





Bu gecelik bu kadar (belki).

06.05.2023

Şimdi, ben aslında Japon yapıştırıcısıyla straforları yapıştırmayı planlıyordum ama eritme ihtimali varmış. Silikon desen o kadar süre onu mu bekleyeceğiz? Sıcak silikon desen o da yine eritebilir. Şimdilik kürdan, çöp şiş gibi şeyler kullanmayı planlıyorum. Muhtemelen bu gece yaparım.

07.05.2023

7 bambu şiş ve ne kadar lazım olacağını bilmediğim kadar kürdan aldım. İsabet olmuş, kürdanlar yetmedi zaten.

Sonra başladım straforları birleştirmeye.



Tabii elimin ayarı olmadığından (trickster Se sorunları) yamuk yumuk oldu, hadi oldu sonrasında bir de çıktı. Ben de şiş konusunu tamamen iptal edip kürdanlara geçmeye karar verdim.

Bu sefer oldu. Yanlarının "birleşmiş" hâli şöyle görünüyor:

Şimdi sıra şelalenin haznesinde:

Onun bitmiş hâli de bu:

Gidip arka odaya taşıdım, vakit olunca (muhtemelen pazartesi yani) derzleyeceğim.

Bunu gece hallettim, sabaha karşı (sabah ezanından yaklaşık yarım saat sonra) da yattım uyudum. Gündüz de uyandırıldım ve "tarihin en verimsiz sulak alan gezisi" olarak tarihe geçmekten son anda yırtan, hatta yırtmamış bile olabilen bir sulak alan gezisinden daha yeni dönerek yazının başına oturdum. Yazıya geleceğim ama önce straforda hâlâ yapmam gerektiği hâlde yapmadığım şeylerin varlığını fark ettim. Bunun çözümü ne olacak dersiniz? Önce straforları birleşim yerlerinden hafif kaldırıp silikonlayacağım (tabii ki akvaryum silikonuyla), ardından kurumasını bekleyeceğim, sonra daha önce unuttuğum "ince işçilik" için aynılarını yapacağım, son olarak da derzleyeceğim.

Gelelim geziye... İlk durak şöyle görünüyor:

Buradan, kıyıdan üç parça taş aldım. Su altında daha iyi görünmelerini ve tabii ki salınım yapmamalarını umduğum taşlar. Bu taşlar su kenarındaydı ama gölette canlı namına hiçbir şey yoktu. Balık zaten yoktu da böcek, bitki, yosun... tek birini bile göremedim. Kumlu bir kısmı vardıysa bile oraya geçiş yoktu, kalan kısım toprağımsıydı. İşte taşlar:

İkinci durakta ne vardı? Tamamen yosun bağlamış, tanınamayacak hâldeki bitkiler, ulaşılamayan bir kısımda sazlar ve beş para etmez kum.

Üçüncü durak aslında üçüncü ve dördüncü durak olacak yerlere giderken yol üstünde görüp doğaçlama gittiğimiz bir yerdi, ki bu nedenle planlanan üçüncü ve dördüncü durağı iptal etmiş olduk. Burada başlangıçta su ayrığı (Paspalum paspalodes) ve önceki duraktaki kum dışında bir şey olmadığından umutlarımı iptal etmiştim. Sonra su mercimekleri (Lemna minor) olduğunu fark ettim. Aslında su mercimeği değil su marulu (Pistia stratiotes) istediğim için başta önemsemedim, ayrıca bu iki bitkiyi birlikte yetiştiren pek çok hobici olsa da şahsi tecrübelerim benim bu ikiliyi bir arada yetiştiremediğimi söylüyordu. Sonra aklıma filtre hava hortumlarıyla ve benzeri şeylerle yapılan "su üstü bitkisi halkaları" geldi ve su mercimeklerini bu şekilde tutabileceğimde karar kıldım. Başka bir sistem kursam her ikisini de halkaya alabilirdim ama şu anda su üstü bitkilerine ve onların köklerine odaklanma taraftarıyım, zaten şelale sistemleri su altı bitkileri için uygun olmayan sistemler olarak görülüyor, bırak şelaleyi yan (veya arka, yani sonuçta gömme) "sump" haricindeki sumplı sistemler bile su bitkilerini yetiştirmede "uygunsuz" görülüyor (sorunun tam ne olduğundan emin değilim ama oksijenin aşırı fazlalaşması veya karbondioksitin olağandan hızlı uçması gibi bir sıkıntı var, yani varmış), bu yüzden mosslara ve su üstü bitkilerine sırtımı dayıyorum.

Ha bir de bir gece kurbağası (Bufotes viridis) gördüm, bunlar aslında (adından da belli olduğu gibi) gececildir ve kara kurbağasıdır; dolayısıyla eş bulup yumurtlamak için göl kıyısında takıldığını tahmin ediyorum. Daha önce de toprak kurbağası (Pelobates syriacus) görmüştüm, böylece Türkiye tür listelerinde olan iki kara kurbağasını da (hayır, ağaç kurbağaları kara kurbağası sayılmaz) bizzat doğal habitatında gözlemlemiş oluyorum. Hem kurbağa bakacak şartlarım olmadığından hem de doğadan yakalama amfibiler ve sürüngenler çoğu durumda üç ay zar zor yaşadığından arkadaşın fotoğrafını çekmekle yetindim:

Yani sonuç olarak bu geziden bana kalan salınım yapmayacaklarını ve su altında daha iyi görüneceklerini umduğum şu üç taş oldu, ha bir de su mercimeği olduğunu bildiğim yerler listesine bir yer daha eklendi (diğerleri varken umutsuzca su mercimeği aramadığım sürece gitmeyi düşünmeyeceğim bir yer):

08.05.2023

Bazı "yan detaylar" için yavruluk kullanmanın iyi bir fikir olduğuna karar verdim. Yavruluk demişken tül yavruluklar daha sağlıklıdır ve en sağlıklısı da hiç yavruluk kullanmamaktır ama ben zaten bu yavrulukları balıklarla ilgisiz, temelde bitkiler için kullanacağımdan en ucuzlarından alıp geçmeyi planlıyorum (elimde zaten bir tane var, ona da bir bakmak lazım).

*"Ama lepistesler yavrularını yiyor?" Onun için de yöntemler var, bu yöntemlerden yavruluk en eskisi ve -dolayısıyla- en ilkeli olduğundan hâlâ kullanılıyor ama eğer ticari olarak "pahalı" varyeteler üretme idealiniz veya "özel tür" olarak anılan üst seviye varyetelere özel bir sevdanız yoksa bitkiler, bitki olmadığında/yetmediğinde rafya çoğunlukla yeterli oluyor. Tabii bu her tür ve her varyete için geçerli değil, mesela kılıçkuyruklar yavrularını bitkilerin/rafyaların arasında da avlıyor ve neon tetranın olduğu bir akvaryumda asla herhangi bir canlıdoğuran üretemezsiniz ama Poecilia cinsinde öyle sorunlar yok.

Aşağı inip yavruluğu aldım, yeterince iyi durumda. Hatta yapmak istediğim şey için gereğinden iyi. Ayrıca filtrelerin debi ayarlama aparatını da buldum, onu da takacağım. Böylece "Bu hava hortumunu nereye soksam?" derdi kalmayacak.

Sonra da gidip temel "kasa"yı silikonladık:

Bitmiş hâli şöyle:

Farklı göründüğünü fark ettiniz mi? Şelale haznesine bir-iki ufak ekleme yaptım. Ha bir de su deliğinin orantısını bozmuşum ama çok da dert değil, önemli bir sıkıntı oluşturmayacaktır (özellikle de elimde debi ayarlama aparatı bulunduğu için).

11.05.2023

Dışsal sebeplerden bir süre şelale projesiyle pek ilgilenemeyeceğim; ama "kasa"ya yapacağım "detay"ların içine filtre seramiği dolduracağım. Neden? Bir: Bitkilerin "toprak" olarak görebileceği ama suyu geçiren bir şeye ihtiyacım var (ve dürüst olmak gerekirse bu, malzeme listesini evrensel olarak son derece kısıtlı bir hâle getirirken elimde buna uygun olarak neredeyse sadece filtre seramiğini bırakıyor) ve iki: Filtrenin içindeki seramiğin biyolojik filtrasyon açısından yetersiz kalacağını düşünüyorum (Sünger de mekanik açıdan yetersiz kalmaz mı? Açıkçası yetersiz kalacağını düşünmüyorum ama o iş için de "hazne" kısmında bazı "alengirli" işler çevirebiliriz.), bu nedenle miktarı arttırabildiğim kadar arttırmam gerekiyor. Şu an en büyük güvencem yavruların filtre içine çekilmesinin imkansız olması.

Ha bir de "detay"lar için birkaç şey yapmış, fotoğraf da çekmiştim ama buraya koymamışım; o yüzden şimdi koyuyorum:

Üstteki fotoğraf, gününü hatırlamadığım (yazmayı bile unutmuşum) zamanda kullanılacak temel şeyler.

Önce hava hortumunun ucundaki hava taşı borusunu çıkarmaya çalıştım ama pek başarılı olamadım, ben de o yüzden kestim ve debi ayarlama aparatını taktım.


Sonra detay haznesi. Bu hazne ön kısımda olup su nanelerini (Mentha aquatica) yetiştirmeye yarayacak. Bu bitkiler su temizlemede performans gösterdiklerini öğrendiğim andan itibaren benim için olmazsa olmaz hâline geldi ama eğer balıklarda olmadık bir durum peyda olursa akvaryumdan ilk çıkarılacak olanlar da onlar olacak. Öte yandan M. aquatica olan yerde balıklar yaşıyor ama daha önce de bahsettim, kapalı da olsa göl ve akvaryum arasında fark var ve lepistesler -her ne kadar bazı sularımıza salınıp uyum sağlamış olsalar da (Hayır, gambusyalardan bahsetmiyorum. Onlar var tamam ama gerçekten lepistes de var.) doğal ortamında bu bitkiyle muhatap olmayan balıklar. Ayrıca günümüz lepisteslerinin tamamının akvaryum üretimi olduğunu, popüler akvaryum bitkileri dışında herhangi bir bitkiyle muhatap olma ihtimallerinin azlığı düşünüldüğünde durum daha da karışıyor. Neyse, yavruluk ve straforlar:

Bitmiş hâli -aşağı yukarı- şöyle görünecek:


Bu da arka tarafta olup pothos sarmaşığı vs. yetiştirmek için kullanacağım detay:


Doğrudan böyle silikonlanıp "kasa"ya yapıştırılacak. Her ikisi de eski bir yavruluğun birer parçasından oluşuyor.

Bir de şu üstteki taşları (dünyanın en ama en verimsiz sulak alan gezilerinden birinden bana kalan tek şey hani) moss ile kaplama fikri aklıma geldi. O zaman çok daha güzel görünecekler ama hâlâ salınım yapmadıklarından emin olmam gerekiyor.

19.05.2023

Babamın ameliyatı, ülkenin zorunlu -ve aşırı gergin- seçim gündemi (ve buna bağlı olarak belirsizlik), benim mevsim geçişi depresifliği falan derken projeye bir türlü vakit ayıramadım. Bir de şimdilik YT Music'ten şelale sesi açarak simüle ediyorum, mekanik olduğundan biraz baş ağrıtıyor ama ses bastırmakta gayet iyi iş çıkardığından projeyi hemen tamamlamaya çalışmak yerinde kendi doğal, nispeten yavaş hızımda ilerlememe yardımcı oluyor. Bir diğer konu da şu eklemeler konusunda, beni çerçevenin düşündürmesiydi. Çerçeve hem su üstü bitkileri hem de yan detaylar açısından sorun çıkaracaktı. Ben onları açıkça görmek istiyordum. Çözümü çerçevenin ön üst tarafını sökmekte buldum. Tenekeden yapılma saçma sapan bir çerçeve olduğundan çok da sıkıntı olmadı ama silikonla pası cam ve metal arasından kazırken elim öldü. Bu satırları yazarken bile sağ kolum, klavyeye her basışımda acıyor. Şu şekil:

Bu kalan silikonu ve pası da zamanla temizleyeceğiz. Çok da büyük önemi yok. Ha bir de "kasa" kısmı biraz "içbükey" olduğundan alttan bir parça strafor takacağız. Tabii bir de uçlardan biraz almam gerekiyor, fazla "sıfıra sıfır" olduğundan derz de gelince akvaryuma sığmayacak. Sığsa bile şelaleyi asıl sağlayacak olan büyük hortumu geçiremeyeceğim. Su mercimekleriyle su marullarını ayırmak için de ek bir planım var ama o şimdilik bende kalsın.

20.05.2023

Kalan silikonları vs. temizleyeyim derken elimi kestim. Bugünlük ya paydos ya da sadece "kasa"nın ön kısımlarını kırparım.

21.05.2023

Akvaryumun çerçevesinden kalan silikonları temizledik.

Sonra sirke ve karbonat karışımıyla bir daha temizledik çünkü neden? Çünkü paslanmıştı. "Cam paslanır mı?" demeyin, üstüne teneke yapıştırırsan paslanır tabii!

Son hâli:

23.05.2023

"Kasa"nın ucundan biraz (kerteriz aldığım bir kalasın ince kenarı kadar) kestim:

Ardından "kasa"nın "detay"larının yerini belirledim:

Sonra da "detay"lar için kullanacağım şeyleri, "kasa"yla birlikte, akvaryumun içine koydum.

Alttaki fotoğrafta iki çubuk var, fark etmişsinizdir. Onlardan birini biraz yamuk olan "kasa"yı düzeltip su alanını arttırmak için kullanacağım (akvaryumun kendisi zaten küçük, "kasa" alanı daha da daraltıyor; o yüzden sinekten yağ çıkartmanın peşindeyim), diğerini ise su mercimekleri ile su marullarını (yani ana su üstü alanını) birbirinden ayırmakta kullanacağım.

Sineğin yağını çıkarma çalışmalarımdan bir diğeri de ta üstüne reflektör konulması için yapılmış metallere kadar su doldurmak ama hangi metalden oldukları belli olmayıp fazlasıyla kirli durdukları (yani balıkları hasta etme risklerini alamayacağım) için oraları silikonla kaplayacağım. Ön camın üst tarafını da "Nasılsa üstüne teneke kapatacağız" diye ne rodajlamışlar ne tıraşlamışlar, dolayısıyla orayı da güvenli hâle getirmek için silikon kullanacağım.

Bu arada benim aklımda direkt lepistes var ha. Uzun süredir bildiğin lepistes için kurguluyorum bu akvaryumu, aklımda lepistes yerine bir alternatif bile yok (tamam, eğer su sıcaklığı lepistesler için soğuk olursa gambusya düşünüyorum ama su sıcaklığının lepisteslerin yaşayabileceği 17 °C'den daha aşağı düşeceğini hiç sanmıyorum); sadece "Ulan bunların yanına ne koysam? Akvaryumu çok da doldurmayalım, zaten lepistesler de üreyecek..." düşünceleri var. Şelale projesi değil lepistes projesine döndü iyice. Neyse, lepistes severim zaten. Aslında en sevdiğim akvaryum balıklarından biri bu "basit" türler. Özel türmüş, F0 tropikalmiş falan o kadar da fazla ilgi duymuyorum; düz, sıradan lepistes hâlâ en sevdiğim akvaryum balıklarından biri. Zevkli balıklar olduğundan herhalde, mesela Japon balıkları öyle değil. Akvaryuma koyuyorsun, duruyor. Durumlar o kadar basit değil tabii ama Japon balığı veya beta olmadık, beklenmedik şeyler çıkmadıkça lepistes gibi insanı devamlı akvaryum başına bağlayan balıklar değil. Lepistesin üremesini takip ediyorsun, bir de hareketli (lepistesler aslında en "sakin" canlıdoğuran türlerinden biri ama canlıdoğuranların hemen hemen hepsi hareketli balıklar) balıklar; Japonlar ve betalar sakin mesela. Öylece salınıyorlar sadece (Lepistes öveceğim diye durmadan Japon ve beta gömüyorum. Yeminle Japoncularla betacılardan* linç yiyeceğim.) ama lepistesler fırlıyor, avlanıyor (Evet, lepistes barışçıl vs. diyoruz ama bunlar -hatta tüm canlıdoğuranlar- avcı balıklar aslında. Hani etçil de değil yani [Gerçi zaten gambusyalar dışında bütün canlıdoğuranlar hepçil, sadece gambusyalar etçil diye biliyorum. Kılıçkuyruklar falan avcı özellikleri lepisteslerden daha iyi bilinen balıklar ama onlar bile aslında otçula yakın hepçil.], bildiğin avcı içgüdülere sahipler. Yavrularını yeme sebepleri de avcı içgüdüleri zaten.), kurlaşıyorlar falan... Japonla betayı üretmek de zevklidir gerçi, onlarda da acayip atraksiyonlar var ama lepistesi düz beslediğinde de ürüyor, o da sana ekstradan iş çıkartıyor. Akvaryum mazoşist hobilerinden biri, başına iş açılmasını sevmeyen (veya en azından buna alışkın olmayan) insan akvaryumla uğraşamaz, bıkıp kaldırır akvaryumu. Akvaryumun olayı insana amelelik yaptıran bilgisayar oyunlarıyla aşağı yukarı aynı şeydir ama üretmeye çalışmadıkça betalarda, çiklitlerde, sazansılarda vs. o çok olmuyor. Su şartları ve temel bakım (O da en fazla haftada bir günün çeyreği kadar zaman alıyor ama tabii birden fazla akvaryum varsa bu zaman da orantısal olarak artıyor.) doğru oldukça durduğu yerde duruyor, öylece yüzüyor. O değil de beta, çiklit ve sazansı düşmanı gibi görüneceğim amk... Halbuki Güney Amerika çiklitlerini (Afrika çiklitlerini bir türlü sevemedim. Nedenini bilmiyorum. Sadece duboisi yavruları -yetişkinlerle çok farklı olduklarından- beni heyecanlandırıyor ama diğer Afrika çiklitlerine ilgim sıfır yani.), sazansıları ve betaları severim. Yazdığım romanın (Ejderin Mührü) başkarakterinin betası var mesela ve bir koi-Japon karma havuzu kurmak hep aklımın bir köşesinde olan fikirlerden biri. Melek balıklarını da ne zaman "büyük karma akvaryum" planlasam işin içine dahil ediyorum.

*Evet, akvaristler içinde böyle klikler var. Genelde bunlar o kadar da keskin sınırlara sahip değil, mesela lepistesçi adam pirana akvaryumu da kurabiliyor ama her akvaristin temelde bağlı, hatta bağımlı olduğu, akvaryum deyince direkt aklına gelen belli bir tür/sınıf (Sınıf derken biyolojik anlamdaki, Latincesi "classis" olan sınıf değil tabii. Biyolojide daha çok takıma, bazen de aileye karşılık geliyor benim bahsettiğim.) veya konsept olur. En büyük iki klik çiklitçilerle canlıdoğurancılar, en azından ben aktif olarak akvaryumla uğraşırken öyleydi.

26.05.2023

Şu topladığım üç taşa bir baktım da... Altlarına bir yükselti gerek. Kumla yaparsam sağlam olmaz... Belki de bu taşları yükselti yerine, yani kumla "filtre haznesi" arasındaki sınırı oluşturmak için kullanıp üst kısma başka şeyler koymalıyım? Yeterince derin bir taban, o kısmı tamamen görünmez kılabilir bile... ama görünmezden ziyade, daha doğrusu görünmez olmasından daha da önemlisi ulaşılmaz olmasına ihtiyacım var. Acaba bu iş için tül yavruluk falan mı alsam? Onu da düşüneyim ben. Aaaah, çok masraf var ya... Hayır kendi paramı kazanıyor olsam zerrece umurumda olmayacak ama kendi paramı kazanmak için adım atabilmek için bile öncesinde bu projeyi tamamlamam gerek. Daha termostatı kontrol edip ısıtıcıya ihtiyaç olup olmadığına karar vereceğiz. Olmaması en büyük isteklerimden biri çünkü elimde hangisinin çalıştığını bilmediğim iki ısıtıcı varken gidip üçüncü bir tane almak zorunda kalmak istemiyorum.

Neyse, daha derz ve silikon işini bile halledemediğimden dekorasyon işini sonra düşünürüm... Yalnız bitkiler için besleyici substrat almam lazım. Ben hiç o tür malzeme ismi falan hatırlamıyorum, aklıma sadece birkaç markanın pahalı ürünleri geliyor ama ucuz -ve markasız- alternatifleri de vardı bunun. Şimdi "Hani su üstü bitkilerine güvenecektin, substrat ne alaka?" diye sorabilirsiniz tabii, hakkınızdır; ama şu var ki o substratı temelde sucul olmayan bitkiler için kullanmayı planlıyorum ve su üstü bitkilerine güvenecek olsam da direkt akvaryumun dibine dikmeyi planladığım bir iki şey var. Sanırım benim yine forumlarda, sitelerde bir süre gezinmem gerekecek. Akvaryum böyle bir uğraş, şikayetçi değilim. Aslında bugünkü merakımı ve merak ettiğim her şeyi araştırma azmimi akvaryuma borçlu bile olabilirim, özellikle de ne kadar motivasyonsuz bir herif olduğum gayet açıkken.

Tamam, taban işini çözdüm. En alta lav kırığı, filtre seramiği, mıcır gibi şeylerle karma bir malzeme kullanacağım, onun üstüne nereden bulacağımı çok iyi bildiğim (ama tabii ki kaynağını vermeyeceğim), doğadan toplama biraz toprak koyacağım, onun da üstüne canımın istediği gibi bir kum koyacağım. Bu arada "Şöyle kumda bitki yetiştirilmez, gevşek olması lazım, ince taneli olması lazım" vs. gibi şeylere kanmayın, katmanlı bir taban yaptığınız sürece en üstte salınım yaparak suyu zehirlemeyecek herhangi bir şey kullanabilirsiniz. Mıcır arasında bile bitki yetişir, bitki için önemli olan kökü. Katmanları doğru düzgün yaptığınız ve o katmanlara su ulaşabildiği sürece hiçbir sıkıntı olmaz yani. Hatta içinde hayvan olmayacak, sırf bitki bakılacaksa o kanserojen boyalı çakıllardan bile kullanabilirsiniz; o derece. Ha tabii eğer tek bir taban malzemesi kullanacaksanız evet, o zaman gidip de kazma gibi deniz çakıllarının arasına bitki ekmemeniz lazım ama en üstteki, temelde sırf dekor amaçlı olan (önemli olduğunda bile bitkiler değil balıklar için önemli olan) kum herhangi bir türde olabilir. Sıkıntı çıkarmaz yani, para tuzaklarına aldanmayın. Ha Walstad metodu uyguluyorsanız onun için bazı şartlar var ama yüksek teknolojili bir bitkili akvaryum için herhangi bir kum olur.

Evde şöyle bir strafor parçası peyda oldu, ben de onu filtrenin haznesi olarak kullanmaya karar verdim:

"Kasa"nın alt kısmına koyulan bir çubuk marifetiyle alanı genişlettik. Daha önce de söyledim, her su damlasına, her nano ölçüde hacme muhtacım.

Sonra eski bir yavruluk parçasından pothos sarmaşığı için bir hazne yaptık. Bu iş kullanılan malzemeler: Strafor, ahşap spatula, ahşap Adana şiş, akvaryum silikonu, yavruluk malzemesi.

Sonra hem kesiklere izin vermemek hem de demirlerin suyla temasını kesmek için ön cama ve reflektör demirlerine silikon uyguladık:

Bu iş bir şekilde yarım kalmış oldu, aslında projenin bu ayağı çoktan bitmiş olmalıydı ama işte hayat dediğin şey beklenmedik şeylerin üst üste yığılmasıdır. Yalnız dekorasyon işi beni hâlâ düşündürüyor. Şu yukarıda gördüğünüz, yavruluk parçasından yapılma hazneye ve fotoğraflarda olmayıp yavruluğun geri kalanından yapılma bir başka hazneye filtre seramiği koyup bitki dikeceğim. Pothos sarmaşığı için sorun olmaz ama su naneleri için besleyici malzeme gerekiyor, bunu da toprakla halledeceğim. Böylece akvaryumun zemini besleyici karışım (filtre seramiği, mıcır ve lav kırığı karışımı; eğer mıcır ve filtre seramiği yeterse -ki filtre seramiğinin koyabildiğim kadarını su nanelerini dikeceğim hazneye koyacağımdan muhtemelen yetmeyecek- lav kırığına ihtiyaç duymayacağım), toprak (üstte bahsettiğim toprak) ve dekoratif kum olarak üç katman hâlinde olacak. Bu yüzden yeni bir alışveriş listesi yapmaya karar verdim:

-Su değeri ölçme kağıdı (Gönül Sera marka bir ölçüm seti isterdi ama zengin değilim, turnusol kağıtlarıyla yetinmek durumundayım; hele onlar bile gereksiz ölçüde pahalıyken. Bu arada Avrupa'da bazı ülkelerde akvaryum sularının değerlerini akvaryumculara ölçtürebileceğinizi duydum ama bizimkiler dükkanın yarısını satın almayı teklif etsen bile o işe yanaşmaz.)

-Lav kırığı (Şanslıyım ki ucuz bir malzeme. Bu ekonomide bile, evet.)

-Tül yavruluk (Tabii ben bunu lepisteslerin yavrularını koymak için kullanmayacağım. O işi bitkilerle halletmeyi tercih ediyorum.)

-Eğer doğadan yeterince iyi bir kum toplayamazsam dekoratif kum. Ulan kum eskiden de pahalıydı ya, kim bilir şimdi ne kadar olmuştur...

-Lepistes (Ben taktım lepistese. Bildiğin şelale değil lepistes akvaryumu tasarlıyorum şu an. Bulabilirsem kiraz karides veya herhangi bir varyetesini de koyacağım.)

27.05.2023

Akvaryumun kenarlarındaki silikonları düzenledik ve "kasa"ya yapıştırmalar yaptık.

29.05.2023

"Kasa"nın öbür taraftaki detayını yapıştırdık.

30.05.2023

"Kasa"yı ölçtüm. Neden? Çünkü lav kırığı ve toprak miktarını hesaplamam gerekiyordu. Şöyle ki akvaryum teoride temelde yaklaşık 50x22x35h ölçülerinde yani yaklaşık yani yaklaşık 38,5 litre. Bu arada hesaplamalarda bir hata yaptığımı düşünüyorum; çünkü "kasa"yı yapmadan önce 70 litre falandı bu? Bu kadar küçülmesinin imkanı yok. Sanırım bunu tekrar hesaplamam gerekiyor ve eminim ki hata yaptığım kısım yükseklik.

31.05.2023

"Kasa"yı başka bir yöntemle (yani bu kez "hazne" olacak akvaryumla birlikte) ölçtüm. Suyun dışında kalan yerlerini saymazsak yaklaşık 50x23x40h cm ölçülerinde, yani yaklaşık 46 litre. "Kasa"nın yapısı (ve tabii dekor ile bitkilerin var olacağı gerçeği) gereği, aslında daha da küçülüyor. Peki bu durumda ben bunun içine ne koyabilirim? Şöyle ki lepistesler için minimum akvaryum hacmi 40 litre ama bir lepistesin kapladığı ortalama hacim 5 cm. Bu da kırk litrelik bir akvaryuma sekiz lepistes koyulabileceği anlamına geliyor (ha tabii koymamak daha sağlıklı, o ayrı; ama maksimum nokta bu). Bu durumda başlangıç listesini 2e4d altı lepistes ve beş karides (amano karideslerinin, ki nispeten büyük bir türdür, kapladıkları alan yaklaşık 1 litre ve kiraz karidesler için minimum hacim yirmi litre) ile yapmayı; bunlar dışında da akvaryumda kapladıkları alan asla sayılmayan salyangoz, midye gibi türler (sayılmama nedenleri biraz karışık ama temelde karidesler, kerevitler, yengeçler vs. gibi değil taşlar ve bitkiler gibi muamele görüyorlar) eklemeyi düşünüyorum. Su sıcaklığı uygun olursa (Odamın durumundan daha önce de bahsettim, ben güvenli olsun diye 18-19 °C olacağını varsaydım ama 22 °C bile elde etme ihtimalim var. Öyle bir oda burası.) fazla yer kaplamayacak ve karideslerle lepisteslerin yavrularına salça olmayacak birkaç farklı tür (kuhli veya cüce vatoz falan) ekleyebilirim. Tabii her şeyden önce bitki. Önceliğim şelale çünkü bu işle uğraşmamın tek sebebi su sesine ihtiyacım olması, yoksa çok daha farklı ve bana çok daha geniş alan verecek bir projeyle uğraşırdım. İkinci önceliğim de bitki çünkü... Bitkili akvaryum hastasıyım. Ayrıca "Sumplı sistemde bitki olmaz kardeşim!" kafasını yerle bir etmek bana bayağı zevk verecek. Hoş o zaman da "Elodeayı, su marulunu falan ninem de şelale altında yetiştirir." diyecekler ve bu konuda haklı olacaklar ama konu bu değil. 

04.06.2023

Yine bir su kenarı gezisi yaptık. Biraz toprak aldım. Bunu yıkamak biraz uğraştıracak çünkü içinde bolca kök ve çakıl var ama olsun. Ben zaten akvaryum angaryasını seviyorum.

Bu toprağı aldığım yerde iki nane (Mentha sp.) türü (Nane değillerse bile nanegillerdendi ama birinin nane türü olduğundan eminim, diğeri belki nane olmayan bir Mentheae üyesidir ama biri kesinlikle Mentha sp.) ve denizdili (Potamogeton natans) mi, su sümbülü (Eichhornia crassipes) mü, yoksa Salvinia sp. mi çözemediğim ama kökleri toprağa (daha doğrusu bir çamur birikintisine) sabit olduğu -ve buna bağlı olmayan nehir kısmının derin yerlerinde denizdili olduğu- için en yüksek ihtimali denizdiline verdiğim bir bitki vardı. Çamurlaşmış kısımdan değil, kenarından aldım. O bitkiler:

Aha bunlar da denizdilleri:

Burada başka neler buldum? Çok ilginç ama burada bayağı yaygın bir kızböceği türü vardı, net fotoğrafını çekemedim (fotoğrafını çektim ama hiçbiri net değil).

Birkaç yılanyastığı (Dracunculus vulgaris) vardı, aslında açmış bir tane vardı ama onu sonrasında fotoğrafını çekmek için aradığımda bulamadım:

Ne olduklarından emin olmadığım, üstleri silme yosun kaplı, kırmızı bir su bitkisi vardı (Hayır, Ludwigia palustris değil. Daha çok Myriophyllum'a benziyor ama Myriophyllum sp. kızarır mı ki?):

Onun dışında çoğu kuvarsit olan birkaç taş topladım, fotoğrafını çekmediğime hâlâ pişman olduğum bir yusufçuk nimfası gördüm. Aslında bir taşı kaplamış bir yosunun alg mi yoksa bryofit mi olduğuna bakmak için elime aldım, taşın altındaydı. Başta akrebe benzeyen, adını unuttuğum su böceklerinden (Hayır, kerevitten bahsetmiyorum. Zaten krustaseler, en azından dekapodlar, için "akrebe benzer" ifadesini kullanmazdım.) sandım ama bariz yusufçuk nimfasıydı (O garip kızböceklerinin mi nimfasıydı acaba?).

07.06.2023

Toprak işine girişebildik nihayet. Bayağı uğraştırdı. Neden? Bir: Toprak fazlaca dere kumu, çakıl ve kuvars kum ile karışmış hâldeymiş; bu yüzden zorladı. İki: Devamlı elek değiştirdik ve ancak son anda en efektif yöntemi bulduk. Toprak bu:

Bu da ilk kullandığımız elek:

Sonra başka bir elek bulduk. Bunu topraktan ayrıştırdığımız dere kumunu tekrar elemekte kullanacağım. O dere kumunu dekoratif zemin malzemesi olarak kullanmayı planlıyorum (belki benim eski, emektar siyah kuvars kumla ve/veya başka bir şeylerle karıştırarak).

Toprağın içinden çıkan çakıl ve iri taneli dere kumu karışımı:

Toprağın son hâli. Dere kumunun en ince taneli formu ve kuvars kum ile karışık -ki eğer Walstad metodu uygulamaya çalışsaydım bu sıkıntı olurdu ama şu an işime geliyor. Toprağı Walstad toprağı gibi değil, aktif toprak gibi kullanmayı planlıyorum.

Su doldurduk, biraz karıştırdık ve "çökmeye" bıraktık:




Bu işlemi berrak ve çer çöpsüz su elde edene kadar saat başı yapmam gerekiyor.

08.06.2023

Toprağı yıkama işi hâlâ sürüyor, yarın biter diye umuyorum.

Lav kırığı ve hava hortumu aldım. Belki gece hava hortumlarından yapacağımı yaparım.

14.06.2023

Çok çeşitli sebeplerle bir süredir projeyle ilgilenemedim, bugün de Trendyol'da etçil bitki satan bir dükkan buldum. Bu projeye etçil bitki sokuşturmayı zaten düşünüyordum ama nasıl sokacağımdan emin değilim (hâlâ değilim) ama en azından etçil bitki bulmak için çile çekmem gerekmediğine sevindim. Tabii önce bu bitkilere nasıl bakıldığına da bakmam lazım, genel kural kolay bakımlı olmasıdır (en başta fotosenteze ek olarak dışarıdan beslenmeye başlama sebepleri kaktüslerin yaşadıklarından daha "verimsiz" yerlerde yetişmeleri) ve bataklıklar gibi yerler de bu tür bitkilerin esas yurdu olarak görülür ama yine de nasıl toprak istiyor, ışık isteği vs. bir bakmak lazım. Bu arada çoğu kişi sinekkapan hastasıdır ama ben güneş güllerini (Drosera sp.) ve ibrik otlarını (Nepenthes sp.) daha çok seviyorum.

O değil de bir siteden (https://www.etoburbitkim.com/) baktım da etçil bitki bakımı amma zormuş lan? Yok ters ozmos su, yok şu, yok bu... Toprak desen ayrı bir dert (neyse ki hindistancevizi torfum var). Bu işe şimdilik girmem pek mümkün değil gibi, illa gireceksem de şimdilik baktığım, bakımı en kolay olan Avustralya ibrik otundan (Cephalotus follicularis) başlamam gerekiyor. Eh, akvaryumda ve sürüngen hobisinde de daima en kolay, en basit, en az uğraştırıcı şeyden başlandığı için tecrübeliyim. Tek sıkıntı akvaryumda ve sürüngen hobisinde söz konusu en kolay türlerin gayet hoş olması ama Avustralya ibrik otunun bana pek de çekici gelmemesi. Gerçi site Venüs sinekkapanı için direkt ayrı bir siteye link veriyor, en bilinen ve en çok tercih edilen etçil bitki de sinekkapan olduğu için onların bakımında da hatırı sayılır bir kolaylık olduğunu varsayıyorum ve Venüs sinekkapanları -ve tabii diğer sinekkapan türleri- Avustralya ibrik otundan daha güzel bitkiler. Aha, kobra zambağı (Darlingtonia californica) diye bir bitki buldum; hem çok güzel hem de bu projeye en iyi biçimde entegre edilebilecek etçil bitki gibi. Tabii bulup bulamayacağımı bilmiyorum ama olsun.

16.06.2023

Öncelikle, toprağımız kurudu:

Aslında bu şu an kum gibi, toprak olması gerektiğinden eminim ama... Belki hiç koymam. Neyse, straforu derzlemeye başladık. Ürünümüz Kalekim 2300 Fugaflex Kapadokya Bej. Bu kuru hâli:

Arkasındaki bilgi uyarınca 1/2 su/toz oranını uyguladık:

Ön kısmın çoğu bitti; arka, yanlar ve detaylar kaldı:

19.06.2023

"Kasa"nın çoğunu hallettik:

Bu arada -daha önce de dediğim gibi- normalde straforu direkt suya koyabiliyorsunuz, balığa, bitkiye vs. bir zararı yok. Derzle kaplamanın üç olayı var: Birincisi görünüm, yani doğal görünsün diye, ikincisi straforu sağlamlaştırmak, üçüncüsü de strafor bazen (ama her zaman değil) suyu sarartıp kokutabiliyor (Ha bu sararmanın veya kokunun bir zararı yok, o ayrı. Sadece estetik kaygılar...), işte bunu engellemek.

30.06.2023

Bir süredir köydeyim, bugün de baraj çevresine keşif yaptım. Bitkilerden onları toplayınca, yani yarın, bahsedeceğim; onun dışında bugün ve köye geldiğimden beri gördüğüm bazı şeyler.

Sansar: Hava aydınlıktı ve o kadar rahat hareket ediyordu ki başta kedi sandım (ha beni görünce kaçtı, o ayrı). Ağaç sansarı mı yoksa kaya sansarı mı olduğundan emin değilim.

Siğilli kurbağa (Bufo bufo): Elimden daha büyüktü, ki bu bir siğilli kurbağa için aslında normal. Fotoğrafını çekmeye çalıştım ama şerefsiz telefon "Flaş açacak kadar şarjım yok" deyip durdu.

Hayvani boyutlardaki, mavi renkli yusufçuk

Daha "normal" boyutlarda ama daha önce hiç görmediğim kırmızı bir renge sahip bir yusufçuk. Bunun fotoğrafını da iki saniye durduğu yerde durmadığı için çekemedim.

İspinoz

Bunlar dışında fare olduğunu varsaydığım hızlı bir karartı, tanımadığım yavru bir su kuşu (kırmızımsı boynu ve benek benzeri desenleri vardı), ne tür olduklarından tam olarak emin olmadığım küçük (yavru olup olmadıklarından ve hepsinin aynı tür olup olmadığından da pek emin değilim) balıklar, bir de daha önce de defalarca gördüğümden alışkın olduğum gökyeşil (iri yeşil kertenkele, Lacerta trilineata), küpeli yılan (Natrix natrix) ve sincap gördüm.

02.07.2023

Dün köyün barajına bitki toplamaya gittik. "Niye dün yazmadın o zaman?" derseniz çünkü feci yorgundum. Topladıklarımdan önce gördüklerim.

Mini mini kurbağalar. İribaştan yeni kurbağa olmuşlar ama ben bunlardan büyük iribaş gördüm. Derenin belli bir kısmı (çakıl aldığım kısım) bunlarla doluydu. Başta böcek sanıp kovmaya çalıştım hatta. Üç, belki dört farklı türde (veya hiç değilse "morph"ta) kurbağa vardı.

Teke böceği. Bizim yörede takkeçeken denir. Şimdi topladıklarımız... Öncelikle kurbağakaşığı (Alisma plantago-aquatica):

İkinci olarak tilkikuyruğu (C. demersum):

Üçüncü olarak, bu gezideki asıl hedefim olan su nanesi (Mentha aquatica):

Ayrıca, karasal alan düzenlemesi için de ciğerotu (Marchantiophyta) ve liken:

Likenlerin bakımı zor, çoğunlukla yaşatılamıyorlar ama düşmüş parçalardan "bir umut" diye aldım. Ciğerotlarına gelince... Onlardan umutluyum aslında. Nedeni yok, sadece umutluyum. Ha bir de orman sarmaşıkları (Hedera sp. ama hangi Hedera olduğu hakkında en ufak bir fikrim yok.) vardı ve benim içgüdüsel olarak duvar sarmaşıklarının paludaryum düzenlemelerinde iyi performans göstereceğine dair bir inancım var; ama bu inancın hiçbir bilimsel, teknik vs. dayanağı yok ha. Tamamen içgüdüsel. Öte yandan sarmaşıklardan almadım çünkü sarmaşık işini pothos ile halletmeyi düşünüyorum. Onun dışında bir iki kayrak taşı ve "çakıl" olarak tanımlanması gerekecek kadar iri taneli, çok güzel bir dere kumu aldım; ama poşeti delindiği için onun fotoğrafını çekemedim. Balıkesir'de çekerim artık. Ha bir de tabii bitkiler feci durumda olduğu -daha doğrusu ayırt edilmeden toplandığı- için onları temizlemem ve ne kadar uzayacağını bilmediğim projeye hazırlamam vs. lazım, onlar var.

03.07.2023

Bitkileri temizledim ve beni birçok açıdan zorladı. Öncelikle şunlar temizlenmiş kurbağakaşıkları:

Kurbağa kaşıklarının kökleri tam anlamıyla rizom olmasa da -e, neticede kumun altındalardı- benzeri bir nitelikteymiş. Çeşitli çakıl vb. parçaları hapsedip iyice karışmış. Bir yerden sonra köklere haşin davranmak zorunda kaldım.

Bunlar tilkikuyrukları:

Bunlar da elimde tam anlamıyla bir tomar tilkikuyruğu olduğu, çoğu iyi durumda olduğu ve aşırı ince bir gövde yapısına sahip olduklarından bir yerde üşendiğim için böyle kaldı.

Eveeet, gelelim su nanelerine...

Su nanelerinin kökleri de uğraştırıcıydı, sadece kökleri değil gövde de yoluma çıkıyordu. Sonuç olarak üç gerçeğe sırtımı dayayarak su nanelerinin kalın gövdeleriyle uğraşmayıp filizleri ve yan kökleri kurtarmaya baktım. Neden böyle bir şey yaptım, yani o "üç gerçek" nedir? 1: Yan kök çıkaran bütün bitkiler emers -yani amfibik- niteliktedir (su nanesi de tabii ki emers bir bitki) ve bu yan kökler eğer tutunacak bir toprak bulurlarsa gerçek köklere, bulamazlarsa dallara dönüşürler (ayrıca yan kök, sadece suyun altında çıkar). 2: Naneler (Mentha sp.) rejenerasyon yeteneği kuvvetli bitkilerdir, örneğin bildiğimiz bahçe nanesi (Mentha × piperita) kısır olduğundan sadece çelik yoluyla (veya bilinçli olarak, yapay dölleme ile üretilmiş melez tohumlar yoluyla) üretilir. 3: Ben zaten bu bitkilerin tutunmasını değil, toparlanmasını istiyorum. Tutunmaları -sonradan yerleri değişeceğinden- sıkıntı. 

İşte bu da atıklar ve banyonun hâli:


Tabii sonra temizledim.

Lav kırıklarını bir kovaya koyup su doldurdum ama beklemediğim -gerçi lav kırığının nasıl bir malzeme olduğunu bildiğimden aslında beklemem gereken- bir manzarayla karşılaştım:

Bulanıklığın çökmesini beklemeye, eğer belli bir süre çökmezse lav kırıklarının yıkanması gereken şeyler olduğuna karar vermeye karar verdim (öeeeh, cümleye bak!).

Uzunca bir süre bekledikten sonra hâl bu:

Demek ki ya lav kırığının da yıkanması gerekiyor ya da aktif toprak mantığında "çökmesi" için yaklaşık bir günü gözden çıkaracaksın. Yine de hem bitkiler daha fazla beklemesin diye hem su ışığı geçirebilecek kadar saydam olduğundan, bir de biraz da su nanelerinin "filtreleme" özelliğine (yukarıda bir yerde bu konuda bir makaleden bahsettim ama makale adıdır, linktir vs. verdim mi hatırlamıyorum) güvenerek bitkileri diktim. Ciğerotlarıyla ne yapacağıma bir türlü karar veremediğimden (onları temizlemek için içine bitkileri koyduğum kovaya ihtiyacım var) poşetini açıp öylece koydum.

Yalnız bu kez de lav kırığının aşırı hafif bir malzeme olması sorunuyla karşı karşıya kaldım. Nane filizleri bir türlü girmek bilmedi, ben de nane filizleriyle uğraştıktan sonra tilkikuyruklarına elodea muamelesi yapıp öylece koydum (O tilkikuyrukları bir şekilde ayrılıp temizlenip düzgünce dikilecek ama... Acaba ne zaman?). Bu arada tilkikuyruklarını bir dala sarılmış bir "koloni"den aldığım için bu kadar rahatım. Başından beri gelişmiş bir kök sistemleri yoktu yani, bir şekilde hayatta kalmışlar. Köklerinin lav kırığını bulabileceğine inanıyorum.

Şimdi geriye kaldı "kasa"yı tamamlamak. "Kasa"dan sonrası sırf şov, sırf görüntü zaten.

11.07.2023

Çeşitli sebeplerden bir süre her şey öylece kalakaldı. İyi ki bitkileri lav kırığına gömmüşüm diyorum. Kurbağakaşığı biraz kurur gibi olunca dedim "Işık yok, ondan" ve ışık almak için kolları sıvadım... Sıvamamla kaldı. Dediğim gibi akvaryum işlerinden çok uzak kalmışım. Bizim zamanımızda floresan vardı, gidip "bitki ışığı", "gün ışığı", "mavi ışık", "tropik ışık" falan diye alıyordun. Şimdi ledler var, ledlerin spektrumları var, soluk beyaz led, parlak beyaz led diye şeyler var... Anlayamıyorum, algı kapasitem yeni akvaryum teknolojilerini anlamaya yetmiyor. Araştırma yapsam doğru düzgün bilgi yok... Yani var da o bilgiyi işleyecek pratiğim yok benim. Her yer teoriyi döktürmüş. Neyse, birkaç güne dışarı çıkıp hem derz bakacağım hem de bu ışık konusunu soracağım. Bitkilere gelirsek.

Ciğerotlarına su sıkmam gerek. Hâlâ poşette duruyorlar. Normalde de gölgelik yeri seven bitkiler olduklarından -bazı çürümeler gözlemlesem de- genel anlamda iyi durumdalar. Su sıksam kendilerine gelirler. Su sıkma aletim diğer malzemelerin arasında, ona şu an ulaşımım yok. Fotoğrafı çekerken fark ettim, su sıkmayı daha da geciktirirsem likenleri kaybederiz. Gerçi liken genel anlamda zor bir "bitki" (neden tırnak içinde yazdığımı likenin tam olarak ne olduğunu ve bilimsel sınıflandırmayı bilen kişiler rahatlıkla anlar), onları pek de bir umudum olmadan toplamıştım; dolayısıyla hâlâ dayanmaları beni daha çok şaşırttı. Memnun muyum? Kesinlikle. Bu arada bendeki likenler meşe likeni (Evernia prunastri). Meşelerin bolca olduğu bir yerden topladığım da göz önünde bulundurulsa son derece isabetli bir Türkçe adı var. Ciğerotlarının da türlerini merak ediyorum ama daha sonra araştıracağım. Tamam, kısa araştırma kafamı daha da karıştırdığı için bunu ciğerotlarını yerlerine koyup tamamen gerçek formlarını -tekrar- gördükten sonra karar yapacağım. Aldığım yerde (ve hatta elimde) birden fazla ciğerotu türü olması da mümkün tabii, o ihtimali de görmezden gelemem (teknik olarak aynı yerden örnek alsam da üç farklı örnek aldım).

Kurbağakaşıkları... Su nanelerinin ve tilkikuyruklarının da olduğu kaplarla beraber ışık alacakları bir yere alındılar. Büyük yapraklar kaybedildi ama yeni filizler çıkıyor. Sanırım köklerini temizlerken amaçladığım ve öyle bir kök karmaşası olmasaydı köklerinin uçlarını keserek amaçlayacağım şey gerçekleşmiş ve bitki kendini "önce yerini sağlama almaya" vermiş.

Su nanesinin filizlerinden haberim yok, lav kırığına girip girmediklerini bile bilmiyorum. Lav kırığı da uğraşması sinir bozucu bir malzemeymiş, öğrenmiş olduk. Yıkanması ve su çektirilerek ağırlaştırılması gerekliymiş. Bitki yapıştırıcıyı ciddi ciddi lav kırığıyla mücadele yöntemi olarak benimsemenin kıyısındayım. Evet, normalde anubias ve Java yosunu gibi "kökü kuma girmeyen" bitkiler için kullanılan bitki yapıştırıcıyı. Su nanelerine dönüp elimde tuttuğum tek büyük dala gelirsek... Genel anlamda kuru gibi görünse de ucu iyi ve yeni filizler çıkarıyor. Yani yine onları ayıklayıp yan köklere asıl kök muamelesi yaparken amaçladığım şeyi elde etmişim.

Tilkikuyrukları... Suyun içinde olan parçaları iyi gibi görünüyor. Şu anda tek endişelendiklerim onlar. Kurbağakaşığı ve su nanesi akvaryuma alındıktan sonra iyi olacak; ama tilkikuyruklarının yaşayıp yaşamayacağından o kadar da emin değilim.

Beni şu an düşündüren esas şeyse şelale sistemi. Şelale sisteminin suyun oksijenine yaptığı katkı ve karbondioksitine yaptığı eksiltmeyi tolere edebilecek miyiz (şelale şart olmasa baştan "kasa" falan işlerine girmeyip dümdüz bitkili kurardım zaten)? Bitkileri gözlemleye devam edip gerekirse mayalı sistem kuracağım. O değil de şu an yüksek lisans başvuru sonuçlarını (ve diğer üniversitelerin yüksek lisans başvuru zamanlarını) bekliyorum ve bu da beni endişelendiriyor. Akvaryumu kuracağım, iyi olacak; ama ondan sonra bırakıp gitmem mi gerekecek yani? Gerçi nereye gidersem gideyim ve ne kadar zaman kalacak olursam olayım orada yeni bir akvaryum kurmayı düşünüyorum. Belki direkt buradakini taşırım. Neyse, onu zaman gösterecek.

13.07.2023

Derz ve benzeri şeyleri almaya gittim. Sonuç olarak bulamadım, internetten arayacağız artık. Işığa gelince... Bu yeni teknolojiye dair bütün teorik yüklemeyi yapıp kendi ledimi yapmayı planlıyorum. Madem yeni teknoloji DIY için uygun, ben de kullanırım. Sonuçta anamızın karnından filtre teknolojilerini, bakteri kültürünün ne olup nasıl çalıştığını falan öğrenmiş olarak çıkmadık. Madem ki ışık teknolojisi değişti, biz de yeni teknolojiyi öğreniriz. Üşeniyordum ama öyle olsun, meydan okumayı kabul ediyorum. Sen mi büyüksün led teknolojisi, ben mi? Hodri meydan! Canımın öğrenmek istediği şeyleri öğrenmekte iyiyim sonuçta. Temel teoriği bile yarım yamalak hatırladığım için çekiniyordum biraz da ama korkunun ecele faydası yok, kendime bütün teorik yüklemeyi yapacağım. Bitkilerin hangi ışık altında en iyi fotosentezi yapacağını iyi biliyorum; tek sıkıntı görünüm konusunda. Onu da deneme yanılma gibi şeylerle halledeceğiz. Armatüre (veya reflektöre. Hangisini kastettiğimden emin değilim.) gelince... Onu bir şekilde hallederiz, çok da sorun olmaz. Her ne kadar sözel olsam da fiziğim iyidir (matematiksel hesaplamalar işin içine girmediği sürece fizikte de kimyada da iyiyim, beni patlatan tek şey matematik), bu da ledlerin teorik bilgisini de rahatça öğrenebileceğim ve reflektör işini (Evet, kastettiğimin reflektör olması gerek. Işığı güçlendirip yayacak şey. Reflektör, değil mi? Armatür elektrik sistemiyle ilgili bir şeydi diye hatırlıyorum.) böylece halledebileceğim (en yüksek teknoloji T5 floresanken bile alüminyum folyo yeterli oluyordu, lede haydi haydi yeter).

15.07.2023

İşler belli ki fazlasıyla uzayacağı için ciğerotlarını -ve likeni- poşetten çıkarıp üstlerine su sıkacağım bir yere aldım.

Onun dışında ışık hakkında okuma yapıyorum. Yeni teknolojiyle ilgili kafamı karıştıran bir diğer şey, ledlerin de cam tüpler içinde olması. Kendi ledimi yapmayı düşünüyordum ama reflektörden ziyade cam tüp sıkıntı olacak gibi. Olmadı eski floresanı söküp onun tüpünü kullanırız, hatta o renkliyse (bitki ışığı ama kırmızı-mor spektrumu içten mi yoksa dıştan mı sağladığını bilmiyorum) o zaman direkt içine parlak beyaz ve mavi led takarak hallederiz. Önce bir tasarımı yapalım da uygulama aşamasında çıkan sorunları uygulama aşamasında çözeriz.

Işığın teorik tasarımı tamam; ama tabii daha "kasa"yı falan bitirmek lazım. Pazartesi derz söyleyeceğim.

18.07.2023

Ciğerotlarının durumu berbat. Acaba üstlerine üstlerine su sıkmak bir hata mıydı? "Kasa"yı yapana kadar yaşatmaya çalışacağım ama büyük sıkıntı. Çok mu gölgede kalıyorlar acaba? Onu da düşüneyim. Eh, yaşatabilirsem yaşatırım; yaşatamazsam da... Likenin durumunu bilmiyorum bu arada. Ben anlamıyorum bu liken yaşıyor mu öldü mü yoksa aldığımda çoktan ölü müydü...

08.08.2023

Araya bir sürü şey girdi, ben de projeyle pek ilgilenemedim. O yüzden de yazmadım. Tabii siz bunu beklemeden, art arda okuyorsunuz ama konu bu değil. Üç başlık var, hepsi de kısa. Ha bir de 3,5.başlık var, oraya da geleceğim.  

1. "Kasa"nın kabası bitti, detaylar için bir fırça alacağım.

2. Ciğerotları öldü, liken çürüdü (Böylece aldığımda canlı olduğunu da öğrenmiş olduk, yazık oldu. Akvaryum gibi ömrü kısa canlılarla sık sık uğraştığın bir uğraşın olduğunda insan ölüme karşı kısmen duyarsızlaşıyor.), su nanesi kurudu ama ayırdığım çeliklerden haber yok (Nereye kayboldu lan onlar?), kurbağakaşığı da tamamen kurudu (aslında kurbağakaşığının kuruyuşu göz göre göre geldi ama yapabileceğim hiçbir şey yoktu), tilkikuyrukları sarardı ama hâlâ canlıymış gibi duruyorlar. Ya düşündüğümden çok daha dayanıklı (elodea vs. gibi) bir bitki ya da aldığımda zaten ölüydü. Kurbağakaşığı denemeydi, su nanesinin zaten koca dalını kullanmayıp filizlerinden çeliklendirecektim, tilkikuyruklarını "bulmuşken kaçırmayayım" (a.k.a "Nerede beleş, oraya yerleş") motivasyonuyla aldım, likenin zor olduğunu ve muhtemelen yaşatamayacağımı zaten biliyordum (Aslında bu benim için bir "challange" idi ve başarılı olduğumu düşünüyorum. Beklediğimden uzun yaşattım, yani teknik olarak gerekli şartları sağlayabiliyorum.), ciğerotları da... Eh, onların dayanabileceğini umuyordum ama projenin çok uzaması buna yol açtı.

3. Klasik, beyaz ışığı simüle eden ucuz üç renkli (RGB fjfrjjhok) ledlerden almaya karar verdim. Neden? Çünkü deneme için tutacağım yerli bitkiler, daha önce neredeyse sıfır gün ışığıyla, ucuz ve basit oda ampülü altında bile yetiştirdiğim şans bambusu, zaten gölgelik seven bryofitler (Java yosunu ve benzerleri, karayosunları, ciğerotları...) ve likenler ile ne derecede, kalitede ve türde ışık ihtiyacı olduğu hakkında hiçbir fikrimin olmadığı japonşemsiyesi, pothos sarmaşığı gibi "riparyum bitkileri" dışında hep kolay, tabiri caizse "at suya kendi kendine takılsın" bitkileri tutacağım için bu yeterli. Aslında riparyum bitkileri, yerli bitkiler ve gül (Ludwigia repens) dışında buna bile gerek yok, odanın ışığıyla yetiştirilebilen bitkiler [Camın ve suyun ışığı kırması ve soğurması gibi fiziğin konusu olan şeyler ile balık psikolojisi (evet, böyle bir şey var) ve biyolojisi ihmal edilirse tabii.]. Sonuçta zor bitkilerle bir yüksek teknolojili akvaryum kursam ona uygun led (pardon, ledler) takardım ama mümkün mertebe eldeki malzemelerle, DIY temalı, "amatörlere uygun" bir akvaryum kurmaya çalışıyorum. Konu maliyet veya ekonomi de değil, hatta maliyet aslında son kıstasım. Dediğim gibi başıma iş almayı, ameleliği vs. seviyo'm ben; yoksa bunun hem bu kadar uğraşmayacağım hem de daha ucuza gelecek alternatifleri de var, yok değil.

3,5'tan 4. Öncelikle "Neden 3,5'tan?" Çünkü bu bağımsız bir madde değil, 3. madde ile doğrudan bağlantılı. Hah, neyse. Eğer bitkiler istediğim gibi olmazsa mayalı sistem CO2 yapacağım. Amelelik sevdamı ve DIY konseptini şöyle anlatayım: Elimde halihazırda epey dolu bir CO2 tüpü var ama CO2 ihtiyacım olursa -ki bu bir şelale sistemi olduğu için çok büyük ihtimalle olacak- onu kullanmak yerine mayalı sistem yapacağım. Sırf kendime eziyet olsun diye ha, başka bir şeyden değil. Ayrıca lav kırığı feci uğraştırıcı bir malzemeymiş, öğrenmiş olduk. Ahşaplarla beraber suda bekletip iyice ağırlaşmasını bekleyeceğim, herhalde o da yaklaşık bir ay falan sürer.

Bu arada ben bu yazıyı "Yaptım, bitti" diye hemen bitirmeyeceğim. Akvaryum (gerçi yaptığım şey teknik olarak bir riparyum, hatta paludaryum) oturana, doğal/asli formunu bulana kadarki gözlemlerimi -ve üşenmezsem (muhtemelen üşenirim) bakım rutinlerimi- de yazacak, ancak riparyum tam olarak olması gereken (dikkat edin, "olmasını istediğim" demiyorum) hâle büründüğünde "Son hâli" kısmını da yazıp paylaşacağım. Tabii sonraki gelişmeler, olaylar, zorunlu/zorunsuz değişiklikler vs. için bloğu kullanırım, bu yazı riparyum olması gereken şeklini alınca sonlanacak. Geri kalanı sırf zevk, onlar başka yazıların konusu.

09.08.2023

Bir iş için dışarı çıktım, hazır çıkmışken akvaryumcuya da uğradım. Akvaryumcu tanıdıktı (gerçi Balıkesir'deki çoğu akvaryumcuyla tanışıklığım var), bu led falan işini konuştuk. Sonuç olarak evet, standart, ucuz beyaz ledlerden almaya karar verdim. "Kasa"yı da ölçtüm, 55 cm. için led gerekiyor. Diğer ölçüler 35 (h) ve 25, tabii 35h cm sadece suyun içinde kalan kısmı. Yoksa gerisi de var. Sonuç olarak yaklaşık 50 litre brüt hacmim var.

14.08.2023

Dün sahile gittik, niye çünkü işim yoktu. Ayvalık'tan çok güzel, karışık renkli bir kuvars kum (gerçi aşırı ince taneli dere kumu olarak da yorumlanabilir ama tane keskinliği ve renk parlaklığı kesinlikle "kuvars" diye bağırıyor) aldım. Onu yıkayıp kullanacağım. Normalde denizden alınan şeylerin tatlısuda olumsuz etkisi olabiliyor çünkü azıcık tuza bile dayanamayan türler var ama canlıdoğuranların çoğu belli bir süre acısuyu bile tolere edebiliyor, tuza dayanıklılar. Gerçi tuza hiç dayanamayan çöpçüleri gayet denizden aldığım aşırı ince taneli bir silis kumda bakmışlığım var, tek bir problem bile yaşamadım.

15.08.2023

"Kasa" nihayet bitti, artık beni gıcık etmeye başlamıştı. Şimdi ilk günü tuzlu olmak üzere üç gün suda bekletme süreci başlayacak, tabii yarın başlayacak çünkü önce kuruması lazım. Bu arada bu yaptığım sistemin -tıpkı "sump" sistemlerinde olduğu gibi- göz önünde durmasını istemediğim ama kullanmam gereken her şeyi oraya yığmak gibi bir avantajı var. "Sump" sistemleriyle aynı olan bir dezavantajı da var: Hacmini içine koyulacak canlılar için hesaplarken "sump" kısmını dahil etmemek ama su düzenleyici, bakteri kültürü vs. için hesaplarken dahil etmek gerekiyor. 200 litre + 10 litre "sump"a 210 litre gerektiren canlı koyamazsınız, ölür. 200 litreye uygun bakteri kültürü de koyamazsınız, yetersiz geldiği için su döngüsü oturmaz -otursa bile sizi epey geciktirir, yani bakteri kültürü kullanmanızın tek sebebini imha edersiniz.

16.08.2023

Baraj gezisinden topladığım tüm bitkileri attım. Neden? Çünkü hepsi ölü. Nane filizleri ortalıkta bile değil! Lav kırığını ve kovayı yıkayacağım (lav kırığını kullanmadığım kısmıyla beraber yıkayıp ardından bu kova içinde ıslatacağım), sonra da eğer düzeltilmesi gereken başka kısmı kalmadıysa "kasa"yı suda bekletme operasyonum başlayacak.

"Kasa"yı tuzlu suya koyduk koymasına da... Acayip moralim bozuldu. Nedenine geleceğim. Önce kronoloji. Evde yeterinde büyük bir kap olmadığından "kasa"yı suda bekletme işi için akvaryumu kullanmamız gerekti.

"Kasa"yı ve kaya tuzunu (tatlısu akvaryumları için olup "kaya tuzu" diye de bilinen mineral tuzları değil, bildiğin kaya tuzu) akvaryuma koyduk. Koyduk da bir sorun çıktı...

Bütün bu düzeneğin sebebi nedir? Bu düzenek, benim hayal kırıklığımı temsil ediyor. Modern sanat! Değil tabii ama hayal kırıklığımı simgelediği doğru. "Kasa" batmadı, çareyi bu düzenekte bulduk. Benim bu projede bu batmayan malzemelerden çektiğim nedir arkadaş ya! Lav kırığı batmaz, strafor batmaz, ahşap batmaz... Ne dandik bir projeye girişmişim lan. Bunlar hep "yavşak medyanın dram pornolarının veya gevşek müezzinin ezan olduğunu iddia ettiği gürültü kirliliğinin yerine su sesi duyma hevesi" yüzünden. Öyle olmasa akvaryumun tam litresini en efektif şekilde kullanabileceğim bir projeyle gelirdim.

Ya hayır benim moralimin bu kadar bozuk olmasının esas sebebi, bu projede strafor kullanmamın tek sebebinin bizzat strafor tarafından yok edilmiş olması. Ben niye strafor kullandım? İşten anlayanların ilk aklına gelecek sebepler de düşünce sürecimin parçasıydı evet ama straforu seçmemin esas sebebi ne şekillendirmenin kolay olması (taşların ve ahşabın aksine strafora evdeki herhangi bir kesici/delici alet ve sıfır beceriyle şekil verebilirsiniz) ne de ucuzluğuydu (dekoratif taşlar ucuz görünse de eğer peyzaj değil bu tür bir şey için kullanacaksanız çok fazlaya ihtiyacınız vardır, bu da doğal olarak maliyetin uçmasına sebep olur), straforu kullanmamın asıl sebebi taşımanın kolay olmasıydı. Böylece istediğimde -veya artık gerek olmadığında- çıkarabilir ve başka bir sisteme çevirebilirdim. Şimdi? Eğer üç günlük suda bekleme sürecinin ardından hâlâ batmıyorsa yapıştırmak zorunda kalacağım. Eee, ne oldu taşınabilirlik? Gider ince taşlar alıp onları yapıştırarak yapardım? Hâlâ batmazsa belki üstüne taş yapıştırma işine girişirim, dekoratif açıdan da öylesi iyi olabilir.

Bu proje feci fiyasko oldu ya... Hobiye dönünce sıradan, standart bir akvaryum yerine döner dönmez şelale melale işlerine girişirsen böyle olur. Al işte! Önce led duvarına çarptım, sonra bitkiler çürüdü, şimdi de strafor batmıyor... Hayatımı bir akvaryum projesi üzerinde simüle ediyor gibiyim. Zaten bütün hayatım çıkmazlardan ibaretken bir de burada önüme engel çıkıyor.

17.08.2023

Ters çevirdik. Üst kısmın yanları alçakta olduğundan zemine temas etmedi ama dünkü tecrübeden midir nedir o kadar da zorlanmadık.

18.08.2023

Normalde bugün tuzlu suyu boşaltıp tatlısuda bekletmemiz gerekiyor ama uzun sürüyor. Başlangıçta saati çeşitli durumlar nedeniyle o zaman bittiğinden 17.20'ye sabitlemiştik (normalde saat işi o kadar önemli değil ama biz tamamen suya sokamadığımızdan bizim için önemli), şimdi değiştirmeye kalksak bu sefer 20.00'a falan sabitlememiz gerekecek, başa bela... Yarın erken bir vakitte değiştireceğiz.

24.08.2023

Lav kırıklarını yıkadık, sadece çürük bitki parçalı olanları (düşündüğümden çok daha fazla ölü kök ve sap içeriyordu) değil, kuru kalmışları da. 

Şimdi suda duruyorlar ki kullanma vakti geldiğinde sıkıntı çıkmasın. 

Hızımızı alamayıp kumu da yıkadık, beklemediğim kadar kirliydi. İyi ki şimdiden yapmışız.

Kir dediğim de suyu karartan partiküller -ki bu, kumun canlı kum olduğunu gösterdiği için aslında iyi ama ben bir tatlısu akvaryumu kuracağım ve o partiküller de tuzlu suya yararlı olduğu için benim durumumda kötü-, bitki parçaları, çakıl falan... lav kırığıyla aynı türden bir çeşit beyaz çakıldan (Ponza taşı yani? Hayır değil. Daha doğrusu teknik olarak ponza taşı ama tıpkı lav kırığının teknik olarak ponza olup aslında olmaması gibi bir beyaz taş.) bolca ve bir tane de düz lav kırığı vardı.

27.08.2023

Dün dışarı çıktım, uyumamıştım, ta bugünün sabahında uyandım. Peki ne alaka, niye yazıyorum şimdi bunu? Heh, çıkmışken Tropikal marka (akvaryum markası olan Tropical değil, bahçecilik markası ve Tropikal diye yazılıyor) kil bilyesi buldum, hazır bulmuşken alayım dedim. O değil de boyuna substrat topluyormuşum gibi geliyor. Başlangıçta kum bulmakta bir sıkıntı çıktı ya, şimdi zemin malzemesi gördüğüm anda kaçırmıyorum. Benim bonsai merakım da var, gerçi daha yarısına bile gelmeden bıraktığım (bırakmak zorunda kaldığım) bir proje dışında bonsai işine hiç el atmadım (bu şelale sistemini garip, başka bir şeye dönüştürürsem -ki akvaristliğin ruhunda vardır bu- belki daha çok el atarım) ama kil bilyesi hem akvaryumlarda hem bonsailerde kullanılabilen bir malzeme olduğundan bulmuşken kaçırmayayım dedim. O düşündüğüm "ekstra proje" işine girersem -ki o kısma girmeden önce biraz bekleyebilir, hatta buraya yazdığım kısmı bitirip bu yazıyı yayımlayınca da ona girişebilirim ama konu bu değil- belki biyoaktif teraryum mantığını da işin içine dahil ettiğim bir paludaryum yaparım. Bende hep bir paludaryum sevdası var zaten... Bu sistem de teknik olarak bir paludaryum olacak. Evet, riparyum değil paludaryum; çünkü karasal kısmı olacak. Gerçi o karasal kısım karasal değil de direkt "kıyı" olacak ve karasal olsa da nem seven (karayosunları vs.) ya da emers bitkiler (su nanesi vs.) koyacağım. Gerçi kim paludaryuma kaktüs falan koyar ki zaten? Paludaryum bitkilerinin olayı nem sevmesidir. Niye? Çünkü başka bitkiyi paludaryuma koyarsan fazla nemden çürür. Tabii bir de suya düşünce zehirlemeyecek (en azından hemen alsan zehirlemeyecek), balıktır sürüngendir amfibidir yese bir sıkıntı çıkmayacak bitkiler olması gibi şartlar var ama en temel olanı bitkinin nem sevmesidir (bu da "salon bitkileri" olarak bilinen bitkilerin çoğunu uygun paludaryum bitkileri hâline getirir; çünkü bunlar tropikal bitkiler olduğu için evlerin içinde tutulurlar).

Akvaryumun suyunu boşalttık, kurumasını bekliyoruz. Kurumanın ardından temizleyip (sorsan şelale projesi ama şimdiye kadar malzeme temizlemek ve zemin malzemesi toplamak dışında pek bir şey yapmamışım gibi geliyor) nihayet projenin dekorasyon aşamasına (beni asıl ilgilendiren kısma) geçebileceğiz.

29.08.2023

Bugün tamamen alakasız bir şeye bakarken barajdan toplayıp tilkikuyruğu olduğunu söyleyip durduğum bitkilerin aslında Ceratophllum demersum değil Myriophyllum spicatum (başaklı su civanperçemi) olduğunu fark ettim. Zaten ikisi arasında kalmış ama "M. spicatum"un doğru Latince adını bir türlü hatırlayamayınca "Ben yanlış hatırlıyorum herhalde ya, tilkikuyruğuna o kadar da benzeyen bir bitki yok demek ki..." kararını vermiştim. Bu gizem çözüldüğü için acayip rahatladım. Bu arada iki bitki o kadar çok benziyor ki internetteki bazı akvaryumcular "tilki kuyruğu Myriophyllum spicatum" diye bir şey (fotoğrafında düz C. demersum var) satıyorlar. C. demersum ile M. spicatum arasındaki farklara da bakarken o bitkilerin M. spicatum olduğundan iyice emin oldum.

Akvaryumu ve "kasa"nın bir kısmını yıkadık. Neden? Şöyle göstereyim:

Bunun tuzdan mı kireçten mi yoksa başka bir şeyden mi olduğundan emin değilim ama temizlenmesi gerekiyor. Temizlendi de.

Özellikle yavruluktan yaptığım kısmın temizliği benim için önemliydi çünkü orayı -oradaki taban malzemesini- dekorasyona dahil etmek istemesem gidip yavrulukla uğraşmak yerine gidip strafordan hazne yapardım. Şimdi kurumasını bekliyorum. Neden? Çünkü straforu yapıştırmam lazım ve onun için de uygulama yapılacak olan yüzeyin temiz ve kuru olması lazım. Lan evde silikon var mı ki? Bir de ona bakmamız lazım, doğru. Silikon yoksa bitki yapıştırıcısıyla veya direkt Japon yapıştırıcısıyla halledeceğim. İçeriğine baktım, su düzenleyici -ve su nanesi- kullandıktan sonra sıkıntı oluşturacak bir şey değil. "Su nanesi ne alaka?" derseniz yazının üstünde bahsettiğim -ama linktir, addır verip vermediğimi hatırlamadığım- makaleye bakın.

Akvaryumun ölçülerini ve benzeri şeyleri hesapladım. Sonuç: Tank kısmı 61x28,5x40h, sağ üst duvar 21x62h, sol üst duvar 21x57h, arka duvar 51x67h, şelale haznesi içten 42x3x3h, dıştan 58x6x9h, balıkların yüzebileceği asıl alan yaklaşık 50x22x40h cm yani yaklaşık 44 litre brüt hacim. Pothos sarmaşığının, su nanelerinin ve kafa motorunun bölgeleri sırayla 10x14x5h, 9x8x19h, 23x12x15h cm, bu da “ana alan”ı pratikte yaklaşık 38 litreye düşürüyor. Esas işim bitki olacağından şanslıyım.

Ayrıca bu akvaryuma bir otomatik su tamamlayıcı koymayı düşünüyorum. Otomatik su tamamlayıcı normalde deniz akvaryumlarında kullanılır çünkü su buharlaşır ama tuz, mineral, kalsiyum (mercan olan yerde kalsiyum da olur) gibi şeyler buharlaşmaz. Bu da özellikle hassas balıklar besliyorsanız -ve akvaryumunuz da yeterince büyük değilse- buharlaşmanın size ayvayı yedirebileceği anlamına gelir. Tatlısuda otomatik su tamamlayıcılar nadiren kullanılır -sadece Mendebur Lemur'un "gereğinden yüksek teknolojili akvaryumu"nda ve iletkenlik (=Tuz. Evet, tatlısuda da tuz var. Zaten denizlerdeki tuz temelde nehirlerden gelerek birikiyor.) sıkıntı çıkarabilen hassas karidesler için yapan birinde gördüm- çünkü tatlısu akvaryumlarında doğası gereği eser miktarda tuz olduğundan biyolojik döngüsü oturmuş bir akvaryumda su tamamlamakta biraz gecikmeniz o kadar da büyük sorunlara yol açmaz, en azından o kadar kısa sürede. Benim amacımsa yukarıda da gördüğünüz gibi son derece kısıtlı olan yüzme alanını olabilecek en verimli biçimde, brüt hacimle net hacmi olabildiğince eşleyerek (tabii dekor vs. gibi şeyler nedeniyle bu durum pratikte pek de mümkün değil) kullanabilmek. Hayvanların sağlığını düşünüyorum ben. Tabii ki tıpkı ihtiyaç duyarsam -ki muhtemelen duyacağım- yapacağım mayalı CO2 sistemi gibi bunu da DIY yapacağım. Yukarıda bir yerlerde de dedim (en azından demiş olmam lazım), uğraşmayı seviyorum ben.

Onun dışında yavrulukta kullanacağım dekora karar verdim, ayrıca ışıkla "kasa"nın üst kısmı arasında ipler çekerek pothos sarmaşığından bir "çatı" oluşturmak niyetindeyim, "kasa"nın üst kısımlarını karayosunu ve ciğerotuyla kaplama da niyetindeyim... Neyse ya, bakacağız. O çok da sıkıntı değil yani. Dekor işi benim esas sevdiğim kısım, ha bir de orada şelalenin çarptığı yerlerin tespiti -ve su kimyası- dışında bir kısıtlamam olmayacağından oralar sorun değil. Zemin hakkında hâlâ karar veremedim. Başlangıçtaki verimsiz baraj gezileri nedeniyle her gittiğim yerden zemin malzemesi alıyorum ve şimdi bunları nasıl birleştireceğim hakkında en ufak bir fikrim bile yok.

30.08.2023

Yarın İstanbul'a gideceğim için "kasa"yı yapıştırma işini bugün halledelim dedik. Çünkü döndüğümüzde kuruması için boş bir oda olmayacak. Onun için sehpayı düzenledim ve... acayip toz tutuyor. Buraya kesin kapak yapmak lazım. Strafor ve menteşe ile hallederim. Otomatik su tamamlama sisteminden önce mi olur sonra mı onu bilemiyorum çünkü toz tutmasının en büyük sebebi henüz akvaryum boş olduğundan oranın öylece durması. Su düzenleyici, gübre, yem gibi devamlı kullanacağım şeyler de işin içine girince bu kadar toz olmayacağını varsayıyorum. Onun dışında kuru yaprak biriktirmem lazım çünkü dekorasyonun sabit bir parçası olarak kuru yaprak koymak istiyorum ama kuru yaprak dediğin kah balıktır salyangozdur karidestir (özellikle karides) yediği için kah doğası gereği zamanla eriyerek ortadan kaybolur. O nedenle bunlar aslında kurulum esnasında akvaryuma sokulan veya geçici su düzenleyiciler + ödül mamaları (karidesler için) gibi kullanılan malzemelerdir (devamlı olarak kullanan da gidip katappa yaprağı satın alır ama ben kuru yaprak almak istemiyorum, alırsam da bunun yerli ağaçlardan yapraklar olmasını istiyorum), sonbaharda takviye yapılır. Mevsimliktir yani; ama ben her daim akvaryumda kuru yaprak olmasını istiyorum ve bunun için pothos sarmaşığı ile su nanelerinin yapraklarına güvenmemi daha çok beklersiniz. Onlar düştüğü anda akvaryumdan çıkarılacak. Bir de termometreyi kontrol ettim çünkü "kasa"yı çıkarılabilir düşündüğümden termometreyi de kenara sallarım diye düşünüyordum ama şimdi yapıştırmam gerekeceğinden ön tarafını da yapıştıracağım. Neden? Çünkü yanlara yavru kaçışı vs. gibi şeyleri engellemek istiyorum (elbette kafa motorunu koyacağımız yer nedeniyle bu durum pratikte pek de mümkün olmayacak ve ben de su canlılarının bitkili yerlerde takılacağına güveneceğim). Ama şimdi de aklıma eğer termometreyi "görünmeyen" kısma (yani "kasa"nın dışına) koyarsam gerçekten su sıcaklığını doğru ölçüp ölçemeyeceğim sorusu geldi. En iyisi onu da denemek ve elbette bunu su doldurmadan denemem mümkün değil.

Evet, planlar değişti. Şu amk planlarının değişebileceğini önceden haber verseniz olmaz amk, illa baştan kesin gibi anlatıp değişince haber ver'ce'niz. Bıktım ya. Neyse, otomatik su tamamlayıcı işi feci uğraştırıcı olacak, o yüzden ondan vazgeçmeye karar verdim. Kardinal karides veya deniz akvaryumu falan kursam düşünürüm de... şu an siktir ettim. Ayrıca gördüğünüz gibi kızgınım. Neyse, silikon işini yine de bugün yapacağız.

Ve yaptık. Ben aslında ön tarafları da silikonla kapatmayı düşünüyordum ama silikon bitti. Neyse, çok da kritik değil. Orayı bitki yapıştırıcı ve yosun/sünger/sünger üstü yosun gibi bir şeyle kaplayabiliriz, olmadı kaplamayız kalır öyle. Çok da kritik değil. Kafa motorunun "kasa" yapışıkken de düzgünce konulabildiğini keşfettik (en büyük endişem çözülmüş oldu), o yüzden onu işe dahil etmedik. Telefonum ise şarjı az olduğundan fotoğraf çekemedim.

31.08.2023

Gittim, akvaryumcudan led, su düzenleyici ve led ayağı aldım. Ledin soketi var ama neye takacağımı bilmiyorum, bir de kablosu çıktı veya başından beri zaten bağlı değildi, onu da bilmiyorum. Ledin beyaz mı yoksa beyazı simüle eden üç renkli mi olduğunu da bilmiyorum. Öküz gibi aldım geldim. Ha bir de 50 cm, 55 santimlik "kasa" üstüne nasıl sabitleyeceğimi düşünüyorum. İki tarafına tahta falan yapıştıracağım sanırım. Su düzenleyici... Aquaclay Aqua Defense Support diye bir ürün (adını internete yazınca çıkmıyor bile amk, öyle bir ürün) ve Aquaclay'in kil bilyesi benzeri akvaryum bitki malzemesi dışında bir şey ürettiğini de daha yeni öğreniyorum. Bakteri kültürü daha da beter. Hadi kur nedeniyle Sera, Tetra, JBL gibi kaliteli Alman mallarından çoktan vazgeçtik (Veterinerler odası tarafından üretilen su düzenleyici aldım lan, dolar bitirdi bizi...) ama bakteri kültürü -yine kur nedeniyle- hiç yok. Ya internetten bakacağım ya da "eski usul" yöntemlerle (yaklaşık 1 ay, bazen daha da fazla sürecek olan yöntemlerle) halledeceğim. "Ekipman işini hallederim gider" diye düşünmüştüm ama düşünülmesi gereken daha fazla şey çıktı. Zaman ayarlamalı prizlerin de nasıl çalıştığını hatırlamıyorum zaten.

Bir de su düzenleyicinin üstünü okudum ve mililitre hesabıyla anlatmışlar ama mililitreyi nasıl ölçeceğimizi söylememişler. Yani şöyle: Sera ürünlerinde kapağın yaklaşık kaç ml olduğunu yazıyordu, bunlar yazmamış. Elimizde beher falan olmasını bekliyorlar herhalde. Neyse ki şırınga vardı da ölçtüm, kapak yaklaşık 5 ml alıyor. E ulan Sera ürünleri de öyleydi zaten ama onlar bunu yazıyordu. Sen niye yazmıyorsun? Zaten damlalık biçiminde tasarlamışsın, şırıngayla ölçerek alalım desek onu da yapamıyoruz. Neyse, su dinlendirme işine (Sera Aquatan kafamı rahatlattıktan beri girmediğim işler...) de tekrar gireceğiz, belli oldu. Ulan memleket hobi konusunda da elli yıl mı ne geriye gitmiş. Nerede lan Sera'nın, Tetra'nın, JBL'nin ürünleri, Hagen'in ve Aquaclay'in kumları? Ah, ah, nerede o Sera'nın prospektüsleri? Ben şahsen veterinerler odası (bu ürün Alman markası olan Aquaclay'in mi belli değil, Aquaclay diyor ama arkasında da veterinerler odası falan diyor...) bize Almanlar kadar değer vermiyor diye yorumladım bu konuyu. Lan 1 mililitreyi nasıl ölçeceğiz amk, kapak kaç ml alıyor söylesene? Şimdi de bakteri kültürü konusunda alayım mı almayayım mı düşünüyorum. İnternette bir fırsat buldum... Alıyorum lan. O değil de akvaryumda bakteri kültürü diye şişe su satıyorlar amk. O suyu tamam oturmuş akvaryumdan alıyorsundur, ona itirazım yok da yolda o bakteriler ne hâle gelir... Vay arkadaş ya. Ha bir de bu su düzenleyicinin üstünde "başka kimyasallarla karıştırmayın" (Ne demek lan bu? "Kafanıza göre deney yapmayın" mı diyorsun yoksa "bakteri kültürüyle, başka su düzenleyiciyle vs. beraber kullanmayın" mı?) ve "uygulama yapmadan önce süngeri çıkartın" diye uyarılar var. Hayatımda ilk defa bir su düzenleyicinin benden süngeri çıkarmamı istediğini görüyorum. Hayır yani çok fazla acayip prospektüs gördüm, ilacın (bayağı hasta balığı iyileştirmek için olan ilacın) üstünde "içinde balık olan akvaryumda kullanmayın" ("karantina tankı kur ayı" demenin kibarcası herhalde...) yazdığını bile gördüm ama süngeri çıkarmamı istemek de bambaşkaymış. Diğer kimyasallarla beraber kullanmayın hadi neyse de filtre süngerini niye çıkarıyoruz amk? Bak mesela Sera Toxivec de "Bakterilere hasar verebilir, kullandıktan sonra bakteri kültürü takviyesi yapın" diyordu ama süngeri çıkarmak da bambaşkaymış. Sünger ne yapıyor, bu malzemeyi tutuyor mu? Tutması zararlıysa biz niye bu amk ürününü akvaryumda kullanıyoruz? Hayır yani metilen mavisi falan değil ki bu, su düzenleyici. Devamlı olarak kullanılması gereken bir şey. Ya hadi onu geçtim, neden sünger? Mesela filtre seramiği (Yani süngerden ziyade bakteri yerleşimi olan malzeme, evet süngerde de bakteri yerleşimi var ve bu dangozlar muhtemelen "bakterilere hasar verebilir" gibi bir şey demeye çalışıyor... Başka bir sebep arasam da bulamıyorum.) kalsa ama süngeri çıkarsak yetiyor mu? Peki ya filtreyi kapatınca zaten bakterilerin yeterince hasar gördüğü gerçeğini ne yapacağız? Bu ne biçim ürün lan? Süngeri ne kadar sonra geri takabileceğim de yazmıyor ha. Süngeri çıkardım, elimde kaldı. Ulan ayrıca sünger dediğin aktif karbon, su düzenleyici dediğin metilen mavisi değil ki... Bunu üreten her kimse muhtemelen öyle olduğunu düşünüyor ama değil ulan. İçinde hiçbir şey olmayan filtrede sünger var, su düzenleyici de normalde devamlı kullanacağın bir malzeme. Sıvı gübreyi iki haftada bir kullanırsın, bunu haftada bir. Öyle yani. Aktif karbonu çıkarmayı gerektiren ürünlerde ne kadar sonra geri koyabileceğin yazar bak ama bunlar süngeri çıkar diyor, ne zaman geri koyabileceğimi söylemiyor. Ne biçim ürün lan bu? Yok, yok, en iyisi su dinlendirip dinlenmeye yeni başlamış suya bundan katmak. Güven vermeyen su düzenleyici de ilk defa görüyorum. Bence bunlar hem Sera Aquatan hem de Sera Toxivec yerine geçecek bir ürün yapmaya çalışmış ama arkadaşım Toxivec ben de dahil çoğu kişi tarafından sıradan bir su düzenleyici gibi Aquatan'ı "desteklemek" için kullanılsa da normalde devamlı kullanım için değil, "ekstrem" su değeri bozulmaları, işte içine arsenik falan gibi normalde çeşme suyunda da ya olmaması ya da eser miktarda olması gereken bir şey karışmış sular için kullanılan bir ürün (ha bir de ne olur ne olmaz diye yeni kurulumda). Oysaki Aquatan devamlı kullanılan bir ürün. İki ürünün birden alternatifini yapmaya kalkarsanız yemez yani. Bir de kloru tuza çeviriyormuş bu arkadaş... Ulan, ben CRS (Caridina cf. cantonensis var. Crystal Red) veya cüce vatoz (Ancistrus dolichopterus) besliyorsam klorun tuza dönüşmesi klorun klor olarak kalmasından daha zararlı. Neyin peşindesiniz? Ayrıca bu ürünün pH ve diğer su değerlerine yaptığı hakkında neden bilgimiz yok? Mesela Aquatan pH'ı 7'ye sabitleyen bir ürün, siz ne yapıyorsunuz? Bir etkiniz yok mu yoksa var da söylemiyor musunuz? Bir de "kloru tuza dönüştürerek imha etmek" ne lan? Kloru tuza dönüştürürsen elde ettiğin şey sofra tuzu olur. Akvaryumda sofra tuzu olması mantıklı mı yani sizce? Bu arada içeriği yazıyor ve içeriğinde EDTA, sodyum tiyosülfat ve B1 var, bu üçü hakikatten de su düzenleyici etken maddeler (sonuncusu balıkların stresini alarak mukoza tabakasını koruyor ve adaptasyona yardımcı oluyor). İyi de süngeri niye çıkarıyoruz? İkinci olarak tuz ne lan? Yani tamam nötralize tuzdan bahsediyorsun da... Hani... O öyle mi anlatılır? Neyse, yani ben özetle bunu kurulumda ve su dinlendirmeden önce kullanıp dinlenmiş sularla işi yürütmeyi planlıyorum. Kur uçmamışken ne güzel tasa çeşmeden doldurur, Sera Aquatan, Sera Toxivec karıştırır, suyu akvaryuma koyduktan sonra bir de Sera Bio Nitrivec basardım. Oooh. Bu arada bu yazı Sera sponsorluğunda hazırlanmamıştır, beş kuruş para almıyorum. Hadi para neyse de bari bana Aquatan ve Nitrivec gönderselerdi... Bende bu eşeklik olduğu sürece her markayı 5 kuruş almadan övmeye devam edeceğim herhalde. Neyse, salla. Bu arada iki adet makale (forum makalesi) buldum, çok güzel kaynaklar ve çok yararlı bilgiler içeriyorlar:

https://www.akvaryum.com/forum/ucuza_mineral_katkilar_ve_su_hazirlayici_yapimi_k800916_sn1.asp (Başlığa takılmayın, içerikten su kimyası bilgisi kapmaya bakın. Ha DIY su düzenleyici yapma sevdanız varsa durmayın tabii.)

https://www.akvaryum.com/forum/farkli_turler_ve_su_degisimi_deneysel_calisma_k990164.asp

Ha bir de hazır internete bakmışken bir bakteri kültürü bulunca hemen aldım ama şöyle bir sorun var: Bu sadece bakteri kültürü. Sera Bio Nitrivec hem bakteri kültürü hem de bakteri besiniydi (evet, ikisi farklı şeyler) -daha doğrusu bakteri kültürüyle bakteri besini karışımıydı- ama bu dümdüz bakteri kültürü. Yani bakterileri beslemem gerekecek. Neyse, bakterileri beslemek zor bir iş değil neyse ki.

Onun dışında pH ve kalan su değerleri... Sera'nın pH, gH, kH, nitrit ve nitrat ölçtüğü bir kağıdı vardı, onu internette bulamadım ama birkaç pH testi vs. buldum. Şimdi bakıyorum. Buranın suları yaklaşık 7 pH, sıkıntı oluşturacak bir şey değil, zaten bitki dışında kolay ve sağlam birkaç balık koyup belki hiç koymayacağım için yine o kadar da kritik değil ama dijital olanları falan gördüm, elimde bulunsun diye bakınıyorum. Sutest diye bir markanın bahsettiğim Sera kağıdıyla hemen hemen aynı olan bir ürününü buldum, muhtemelen bundan alacağım. Ama şimdi değil, bugün değil.

01.09.2023

Artık elimde led de olduğu için araştırmalarımı beni çıldırtmayacak şekilde yapmayı başarabildim ve bana jak için sürücü ve lehim aleti gerekiyor. Sürücüler pahalıysa farklı bir şeyle de hallederim. Yalnız ledin hangi renklere vs. sahip olduğunu hâlâ bilmiyorum, beyaz ışığı simüle ettiğinden şüphem yok ama içinde beyaz led de var mı yok mu, üç renkli mi yedi renkli mi yoksa daha farklı renklendirmesi mi var... Onu hiç bilmiyorum. Sadece 72 adet led içeriyor, üstünde öyle yazıyor; bir de anlayamadığım iki adet, yine ledle ilgili teknik bir şeyler olduğunu varsaydığım, bolca sayı içeren yazı var. Neyse, bu işi hallettik ama ledi akvaryuma sığdırması kaldı. Gerçi doğru kelime "sığdırmak" değil sanırım çünkü büyük olan led değil, akvaryum. Hiç görmediğim şekilde dikey koymanın iyi olma ihtimali üzerinde duruyorum. Neyse, onu ayarlarız. Bitki girişini yapmadan ışığa da ihtiyaç yok nasılsa.

Şelaleyi yaptık... Su akışı var ama çok az geliyor, gerçi bu sorun değil, aksine fazla gelse kısmak için yollar arayacaktım. Asıl sorun, hazne kısmının suyu tutmak yerine bir şekilde akıtması. Su daha fazla ve sirkülasyon devamlı olursa çözüleceğini düşünüyorum, çözülmezse de onu çözmek için yollar bulmak çok da zor değil. Onun dışında esas sıkıntı, hava hortumunun su damlatması. Neden damlatıyor bilmiyorum ama az daha çarpılıyorduk. Onu da üste alarak hallettik, gerekirse yapıştıracağım (üstüne de yosun yapıştıracağım).

Hidrotonları yıkadım, lav kırığını dibe serdim. Başka yerlerde de kullandığım için (o konuya geleceğim) yeterli gelmedi, ben de zaten yeterli gelmezse karıştıracağım planı ortaya koydum: Filtre seramiğini(n bir kısmını) ve mıcırı ekledim, bir de kil bilyelerinin de bir kısmını (bu arada iki terimi kafama göre aynı paragrafta kullandığım için kafanız karışmış olabilir, kil bilyesiyle hidroton aynı şey) lav kırığıyla karıştıracağımdan akvaryuma koydum. Onlar batınca hepsini iyice karıştırıp zemine yayacağım, üstüne başka bir yerde suda beklettiğim kil bilyelerini koyacağım, gerisi de dekor. Ha bir de hazır elim değmişken üç adet tahta parçasını da (üçü de daha önce akvaryumda kullandığım ve üçü de doğadan alınma parçalar) koydum ki onlar da suyu emsin, dekorasyon aşamasında bana zorluk çıkarmasın.

Lav kırığı ve kil bilyesi karışımı, pothos sarmaşığını koyacağım alana kondu. Zaten öyle yapacaktım. Şimdi bunlar kurursa diye endişeleniyorum ama bunlar zaten en üst kısımda olduklarından batmasalar bile çok da sorun değil.

Şelale haznesine filtre seramiği koydum, zaten öyle yapacaktım ama suyu doldurmaya da yarayacağını umuyorum.

Su nanelerini dikeceğim kısım... Aşağıdan yukarı lav kırığı, hidroton, filtre seramiği, mıcır ve 1-3 mm dere kumu içeriyor. Dere kumunu gerçekten dereden almış olmam da başka bir ilginç ayrıntı tabii. Dere kumunun normalde bu kadar ince versiyonları pek kullanılmaz, o yüzden kalınlığını belirttim. Elimdeki hidroton da en kalınından, no. 3 yani 8-16 mm. Mıcır ve kum ikilisinin -tabii ıslandıktan sonra- lav kırıklarını ve hidrotonları ıslanana kadar zapt edeceğine güveniyorum.

Ayrıca "kasa"nın su sıçrayan yerlerinde renk değişimi var ama suyun altında kalınca rengini -renk değişimi olan kısım da dahil- koruyor. Bu hem garibime gitti hem de eğer uzun süre korunuyorsa dekor için bazı fikirlere yol açtı.

Ya bu arada su değerlerini başta çok da önemsemedim ama pH benim için şu an acayip önemli. Neden? Çünkü akvaryumda kullanmayı planladığım birçok şey asidik salınım yapıyor. "Salınım" deyince tecrübesiz, yeterli kimya bilgisi olmayan akvaristler hemen korkuyor ama öyle değil. Salınımın iyi huylu veya duruma göre iyi/kötü olanı da var. Birçok akvaryum markası akvaryuma hümik asit salınımı yapacak ürünler üretiyor mesela. Hah işte, sorunum bu. Lav kırığı, ahşap parçalar, eğer gerek olursa -ki olacağından hemen hemen eminim- CO2 sistemi... hepsi pH'ı düşüren salınımlar yapıyor. Bir karasu biyotopu falan kurmaya çalışsaydım iyi olurdu ama içine hayvan koyarsam bu muhtemelen ortalama 6,5-7 pH (hemen hemen nötr ama azıcık asidite de sorun değil) değerlerinde yaşayan hayvanlar olacak (akvaryum balıklarının, özellikle de çiklitler haricinde popüler olanların, hemen hemen hepsi). Kil bilyesinin su pH'ına etkisi var mı bilmiyorum ama o da düşürüyorsa şaşırmam. Yani akvaryumda bayağı 5 derece falan gibi saçma sapan bir pH değeri olacak. Elimde pH arttırma özelliği olan tuz* var ama kalsiyum tuzu eklemek vs. ölçmeden yapılacak işler değil.

*Aslında pH arttırma ve kalsiyum dışında hiçbir özelliği olmayan bir tuz. Normalde Tanganika, Malavi gibi sert su bölgelerinden gelen, ortalama 7,5-8,5 (8 yani?) pH değerine ihtiyaç duyan balıklar için kullanılır (bu arada deniz akvaryumu için uygun olan pH değeri de 8-8,5'tur) ama ben karideslerin kabuk değişimi süreci için kullanıyordum.

Bir de pH bitkiyi genel olarak fazla etkilemiyor ama çok düşük veya yüksek pH olan yerde de pek bir bitki falan olmaz, örneğin yeterince sert suda (8,5-9 pH) Chara sp. dışında ek bir şey göremezsiniz, o da özünde bitki değil tatlısu makro algidir zaten (bir de en sert, ki bunu mecazen değil gerçekten kelime anlamıyla kullanıyorum, akvaryum bitkisi olan anubias türleri bulunur). Benzer şekilde Rio Negro'da da (yaklaşık 4,5-5 pH ve birçok cüce vatoz, çöpçü, cüce çiklit ve tetra türü yaşıyor) pek bitki vs. yoktur, bitkiler daha az asidin bulunduğu, Amazon'un ana kollarına daha yakın alanlarda bulunur. Yani özetle pH'ı arttırıp azaltmak için bu iş için üretilmiş ürünlere gerek yok (normalde "Bizim ürünü kullanın, keyfinize bakın" biçiminde özetlenebilecek -ki bu özetleme akvaryum kepçesi için kendi markasını önermeye dek gidiyor- Sera rehberlerinde bile alternatiflerden bahsedilip üründen en son bahsediliyor, düşünün) ama onlar da ölçüm yapmadan kullanılacak ürünler değiller. Sera Aquatan'ın pH'ı 7'ye sabitleme özelliğini ben bildiğin sömürüyordum, Aquatan'ı hem pH arttırıcı hem de pH düşürücü niyetine kullanıyordum. Şu an elimdeki, veterinerler odasının ürettiği ama üstünde Aquaclay yazan su düzenleyicininse öyle bir özelliği yok. O yüzden ölçüme önem vermem gerekiyor. Ha bir de "nasılsa kullanmam" diye bodrumda bıraktığım tuzları gidip almam.

Bir de gerekeceğine neredeyse emin olduğum için mayalı CO2 sistemlerini araştırıyorum da... beklediğim çok daha ayrıntılı bir dünya. "Tüp alırım, kafam rahat olur" kafası bu ekonomide işlemiyor ve işlese de bu şelale sistemi olabildiğince DIY ile doldurmak istiyorum (elimde halihazırda çoğu dolu tüp olduğunu hatırlatmak isterim)... o yüzden... Aklımda farklı fikirler var bakalım, gerekmese de hiç bu işe girişmem olur biter.

02.09.2023

Hidrotonlar beklediğimden hızlı batıyor, şimdiden 6-7 parça düşmüş durumda. Ayrıca buharlaşma vs. sebeplerden her gün bir tas su eklemeye karar verdim. Ha bir de internette karşıma çıkan bir fırsata atlayıp Tropical Bacto Active aldım, yukarıda marka vermeden söylemiştim. Neden tekrar dile getiriyorum? Çünkü ürün geldi de ondan. Ben daha önce Tropical marka olarak sadece yem kullandım, o da tek seferlik bir kullanımdı, başka bir şey kullanmadım ama Tropical'ın da kaliteli, akvaryum dünyasında "sözü geçen" markalardan olduğunu bildiğimden içim rahat. Tek sıkıntım Bacto Active bakteri kültürü mü yoksa bakteri besini mi emin değilim, satıcı bakteri kültürü dediğinden yukarıda öyle yazdım ama... Aynı Nitrivec gibi bakteri kültürüyle bakteri besini karışımı olduğunu umuyorum ama piyasada pek fazla kültür + besin karışımı yok, ReeFlowers gibi Sera, Tetra, hatta Tropical bile yokken (tabii Türkiye'den bahsediyorum, ayrıca şu blog makalesini de çok güzel, çok değerli bilgiler içerdiğinden buraya bırakıyorum: https://www.lepisteskulubu.org/2019/03/akvaryum-hobisinin-turkiyede-gelisimi.html. Ne çektik o yeşil, devasa filtrelerden be...) var olan bir markanın bile bakteri kültürüyle bakteri besini ayrı ürünler, ayrı ayrı alıp bir arada kullanman gerekiyor. Neyse, dediğim gibi bakterileri beslemek çok da zor bir iş değil, o yüzden yanlışlıkla bakteri besini alıp patlamadığım sürece sıkıntı yok. Gerçi o zaman da sıkıntı yok çünkü bakteri besini de azot döngüsünün oturma süresini -bakteri kültürüyle birlikte kullandığındaki kadar olmasa bile- azaltıyor. Bu arada bakteri kültürüyle bakteri besini arasındaki farkı da buraya kadar okumaya sabredebilmiş çoğu kişinin bileceğini düşünsem de yine de açıklayacağım.

Bakteri kültürü: Bir nevi aşıdır. İçinde azot bakterileri bulunur, bunlar suya girince aktif hâle gelir. Yine de suda amonyağa dönüştürebilecekleri organik atık yoksa bizzat beslemeniz gerekir (bayağı balık yemiyle falan).

Bakteri besini: Bakteri kültürü kullanmasanız da zaten suda azot bakterileri vardır, hele de jeller içindeki modern teknolojiyle değil de direkt akvaryum içinden alınmış bitkiler, doğadan toplama malzemeler, minare salyangozu (Melanoides tuberculata. Bu türden bahsetmemin sebebi minare saltangozları neredeyse asla istemli gelmez, çoğu durumda bitkilerle gelirler ve kurtulmak çok zordur. Gerçi ben bizzat akvaryumcudan alıp akvaryuma sokmuştum.) falan varsa sıradan bir yeni kurulumda bakteri kültürünü olması gerekenin çok daha azı ölçüde de olsa kullanmışsınız gibi bir durum olur. Yine de bu bakterilerin akvaryumun yükünü atabilmesi için çoğalması, çoğalabilmesi için de beslenmesi gerekir. İşte bakteri besinleri de sizi boş akvaryuma yem, şeker (gerçi şekeri dolu akvaryuma da dökmeseniz daha iyi), votka (deniz akvaryumlarında hem bakteri besini hem su düzenleyici niyetine kullanılıyor ama tatlısuda denemeyin) gibi şeyler dökmek yerine su düzenleyici kullanıyormuş gibi bir his sağlar (ve bulanıklığa da çoğu durumda sadece geçici olarak sebep olur). Ayrıca bakteri besinleri çoğu zaman sıradan yemden ziyade doping/afrodizyak gibi çalışır, zaten yoksa nasıl süreci kısaltsın? Toz şekerden tek farkı sıvı olması olsa neden kullanılsın?

Bakteri besini + bakteri kültürü karışımı: Bakteri kültürüdür ama bakteri besini de içerir. Böylece akvaryuma katılır katılmaz aktif olan bakteriler hemen beslenerek hemen ürer ve işlerini hemen yapmaya başlar, bu da bakteri besini veya kültürü kullanmadan bir aydan yarım yıla kadar çıkabilen, bakteri besini veya kültürüyle de ürünün kalitesine -ve tek başına kullanıp kullanmadığınıza- bağlı olarak bir haftaya kadar düşürülebilen azot döngüsünün oturma sürecini yine ürünün kalitesine bağlı olarak birkaç günden saatlere kadar düşürebilir (örneğin benim piyasada bildiğim tek bakteri kültürü + bakteri besini karışımı olan Sera Bio Nitrivec bayağı süreci 24 saate indirgiyor).

Bacto Active'in üstünü okudum, süreci üç haftaya kısalttığı yazıyor ama bakterileri beslemek gibi bir şeyden bahsetmemiş. Ben bakterileri besleyerek o süreyi iki haftaya kadar kısaltırım, zaten bitkiler istediğim aşamaya gelmeden önce hayvan falan koymayacağımdan bir ayda olsa da olur, bana fark etmez. Bitkilere çok da bakteri falan olayı gerekmiyor, dümdüz çeşme suyuna koysan da yaşıyor (çoğu durumda).

Bu arada sodyum tiyosülfatın pH arttırıcı etkisi varmış, bunu öğrendiğim iyi oldu. Gerçi muhtemelen benim işime pek yaramaz ama hiç yoktan iyi, en azından pH arttırıcı olarak suda daha hızlı çözünen (şu, bahsettiğim kalsiyum tuzlarından daha hızlı çözünen) bir malzeme olmuş olacak. Aquatan pH arttırmıyordu yalnız, aynı şekilde Tetra EasyBalance da var, bu ikisi pH arttırmıyor, direkt temel su değerlerini (pH, GH, KH) karma akvaryumlar için olması gereken yere sabitliyor (tabii 1 pH'ı 7'ye çıkaramaz veya 14 pH'ı 7'ye indiremez, öyle bir dünya yok ama o zaman da yine de yakınlaştırdığını varsayabiliriz), yani içine tiyosülfata ek olarak -yine onunla etkileşime girmesinden sonuçlar çıkan- şeyler katıyor olmaları gerek. Gerçi EasyBalance standart bir su düzenleyici değil, zaten marka tarafından "su düzenleyici" değil "su dengeleyici" olarak tanıtılıyor (marka tarafından "su düzenleyici" olarak anılan ve klor giderip ağır metalleri bağlama özelliği olan ürün Tetra AquaSafe), o yüzden içeriğinde hiç sodyum tiyosülfat bulunmayabilir de. Bilemiyorum. Yine de benim akvaryumda neredeyse her öğe suyu asidik hâle getiren salınımlar yaptığından ya gidip mercan kırığı falan alacağım ki dengelensin ya da bu kaya tuzuyla beraber internete yazınca çıkmayan su düzenleyiciyi ayrıca pH arttırıcı olarak da kullanacağım.

04.09.2023

Hâlâ hidrotonların batmasını bekliyorum ama sistemi çalıştırdım. Neden? Çünkü su aşırıp taşarak akmıyor, yanda bir boşluk bulmuş öyle akıyor:

Filtre seramikleri ikincil amaçlarını yerine getirip suyun bütün hazneye taşınmasını sağladılar, önceden sol tarafa hiç su gitmiyordu.

05.09.2023

Evet, bazı güncellemeleri belirtme zamanı geldi.

Öncelikle kil bilyeleri hâlâ batmadı. Neyse, bu kadar kısa sürede batmalarını zaten beklemiyordum. Çok uzun sürerse... Artık sineklik falan gibi yöntemleri deneyeceğiz.

Hazne belki su tutmaya başlar diye bırakmıştım ama yok, kenarlarını silikonlamak şart oldu. Fişten çekip kurumasını bekleyeceğim. Ayrıca silikon da almam gerek.

Işık hakkında ne yapacağımı hâlâ düşünüyorum. Muhtemelen pothos sarmaşığından çatı yapmaktan vazgeçerek üste koyacağım. Hazır silikon işine girişmişken yanlara veya ortaya bu amaç için çubuk da koyabilirim, o zaman sarmaşık çatısı işi de hallolur. Öyle yapayım ben ya, aynen.

Bu arada şu, yukarıda bahsettiğim makaleleri tamamen okuyorum da (Başta sadece ilgili, yani o an için işime yarayacak kısımları okudum ama bence sonraki sayfalar da dahil tamamını okuyun. Hatta link verilen diğer konulara vs. de bakın.) ciğerotlarının ve diğer karayosunlarının yapıştırması hakkında da bilgi edindim. Normalde tutundukları bir toprak kısmıyla beraber aldığım (almak zorunda kaldığım) için bu toprak hakkında düşünüyordum... meğer yıkarken o toprakları tamamen temizleyip "parçalarını" ayırdıktan sonra yapıştırıyormuşuz (Neyle? "Aquascaping glue" veya düz Japon yapıştırıcısıyla.). O beni bayağı rahatlattı. Toprağı temizleyeceğim diye bitkiyi (evet, karayosunları ve ciğerotları gerçek bitkiler) mahvetmek de bitkiyi mahvetmeyeyim diye suya toprak (gerçi asıl olay toprak değil, toprağın içindeki diğer şeyler) karışması riskini göze almak da istemiyordum. Bu iyi oldu. Ben komple toprak çıkana kadar yıkayıp yapıştırayım o zaman. Ha bir de hep istediğim, aklımda olan bir şey vardı, sis makinesi. Bu sis makinesi için şimdi bahanem de var (ve ben onları karmaşık, pahalı ürünler sanıyordum; meğer çok basit ürünlermiş, onu öğrenmenin rahatlığı da var): Ciğerotları ve karayosunları için ya fısfıs kullanacağım ya da bu sis makinesiyle nemli kalmaları işini halledeceğim. Gerçi başlangıç kısmında muhtemelen fısfıs kullanıp tutunana kadar besleyici bir su karışımı (veya dümdüz akvaryum gübresi katılmış su) ile fısfıslayacağım.

07.09.2023

Akvaryum silikonu bitmişti, alındı. Ayrıca Sutest diye bir markadan ölçüm kağıdı aldım (ürünün tam adı Sutest Akvaryum Test Şeritleri); pH, KH, GH, klor, nitrit ve nitrat ölçüyor, yani ekstrem durumlar, içinde saçma sapan zaten çeşme suyunda da olması sıkıntılı maddeler olan (Mesela arsenik. Örnek olarak bunu verdim çünkü gerçekten de çeşme sularında arsenik bulunmuşluğu var.) su kullanmak, ani balık ölümleriyle yüzleşerek su kimyası dışındaki tüm sebepleri -ki eğer bir anda suyun tamamını değiştirmediyseniz veya su yerine etil alkol falan katmadıysanız başka sebepler çok daha olası, hatta bir anda suyun tamamını değiştirdiğinizde bile su değerlerinden bağımsız olarak şok ve stres nedeniyle ölmeleri daha olası- elemek, yüksek teknolojili ("high-tech") bir akvaryum kurup içine bin çeşit bitki koyduktan sonra size gerekecek olan eser elementler ile CO2 ve deniz akvaryumlarında veya Caridina türü karideslerde falan gereken acayip, zaten bu tür "genel" şeylerde hiç bulunmayan değerler (En temeli iletkenlik, bu örneği verme sebebim de gerçekten hem Caridina sp. hem de deniz akvaryumlarında ölçülüyor olması. Gerçi Caridina dennerli, "üst düzey" Caridina cf. cantonensis çeşitleri -mesela panda karidesi veya CRS- vs. neyse de "Caridina cf. babaulti"de veya "Caridina cf. cantonensis var. Tiger"da falan da iletkenliği ölçmenin bir tık şov olduğunu düşünüyorum.) vs. dışında ölçmeniz gereken temel su değerlerinin hepsini. Bir süredir kurumasını bekliyordum ama evde yer yok. Ben de o yüzden sistemi tekrar çalıştırdım (artık eskisi kadar akıtmıyor, ayrıca asıl boşluğun düşündüğüm yerde olmadığını da öğrendim), yakın zamanda anne babam tatile gidince silikonu uygulayacağım. İçindeki suyu boşaltsak bile -ki malzemeleri kurutma riskini almamak için yine bir miktar su tutmamız gerekecek- taşıması sıkıntı olacağından şimdilik duruyor. Sistemi yeniden çalıştırmamın bir diğer sebebi de etkili olması. Nasıl yani? Şöyle: Telefondan şelale sesi açtığımda hem telefonun uygulamadan çıkmak, durduk yere kendini yeniden başlatmak gibi şerefsizlikler yapma ihtimali oluyor hem de ses girişini doğru düzgün kesmezken benim izlediğim şeyin sesini hayvan gibi arttırmama neden oluyor. Sistemin ise bu tür olumsuzlukları yok. Sesi neredeyse tamamen kestiği gibi kulaklığın ses seviyesini aynı tutarak da izlediğim/dinlediğim şeyi duyabiliyorum. Yani özetle üç gün kurusun diye bekleyip çile çektiğim sistemi yeniden başlattım. Hidrotonlar da hâlâ batmadı. Neyse, ahşaplar da hâlâ batmadığından (ahşapların batabildiğini, üçünü de önceden kullanmış olduğumdan, biliyorum) onlara ahşaplar batana kadar mühlet verdim. Bir de ayrı bir yerde, kapalı bir kaptaki kil bilyelerim var, onlar battıysa batanlarla batmayanlar arasında değişim yaparım. Hayır zeminin altında kullanacaklarım batmasa da olur, sineklik falan kullanırız da ben üst tarafta da kullanmayı planlıyordum. Batmazsa onu yapamayız. Neyse, batmazsa üst tarafta kullanmayıveririz. Gerçi su düzenleyici falan şeylerinden bahseden konuda hidrotonların batmadığını söylüyor ama daha yeni, daha günümüze yakın konularda kil bilyesini dümdüz zemin malzemesi olarak kullanan da var. Yani uzunca bir süre alsa da bir noktada batıyor olmaları gerekiyor. Tahta parçalarım battığında hidrotonlar hâlâ yüzüyor olursa o durumu o zaman düşüneceğim.

08.09.2023

Hidrotonlar batmaya devam ediyor. Çok yavaş bir süreç ama zaten hızlı olmasını beklemiyordum. Ahşap malzemelerden önce batacakları gibi bir ihtimal zaten hiç aklıma gelmemişti. Ahşapların birinin ucu battı ama kalan ucu hâlâ yüzüyor. Diğer ikisi de yüzüyor. Buharlaşma gibi şeylere karşı bir tas su koyup sistemi kapatacağım ki silikonlama için kuruyabilsin. Onun dışında, sırf meraktan çeşme suyunu ölçeyim dedim ama kapağın altında alüminyum bir ambalaj vardı, şimdi durduk yere onu açmayayım dedim. Ama yine de çeşme suyunu bir ölçeceğim. Akvaryumun içindeki mevcut suyu da ölçesim var ama hem muhtemelen pH, elimdeki kağıdın ölçemeyeceği kadar düşük olduğundan hem de iki tane turnusol kağıdını sırf meraktan harcamayalım diye su değişimi öncesi ölçüm yapmayacağım. Su değişimi derken de akvaryumun içindeki suyun tamamına yakınını boşaltmayı kastediyorum. Malzemelerin batmasını beklerken kullanılan su muhtemelen bitkiler için biraz besleyici olacak gerçi ve kısmen de bakteri içerecek ama... Her neyse, akvaryum bu "batırma suyu" ile doluyken bir sürü işlem ve deneme yaptığımızdan o suyu kullanma riskini... Gerçi su nanelerinin suyu filtreleme özelliği var. Başlangıçta bu suya bir nevi gübreli su muamelesi yapıp bitkiler oturduktan sonra mı tam su değişimi yapsam? Evet, öyle olması daha avantajlı olacak. Tabii "bitkiler oturduktan sonra" derken "istediğim hâle geldikten sonra" demiyorum, o hâle gelene kadar hem çok uzun bir süreç olacak hem de oturmuş bir azot döngüsü oluşacak. Gerçi şu an çok azı dolu ve bitki girişinin ardından tamamını doldurup haftalık %25 su değişimini yaparsak... Yok, hidrotonlar battıktan sonra malzemeleri karıştırıp uygun biçimde yayacağım ve ardından da dip çekimi yapacağım. Dip çekimini öncesinde veya hem öncesinde hem sonrasında da yapabilirim. Neyse, böylece suyun tamamına yakını -tozlar, çamurlaşmış malzeme ve dibe çökmüş saçmalıklarla beraber- boşaltılmış olacak. Aynen, öylesi daha verimli. Sonra da iş dekor aşamasına gelecek zaten. Evet, şu an dekor aşamasında değiliz. Şu an bitkilerin bakımı için yapılması gerekenlerle uğraşıyoruz.

09.09.2023

Annemlerin olmamasını fırsat bilerek salona taşındım. "Kasa"nın şelale haznesini silikonladım, şimdi bekliyorum. Silikon bitmişti, yenisi de daha açılmamıştı. Açarken biraz uğraştım (falçatayı bulamadığımdan). O yüzden fotoğrafları buradan başlattım. Bir de daha önce bu marka akvaryum silikonu kullanmamıştım (kullanmayı bırak varlığından bile haberim yoktu), sadece Sista ve Koçtaş kullanmıştım. 24 saatlik kuruma süresi geçince deneyeceğim, eğer hâlâ akıtıyorsa bu kez haznenin iç kısmını komple silikona bulacağım.

Hazır elim değmişken hava hortumundaki suyu boşaltayım demiştim ama unuttum, vanayla sonra uğraşacağım. Daha doğrusu vanada sorun yok, vanayı takmazsan su çıkışı olur tabii. Yine de içindeki suyun mümkün mertebe akmasını sağlayacağım. Silikonla gerekli yerleri yeterince kapatamamışsam bakarız. Kapatmışsam da bakarız gerçi.

Ya bir de ben bu projede, bu sistemle bu kadar çok silikon kullanmam gerekeceğini bilsem akvaryuma uygun derz arayıp durmak (ve bittiği, o zaman da bayrama denk geldiğinden sırf bulmak için beklemek) yerine straforu komple silikonla kaplayıp renklendirmeyi de kum, çakıl, lav kırığı falan gibi şeylerle yapardım. Hem daha güzel görünürdü, sırf onu yapmaya üşendiğimden -ve hafif olmasını istediğimden- bu yola girdim. Sonucunda hakikatten de hafif oldu, suda batmadı bile ulan, o kadar hafif.

Bu arada kafama takıldı, su naneleriyle ilgili makaleyi bulup adını vermeye karar verdim. Hayır çünkü "bilimsel makale" deyip de makalenin içeriği dışında hiçbir şeyden bahsetmeyince bir tarafından uydurmuş gibi oluyor. Hah, buldum: Makalenin (İngilizce) başlığı "Utilization of Mentha aquatica L. for removal of fecal pathogens and heavy metals from water of Bosna river, Bosnia and Herzegovina" (Bu adın Türkçe çevirisi? "Bosna-Hersek'in Bosna Nehri suyundan dışkı patojenlerinin ve ağır metallerin uzaklaştırılmasında Mentha aquatica L.'nin kullanılması"), yazarları da Sabina Dahija, Renata Bešta-Gajević, Anesa Jerković-Mujkić, Samir Đug ve Edina Muratović. Onun dışında, tam olarak bilimsel denilemeyecek olsa da şöyle bir şey de buldum: https://www.kloranebotanical.foundation/en/projects/cleaning-water-aquatic-mint ama "makale, makale" deyip durduğum o beş tane yazarı olan.

11.09.2023

Tedbir amaçlı bu sabaha (Sabah derken cidden sabah. Sabah ezanını müteakip işe başladım.) kadar bekledim. Sistemi çalıştırdım ve silikonlamanın etkisi olmadığını gördüm; ama bana umut verecek emareler vardı, bu nedenle sistem hâlâ çalışırken yatıp uyudum. 

Ve hezimet... En ufak bir gelişme olmadığı gibi bana umut veren kısmı da artık ortalarda yok. Ama yine de tam olarak nerenin kaçırdığını artık anladığımı düşünüyorum, bu yüzden silikonu oraya yoğunlaştırdım ve tüm zemini silikonla kapladım.

Gerçi ön tarafların kenarlarında (hani içine bakmadan göremeyeceğim) silikonsuz kısımlar kaldı ama... Eğer hâlâ kaçırıyorsa artık oraların üstüne giderim. Nasıl gideceksem...

12.09.2023

Sistemi çalıştırdım, yarıya kadar dolup yine akıtmaya başladı ama arada bir yoklayıp ilerlediğinden bir süre açık tuttum.

Ve sonuç... Tamamen akmış, neredeyse kuru.

En azından kaçağın tamamen ön tarafta olduğunu ve şu erişemediğim yerlerin esas sıkıntılı kısımlar olduğunu çözdüm. Yeminle "kasa"yı söküp baştan yapasım var (bu kez derzle merzle uğraşmadan, direkt silikon, kum, taş ve strafor kullanarak).

13.09.2023

Saat 00.03. Nihayet kurudu da yeni silikonlamayı yaptım. Fotoğraf falan çekmedim çünkü artık olacağına inanmıyorum. Bu sefer de olmazsa bu kez dış katmanında silikon kullanarak "Buradan çıkamasın, böylece dolsun." taktiğini deneyeceğim. Tabii o silikonların görünmesini istemediğimden oraya yapıştıracak dekoratif bir şey bulmalıyım, belki hidroton falan kullanırım ya da daha doğal görünmesi için... Neyse ya, bu sefer de olmazsa o zaman düşünürüm. Şimdiden kötü varsaymayalım.

14.09.2023

Sistemi çalıştırdım ve yine akıtıyor, yine akıtıyor... yalnız şöyle bir durum var:

Daha önce hiç bu kadar dolmamıştı (filtre seramiklerini koyduğum ve onların bir tür "taşıyıcı" olarak işlev gördüğü zaman hariç), o yüzden pek umutlu olmasam da "bir ihtimal" diye bekliyorum. Bu arada mevcut durumda yeterli su sesini elde edebiliyor gibiyim, tabii bunu gerekli zaman gelmeden anlayamayacağım ama yeterli su sesini elde edebildiysem dolup planladığım şekilde çalışmasa da böyle bırakabilirim. Hem bitkiler ve benzeri şeyler için böylesi aslında daha avantajlı, ben optimum su sesini almaya çalıştığımdan bu kadar mesele yapıyorum. Neden optimum su sesi önemli? Çünkü bu projeyle uğraşmamın en önemli sebebi bu. Öyle olmasa gider ya yan "sump"lı ya pipo filtreli klasik bir bitkili akvaryum kurardım.

Aslında mekanize kısımla bu kadar uğraşmanın avantajı da sıfır değil, mesela tahtalardan biri batmış. Darısı -zaten birinin ucunun batmış olduğunu yeni fark ettiğim- diğer iki tahtayla hidrotonlara. Yalnız tahtalar tam da hatırladığım sırayla batıyor ha. İlk batanı zaten batık hâlde almıştım, ikinci batan yüzüyor muydu yarı mı batmıştı öyle bir şey, sonuncuyu da yüzer hâlde bulmuştum (ama akvaryumda batmıştı). Bu sıranın beni şaşırtmamasına hem sevindim hem de kısmen hayal kırıklığına uğradım, malum strafor ve lav kırığı beni bayağı uğraştırdığından bunların da hatırladığımdan daha çetin ceviz olduğunu varsaymıştım ama yo', gayet de tam olarak hatırladığım gibiler. Hidrotonların tahtalardan önce batmasını zaten beklemediğimi daha önce de söyledim, onun böyle sıkıntılı bir malzeme olacağını zaten biliyordum. Aslında tahmin ettiğimden daha kısa sürede batıyor gibiler. DIY su düzenleyici falan kaynağında (hani az yukarılarda övdüğüm -ki hâlâ laflarımın arkasındayım-) "ne kadar süre geçerse geçsin batmıyorlar" deniyor ama batıyorlar, gayet taban malzemesi olarak falan kullanan var bunu. Çok uzun sürüyor -ki malzemenin doğası düşününce bundan daha doğal az şey var- ama sonuçta batırıp zeminde kullanan var ve ben de "bir-iki tane"den (bahsettiğim, çok güzel bilgiler içeren o "DIY su düzenleyici" kaynağında belirtilen sayı) çok daha fazla sayıda batana şahit oldum bile. Aslında hemen hemen yarısı çoktan battı.

Ve evet, hâlâ istediğim seviyede değil ama ucu ucuna işe arıyor. O yüzden bu aşamada tutup devam etmeye karar verdim. Filtre seramiklerini hazneye dizdim.

Başka bir yerde beklettiğim hidrotonlar vardı, onları kontrol ettim.

Bir kısmı batmış, bu nedenle akvaryumdaki ve kovadaki hidrotonları takas ettim. Tabii hâlâ akvaryumda da hidroton var.

Batmış olan kökü de kenara ayırdığım hidrotonların yanına koydum.

Akvaryumdaki köklerden biri (hani ucu batmış olan) üstüne tasla dökülen kil bilyelerine dayanamadı mı ne olduysa batmış gibi duruyor ama emin değilim. Su çok kahverengi. Şimdi tekrar baktım da ucu hâlâ havada, fotoda kabak gibi belli oluyor zaten ama çıplak gözle o an göremedim.

Yine de akvaryumda sadece azıcık batmamış hidroton ve yarı batmış bir kök ile batmamış bir kök kaldı, bu nedenle ben de artık kalan şeyleri düşünebilir ve planlamayı yapabilir aşamadayım. Hidrotona Java yosunu gibi bir şey sarmak gibi bir fikrim var, batsa da batmasa da güzel bir dekor olacak. Batmazsa Aegagropila linnaei dışında -ama bu kez yüzen- bir yosun topu türümüz olacak. Bu arada A. linnaei algmiş lan, ben moss sanıyordum. Chara sp. dışında da tatlısu akvaryumuna uygun makro alg varmış demek... Vay arkadaş, bir yaşıma daha girdim. Bu arada çok ucuz marimo buldum (Neden ucuz? Çünkü 2 cm.) onun içine de hidroton yerleştirebilirim, böylece yuvarlak şeklini korusun diye elle müdahale zorunluluğundan da kurtulurum, belli olmaz.

19.08.2023

Seste (su sesinde) anlamsız, durduk yere bir azalma yaşandı. Kontrol ettiğimde filtre seramiklerinin haznedeki suyu çektiğini varsaydım. Fişi çektim, seramikleri alta aldım.

Seramikler sünger gibi su çekmişler hakikatten de. Haznede hiç su kalmamış. Hepsini zemin altına gömmeye, hazneyi boş bırakmaya karar verdim. Çünkü bu iş başka türlü olmayacak. Bir süre bekleyip ardından sistemi tekrar başlatacağım. Niye beklediğimi sormayın, ben de bilmiyorum.

03.10.2023

Tabii siz bunu arasız (ya da canınızın isteğine göre ara vererek) okuyorsunuz ama işler benim için -tarihten de görebileceğiniz üzere- pek de öyle işlemiyor. Hah neyse, bir de akvaryumla uğraşmayı özlemiş miyim neyim, işe girişince fotoğraf çekmek ta sonunda aklıma geldi. Akvaryum vs. gibi konulara odaklanan bir Youtube kanalı açmamamın (daha doğrusu açmamış olmamın; çünkü gelecekte de açmayacak olmamın garantisi yok) en önemli sebeplerinden biri bir işle eğlenirken de sırf yapmak zorunda olduğum bir işi yaparken de kendimden geçip çekim, kamera vs. şeylerini unutmak. Hayır bir kameraman bulsam bu kez de ona haber vermeyi unuturum. Hah neyse, konuya geçiyorum. Tahtalardan ikisi tamamen battı, birinin de ucu battı. Hidrotonlarıysa ayrı yerde duran batmış hidrotonlarla değiştirdim. Bir kısmı kırılıp ezilerek topraksı bir forma bürünmüş ama kil bilyelerini zaten bitkiler için zemin altı malzemesi niyetine kullanacağımdan öyle olması işime geliyor. Ayrıca bunca sürede sadece hidrotonlarla tahtaların batmasını beklemedim tabii, birkaç deneme de yaptım. Sonuç olarak tank kısmındaki su ne kadar yüksekse, "hazne" de o kadar doluyor. Amaçladığım gibi tamamını doldurduğumda haznenin de düzgün çalışacağını varsayıyorum. Bir de akvaryumdaki "besili" suyu değiştirmemeye karar verdim. Nasılsa su eklendikçe seyrelecek ve bitkiler girdiğinde emecekler. Eh, bitkiler oturup istediğim hâle gelmeden (belki salyangoz hariç) hayvan girişi de yapmayacağımdan -ve her halükarda su düzenleyici ile bakteri kültürü kullanacağımdan- sorun olmayacaktır.

04.10.2023

"Nihayet vakti geldi" deyip akvaryumun zeminini hallettim. Önce henüz ucu batmış olan 3. ahşap parçasını kenara aldım.

Ardından hidrotonların kalanını poşetleyip kaldırdım.

Sonra da suyu boşalttım. Dip çekimi aletiyle, dibi iyice karıştırarak yaptım ki istenmedik kalıntılar kalmasın. Suyu boşaltırken bitkiler için ne kadar besleyici olduğunun farkında olduğumdan biraz içim acıdı. Lan keşke saksılardaki bitkilere dökseydim, hiç de aklıma gelmedi bak. Neyse artık...



Zemini düzenledim, taşları koydum (taşların bu kadar dandik, sanki yol kenarından aşırılmış mıcır gibi durmasına bakmayın, su değince güzelleşip renkleniyor onlar).



Yalnız iş kumu koyma aşamasına gelince "Bu böyle olmaz" dedim, bulduğum çözüm:

Son hâli (kova kapağına takılmayın, su kumu kaldırıp bozmasın diye orada o):


Hem su sesine kısa süre sonra tekrar ihtiyacım olacağı hem de dekorasyonu, bitki dikimini vs. bu seviyedeki suda da yapabileceğimden tekrar su doldurdum. Kum çok ince olduğundan biraz bulandırdı (bu kadarı normal tabii, birkaç saat içinde çökecek o), dere taşlarından (dere taşı diyorum çünkü dere kumu olmak için fazla büyükler) birtakım partiküller çıktı (ağaç kabuğu falan, doğadan toplama olduğundan bu kadarı normal ve zaten pek zararı olacak şeyler değil ama yüzdükleri için sinir bozuyorlar):


Önce almaya çalıştım, sonra "Kum çöksün, su berraklaşsın, bunlar da çöker, o zaman dip çekimiyle alırım" dedim ve üçüncü ahşap, kovaya sığmadığından onu da akvaryuma geri koydum. Sonuç olarak şu an suyun (daha doğrusu kumun) çökmesini ve üçüncü ahşabın batmasını bekliyorum. Sonrasında ledi lehimleyip zamanlamasını ayarlayacağım ve teknik kısım (CO2 vs. projelerini ve akvaryuma termometre koymam gerektiğini saymazsak) tamamen bitmiş olacak. Kalanı sırf dekor, sırf zevk.

05.10.2023

Üstüne su dökmeyi abartınca (üşenip kova kapağını kaldırmamın da büyük payı var) kum dağılmış.

Ortada toplamaya çalıştım ama yok, alttaki malzemeyle bütünleşmiş. Çözümüm ne oldu sizce? Evet, daha fazla kum.

Bir yokladım, sanki biraz daha gerekecek gibi (temel sorun kumun aslında bir tür kuvars kum olmasına rağmen sıfır numara silis kummuş gibi davranması, en ufak boşluğa giriveriyor) ama şimdilik suyun neler olup bittiğini görebileceğim kadar berraklaşmasını bekliyorum. O değil de aklıma takıldı bir kontrol ettim, alırken çok ince bir kuvars kum türü gibi gelmişti ama yo', gayet silis kummuş zaten. Daha önce yine doğadan toplama, çok daha ince bir silis kum kullandığımdan (şu an elimdeki 0,5-1 mm, o muhtemelen 0,2-0,5 mm idi) silis kum deyince aklım hep o taraflara gidiyor. Bu arada silisyum ve kuvarsit hakkında da araştırma yapma fırsatı buldum, meğer kuvars bir silisyum mineraliymiş ya... Kafamı karıştıran şey o zaten, bariz biçimde kuvarsit gibi keskin taneler var, ondan kafam karışmış. Halbuki silisyumun bir formu kumken bir diğer formu da kuvarsitmiş, kuvarsitlerin genel olarak su kıyısında bulunmasının ve akvaryumlar için kum yapma amaçlı kullanılmasının bir sebebi var sonuçta. Bu arada evet, kuvars kum, kuvarsit kum olacak kadar parçalanarak üretiliyor, tıpkı bazalt kumu, midye kırığı falan gibi ama bu, doğal kuvars kumlar olmadığı anlamına gelmiyor. Gayet doğal, doğada olan kuvars kumlar da var, hatta bizzat olan yeri de biliyorum (ama bazalt kumu ile midye kırığının herhangi bir habitatta biyotop için kullanılabilecek kadar miktarda olduğunu hiç sanmıyorum, varsa bile oradaki kuma/toprağa az miktarda karışmış hâldedir). Bak, daha da ilginç bir şey buldum: Kuvarsit, aslında doğal kuvars kumun bir bağlayıcı ile karışıp katılaşarak önce kum taşına (Ne dedik? Kuvarsit de kum da temelde silisyumdan oluşuyor, doğal olarak kum taşı da silisyumdan oluşuyor. Lise coğrafya konusu 1: Tortul kayaçlar.), ardından başka bir kayaca dönüşmesiyle oluşuyormuş (lise coğrafya konusu 2: başkalaşım kayaçlar). Hangi bağlayıcı olduğuna göre türü değişiyor tabii... elli bin tane kuvars türü var arkadaş; pembesi, siyahı, dumanlısı, ametisti, sitrini, akiği, jasperi... Bu arada akik demişken, tüyo vermek gibi olmasın, Ege kıyılarında acayip sayıda yosunlu akik bulunuyor ama işlenmemiş hâlde olduğundan genelde önemsiz, değersiz çakıl taşları sanılıp geçiliyor. Benim koleksiyonumda 5-10 tane böyle işlenmemiş akik türü var, çoğu yosunlu akik tabii ama farklı türlerde akikler ve akik harici birçok kuvarsit de var.

06.10.2023

Kum çöküp su açıldı... açıldı da daha büyük bir sorunum var. 

Filtrenin debisi az (neden yine kendi kendine azaldı hiç bilmiyorum), dolayısıyla su miktarı da az (Aşağıdan yukarı çıkmak için efor sarf ediyor, dolayısıyla akıntı ne kadar çok ve hızlı ise yukarı o kadar çok su çıkar. Neden? Çünkü yerçekimine karşı bir "iş" yapmış oluyor, yaptığı için de enerjiden kayıp oluyor. Bak bu da ortaokul fizik konusu: "iş".), su miktarı az olunca hazne de olması gereken kadar dolmuyor, olması gereken kadar dolmayınca da olması gereken kadar "ses engelleyici" olmuyor (ilginçtir hâlâ kısmen işimi görecek yeterlilikte ama "kısmen" işime yarıyor olsaydı bu proje başından beri arapsaçına dönmemiş, çoktan tamamlanıp yazısı da yayınlanmış olurdu). Hayır aslında bu duruma müdahale hava hortumunun vanasıyla yapılır ama o vana bozuk; tersi düzü belli değil, hangi tarafını çevirirsem çevireyim kapıyormuşum gibi algılıyor, içine su doluyor da akıtıyor vs. Tersini düzünü bir çözebilsem gerisini halletmek nispeten kolay ama... Ama yok, yok, eşeklik bende. Ne diyorsun "Bundan sonra teknik kısım tamamen bitti, artık sırf dekor, sırf zevk." diye? Öyle laflar edersen aha böyle eline vanayı verirler işte.

Bu arada kontrol ettim, temel sıkıntı gerçekten de vanada. Şimdi o vananın görevi aslında hava hortumunun dışarıdan hava çekmesi. Vana takılmazsa hava hortumu ters çalışıp dışarı su da boşaltabiliyor. Hah işte, bende vana takılı olduğu hâlde bu oluyor. Zaten o yüzden debi azalıyor; çünkü normalde tek kısımda kullanılacak, orada da yerçekimine karşı olduğundan fazlasıyla kayıp olacak miktar ve enerji ikiye bölünüyor, hâliyle iki katı kayıp oluyor.

Biraz araştırdım ve... sonuç: Kesin çekvalf almam lazım. İnternetten alayım dedim ama kargo ücreti yüzünden pahalıya geliyor, o yüzden muhtemelen akvaryumcuya gideceğim.

Akvaryumcuya gittim çekvalf sordum, yokmuş, vana ve bitki makası aldım. Bitki makasını da platinden mi imal etmişler nedir, o nasıl fiyat a... Vana aslında iş gördü ama su kaçırmayı engellemedi, ayrıca hava hortumuna göre fazla ince gelip durmadan çıktı, en son hortum akvaryuma düştü, vana elimde kaldı, ben de "Nasılsa doğru düzgün çalışıyor." diye öyle bıraktım.

08.10.2023

Aslında dün bir şeyler yaşandı ama birkaç ek parametre yüzünden gergindim, anca şimdiye yazmaya fırsat bulabildim. Nedir? Hava hortumunu "Ulan böyle daha iyi çalışıyor." diyerek akvaryumda bırakmıştım ya hani? O kararı vermemin sebeplerinden biri de hava motorunun (kullandığım alet gerçekten hava motoru bu arada, filtre değil; tabii ben onu "filtreye çevrilmiş" hâlde kullanıyorum ama konu bu değil) pervanesinin ters döndüğünü (üretim hatası, bazen karşılaşılabiliyormuş) düşünmem. Ben tabii bu motoru alalı yıllar oldu ama hiç kullanmadım, nihayete varmayan bir proje için edinmiştim ama kullanılmadı. Yani teknik olarak sıfır, dolayısıyla arızalı mı düzgün mü vs. bilemezdim. Neyse, asıl konuya dönelim. Ben bu hava hortumunu içeride bıraktım ama sistemi çalıştırdığımda yine akışın az olduğunu gördüm. "Peki madem" deyip hava hortumunu çıkartmaya çalıştım. Anlatması uzun sürer, yaşadığımı komedi filmine koysalar "Hadi oradan, abartmayın amk." dersiniz, o yüzden anlatmıyorum ama sonucu şu oldu: "Kasa"nın arka tarafına cımbız, makas, kepçe, bir adet tahta parçası ve bir ara çıkartmayı gerçekten başardığım hava hortumu (evet, tekrar) düştü. Tahtayı normalde suyla pek temas etmeyecek, etse bile su değerlerini etkileyecek kadar süre su altında kalmayacak olduğundan önemsememiştim ama düşünce telaşlandım. Çünkü ne tür tahta olduğunu bilmiyorum. Salınım yapar mı, yaparsa su nanesidir vs. ile bu salınımın kötü etkilerinin üstünden gelebilir miyiz, ne kadar sürede yapar... Salınım var, salınım var sonuçta. Bazı salınım on yılda tehlikeli boyutlara ulaşır, bazı salınım sadece birkaç saat içinde, bazısı da ekstrem durumlar/boyutlar hariç asla, "akvaryum için güvenli" kabul ettiğimiz ahşaplar da o sonuncu türde (ekstrem miktarlarda olmadıkça herhangi bir zararları olmayan türde) salınım yapan ahşaplardır zaten. Bu arada taşların çoğu salınım yapmaz ama bitki kökenli malzemelerin hepsi -belki kehribar, Oltu taşı vs. hariç- salınım yapar. Zaten o yüzden akvaryuma hangi taşın koyulup hangisinin koyulmayacağı pek de büyük bir tartışma konusu değilken "Akvaryuma hangi ahşap konur, torf konur mu, hangi bitki akvaryumda olur?" gibi soruların büyük bir tartışma ve makale dünyası olma sebebi budur. Mesela bazısı der ki "Kavak güvenlidir, akvaryuma koyabilirsiniz." bazısı der ki "Hayır, yosun oluşumunu hızlandırıyor. Dolayısıyla güvenli kabul edilemez." Neyse, ahşabı bir şekilde çıkarmayı başardım ama diğer malzemeler hâlâ akvaryumda. Cımbız ve makas ikilisinin hortumla olan rezonansı arada insanı geren seslere sebep oluyor (eminim çünkü kontrol ettim, kontrol etme sebebim de "Ulan patladı mı bu akvaryum, bu ses ne?" hissi) ama açıkçası sistemi kapatmaya götüm yemiyor. Hayır çünkü sonra yeniden az akmayla uğraşma ihtimalim var. Ha evet, sistemi geri açtım, şu an düzgün (bu su seviyesi için düzgün) çalışıyor; hava hortumunun içine arada hava girdiği için olduğunu tahmin ediyorum. Mecburen onu akvaryumun dışında ama ucu suya gelecek şekilde tutacağım, başka yolu yok.

Ha bu arada, akvaryumda süs gibi durduğunu düşündüğüm çıkartma meğer gerçekten termometreymiş ama nasıl çalıştığını anlayamadım. Hayır rengi değişmiyor, hiçbir emare göstermiyor çünkü; demek ki ya çalışmıyor ya gerçekten sırf süs ya da su 16 santigrattan daha düşük sıcaklıkta (sonuncu ihtimali düşünmemeye çalışıyorum çünkü bir de ısıtıcıyla uğraşmaya hiç mecalim yok). Bu arada tekrar kontrol ettim de minimumu 18 santigratmış, ayrıca pek de doğru ölçmüyormuş. Gerçi örneklerde genelde olduğundan yüksek gösterme var ama olsun; cam kalınlığı, ortam ısısı vs. hep etkileniyormuş, bizim ev de şu an soğuk ve su yüksekliği anca termometrenin üstüne geliyor. Dolayısıyla bu termometre çalışıyor olsa da olmasa da yine de başka termometre kullanmam gerekli. Hayır ama ben bu termometrenin çalıştığını daha önce de görmedim ki, internetteki görsellerde hep kırmızılı, yeşilli, mavili yanma var. Bizimkinde ben bugüne kadar -ki bu akvaryum uzun zamandır bende- hiçbir halt göremedim. Asla dikkatimi çekmemiş olmasının ihtimali nedir? Bir şeyler gösteriyor, bir şekilde çalışıyor olsa fark ederdim herhalde.

Bu arada arkaya düşen şeyleri alamamamın -ve almaya çalışırken bir sürü başka şey düşürmemin- esas sebebi lanet olası çerçeve, daha doğrusu çerçevenin "kıvrım"ı. Beni temelde o engelliyor, o kıvrım olmasa makası da tahtayı da düşürmemiştim (gerçi cımbızı düşürmek tamamen şahsi kazmalığımdandı, çerçevenin orada bir etkisi olmadı, kabul).

Ha bir de dere taşları -beklediğimden biraz uzun sürdü ama- nihayet tamamen renk alıp topladığım zamanki gibi gözükmeye başladı:

Tabii bu da bana birkaç şey fark ettirdi. Öncelikle, Türkiye'deki dereler önemli bir kuvarsit ve mermer yatağı, bu yüzden taşlar arasında bolca kuvarsit ve mermer olmasına şaşırmamam gerekir (toplarken kuvarsitleri fark etmiş ama mermerleri fark etmemiştim); ama beklediğimden (toplarken hatırladığımdan) çok daha fazla kuvarsit ve çok daha az mermer var. Gerçi toplarken "zemin malzemesi eksikliği" nedeniyle kafayı yemiştim. Bu arada bizim derelerde aslında birçok farklı türde yarı-değerli taş, bazı değerli taşlar ve altın da bulunuyor ama altın kuvarsit ve mermer kadar çok değil, diğer mücevherlerin işlenmemiş hâllerini de kuvarsitler kadar iyi tanımıyorum. Bu arada kuvars başta olmak üzere, altın da dahil dere yataklarında doğal olarak buluna(bile)n herhangi bir taşın su değerlerine zararı yoktur arkadaşlar (bir kısmı sertleştirir veya yumuşatır ama su sertliğini ayarlayabilecek kimyasallara sahip olduğunuz veya o şekilde su seven canlılarla kullandığınız sürece sıkıntı çıkarmaz), hepsini güvenle akvaryumda kullanabilirsiniz (sadece keskin kenarlı dekorların bazı canlılara uygun olmadığını gözetmeniz gerekir). Görselde neler var peki? En sağda, alta doğru kırmızı-beyaz bir taş var, gördünüz mü? Ya da dur ya; tek tek anlatmak zor olacak. Ben en iyisi hangisinin ne olduğunu gösteren bir görsel hazırlayayım:

Yazılarını yazmaya üşendim, o yüzden yuvarlaklar arasından tek tek anlatıyorum. En sağdaki mermer, bir solundaki mermer ya da kuvarsit, bir soldaki kuvarsit, bir soldaki ya kuvarsit ya da herhangi bir değeri olmayan, kayrak tarzı bir taş, solundaki işlenmemiş bir mücevher veya düz çakıl olabilir (hangisi bilmiyorum ama mücevherse bile büyük ihtimalle kuvarsit değil), onun solunda altlı üstlü bulunan beyaz taşların ikisi de kuvars (daha açık olmak gerekirse alttaki sütlü kuvars, üstteki de necef taşı), bir soldaki kırmızı yine kuvars (renginden de anlayabileceğiniz gibi kırmızı kuvars; aslında önce kırmızı kuvarsla dumanlı kuvarsın bir tür karışımı gibi düşündüm ama yok, dümdüz kırmızı kuvars), onun sol üstünde bulunan taşın dümdüz dere çakılı olmadığına eminim ama ne olduğu hakkında da bir fikrim yok (belki kuvarsitle mermer arasında bir tür geçiş formudur), en sağdaki yeşil taş ise kuvarsit (en yüksek ihtimal), firuze (üçü de olmamasını hariç tutarsak en düşük ihtimal) veya yeşim olabilir (üçü de değilse en yüksek ihtimal serpentin olması). Dediğim gibi kuvarsit haricindeki mücevherlerin işlenmemiş hâllerini tanımakta çok da iyi değilim, kuvarsitleri iyi tanıma sebebim de Türkiye'deki sulak alanların tamamına yakının adeta birer kuvars(it) madeni olması zaten. Onları görüp tanımlamaya alışkınım ama diğer taşlardan emin değilim.

Zemin çok güzel oldu ya... Tek endişem, arkaya düşenleri almak için bozmak zorunda kalma ihtimali. Çünkü bozmayı hiç istemiyorum. Gerçi alamamamın asıl sebebi lanet olası çerçeve olduğundan -ve çerçevenin altındaki pastır vs. arkada olduğundan aslında temizlemem gerekmeyeceğinden- bozmaktan daha uğraştırıcı olan ama yeniden kurmaktan/yapmaktan daha uğraştırıcı olmayan bir yöntem bulabileceğim. Birkaç denemem daha var tabii elimde, yok değil. Çerçeveyi çıkarmak sondan bir önceki, kurulumu bozmak da gerçek anlamda son çare.

09.10.2023

Elime çok güzel bir bryofit geçti. Neden "karayosunu" veya "moss" yerine "bryofit" diyorum? Çünkü ayrıntılı inceleme fırsatım olmadı ama biraz söğüt yosununa (Fontinalis antipyretica) benzettim, eğer öyleyse süper çünkü hem su içinde/altında hem de su dışında kullanabileceğim bir şeye sahip olmuş olurum. Bu arada evet, söğüt yosunu ve bryofitler arasında benim en sevdiğim olan yıldız yosunu (Syntrichia ruralis) emerstir, hem suda hem karada hayatta kalabilir, bu da kendilerini paludaryum düzenlemeleri için tam birer nimet hâline getirir. İşin en iyi yanı, her iki bitkinin de yerli olması, yani nerede olduklarını bildiğin sürece doğadan toplayabilirsin.

11.10.2023

İşlerin teknik kısmı -umarım- bittiğinden (ulan, "şelale projesi" diye başladığım şey Nasreddin Hoca'nın "inşallah ben geldim" fıkrasına döndüğünden ağız tadıyla "teknik kısım bitti" de diyemiyoruz...) beni ekstra bir düşünce aldı. Ben bu akvaryumda ne besleyeceğim? Aslında sadece iki kriterim var (zorunlu kriterleri, örneğin hacmi, saymazsak tabii): 1. Karidestir, salyangozdur bunlara fazla tebelleş olmayıp üremelerine engel olmayacak (yani barışçıl olmanın yanı sıra millete "sarkıntılık etme" huyu da olmayacak, bu da tetra türlerinin önemli bölümünü eliyor), 2. akvaryumda üretilebilir. Tabii ki önceliğim hâlâ lepistes ama zorunlu kriterleri dahil ettiğimizde bile elimde çok fazla seçenek kalıyor. Akvaryum hobisinin doğasında maymun iştahlılık vardır ve ben kesinlikle tatminkar biri değilim, dolayısıyla "Ulan şunlar da çok güzel..." kafasına girişmiş bulunuyorum. Ben de o yüzden seçenekleri listelemeye karar verdim (Çünkü neden listelemeyeyim?). Bu listelemeyi "olur herhalde" ile yaptım, şimdi olur mu olmaz mı, olmazsa neden olmaz onlara bakalım. Latince adları direkt "akvaryum.com"dan "çekeceğim" için bazıları sinonim olabilir, onlara takılmayın. İnternete öyle de yazsanız doğrusu çıkıyor zaten.

Kiraz barbus (Barbus titteya): Biraz yüksek sıcaklık gerektiriyor (23-26 °C), o yüzden olmayabilir. Tabii yine de su sıcaklığını ölçmem gerekecek. Olmadı ısıtıcılar çalışıyor mu ona bakarız, nedir yani...

Galaksi rasbora/gök incisi danio (Danio margaritatus): İlginçtir, bundan pek umutlu değildim ama bütün şartları karşılıyor: 20-26 °C arasında yaşıyor, akvaryumda üretilebilir (hem de üretimi için "moss" ve ince yapraklı bitkiler gerekiyor, benim akvaryumda ağırlıklı kullanacaklarım yani), min. 35 litre gerektiriyor (kullanılabilir alanım ~40 litre). Sadece Balıkesir'de bulup bulamayacağımdan (ve bulsam bile fiyatından) emin değilim.

"Rainbow shiner" (Notropis chrosomus): Aslında bundan asıl endişem akvaryumda üretmekti, üretilebiliyormuş ve bu beni azıcık gaza getirdi ama beklemediğim yerden vuruldum: En az 100 litre gerektiriyor (benim "kasa" harici alanım bile 100 litre değil lan...).

Kelebek vatoz (Sewellia lineolata -Adı "kelebek vatoz" olan ve hepsi şeklen benzer birkaç çopra var, ben sadece S. lineolata olandan bahsediyorum-): Zaten çok umutlu değildim, bulması ayrı dert fiyatı ayrı dert (en azından ben bu hobi mobi işlerinden çok uzaklaşmadan önce öyleydi ama o zamanlar transgenetik tetra diye bir şey bile yoktu). Akvaryumda üretilmiş ama nasıl üretildiği belli değil (muhtemelen kuhliler gibi bunlar da şansa bala, ortamı severse ürüyor), 20-23 °C arasında yaşıyor, en az 80 litre gerektiriyor (yine litreden patladık aq, kalanı kriterlere uyuyordu halbuki).

Kuhli (Pangio kuhlii): 24-30 °C arasında yaşıyormuş, o sıcaklığı sağlayabileceğimden emin değilim. Neyse, zaten kuhli koymayı (kuhliler aslında en sevdiğim çopra türlerinden olsa da) pek istemiyordum. Zaten üstte de belirttiğim kuhliler akvaryumda ürüyor ama üretilemiyor, ürüyor; kendi kafalarına göre yani, canları isterse.

Agassizi (Apistogramma agassizi): 22-29 °C arasında yaşıyor. Bu sıcaklığı sağlayabilme ihtimalim de var aslında ama yine de bu tanka -sevdiğim az sayıda çiklit türünün çoğu cüce çiklit olsa da- cüce çiklit koyma planım yoktu, zaten en az 50 litre gerektiriyormuş.

Kakadu çiklit (Apistogramma cacatuoides): Aynı yukarıda dediklerim geçerli (su sıcaklığı istekleri de aynı zaten) ama ayrıca en az 60 litre ve dişiler üreme dönemi aşırı agresifleşiyormuş. Yok aga, beslenirse tek tür beslenir bu (karma akvaryuma da sadece bir tane erkek konur, başka bir şey yapılmaz).

Cüce vatoz (Ancistrus dolichopterus): Akvaryum.com tarafından en az 100 litre gerektirdiği iddia ediliyor (Hadi lan oradan, kendi türüne karşı bölgeci davranışı falan da katarsak maksimum 40 litre gerektirir; ortalama yetişkin boyu 15 cm olan dip balığı normalde o kadar da gerektirmez ya neyse... Hayır bir de aynı site 35 santime kadar büyüyebilen Japon balıkları için 40 litrenin yeterli olduğunu iddia ediyor yani. 40 litre ne lan? Yok fanus! Sera CD 2.0, mantığı olan birinin rahatlıkla tahmin edebileceği gibi Japon balıkları için 200 litre gerektiğini, cüce vatoz içinse 60 litrenin yeterli olduğunu söylüyor. Bu 60 litrenin yeterli olduğunu söylemesi de 60 litrenin "minimum standart akvaryum hacmi" olmasından ha, daha küçükler nanoya, picoya, yavru büyütme akvaryumuna vs. girdiği için 60 litreden azda da yaşayıp yaşamadığını göremiyoruz.), 22-27 °C arasında yaşıyor. En büyük sorunsa benim akvaryumun zeminine doğadan toplama deniz kumu sermiş olup eğer su sertliği çok düşerse müdahale için kaya tuzuna mahkum olmam. "Ne alaka?" derseniz, vatoz ve çöpçü türlerinin çoğu suyun içinde azıcık bir tuzluluğa bile dayanamıyor. Gerçi deniz kumunu yıkadım ve su sertliği aşırı düşmezse kaya tuzu falan da kullanmayacağım ama başta hiç de vatoz veya çöpçü koyma niyetim olmadığından deniz kumunu yıkamakta "tuzları arındırayım" gibi bir çabam olmadığını da itiraf etmeliyim (lepistesler de dahil olmak üzere çoğu canlıdoğuran, hayatlarının büyük bölümünü acısuda geçirebilecek kadar tuza dayanıklı, hatta mesela veliferaları üretmek için acı, yavruları büyütmek için doğrudan tuzlu su gerekiyor). Dolayısıyla vatoz veya çöpçü koymasam daha iyi.

"Otocat" (Otocinclus affinis): En az 60 litre gerektiriyor, tuza karşı dayanıklılığını bilmiyorum ama bir tür vatoz olsa da tuza karşı en hassas olan cüce vatozlardan değil (her ne kadar Türkçe adlarından biri "cüce vatoz" olsa da "cüce vatoz", akvaryumculukta L serisi vatozları ve yakın akrabalarını -örn. A. dolichopterus- tanımlar). Neyse, sonuç olarak koymam; zaten Balıkesir'deki akvaryumcularda hiç görmedim.

Neon tetra (Paracheirodon innesi): Aslında bütün "zorunlu" şartlara uyuyor ama sorun şu ki neon tetralar akvaryumun yavru avcısıdır, neon tetra olan akvaryumda ne lepistes ne de karides üretebilirsiniz. Öte yandan kendileri üretilebiliyor, yani lepistes yerine neon tetra koyabilirim ama karidesi de iptal etmem gerekir. Ha bir de karideslerin sadece yavrularını yemekle kalmayıp yetişkinlerine de musallat oluyorlar, öyle bir sıkıntıları var. Yani neon tetra koyarsam bu bir tek tür akvaryumu olacak; ama benim de zaten asıl amacım şelale (daha doğrusu su sesi) ve ormansı bitkilendirme olduğundan direkt sadece neon tetralı akvaryum da kurabilirim.

Yeşil neon tetra (Paracheirodon simulans): 24-35 °C arasında yaşıyor ve yavru bakımı zor, zaten Balıkesir'de -daha önce siyah neon tetra bulup aldığım gerçeğine rağmen- yeşil neon tetra bulabileceğimi (tabii neonların veya kardinallerin arasına karışmadıkça; daha önce zebraların arasına karışmış noktalı cüce danio bulmuşluğum, bulmakla kalmayıp almışlığım ve uzun süre sarı leopar danio sanmışlığım var da...) hiç sanmıyorum.

Siyah neon tetra (Hyphessobrycon herbertaxelrodi): 23-27 °C arasında yaşıyormuş, zaten üretimleri de uğraştırıcıymış. Yok aga, ben bir şekilde bolca para (+ zaman, daha doğrusu bolca zaman elde etmek için önce bolca para elde etmem lazım) elde edip sırf siyah neon tetra üretmek için bir akvaryum kurmadıkça siyah neon tetra üretimi işine girmem (ha karma akvaryuma vs. siyah neon koyabilirim, orası ayrı). Yine de bu sistemde üçüncü önceliğim üretim (1. öncelik su sesi, 2. öncelik ormanvari bitkilendirme, 3. öncelik üretim; ayrıca "öncelik" kelimesinin tanımının da içinden geçmiş oldum...), dolayısıyla güle güle siyah neonlar.

Pigme çöpçü (Corydoras pygmaeus): Karides yumurtalarını yemeyen az sayıdaki çöpçü türünden biri (gerçi benim en büyük ebatlı, dolayısıyla en "yumurta yiyici" türlerden biri olan bronz çöpçünün olduğu akvaryumda da en küçük karides türlerinden olan kiraz karidesleri üretmişliğim var, neyse...) ama cüce vatoz konusunda bahsettiğim tuz olayı beni düşündürüyor. Ha bu arada en az litreleri 30, sıcaklık aralıkları da 22-26 °C.

Cüce çöpçü (Corydoras hastatus): Özellikleri pigme çöpçüyle aynı (karides yumurtalarını yememesi de dahil), dolayısıyla eğer çöpçü koymanın sıkıntı olmayacağına (yani akvaryumda çöpçülere zarar verebilecek kadar tuz olmadığına, ki pigme çöpçüler tuza karşı en hassas türlerden, ters ozmos gerektiriyorlar ama cüce çöpçülerden emin değilim) karar verirsem cüce çöpçüyle pigme çöpçü arasında seçim yapmam gerekecek (ve seçimimi Balıkesir gibi kendi kendini büyükşehir ilan etmiş bir köyde bulabileceğimden emin olamam; neyse ki internet diye bir şey var amk, bizim buradaki akvaryumculara kalsak yanmıştık...).

Venezuelalı pigme çöpçü (Corydoras habrosus): Aha bu da karides yumurtalarını yemeyen üçüncü çöpçü türü işte, böylece "karides yumurtası yemeyen çöpçüler" de tamamlanmış oldu. En az 25 litre gerektiriyor, 22-26 °C arasında yaşıyor. Yine en büyük sıkıntı "Ulan bu akvaryumda tuz var mı, varsa ne kadar var, peki ya bu tür bu tuzluluğa gelir mi?" sorunsalı.

Zümrüt "aphyosemion" (Fundulopanchax scheeli): Yine üretimdir, yavru bakımıdır işkence. Şu an o toplara girmem aga, hâlâ "sudan çıkmış balık" olmaktan çıkamadım zaten... Ne zaman ki hayatım az buçuk düze çıkar, keyfime göre üretim akvaryumlarıdır vs. kurabileceğim bir hâle gelirim, "killifish" olayına anca o zaman girerim.

Soytarı "killifish" (Epiplatys annulatus): 23-25, üretimde 26 C derece. Oha be, bitkiler erir o sıcaklıkta. Dediğim gibi "killifish" işi sonraki baharlara (Böyle diye diye öleceğim amk, böyle diye diye yaşamadan öleceğim... Yeter lan.).

"Rivulus xiphidius": Yine bir "killifish" ve yine üretimi zor (bu balıkların olayı yumurtalarının kurumuş toprakta hayatta kalabilmesi lan, üretimi kolay "killifish" yok mu birader?), dediğim gibi "killifish" işi yaş.

Bal mavigöz (Pseudomugil mellis): 24-28 °C arasında yaşıyor, zaten Balıkesir'de bulabileceğimi de hiç sanmıyorum. Beni asıl şaşırtan, bunları üretmenin sıkıntılı bir durum olmaması olması.

Neon mavigöz (Pseudomugil cyanodorsalis): 22-31 °C arasında yaşıyor, asıl avantajıysa tuzluluğa oldukça dayanıklı olması. Sıcaklığı tutturabilir ve Balıkesir'de bulmayı başarırsam bunlardan alabilirim. Ortalama yetişkin boyu 3,5 cm, yumurtlayarak çoğalıyorlar ve sürü balığı değiller. Bu ne demek? Şu: 1e2d lepistesi, 5 kiraz karidesi ve 2 neon mavigözü gayet şu anki sisteme aynı anda koyabilirim (üstelik lepistesler yüzey balığı diye geçen orta-yüzey balığı, bunlarsa dümdüz yüzey balığı; yani yüzme katmanlarının doluluğu açısından da sıkıntı oluşturmuyor).

Zebra "nerite" (Neritina natalensis): Aslında salyangoza para vermeye hiç niyetim yok, zaten yerli salyangozları aslında ithal salyangozlardan daha çok seviyorum ama "nerite"lerin tuza dayanıklı olmak -ki tatlısu salyangozlarında o kadar da yaygın bir özellik değildir- gibi bir avantajı var. Ha bir de alg yiyici olup bitkilere dokunmamak, mesela elma salyangozları sadece alglerin değil belli bir kalınlıktan daha "aşağıdaki" bitkilerin de içinden geçiyor ama "nerite"lerde öyle bir sıkıntı yok. "Nerite"lerin en büyük sıkıntısı, tıpkı kuhlilere benzer biçimde akvaryumda aslında üreyebiliyor oldukları hâlde bunun tamamen tesadüfen, salyangozların canı isteyince gerçekleşmesi. Ha bir de pahalı olmaları, "nerite"ler hayvan gibi pahalı (en azından ben en son bir akvaryumcudaki fiyatlara baktığımda pahalıydı) lan. İthal salyangozların bir diğer sıkıntısı da tropikal (olmadı subtropikal) bölgelerden geldiklerinden yüksek su sıcaklığı gerektirmeleri. Bu arada yerli "nerite" türlerimiz de var, bulursam kaçırmam ama şu an konumuz zebra "nerite" (dedi deminden beri "zebra nerite anlatıyorum" ayağına Neritidae familyası üyelerinin genel özelliklerinden bahseden adam).

Kiraz karides (Neocaridina davidi) ve varyeteleri: Bazı varyeteler (örn. rili karides veya "bloody marry shrimp") daha zor ve daha sıcak su gerektiriyor ama ben daha basit varyetelerden (düz kırmızı kiraz karides, en fazla turuncu sakura karides falan...) gideceğimden sisteme uygun olduğunu biliyorum. Kiraz karidesler çoğu akvaryum canlısına kıyasla soğuğa dayanıklı zaten (tabii bu Japon balığıyla aynı şartlarda da yaşar anlamına gelmiyor, o ayrı), sıcak onlar için daha büyük bir sorun.

Lepistes (Poecilia reticulata): Yine aynı şekilde, sisteme uygun olduklarını zaten biliyorum. Bunlar da kiraz karidesler gibi: Varyetenin fiyatı arttıkça istekleri ve su sıcaklığı da artıyor, "özel tür" denilerek fiyatı şişirilmemiş dümdüz lepistes normalde düşünüldüğünden çok daha dayanıklı bir balıktır, ısıtılan bir odadaki akvaryumda ısıtıcısız bile yaşar. Salınıp hayatta kaldığı sulak alanlarımız var, düşünün; normalde o kadar dayanıklı bir balık yani. Doğallıktan uzaklaştıkça sadece fiyatı değil narinliği, ihtiyaçları ve üretim zorluğu da artıyor.

Endler (Poecilia wingei): Aslında bunların lepisteslerden daha yeni ayrışmış bir tür olduğu gerçeğini avantajıma kullanmak isterdim ama su sıcaklığı istekleri lepisteslere kıyasla çok yüksek. 25-28 °C aralığında yaşamak ne lan, manyak mısınız siz? Hayatta o sıcaklık şartını sağlayamam aga, endler beslemek istiyorum ama yeni ısıtıcı alabilecek hâle gelene kadar bekleyeceğim. Beklemekten ciğerim soldu, yeter lan... Ne beklemekmiş arkadaş, bir haltı da beklemesem de direkt olsa olmuyor lan?

Parlayan gurami (Trichopsis pumila): En az hacim 20 litre, sıcaklık 25-28 °C. Endler konusuna dönüyoruz...

Kardinal balığı (Tanichthys albonubes): Bütün şartlara uyuyor, tek sıkıntı bulup bulamayacağımdan emin değilim ve bunlar etçilmiş (başka bir deyişle karidesleri ve lepistes yavrularını yeme ihtimalleri yüksek); yani tıpkı neonlar gibi anca tek tür akvaryumuna koyarsam koyarım. Ha istedikleri su sıcaklığı 18-22 C derece (Ben bir şey yapmasam da odanın sıcaklığından suyun aşağı yukarı olacağı dereceler ve evet, odam gerçekten o kadar sıcak; zaten o yüzden bu odadayım, kışın donmamak için. Yazın azıcık sıkıntı oluyor ama olsun.), o yüzden tek tür akvaryumuna çevirirsem -ve tabii bulabilirsem- neon/kardinal tetra yerine kardinal balığı koyma olasılığım çok yüksek (yine de kiraz karides, lepistes, yerli salyangoz, midye ve bulabilirsem neon mavigöz veya galaksi rasbora karma akvaryumu fikrine çok daha yakınım).

Rasbora (Trigonostigma heteromorpha): Aslında elde edip edemeyeceğimden emin olmadığım sıcaklık (22-25 °C) dışında şartlara uyuyorlar ama kiraz karides yavrularını kesin yerler, tabii neon tetralar gibi tüm yavruları silip süpürürler mi bilemiyorum ama... Ha bir de bunlar yumurtladıktan sonra ana babayı ayırmak gerekiyormuş ve benim şu an bırak "üretim için kullanılacak, ayrılması gerekenleri ayıracak bir tank"ı, karantina akvaryumu için bile çok az imkanım var.

Zebra balığı (Brachydanio rerio): En az 50 litre gerektiriyormuş (10 litre eksiğim var) ve üretimi de sıkıntılı (gerçi daha önce bir dişi zebram gebe kalmıştı ama yumurtlamadı, üretiminin ayrıntılarını okuyunca da aslında en başta çiftleşmesinin bile tamamen tesadüfen gerçekleştiğini fark ettim).

Katil salyangoz (Anentome helena): Şimdi, aslında en sevdiğim ithal salyangozlardan olsa da benim bu akvaryuma katil salyangoz koyma niyetim yok. Özellikle de kiraz karidesleri yiyip yemediği tartışmalı bir konu olduğu için. Peki o zaman bu, neden bu listede? Çünkü siyah renkte, yerli bir minare salyangozu türümüz (Melanopsis buccinoidea/Melanopsis praemorsa) var ve bulursam kesinlikle koyacağım. O türün boyutları da katil salyangozlarla üç aşağı beş yukarı aynı. İşte o yüzden katil salyangozlar bu listede: Bana "M. buccinoidea"yı hatırlatsınlar diye. Ha bir de minimum hacme katil salyangozlarda da 15 litre olduğundan direkt 15 litre diyebiliriz, bunun için katil salyangoz bu listede.

Bu arada söylemeyi ihmal etmişim galiba ama arkaya düşenleri çoktan çıkardım (elime bryofit geçtikten sonra ilk iş onları çıkarmak oldu), çok şükür zemini bozmamıza veya çerçeveyi çıkaracağız diye hem iki saat uğraşıp hem de akvaryuma pas düşürme riskini göze almamıza gerek kalmadı.

Sonuç: "5 kiraz karides, 1e2d lepistes, bulunabilen sayıda yerli salyangoz (temel kural: salyangozlarla midyelerin kapladığı alan canlıların kapladığı alanda sayılmaz, oysa krustaselerin kapladığı alan sayılır; gerçi bazısı da "standart" boydaki -aşağı yukarı amano karidesi kadar, yani ~5 cm olan- karidesleri klasik şekilde "santim başına 1 litre" saymak yerine direkt 1 cm yer kaplar biçimde hesaplar), bulunabilen sayıda midye, bulunabilirse 2 neon mavigöz veya 4-5 galaksi rasbora" şu anki en iyi seçenek gibi duruyor. Hatta karidesleri 1 cm olarak hesaplarsak hesabı "5 kiraz karides (hesap: 1 litreden 5 litre), 1 erkek lepistes (hesap: 4 l), 2 dişi lepistes (hesap: 6 litreden 12 litre), salyangozlar (hesap: 0 litre), midye/midyeler (hesap: 0 litre), 2 neon mavigöz (3,5 litreden -ki yukarıdaki hesaplamada aslında dörtten hesaplamıştım- 7 litre), 5 galaksi rasbora (2,5 litreden -ki önceki hesapta bunu da 3'ten hesapladım- 17,5 litre, hadi 18 diyelim), toplamda 41 litre. Tam uyuyor yani. Bu arada bu tam uyuyor derken dekoru, yüzme alanını vs. görmezden geldiğimi sanmayın; kurduğum sistemin yapısı gereği aslında kullanılabilir alanımdan daha büyük bir alanım var, yani sıkıntı olmaz. Hatta "akvaryum.com"daki hesaplayıcı, buçukları bir üst sayıya yuvarlayıp hesaplatmama karşın bana 34 litrenin yeterli olduğunu söylüyor (gerçi matematik biraz daha farklı bir hikaye anlatıyor, dediğim gibi 41 litre buldum ama işlem hatası yapmış da olabilirim, belli olmaz); başka bir deyişle, bu son liste gayet iyi. Tek sıkıntısı galaksi rasbora ve neon mavigöz bulabilecek miyim ve bulabilirsem kaç para olacaklar?

Aslında kiraz karidesle lepistesin yanına bir şeyler bulabildiğime şaşırdım, ben sonucunda yine lepistes-karides ikilisiyle (ve tabii salyangoz ve midyeyle) kalakalırım diye düşünüyordum ama hiç de öyle olmadı. İlginç.

Hava hortumunu ön tarafa alıp (yani ucunu akvaryumun ana alanına getirip) vanasını taktım. Sonuç: Hâlâ akıtıyor ama az akıtıyor ve amacı olduğu gibi ana akıntıyı sabit tutuyor. Bir de gelen bryofitleri iyi inceleme fırsatım oldu; üç tür (bir de liken var, onu da sayarsak dört tür) karayosunu var. Kötü haber, hiçbiri söğüt yosunu değil. İyi haber, biri yıldız yosunu. Gerçekte ne kadar yaygın olduğu düşünüldüğünde Syntrichia ruralis olma ihtimali en yüksek ama S. montana veya yaprak yapısı benzediği için "star moss" olarak adlandırılan başka herhangi bir yıldız yosunu türü de olabilir, hafiften kızarmış olduklarından Syntrichia montana olma ihtimalleri olağandan yüksek. Yok, şimdi baktım da kesinlikle S. montana değil ("montana" olmak için yaprakları fazla sivri ve ince), S. ruralis olma ihtimali hâlâ en yüksek tabii ama başka bir yıldız yosunu türü olmadığından emin olamam. Su altındaki performansını izleyip izlememekte emin değilim; çünkü elimde en az miktarda bulunan o ve benim de kullanmayı en çok istediğim o. Neyse, bakacağız.

12.10.2023

Yosunlarım bunlar (bu telefondan böyle makro fotoğraf performansını beklemiyordum ama o "mesleki fotoğrafçılık" dersinin bir gün işime yaracağını biliyordum; ve evet, 3. görsel internetten alınma değil, bizzat ben çektim):

Yalnız, karayosunlarını sisteme katınca bana bir mutluluk, böyle bir heves geldi. "Yaşama sevinci" böyle bir şeymiş demek, ne zamandır hissetmemiştim. Önce "ameliyathane":

Aslında niyetim yosunları makasla yapıştıkları yerden kesip o şekilde yapıştırmaktı (bu arada bryofit aktarımında esas yöntem cidden budur) ama altlarında çok güzel altlık olmuş, gayet de ince (düzgün yapıştırılırsa sorun çıkarmayacak) bir ağaç kabuğu katmanı vardı. Üstelik parçalıydı, yani ayırmaya çalışsam sorun çıkardı.

O nedenle yıldız yosunu ve onunla bütünleşik olan diğer yosunu öylece bırakıp türünü bilmediğim ince yapraklı, gövdesinin azıcık uzun olması dışında gayet sıradan bir karayosunu olan öbürüne yöneldim. Onu amaçladığım ve zaten olması gereken gibi birleştiği yerden kesip öbekleri de "aquascaping glue" aracılığıyla olması gereken yerlere yapıştırdım. Odunun budaklı yapısı gereği her yanına erişemiyorum ama zaten az kullanacaktım. Ha planladığımdan da daha az kullandım ama zaten o kısımda yosunun iyi bir fikir olup olmadığından da emin değildim.

Yıldız yosunu içerikli karmaşayı altlığıyla koymaya ve kestiğim kısımlarda (e, illaki gerekti) büyük parçalar kesmeye karar verip böyle uyguladım.

Hani birinci ve ikinci görselde görünen, pothos sarmaşığını dikeceğim yer var ya? Hah işte, onun çerçevesine de uzun yosunlardan koymayı planlıyordum (o kısımdaki muhabbet o yani) ama hem elde ettiğim yosunların azlığı hem de "Ulan buraya komple su gelmeyecek mi? Şimdiden ıpıslak?" hissi beni vazgeçirdi. Bu arada aquascaping glue harbiden çok iş gören ve insanı acayip rahat ettiren bir şeymiş, zaten bitkili akvaryum ve bryofit (hem sucul hem karasal hem emers bryofit) sevdalısı biri olarak bundan sonra olmazsa olmazlarımdan biri olacak.

Son ve ilk görselde görüldüğü üzere en tepe noktasını yosunlamayıp boş bıraktım; çünkü pothos sarmaşığıyla çardak yapma fikrim hâlâ geçerli. Şimdi bitki yapıştırıcısının ne kadar iyi iş gördüğünü de bildiğime göre hiç sorun yok; sadece biraz ip, kullanacağım led, bitki yapıştırıcısı -ki neredeyse bitti- ve bir kök/dal pothos sarmaşığı lazım.

Yalnız başlangıçtaki yeni biçilmiş çim kokusuna benzer hoş koku yerini zamanla acı bir Japon yapıştırıcısı kokusuna bıraktı (hâlâ genzim yanıyor), dolayısıyla camı açıp odadan kaçtım.

Bunları her gün fısfısla sulayacağım ama onun dışında gübre de katmayı düşünüyorum; çünkü bu karayosunlarının kısa sürede coşmasını istiyorum (günün komik bilgisi: Bryofitler, özellikle de akvaryumlardaki popüler sucul/emers bryofit türleri yavaş gelişmeleri, tam da bu nedenle gübredir, CO2'dir, hatta devamlı olarak karanlık bir yerde tutulmadıkları sürece ışıktır gibi ihtiyaçları olmamasıyla ünlüdür). Karayosunları için yaprak gübresinin (yani sıvı gübrenin) iş göreceğini düşünüyorum (çünkü bunların yaprak dışında bir kısımları yok, hatta yaprakları bile bilimsel açıdan tam olarak yaprak değil) ama yine de biraz araştırmam gerekiyor. Her gün sulayacağım fısfısa katacağım çünkü dediğim gibi kısa sürede coşmalarını, altlıklarından "kasa"nın derzi üstüne yayılmalarını istiyorum. Gerçi hiçbirinde spor (veya "spor yayma organı") göremedim ama dümdüz gövdeden de (yaprak, gövde, kök hepsi aynı bunlarda) yayılabiliyorlar zaten. Türe göre mi değişiyor yoksa mesela çilekler gibi hem kökten hem tohumdan hem de vejetatif yolla mı üreyebiliyorlar emin değilim. Teknik olarak vejetatif olarak üreyebiliyor olmaları lazım gerçi, bryofitlerin meşhur oldukları bir nokta da kıymaya çevirip duvarı sıvadıktan sonra hayatta kalıp büyüyebilmeleri ("Yine ne diyor bu deli?" diyenler için: dry start method); e, bunu yapabilen bitki de bana hiç "Ben vejetatif üreyemem abi." demesin bir zahmet.

Ha bir de termometreyi akvaryumun içine salladım (düşündüğümden daha uzun olduğunu da görmüş oldum, böyle yatırınca anca tamamı suya giriyor).

Çünkü neden? Çünkü mevcut su sıcaklığını merak ettim. Bende "Rönesans bilim insanından hallice merak huyu" var, bir şeyi merak ettiysem onu araştırıp öğrenmeden rahat uyku uyuyamıyorum (sonra da aklıma hayatımdaki şahsi çözümsüzlükler takılıyor, o zaman da hiç uyuyamıyorum ama olsun). Bak mesela test kağıdı kutusunu açıp da kağıtlardan birini heba etmemek için kendimi hâlâ zor tutuyorum. İşin iyi yanı, artık akvaryumda temiz bir su var; benim asıl merak ettiğim o tanen ve topraksı partikül içeriği nedeniyle bataklık suyuna dönmüş olan suyun değerleri (özellikle de pH'ı) idi, şimdi ölçsem çeşme suyundan pek de farklı çıkmayacak. Yine de yosunlar için gübreli su kullanmamın su değerleri üstündeki etkisini merak ediyorum, bu nedenle su bitkilerinin -ilk su bitkilerinin- girişini yapmadan hemen önce ölçeceğim.

Yosunun en güzel kısmı, kısmen de kıyamadığımdan, elimde kaldı. Şimdilik ıslak pamuğa koyup bir köşeye kaldırdım.

Bunu ne yapacağımla ilgili en ufak bir fikrim yok, belki yeni bir yosun teraryumu (eskisine baktım da ekosistem çökmüş gibi duruyor, gerçi yeni bitki girişi yapsam o çökük ekosistemi gübre olarak kullanabilir) kurarım.

Bu arada evet, tam da tahmin ettiğim gibi sıvı gübre olmalıymış. Bunu tahmin etmek için Sherlock Holmes olmaya gerek yoktu zaten, akvaryum bryofitleri hakkında yeterli teorik bilgisi ve az buçuk tecrübesi olan herkes kolayca tahmin edebilirdi.

Termometreye baktım, sudan çıkarır çıkarmaz cıvası çok hızlı yükseldiği [temel kural: ısıtılmayan veya yan sonuç olarak ısınacağı bir ortamda (örn. yoğun ve doğrudan güneş ışığına maruz kaldığı bir yerde) bulunmayan su, daima çevredeki havadan daha soğuk olur] için tam göremedim ama 22 °C civarında olduğunu tahmin ediyorum, ki beklediğimden daha yüksek, ben 19-20 °C elde ederim diye düşünüyordum. Gerçi şu an su miktarı az, daha fazla su olunca daha düşük bir sıcaklıkta kalabilir, bir de tamamen doldurduktan sonra ölçmek lazım. Neyse, ölçeriz; işimiz ne sonuçta... Ha bir de su akışı devamlı olarak azalıp duruyor, beni iyice sinir etti. Ta sonunda süngeri çıkaracağım, o olacak. Sünger yüzünden azalıyor bence. Gerçi süngeri takma sebebim zaten tıkaması, daha doğrusu yavruların vs. akıntı motorunun içine kaçmasını önlemek. Normalde dediğim gibi bu bir akıntı/hava motoru, sadece suyu hareketlendirmek/taşımak için kullanılıyor, sünger vs. takılmıyor; benim süngeri oraya tıkmamın ilk amacı küçük hayvanların motora kaçmasını önlemek, ikinci amacı da nitrifikasyon bakterileri için halihazırda var olanlara (seramik, lav kırığı, hidroton, başlı başına su nanelerini koymak için hazırladığım hazne) ek/alternatif bir yataklık olması. Eh, küçük hayvanların akıntıya kapılmasını önleyecek başka önlemler de alabiliriz (ve bakteriler için zaten yeterli sayıda yataklık var, bitki girişi yapılınca daha da artacak), o yüzden bu akşam veya gece birkaç deneme yapacağım. Ya aslında süngerin tıkadığını değil tıkandığını düşünüyorum, bu nedenle süngeri çıkarırsam tıkanmaz ama tabii bunlar şu an sadece tahmin, yalnızca teori. Bu arada su çıkışını yapan boruyu kontrol ettim de evet, kum ve diğer partiküller süngeri tıkamış, bu da süngerin suyu yeterince aktaramamasına sebep olmuş. Aslında hava hortumuna su dolmasının bile esas sebebi bu olabilir, gidecek bir yer arayan suyun tıkanmamış olan tek kısma yönelmesi.

Süngeri çıkardım ve sonuç:

Böylece aklımdaki bazı şeyleri teyit etmiş ve bazı soruları cevaplandırmış oldum.

1. Sıkıntı gerçekten süngerden (daha doğrusu süngerin tıkanmasından) kaynaklanıyormuş. Sistem şu an tam olarak olması gereken gibi çalışıyor. Tabii aşırtma kısmını hariç tutarsak, ki aslında o da kısmen olması gereken şekilde çalışıyor.

2. Hortum gibi şeyleri çıkarıp da kafa motorunu komple elime almadan, yani direkt akvaryumun içinde müdahale edebiliyorum. Üstelik dekor da pek bozulmuyor, küçük bir alanı bitkilendirmeden tutmamız gerekecek ama onun dışında sıkıntı yok.

3. Hava hortumunun su dolmasının bu konuyla ilgisi yokmuş, gerçekten de fabrika çıkışı arızalı o zaman. Neyse, yapacak bir şey yok; zaten bana çok da bir zararı yok.

13.10.2023

Gittim sıvı gübre aldım, net incelemedim ama bunlar da "Aquaclay olmayan Aquaclay" galiba. Dediğim gibi daha ayrıntılarına bakmadım ama biri iz element, öbürü demir gübresi. Benim bu karayosunları için esasen demir gübresine ihtiyacım olsa da iz element gübresi de göz çıkarmaz (demir gübresinin ayarını kaçırmak çok daha tehlikeli, özellikle de akvaryumda zaten demir içeriği bilinen lav kırıkları varken ve gübrelemeye ama özellikle de metallere karşı hassaslığı bilinen karidesler olacakken). Bunları karayosunlarını suladığım fısfısa birkaç damla katarak kullanacağım, hayvan girişi yapana kadar su bitkileri için de belki kullanırım ama önceliğim karayosunları. İz element gübresinin içeriğine bir bakmam lazım, neler içerdiğini (dolayısıyla karayosunlarına sıkacağım suda demir gübresinden az mı, demir gübresiyle eşit mi, yoksa demir gübresinden fazla mı kullansam daha iyi olacağını) merak ediyorum. Bryofitler için esas öncelik demir gübresiymiş, demir gübresi hep kırmızı yapraklı bitkilerle özdeşleştirildiğinden beni biraz şaşırttı ve konu karayosunlarından değil sucul bryofitlerden bahsediliyordu ama ben de bahçede, saksıda vs. bakılan bryofitlere uygun, içeriğinden emin olamayacağım gübrenin akvaryuma karışma riskini göze alamam zaten, dolayısıyla araştırmalarım akvaryum "moss"ları üzerineydi. Bryofitler suda da yaşasa karada da yaşasa bilimsel olarak ne gövde ne de yaprak olan, bütün bedenleri olan "şey" aracılığıyla besinlerini emiyorlar zaten, yani besinlerini yapraktan emen su bitkileri için üretilmiş gübreleri (başka bir deyişle sıvı gübre) kullanmamda teorik olarak bir sorun olmaması lazım. Bakalım işlem pratiğe nasıl yansıyacak? Bu arada yosunlara tekrar yakından baktım da yıldız yosunlarıyla (Syntrichia sp.) karışık olan yosunun söğüt yosunu (Fontinalis antipyretica) olma olasılığı hiç de az değil, özellikle bazısı hâlâ canlı ama kahverengi bir hâle büründüğü için. Bu, söğüt yosunlarının "yaz uykusu" modudur, ısıtılan ve ışıklandırılan akvaryumlarda da kısa sürede bu hâli alırlar ama soğuk suya konulduklarında tekrar yeşerirler ve kahverengi, kısmen kurumuş -tabii suyun altındaki bir şey ne kadar kuruyabilirse o kadar kurumuş- görünseler de gayet canlılıklarını sürdürürler; bryofitlerin en basit bitkiler olması, aynı zamanda kalıcı olarak öldürmesi en zor olanlar arasında olmaları gibi bir avantaj sağlıyor. Tabii elimdeki yosunlardan birinin söğüt yosunu olduğundan emin olamam, yaz uykusu modunun çoğu yaygın karayosununda olduğunu biliyorum (söğüt yosunları da amfibik oldukları için yaz uykusuna yatıyor zaten, tamamen sucul olsalar onlar da yatmaz), dolayısıyla gayet de karasal bryofitler olup odanın sıcaklığından ve/veya gübreleme yapmadığımdan o moda girmiş olma ihtimalleri hâlâ var. Hatta elimde aslında karışık yosun olmayıp başka tür sandığım yosunların yıldız yosununun daha genç, pek olgunlaşmamış, "yeni bitmiş" bir formu olma ihtimalleri de var; yıldız yosunları da amfibik ve dolayısıyla tıpkı söğüt yosunları gibi onların da yaz uykusu formu var, gerçi sıcağa -aslında her türden ekstrem şarta- söğüt yosunlarından, hatta birçok bryofitten çok daha dayanıklılar, orası ayrı.

14.10.2023

Gübreleri ayrıntılı inceledim. Evet, ikisi de "Aquaclay olmayan Aquaclay". İz element gübresinin adı Aqua Min+ Flora, demir gübresinin adı da Aqua Fe+ Flora (çok yaratıcıymış gerçekten) ve haftada bir, 50 litreye 1 ml kullanılması gerektiği yazılı ve ilginçtir 1 milimin yaklaşık 20 damlaya denk geldiği bilgisini vermişler. Min+ Flora, ekstra şeylerde -yosun, bitkilerde demir eksikliği vs.- dozajın değiştirilebileceğini söylüyor. "Yosun" dediği alg bu arada, "fazla gübrelersen alg olur" diyor yani, ki doğal olarak öyle olur zaten. En kaliteli markanın en pahalı gübresini de kullansan ayarını kaçırırsan alg patlamasına ve karidesler gibi "gübrelemeye karşı hassas" türlerin ani ölümüne yol açar, burada gübrenin veya gübreyi üretenin yapabileceği pek de bir şey yok. Neyse, tıpkı başta planladığım gibi fısfısa her iki gübreden de birer damla kattım [yani karışımın içeriği 3 doz potasyum sülfat*, 1 doz kalsiyum sülfat [bu, pH'ı dengelememde ve karideslerin kabuk değişiminde yardımcı olacaktır (kabuk, kalsiyum -dolayısıyla kalsiyum ihtiyacı- demektir ve karidesler "kabuklu"dur); kaya tuzuyla uğraşmama gerek kalmayacak gibi], 1 doz magnezyum sülfat ve 14 doz demir. Evet, 14 doz demir; başta ben de "Oha!" dedim ama nasıl potasyum, yapraklı bitkilerin olmazsa olmazıysa demir de gövdeden beslenen bitkilerin (bryofitler, Elodea sp. ve Egeria sp., aslında olay gövdeden ziyade köklerin suda salınıyor olması olsa da yüzey bitkileri) ve kökü olan her türlü bitkinin (akvaryumculukta soğanlar ve rizomlar kök kabul edilmiyor bu arada, bryofitlerin zaten biyolojik açıdan da kökü yok, algler desen bilimsel açıdan bitki bile değiller, bakterilere daha yakın kabul ediliyorlar) olmazsa olmazıdır; Min+ mililitre başına 11, Fe+ ml başına 3 mg demir içeriyormuş, dolayısıyla ikisini aynı anda kullanınca** 14 doz demir elde edilmiş oluyor. Bakalım sonuç ne olacak, zaten benim karayosunlarına esas ve en çok gereken şey demir [potasyum ve kalsiyum neredeyse lazım bile değiller (gerçi liken koysam ikisi de en lazımlar arasına girecek ama henüz liken koymadım), magnezyum ihtiyaçlarının ne düzeyde olduğu konusundaysa hiçbir fikrim yok], dolayısıyla bu gübreler işimi gayet iyi karşılıyor. Bir süre gözlemleyeceğim ama gübreyi hiç suyla karıştırmadan doğrudan karayosunlarının üzerine döksem ne olacağını da merak ediyorum (tabii ne olacağına dair gayet iyi bir fikrim var ama teoriyle pratik neredeyse asla uyuşmaz, bilimin teoriler yerine deneylerle ilerlemesinin bir sebebi var), bir haftalık fısfıslamadan sonra deneyeceğim.

*Hem algler hem de her türlü bitki için en temel gıda maddesi, ayrıca bitkili akvaryumların belası çünkü fazla olursa algden kurtulamazsınız, az olursa da bitkileri yaşatamazsınız; neyse ki Türkiye'deki çeşme sularında halihazırda yeterli -çoğu bitki için gübreleme bile gerektirmeyecek ölçüde yeterli- derecede bulunuyor ve bitkiler, hatta bakteriler de dahil her türden canlının atığından bir şekilde suya karışıyor da az olması sorunu çok olması sorunundan katbekat az yaşanıyor. Bu arada garip bir durum gibi gelebilir, maddenin sakımı kanununu düşününce aslında gerçekten de garip bir durum ama fazla fosfat sorununu çözmek az fosfat sorununu çözmekten katbekat kolay. Sebebi de şu: Az fosfat sorunu ters ozmos gibi şeyler için işine girmediği sürece pek de yaşanan bir şey olmadığından her türlü firmanın -ve çoğu akvaristin- onu boş verip fazla fosfat sorunu için çözüm araması, dolayısıyla piyasada fosfatı azaltmaya/engellemeye yönelik bir ton ürün olması ama arttırmak için gübre ve direkt sıvı hâldeki potasyum sülfat dışında pek bir şey olmaması.

**Prospektüste "başka şeylerle karıştırmayın" diyor da o "aynı suda kullanmayın" anlamında değil, zaten öyle olsa akvaryumda kullanmalık tek bir kimyasal seçip kalanına yüz çevirirdik çünkü istisnasız her markanın her türden akvaryum kimyasalının prospektüsünde uyarı var, buna "Bak bunu kullandıktan sonra şu ürünümüzü de kat da tam performans al" gibi cümlelerin bulunduğu prospektüsler de dahil.

15.10.2023

Üçüncü ahşap da batmış, artık ışığı halletme vaktidir. O ahşabı akvaryumda bırakacağım çünkü leğene sığmıyor ama diğer ikisini leğende tutmaya devam edeceğim. Bu arada elimdeki led 1 wattlıkmış, onu da öğrenmiş olduk. 1 amperlik adaptör almam lazım ama adaptörden ziyade lehimleme işinin nasıl olacağını düşünüyorum. Ledi bir yapalım da bitki için akvaryumcu akvaryumcu gezilerim başlayacak. Nasılsa hangi bitkileri, daha doğrusu ne tür bitkileri alacağımı biliyorum. Ben asıl karayosunlarını merak ediyorum, pek bir performans göremedim ama takvime baksan gübrelemeye daha yeni başlamışım. Ulan bana kalsa üç dört gündür fısfıslıyorum, nasıl oldu bu? Neyse, sonraki pazara kadar buna devam edeceğim (arada karayosunlarının çok kötü olduğunu düşünürsem onu beklemeden gübre miktarını arttıracağım), pazartesi de hem gübre miktarını arttıracak hem de doğrudan doğruya üstüne gübre dökme deneyine başlayacağım. Üç grup belirleyeceğim; birinin üstüne iz element gübresi, birinin üstüne demir gübresi, birinin üstüne de ikisinden de dökeceğim (bu üçüncünün performansından hiç umudum yok), kalanlar zaten komple kontrol grubu (çünkü gübreli suyla fısfıslamaya üstüne gübre döktüklerimde de devam edeceğim, bunun temel sebebi de ikinci bir fısfısım olmaması). Bu üç grubun bir haftalık performansından sonra sonuçlara bağlı olarak bir hafta da günlük gübrelemeyi deneyeceğim. Ulan şu iş için uğraşıp buna kafa yorduğum kadar iş kurmaya çalışsaydım şimdi zengindim... Neyse, akvaryumları paradan daha çok seviyorum; aslında modern dünyada hayatta kalmak için para şart olmasaydı asla para kazanmak için uğraşmazdım, sadece canımın istediğini yapardım.

Bu arada ahşap batınca bir gaza geldim de fazla bitkiler (ve fazla hayvanlar) hakkında ne yapacağıma karar verdim, bu kez çok mutlu ve umutluyum çünkü bu kez teknolojiyle uğraşmayacağım. "O nasıl oluyor?" derseniz şöyle: Walstad metoduyla! Bu kez şelale projesinde olduğu gibi "kısmen Walstad metodu" olmayacak, bu kez bitkilerin sıralı ve hemen yerine artan olunca girmesi dışında direkt Walstad olacak. Ya da şimdi düşündüm de belki olmaz, neyse ama her halükarda hiçbir mekanik şeyle uğraşmayacağım, teknoloji işe hiç girmeyecek, esas avantajım o olacak. Nasıl yapacağımı anlatmayacağım, yapınca anlatacağım. Evet, o sistem de bu projenin parçası olarak anlatılacak çünkü bitkiler "ormanlaşmadan" hayvan girişi yapmayacağım ve bitkiler ormanlaşana kadar da ya elime geçeni sallayacak bir yer ayarlamam (yani şu an bahsettiğim şey) ya da onları çöpe atmam gerekecek -ki fark edebileceğiniz gibi bunu yapmayı hiç de istemiyorum. Başka bir deyişle zaten proje tamamlanmadan öyle bir yere ihtiyacım var (onu ayrıca karantina akvaryumu olarak da kullanma niyetim var, tabii hastalık vs. durumlarına karşı ama hastalıktır mastalıktır hiç olmasa daha iyi).

Şimdi tekrar baktım da Walstad metodunu tamamen uygulamak (şu linkte tam olarak nasıl yapılacağı anlatılıyor: https://www.akvaryum.com/Forum/walstad_metodu_ternapi_k981522_sn1.asp) sıkıntı olacak, özellikle de toprak meselesi (daha doğrusu temiz kara toprağı bulmak, sonra tekrar uğraşmak vs.) sıkıntı olacağından sadece kısmen uygulayacağım, daha doğrusu Walstad model alınarak yapılmış başka bir şey deneyeceğim (o sistem zaten "elime geçenleri koydum" sistemi olduğundan benim için şelale projesinin kendisi kadar önemli değil).

17.10.2023

Karayosunlarının durumu hiç hoşuma gitmiyor. Nedenini göstereyim:

Bu yüzden gübre deneyine erken başlamaya karar verdim (ama fısfıstaki gübreyi su bitip yenisini doldurmadan -veya en azından gübre deneyinin sonuçlarını görmeden-) arttırmayacağım. Bu, kontrol grubu:

İlk denek. Üstüne altı damla iz element gübresi döküldü.

İkinci denek. Üstüne altı damla demir gübresi döküldü.

Üçüncü denek. Aslında üstüne üç damla iz element, üç damla demir gübresi takacaktım ama boşluğuma geldi, altı damla iz element koydum, sonra onu dengeleyeyim derken de ayarı kaçırıp yedi damla demir gübresi koydum. Neyse, böylece gübreler olması gerekene kıyasla ne kadar az/çok onu da -tam olarak kontrollü bir deney ortamı olmayacak olsa da- gözlemleme fırsatı bulacağız.

Deneklerin toplu hâldeki gösterimi:

Gübrelerin yayılmasını önlemek için sulamayı gübrelemeden önce yaptım, ayrıca bu gübrelerin bir de "emilim süreci" olacağı için bir hafta boyunca rutine devam edeceğim (yani ekstra gübreleme yapmayacağım). Belki fısfıslamayı arttırırım çünkü su nanesi haznesinin kenarındaki yosunların durumu daha iyi, sorun besinden ziyade nem eksikliği olabilir. Buna kontrol grubunun da durumuna göre karar vereceğim. Ya aslında "dry start" yöntemi en iyisi olurdu ama bu yosunları kaçırmak istemiyorum ve kururlarsa "dry start" ile dirilip dirilemeyeceklerinden emin değilim, bütün bu çile bu yüzden. Ama tabii yosunlardan umudu büyük oranda kesersem bir kısmını "dry start" için ayırdıktan sonra çabalamayı kesebilirim (ha rutin bakıma devam edeceğim tabii, son ana kadar elimden geleni yapacağım). Ya bu arada psikolojik midir, plasebo mudur nedir bilmiyorum ama deneklerin durumu şimdiden iyi görünüyor. Halbuki bu kadar kısa sürede emme, hadi emdiler bu emilimin sonuçlarını gösterme ihtimallerinin -karşımdaki briyopsid (evet, bryofit değil; "Farkı nedir?" diye sorarsanız briyopsidler bryofitlerin bir sınıfı, yani "her briyopsid bryofittir ama her bryofit briyopsid değildir") türüne bağlı olarak tamamen imkansız olmasa da- çok düşük olduğunu biliyorum.

O değil de sistemin teknik kısmı (çok şükür) nihayet (umarım) gerçekten bittiğinden benim de aklım biyolojik kısma kaymaya başladı. Şunu fark ettim: Fazla bitkilerin olacağı yer için aceleci davranıyorum; çünkü böyle şelale vs. sistemlerinde -her ne kadar doğadan toplama olanlar dışında ya kolay ya da dayanıklı ("Kolay olmayan dayanıklı bitki veya kolay olan dayanıksız bitki de mi var?" diye sorarsanız evet, var. Birinci anubias türleri, ikinci için örnek aklıma gelmese de olduğundan eminim.) bitkiler bakacak olsam da- bitki durumu sıkıntılı olabiliyor, temel sebebi de oksijen/karbondioksit dengesinin oksijen lehine bozulması (balıklar için iyi, bitkiler için kötü). Bu yüzden muhtemelen CO2 sistemi yapmam gerekecek, onu büyük ölçüde unutmuştum. Ekstraların konulduğu yerden ziyade CO2'ye ihtiyacım var, doğru. Öte yandan ben de bu sırada boş durmayıp (kendime eziyet etmeyi, akvaryum vs. konularında başıma iş açmayı sevdiğimi zaten yukarılarda da söyledim) dekorasyon -daha doğrusu bitki yerleşimi- konusunda birkaç bir şey düşündüm. Şimdilik planım şöyle, tabii alabildiğim/bulabildiğim bitkilere ve o anki ruh hâlime -veya o sıradaki ekstra şartlara- göre bütün bunlar değişebilir, o ayrı:

Tabii buradan böyle bakarak anlaşılmıyor, o yüzden hemen "Ne nedir?" kısmına geliyorum:

A: Anubias (hangi tür olacağından henüz emin değilim ama muhtemelen küçük türlerden birini, barteri falan, seçeceğim)

Æ: Yosun topu, Cladophora topu, marimo (Aegagropila linnaei)

C: Tilkikuyruğu, çam, su boynuzotu (Ceratophyllum demersum)

D: Şans bambusu (Dracaena sanderiana)

E: Pothos, potos, salon sarmaşığı (Epipremnum aureum)

Ed: Elodea (Egeria densa)

L: Gül (Ludwigia repens) veya bataklık tohum kutusu (Ludwigia palustris)

M: Su nanesi (Mentha aquatica)

N: Zenkeri, nilüfer (Nymphaea lotus)

P: Denizdili, kındıra, geniş yapraklı kanal otu (Potamogeton natans)

Görselde gösterilemeyenler: Bambuya (görselde "D" olarak gösterildi) doğru hava hortumu ile yapılan su marulu (Pistia stratiotes) "yuvası", görselde görünen ahşabın üstüne denk gelen kısımda ise yine hava hortumu ile yapılan su mercimeği (Lemna minor) "yuvası" olacak (tabii bunlar yüzer hâlde olduğundan akıntı vs. ile yer değiştirebilir, görselde gösterilememelerinin en önemli sebeplerinden biri bu), ayrıca bir tane de hem yem atma hem akvaryuma müdahale etme hem de bol ışık alma amaçlı (çünkü su marullarıyla su mercimeklerini kendi yuvalarına koyacak olsam da zenkeri ve denizdili de yüzeyi kaplayan, kısmen yüzey bitkisi olan bitkiler), yine hava hortumuyla yapılıp Ludwigiaların (görselde "L") üstüne denk gelecek bir "boş yuva". Tilkikuyruğu (görselde "C"), elodea (görselde "Ed"), zenkeri (görselde "N") üçgeni arasına ahşap konacak. Görselde görünen ahşaba ise bir tür bryofit saracağım. Henüz hangi türü kullanacağımdan emin değilim ama muhtemelen bir çeşit briyopsid olacak. Evet, akvaryumlarda kullanılan mossların çoğu briyopsid olsa da hepsi değil, sucul ciğerotları da var (örneğin Riccia fluitans) ve bulursam koymaktan çekinmem. Bu arada görselde bazı şeyler hakkında kararımı değiştirdim ama görseli baştan yapmaya üşeniyorum, o yüzden değişiklikler: Elodea ve tilkikuyruklarının yeri değişti ve tilkikuyrukları (görselde elodeayı temsilen "Ed" biçiminde gösterilen kısım) biraz daha sola (görselin soluna) kaydı. Ayrıca denizdilleri (görselde "P") ile güllerin (görselde "L") de aynı şekilde yeri değişti.

Tabii dediğim gibi bütün bu görsel bulabildiklerime, o anki şartlara veya sadece ruh hâlime göre değişebilir. Herhangi bir kesinlik yok, sadece aklım bir türlü boş durmuyor o kadar.

Lede bir baktım, daha önce yazdım mı emin değilim ama üstünde şöyle yazılar var: 990x12*1.0-5730-72LED, 12V ve HC0003. Kesin bunların bir anlamları falan var da... Bu arada "hazne" miktarını saydım, 12 adet var (ledi 1 volttan 12 led diye hesap ettiğimizi varsayıyorum). Her haznede üç adet sarı bir şey (galiba led) var ve ortadakiyle ucu arasında üstünde 06E yazan bir şey var. Bu arada evet, üstündeki bilgiler ve araştırmayla öğrendiklerim: 72 adet lede sahip (Nasıl lan?), 12 volt (yani hazne başına 1 volt, yani 1 amperlik adaptör gerektiriyor), 5730 (ve HC0003 de) model adı gibi bir şey, 990 ne hiçbir fikrim yok (uzunluğu olamaz, başka bir şey olması lazım) ve rengini de bilmiyorum (muhtemelen beyaz görünümlü üç renklidir ama çalıştırmadan tespit etmek mümkün olmayacak gibi).

19.10.2023

Gübrelemenin iş gördüğünü varsayıyorum (ve iz element gübresi neredeyse verimsizken ikisinin bir arada kullanımı en verimli olan) ama biraz daha gözlemlemek lazım. Onun dışında nem oranını iyi koruyamadığımı fark ettim, birkaç saat içinde karayosunları fısfıslanan tüm suyu emiyor. Ona bir çözüm bulmam lazım, aksi takdirde odadan bir şey için çıkmam gereken her seferde -ki tuvalettir, odada olmayan bir şeyi almaktır, yemektir vs. derken günde en az 4-5 kez çıkmam gerekiyor- odadan çıkmadan önce yosun sulamaya başlayacağım. İyi fikirmiş bak, biraz da öyle yapalım; ama yine de daha efektif bir çözüm süper olurdu. Sis makineleri hayvan gibi pahalı [ya da pahalanmış, daha önce basit olduklarını söylemiştim -ki evet, öyleler- ama o zaman baktığımda 50 TL'ye vs. varken şu anki fiyatlar 400-500 TL bandında (mevcut kurla yaklaşık 15-18 $, çare dolarla kazanmak aq...), acaba o zaman baktığımda yanlış mı gördüm diye de düşünüyorum...] ve benim kesinlikle ikinci bir mekanik sistem, bu kez fıskiyemsi bir şey kurmaya niyetim yok. Daha doğrusu onun doğru düzgün çalışmasını sağlayacak kadar suyum, onun prizlere vs. gelmesini engellemek için set yapacak malzemem, bütün bu şeyleri odanın bir yerine sığdırabilecek kadar yerim veya bir de onun ekstralarını bindirdiği elektrik faturasını ödeyecek kadar param yok. Bakalım ne yapacağız?

Onun dışında, led için adaptör arıyorum ama hâlâ bulamadım. Aslında bulacağım yeri biliyorum ama alternatifleri değerlendiriyorum, nedense alternatiflerden de bir s...k çıkmayacakmış ve sonunda oraya gitmem şart olacakmış gibi geliyor ama hadi hayırlısı...

Neyse, ledlerin ayaklıklarını nasıl halledeceğimizi çözdüm. Bu konudan üstlerde bahsettim mi hatırlamıyorum -gerçi şelale projesiyle doğrudan bağlantılı olduğundan bahsetmiş olmalıyım- ama hem "kasa" hem de akvaryumcunun 55 cm led yapmak yerine elinde olan 50 santimi verivermesi (Sen de kabul etmeseydin lan o zaman, akvaryumcunun ne suçu var? "Piranayla Japon balığı birlikte yaşar" dese ikisini aynı akvaryuma mı koyacaksın?) nedeniyle ışığın yerleşimi, tutunması vs. gibi şeyler biraz sıkıntılı. Ha gerçi şu an 55 yerine 50 cm led almam aslında daha iyi oldu, bol bol beynimi çalıştırıp planlama, proje gibi şeylere yenilerini kattık. Bayılıyorum boyuna planlamadır, projedir yapmaya; bunların onda birinden daha azını hayata geçiriyor ve hayata geçirdiklerimin yarısından fazlasını da sorsanız utanmadan bir sürü sebep sayıp zorunluluktan olduğunu söyleyeceğim şekilde yarım bırakıyorum ama konu bu değil. Şelale projesinin çoktan bir Walstad veya farklı türde bir akvaryuma, paludaryuma vs. dönüşmemesinin temel sebebi projenin sağlayacağı su sesinin benim ruh ve kulak sağlığım açısından gerekli olması. Yoksa ben çoktan projeyi değiştirmiş, her şeyi de tamamlayıp bu yazıyı yayınlamıştım.

Bak aklıma ne geldi, şu "dry start" metodunu -daha doğrusu aynı temellere ve mantığa dayanan dekoratif yosun yetiştirme metodunu- acaba liken yetiştirmek için kullanamaz mıyız? Bir ara bir yerlerden meşe likeni (Evernia prunastri) bulup deneyeceğim. Aslında elimde meşe likeni var ama kurumuş hâlde, bana canlısı lazım. Teknik olarak olabilir diye düşünüyorum, likenleri yetiştirmek zor olarak geçer ama likenleri taşıyıp canlılığını sürdürmek zor, benim yapacağım liken ekmiş gibi olacak. Aynen, onu deneyeyim; ama tabii önce canlı, iyi durumda ve nispeten bol meşe likeni bulmam lazım. Kullanacağım metodun ayrıntılarını anlatmıyorum çünkü yaparsam zaten yaparken anlatacağım ve yapmazsam da internette hem "dry start" hem de hemen hemen aynı olan dekoratif yosun (karayosunu) yetiştirme yöntemleri zaten var, üstelik Türkçe kaynaklarda bile. Gerçi akvaryum/teraryum konusunda Türkçe kaynaklar çoğu konuda olduğundan daha verimli, teraryumu bırak akvaryumun bile hâlâ ülkede tamamen kabul edilmiş bir hobi olmadığını düşünürsek biraz garip ama işime geliyor; İSAK kapanmamış, Lepistes Kulübü bloğa dönüşmemiş olsaydı akvaryum konusundaki Türkçe kaynaklar çok daha fazla ve verimli olacaktı ama Türkçe kaynakların şu anki hâlleri de gayet yeterli (özellikle de akvaryum.com hâlâ varlığına devam ettiği ve Lepistes Kulübü kaynaklarının en azından bir kısmını koruyabilmek için bloğa dönüşmüş olduğu için).

Karayosunlarını sulamada dediğim yönteme geçtim ama böyle de fazla sulama ihtimali var (sanmıyorum ve elimdeki gerçekten yıldız yosunu-söğüt yosunu karışımıysa fazla sulasam da herhangi bir sıkıntı olmaz ama yine de tedbir almak lazım), şimdilik bir böyle bir standart vs. yapıp ışığı hallettikten sonra sulamayı ona göre bir düzene oturtacağım. Uyanınca sulama (yemleme vs. ile beraber), ışık açılınca sulama*, ışığın kapanmasına yakın sulama (yemleme vs. ile beraber), ışık kapanınca sulama. Böylece hem fazla hem de az sulama riskinden kaçınacağımızı varsayıyorum.

*Şimdi bu kısım kafanızı karıştırmış olabilir, gece yaşadığım için akvaryumun ışıklarını da akşam açılıp sabah kapanacak biçimde ayarlayacağım. Laf etmeden önce bir dinleyin, gerçi bunun arkasındaki mantığı anlamayan birinin buraya kadar okuması zor bir ihtimal ama merakı olup yeterli tecrübesi olmayan biri veya akvaryumla ilgili yanlış bir şey görünce şartlanmış gibi hemen "O öyle olmaz." diye başlayan biri -ki bu kişiye hak vermek durumundayım; ne saçma sapan yanlışlar, ne hatalarda ısrarlar gördüm... hem de forumlarda yazıp çizen, bilgili, tecrübeli geçinenler arasında bile- olabilir. Hah neyse, öncelikle birkaç bilgi vereceğim: İlki, bitkiler için gece gündüz döngüsünün bir önemi yok. Hatta akvaryum bitkisi üreticileri vs. ışığı 7/24 açık tutar, Walstad metodunda da ışığın gün ve gece içinde bir açılıp bir kapandığı "siesta" yöntemi ve bitkiler oturana kadar hep açık bırakılması gibi yöntemler var. İkincisi, yeni alınan balıklar streslidir ve bu stresi atabilmeleri için çoğunlukla ilk geldikleri gün karartma yapılır (tabii yapmayan da çok ama bilinen, yaygın bir yöntemdir); yani akvaryumun ışıkları kapalı tutulur, o gün ve gece ortama alışmalarına izin verilip gün döngüsü ertesi günden başlatılır. Üç, insanlar da dahil hiçbir canlının "Aaa dur saat 19.05 olmuş, ben şunu salgılayayım." gibi bir mekanizması yoktur. İnsanlar da dahil tüm canlıların mekanizması şu: "Etraf karanlık, şu yıldızlar şu konumda, bu kuşlar ötüyor, nem oranı şu, sıcaklık şu, o zaman ben uyku hormonu salgılayayım..." (gerçi balıklarda bildiğimiz, anladığımız bir anlamda "uyku" da yok ama biyolojik olarak "uyku" olarak tanımlanan bir şeyleri var), dolunay olan gecelerin uyku zorluğuyla ilişkilendirilme sebebi de bu, Ay her zamankinden daha parlak olduğundan vücudun kafası karışıyor ve uyku hormonunu doğru düzgün salgılayamıyor. Dört, benim odamda karartma perdesi var. Yani perdeyi açmadığım sürece ışığı kapalı olan bir akvaryumdaki canlılar gece olduğunu varsayacak (zaten karartma perdesinin olayı insan beyninin de bu şekilde çalışması), başka bir deyişle normalden biraz daha uzun bir karartmanın ardından canlıların bünyeleri bu duruma uyum sağlayacak ve herhangi bir sıkıntı çıkmayacak. Siz yaz ve kış arasındaki gece-gündüz farkına nasıl alıştıklarını sanıyordunuz ki? Yani akvaryum için gündüz ve gece saatleri değişecek, ben de akvaryum için gece (dışarısı için gündüz) olan saatlerde uyuyor olacağım. Aksini yaparsam karartma perdesinin bir işlevi kalmaz, dışarının ışığından kaçarken akvaryumun ışığına maruz kalırım; bu da verimsiz uykuya, göz ağrısına vs. sebep olur. Ha şimdi tabii derseniz ki "Şu su sesine ihtiyacın olmasa ve ışığın saatleri de aslında sorun olmasa, mesela akvaryumu farklı bir odaya kurabilsen yine aynısını mı yapardın?" Kesinlikle yapmazdım, standart gece/gündüz saatlerini ayarlar ve gündüz için otomatik yemleme makinesi alırdım (ama akşam yemini kendim atardım). Yine de camsız, yani ek bir ışık kaynağı olmadan zaten zifiri karanlık olacak bir hobihane durumu değiştirebilir ve orada da bu ters gece-gündüz olayını yapabilirdim, hatta muhtemelen yapardım, o da bambaşka bir konu. Bu arada "bitkiler için gece gündüz dengesi önemsiz" dedim ya? Bitkilerde de ilk gün karartma yapan var (ben de yapacağım zaten) ama bitkilerde çok büyük bir etkisi olmuyor, karartma yapmasanız da çok bir şey değişmez; karartmanın esas olayı zaten dışarıdan gelen canlının (ister bitki olsun ister hayvan) biyolojik saatinin -geldiği yerden farklıysa, ki doğrudan doğadan almadıysanız bunu bilmeniz zor, hatta o zaman bile zor- akvaryumda simüle edilen ortama uyum sağlaması. Hayvanlar için gece-gündüz döngüsü gerekli (kör tetra gibi mağara balıkları falan var gerçi, onlar için gece-gündüz döngüsünü bırak direkt ışık gereksiz, hatta hiç olmasa daha iyi ama istisnalardan bahsetmiyorum) çünkü uyumaları, hormonal dengelerini korumaları falan gerekiyor, bazılarında üreme için bile gece-gündüz döngüsü önemli ama bitkiler tepelerinde ışık olmayınca (yani gece çökünce) fotosentezi bırakıp sadece oksijenli solunum yapmaya başlıyorlar, hayatlarında başka hiçbir şey değişmiyor (tabii yine istisnalar var ama konu onlar değil, istisnalara bakacaksak böcek avlayıp yiyen bitki de var), zaten 7/24 ışıklandırılabilme sebepleri de o, aslında geceye hiç ihtiyaçları yok (ama hayvanların var). Bu arada merak ederseniz, ışıklandırmayı 18.00-05.00 (akşam 6 sabah 5) biçiminde ayarlayacağım.

21.10.2023

Karayosunlarıyla durumum biraz karışık, bir iyi gibiler bir kötü, fısfıstaki su bitene kadar ekstra bir şey yapmadan gözlemlemeye devam edeceğim. Onun dışında bitki listemi oturtabildim, tabii buradaki her şeyi alacağım (veya toplayacağım) anlamına gelmiyor ama akvaryum temelde bu bitkilerden müteşekkil olacak (-parantez içindeki Latince adlar haricinde- italik yazılanlar bulabilirsem doğadan toplayacaklarım, kalın yazılanlar zaten ticarette pek yer almayıp mecburen doğadan toplayacaklarım, hem kalın hem italik olanlar da Balıkesir gibi yerde bulmamın zor olup doğadan da toplama imkanım olmadığından ya sisteme giremeyecek ya da internetten getirtilecek olanlar): Zeytin (Hygrophila polysperma var. Ceylon), Marsilea hirsuta, "Anubias heterophylla", Bucephalandra pygmaeaHymenasplenium obscurum (Bunu kesin istiyorum, o yüzden internetten getirttirme ihtimalimin en yüksek olduğu bu), Echinodorus × barthii, "Sagittaria subulata", burgulu saz (Vallisneria sp. Mini Twister), marimo, söğüt yosunu (Fontinalis antipyretica), su nanesi (Mentha aquatica), denizdili (Potamogeton natans), şans bambusu, su mercimeği, elodea (Egeria densa), su marulu, tilkikuyruğu/çam (Ceratophyllum demersum), kurbağakaşığı (Alisma plantago-aquatica veya Alisma lanceolatum), Microsorium windelov, Java eğreltisi, zenkeri, pothos sarmaşığı, ciğerotu (Marchantiophyta şubesinden herhangi bir bryofit; gerçi Riccia sp. gibi, akvaryum bitkisi olarak ticareti yapılan birkaç sucul/emers ciğerotu türü var), gül (Ludwigia repens), Azolla carolinianaSalvinia cucullata, çınar (Hygrophila difformis), limon (Hygrophila corymbosa), parvula, "Cryptocoryne" türleri. Bunlardan bazısını interneti karışlayacak kadar çok isterken bazısını sırf "Aaa, bu da şartlarıma uyuyor ha." diye ekledim, bulsam bile almama ihtimalim yüksek (örn. limon).

Işığı akvaryuma takabilmek için çözüm aramaya devam ediyorum, adaptör bulduktan sonra sorunlar hallolsa neyse de... aslında adaptör, ışık hakkındaki sorunlarımın en küçüğü. Ha bu arada karayosunları konusuna dönersek, elimde biraz yosun kaldı (aslında hem yıldız yosunu-söğüt yosunu karışımından -ki akvaryumda kullanmamış olsam da içinde biraz meşe likeni de var- hem de o öbür, türünden hâlâ emin olmadığım ama söğüt yosunu olma ihtimali az da olsa olan yosundan var), onları "dry start" yönteminin de temeli olan dekoratif yosun yetiştirme yöntemini denemekte kullanacağım; ama fısfıstaki su bittikten sonra. Yeni suya gübre katmayacağım, çeşme suyunun içindeki maddeler, dekoratif yetiştirme tekniğindeki yoğurt ve şeker (özellikle şeker) zaten gübre görevi görüyor (zaten o yüzden bitkili akvaryumda ters ozmos kullanılmaz, kullanılınca da suya envaiçeşit katkı eklenir). Likenlerin bu şekilde yetiştirilebileceğini varsaymamın en önemli sebeplerinden biri de işin içine şeker tarafından beslenecek olan laktobasillerin girmesi zaten ve klor, algleri bir dereceye kadar engellese de balıklar üzerinde olduğu gibi kesin bir zehir etkisi yok (içme suyunun yosun bağlayabilme sebebi bu). "Ne algi?" diye bir soru duymadığımı varsayıyorum, gidin liken nedir bakın kardeşim algin ne alaka olduğunu merak ediyorsanız... "Peki ya gübreleme işi yosunlara iyi geldiyse, tamam çeşme suyunda da maddeler var ama?.." diye sorarsanız, zaten iyi geldiğini varsayıyorum -tabii son kararı fısfıstaki son suyu da fıslayınca vereceğim- ve halihazırda "erişkin" olarak var olan yosunlara her gün bir damla iz element, günaşırı da demir gübresi damlatacağım.

Ya sabır... Şimdi, "bitkisel" bir güncelleme zamanı. Hani daha önce Myriophyllum spicatum sanıp bir türlü adını hatırlayamayınca "Öyle bir bitki yoktu herhalde ya..." diye C. demersum olduğuna karar verdiğim, sonraki araştırmalarımda da "Tamam, kesin M. spicatum bunlar" dediğim -ve fırsatını bulunca tekrar toplayacağım- bitkiler vardı ya hani? Kesin türlerini nihayet buldum (bunun kesin aynısı, daha da benzeri çıkarsa ağır söverim çünkü fiziksel olarak mümkün değil; su yüzeyindeki fotoğraflarda bile aynı lan) ve bu buluş beni aşırı şaşırttı çünkü bu bitkinin Türkiye'de doğal olarak yetişmesini bırak, varlığından bile az önceye kadar haberim yoktu. Nedir o bitki peki? Ceratophyllum submersum! Ama eben artık yani... Yuh ulan! Bu arada İngilizce adı "tropical hornwort, soft hornwort" diye geçiyor (o bitkileri ellemiş, temizlemeye çalışmış biri olarak bu "soft" adlandırmasının aşırı yerinde olduğunu söylemeliyim) ve C. demersum da İngilizcede sadece "hornwort" olarak adlandırılıyor; yani C. submersum için Türkçe bir ad ararsak "tropik/yumuşak tilkikuyruğu/çam" diyebiliriz. "Tropik çam" ticari açıdan daha uygun bir adlandırma gibi duruyor ama elbette burada ticari değil düzgün bir çeviri yapmaya çalışıyorum, o yüzden bu bitkiyi bundan böyle "yumuşak tilkikuyruğu" olarak anacağım (özellikle de bulduğum ve bulunduğunu az önce öğrendiğim iki yerin de tropiklikle kesinlikle en ufak bir alakası olmadığı için). Bak şimdi, "C. submersum"un varlığını öğrendiğim araştırmalarım sırasında (işin ilginç yanı, aslında bambaşka bir şeyi araştırmak için yola çıkmam ve şu an arama motoruna ne yazdığımı bile hatırlamamam) suluçanak (Ranunculus trichophyllus) diye bir bitkiyi de öğrendim. Çok güzel, kesin istediğim bir bitki ama şimdiye kadar hiçbir yerde görmedim (veya çiçek açmadığından tanımlayamadım) ve yapısına bakınca benim sistemimdeki ışık yeterliymiş gibi durmuyor. Yine de bir yerde bulsam ikinci kez düşünmeden biraz alırım. Bu arada elodea da doğada hiç görmedim, neredeyse bütün dünyaya yayılmış, aslında bir su üstü bitkisi olmamasına rağmen suya öylece attığınızda bile hayatta kalıp bir de üstüne büyüyüp üreyebilen (dünyanın hemen hemen her yerine yayılmış olmasının başlıca sebeplerinden biri de bu) bir bitki ama doğada asla rastlamadım. Hayır emers bir bitki de değil ki "İki farklı formu var, ben de sadece sualtı/akvaryum formunu bildiğimden tanıyamadım." diyeyim... Yooo, bayağı gittiğim, gezdiğim, kah balık kah bitki aldığım hiçbir sulak alanda elodea yoktu lan. Bu arada bir liste buldum, o listede "C. demersum"un Türkçe adı "kaba boynuzyaprak" (zannımca "rigid hornwort"un bire bir çevirisi), "C. submersum"un Türkçe adı "dikensiz tilkikuyruğu" olarak geçiyor. Bu dikensiz tilkikuyruğu adını kullanırım ben, hem bitkiye tamamen uyuyor hem de literal bir Türkçe ad. Çok iyi bir kaynak bu arada, varlığını bilmediğim veya emin olmadığım (hatta unuttuğum) bitkiler de dahil olmak üzere ülkemiz sularındaki birçok "sucul ot" (ve hepsinin literal Türkçe adları) var: https://www.tarimkutuphanesi.com/SUALTI,_SUALTI-YUZEN_VE_YUZEN_YABANCIOTLAR_00536.html. Ha tabii konuyu tarım -ve tarım alanındaki tanımıyla "yabancı otlar"- üzerinden ele aldıklarından tarım zararlısı olma potansiyeli olmayan bitkileri (örn. Alisma sp.) listelememişler ama yine de çok değerli bir kaynak. Yalnız ben bu sayfayı bir kaydedeyim, sonra silinirse, site kapanırsa (gerçi kapanacağını sanmıyorum) vs. böyle bir kaynaktan mahrum kalmayayım. Bu arada şu an okuduğum kaynak cidden inanılmaz, kendimi maden (veya -konsepte uygunluk açısından- dere yatağında altın) bulmuş gibi hissediyorum. Hani şu, baraj kenarından aldığım beyaz taşlar vardı ya? Biri de şu an akvaryumda. Hah, diatomitmiş o. Zararlı salınımı bırak, aksine biyolojik filtrasyona yararı varmış ve fosilleşmiş diyatome(ler)den oluşuyormuş. Buna benzer bir kayaç yapısı Salda Gölü'nde de vardı, soyu tükenmiş bir bakterinin fosillerinden oluşan taşlar; gerçi diyatomeler bakteri değil, bildiğin alg ama alg dediğin şey de bitkiyle bakteri arasındaki "ara tür" gibi bir şey zaten. O sebepten ikisinden de farklı olarak kabul edilip sınıflandırılıyorlar; hatta modern sınıflandırmada farklı algler farklı sınıflarda, "algler" diye tek bir âlem bile yok. Şu anki sınıflandırma fazlasıyla karışık, o yüzden o kısma hiç girmiyorum ama alglerin biyolojik açıdan bitki-bakteri arası bir şey kabul edilmeleri devam ediyor [sınıflandırma farklılığı genetik açıdan bitkilere mi, bakterilere mi, yoksa protozoalara yani algin hayvan versiyonlarına (bakteriyle hayvan arasında kabul edilen mikroorganizmalara) mı daha çok benzediklerine göre yapılıyor sanırım ama tam olarak emin değilim, biraz daha okuma yapmam gerek].

Ha hazır bitkilerden falan bahsediyorken, bu proje aslında Walstad metodu değil (hatta başta esinlendiğim şeyler arasında olmasına rağmen mevcut hâli Walstad'a en uzak şeylerden biri) ama Walstad metoduna benzer şekilde ben de "Her çeşit bitkiden en az 1 adet" koyacağım ve rizomlu bitkilerle soğanlı bitkiler Walstad'da köklü kabul edilse de akvaryumculukta normalde köklü bitkiler arasında sayılmadıklarından ayrı kabul edeceğim. O yüzden o üstteki listeyi çeşitlerine göre ayırıyorum (temelde kendim için): 

Gövdeli bitkiler (Walstad metodunun bel kemiği): Zeytin, Marsilea hirsuta, su nanesi (gerçi ben su nanelerini karasal alanda kullanacağımdan gövdeli değil köklü, yani çiçekli bitki gibi işlev görecekler ama su içine ekerseniz gayet açık ki gövdeli bitki kategorisinde olurlar), elodea, tilkikuyruğu, gül, çınar, limon

Çiçekli bitkiler [Temelde kökten beslenirler, Walstad için "köklü bitkiler" denince ilk akla gelenlerdir. Ha bu arada bu kategori aslında "çiçekli köklü bitkiler", yani diğer kategorilerdeki bitkilerin hiçbiri açmıyor da bir bunlar çiçekleniyor gibi bir durum yok; aslında akvaryum bitkilerinin büyük bölümü biyolojik olarak çiçekli bitkiler (Angiospermae) kategorisinde]: Echinodorus × barthii, Sagittaria subulata, burgulu saz, kurbağakaşığı, parvula, Cryptocoryne sp.

Rizomlu bitkiler: Anubias heterophylla, Bucephalandra pygmaea, Hymenasplenium obscurum, Microsorium windelov, Java eğreltisi

Mosslar [Sucul bryofitler, başka bir deyişle "makrofit bryofitler". Ayrıca Walstad metodunda gövdeli bitkilerin yandan yemişi gibi sayılıp neredeyse tamamen görmezden gelinerek dekorasyon öğesi muamelesine maruz kalırlar (hak teslimi açısından, Walstad ve üretim için bitki gerektiren üretim tankları dışındaki hemen hemen her türlü akvaryumda bitkilerin tamamı dekor öğesi gibi muamele görür), gövdeli bitkilerin yandan yemişi olarak sayılma nedenini karayosunlarının beslenme prensibini anlattığım kısmı tekrar okuyarak anlayabilirsiniz.]: Marimo (Komik bir ayrıntı: Marimo biyolojik olarak aslında bitki değil, bir makro alg; yani sanki tek bir organizmaymış, büyük, bütüncül, "gerçek" bir bitkiymiş ve algler de kendi başlarına organizmalar değil de onun hücreleriymiş gibi davranan, bir nevi gerçek bitkileri taklit eden bir alg kolonisi; daha "bitkimsi" örnekleri arasında kelpler, Caulerpa sp. ve Chara türleri var.), söğüt yosunu

Su üstü bitkileri [Walstad metodunun "starter kültür"ü, tabii asıl işlevleri o değil ama olmazsa olmazlık düzeyleri ve kullanım sebepleri (evet, işlev ve kullanım sebebi farklı, hatta alakasız şeyler olabiliyor; böyle bir dünyada yaşıyoruz) aynı]: Denizdili, su mercimeği, su marulu, pothos sarmaşığı (yaprakları değil, sadece kökü akvaryumda olacağından böyle değerlendirilmesi gerekiyor), Azolla caroliniana, Salvinia cucullata

Soğanlı bitkiler: Zenkeri (hemen hemen tek seçenek)

22.10.2023

Dekoratif yosun yetiştirme metodunu denemeye karar verdim. Birini elimde kalan yosunlarla ve karma olarak, birini de hâlihazırda sistemde bulunan, iyi durumdaki ama gübrelenmemiş olan yosunlarla hazırladım. Önce yosunların durumu, tohum-1:

Tohum-2:

Yosunları makasla küçük parçalara böldüm, daha sonra karıştıracağım için çok da küçük bölmedim gerçi. Arasında az miktarda ölü meşe likeni de var.

İki ayrı "kök" hazırlayacağımdan iki ayrı yoğurt hazırladım, mineraller (=bitkilerin ve tarım/akvaryum/paludaryum/teraryum vs. yararlısı bakterilerin beslenebileceği maddeler) açısından yoğurt suyu, kuru maddeden (=yoğurdun katı kısmı) daha zengin olduğundan özellikle suyunu bol tuttum.

Suyu kaynatıp koydum, bana ılık su gerek (nedeninden emin değilim ama birkaç fikrim var ve ılık gerektiğini de biliyorum) ve işlerimi yapana kadar ılıyacak.

Şekeri yoğurtlara koymuştum. Neyse, üstüne bu şeyleri döktüm. Aslında beklendik bir sonuçtu, neticede tariflerde mikser, blender vs. kullanılıyor ama... Nasıl görünmesi gerektiğini bir fotoğraf dışında bilmesem de böyle görünmemesi gerektiğine eminim:

Ayran aşına döndü lan... Yosunları ve kabı iyice duruladım, yosunların üstünü kapatıp az bir miktar suyla gölgeye koydum. Gün ağarınca blenderi kullanarak doğru düzgün yapacağım. 

Hayır onca yoğurt (ve yoğurt suyu) boşa gitti, ona yanıyorum. Ha, yosunlar mı? İlk "tohum" zaten ölmeye yüz tutmuştu (aslında şu an yaptığımı yaparak bir gün daha dayanabileceklerini biliyorum, yapmasam belki yarına kurumuş olurlardı; gerçi dediğim gibi karayosunu öldürmek öyle kolay bir iş değil, neredeyse özellikle uğraşmak gerekiyor -"neredeyse" kelimesine dikkat-), ilki olmayınca da ikincileri hiç heba etmedim, oldukları yerde canlı ve sağlıklı olarak duruyorlar. Yani elimde hâlâ bu denemeyi yapacak kadar canlı yosun var ve en başta bu denemeyi yapmamın birincil sebebi zaten elimde ihtiyaç fazlası karayosunu olmasıydı. İkinci sebep de halihazırda "kasa"ya tutunan yosunlarım olursa diğerleriyle birleşerek onları yayılmak konusunda "teşvik edeceğini" ummam. Tabii bu tekniği başarsam da başarmasam da likenleri ayrıca denemeliyim*; çünkü likende bu tekniği deneyen olup olmadığını bilmiyorum ve başarılı olursam süper olur, başarısız olursam da "Liken yetiştirmek zor zaten." der geçerim.

*Tabii bu karışımın içindeki az sayıda, kuruyalı biraz süre geçmiş ve yıkarken bir kısmı gidip daha da azalmış (3-4 parçadan 1-2 parçaya düşmüş) likenler çıkmazsa -ki bir şekilde "dirilip" çıkmaya çalışsalar bile bryofitlerin onları "boğacağını" ve hikayeyi başlamadan bitireceklerini düşünüyorum, yani bu karışımın içindeki likenlerden verim alacağım konusunda inancım neredeyse sıfır. Karayosunlarından farklı olarak likenler hassas şeyler, nem oranının farklılaşması bile onları öldürebiliyor ve karayosunlarındaki gibi "Yeterince nemle düzelebilir lan aslında." durumu yok, bir kez kurudu mu işi tamamen bitmiş oluyor. "Liken yetiştirmek zor" tabiri de bu nazlılıklarından ileri geliyor zaten. Ha karışımdaki likenler çıkarsa bu kez de "Ulan demek ki bu teknikle liken yetiştirilebiliyor!" diyerek deneme değil, kesin yetiştirme amacıyla yapacağım. Her halükarda bu tekniği likenlere uygulayacağım yani.

Bu arada şu dünkü yazıda bahsettiğim okumalara devam ederken bendeki yosunları, hani yıldız yosunlarıyla karışık olarak bulunduğunu düşündüğüm (hepsinin aynı tür olma olasılığı da var bu arada) bitkilerin türünü de buldum. Zaten bu tür bilgiler, şeyler hep alakasız şekillerde karşıma çıkıyor; özellikle araştırınca bulamıyorum. Muhteşem lan. Hah neyse, elimdeki o söğüt yosunumsu bryofit Brachythecium rutabulum ve eminim. İnternetten görsellerine bakıp bendekilerle karşılaştırırsanız anlayacaksınız. Ha bu arada bunların spor keseleri varmış (çoğu karayosununun var) ama yine de vejetatif olarak da yayılıyor olmalılar, özellikle de su nanesi haznesinin kenarına yapıştırdıklarım hâlâ yaşarken ve gayet de iyi durumdayken. Gerçi onlar farklı türde olduğunu düşündüklerimdi ama şu an aynı gibi duruyorlar, ha kütüğün üstünde olanlar hâlâ farklı duruyorlar ama o akvaryumdakiler gayet B. rutabulum gibi duruyorlar, değilse de söğüt yosunu yani, öyle bir olayları var. Kapalı olan yapraksı yapılarını açtılar (ama kütüğün üstündekiler hâlâ kalın ip gibi görünecekleri biçimde "kapalı").

Hass... Saat 11.43, uyandım ve yeni dank etti. Ulan benim fısfısta hâlâ gübreli su var ya? Gübreli su bitip yeni su doldurmadan dekoratif yöntemi denemeyecektim? Neyse ki miktarı az, yoğun sulama programını kullanırsam 1-2 güne biter, karayosunlarının da kapağını açıp o gölgeden alarak diğerlerinin olduğu kısma koymalıyım, o şekilde onlar da fısfıstaki su bitene kadar dayanır. Ulan ya, bunu nasıl akıl edemedim ki ben.... vay arkadaş ya....

Ha bu arada hani "Akvaryum oturmadan bu yazıyı yayınlamayacağım." diyorum ya? O aslında sadece benim gereksizlik abidesi "Her şey kusursuz olmalı!" tavrımdan kaynaklanmıyor. Yarı yarıya pay sahibiyim, kalan yarısı akvaryumun doğasından kaynaklanıyor. Nedir o? Canlı (=hayvan, dediğim gibi bitkili akvaryumlarda bile bitkiler canlıdan ziyade "bakıma ihtiyacı olan dekor" olarak kabul edilir, "canlı" denince kastedilen sadece balıklar, omurgasızlar, amfibiler vesairedir, bitkilerden "bitki" olarak bahsedilir ve pek bakım ihtiyacı olmayan bitkilerden sadece birkaç tür içeren akvaryumlarda kimi zaman ayrı kategori bile açılmayıp bitki türleri dekorasyon kategorisinde sayılır; deniz akvaryumlarında da mercanlar benzer biçimde muamele görür ama anemonlar -akvaryumda çok sayıda anemon yoksa ve tabii zoanthidleri vs. hariç tutarak- "canlı" yani "hayvan" olarak muamele görür) girişinden en az bir ay sonraya kadar aslında akvaryum kurulmuş, bitmiş olarak değerlendiril(e)mez. Neden peki? Çünkü canlıların adapte olup olamayacakları belirsiz, hasta olup olmadıkları belirsiz, tanktaki diğer canlılarla nasıl anlaşacakları belirsiz... Hatta görünümleri bile belirsiz; örneğin tetralar, barbuslar ve birçok benzer balık taşınma esnasında renk atar, bir hafta geçmeden gerçek renklerini bilemezsiniz (sizin akvaryumunuzda muhtemelen akvaryumcudan daha iyi şartlarda olacağından daha iyi görünebileceği gibi yanlış ışıklandırma vs. gibi sebeplerden bambaşka da görünebilir, üstelik balığı bizzat gözünüzle değil de videodan/fotoğraftan görmekten bahsetmiyorum bile). Bu durumda benim en büyük payım "Bitkiler iyileşip istediğim gibi ormanlaşmadan balık girmeyecek!" tavrım, normalde (Walstad metodu gibi istisnalar haricinde) balıklar bitkilerden hemen sonra (aynı gün), bir gün sonra veya bir hafta sonra konulabilir (bu sonuncusu tutan bitkiler tutsun, beklenmedik bir şey çıkarsa -ki hep çıkar, şikayetiniz varsa Murphy'ye bildirin- balıkları strese sokmadan hemencecik müdahale edebilelim diye) ama ben pek kullanılmayan (ama görüntü açısından net en iyi sonucu veren) yöntem olan bitkiler tam istediğim kıvama girdikten sonra balıkları koyacağım. Salyangoz vs. benim kullandığım yöntemde, hatta Walstad metodunda bile genelde balıklar kadar beklenmeden koyulur çünkü bitkilerle rekabet edecek olan algleri yiyorlar (Walstad için ekstra yararları da var ama o konuya hiç girmeyeceğim), tabii marimo, Chara gibi makro alglere elma salyangozu (Pomacea bridgesii) vs. türler salça olabiliyor ama minaredir, neritelerdir onları da makro alglerin olduğu akvaryumlarda tutabilirsiniz, zararları olmaz. O siyah minarelerden bulsam hemen koyacağım yani, ondan bahsediyorum (ve bitkilerle gelen ramshorndur, minaredir varsa direkt onları akvaryum faunasının parçası sayacağım).

O değil de ta sonunda aynı gün içinde yazdığım paragrafların başına saat koymaya başlayacağım, o olacak. Hah neyse, daha önce topladığım kurbağakaşığı (ve onu aldığım yerdeki diğer kurbağakaşıkları) Alisma plantago-aquatica (çobandüdüğü türü kurbağakaşığı, Avrasya çapında yaygın) değil de Alisma lanceolatum (kurbağakaşığı türü kurbağakaşığı, Batı Asya boyunca yaygın) gibi duruyor. Yaprak yapısı (nispeten dar) ve bulunduğu yer (suyun çok iç taraflarında bile vardı) bunu gösteriyor gibi. Alisma cinsinin Türkiye'de bir değil iki türü varmış, bu yaştan sonra bunu da öğrenmiş olduk (ama dikensiz tilkikuyruğu C. submersum kadar büyük bir şok olmadı). Ha bu arada o topladığım ciğerotları da muhtemelen Lunularia cruciata çünkü Türkiye çapında en yaygın olan tür bu ve yaprak (tabii biyolojik olarak bunlar aslında yaprak değil ama "yapraksı yapılarının yapısı benziyor" diye bir cümle kuracak değilim) yapıları hemen hemen aynı gibi, tek fark arada tek tük gördüğüm -ve farklı tür olma ihtimali yüksek olan- başka bir ciğerotuyla karışık hâlde olmasıydı (ama yosunlar gibi beni hâlâ "Lan bu koloni tek türden mi yoksa iki farklı türden mi?" diye düşündürmüyorlar çünkü koloniler karışmış olsa da bariz şekilde farklı türlerden oluşan farklı kolonilerdi, sadece sınırları iç içe geçmişti), asıl onun türünü çok merak ediyorum.

Sulama yaparken paludaryumun sol tarafındaki yosunlar koptu. Nasıl becerdiğimi inanın ben de çok merak ediyorum.

Gördüğünüz gibi çok da yıkıcı bir etkisi olmadı üzerimde, peki neden? Üç sebebim var. İlki, o yosunlar sistemdeki en kötü durumdaki yosunlardı. İkincisi, başından beri düzgün yapışmamışlardı (düzgün yapışmayanlar sadece o fırlayan parçalardı ve kötü durumda olmalarının da bununla ilgili olduğunu varsayıyorum). Üçüncüsü aslında sebepten çok bir sonuç, ilk ikisinin sonucu: İlk ikisi nedeniyle bu yosunları tekrar yapıştırmakla uğraşmayacağım, aksine dekoratif yetiştirme metodundaki yosunlarla karıştıracağım ve bu üst tarafı da o "ikinci parti"yi sürmekte kullanacağım (onun için bir deney alanı arıyordum zaten, şimdi hem yosunların kurtarılma ihtimali daha fazla hem de son çare olarak kullanacağım ama kullanmayı -en azından bu yöntemi becerebildiğimi kendime kanıtlamadan kullanmayı- hiç mi hiç istemediğim yer haricinde deney alanım var, yani işime geldi). 

Sonuç olarak iyi durumda olan kısımlarını kesip diğerlerine ekledim, böyle bir gün daha dayanırlar ama sonrasında hemen dekoratif yetiştirme yöntemini uygulamam gerekir. Fısfısta kalan suyun çoğunu akvaryuma dökmem gerekmeyeceğini umuyorum (ama kullandığım fısfısın yapısı, gerçi onu o hâle getiren de bendim ama konu değil, gereği illaki dibinde kalanı dökmem gerekecek). Bu arada düşündüğümden çok daha fazla birey (evet birey, bu bir koloni ve o sapçıkların her biri başlı başına tek bir bitki) düşündüğümden katbekat daha iyi durumdaydı ama bu, sistemdeki en "ölüme yakın" koloninin o olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Ha bir de beni heyecanlandıran bir şey fark ettim:

Fark edebildiniz mi? Nereye bakacağınızı biliyorsanız -veya karayosunları hakkında bir miktar bilgi sahibiyseniz- rahatlıkla fark edersiniz; ama tabii ki fark edemeyeni de küçümsemem, sonuçta karayosunları hem bahçe bitkileri hem teraryumlar hem de akvaryumlar konusunda niş bir alan. Evet, sadede gelelim, fark etmeniz gereken şey şu: Dallardan biri "kasa"ya tutunmuş. Eee, yani? Bunun hayatımıza (veya en azından kurduğun sisteme) tam olarak ne katkısı var? Bu, yalnızca tek bir şeyin göstergesi, aslında bir tür ilk adım: Yayılıyorlar! Karayosunları yayılıyor. Yavaş yayıldıklarını biliyordum ama şimdiye kadar sadece dikey büyüdüklerini  ve yapraksı yapılarını açtıklarını gördüğümden "Ulan bunların yayılmak gibi bir niyeti yok mu acaba?" kaygısı yaşıyordum. Ha bu arada "dikey büyümek" demişken beklediğimden uzunlar ama diğer karayosunlarından daha çok su seven karayosunları -ve tabii ki emers/amfibik bryopsidler- arasında dikey uzama yaygın zaten. Bryopsid? Bryopsida yani "yapraklı karayosunları" sınıfından bryofitler; bunlara "yapraklı" denmesinin sebebi de benim de bazen yapraksı yapılanma, bazen de direkt yaprak dediğim, evrimsel biyolojiye göre yaprakların atası olan ama biyolojik olarak yapraklardan farklı şeyler olarak görülen ve buna rağmen bilimsel makalelerde bile sıklıkla "yaprak" olarak anılan o yapılara sahip olan bryofitler. Ayrıca ciğerotu olmayan bryofitlerin yaklaşık %95 kadarı da yapraklı karayosunları sınıfında; akvaryumlarda iyi tanınan Java yosunu falan da bu sınıfta. Burada garip de bir detay var, ciğerotları Bryophyta’dan ayrıldı, hatta kendi içlerinde de (gerçek) ciğerotları Marchantiophyta ve boynuzsu ciğerotları (boynuzotları) Anthocerotophyta olarak ayrıldılar; doğru terimin artık artık "setafit" olması gerekiyor (çünkü hepsi Setaphyta kladının şubeleri sayılıyor) ama bryofit terimi ciğerotlarını (markantiofitler yani Marchantiophyta), karayosunlarını (Bryophyta sınıfının gerçek üyeleri, yani bir nevi gerçek bryofitler), boynuzotlarını (anthokerotofitler yani Anthocerotophyta) ve Setaphyta kladından olan her türlü bitkiyi tanımlamak için kullanılmaya devam ediliyor. Bakın gördünüz mü neler neler konuşuyoruz? Çünkü doğru ve bilinçli akvaryum bakımı için gerekli. Boşa demiyorum "akvaryum disiplinlerarası bir hobidir" diye. Akvaryum bakarken biyoloji (özellikle zoolojinin ihtiyoloji alt dalı ve ekoloji), kimya (doğal olarak özellikle su kimyası), fizik, coğrafya, hayvan psikopatolojisi, hidroloji gibi birçok doğa bilimini en azından temel düzeyde bilmek zorundasınız. Bunu sadece ben de demiyorum ha, ilk diyen olmaktan da çok uzağım, sadece bu gerçeği dile getiren sırada insanlardan bir diğeriyim. Ha bu arada sulama yaparken (fısfıstaki suyu akvaryuma boşaltmak zorunda kalmayayım diye sulama işini biraz abarttım ama onu dengelemek çok da zor değil, bir günü es geçip birkaç gün de günde bir sulama yapsam dengelenir, hatta es geçmesem bile dengelenir, sadece bir gün daha uzun sürer) tutunan, yayılan birkaç tane daha dal gördüm. Acayip mutluyum lan.

23.10.2023

Bugün birkaç işi halletmek (havuz kepçesine sap bakmak, led için "ayaklık" -ayrıntısını anlatacaktım ama gerek kalmadı- bakıp adaptör, lehim gibi işlerini halletmek, ışığı halledebilirsem "Hazır çıkmışım" diye bitki almak; şimdilik aklıma gelenler bunlar) için dışarı çıktım ve... O, diatomit topladığım baraj gezisinden çok daha verimsiz bir gezi yapmayı başardım. Elde ettiğim şeyler şunlar: Ledler ya bozuk ya da ampulleri yok (Ne?), jak da bozuk, daha bilmediğim sorunlar bile olabilir. Gideceğim internetten alacağım, belki jakı lehimlenmiş hâlde gelir, gelmezse de nerede lehimleteceğimi -ve adaptörü nereden alacağımı- biliyorum (ipucu: aynı yerden bahsediyorum). Onun dışında akvaryuma çam (C. demersum) değil dikensiz tilkikuyruğu (C. submersum) koymaya karar verdim (çünkü nereden toplayabileceğimi biliyorum), ha bugünün verimsizliği beni azıcık "Koymuyorum lan bitki mitki, böyle kalsın sistem. Yeter!" kafasına soktu ama akvarist zihninin öyle çalışmadığını hepimiz biliyoruz. Oh be, gittim Linhart diye bir markanın "Akvaryum Led Aydınlatma 6500k Beyaz 70cm" ürününü söyledim. Kafa rahat; çünkü adaptörü de yanında. Bu işin bittiğini hâlâ ağız tadıyla söyleyemesem de önemli bir eşiği açtık, rahatladım be.

24.10.2023

Dekoratif yosun yöntemini denedim. Önce o iyi durumdakileri aldım; çünkü diğerinin karışması riskini almak istemedim (bu ona karışsa da olur, zaten karışık).

Yalnız şöyle bir sorun oldu, malzeme aşırı az olduğundan cihaz iş görmedi. Ben de "Ne olacaksa olsun artık" diyerek kalan her şeyi ekledim.

Rengi biraz tuhaf oldu, bu konuda daha önce uyarıldığıma gerçekten memnunum. Kaynağımda "Rengi biraz tuhaf oluyor, korkmuyoruz" cümlesi yazmasaydı bu renk cidden beni korkuturdu.

Gittim, sıvadım.

"Katı madde" ve sıvı kısım beklediğim kadar homojen değil, bariz biçimde ayrışmış, gerçi o benim "yosunları çok parçalamama" prensibimle de ilgili olabilir. Likenleri denerken sıvı kısımla katı kısmı tamamen iç içe geçirecek bir alet (çok daha fazla parçalayarak malzemeleri hemhal eden gerçek bir blender) kullanacağım. Denek olarak kullanılmış kolonin kalıntıları (birkaç fıslamaya kendin düzeltir aslanım benim, bu koloniye güveniyorum):

Görsellerde görebileceğiniz gibi fazla sıvıydı, "boyamaya" çalışırken beni biraz zorladı. Daha da önemlisi karışımdaki şekerin akvaryum suyuna karışarak orada saçma sapan bakteriler türetme, daha bitki girişi yapmadan alg sorunu ortaya çıkarma veya su değerlerini bozma riskini göze alamazdım, bu yüzden akvaryuma bir kapak bakteri kültürü döktüm (normalde akvaryumu tam doldurduktan sonra başlangıç için katacağım kadar). Böylece hem bakterilerin şekeri hemencecik tüketmesini sağlıyorum (yoğurdu kendi bakterileri tüketir ve laktobasillerin nitrifikasyona da yararı var, bu nedenle yoğurttan -özellikle de ev yapımı olduğundan- zerrece bir korkum yok) hem de bakteri kültürüne bir tür "booster", yani hızlandırıcı, çabucak üremelerini ve dolayısıyla  daha hızlı ve çabuk tutunmalarını sağlayan bir besin sağlayarak bir taşla iki kuş vurmuş oluyorum. Akvaryumda halihazırda çok az su olup tutunmalarının çok daha kolay olduğundan bahsetmiyorum bile, tabii üstüne direkt klorlu mlorlu çeşme suyu katınca bakteri kültürünü de yenilememiz gerekecek ama o zamana kadar akvaryumda şu an mevcut olan birtakım saçma sapan kalıntıları ve bu karışım vs. ile gelen yeni olası kalıntıları temizlemiş olacaklardır (Spoiler: Liken karışımını yapıp uyguladıktan sonra da akvaryuma sıfırdan kurulum yapmışım gibi bakteri kültürü ekleyeceğim, ayrıca belki bakteri kültürüne ek olarak su düzenleyiciyi de hemen ekleyebilirim).

Karışımın da birazı kaldı bu arada, şimdi koydum, biraz buharlaşıp azıcık daha "boya" kıvamına gelmesini bekliyorum. Gelince ne yapacağım hakkında henüz bir fikrim yok gerçi.

Bu arada yukarılarda hep "düşük pH=yumuşak su" gibi anlatmışım ama o iş tam olarak öyle değil. Anlatımım bayağı "yüksek CO2=asidik su" gibi olmuş lan, fark etmemiştim. Eski kitapçıklara vs. arada dönmek, hafızayı ve bilgi birikimini tazelemek gerekiyor demek ki. Önce verdiğim örnek hakkındaki açıklamayı yapacağım: CO2 pH'ı düşürme özelliğine sahiptir, bu da -doğal olarak- suyun asidik olmasına neden olur; ama gidip de "pH düşürmem gerek, akvaryuma CO2 basayım" demezsin (diyen de var gerçi, hatta Sera gibi bir markanın kitapçığında bile çözüm yollarından biri olarak anlatılıyor). Benimki de aynı hesap. Şöyle ki suyun toplam sertliği (GH) hesaplanırken en önemli kriterlerden biri karbonat sertliğidir (KH). Karbonat sertliği ise kalsiyum karbonat, magnezyum karbonat gibi tuzların suda çözünmüş olan oranıdır ve bu tuzlar alkalidir, asitleri absorbe etme kapasiteleri vardır. Akvaryumlarda pH düşürmek için kullanılan temel malzeme hümik asittir (kökler, kuru yapraklar ve aralarında lav kırığının da olduğu bazı taban/dekor malzemeleri tarafından salgılanır); çünkü pH seviyesi zaten asitliği ölçer. 7 pH içeren su nötrdür, "standart" sudur, içine on katı kadar asit katarsanız 6 pH elde edersiniz, içinden on katı kadar asidi arındırırsanız da 7 pH. Hah işte, zurnanın zırt dediği nokta burası: Ters ozmos gibi yöntemler dışında sudaki maddeleri ayrıştırmak öyle kolay bir iş değil, ters ozmos da sadece o on katı pH'ı değil her türden "yabancı madde"yi arındırıp geride gerçek anlamda saf su bırakıyor. Peki o zaman pH arttırmak için ne yapılmalı, madem asidi sudan çıkarmak öyle kolay değil? Tabii ki karbonat tuzları katmalı, böylece asit ile birbirlerini nötrlesinler (asit pH'ı düşürecek, bunlar arttıracak; böylece "etkisiz" salınım elde etmiş olacaksınız). Benim o bahsettiğim kalsiyum tuzlarının çalışma prensibi, mantığı ve işlevi de aynı, bu yüzden onları pH dengeleyici (arttırıcı değil, neticede Malavi veya deniz akvaryumu kurmuyorum, suyun biraz asidik olmasından çok da şikayet etmeyecek balıklar tutacağım ve bitkilerin çoğu yumuşak suya karşı sert sudan çok daha toleranslı) olarak kullanma planım vardı. Gerçi su değerlerini bir ölçmem lazım, gerek kalmayabilir. Evet, bağlantıyı bir de tersten kuralım: pH'ı azaltmak için aside, pH'ı arttırmak için -başlıcaları kalsiyum karbonat ve mangezyum karbonat olmak üzere- suda tamamen çözülmüş karbonat tuzlarına ihtiyaç vardır. Bu karbonat tuzları asitler ile "çarpışarak" pH'ın düşüklüğünü azaltır, kendileri ise -doğal olarak- karbonat tuzu olduklarından karbonat sertliğini arttırır (bu aşamada da asitler onların karbonat sertliğini çok arttırmasını engeller). Karbonat sertliği (KH) artınca, adı üstünde "toplam sertlik" olan GH da artar. Bu da hem doğada hem de akvaryumlarda yüksek pH'ın yüksek KH ve GH ile [Tanganika Gölü'nün "açık sular" bölgesinde ("kayalıkların üstündeki su kolonu" olarak tanımlanır, leptosoma, tricoti ve nigripinnis doğada bu bölgede -de- yaşar) pH 9, KH 16-19, GH 11-17], düşük pH'ın da düşük KH ve GH ile [Amazon'un bir kolu olan Rio Negro'da (bu bölgede -de- bulunan bazı canlılar: altınbaş çöpçü, neon tetra, altum, diskus) pH 3-4, GH 1-10] bulunmasına neden olur. Düşük pH ile yüksek GH aynı anda aynı yerdeyse kimya biliminin sıfırdan yazılması gerekir; ama bunun sebebi "düşük pH suyu yumuşatır" değildir, sebebi şudur: Hümik asidin (doğadaki en yaygın pH düşürücü, humuslu toprak tarafından bile salgılanır, zaten humuslu toprak da adını buradan alır) karbonat tuzundan fazla olduğu bir suda doğal olarak hümik asit ile karbonat tuzlarının (tatlısularda en yaygın bulunan tuz çeşidi; çünkü dünya organizmaları karbon temellidir) eşit olan kısmı görmezden gelinip fazla olan kısım (hümik asit) sayılacaktır; çünkü pH ve GH (hatta kısmen KH ve iletkenlik de) aslında miktar ve oran belirten değerlerdir. 6 pH değerindeki su, içerisinde nötr sudan on katı fazla asit bulunan su anlamına gelir, 8 pH değerindeki su ise içerisinde nötr sudan on katı az asit bulunan su (maddenin sakımı kanunu: suda hâlâ asit var ama karbonat tuzları asitlerden fazla, bu nedenle asitler bir nevi görmezden geliniyor; 7 pH su da "içinde asit olmayan su" demek değil zaten, içinde asit olmayan -veya bizzat kendisi asit özelliği göstermeyen, ki aslında gösterir, saf suyun yani ters ozmostan çıkan suyun pH'ı 7'dir- su 14 pH olur) anlamına gelir. Mesela birçok çöpçü ve vatoz türünün akvaryumda azıcık bile iletkenliğe (=tuz, yani GH ile doğrudan bağlantılı) dayanamama sebebi kendilerinin Amazon Havzası gibi bol hümik asitli, yer yer pH'ın 3-4 seviyelerinde gezindiği (doğal olarak pH'ın bu seviyelere düşmesine engel olacak kadar bile tuz olmayan) yerlerden gelmesidir. Bunu hallettiğim iyi oldu, bildiğin pH-GH bağlantısı kurmuşuz lan yukarıda. Yani tamam yok değil ama öyle doğrudan bir hat da yok, bir nevi aktarmalı (KH üzerinden), bu nedenle Malavi gölü gibi pH'ın yüksek olduğu (bazı bölgelerde 9) ama GH'ın "o kadar da yüksek olmadığı" (ama dikkatinizi çekerim, asla düşük değil) yerler var olabiliyor.

26.10.2023

Aslında bu işi dün (veya önceki gün) yaptık ama yazmayı ihmal etmişim, hastalıkla boğuşuyordum. Niye şimdi yazıyorum? Çünkü nispeten daha iyiyim, ikinci olarak ışık geldi. Tamamen beyaz ışıktı (yani mavi-kırmızı-yeşil karışımıyla yapılan "sahte" beyaz değil, morötesiyle kızılötesi arasındaki spektrumun tamamını içeren gerçek beyaz), yarı yarıya böyle olmasını bekliyordum zaten. Üstünde bir şeyler yazıyor (öbür ledin şeridinde yazana benzer şeyler, muhtemelen zaten aynı türden bilgilerdir) ama öbür lede kıyasla bayağı küçük, okuyamadım (daha doğrusu okumakla uğraşmadım). Hah neyse, ışığı geçelim, "bu işi dün yaptık" kısmına gelelim. Ne yaptık? Işık için ayaklık. Neden? Aslında anlatması zor olur, yapıp bitirdikten sonra fotoğraflarını çekince sebebini zaten anlayacaksınız ama yazılı (veya sözlü) olarak anlatmak harbiden zor.

Ledin ayaklığı olacak, daha doğrusu ayaklıklarını tutacak olan şey için bir şey bulamadığımızdan suntayı derzle kaplayarak suntanın nemden çürümesini engellemeye çalıştık. Niye ledin ayaklıklarını tutacak bir şeye ihtiyacımız var? Çünkü elimdeki akvaryumu zaten gördünüz, bu ledlerin vs. olmadığı, "cama cam, çerçevesiz" akvaryum fikrinin neredeyse bilimkurgu gibi görüleceği bir zamandan kalma. Straforun üstü ise straforların kalınlığı nedeniyle işlevsiz hâle geliyor, üstelik orada karayosunları da var. Aslında fotoğraflar çekmiştim ama vazgeçtim, -(muhtemelen) yarın- yapıştırınca çekeceğim fotoğrafları koyup o olayı anlatacağım.

Dekoratif yosun yetiştirmeyle yapılanlarda bir gelişme yok, gerçi zaten üç günde gelişme olmasını beklemiyordum; başlangıçta yosunları bu yöntemle koymak yerine direkt yapıştırma sebebim zaten bu yöntemin uzun süreceğini bilmem.

27.10.2023

Işıklığı yaptık. Şöyle:

Sol taraftaki (fotoğrafın solu) biraz zorladı, silikon daha zor tuttu çünkü o tarafta dolap olduğundan yanaşmak zordu.

Onun dışında, şu beklettiğim "yosun kalıntısı"nı attım. Yakın zamanda bitki toplamaya ve almaya (hangisi ilk bilmiyorum ama arada pek zaman geçmeyecek) gideceğim. Karayosunlarının durumu pek iç açıcı değil, hasta olduğumdan sulamayı azalttığımdan veya bahsettiğim gübreleme işini anca bugün hatırladığımdan olabilir. Biraz daha gözlem gerekiyor, belki sadece mevsimdendir. Bir de sol taraftaki boşlukta bir ahşap parçası var, o biraz sinirimi bozdu; özellikle de yosun bağladığı için. Şu gördüğünüz kahverengilikler (bejin üstündeki koyu kısımlar) falan da hep alg (daha spesifik olmak gerekirse diyatome) zaten, işin iyi yanı şu ki diyatomeler sadece oturmuş, içinde bitkidir balıktır yaşayabilecek suda yaşar; hatta deniz akvaryumu kurulumlarında akvaryum özellikle diyatome oluşana kadar bekletilir. Tatlısu akvaryumlarında da bazıları salyangozları aynı amaçla kullanır, "Tamamdır; su değerleri, bakteri döngüsü vs. oturmuş, artık balık girişi yapılabilir" diye (salyangozların bitkilerle beraber istemsiz olarak akvaryuma girme olasılığının ne kadar yüksek olduğu ve su salyangozlarının aslında sadece temiz suda yaşayabildiği düşünülürse neden mantıklı olduğu da anlaşılacaktır). Açıkçası ben de salyangozlara benzer bir muamele yapma niyetindeyim, tek fark bunlar akvaryuma bitkilerle giren rastgele adi (Physa sp. ama özellikle Pyhsa acuta) veya minare salyangozları (Melanoides tuberculata) değil de özellikle toplayacağım (umarım bulup toplayabileceğim) siyah minareler (Melanopsis buccinoidea), -hiç denk gelmemiş/fark etmemiş olsam da Türkiye'de olduklarını bildiğim- yarasa kulak salyangozlar (Lymnea stagnalis), nehir neriteleri (Theodoxus fluviatilis), en olmadı -artık son çare olarak satın alacağım- neriteler (neriteler ve elma salyangozları genel olarak daha yüksek su sıcaklıkları isteyen salyangozlar, o yüzden tür seçerken dikkatli olmalıyım; elma salyangozu zaten direkt iptal çünkü ince yapraklı ve yumuşak gövdeli bitkileri affetmeden götürüyorlar, Ceratophyllum submersum koymayı planladığım akvaryuma hayatta elma salyangozu sokmam) olacak ama olsun, o da salyangoz sonuçta. Bulursam çamur salyangozu (Viviparus viviparus) da toplayabilirim ama hermafrodit olmayan salyangozlar arasındalar (ve tabii ki cinsiyetlerini ayırt etmek o kadar da kolay değil), o yüzden bulsam bile doğada bırakma ihtimalim yüksek (ucuza satan bulursam alabilirim gerçi).

Akvaryumdaki algleri temizlemem, "sulak alan poşeti*" oluşturmam falan gerekiyor. Sulak alan poşetini geceden hazırlarım, algleri ne zaman temizleyeceğimden emin değilim. Muhtemelen hazır elim değmişken gaza gelip onlara da dalarım; çünkü akvaryumdan düşmüş karayosunu parçalarını (Ulan bunlar nasıl ve niye çözünmedi? Amfibik bryofite denk geldik desek tutunmadılar da, öylece yatıyorlar.) falan da almam lazım. Su biraz köpüklü, birkaç farklı şeye işaret olabilir ama test yapmadan emin olamam. Eh, çoğu için de gereken testlerden yoksunum ama zaten o testler düşük teknolojili bitki akvaryumunda kullanılacak, bu tür akvaryumlara sahip akvaristlerin pek de alıp ellerinde tutacağı testler değil. Sorunların çoğunu çözecek yöntemleri bildiğimden deneyeceğim, neyse ki bu yöntemlerin hepsi herhangi bir ek sorun çıkarmayacak olan, herhangi sorun olmayan akvaryumlarda bile sorun oluşmasın diye kullanılan yöntemler. Yani hiçbiri çözüm olmazsa suyu komple değiştiririm, olur biter. Bakteri döngüsünün ve oturmuş suyun içinden geçer ama suyun tamamını değiştirmeden kurtulamayacağım bir sorun ondan çok daha büyük bir sorundur, üstelik henüz içine bitki ve -bulursam veya kendileri gelirse- salyangoz dışında bir şey koymayı planlamıyorum. Ancak akvaryum ormana döndükten sonra balık ve karides (Kesin kararımı verdim: Lepistes-karides. Çok şaşırtıcı, değil mi?) koyacağım.

*Birkaç test kağıdı ve termometre; çünkü bitkileri -ve bulursam salyangoz, cesaret edebilirsem midye vs.- alacağım yerlerdeki su değerlerini ölçmem gerek, özellikle de yerli türlerimizin çoğunun yaşadıkları şartlara dair doğru düzgün bilgi olmadığı için. Gerçi Türkiye'deki sulak alanlar ve o türler hakkında yeterli bilgi olunca tahmin etmesi o kadar da zor değil ama bazen insanı yanıltan sonuçlar çıkabiliyor (özellikle de burdurikus gibi, ülke/bölge genelinde değil de tek bir gölde vs. bulunan "aşırı endemik" türlerde). Midyeye neden "cesaret edebilirsem" dedim? Çünkü içlerinde sinek larvası falan olabiliyor, sivrisinek larvası yoksa da acıbalık (Rhodeus amarus) yavrusu çıkabilir; acıbalıkları sevsem de akvaryumum bir acıbalık sürüsü için çok yetersiz, yavruları da yetiştirebileceğimi sanmıyorum (yem kabul etmeyebilirler veya piyasadaki yavru yemleri ağızlarına çok küçük gelip beni paramesyum yetiştiriciliğine soyunduğum bir duruma sokabilirler ve yabani yumurtaları alıp akvaryumda çıkarılmış bir balık sürüsünü beslemeye çalışırken muhtemelen en küçük sorunlar bunlar olur), dolayısıyla telef olur zavallıcıklar. Akvaryumda lepistes falan olsa sivrisinek larvalarını yerler (ve kesinlikle affetmezler, resmen içlerinden geçerler) de lepistes girişi bitkiler oturana kadar yapılmayacak, üstelik acıbalık yavruları saklanabilecektir ama işte akvaryumum acıbalığa uygun değil.

28.10.2023

Temizliğe giriştim. İyi ki bu işi bitkiler gelene kadar bekletmemişim, diyorum. Öncelikle, akvaryumun temizlikten önceki hâli:

Bahsettiğim köpük:

Bahsettiğim ahşap parça:

Önce o parçayı almaya çalıştım ama cımbızın düşmesi riskini alamayacağımdan vazgeçtim. Suyu tamamen doldurunca bir kez daha deneyeceğim. Sonra da kumdaki parçaları almaya çalıştım. Sadece en büyük parçaları alabildim, kalanlar için dip çekimi şart:

Bu da akvaryumun temizlikten sonraki hâli:

Aslında buradakiler diyatome olduğundan öyle aman aman uğraşmadım, tıpkı beklediğim gibi (çünkü diyatomeler aslında tutunup başa bela olan algler değiller, kahverengi fitoplanktonlar) hemencecik çıktılar ama biraz da yayıldılar (bu da özünde fitoplankton olduklarından). O gri yosunlar da beklediğim kadar zorlamadı ama nokta nokta bazı kısımları kaldı (yeşil nokta yosunu mu lan yoksa bunlar?), salyangozlara muhtaçlığım her geçen gün artıyor. Akvaryumun su doldurulacak kısmından üstü için, en azından oradaki diyatomeler için, öyle aman aman uğraşmadığımı itiraf etmeliyim; çünkü diyatomeler çoğu diğer alg türünün aksine -en azından çoğu tatlısu alg türünün aksine- görünüş dışında akvaryuma bir zararları olmayan, aksine eğer akvaryum deniz akvaryumuysa yararı bile olan algler ve o kısımlar da zaten teknik olarak karasal kısım. Beni asıl düşündüren o alamadığım yerdeki ağaç kabuğu; çünkü salınım yapmayacağını varsaysam da (kaynakları ya alıç ya da içinde gayet de yaşam olan bir dere, üçüncü bir ihtimal ortada bilimkurgu veya doğaüstü olaylar olmadığı sürece neredeyse yok) özellikle de o yosun bağlamış hâli beni inanılmaz rahatsız ediyor. Ha evet, biraz da salyangozlar için hazır yem olacaklarından yosunlar -özellikle de diyatomeler- ile bu kadar uğraşmadım. "Topladığım salyangozlar bunları yiyip semirir, kısa sürede ürerler." diye bir planım var. Aynısı zemindeki atıklar için de geçerli, birkaç istisnai tür dışındaki salyangozların doğadaki temel görevi bu zaten (araştırma konusu: detritivorlar).

Bu arada karayosunlarına bir baktım, iyileşiyorlar. Cidden gübre eksikliğindenmiş (o değil de bu işin başında bana karayosunları için suyun içinde kullanacağım bütün bitkilerden daha fazla gübre harcama ihtimalimin çok yüksek olduğunu söyleselerdi götümle güler, dinlene dinlene dalga geçerdim), bu içimi rahatlattı. Tabii hâlâ eskisi kadar iyi durumda değiller ve mevsimin etkili olma ihtimali hâlâ var ama dört defa sulama + her gün birer damla iz element, günaşırı da birer damla demir gübresi ile karayosunlarına kolayca bakacağız gibi duruyor.

29.10.2023

Öncelikle, Cumhuriyet Bayramı'mız kutlu olsun. İkinci olarak, "Acaba bu yazıyı bölüm bölüm mü yayınlasaydım?" diye düşünüyorum. Okuması da daha kolay olurdu; ama artık çok geç gibi. Hah neyse, bir dereye (neler bulabileceğimi çok iyi bildiğim bir dereye) gideceğiz, bu nedenle malzemeleri hazırladım:

-Yoğurt kovası

-Beş-altı buzdolabı poşeti

-Havuz kepçesi ve akvaryum kepçesi (Ne olur ne olmaz)

-Ufak bir bahçe seti (bir mini-kürek, bir mini-tırmık ve bir de mini-bel), kesinlikle bahçede kullanılacak kadar büyük değil ama benim işimi görür (İşin ironik tarafı, firma bunu oyuncak diye değil gayet ciddi olarak "Bahçede kullanırsınız." diye pazarlıyor. Anca iki tane saksıya veya benim yapacağım gibi su kıyısından birkaç bitki söküp taşımaya yarar o, başka bir şeye yaramaz ama firmanın bileceği iş tabii...)

-Su test kağıtları (O derenin su değerlerini aşırı merak ediyorum)

-Termometre (Derenin su sıcaklığını da merak ediyorum)

Hemen sonraki gün de (çünkü şu an gece) bitki almaya gideceğim. Hatta yeni bitkileri alana kadar topladıklarımı bekletebilirim de ama muhtemelen yapmam. Araya biraz uzun zaman girdikten sonra başka bir bitki avı olacak ama tabii ki suyu doldurmak için o kadar beklemeyeceğim, internetteki fiyatlardan da haberim olduğundan akvaryumcu fiyatlarına bağlı olarak o "ertesi gün gezisi"nden herhangi bir şey almadan da dönebilirim, bu durumda suyu direkt o zaman tam doldururum. Salyangozların veya benzeri şeylerin varlığında, su tam dolup su düzenleyiciler (-ler derken?) kullanılana kadar kovada kalacaklar.

Tamam, nihayet döndüm ve başta verimsiz bulduğum ama sonucunda beklediğimden fazlasını elde ettiğim bir sulak alan gezisi oldu. Yorgun olduğumdan iri su mercimekleri (Spirodela polyrhiza) dışında her şeyi bir kovaya koydum, yarın akvaryumculara gidip ardından temizlik ve dikim işine girişeceğim. İri su mercimeklerine en son geleceğim, önce diğerleri.

Su nanesi (Mentha aquatica):

Aslında bunları direkt dikmeyi planlıyordum (neticede suyun içinde olmayacaktı) ama yine de budamaya ve temizliğe ihtiyacı vardı.

Su teresi (Nasturtium officinale):

Bunlar soğuk su bitkisi olduğundan akvaryumlarda popüler değiller ama ben akvaryumu ısıtmayacağımdan avantajlı olacağım. Üstelik akvaryumlarda yetişebildikleri de biliniyor.

Son olarak da ala susümbülü (Potamogeton coloratus):

Çok iyi durumda değiller ama yosun bağlamamış olan erişebildiğim alanlarda bir bunlar vardı. Bu arada özellikle kontrol ettim, elimdekiler boğumlu susümbülü (P. nodosus) veya çimensi yapraklı susümbülü (P.  gramineus) değil, başta "Tamam, kesin denizdili (P. natans)" dedim ama yok, değilmiş. Kesinlikle ala susümbülü. Bu eminliğimin sebebi o bölgenin iyi bildiğim bir bölge olması, elimdeki bu bitkilerin hemen hemen dört mevsimlik hâllerini biliyorum. Bunlar hakkında bir gözlemim var: Kökleri, istisnasız olarak hep kapkara bir balçığın içinde. Ya balçıkta yetişiyorlar (çok fazla kök besinine ihtiyaç duyuyorlarsa mantıklı) veya bir şekilde, çeşitli salgılarla vs. köklerinin bulunduğu yeri balçıklaştırıyorlar. Benim akvaryumda "dekoratif kum"un altındaki kısımların balçıklaşması sorun olmayacağından, hatta verimli bir bakteri yatağı ve sınırsız kök gübresi özelliğine sahip olacağından ikinci konuda endişem yok ama yine de birinci olduğunu umuyorum (daha doğrusu birinci olmasını tercih ederim).

Gelelim iri su mercimeklerine (Spirodela polyrhiza):

Bunlar için de başta şişkin su mercimeği (Lemna gibba) sanmıştım ama yok, değiller. Gerçi hâlâ "Acaba üç su mercimeği türü (L. minor, L. gibba ve S. polyrhiza) karışık mı lan?" diye düşünüyorum ama elimde tek tür su mercimeği varsa bariz biçimde "polyrhiza". Su mercimeklerini başta halkaya koyacaktım ama halka yapmayı beceremedim (Millet silikonluyor mu lan acaba?), dolayısıyla hemen saldım. Salarken bir şey fark ettim: İçlerinde bolca salyangoz vardı, bir tür adi salyangoz (Physa sp.) sanırım ama farklı bir tür olma ihtimali beni heyecanlandırıyor. Bu su mercimeklerinin içinde ne olduğunu bilmediğim ve bazısını bildiğim birkaç böcek de var, zaten midyeler dışındaki her türden sucul ve amfibik omurgasız su mercimeklerini sever, yani doğadan topladığım su mercimeklerinin böceksiz olmasını başından beri beklemiyordum. Tabii arada ya danaburnu ya da yusufçuk larvası olan siyah böceği bir anda görüp elimden o öbeği suya fırlatmasaydım iyiydi, böceği elimle tutup suya koyar, mercimekleri de kovaya atardım, boşluğuma geldi komple öbekten oldum. Bu heyecanımın sebebiyse tahmin edebileceğiniz gibi siyah minarelerden bulamamış olmam, hem de hem tam olarak olduklarını bildiğim yere bakıp hem de devamlı "salyangoz radarı" gibi davrandığım hâlde. Bu arada kontrol ettim, bariz biçimde adi salyangoz türü ama sanırım P. acuta değil -en azından sadece o değil- çünkü hayatımda hiç duymadığım kadar büyük bir birey de vardı. Ayrıca mercimeklerde toplarken fark etmediğim salyangozlar olması beni hem belki siyah minareler (Melanopsis buccinoidea) de vardır diye umutlandırıyor hem de akvaryuma danaburnu, yusufçuk larvası (gerçi yusufçuk larvası balık girişinden önce zararlı olmaz, aksine yararlı olur) falan da sokmuş olmaktan korkutuyor (o öbeği fırlatmasam veya bu kadar çok korku filmi izlememiş olsam iyiydi...). Hayır su zaten sarı, su mercimekleri de iyice gölge yaptı, akvaryumun içini de doğru düzgün göremiyorum ki arkadaş... Neyse ki yarın hemen bitki almaya gideceğim ha, bekletmeye karar vermiş olsam kafayı yer ve yarın bütün günü "Lan hemen bugün mü gitsem?" diye düşüne düşüne heba ederdim.

Bu arada denizdili hakkında pek bilgi yoktu (sadece akvaryum özelinde değil, genel olarak bu bitki pek takılmamış), elimdeki ala susümbülü hakkında daha da az bilgi var. Yine de forumlara baktım, su sıcaklığının bitkileri erittiğinden bahsediliyor (yerel su bitkilerimiz akvaryuma adapte edilmeye çalışılırken karşılaşılan en yaygın sorun). Masraftan kaçınmak için "ısıtılmayan akvaryum" kurmaya karar verdiğimde bunun bana bu kadar yararı olabileceğini hiç tahmin etmemiştim. O değil de akvaryum "salgılı bitkiler fuarı"na döndü lan. Su nanesi, nane olduğu için doğal olarak mentol başta olmak üzere bazı salgıları var, su teresi de yine özel bir koku salgılayan bir bitki, ala susümbülleri eğer köklerinin olduğu yeri balçıklaştırıyorsa bu, onların da bir şeyler salgıladığı anlamına geliyor. Bakalım bu karmaşadan nasıl çıkacağız? Esas cümbüş gül, salon sarmaşığı, dikensiz tilkikuyruğu falan girince başlayacak tabii. Yarın direkt akvaryumcu gezileri yapıp internettekinden ucuz veya internettekiyle yakın fiyatlar bulursam alacağım, bulamazsam da internetten siparişleri vereceğim. Akvaryumculardan hiç bitki almazsam siparişleri verdikten sonra suyu tam doldurur muyum emin değilim çünkü ala susümbülünün yaprakları su yüzeyinde kalıp yüzüyor, su teresi de aslında kıyı kısımlarda yetişip ilk fırsatta sudan başını çıkaran, tam olarak paludaryum düzenlemeleri için uygun bir bitki. Bu da su teresinin oyuna girmesinin potos sarmaşığı -daha doğrusu "sarmaşıklık" olarak ayırdığım hazne- için bazı yeni kombinasyonların kilidini açtığı anlamına geliyor.

30.10.2023

Gittim bitki aldım, hem istediğim çoğu şeyi buldum hem de birkaç ekstra edindim (biri Balıkesir'de bulabileceğimi pek de düşünmediğimden listeme almadığım bir bitki, diğerinin ne olduğu hakkında fikrim bile yok -gerçi akvaryumcu adını söyledi-). Ayrıca topladığım bitkileri de temizledim. Bitki adını ve fotoğrafını koyup altına açıklama yazacağım.

Su teresi/acı gerdeme/cırcır/çakandura/çünk/derdime/ıspatan/kordomot/kerdeme/kurbağapisliği/su gerdemesi/su kerdemesi/su mancası/tizik/yabani tere/gudime (Nasturtium officinale):

Doğadan toplandı, soğuk su bitkisi. Bunları üstte de dedim tabii. Asıl önemli olan noktaysa şu: Bunlar tam bir salyangoz yuvasıymış, o yüzden yıkarken ekstra dikkatli olmak gerekiyormuş. Tabii bu cümle normal şartlar altında "Akvaryuma herhangi bir börtü böcek, midye eniği vs. girmesin diye iyice kontrol etmek" anlamına gelir ama o siyah salyangozlardan hâlâ tam olarak vazgeçmiş değilim, o yüzden kontrollerimi ona göre yaptım. Sonuç hüsran, anca adi salyangoz (Physella acuta) vardı. Ha bir de normalde suya dikecekken karar değiştirip pothos için ayırdığım yere diktim, pothosları şelaleden sarkıtacağım.

Su nanesi/dere nanesi/su yarpuzu (Mentha aquatica):

Koskoca daldan kala kala dört filiz kaldı (doğadan toplanan bitkileri temizlerken karşılaşılan en yaygın sorun), onun da ikisini sonradan beğenmedim. Olmaları gereken, başından beri planlanan yerdeler.

Ala susümbülü (Potamogeton coloratus):

Zaten sadece iki kök alabilmiştim, onun da biri kaldı. Neler olacağını heyecanla bekliyorum, özellikle de şu an üstü tamamen su dolu olduğu ama bu kadar derinlikte de yetiştiğini bizzat gördüğüm için.

Marimo/yosun topu (Aegagropila linnaei):

Önce kazıkçı akvaryumcuya girdim, bazı nadir türler oluyor (Balıkesir'de bulacağıma pek ihtimal vermediğim Microsorum windelov vardı) ama genel olarak pek de hazzetmediğim bir yer. Yine de marimo ucuzdu, o yüzden en küçüklerden bir tane aldım. Sorun şu ki düşüp duruyor, bitki yapıştırıcısının ağzı kuruyup kendi kendini yapıştırmış olmasa olduğu yere yapıştırırdım ama... Neyse artık, zaten akvaryum düzenine bir kez daha bakacağız.

Cardamine lyrata:

İşte hakkında bilgim olmayan bitki de bu. Türünden bile emin olana kadar canım çıktı (Google Lens, Bacopa olduğunu iddia etti amk! Hadi "Bacopa australis"e benziyor da Google Lens bildiğin "monnieri" sonuçları çıkardı lan...)

Su marulu (Pistia stratiotes):

Bulmuşken alayım dedim çünkü doğada sadece bir nokta biliyorum ve oraya yakın zamanda gitme imkanım yok.

Rubra/sessilis (Alternanthera sessilis):

Aslında ben büyük "reineckii" fanıyım ("fanboyluk" olarak tanımlanabilecek ve aklıma gelen hemen hemen her türlü kurgusal akvaryuma sokuşturacak ölçüde) ama Alternanthera bulduktan sonra kaçırmam, ister sessilis olsun ister reineckii ister de rosaefolia.

Elodea (Egeria densa):

Gül (Ludwigia repens):

Kırmızı bitki hastasıyım ve şelale sistemli düşük teknoloji bir paludaryumda fazla seçeneğim olmadığından seçenek bulduğum anda alıyorum.

Şimdilik öyle duruyorlar, akvaryumun ışığı açılınca çıkanları sokuşturacağım, son düzenlemeleri yapacağım vs. Sonunda işin eğlenceli kısmına geliyoruz be...

Ve evet, ışıklar açıldı (karartma yapmak için biraz fazla heyecanlıydım ve doğadan toplananlara teknik olarak dünden beri karartma yapıyorum):

Öncelikle "O gül neden gölgede, kırmızı bitki gölgeye mi dikilir?" diye sormayın; çünkü aslında gölgede değil. Evet, bence de gölgedeymiş gibi görünüyorlar ama vallahi değiller lan, hatta o kısmın en ışık alan yerinde bile olabilirler yani (o gülü o kadar arkaya dikmeseydim iyiydi...). İkinci olarak bu fotoğrafı önce mi sonra mı çektim hatırlamıyorum (lan on dakika oldu daha!) ama hava hortumundan halka yapıp su marullarını içine koydum. Ala susümbülü nerede inanın ben de bilmiyorum, kayboldu lan bitki... Onun dışında, elodeaları tek grup olarak almama karşın iki gruba bölerek diktim. Arka taraftakiler biraz eğrildiğinden net görünmüyorlar ama bitkilerin ışığa yönelme prensini gereği (Lise biyolojisi: Canlılığın göstergelerinden biri de harekettir.) düzeleceklerdir. Cardamineleri de sokuşturdum, görüyorsunuz, beni biraz zorladılar. Sağ taraftaki marimonun yalnızlığı... Yanına anubias, Java eğreltisi veya onun gibi bir şey (kim bilir, belki de kurbağakaşığı) koyacağım ama önceliğim elimdeki bitkiler. Bunlar bir hallolsun da gerisini o zaman düşünürüz. Normalde bu akvaryumda gübre kullanmamaya çalışıyorum, işte karayosunlarından düşen/bulaşan gübrenin etki edeceğini umuyorum, çünkü karides koyma planım var ve karidesler gübrelemeye karşı hassaslar ama bir nevi can suyu verir gibi gübre koydum. Gerçi bu iş aslında kök gübresiyle yapılır ama birinci olarak kök gübresi edinmedim (karayosunları dışında gübre kullanmayı planlamadığımdan, yani "Lan ilkten veririm de bitkiler coşar." diye bir şey aklıma gelmedi), ikinci olarak da bendekilerin çoğu gövdeli (yani öncelikli olarak yaprakları ve gövdeleri aracılığıyla sudan besin emen) bitkiler olduğundan* yaprak gübresiyle işi bitiririz diye düşündüm.

*Elodea, sessilis, gül, C. lyrata gövdeli bitki, suyun içinde olmadıklarından sayılmasa da su teresi ve su nanesi de gövdeli. Marimo desen bildiğin alg, moss da değil dümdüz alg ve yosunların (hem bryofitlerin hem alglerin) beslenme prensibi gövdeli bitkilerle aynı (E, sonuçta kökleri, rizomları veya soğanları yok...). Yüzey bitkileri de zaten kuma gömülü besini alamazlar, kökleri aracılığıyla doğrudan sudan besin alıyorlar yani gübreye ihtiyaç duyan herhangi bir yüzey bitkisi duymamış olsam da eğer yüzey bitkisine gübre vermeye kalkıyorsanız o zaman da sıvı gübre gerekli. Aynısı benim bu paludaryumun karasal alanına koyup böylece bir nevi yüzey bitkisine çevirmiş olduğum bitkilerde de (su nanesi ve su teresi, bu arada ikisi de aynı karadaki varyasyonları -bahçe nanesi Mentha × piperita ve tere otu Lepidium sativum- gibi yenilebilir bitkiler ama tabii ki akvaryumdaki bitkilerden salata yapmaya falan kalkmayacağım) geçerli.

O değil de akvaryumda dikensiz tilkikuyruklarına yer kalmadı, ne yapsam... Belki marimonun olduğu kısmın üstüne bir şeyler (hidroton, lav kırığı, dümdüz kum falan) döküp oraya dikerim. Belki dikensiz tilkikuyruğu toplamam veya toplasam bile "Hepsi köksüz bunların." diye atarım. Gerçi atmayıp da birkaçını bu akvaryumun "canlı atıklarını" koyacağım ikinci sistem -bahsettim değil mi ben ondan, bir an net anımsayamadım- için kullanma, yani "Belki köklenir. Hem köklenirse ana akvaryuma da aktarırım." diyerek oraya dikme olasılığım daha yüksek.

31.10.2023

Muhtemelen bir süre yazmayacağım (gerçi bunu "kalıp hâlinde" yazdığımdan sizin için değişen bir şey olmayacak) çünkü bitkiler oturana kadar rutin bakımdan başka pek bir şey yapmayacağım. Anca bir gelişme olursa, ne bileyim mesela su teresi çiçek açarsa ya da aniden internetten anubias almaya karar verirsem falan veya beklenmedik bir sorun çıkarsa yazarım, ki daima beklenmedik bir sorun çıkar. İsterseniz yılların akvaristi olup aynı bitkilerle, aynı kumla, aynı dekorla, aynı balıklarla, aynı ekipmanla yirmi tane akvaryum kurmuş olun, yirmi birincide yine illaki beklemediğiniz -veya daha önce tecrübe etmiş olsanız da henüz tamamen hazırlanamamış olduğunuz- bir sorun çıkar. Boşa demiyorum "Akvaryum hobisi deli işidir, akıllı adamın uğraşacağı bir şey değildir." diye.

Haydaaa, dakika bir gol bir. Üstteki paragrafı yazıp yattım, bugün straforu ve masası ıslak bir akvaryuma uyandım. Akıtıp akıtmadığından emin değilim -çünkü şelale bazen ta odanın yarısına kadar damla sıçratabiliyor- ama su seviyesi azalmış gibi, buharlaşma ve sıçrama bu kadar eksiltmez. Şimdi gözlemliyorum, akıtıyorsa hiç uğraşmayıp yeni akvaryum alacağım. Bu nedir artık ya... Hayır su sesine ihtiyacım olmasa direkt klasik, ya Walstad metodunu ya da dümdüz pipo filtreyi kullanan bir bitkili kuracağım ama işte şelale sesi şart. Niye şart? Aile evinde yaşam mücadelesi verirken dram bağımlısı yavşak medya ve hoparlör fetişisti hıyar müezzin işimi acayip zorlaştırdığı için şart. Olmasa en baştan bu proje sıradan, standart bir bitkili akvaryum projesi olurdu.

Kontrollerim devam ediyor ve artık akıttığından eminim. Akvaryumu bozacağız, başka çare yok. Of ulan ya... Hayır tamam kendim dedim "İlla bir sorun çıkar." diye de arkadaşım bu sorun niye akvaryumu komple bozmamı gerektiren bir sorun ya? Daha küçük bir sorun olamaz mıydı? Biraz daha bekliyorum (Neyi? Medya denen pezevengin akvaryumu bozma işini yaparken beni o kadar da sıkamayacağı akşam haberlerini. Düşünün işte, akşam haberleri bile gün içinde yayınlanan şeylerden daha insaflı, daha az acı verici...), sonra direkt akvaryumu bozup bitkileri yeni (geçici) yerlerine geçireceğim. Acayip canım sıkıldı ya, ulan zaten hayat şartları yeterince boğuyor, azıcık bir nefes alalım diye yaptığımız şey de böyle yapacaksa... Yıldım ya, yeminle yıldım. Ulan madem bu sikik hayatta bir haltı becermeme bile izin verilmiyor, ne bok yemeye hâlâ hayattayım ki? Ne gerek var yani? Direkt öleyim, bitsin bu çile. Zaten hâlâ kafamı kesmemiş olmamın öncelikli sebebi editör olacak geri zekalının mahvettiği kitabın düzeltilmiş (ve yenilenmiş) hâlini hâlâ yayımlatamamış, yayımlatmayı bırak bunun için bir yol bile bulamamış olmam.

Bitkilerin yeni yeri:

Bitkilerin hepsini içim acıya acıya, hayatıma söve söve çıkardım. Ayrıca Ejderin Mührü'ndeki Utpa'nın bile -ki kanonik olarak şanssız bir karakter- Puklinya'daki hobihanesindeki hiçbir şey için bu kadar büyük bir "yıkım" yaşamadığını da belirteyim (Niye? Çünkü moralini bozacak bir şey olsa bile Kyouka hemen kendisini neşelendirmenin bir yolunu buluyor, ayrıca ikisi evli olduğundan muhtemelen karakterleri bilen birinin ilk aklına gelecek şeyi -en azından sadece onu- kastetmiyorum.). Bu arada kayıp "P. coloratus" da tam olarak diktiğim yerdeymiş, kütükle sessilislerin arasında kaldığından görünmüyormuş. Ayrıca kütükleri de çıkardım, birinin üstüne yosun tutunmuş (demek ki elimdekiler hakikatten de söğüt yosunuymuş, vay arkadaş...):



Önce kumun, sonra da kil bilyelerinin kalanını doldurdum (şimdi, işim bitince, "keşke o hidrotonları koymasaydım..." diyorum; sebebi bir sonraki görselde):

Bu arada bunu yapmamın öncelikli sebebi akvaryumda tuhaf bir böcek [bildiğim hiçbir sucul böceğe benzemeyen, bir tür nimfa/larva olduğunu varsaysam da neyin nimfası olduğu hakkında en ufak bir fikrim olmayan, bacakları ilk gördüğümde su örümceği (Argyroneta aquatica) olduğunu sanacağım kadar uzun ve yüzebilen ama bunu tercih etmeyen bir böcek] tespit etmiş olmam. Salyangozlar sıkıntı değil, hatta bana lazımlar ama benzemese de yusufçuk nimfası olma ihtimali olan bir şeyi akvaryumda tutamam.

Bitkileri diktim ve suyu koydum:

Elimde başka bir eski akvaryum var, boyutları ne ölçüde bilmiyorum ama kullanmamamın esas sebebi eski bir paludaryum projesinde kullanıldığı için içinde yapışık bir "kat" olması. Onu çıkarıp orasını sökmeye çalışacağız, tabii boyunun da içine "kasa"nın girebileceği ölçüde olması lazım... Aaaah ah, şu şelale sesine kesin ihtiyacım olmasaydı ben yapacağımı bilirdim de... Aile evinden kurtulma fırsatınız varsa iki dakika düşünmeden hemen kurtulun lan, rahat edersiniz.

01.11.2023

O bahsettiğim şeyi çıkardık; ama şöyle bir sıkıntı var: Hem eni hem de boyu 10 cm daha kısa [uzunluğu (h) ölçmedim], bu da "kasa"nın içine konulmasını imkansızlaştırıyor. Neyse ki "Ulan bu küçük sanki?" deyip de ölçtüm ha, evdekilere kalsa aynı boyuttalardı (bir de ölçerek bu kanıya vardılar ha, ben şöyle göz ucuyla bakınca bile "Küçük lan bu..." dedim halbuki). Aha boşu boşuna ta üç kat çıkardığımız o eski paludaryum "temel"i (Niye "paludaryum temeli"? Çünkü bunun bir teraryum macerası da oldu, bayağı etinden sütünden faydalandım... Olmadığı masa yok.):

Akşam internetten akvaryumlara bakacağım, bu böyle olmayacak. Yarın falan da akvaryumcuya belki bakarız ama... Bitkilerin aksine, akvaryumların akvaryumcuda pahalı olacağını düşünüyorum.

Bu arada akvaryum fiyatlarına bir baktım da oha, yani tamam akvaryum hiçbir zaman ucuz bir hobi değildi -en azından bizim ülkede değildi, gerçi bizim ülkede her hobi zaten hep pahalıydı- ama bu fiyatlar ne lan? Şimdi "Acaba bunu (üstteki fotoda görünen paludaryumu) kullanabilir miyiz?" diye düşünüyorum, malum halihazırda "hazne" olarak kullanılabilecek bir şeyi var. Hayır yani bazen düşünüyorum, "Medyanın dram pornosuyla psikolojimin içinden geçmesi ihtimalini göze alıp standart, dümdüz pipo filtreli bir bitkili akvaryum kurmak acaba psikolojimi daha az mı yorardı? Salt maruz kalma etkisiyle medyanın saçmalıklarına belki alışırdım... Hem bitkilerin şelale sistemlerinde yetiştirilmeye çalışılırken yaşanma ihtimali yüksek olan sorunların da ihtimali olmazdı..." diye. Yeter lan.

02.11.2023

Gittim akvaryumcudan akvaryum aldım; bizim (Türk akvaristlerin tamamına yakınının) straforla halletmeye çalıştığı şeyi kendiliğinden koymuşlar, şu an -hatta led teknoloji çıktığından beri ışıklandırılan herhangi bir akvaryumda- iş görmeyecek olsa da çok güzel de bir kapağı var. Üst çerçevesi yok, böylece led (ayaklığı) rahatlıkla takılabiliyor, gerçi bendeki "şelale kasası" sağ olsun şu an öyle bir ihtimal de yok. Led ayaklığının "ayaklıklarını" "kasa"ya yapıştıracağız, geri kalan hakkında ne yapacağız ben de bilmiyorum. Akvaryumu akvaryumcudan eve yürüyerek taşıdığımızdan yorulduk tabii, biraz dinlenelim de yıkayacağız. Gece de (yani 03.11.2023 yazısına dahil olacak biçimde) eski sistemi kapatıp suyunu ve kumunu boşaltarak kurumaya bırakacağım. Onun dışında, bitkilerde bazı gelişmeler ("gerileme" daha uygun bir tabir gerçi) var:

Elimde kala kala kalan iki su nanesi filizinden biri çürüdü, diğeriyse iyi durumda gibi.

Su teresinin bazı dalları/kökleri sarardı ama genel olarak iyi durumda gibi.

Gülün yaprakları yeşile döndü, akvaryumda olsa soruna çözüm bulmak için uğraşırdım ama kendini korumak için böyle yaptığını biliyorum. Yeşile dönmesi daha uzun süre yaşayacağı, şu anki geçici yerinin kızaracak kadar iyi olmasa da hayatta kalmaya yeterli olduğu anlamına geliyor (Ludwigia türleri doğada neredeyse asla kızarmıyor, çoğu Ludwigia sp. bireyi hayatını yeşil olarak tamamlıyor çünkü kızarabileceği kadar "rahat" şartlar sağlanmamış oluyor.).

Sessilisleri göremiyorum, umarım iyi durumdadır; elodealar, su marulları ve su mercimekleri için endişelenmiyorum bile. Onlar zaten doğada şu an oldukları gibi bir ortamda yaşıyorlar (elodeayı çeşmeye at, orada bile yaşayıp ürer zaten; su mercimekleri ve su marulları bile elodeanın yanında çıtkırıldım kalır), ala susümbülünün durumu da gayet iyi (onun da doğasına bu daha uygun olduğundan herhalde). Cardamine lyrataları da tam olarak tespit edemedim ama orijinalde bataklık bitkileri olduklarından onların da iyi durumda olduğunu varsayıyorum.

Yalnız asıl sıkıntıyı kum, "kum altı maddeleri" ve çakılları ayrıştırmaya çalışırken yaşayacağımı varsayıyorum. Neyse, yapacak bir şey yok.

03.11.2023

Mevcut sistemi boşaltabildiğim kadar boşalttım. Susuz hâli:

Bu da zemin malzemesinin de boşaltılmış hâli:

Bunlar da büyük parçalar (lav kırığı, mıcır, dere çakılı ve kil bilyesi) ve kum (ile ayrıştıramayacağım kadar küçük parçalar):

Zemin malzemesini ayırırken ilginç bir şey fark ettim, lav kırığı ve mıcır hatırladığımdan çok daha küçük parçalar ama kum ve "kum altı malzemesi" aslında birbirine o kadar da girmemiş. Gayet ayrışık duruyorlar. O bahsettiğim böceği görmedim, belki bitkilerin olduğu yerdedir veya ulaşmadığım arka, yan vs. taraflardan birinde. Salyangozlardan birkaçını alıp bitkilerin olduğu yere salladım, kalanını orada bıraktım. Düşündüğümden çok daha fazla salyangoz varmış ama şu an için bana lazımlar. Ayrıca dekorasyonu da düşündüm, aklımda yeni bir tasarım var.

Bitkileri masanın üstüne aldım, ışıklandıracağım; çünkü silikonlamak için kuruması gerekiyor. Gerçi tekrar silikon kullanarak da heba etmek istemiyorum ama -deneyip az miktarda suda batmadığını teyit etsem de- yüzmesi riskini alamam...

Bu da yeni akvaryum, ölçmeyi yine ihmal ettim:

Filtreyi çıkardık, yıkadık, etrafına tül saracağız:

Çıkarılmış olan kasa:

Şimdi de kurumasını bekliyoruz işte... Daha kumları, çakılları yıkayacağız. Onu "çakıl" ve "kum altı" diye ayrıştırmak var bir de...

Kurudu, yeni akvaryumu hazırladık. Önce kafa motorunu yavru vs. kaçmasın diye kapladık, gerçi yavru her türlü buradan geçer ama en azından yetişkin lepistesler ve karidesler -eskinin aksine- giremez:

Yalnız yeni akvaryum fazla darmış, o yüzden kafa motorunu öte tarafa koyalım dedik:

"Madem kafa motoru artık yok, şu gereksiz kısmı da çıkaralım." dedik ve hazır çıkarmışken taşlarla süsledik:

İşte bu da -umarım- son hâli:

Şimdi kurumasını bekliyoruz (su doldurmadan önce 24 saat beklemek gerekiyor, abartıp bekleme süresini üç güne vs. çıkaran bile var ama minimumu 24 saat), o kısmı çıkarmasak üstüne dere çakıllarını koyup ağırlık yapacaktık ama yine "kasa"yı yapıştırmak zorunda kaldık. Neyse artık, bu kez tek taraftan yapıştırdık, çıkarması kolay olsun diye.

04.11.2023

Tabii dekorasyon ve ardından gelen su dolumu işlemini garanti olsun diye geceye kadar erteleyeceğim ama akvaryumu getirip odama koydum. Işık ayaklıklarının ayaklıklarını eşit yapmamışız, led yamuk oldu; ama içine tam oturup tutunduğu için kayma riski yok, dolayısıyla çok takmadım.

Su teresinin bu aşamadan sonra kurtarılabileceğini hiç sanmasam da bir umut akvaryumda bırakacağım (onu almak için ne çile çektiğimizi bilseydiniz siz de "Ulan belki tutunur..." umuduna kendinizi zorlardınız), fısfısla biraz su sıktım (su teresinden daha çok endişelendiğim şey ise su doldurunca kil bilyelerinin yüzme ihtimali):

Su nanesinin biri gayet iyi durumda, diğeriyse zaten diktikten kısa süre sonra çürümüştü:

Karayosunları taşırken kötü durumdaydı, gördüğünüz gibi sırf bir su fıslatmaya bile kendilerini hafiften toparladılar:

Gece -veya ertesi gün- de dekorasyon işine girişeceğim işte.

05.11.2023

Artık küfür edeceğim ama... Yeter ya, yeter ulan. Ulan zaten hayatımda yolunda giden tek bir şey yok (işsiz, sevgilisiz, aile evinde yaşayan ve başarı diyebileceği tek şeyin içinden de geri zekalı bir editör bozuntusu tarafından geçilmiş biriyim), en azından medyanın dram üstüne dram saçmalıklarından korunayım diye bir şelale yapmaya kalktık; ama her şey arapsaçına döndü. Yeter lan. Neler oldu, kronolojik anlatıyorum. Her şey ne de güzel başlamıştı... Ben bu baş kısımları nasıl yazacağım ki?

Öncelikle, malzemeler (hazırlığım da çok iyiydi ulan... bir şeye de -tek bir şeye de- çok fazla çaba harcamadan ulaşmak istiyorum lan artık; dikkat ederseniz "çabasız" lafını ağzıma alamayacak kadar kötü durumdayım):

Yükselti olsun diye taş dizdim (bu yükselti işi genelde ponzayla, torbaya konulmuş veya konulmamış lav kırığıyla falan yapılır gerçi de...); merak ettiyseniz iki diatomit, bir kayrak taşı (ilk bakışta pek benzemediğini biliyorum, kısmen oluşum aşamasında diye öyle, yani "çamur taşı" da diyebiliriz):

Dip karışımı koydum:

Kumu da koydum (Yazarken bile yaptığım her işlemi ve ne kadar zevk alarak yaptığımı düşününce acı veriyor, gerçi o acının hayatımın blogda bile anlatmaktan kaçınmayı tercih ettiğim kısımlarındaki bir "gelişme" ile de ilgisi olabilir.):

Dere çakıllarından yol yaptım (Sera rehberlerden bu yol işine hep özenmişimdir...):

Temel dekorasyonu (Bir diatomit, bir odun parçası. Akvaryum terminolojisinde ağacın neresi olursa olsun her türden doğal ahşap parçası "kök" olarak adlandırılır gerçi ama kök olup olmadığı meçhul, aslında olduğunu hiç sanmıyorum; doğadan malzeme toplamanın böyle zararları da var tabii, bilip bilmeden topluyorsanız daha da büyük zararı var da ben günlük hayatımda zaten paranoyaklık derecesinde takıntılı olduğumdan en ufak şüphe duyduğum herhangi bir şeyi akvaryuma sokmuyorum. Bu arada bu fotoğrafı kökü koymadan çekmişim, kökün fotoğrafı yok.):

Bitkileri dikmeden önce meşakkatli ama kritik bir işlem vardı, o da şu hidrotonları toplamak:

Yarısında -kil bilyelerine her uzandığımda elime bir dalın da gelmesinin etkisiyle- vazgeçip bitkileri diktim:

Hidrotonları topladıktan sonra oradaki kumu ve batan kil bilyelerini alıp bitkileri sağlamlaştırdım.

Öbür tarafına (yamuk olan tarafa) süs olsun diye toprak için çıktığım yolda elime geçmiş olan aşırı ince dere kumunu ve dere çakıllarından oraya sığabilecek kadar yassı olan birkaçını koydum:

Su doldurdum, biraz doldurduktan sonra bitkileri elimde dikelttim (gül ve ala susümbülü kendi kendine dikeldi, sessilis zaten dikti):

Her şey çok güzel gidiyordu, ta ki "kasa"nın sol yanı havaya kalkana kadar... Hemen ışığı çıkardım, müdahaleye çalıştım:

Su teresi (kalıntısı) olan kısmı boşaltıp çakıl koymam, dibini eşeleyip dibinden taşla sabitlemeye çalışmam vs. fayda etmedi -ki bunlar yaptığım son şeylerdi, öncesinde daha farklı şeyler de denedim- aksine öteki taraf (güya yapıştırmış olduğumuz taraf) da çıkınca ben de sinir olup komple çıkardım:

"Çıkarabildiği kadar akıntı sesi çıkarsın" diye bir şeyler yaptım ama hiçbir etkisi yok, pipo filtre koysam pipo filtreyi çalıştıran hava motoru daha çok ses çıkarıp dış sesleri daha çok engellerdi lan:

Yok aga yok, içimden "maşallah" diye geçirdiğimin üç saniye yaşadığını bildiğim hâlde yine de içimden "Çok güzel oldu lan..." dediğim için hak ediyorum aslında. Ulan bir şeyi övme işte, güzelse güzel, sana mı güzel? Cık cık cık... Bir de onun da fotoğrafını çektim ama fotoğraftan hiç anlaşılmadığından koymuyorum, yüzey bitkilerinden "kum şelalesi" benzeri bir "su mercimeği şelalesi" oluştu. Arada yapraklarının üst tarafının kuru kalması gereken su marulları da kapılıyor, esas sıkıntım o. Ben bu gece daha bir şey yapamam, uyuyup uyandıktan sonra kararımı vereceğim. Hatta "Ulan zaten bir halta yaramıyor." diye gidip boruyu akvaryuma sokayım da bitkiler için olası zararları azalsın. Yeter ya, cidden yeter... Ulan şu projeye girişme sebebim sırf odamın televizyonun dibinde olup medyaya salonda oturup o televizyonu izleyenlerden daha çok maruz kalmam (ha bir de dramdan çoğu insana kıyasla aşırı derecede etkilenmem), hayır yani amaç "dram bağımlısı yavşak medyayı ve 'Bir hoparlör bundan daha yüksek ses çıkaramaz, ezan dediğin şey de bundan daha fazla katledilemez.' dediğim her seferinde beni haksız çıkarmanın bir yolunu bulan müezzin bozuntusunu olabildiğince engellemek" değil de akvaryum kurmak olsaydı zaten en başta strafor mtrafor işlerine girişmezdim, manyak mıyım ben (İpucu: Bütün akvaristler delidir; deli olmasa kim pH, hacim hesabı, Güney Amerika'daki su kaynaklarının florası, kardinal karidesin bir arada yaşadığı tatlısu süngeri gibi konulara vakit harcar ki?)?..

Ben gidip hortumu akvaryuma sokuyorum, sonra bir şeyler yiyorum, sonra da bir şeyler izlerim. Artık evdekiler uyandıktan sonra bu işe girişeceğiz, hatta gidip meramımı anlatıp bunu doğru düzgün bir bitkili akvaryuma çevireceğim. Yeter lan, bir işim de düz gitsin artık, yeter ya... O parantez içinde bahsettiğim konuya dair de anlamsız bir umuda kapıldım, sanki daha önceki tüm umutlarım beni yarı yolda bırakmamış gibi hâlâ yaşamaya çalışmaktan ve hayal etmekten vazgeçmiyorum ya... kendimin de ta a... koyayım.

Moralim bozulduğundan neredeyse akşama kadar uyudum ama artık iyi sayılabilecek birkaç fikrim var, en önemli kısmı da artık alan kaybımın olmayacak olması. Ha yeni akvaryumu da ölçtüm, yaklaşık 60 litre brüt hacim ve bunun tamamını kullanabileceğim (bu da seçeneklerimi acayip arttırıyor ama tabii ki ben lepistes-karides işinden şaşmayacağım). Neyse, o fikirleri işi gerçekten deneyeceğim yarın anlatacağım ve gece de bu bitkiler tutsun, yerlerine alışsınlar diye (çünkü artık kafayı yedim, çok az şey şu anki bitkileri bana söktürebilir) gübreleme falan işlerine girişeceğim. Keşke kök gübresi almayı ihmal etmeseydim...

Dayanamadım, bazı şeylere giriştim. Ön tarafta saçma sapan duran taşı alıp ya komple kaldıracağım ya da orada tutmaya devam edeceğim kısma koydum, sessilislere "takılmış" su mercimeklerini kurtardım, iz element gübresi döktüm (zamanında kök gübresi almamış olduğumdan kafamı hâlâ dağlara taşlara vuruyorum ama neyse ki hâlâ çoğunluk gövdeli bitkiler, tek sıkıntı hiçbirinin kökleri sağlam değil -çünkü daha yeni oldukları yetmiyormuş gibi hiçbir yerde kök salacak kadar uzun süre duramadılar-). Termometreyi de koyacaktım ama su seviyesi ancak yeşil kısma kadar geliyor, o yüzden boş verdim. Şimdilik bekliyorum; boş kalan sağ taraf için nasıl bir kum kullanacağımı düşünüyorum. Şu anda düşündüğümüz sistem tüm alanı kullanmamı sağladığı için onun tarafından kapatılmadan kalan yerler mavi fon ile halledilecek, daha dikensiz tilkikuyruğu ve bambu lazım bana... Hatta japonşemsiyesinden vazgeçmiştim ama onu da tekrar işe dahil edebilirim.

06.11.2023

Suyun yaklaşık 5 litresini (Nereden biliyorum? Çünkü koyduğum kap beşlik bidon. O bidonu daha dinlendirme için de kullanacağım, resmen el koydum.) boşalttım, yarını bekliyorum. Bu arada marimoyu da bulup en öne attım; çünkü oraya buraya kaçmasından artık yıldım. "Kasa" da biraz farklı bir hâle geldi, taşlarla falan süslendi, görselini koyarım (tabii yarın). Şu lanet iş bir hallolsun da gerisi harbiden kolay, rahat rahat, istediğimiz gibi yaparız (Açma ulan şu ağzını!). Ya hadi onu bir şekilde yaparız da sağ taraftaki kumu ne yapacağız, asıl onu merak ediyorum. Bir yandan masraf yapmak istemezken bir yandan da sırf o kısım için acayip derecede kum alasım var. Fon kesin alacağım da kum... bilemedim.

08.11.2023

Proje sorun çıkarıp durduğundan sinirim bozulmuştu (çünkü elimde sorundan başka bir şey yok ve bu proje de o sorunların bir ikisinden biraz kafamı kaldırıp nefes almam amacı taşıdığı hâlde kataloğuma yeni sorunlar ekleyip duruyor), o yüzden pek yazmadım. İşte "kasa"yı yapıştırmak için suyun birazını boşaltmamız gerekti, iki saat (saate göre on-on beş dakika) tuttuk, yine arkadan aktı falan, bir türlü bir yol olmadı. En son "Eeeh, yeter lan, zaten elimde editör olacak geri zekalı tarafından içinden geçilmiş bir kitap dışında bir şey yok, bu da olmayacaksa sikerler." kafasına girip vazgeçtim. Ama işte benim takıntılı doğam ve akvaryum hobisinin öyle kolay kolay insanı bırakmayan doğası (hobiyi bırakıp da geri dönenleri veya geri dönmek isteyip sırf ekonomi yüzünden dönemeyenleri çok gördük) gereği tekrar gaza geldim. Mevcut görsel şu:

Bu da düzenlenmiş hâli:

Tabii böyle kalmayacak. Arkaya ve yanlara mavi fon gelecek, kasanın üst tarafına artık olmayan yanlardan sökülen yosunlar yapıştırılacak, bambu, dikensiz tilkikuyruğu ve japonşemsiyesi gelecek, sol taraftaki o saçma şey ya pothos sarmaşığı için ya başka bir şey için kullanılacak ya sökülecek, şelale sistemi nihayet doğru düzgün çalıştıktan sonra bitkilerin durumu kontrol edilip gerekirse karbondioksit sistemi yapılacak (şu an iyi durumdalar ama şelale sistemi çalışmadığından öyleler, şelale sistemi çalışınca suda aşırı oksijen oluşabilir, gerçi benim odanın durumu düşünüldüğünde o sistem doğal karbondioksit sistemi olarak da iş görebilir ama olsun)... Yine de onlar şu aşamadaki gibi "Yeter lan!" şeyleri değiller (yani... umarım olmayacaklar), gaza gelişimin bir sebebi de o.

Bu arada ala susümbülü beklediğimden iyi performans gösteriyor, gerçi pek uzamıyor ama sonuçta gayet sağlıklı gözüküyor. Gül de yavaştan yavaştan kızarıyor (ilk aldığımdan bir tık daha kızarık şu an).

10.11.2023

Öncelikle cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ü ölüm yıldönümünde minnetle anıyorum.

Karayosunlarının yanlarda olanlarını söküp yapıştırdık, bir kısmı küflendiğinden sadece iyi durumda olanları seçtik:

Bitkilerde sorun var ama beklemediğim bir sorun değil:

Sorunu göremiyorsanız gülün yapraklarından birkaçı sararmış hâlde, ayrıca bu fotoğrafta görülmeyen Cardamine lyrata da pek iyi durumda değil (üst yapraklarının su yüzeyine çıkmasını bekliyorum, okuduğum tecrübeler bu bitkinin su üstü bitkisi gibi davrandığı yönünde ve doğada zaten kıyı/bataklık bitkisi olduğundan öyle olması biyolojik açıdan da mantıklı; halihazırda oldukça uzun olduğundan çok beklemem gerekmeyecek diye umuyorum) ve ala susümbülünün hâli açıkça görülüyor. Çözümüm ne? Önce hemen gübre ekledim (hem iz element gübresi hem de demir gübresi çünkü akvaryumda bir Ludwigia, bir de Alternanthera var, demir gübresinin en yararlı olacağı iki cins), şimdi de mayalı CO2 sistemi yapmak için kolları sıvadım. Tabii önce iyice araştırmam gerekecek.

Yine de bu konuda dezavantajımı avantaja çevirebilirim. Nasıl mı? Normalde CO2 suda oksijen kadar kolay çözünmez, bu nedenle hava taşı pek işe yaramaz (oksijen için bile hava taşı işe yaramazdır, temelde dekor ögesidir ama karbondioksiti oksijenin en fazla yarısı kadar çözdürür, yani oksijen için kullandığınızda suya çok az da olsa oksijen verirken karbondioksiti hemen hemen hiç vermez), difüzör gerekir. Ama ben işi hava taşıyla halledebilirim, tabii teorik olarak. Pratik kısmını deneyerek öğreneceğiz. Bir de şelalenin en akıntılı kısmı direkt gülün üstüne vuruyor, o sinir etti beni. Hah neyse, hava taşıyla nasıl halledebilirim? Normalde akvaryumumdaki bitkilerden CO2 ihtiyacını bilmediğim Potamogeton coloratus hariç hepsi karbondioksit olmadan yetiştirilebilecek (yani kendi verdikleri ve akvaryumdaki diğer canlıların verdiği nefesteki karbondioksit fotosentez yapmak için kendilerine gayet de yeterli olan) bitkiler; ama şelale sistemi suya devamlı oksijen çözdürdüğü için karbondioksit basmam gerekiyor (şimdi işin teknik kısmına girersem konu sakız gibi uzar ama özetle suda aşırı oksijen biriktiği için bitki fotosentez yapmıyor/yapamıyor, bu da hiç yemek yemeden sadece bol bol nefes alarak hayatta kalmaya çalışmaya benziyor). Dur, ne dedim ben az önce? Şelale sistemi, havadaki oksijeni, bayağı bildiğin dümdüz, havada serbest hâlde bulunan oksijeni suda çözdürüyor, değil mi? Peki ya ben bu şelale sistemini difüzör olarak kullanırsam? Şimdilik iki fikrim var, ilki hava taşına bağlayıp hava taşını da direkt hazneye koymak ama yeterli olacağından emin değilim, gerçi P. coloratus dışındakiler için yeterli olur diye düşünüyorum ve onu da sadece yaprakları sudan çıkacak kadar uzayana dek desteklememiz gerekli, sonrasında zaten sudan değil havadan CO2 alacak. İkinci fikrim, kafa motorunun hava hortumuna bağlayarak su ve karbondioksit karışımını ta şelale sisteminin başından birleştirmek. Çözücülüğü daha iyi olacaktır ama bendeki hava hortumu vanası akıttığı için mayalı sisteme su karıştırma (veya daha da kötüsü akvaryuma mayalı sistemden karıştırma), dolayısıyla bütün sistemi çökertme riski var (mayalı sistemi çökertse çok sorun değil, yeni önlemlerle tekrar kurarız da mayalı sistem suya karışırsa suyun tamamını değiştirdikten sonra elimdeki tüm bakteri kültürünü akvaryuma boca etmem bile gerekebilir ve yine de alg vs. riskler sabit kalır; tek umudum su nanesi, elodea ve yüzey bitkilerinin alg oluşmadan alglerin beslenip patlayacağı besinleri tüketmesi, tek tesellim de akvaryumda henüz bitki ve adi salyangoz dışında canlı olmaması olur).

Araştırmalarımı yapıp işimi gece halledeceğim. Bu arada iki tane beşlik bidona da su koydum, klorun uçmasını bekliyorum (akvaryum terminolojisinde "dinlendirmek" diye tabir edilir). Bir iki güne uçar zaten, sonra da su düzenleyiciyi ekleyip kapağını kapatırım (yabancı madde kaçmasın diye).

Bu arada mayalı sistemleri araştırırken sitrik asitli (limon tuzlu) bir sisteme de denk geldim ama şimdilik uzak duruyorum; çünkü jöleli bir mayalı sistem gördüm ve şimdilik benim için en mantıklı olan gibi duruyor. Elbette konuda da bahsedildiği gibi öncesinde bolca okuyup mayalı sistem CO2 işini iyice kavramam gerekiyor, çok da zor olmayacak (hoşuma giden şeyler hakkındaki paranoyaklığa varan merakım genelde başıma bela olur ama bazen böyle olumlu etkileri de olabiliyor) çünkü mayalı sistem CO2, ledler gibi benim için yeni, alışık olmadığım, duymadığım bir teknoloji değil, daha önce de araştırmışlığım, hakkında okumuşluğum olan bir sistem.

Şimdi aklıma geldi, daha bugün akvaryumun suyunu yeniledim ama su dinlendikten sonra su düzenleyiciyi, bakteri kültürünü ve ölçüm kağıtlarını kullanmam gerekiyor. Bakalım su değerleri neymiş? Ve tabii ki klor aslında bitkiler için zararlı olmasa da bu akvaryuma sonrasında lepistes ve karides de girecek, ayrıca bakteri kültürü bitkiler için yararlı. Balıklar için akvaryumda bakteri döngüsünün olmaması zararlı, bitkiler içinse akvaryumda bakteri döngüsünün olması yararlı; bakteri döngüsünün olması balıklar için yararlı, olmaması da bitkiler için zararlı değil mi peki? Tabii ki öyle ama etkileri tersi kadar yüksek değil. Su sıcaklığı 22 °C seyrinde ilerliyor bu arada, odam sıcak olduğundan ısıtıcıya ihtiyaç olmayacağını biliyordum ("tahmin ediyordum" veya "umuyordum" olarak okuyunuz) ama 22 °C sıcaklık alabileceğimi de hiç düşünmemiştim, 20 dereceyi öpüp başıma koyacaktım.

Mayalı sistem hakkında okumaya devam ederken farklı bir fikir daha buldum, daha doğrusu birinden apardım: Hava taşını direkt kafa motorunun altına koyabilirim (aslında bunu önceden de düşünmüştüm ama arada proje hayvani biçimde değiştiğinden tamamen aklımdan çıkmış), böylece motorun hava hortumuna bağlamakla eş değer ama onun gibi suya mayalı sistemden karıştırma riski olmayan (en azından ihmal edilebilir derecede olan) bir sonuç elde ederim. Beni tek düşündüren kafa motoruna birkaç filtre seramiği koymuş olmam ama aynı seramiklerden akvaryumun muhtelif yerlerinde de var, üstelik bakteriler lav kırığına ve kil bilyesine de tutunabilir; dahası nitrifikasyon bakterisinin oksijensiz yerde yaşayanı da var, o da akvaryuma lazım. Yarın da düz mavi fon almaya gideceğim, hazır gitmişken kök gübresi de sorarım. Kök gübresi yoksa ya internetten alacağız ya da vazgeçeceğiz, yapacak çok bir şey yok.

11.11.2023

Düz mavi fon almaya gitmedim; çünkü akşama kadar uyumuşum ve kesinlikle dışarı çıkılacak hava yok. Zaten mavi fonun aciliyeti de yok, yaklaşık bir on-on üç gün kadar çeşitli sebeplerden gündüzüm kullanılmaz hâle geldi, bu süreyi CO2 sistemini -en azından CO2 sisteminin parçalarını- yapmakla harcayacağım. Tek endişem bitkilerin o kadar dayanıp dayanamayacağından emin olmamak. Elodea ile marimo dayanır, su üstü bitkilerinin zaten konuyla ilgisi yok, Cardamine lyrata bir kez su üstüne çıkacak kadar uzadığında onun için de endişelenmem gerekmeyecek; dolayısıyla beni asıl endişelendirenler gül (özellikle şelalenin en akıntılı kısmı direkt ona vurduğu için), sessilis ve ala susümbülü (Özellikle de yavaş büyüdüğünü gözlemlediğim için, teknik olarak su üstü bitkisi olan bir bitki için gerçekten aşırı yavaş uzuyor. Bir daha su üstü bitkisi olan herhangi bir Potamogeton kullanırsam yaprakları su üstünde kalacak biçimde ekeceğim.).

14.11.2023

Fon almaya gitmedim, CO2 sistemine de daha el bile atmadım. Tabii bu aslında kısmen istem dışı gelişti ama bu süreçte gözleme biraz daha devam etme kararı aldım.

İki su dinlendirme bidonunun ikisine de su düzenleyici döktüm, birkaç saat sonra kapaklarını kapatıp çalkalayacağım ve akvaryuma da su düzenleyici ekleyeceğim. Böylece su düzenleyiciyi idareli kullanarak bir döngü oluşturacağım.

Onun dışında, bitkilerden tek tek bahsedeceğim.

Ala susümbülü (Potamogeton coloratus):

Eriyor, durduramıyorum. İhtiyaçları yüksek olabilir, su fazla sıcak gelmiş olabilir (ısıtıcı kullanmamama rağmen 22 °C ve pek oynamıyor da), genel olarak akvaryuma uygun bir bitki olmayabilir (paludaryum sistemlerinde büyütülerek ancak yeterince uzun olunca akvaryuma alınmalı, açıkçası en büyük ihtimali buna veriyorum çünkü bu bitki özünde bir su üstü bitkisi; tıpkı su teresinin [Nasturtium officinale] tamamen suya dikilemeyecek, mutlaka yarısının suyun içinde yarısının dışında kalması gereken bir "doğuştan paludaryum bitkisi" olması gibi). Yalnız bu yazıyı yazdıktan sonra bir şey fark ettim, yeni yapraklar çıkarmış. Bu seferkiler ince uzun, ya bir an önce yüzeye ulaşmak için böyle bir yaprak çıkardı ya da su değerlerinden kaynaklı olarak yaprakları inceldi -rengi de açıklaştı. Potamogeton türleri genel olarak içinde yaşadıkları suyun değerlerine göre yaprak biçimini değiştiriyor, bu da özellikle hepsi yüzey bitkisi olan P. natansP. coloratusP. nodosus gibi türlerin teşhisini zorlaştırıyor. Üstelik Potamogeton cinsi melezleşmeye teşne bir cins, doğada bir yerde gördüğünüz bir potamogetonun su değerleri kaynaklı yanlış teşhis ettiğiniz bir tür olmasıyla teşhis etmenin bir botanikçi için bile zor olacağı bir melez olma ihtimali hemen hemen aynı. Bakalım, şimdilik gözleme devam ediyorum. Yine de CO2 işine en yakın zamanda el atacağım.

Gül (Ludwigia repens):

Ne uzuyor ne kısalıyor, gözleme bir süre daha devam etmek konusunda içimi rahatlatan da bu zaten. O sararmış yapraklar öylece kaldı, bırak başka yaprakların sararmasını o yapraklar olduklarından daha kötü hâle bile gelmediler.

Marimo:

Kötü durumda gibi gözüküyor ama marimo doğada akıntılar tarafından yuvarlanır, akvaryumda elle müdahale gerektirir. Ben de o elle müdahaleyi -kısmen de diğer, daha doğrusu gerçek, bitkilere biraz daha önem verdiğimden- ihmal ettim. Göründüğü kadar kötü durumda değil yani, merak etmeyin.

Alternanthera sessilis:

En kötü durumda olan bu. Yaprak kısmaya devam ediyor, onu gördükçe acele edesim geliyor.

Cardamine lyrata:

İlk bakışta kötü görünüyor ama üstündeki o kahverengi şeyler kuruma, sararma veya yosun değil, ölü su mercimeği (Lemna sp.). Kendisi gayet iyi durumda gibi gözüküyor, daha doğrusu tıpkı gül gibi ne uzuyor ne kısalıyor (Akvaryum.com'da bu bitki hakkında okuduğum yorumlar da bana bunun doğal olduğunu düşündürüyor).

Elodea (Egeria densa):

Bunlar beni endişelendiriyor çünkü öyle coşkun bir büyümeleri yok, sanki yavaş/orta hızla büyüyen bitkilermiş gibi davranıyorlar. Ama tabii elodea bu, elodayı da yaşatmayı başaramıyorsam bir daha bitkili akvaryum kurmayı bırak bitki satan akvaryumcunun bile önünden geçmesem daha iyi olur. Sonuç olarak elodeaların coşmaması ortamın bitkiler için çok da iyi olmadığını düşündürüyor (şelale, sump [tabii yan sump ve muadilleri hariç] gibi sistemlerin bitkili kurulumlar için çok da uygun olmadığını zaten biliyordum gerçi), CO2 işine bir an önce el atma konusunda beni kamçılayan esas şey elodealar zaten. Gerçi şimdiden ilk budama gününde bana bayağı ek çıkartacak gibiler, sessilisler kadar endişelendirmiyorlar (dediğim gibi elodeaya da bakamayacaksak bitki diye bir şeyin var olduğunu bile bilmesem daha iyi).

Su mercimekleri (Lemna minor, Lemna gibba ve Spirodela polyrhiza; evet, artık üç türün de karışık olduğundan eminim):

Devamlı olarak sararıp -bazen sararmadan- ölerek dibe düşüyorlar. Su değerleriyle ilgili bir sıkıntı, fazla sıcak veya fazla ışık anlamına gelebilir. Ayrıca su mercimekleri durgun su sever [dereden topladığım şişkin su mercimekleri (L. gibba) ve iri su mercimekleri (S. polyrhiza) bile akıntının sazlar, taşlar vs. ile kesildiği yerlerde toplanmışlardı, diğer yerlerde yoktu; akvaryum ortamlarında su mercimeği denince ilk akla gelen küçük su mercimekleri (L. minor) ise akvaryumculardan aldığım bitkilerle geldi], bu nedenle şelale sisteminin akıntısı onlara fazla geliyor olabilir. Şahsen ışığa çok yakın olup devamlı bu akıntıya maruz kalmalarının bunu tetiklediğini düşünüyorum, özellikle de en iyi durumdakilerin nerede toplandığını düşününce. Bu arada elimdeki su mercimekleri arasında tıpkı zincirsi su mercimeği (L. trisulca) gibi kökleri "bağlı" olan birkaç öbek var ama yaprak yapısı asla benzemiyor. Bilinmeyen bir tür mü keşfettim, elimde bir tür melez mi var, yoksa sadece abartıyor muyum emin değilim. Bu arada bu elimdekinin bir tür melez olma ihtimalini arttıran şey topladığım yerde zaten iki farklı türün karışık hâlde bulunduğunu bilmem, azaltan şeyse orada hiç L. trisulca görmemem (elimdekilerden bir kısmı, bir çeşit varyete olduğundan şişkin su mercimeği olarak yanlış teşhis ettiğim zincirsi su mercimeği değilse tabii). Dolayısıyla iki kanıt birbirini sıfırlayıp beni olduğum yere geri gönderiyor.

Su marulu (Pistia stratiotes):

İki tanesi kayıp, neredeler bilmiyorum. Kalan ikisinin yaprakları sararıyor ama kökleri iyi durumda. Devamlı üstlerine su sıçradığı için olduğunu varsayıyorum.

Ha bir de akvaryumun üstüne kısmen streç film çektik, sıçrama kaynaklı su kaybını epey bir azalttı. Belki yüzey bitkilerine de yararı olmuştur, bilemiyorum.

16.11.2023

Kısmen de elimde olmayan sebeplerden gözlemim devam ediyor. Ben de beklerken boş boş durmamak için su değerlerini ölçtüm.

pH 7,5: Ben suyun çok asidik olmasından endişeleniyordum ama değilmiş, aksine bazikmiş. Forumlarda derzin bu tür bir etkisi olduğuna dair bir yorum gördüğümü hayal meyal hatırlıyor gibiyim, kullandığım su düzenleyici de pH arttırma özelliğine sahip. İçine hümik asit salgılatıcı yeni şeyler (çınar yaprağı) koyacağım ve 7,5 pH teknik olarak çoğu akvaryum balığının tolere edebileceği bir seviye olduğu için şimdilik görmezden geliyorum.

KH: 120, test şeritlerinin ne tür bir sınıflama kullandığından emin değilim (Alman değil sanırım, Fransız olsa gerek) ama üstünde bunun "uygun" olduğu yazıyor (uygun olan en yüksek seviye olduğu da yazıyor gerçi).

GH: 75. KH ile aynı (ama bu kez aslında ortalama sayılır).

Klor, nitrit ve nitrat 0. Normal şartlar altında iyi (yani tüm verilerle düşündüğümüzde akvaryumun mevcut su değerlerinde herhangi bir sıkıntı yok) ama nitratın 0 olması akvaryumda bitkilerin beslenebileceği hiçbir şey olmadığı anlamına geliyor (ayrıca biyolojik döngünün oturmadığı anlamına da gelebilir çünkü bu test şeritleri amonyumu ve amonyağı ölçmüyor). Şu dışsal sebeplerden bir kurtulayım, bu konuda ne yapacağıma o zaman bakacağım. Bu işe giriştiğimde kolay olmayacağını zaten biliyordum, şimdiye kadar kafayı yeme sebebim ummadığım taşın baş yarmasıydı. Şimdiki durum mu? Bu ihtimalin aslında hiç aklıma gelmemiş olduğunu itiraf etmeliyim; ama kesinlikle beni şaşırtmadı.

Şimdilik gözlem ve düşünme devam ediyor ama gübrelemeyi düzenli hâle getirmem şart. "Ne düşüncesi?" derseniz, birkaç şey. Öncelikle suyu biraz daha doldurmak istiyorum ve bunun için soldaki "eski" kara bölgesini kaldırmalıyım ama o kara bölgesi su üstü bitkilerine gölgelik sağlayarak popülasyonlarını koruyan temel şey olabilir, bu nedenle endişeliyim. Ayrıca şelale sistemi öncekinden daha dengesiz, yapıştırırken kaydırmışız, su olduğu gibi sağ taraftan akıyor, sola hiç gitmiyor. Bir şekilde içeriden eşitlememiz gerekiyor ki daha yaygın bir su akışı olsun, böylece hem gül o kafasına kafasına vurandan kurtulsun hem de o bölgedeki yüzey bitkileri yayılacak alan bulabilsin. Başka, başka? Ha evet, CO2'yi yapmamız gerekiyor (pH'ı da kontrol altında tutacak).

17.11.2023

Su sertliği hakkında biraz araştırma yapıp test şeritlerinin üstünü iyice okudum, sertliği mg cinsinden ölçüyormuş. Yani "Hangi tip sertliği kullanacaksanız kendiniz çevirin, uğraştırmayın bizi." demişler. Bu arada karbonat sertliği 6,72, toplam sertlik 4,2 °dH (Alman sertliği) imiş (evet, çevirdim). Bu arada özellikle de alanımın artması nedeniyle aklım plati gibi başka türlere de kaysa da hâlâ lepistes ve ateş karidesi (Neocaridina davidi, hangi varyete olduğuna daha karar vermediğimden "kiraz karides" değil "ateş karidesi" diyorum.) beslemek istiyorum, tabii önce bitkilerin beni tatmin etmesi lazım. Evden taşınmadan (dolayısıyla sistemi bozmadan) önce balık eklememe ihtimalim bile var. Hah neyse, lepistes 7 - 19 °dH ve 7-8,5 pH suda, kiraz karides (ve tüm varyeteleri) de orta-sert suda (tam bir sayı verilmiyor, gerçi kabuk gelişimleri için kalsiyuma ihtiyaçları olduğundan -ve her kabuk değiştirdiklerinde yeni bir "kabuk gelişimi süreci"ne girdiklerinden- yumuşak suda yaşamamaları aslında normal) ve 6,3-8,2 pH derecesinde (Sertlikte sayı bile yok, burada yuvarlanmamış veri var? Bu ne la?) yaşıyor. Başka bir deyişle, akvaryumun mevcut su değerleri lepistese de ateş karidesine de uygun ama bitkiler amaçladığım gibi ormanlaşmadan o işe girmeyeceğim. Üstelik daha şelalenin "sola kayıklığını" düzeltmemiz (O değil de ülke öyle bir sağa kaydı ki kendini "milliyetçi" olarak tanımlayan ben solda kaldım, neye elimi atsam sola eğiyorum kajsnhklasflas.), o soldaki kara parçasını çıkarmam (onu kesin çıkaracağım, kararlıyım) falan lazım.

Bir diğer konu, elimdeki Potamogeton sp. (P. coloratus olduğunu düşündüğüm ama yukarıda yazdıklarımdan da anlayabileceğiniz gibi beni bırak, bir botanikçinin bile genetik test yapmadan çok da emin olmayacağı bitki).

Yaprakları dikine, hızlıca uzuyor. Ya ihtiyaçları düşündüğüm kadar fazla değil (özünde su üstü bitkisi olduğundan yapraklarının fazla besine ihtiyaç duymaması mantıklı; ama doğada kökü siyah bir balçığın içinde, sapı da suda olduğundan kökü ve sapı -özellikle de kökü; çünkü ancak o balçığı bizzat görüp dokunan birinin anlayabileceği kadar çürümüş bir toprağın içindeydi- yüksek besin istiyor olabilir, hâlâ emin olamam) ya da hayatta kalma içgüdüsüyle bir an önce yapraklarını suyun dışına çıkarmak (doğada zaten öyle) için tüm kaynaklarını harcıyor. İki şekilde de işime geliyor, üstelik bu bitkiyi derenin nispeten derin yerlerinde de gördüm (gerçi onlar başka bir yüzey potamogetonu -örn. P. natans- da olabilir, emin değilim). Ayrıca çoğu bitkide "parçalarının değişebilmesi" özelliği vardır. Mesela emers bitkilerin çoğu yan kök çıkarır; bu yan kökler toprağı bulursa gerçek köklere dönüşür ve bitki ürer, bulamazsa zamanla filizlere/dallara dönüşür. Bu bitki de sudan çıkınca yaprak olarak kullanılacak, çıkmazsa (hatta çıksa bile; çünkü dediğim gibi bu bitki özünde bir yüzey bitkisi, doğada yaprakları su üstüne yayılmış hâlde bulunuyor) sapa dönüşeceği için ilk etapta yaprak (ama fazlaca uzun ve ince olan bir yaprak) formunda çıkmış olabilir. Tabii yaprakların uzun ince yapısı hakkında bir diğer açıklama, Potamogeton cinsinin ayırt edici özelliklerinden birinin içinde yaşadıkları suyun değerlerine göre yaprak yapısının değişmesi olması. Yani sadece akvaryumdaki suyun değerleriyle deredeki değerler farklı olduğundan bu tipte yaprak çıkarıyor olabilir. Aklıma gelen bir başka fikir, normalde bitki gelişimine ket vuran şelale sistemi bu bitkinin gelişimini körüklemiş olabilir. Çünkü dediğim gibi doğada bu bitkinin yaprakları suyun dışında bulunuyorlar, nefes alma verme işini de fotosentez işini de karada hallediyorlar. Gerçi öyle olsa emers bitkilerin hiçbirinin gelişimine ket vurulmazdı, doğru. Elimdeki tek kökü (zaten sadece iki kök alabildim, diğeri de temizlik esnasında gitti) deneyler vs. ile heba etmeyeceğim elbette, şimdilik sadece gelişimini gözlemlemeye, eksilen suyu tamamlamaya (hatta bir süre için onu bile yapmayabilirim çünkü sol taraftaki parçayı çıkarabilmem için su seviyesinin düşmesi gerek) ve ara ara gübre vermeye devam edeceğim. Gerçi o derede Chara vulgaris bulmuştum, gerçi tek bir saptı -Chara sp. biyolojik olarak bitki değil alg, bu yüzden aslında kökü olmasa gerek ama pek emin değilim; mantarların da kökleri yok ama miselleri var sonuçta, yani "kök benzeri" bir yapılanması belki vardır- ve o sapı almadığım için hâlâ pişmanım (eğer merak ettiyseniz başta C. demersum olduğunu varsaydığımdan, tek bir dal olduğundan ve köksüz olduğundan bırakmıştım) oraya tekrar bir gitme fikri bana çok da kötü gelmiyor. Yani sözün özü makro algleri seviyo'm ben ya; marimo olsun, Chara sp. olsun, Caulerpa sp. olsun...

Bu arada evet, gübrelemeyi hâlâ bir düzene oturtamadım. Şu dışsal sebepler beni aşırı derecede engelliyor, zaten bu projeye başladım başlayalı beni yavaşlatan, planımdan çoktan yarım yıl kadar sapmış asıl şey projenin bitmek bilmeyen sorunlarından ziyade o sorunlara hemen el atmamı engelleyen dışsal sebepler oldu. Dediğim gibi gübrelemeyi bile zamanlamaya oturtamadık, düşünün. Gübreleme için bir gün belirleyip temelde o gün gübreleme yapacağım ama hangi gün? Salyangoz sayısı çok az, bu da besinin -yani yosunun- çok az olduğu anlamına gelir, üstelik ölçümlerde nitrat 0 çıkıyor, bu da şimdilik aşırı gübreleme için endişelenmemem gerektiği anlamına geliyor. Yalnız akvaryumda karides (veya adi salyangoz harici -daha doğrusu kesinlikle akvaryumda kalmaya devam etmesini istediğim- salyangoz) olsaydı endişelenmem gerekirdi, o ayrı bir konu. Neredeyse tüm karides türleri gübrelemeye karşı hassaslar, hatta çoğu akvaryum firması gübrelerini üretirken "Biz bunu nasıl karideslere daha az zararlı hâle getiririz?" diye kafa patlatıyor. Hatta bazı firmalar sırf karides -ve gübrelemeye karşı hassas olan diğer canlılar- olan akvaryumda kullanılabilecek, ana gübresinden farklı gübreler üretiyor; gerçi akvaryum dünyasının önde gelen Alman markaları (konu akvaryum olunca Enver Paşa'ya dönüşüyorum, yapacak bir şey yok; adamlar kaliteli mal üretiyor aga) ana gübrelerini bu hâle getirdiler. Evet, -di'li geçmiş zaman. Yine de henüz akvaryuma adi salyangoz veya bir şekilde bir sulak alan gezisinde vs. denk geldiğim bir tür dışında canlı sokmaya niyetli değilim, bu nedenle gübrelemeyi aşırı kaçırsam bile yosun patlamasından başka sorunum olmaz (Bak bak bak, milleti akvaryumu bozacak kıvama getiren algleri küçümsemeye bak...). Bu arada şu bahsettiğim dışsal sebeplere katlanmaya hevesli olmamın en önemli sebeplerinden biri bu işin sonunda içinde ne bulabileceğimi çok iyi bildiğim bir sulak alanı ziyaret edebilecek olmam ihtimali.

20.11.2023

Bitkilerin durumlarını kontrol ettim de... İyi ki hemen CO2 işine gir(e)memişim de bir süre beklemeden kalıp gözlemleme yoluna gitmişim, diyorum. Resmen "şelale altında bitki olmuyor" efsanesinin içinden geçmek üzereyim (gerçi bu durum sump için söylenen bir şeydi ama gerekçe şelale sistemlerini de etkiliyor). Tabii seçtiğim bitkilerin de bunda payı var ama ben de -her ne kadar hobiden uzun süre ayrı kalıp modern yöntemleri, araç gereçleri ufo gören masum köyü gibi karşılamış olsam da- akvaryum işinden anlamayan biri değilim, bitkileri seçerken birkaç kriterim vardı ve bunlar temelde bu sistemde bitki yetiştirmenin ne kadar zor olabileceğini -en azından teorik olarak- bildiğimden seçilmişti (Cardamine lyrata hariç, onda akvaryumcunun gazına geldim. Eh, ama sonucu iyi oldu neticede; ne demişler, "Sonu iyi biten her şey iyidir."). O zaman bitkiler hakkında tek tek güncelleme yapıyorum.

Önce ne yaptığımı (ve yapmadığımı) anlatayım. Şu bahsettiğim sulak alan gezisinden önce birkaç gün uzakta kalacağım, tabii o günün güncellemesini o gün ayrıntılı paylaşırım ama gitmeden hemen önce şelaleyi kapatmayı, ilk budama işine girişmeyi (özellikle elodealara bir el atmam kesin şart) ve gübreleme + bakteri kültürü eklemesi yapmayı düşünüyorum. Ayrıca eksilen suyu tamamlamıyorum; su değişimi falan zaten hak getire, kısmen o dışsal sebeplerden, kısmen de akvaryumda şu an adi salyangoz, bitki ve bakteri (şüpheli) dışında canlı olmadığından. Geldikten sonra haznenin ayarını yapıp soldaki saçma parçayı oradan alacağız.

Gül (Ludwigia repens):

En kötü durumdaki bitki bu, büyük oranda da şelalenin hemen kafasına kafasına vurması yüzünden. Başını bir sudan çıkarabilse [Ludwigia cinsi emerstir. Peki emers nedir? Su altında da uzun süre hayatta kalabilen (hatta üreyebilen) ancak özünde kara bitkisi olan yarı-amfibik bitkiler. İronik olarak, pek çok popüler akvaryum bitkisi aslında biyolojik olarak sucul bitki değil emers bitki sınıfında.] ben de daha fazla endişelenmeyeceğim. Ayrıca en kötü durumdaki bitki olması, budama zamanı gelene kadar kendini nispeten kurtarmazsa bir çeşit kabak budamaya maruz kalacağı anlamına geliyor. Bu konuda benim yapabileceğim bir şey yok, tüm yapraklar ölü veya hastalıklıysa bitkinin hayatta kalmasını ummaktan başka çarem kalmaz.

Ala su sümbülü (Potamogeton coloratus):

Çeşitli şeylere baktıktan sonra elimdeki bitkinin bu olduğundan hemen hemen emin oldum (ama dediğim gibi, konu Potamogeton sp. ise benzer türleri bir botanikçinin bile ayırt etmesi epey zor). Yapraklarını uzatmaya devam ediyor, bu yapraklar artık o kadar da sağlıklı görünmüyorlar ama gayet iyi durumdalar. Acaba şu sulak alan gezisine yol açacak ön yolculuğa kadar su üstüne yaprak çıkaracak mı, şu aralar beni en çok heyecanlandıran konu bu.

Cardamine lyrata:

En tepedeki yaprakları suyun yüzeyine ulaştı... ulaştığı gibi de upuzun yan kök çıkardı, yapraklarındaki kahverengilikler azaldı vs. Bu bitki hakkında daha da endişelenmeme gerek yok, kendini kurtardı, çok geçmeden coşacağını düşünüyorum.

Alternanthera sessilis:

Yaprak kısmayı bıraktı, hatta yaprakları gitgide iyi duruma gidiyor. Bu bitkiyi ben tam çözemedim, ne yapacağımı da pek bilmiyorum ama yaprakları eskisi kadar kötü durumda değil. İyileşme sürecine girdi ama bakalım sonra ne olacak? İşin ilginci ben bu bitkiden kısmen umudu kesmiştim, bir anda iyileşme evresine girdi. Gübreden olduğunu varsayıyorum. 

Marimo (Aegagropila linnaei) için ayrı alt başlık açmayacağım çünkü sessilis görselinde görünüyor. İyi durumda, zaten bundan şüphem de yoktu; ama asıl ilginç olan, bozulmaya başlamış top formunu geri kazanması. Doğada bunu akıntılarla -özellikle de akarsuların kesişim noktalarındaki akıntılarla- kazanıyorlar, akvaryumda da şelale altında bir rahat durmadı, devamlı hareket edip durdu (şu an olduğu yerde sabit olmasının tek sebebi sessilisin ona engel olması); dolayısıyla bu top formunu geri kazanmanın şelale altında olmasıyla ilgisi olup olmadığını merak ediyorum. İkinci teorim de ürediği ve yeni bireyler boşlukları kapattığı için top formunu geri kazanması (bu teori, ayrıca -doğru olması hâlinde- avuç kadar bir marimonun neden hayvan gibi pahalı olduğunu da açıklar).

Su marulu (Pistia stratiotes):

Yine çok da endişelenmediğim bir bitki. Kökleri istediğim kıvama gelmeye başlamış, hatta üremişler bile.

Çok iyi gidiyor lan, özellikle o Pistia yavrularını görünce ayrı bir mutlu oldum. Bu proje buralara gelene kadar çok çile çektim, evdekilere de çektirdim* ama değdi be. Şimdi sadece o ilgili sulak alan gezilerinden topladıklarımı getirip akvaryuma son hâlini verme ve ormanlaşmasını bekleme zamanı.

*Gerçi yalnız yaşasam veya Türkiye'deki müteahhitler ses yalıtımı denen şeyin varlığını bilse en baştan bu proje bambaşka tasarlanacaktı, elbette yine sorun çıkaracaktı ama bunlar nispeten tecrübeli olduğum, şu anki sorunlardan çok daha kolay çözülebilecek sorunlar olacaktı. Şu anki projenin devamlı sorun çıkarıp durmasının ve bu sorunların bu kadar zor çözülmesinin nedeni benim resmen deneysel çalışma yürütmem. Evet, kendi başına bütün parçalar halihazırda denenmiş, iş gördüğü bilinen şeyler ama bunların hepsini bir arada kullanan (kullanmaya çalışan) pek bir delinin olmadığı, ki akvaryum hobisi temelde delilik hâlidir (Daha önce de söyledim: Akıllı insan günlük hayatında aynı anda biyoloji, jeoloji, fizik, kimya ve bir dizi başka bilime ek olarak sanatla aklını meşgul edecek bir işle uğraşır mı? Bu arada evet, akvaryum hobisi bu dalların hepsinden beslenir.), deneyen birileri varsa bile -kah forumlardaki yorumlardan çekindiklerinden kah sonuçta başarılı olamadıklarından kah farklı sebeplerden- bunu internette paylaşmadığı bir usul. Neden? Çünkü aslında bir sürü çelişkili parçayı bir araya getirip birbirine uydurmaya çalışıyorum. Hani teknik olarak bu yaptığım, yapboz yaparken uymayan bir parçayı kesip biçip o noktaya koymaya zorlamakla hemen hemen aynı şey. Tek farkı akvaryumun tam bir kişisel tecrübe hobisi olması, o yapbozu o hâle getirmek şansını zorlamaktır ama akvaryumda asla işe yaramayacağını düşünüp öylesine denediğiniz bir şeyin sistemi kurtarma ihtimali bile vardır.

22.11.2023

Uluabat Gölü ile sonlanacak gezi bugün başlayacağı için ben de akvaryuma bir el attım. Önce şelale sisteminin fişini çektim, şelalenin suyu sıçramasın diye kullandığımız priz korumayı da devirdim. Neyse... Sonra da ışıklandırma süresini arttırdım, ben burada değilken -ve tepelerinde kendilerine doğadakine benzer bir "çabuk beslen, üremeyi azalt" baskısı yapacak şelale de yokken- olabildiğince ormanlaşsın istiyorum.

Sonra da Uluabat Gölü ve bir önceki durak (aslında o önceki bir durağı birkaç durağa çıkarasım var ama fırsatım olup olmayacağını bilmiyorum) için kullanacağım malzemeleri toparladım.

Ardından lede su sıçramasın diye kullandığımız, bir çeşit yarı-açık buhar camı görevi görerek bitkilerin iyileşmesine etkisi olup olmadığını merak ettiğim streç filmi çıkarıp attım. Döndüğümde başka streç takacağım tabii ama ben ve şelale burada değilken akvaryumun üstü açık olacak.

Sonra termometre ile su mercimeklerinin camda kalanlarını suya geri yolladım. Çoğu yaşıyormuş.

Sonra da budama işine giriştim.

Gülün (L. repens) budamadan önceki hâli:

Cardamine lyratanın budamadan önceki hâli:

Elodeaların (E. densa) budamadan önceki hâli:

Ala su sümbülüne (P. coloratus) dokunmadım, diğerlerinin zaten budanacak bir yanı yoktu (sessilisi budamaya kalksam kabak budama yapıp bitkiyi dımdızlak sap hâlinde bırakmam gerekirdi).

Akvaryumun budamadan sonraki hâli:

Gülün budamdan sonraki hâli:

Çok bir şey değişmemiş gibi görünüyor, değil mi? Zaten öyle olması gerek. Bir de bu Ludwigia cinsinde genel mi yoksa L. repensin bir özelliği mi bilmiyorum ama sadece iki yaprak için makas kullandım, geri kalanı sadece bitkiye cımbızla dokunarak bile hemen ayrıldı. Bak çekmedim, bir şey yapmadım, sadece durumlarını kontrol etmek için cımbızla tuttum, budama gerektiren yapraklarsa hemen ayrıldılar. Gülü budamak acayip kolay oldu yani.

C. lyratanın budama sonrası hâli:

Gülde olan olayı bunda da deneyeyim dedim ama yok, olmadı. Sadece iki yaprağı budadım, bir de sonrasında elodeaların orada bulduğum kopmuş, ufak bir sapı dikmek yerine su üstü bitkisi muamelesi yapmaya karar verdim. Sonucunu merak ediyorum çünkü tecrübe etmiş akvaristlerin çoğu bu bitkinin daha ziyade su üstü bitkisi gibi davrandığını söylüyor.

Elodeaların budamadan sonraki hâli:

Aslında beni biraz zorlayacaklarını düşünüyordum, özellikle de yüzey bitkileri orada toplandığı ve şu saçma iskele orada olduğu için... ama elodelara kabak budama misali bir sistem uyguladığım için çok da zor olmadı.

Elodeaların kalanını (yani budamadan çıkan, normal şartlar altında ya atılacak ya hediye edilecek ya da budama tankına konulacak olan parçaları) kafa motorunun önüne diktim (diatomit sayesinde oldukları yerde duruyorlar):

Parçaların ikisi çok uzun geldi, onları ayrıca budadım, bir de bir yavru sürgünü ayırdım (elodea böyle üretilir).

Elodeanın küçük bir parçasını dikmek yerine su üstünde bıraktım:

Elodealar her ne kadar gövdeli bitki diye geçse de su üstü bitkisi gibi de yetiştirilebilirler; bu sadece benim deneme yanılma, teorik bilgi vs. ile söylediğim bir şey değil ha, gayet elodeaya su üstü bitkisi muamelesi yapan bir sürü hobici var. Elodeayı öldürmek için özel çaba harcamanız lazım zaten, elodea akvaryum bitkileri dünyasının kaktüsü gibidir. Gıkını çıkarmaz hemen hemen her türlü şartta hayatta kalır, üstüne bir de ürer. Bizim su kaynaklarında Kanada elodeası (Elodea canadensis) olma sebebi bu zaten, bir şekilde kaçıp oralarda hayatta kalıp bir de üstüne üremişler. Gerçi bendekiler Brezilya elodeası (Egeria densa) ama elodea elodeadır sonuçta, görünüşleri de özellikleri de öyle çok da fark etmiyor. Hatta elodeaların "Ne ortam olsa yaşarım abi." zihniyetine şöyle de bir örnek vereyim: Kopuk bir elodea parçasını iskelenin üstüne koyup suya sarkıtmıştım (Neden? Meraktan. Ha bir de bu deneyde kullanmasam zaten atacaktım.), sonra kontrol ettiğimde karadaki kısmı kurumasına rağmen sudaki kısmı gayet canlı ve sağlıklıydı.

Sonra demir ve iz element gübresi kattım. Bunu budamadan hemen sonra yapmamın sebebini buraya kadar okuyup da tahmin edemiyorsanız ben size hiç bir şey demiyorum. "Gövdeli bitki" kelimesi geçen her cümleyi tekrar okuyun, yine de anlamadıysanız çok zorlamayın. Herkesin öğrenme şekli ve öğrenmekte başarılı olabileceği alanlar farklı neticede (bkz. çoklu zeka kuramı). Aslında demir gübresini yarım, iz element gübresini tam doz katacaktım ama ikisini de tam doz kattım. Nedeni mi? Başta iz element gübresi diye elime demir gübresini almışım, bir kez tam doz oldu bile. Ya iz element gübresinin miktarını iki katına çıkarıp yosun patlaması, daha da kötüsü su değerlerinin tamamen bozulması riskini alacaktım ya da ikisini de tam doz kullanacaktım. 

Biraz bekliyorum, yeterince süre geçtikten sonra bakteri kültürü ekleyeceğim. Hatta onu ta gitmeden önce bile ekleyebilirim. Soru: Neden bekliyorum? Bak bunun nedenini anlamayana laf etmem. Aslında iki nedeni var. İlki, demir sonuçta bitkilere yararlı olsa da bir ağır metaldir; yani fazla demir içeriği bakteriler için zararlı olabilir (bakteri kültürünün tümünü öldürme riski bile var, tabii akvaryum gübresinin içinde olup da doz aşımı olmadığı sürece pratikte herhangi risk yok ama ben teorik bilgiden bahsediyorum). İkincisi, gübrelerin içeriğini okumuş biri olarak sadece bitkilerin değil, bakterilerin (en azından bazı bakterilerin) de o içerikleri besin olarak göreceğini biliyorum. Normalde bakteri besinine zaten ihtiyacım olduğu için kötü bir durum olmazdı ama budamadan hemen sonra bitkilerle besin rekabetine girecek bir şeyleri akvaryuma salmak akvaryuma ot zehri dökmekle aşağı yukarı aynı şey (en önemli farkı, ot ilacı sadece bitkileri değil balıkları ve omurgasızları da öldürecekken bakterilerle bitkiler arasındaki besin rekabeti akvaryumun diğer sakinlerinin gonopodunda* bile olmayacaktır).

*Bu cümleye "bilimsel kelime kullanma kisvesi altında sansür" uygulanmıştır. 13 yaş ve üzeri için uygundur.

Tabii onun dışında da boş durmadım, Uluabat Gölü gezisi için en önemli hazırlığı yaptım. Soru: Bir sulak alanı gezmeye giderken edinmeniz gereken en önemli şey nedir? Kepçe? Kova? Hayır, bilgi! Neyle karşılaşacağınıza dair bir fikriniz olması her zaman avantajınızadır (sonucunda o fikrin feci derecede yanlış olduğu ortaya çıksa bile). Ben de o yüzden Uluabat Gölü'nün florası hakkında bolca okuma yaptım (bahsettiğim diğer durağı zaten avucumun içi gibi biliyorum, hatta avucumun içini oradan daha az biliyor bile olabilirim, düşünün; tam olarak nereye bakacağımı da zaten çoktan planladım, bu nedenle orası için kafa yormak yerine tüm odağımı Uluabat Gölü hakkında teorik bilgi edinmeye verdim). İlk dikkatimi çeken şeyse bilgi eksikliği oldu (gerçi aslında şaşırmamam lazım ama... yine de...). Su kuşu diyor, balık diyor, bitkiye gelince sanki koskoca gölde bir tek beyaz nilüfer varmış gibi N. alba dışında hiç örnek vermiyor. Bitki listesi yapan kaynak da sırf göl kıyısında çınar (bildiğimiz, ağaç olan çınar) var diye çınarı bile listeye ekliyor, su bitkisi-emers bitki-kara bitkisi ayırmak eziyet oluyor (özellikle de hiçbir türün, cinsin Türkçe adını yazmayıp tamamen Bilimsel Latince ile kayıt tuttukları için; neyse ki az buçuk Bilimsel Latincemiz var da o kadar sorun olmuyor). Yine de takıntılı kişiliğimin faydasını bu tür durumlarda görüyorum, sonucunda şu an gölün neresinde ne bulabileceğime dair çok iyi birkaç fikrim var. Ayrıca bir de gölün su değerlerini ölçmüşler ama -sonuçta koskoca makale, bilimsel çalışma da olsa- pek güven vermedi. Çünkü Uluabat Gölü'ne Malavi Gölü muamelesi yapmışlar, 8-9 pH diyor lan! O tür listelerinde gördüğüm bazı balıklar (hatta bitkilerin de bazısı) nasıl yaşıyor lan o pH'ta? Ha şimdi bu kadar tepkiliyim ya, kendim ölçtüğümde benzer bir sonuç alırsam "Peki, makale doğruymuş." deyip geçeceğim. Yalnız balık listeleri genel anlamda beni heyecanlandırdı, bulursam sırf fotoğrafını çekmek için yakalayacağım türler var (ve tabii karşılaşırsam anında akvaryum için belirlediğim tür listesini ona göre yeniden düzenleyeceğim türler de var ama bunların sayısı hem görece daha az -çünkü o heyecanlandıran türlerin çoğu aslında şu an için bakamayacağım, onlar için ekstra akvaryum kurma vs. gibi imkanlarım olsa bulsam affetmeyeceğim türler- hem de çok da nadir balıklar değiller, nereye bakacağını bildiğin sürece çoğu yerde -kendilerini olmasa bile en azından muadillerini- görmek mümkün).

Bu gezi hakkında beni en çok endişelendiren şey bu süreçte -doğal olarak- sulanamayacak olan karayosunları ile ışık azlığından hemen hemen mevta olmuş ama hâlâ umudu tamamen kesmediğim su naneleri (M. aquatica). Su nanelerini karayosunlarından daha çok düşünüyorum çünkü daha önce de dediğim gibi karayosunlarını öldürmek için de özel olarak uğraşmak gerekiyor (ama elodealar kadar da dayanıklı değiller, tamam gerçekten genelde aslında hâlâ yaşıyor oluyorlar ama çok abartırsanız pratikte ölüden -tekrar "dirilebildikleri" düşünüldüğünde aslında daha ziyade komadan- farksız olan "mevsimsel uyku" aşamasına geçebilirler), su naneleri ise -naneler (Mentha sp.) genel olarak dayanıklılıkları ve efsaneviye varan ölçüdeki vejetasyon (vejetatif üreme) yetenekleriyle tanınsa da- tam olarak alışkın olmadığım, gerçekten ölüp ölmediğine karar vermekte zorlanacağım bir tür. Yine de bu denemem bana su nanesinin paludaryum sistemlerinde yetiştirilebileceğini ama yüksek -veya en azından doğrudan tepesine gelen- ışık ihtiyacı olduğunu gösterdi. "Ulan bitkinin ölüp ölmediğine bile karar veremiyorsan ışık olayında nasıl uzman gibi davranıyorsun?" derseniz, cevabım gözlem. Su naneleri hakkındaki gelişmeleri buraya yazmayı genel anlamda ihmal ettim, sebeplerinden biri de sapıkça bir gözlem dürtüsüyle "Bakalım ne olacak?" deyip onlara olabildiğince herhangi bir müdahalede bulunmaktan kaçınmamdı. "İstemsiz (kendi kendini sürdüren) deney" sonuçlanınca bir şeyler yazacaktım; ama hâlâ sonuçlanmadı. Bunu da sırf o gözlem dürtüme ket vurulacağı için yazıyorum zaten, üç-dört gün (?) kadar su nanelerinin durumu hakkında hiçbir şey bilmeyeceğim.

Bu arada bana çalışan ısıtıcı gerektiğini fark ettim. O eski ısıtıcıların çalışıp çalışmadığına bir bakmam lazım. Isıtıcı şimdilik lazım değil; ev düşse düşse 15 dereceye düşer, suyun soğuması da öyle o kadar kolay bir iş değil (Özellikle soğuk su balıkları yaz aylarında haşlanmasın diye millet bilgisayar fanından soğutucu falan yapıyor...), ev 15 dereceye düşse su olsa olsa 18 dereceye düşer. Yalnız şöyle bir sorun var, şimdi elimdeki bitkilerin en tropiği bile 15 °C'ye kadar dayanıklı ama yarın bir gün balık, karides vs. girişi olduğunda? Tamam yani lepistesler ("özel tür" adı altında tüm genetik çeşitlilikleri, dolayısıyla bağışıklıkları sikilip atılmış olan varyeteler hariç) 18 dereceye kadar dayanıyor, kiraz karidesler daha soğuk sulara bile dayanabiliyor (hatta sıcak, kiraz karidesler için soğuktan daha büyük bir sorun) ama mesela bir şekilde suyun 16 dereceye düştüğü bir durum olursa? Devamlı akvaryumda tutmayacağım, sonuçta odamın ısısı suyu sıcak tutmak için yeterli ama evden bir hafta kadar uzak olunca ısıtma sistemleri kapatılıyor, dolayısıyla kaldığım oda bile yavaş da olsa soğuyacak. Bu nedenle gerektiğinde geçici olarak takacağım bir ısıtıcı gerek. Eh, neyse; onu geldikten sonra hallederiz. Odanın soğuması karayosunlarının da kendini daha iyi korumasını sağlayacak sonuçta.

24.11.2023

O bahsettiğim "ilk durak" gezisini yaptık. Aşırı bölgeci bir köpek (Gerçi köpek dediğin zaten bölgeci bir hayvandır; bekçi köpeği diye bir kavram olma sebebi zaten köpeklerin tıpkı yabani ataları kurtlar gibi bölgeci olması.) ve yağmur nedeniyle geziyi planladığımın yarısına kadar bile uzatamadan döndük ama bu kadar kısa (ve aslında hedeflediğim iki yere de gidemeyip dolayısıyla burada varlığını bildiğim şeyleri de alamadığım) bir gezi için fazlasıyla verimliydi. Topladığım her şeyi bir kovaya koyup kovaya biraz su koydum, yağmurlarla bu su artacak ve -belki- değişecek.

Topladıklarım:

Su nanelerinin (Mentha aquatica) tamamen su altında kalmadığına, bir süre sonra çürüdüğüne dair bir teorik bilgim olsa da yine de denemek için bulmuşken büyük bir kök aldım. Sonuçta paludaryum için uygun oldukları da hiçbir yerde yazmıyordu ama ışık tepelerinde kalmaya devam etseydi durumları gayet iyiydi. Üstelik, başlarını sudan çıkaracak kadar yaşarlarsa sonrasında -gerçekten emers bitkiler arasında karasala yakın olanlardansa- kendilerini kurtarmış olurlar.

O mor bitki de su nanesi, değilse bile illaki bir nane türü (nane değilse de kesinkes nanegillerden; çünkü kokladım) ama hiçbir kaynakta herhangi bir Mentha türünün bu rengi aldığına dair bir bilgi görmedim. Eve döndükten sonra Türkiye tür listelerini ve Mentha cinsi ile yakın akraba cinslere kayıtlı türleri bir talan etmem lazım. Yani tamam yeterli besinin olduğu ortamda yeterli ışık altında kızaran birçok su bitkisi var, kimi doğada bile kırmızı-yeşil veya direkt kızıl ama su nanesi? Yaprak ve gövde yapısı da -henüz kızarmamış olan ufak bir filiz dışında- pek benzemiyor ama aynı bölgede gördüğüm diğer su nanelerine benziyor. Bir çeşit varyeteye veya alttüre falan mı denk geldim ki? Ya da ne bileyim, belki kış uykusu gibi bir form… Hayır yani yazın böyle mor nane yoktu, sonbaharda, güneşin bu kadar “nazlı” olduğu bir mevsimde kızarmaları (daha doğrusu morarmaları) da ayrı acayip.

Şu tilkikuyruğuna benzeyen bitki bu sefer gerçekten tilkikuyruğu. Biliyorum bir Ceratophyllum submersum, bir Chara vulgaris diye diye yalancı çobana döndüm ama bu kez gerçekten Ceratophyllum demersum. Üç bitkiye de dokununca ayırt edebiliyorsunuz, dokunmadan sadece bakarak ayırt etmek zaten tam bir işkence.

Tilkikuyruğunu andıran ufak bitkinin ne olduğundan tam olarak emin değilim, Türkiye’de Cabomba yetişmediğini -ve o bölgedeki suyun Cabomba için çok soğuk olduğunu- bilmesem Cabomba sp. derdim. Onun ne olduğuna da iyice bakmam lazım ama elbette birkaç teorim var. En yüksek ihtimali çok genç olan dikensiz tilkikuyruğu (C. submersum) veya başaklı su civanperçemi (Myriophyllum spicatum) filizleri olduğuna veriyorum, bir diğer teorim de dokusu hakkında kesinlikle hiçbir fikrim olmadığı için Nitella sp. (Chara sp. ile akraba bir tatlısu makro-algi) olması (Çünkü dediğim gibi nitellanın nasıl hissettirmesi gerektiğini bilmiyorum, tek bildiğim hem yakın akraba olup hem de fiziken benzemesi ama Chara türlerinin aksine “kalkerli dikenler” oluşturmaması). Gerçi başaklı su civanperçemi aslında karşı kıyılarda yetişiyor ve kökleri de daha derinde oluyor ama hem su yeterince çekilmişti hem de tamamı ölüp çürümüş olsa da yakınlarda yetişkin M. spicatum örnekleri vardı. Bu arada biraz baktım, harbiden nitellaya da benziyor ama bu bitkilerin akvaryumda -tabii tutunurlarsa- gelecekleri hâli görmeden herhangi bir şey demem pek de mümkün değil.

Bu bitki çok güzel bir emers bitki ama akvaryumda olmaz, illaki paludaryum/riparyum kurmak ve bendekinden farklı olarak yüksek teknolojili (high-tech) ışık kullanmak gerekiyor. Ha bahçe havuzlarında değerlendirilebilir bak:

Bu da su sandalye sazı (Ne saçma sapan ad lan bu?), bilimsel olarak söylersek Schoenoplectus lacustris:

Bu da üsttekiyle aynı şekilde, yüksek ışıklı riparyum/paludaryum sistemlerinde veya bahçe havuzlarında yetiştirilebilir. Ha ama üstteki bitkiden şöyle bir farkı var, benim o kadar da ilgimi çekmiyor. Yani tamam, bahçe havuzu kursam ve bunlardan toplama imkanım olsa muhtemelen birkaç kök kapıp getiririm ama çevresinde bu bitkinin bariz baskın olduğu bir yerin biyotopu olmayan bir sistem kurmadıkça bu bitkiyle uğraşmayı pek düşünmüyorum. Özellikle de ışığı paludaryum/riparyum standartları için bile bayağı bir tepeye çıkarmak gerekeceği için (Niye? Çünkü bitki uzuyor da ondan.).

Hazır buradayken bu gezide aslen ne amaçladığımı da söyleyeyim de iyi bir gülün: Dikensiz tilkikuyruğu (C. submersum) ve ciğerotu! “Ciğerotu da hangi ciğerotu?” diye sorarsanız Türkiye’de en yaygın tür o olduğu için muhtemelen Lunularia cruciata ama o bölgedeki ciğerotları başka bir tür de olabilir, tam emin değilim.

Biliyorum biraz açgözlülük ama Uluabat Gölü’nün bana daha cömert davranmasını umuyorum.

Bu arada ben de boş durmadım tabii, elimdeki mor naneyle ilgili biraz araştırma yaptım. Pek ikna olmuş değilim ama eğer henüz sınıflandırılmamış yeni bir tür/alttür/varyete falan keşfetmediysem (veya pek de güvenilir olmayan bir kaynakta gördüğüm “su nanesinin yaprakları nadiren morumsu da olabilir” bilgisi gerçekten bildiğin düpedüz mor olan yaprağı “morumsu” olarak tanımlamıyorsa) en yüksek ihtimal elimdekinin “raripila nanesi” (Mentha × smithiana) olması. Bu bitki nedir? Mor(umsu) bir formu da olduğunu bulabildiğim tek nane türü, ayrıca Japon nanesi (M. arvensis), su nanesi (M. aquatica) ve eşek nanesi (Mentha spicata spicata) arasında bir melez. Aslında bunu daha sadeleştirerek anlatmak lazım, bahçe nanesi (Mentha × piperita) ile Japon nanesi (M. arvensis) melezi çünkü bahçe nanesi, hani “nane” deyince aklımıza gelen bitki, su nanesi ile kıvırcık nanenin (M. spicata) melezi. Peki benim elimdeki bitkinin bu tür olduğunu düşünmemin tek sebebi mor olabildiğini bulabildiğim tek nane türü olması mı? Tabii ki değil. Bu bitkiyi bulduğum bölgede eşek nanesi (Mentha spicata subsp. spicata) da olduğunu zaten biliyorum, yani kendi kendine melezleşerek üremiş bir bahçe nanesiyle orada karşılaşmak beni şaşırtmaz. Japon nanesine o bölge civarında da o bölgenin çevresinde de rastlamadım -rastladıysam da fark etmedim- ama Türkiye tür listelerinde var, yani o bölgede -veya arıların polenleri taşıyabileceği kadar yakınlardaki bir başka bölgede- varsa şaşırtıcı bir durum olmaz. İşin en gıcık yanı, bu mor naneden suyun içinde olup olmadığını hatırlamıyorum. Su kenarında olunca hemen “Su nanesinin formu işte!” diye, bir de ilk defa mor nane gördüğümden kaçırmamak için hemen bir örnek aldım; o hengamede -ve alıp rahatladıktan sonra- “Bundan su içinde de var mı yoksa sırf kıyıda mı?” diye bakmamışım. Bahçe nanesi de dediğim gibi M. aquatica soyundan geliyor ama asla emers bir bitki değil, hatta ebeveynlerinden birinin alametifarikası olan su dayanıklılığını o kadar kaybetmiş bir melez ki hiçbir tarım kaynağında “çok su isteyen bir bitki” olarak bile sınıflandırılmıyor. Yani bahçe nanesini akvaryumda yetiştiremediğimize göre bu naneyi akvaryuma koymanın kendisi ve akvaryum için sonuçları tam olarak ne olur? İşin şanslı noktası, akvaryumda şu an adi salyangoz dışında hayvan olmaması; yani ne olup biterse bitkiler kendi aralarında halledecek. İnternet sıkıntım dolayısıyla şu an araştırmalarıma pek de devam edemiyorum (Bu yazıyı bile bloğa değil Word’e yazıyorum, düşünün.) ama raripila (Ne biçim isim lan bu?) hakkında birkaç şey buldum. Şu anki kararım, raripila hakkında edindiğim teorik bilgiye uymaktan ziyade su altı performansını gözlemlemek ama hazır yayvan bir formdayken karasal kısımda mı denesem diye de düşünmüyor değilim. Keşke birkaç kök daha alsaydım…

25.11.2023

Aslında Uluabat Gölü'nden hemen hemen hiçbir şey alamadım ama bayağı yoğun bir gündü. Tabii anlatacağım ama önce...

Uluabat Gölü'ne giderken feci bir yağmur bastırdığı için önce ilk durağımız Eskikaraağaç'ta (Avrupa leylek köyü) bir gözlemledik. Müze güzeldi, bunlar da gölün o kıyısında peşimizden ayrılmayan ördekler:

Bu arada cidden dibimizdelerdi, fotoğrafta olduklarından iki-üç kat kadar uzak çıkmışlar.

Yağmur -ve muhtemelen sonbahar akıntıları- nedeniyle su tamamen çamurluydu, kıyıda bile dibi görünmüyordu; o yüzden asıl hedefimiz olan Mustafakemalpaşa Çayı'nın Uluabat Gölü'ne aktığı kısmı iptal ettik. Niye? Çünkü orası delta ve şu an oraya gitsek bataktan başka herhangi bir şey bulabileceğimi zerrece sanmıyorum. Ayrıca her ne kadar o makalelerde, internette olan listelerdeki bitkileri bırak bulmayı, görememiş bile olsam (Gerçi dört-beş bitki türü vardı ve muhtemelen gölün dibi görünse daha fazlasını görürdük.) aslında tatmin oldum. Neden? Çünkü kıyı, dalgalar tarafından atılmış tilkikuyruğu (C. demersum) öbekleriyle (ve onlarla karışmış birkaç başka bitkiyle, sanırım bir kısmı Vallisneria idi ama başka bir saz da olabilir) doluydu, onlar arasından bir kısmı da köklüydü. Böylece elimde birkaç kök tilkikuyruğu ve bir adet büyük, sağlam ama köksüz tilkikuyruğu dalı oldu. Aslında Uluabat Gölü'nün asıl amaçladığım kısmına ulaşamamanın bir burukluğu var ama müzeyi, orada gördüğüm onca su kuşunu (İnsanın dibine giren ördekler, tuhaf, ince bir boynu olan bir su kuşu, o kadar uzaktan ne olduğunu elbette pek de anlayamayacağım su kuşları... Harbiden Uluabat Gölü'nün su kuşlarını az bile anlatmış yani o kaynaklar, öyle diyorum.) falan düşününce totalde memnunum; üzgün olduğum tek nokta bulup almayı bırak, alamayacağım bir yerde bile göremediğim kırmızı eğrelti (Azolla filiculoides) oldu. Niye bu konuda üzgünüm? Çünkü Türkiye'de A. filiculoides varlığından bahseden tek kaynaklar -en azından benim denk gelebildiklerim- Uluabat Gölü tür listeleri (ha bir de tarım kütüphanesinin "su yabancı otları" listesi), bu da bana bu bitkinin Türkiye'de ya akvaryumcularda ya da Uluabat Gölü'nde bulunabileceğini, başka ihtimalin düşük olduğunu düşündürüyor.

Neyse, eve gelir gelmez de akvaryuma giriştik. Haznenin içine bir şey koyarak suyu dengelemeye çalıştık, işe yaramazsa ne yapacağım hiç bilmiyorum:

O sinir bozucu kısmı da kestim:

Akvaryuma gelelim:

Genel anlamda fena değil ama... Aslında "Hiç ellemeseydim keşke." hissim var.

Gül (L. repens):

İyi duruma gitmesini bekliyordum, çok da kötü duruma gitmemiş aslında ama budamasaymışım keşke.

Diğer bitkiler:

Bunların durumu genel olarak iyi. Sadece sanki benim ektiğimden daha az "budama sonrası elodeası" var ama o da aslında -elimdeki bitki elodea olmasaydı- normal karşılayacağım bir durum. Gece de topladığım bitkileri yıkayıp dikeceğim. Ha bir de elimdeki minik, tilkikuyruğumsu bitki hakkında teorilerim arttı (Tür listelerine tekrar baktım da...) ama hâlâ bu bitki tutunup yeterince büyüyene kadar hüküm vermeyeceğim. Tutunamazsa da... Geçmiş olsun, ne olduğunun zaten benim şahsi merakımın tatmini haricinde bir önemi olmayacak.

26.11.2023

Bitkileri temizledim. Aslında hemen dikecektim ama silikon hazır olana kadar su sıçratmayayım, diyerek bir kovaya su doldurup içine koydum. 

Yalnız... Şimdi elimde daha büyük sorular ve sorunlar var.

Varan 1:

Soldaki uzun dal ile diğerleri cidden aynı tür mü? Çünkü sağdakiler tilkikuyruğuysa o uzun dal değil, yok o uzun dal tilkikuyruğuysa öbürküler değil. Sağdakilerin göl çevresindeki öbekte nasıl baskın olduklarını gördüm, Chara da Nitella da bir çeşit fosfat patlaması yaşanmadığı sürece -hatta o zaman bile- bu kadar yoğun miktarda olamaz. Soldakinin dikensiz tilkikuyruğu olma ihtimali de yok çünkü o bitkiler kadar yumuşak değil. Aslında tepedeki, açmamış yaprakların hissi aynı; ama iş alttakilere gelince iş değişiyor. Tedbir için ikisini ayrı ayrı dikeceğim. Sonucunda ya tilkikuyruğu sandığım ve Uluabat Gölü kıyısının her yanına dalgalarca atılmış bitkilerin Characeae ailesinden makro algler olduğunu öğrenip çok şaşıracağım ya da ilk kaynaktan alıp tilkikuyruğu sandığım bitkinin Myriophyllum sp. olduğu ortaya çıkacak ve "Eh, bu muymuş?" diyeceğim. Üçüncü ihtimali düşünmek istemiyorum; çünkü üçüncüyü düşünürsem dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci... ve dahası da peşi sıra gelir.

Varan 2:

Bunlar su nanesi. Aynı kökten çıkan ve az çok nane gibi kokan bitkiler; ama yaprak yapıları bir acayip. Birçok emers bitkinin su altı ve su üstü yaprak formları farklı olduğundan, hatta bazı türlerde neredeyse tanınamayacak ölçüde farklılaştığından, işi su nanesinin emers olmasına (yani hayra) yoruyorum; ama yine de bir işkillenmiyor değilim.

Varan 3:

Bu iki bitkinin ne olduğuna dair birkaç fikrim vardı, ta ki "Lan bunlar gerçekten de aynı bitki mi ki?" diyene kadar. Bunları da tedbiren ayrı ayrı dikeceğim. İyice deli ettim kendimi...

26.11.2023

Bitkileri diktim. Barajdan aldığım "tilkikuyruğu (şüpheli)" ile "Uluabat Gölü'nden topladığım tilkikuyruğu (bu da şüpheli ama daha az şüpheli)" bitkilerini ayrı ayrı diktim, beni hâlâ şaşırtan ve akvaryumdaki performansını acayip merak ettiğim mor naneyle su nanesini yan yana dikmek zorunda kaldım; çünkü sağ taraftaki hidrotonların üstüne kum alacaktım (Uluabat Gölü'nden) ama o hengamede unuttum, mavi fonla kum da alacağım.* O "varan 3" kısmındaki bitkileriyse aynı yere diktim (sağ alttaki bitkiyi "köksüz" deyip atmış olmadığım sürece; çünkü dikmeden önce tekrar bir çeşit "temizlik" yaptım).

*O akvaryumcuda ne tür kumlar var acaba? Tabii elimdeki eski kumlara da tekrar bir bakarım. Ayrıca kapsül gübre de almam lazım; bitkilere "Nasılsa hepsi ya gövdeli ya su üstü bitkisi" diye sıvı gübreyi dayayıp duruyoruz, alayını elodea ile su üstü bitkileri emiyor. Yeni dikim yaptıktan sonra kök gübresi (kapsül gübre, tablet gübre vs.) konur normalde; biz "Hepsi gövdeli ulan!" diye dikimden, budamadan falan sonra bile sıvı gübreyi dayıyoruz. Sonra "Bu bitki niye kökten yeni filiz vermiyor?" Beslenemiyor ki garibim kökler! Gerçi o lav kırığını boşuna mı kullanıyoruz? Demir içeriyor lan o!

Şelale haznesi doluyor ve soldan damlıyor ama hâlâ sağ tarafta baskın akıntı var. Ya bu durumu kabullenip sallayacağım ya da sağa dıştan yükselti koyup tüm suyu sola aktaracağım. Muhtemelen ilkini yaparım.

27.11.2023

"Rutin akvaryum bakım günü"nü salı olarak belirledim, bunu bir yere yazmalıyım (yoksa unutup karıştırırım). Akvaryumun haftalık bakımı için belli bir gün belirlemek iyi oluyor çünkü bir hafta pazar öbür hafta pazartesi yaparsanız pratikte iki gün art arda bakım yapmış olursunuz, bunun da yarardan çok zararı olur. Ayrıca rutin aylık ve yıllık bakım da haftalık bakım belli bir günde olursa daha iyi olur. Tabii bu dediğim gibi rutin bakım için geçerli; akvaryumda bir sorun tespit edilince hiç beklemeden hemen aksiyon almak gerekiyor. Benim dediğim normal şartlar altında yapılan bakım (su değişimi, dip çekimi, gübreleme, budama vs.; gerçi budama haftalık değil aylık yapılması gereken, akvaryumdaki bitkilere göre süresi yıllığa kadar uzatılabilen bir iş ve bu kadar yoğun bitkili olup ihtiyacım olan salyangozların da dibe düşen maddelerden başka yemi olmayan akvaryumda dip çekimi yapılmaz ama ne dediğimi anlamışsınızdır), yoksa yosun patlaması, balıkların kuyruk kısması vs. durumlarında su değerlerini ölçüp ihtimalleri bu ölçülen su değerlerine göre azaltmak ve olası ihtimallere göre hemen aksiyon almak gerekiyor.

30.11.2023

Gittim fon aldım. Düz renk, hafiften koyu bir kraliyet mavisi tonunda. Kapsül gübre (veya fiyatına göre tablet gübre, misket gübre vs.) alacaktım ama yokmuş (daha doğrusu kalmamış). Onu da internetten söyledim, Tropikal markalı (Tropical değil Tropikal; yani bakteri kültürümle değil hidrotonumla aynı marka. Ne hidrotonmuş arkadaş...).

Bu arada mor su nanesi iyi durumda, yan kök ve yaprak da çıkarıyor (su nanesi olduğu da böylece kesinleşti) ama şöyle bir sorun var:

Yeni yapraklar yeşil. Eğer bu yapraklar "yaşlandıkça" morarmazsa elimdeki varyete değil, neden mor olduğu hakkında en ufak bir fikrimin olmadığı bir su nanesi çıkacak. Hayır yani "Işık mı yetersiz?" diyeceğim ama sonbaharda ne ışığı? Mevsimlik bir şey desem bu mor nanelerin hemen yanında yeşil su naneleri de vardı, onlar niye yeşildi? Neyse, benim için bitkinin yaşaması renginden daha önce geliyor; o yüzden su nanesi iyi durumda olduğu sürece mor mu yeşil mi olduğuyla o kadar da ilgilenmiyorum (ha ama tercihim mordan yana olur, o ayrı).

03.12.2023

Bazı ilginç gelişmeler var. Öncelikle şu:

Bu gördüğünüz, bazı karayosunu türlerinin spor yaymak için kullandığı kese değil; bildiğin mantar (bu arada karayosunlarının bu kadar "cıvık" görünme sebebi fotoğrafın hemen sulamanın ardından çekilmiş olması). Şimdi evet, aslında karayosunu yetiştirmeye çalışılan ortamda -karayosunları da doğrudan doğruya doğadan alınma olup tutundukları şeyle beraber paludaryuma dahil edilmiş olduğunda- bu tür ufak mantarlar çıkması garip değil (neticede mantar sporu ediğin ayakkabına bile bulaşabilecek bir şey). Garip olan şu: Bu tip mantarlar genelde grup hâlinde çıkarlar, böyle tek bir tane çıkıp öylece kalmazlar [mantarcılar tarafından iyi bilinen örnekler olarak mıhbaşına (Marasmius oreades) ve kokulu cincileye (Calocybe gambosa) bakabilirsiniz]. Mantar seven bir insanım (hem doğal bir unsur olarak hem de yemek olarak ama elbette bunu yemeye kalkışacak kadar salak değilim) ve bu mantar yayılırsa aklımdaki projenin görünümü tam olarak o istediğim "orman" havasına yaklaşacak, o yüzden kendisine ilişmiyorum. Tek endişem karayosunlarının suyuna kattığım demir gübresinin zararlı etki etmesi (çünkü şimdiye kadar dümdüz çeşme suyuyla suluyordum, bugün o su bitince yenisini gübreli hazırladım) ama tam tersine olumlu etki etme ihtimali de var. Neyse, bekleyip gözlemleyelim bakalım neler olacak?

Bir de mor su nanesinin yan kökleri:

Bu kökler zemine ulaşır mı bilmiyorum ama ulaşırsa şimdikinden bile hoş bir görüntü olup beni başından beri (başından beri: bitkili akvaryum işine giriştiğim andan beri) istediğim ormansı görüntüye birkaç adım birden yaklaştıracak. Şu anki hâli de gayet iyi, o yüzden kasmıyorum. Gerçi fotoğrafta net çıkmamış, bir de akvaryumun ışığı açıkken çekeceğim.

Bitkilerin kalanı hakkında söylenecek çok bir şey yok. Hepsi ya klasik iyi durumda ya da kötü görünmelerine rağmen daha kötüye gitmiyorlar, o yüzden "Yaşadığı sürece elleme." sistemini uyguluyorum.

08.12.2023

"Ben bu işten anlıyorum be" fotoğrafçılık gururla sunar:

Ben dedim ama; bu tip mantarlar (bu şekilde, bu renkte ve bu boyda mantarlar) doğada grup hâlinde bulunur, öyle öyle tek başlarına ... gibi durmazlar.

Akvaryumun kalanına gelince, salı günü (5'inde) ilk rutin bakımı (Bu da "birinci geleneksel" gibi oluyor ama öyle yani, ben ne yapayım? Zaten o yüzden ta şimdi yazıyorum.) yapıp kapsül gübreleri koydum.

Mor su nanesi hemen hemen tamamen yeşile döndü, bitkilerin kalanı da büyük oranda stabil durumdalar. Şubata kadar rutin bakımları* yapacağım, şubatta lepistes alıp akvaryuma koyacağım. Tabii akvaryum balık koyulabilecek durumda olursa. Aslında şimdi bile koyulabilir durumda ama önce bitki işini komple halledeyim diyorum. Ha bir de şelale haznesine suyu dağıtmak için bazı projeler var ama işe yararsa yazarım, yaramazsa da "Şöyle bir şey yaptık ama iş görmedi." diye geçiştiririm. Çok da kritik değil zaten, sadece estetik açıdan hoş durmuyor. Gerçi ses çıkarma ve bastırma oranı da muhtemelen azdır ama benim için gayet yeterli olduğundan çok da takmıyorum.

*Günlük olarak karayosunlarını sulama, haftalık olarak %15-30 su değişimi (akvaryumun suyu komple değiştirilmez, bakteri döngüsünün içinden geçersiniz), sıvı gübre, bakteri kültürü; aylık olarak kök gübresi (benim durumumda kapsül gübre) kullanımı, gerektiğinde eksilen suyu tamamlama (İki beşlik bidon yetmiyor lan... Ne yapsam, deniz akvaryumlarındaki gibi "su tamamlama sistemi" falan mı kursam? Hayır yani bu gidişle illaki üçüncü beşlik bidonu da işin içe dahil edeceğiz, ondan diyorum...), budama, su düzenleyici kullanma, su dinlendirme ve bu dinlenmiş suyla "ilgilenme"...

O sağdaki straforu takmayın, o da bir şeyler denememizle ilgili. O streç film de kök gübrelerini gömmeye çalışırken beni feci zorladı ama şimdilik tutuyorum. Budama falan yapmam gereken bir zamanda ev ahalisine bu strecin işimi ne kadar zorlaştırdığını gösterme planım olduğundan onu şimdilik olduğu yerde tutuyorum. Ha bir de su değişiminde suyu nereye kadar boşaltacağımı anlamak için "kerteriz" olarak kullanıyorum ama o işi şelaleyi süsleyen ufak taşlardan birine de atayabilirim; zaten halihazırda suyun buharlaşma, sıçrama vs. yollarla eksilip eksilmediğini (daha doğrusu ne kadar eksildiğini çünkü illaki eksilir, eksilmese niye "suyu tamamlama" diye rutin bir akvaryum bakımı işi olsun?) o taşlardan kontrol ediyorum.

11.12.2023

Çok da yazılacak bir şey yok, arada bir iki sorun çıktı onları hallettik.

Şelalenin mekanik kısmı arkadan su kaçırıyordu, onu silikonla kapattık:

Akvaryumda iki adet ramshorn peyda oldu. Ya Uluabat'tan/önceki barajdan topladığımız bitkilerle geldiler ya da akvaryumcudan alınan bitkilerde yumurta hâlindelerdi de anca kendilerini gösterebildiler bilmiyorum ama her halükarda ramshornları sevdiğim ve bu akvaryumda olmasını istediğim, hatta aslında bu tür bir şeyin olmasını -daha önce de yaşadığımdan- umduğum için bu durum işime geliyor. Bir de bu kadar küçüklerken varyete tespiti yapmaya çalışmak çok sağlıklı değil çünkü büyüdükçe renkleri koyulaşabiliyor ama albino (Planorbarius corneus var. albino) veya altın (Planorbarius corneus var. "Gold"), değilse de kırmızı (Planorbarius corneus var. "Red") olduklarını düşünüyorum. Bir yandan da adi salyangozlara rakip çıktı ama onlara sadece su kalitesini ölçmek için, balıklar sisteme girene kadar ihtiyacım olduğundan (Temel kural: Akvaryum suyu, eğer içinde salyangoz yaşayabiliyorsa balık koyulabilecek kadar oturmuş demektir.) çok da takmıyorum. Sonuçta ramshornlarla da su kalitesini ölçebilirim ve zaten sistemde varlığını istediğim bir tür olduğundan (adi salyangozlarla ilişkim tamamen çıkar ilişkisi ama böyle bir şey olmasa da gidip ramshorn alabilirdim, tabii balıklarla beraber) durum tamamen işime geliyor. Bu arada bu kısmı yazdığımda daha fotoğraf çekmemiştim, akşam çekerken hem ramshornların sayısının düşündüğümden daha fazla olduğunu -ki dediğim gibi bu, işime geliyor- hem de birkaç farklı varyete olduğunu gördüm (bu da doğadan değil, akvaryumcudan gelmeleri ihtimalinin çok yüksek olduğunu gösteriyor):






Şimdi de "Acaba benim gördüklerim bunlardan farklı mıydı, yoksa aynıydı da büyüdükçe mi renkleri oturdu?" diye düşünüyorum. İlk fotoğraftan beri her ramshorn varyetesini -tabii bazısının hâlâ küçük olup büyüdükçe farklı bir varyete olduklarının ortaya çıkabileceği ihtimalini görmezden gelerek- saymak gerekirse: Kahverengi leopar (üstte) ve mavi leopar (altta), ya yabani form (kırmızı etli) ya da kırmızı, altın, pembe (?), mavi leopar (önde) ve kahverengi leopar (arkada), mavi leopar (önde).

Uluabat demişken, oranın kıyısından topladığımız bitkilerin Chara sp. veya Nitella sp. olduğu birkaç gözlemin ardından artık hemen hemen kesin ve ben de bir yaşıma daha girmiş oldum. N'oldu lan bu gölde, fosfat patlaması mı oldu? Bu tür yerlerde öbek öbek tilkikuyruğu olur normalde -tür listelerinde de tilkikuyruğu var zaten- ama nitella (veya chara)... Vay arkadaş...

Ha bir de hem Potamogeton coloratus hem de su naneleri akvaryumda beklediğimi bırak, umut ettiğimden bile daha iyi performans sergiliyor:

Böylece çok sevdiğim ve fırsatım olsa hobiye girmesi için elimden geleni yapacağım bu iki bitkinin akvaryuma -en azından soğuk su akvaryumuna- uygun olduğunu da teyit etmiş olduk. Bu işe giriştiğimde Türkçe kaynakları bırak, İngilizce kaynaklarda bile bunların akvaryumda olup olmayacağına, nasıl olacağına vs. dair bilgi kırıntısı yoktu ve bu nedenle gözüm korkmuştu. "Eee forumlar ne güne duruyor, tecrübelerini paylaş da millet feyz alsın?" derseniz: Bizim yerli canlıları hobiye sokmak için forumlarda yazıp çizmek vs. yetmiyor*, illaki işi ticarete dökmek lazım. Tabii bunun da bambaşka olası olumsuz sonuçları olabiliyor, örnek olarak herhangi bir akvaryumcuda rahatça bulabileceğiniz ve üretimi kolay olduğundan fiyatları lepisteslerden pek de farklılaşmayan kiraz barbusların neden artık asıl ait oldukları doğal alanda pek görülmediğini, hatta çoğunlukla soyları tükenmiş olarak görüldüklerini araştırabilirsiniz. Konuya dönersek, bende bu işi ticarete dökebilecek kadar bir bir sermaye olsa devamlı sorun çıkarıp duran bu "toplama proje" ile uğraşmak yerine tek başıma yaşadığım evime ses yalıtımı yaptırıp min. 200 litre "high-tech" bitkiliyi kurar, yanıma da Sera Aquatan, Sera Toxivec, Sera Bio Nitrivec üçlüsünü dizip keyfime bakardım (ha su nanesi ve "su üstü potamogetonlarından artık hangisini bulursan" işine yine girişirdim, onlar benim şahsi zevkim ve yıllardır merakım).

*Hanginiz mento (Paraphanius mento, sinonim Aphanius mento) haricindeki Aphaniidae türlerinden herhangi birini beslediniz veya burdurikus (Anatolichthys sureyanus, sinonim Aphanius burdurdicus) dışındakileri duydunuz? Danfordii (Anatolichthys danfordii, sinonim Aphanius danfordii) mesela çok güzel bir balık ama ülkedeki en yaygın aphaniidlerden biri olan -ve buna rağmen soyu tehlikede olan- bu balığın ne tür su şartlarında yaşadığını vs. kaçınız biliyorsunuz? Halbuki bu üç türden Türkçe akvaryum forumlarında hakkında en az yazılıp çizilmiş olan mento! Bak Anatolichthys villwockiye (sinonim: Aphanius villwocki) girmedim bile! Kaldı ki aphaniidlerin hepsi akvaryumda -tabii adapte olduktan sonra- kolayca üretilebilen türler, buna rağmen de alayının soyu tehlikede (tehditkârların başında da aslında biyolojik olarak pek de yakın türler olmasa da görünüş itibariyle "lepistesin terörist olanı" diye tanımlayabileceğimiz gambusyalar geliyor). "Niye hepsinin sinonimi Aphanius ulan?" sorusuna gelince, önceden bu coğrafyanın killifishlerine otomatik olarak atanan Aphanius cinsi daha sonraki çalışmalarda kendi içinde birkaç farklı cinse ayrıldı, hâlâ Aphanius olarak kalanlar çok az sayıda (Oldu olacak onlara da ayrı bir cins adı atayıp Aphanius'u sırf üstcins/süpercins olarak tutsaydınız ya?) ve Türkiye'de görülenlerin/yaşayanların çoğu Anatolichthys ("Anatolia" kökünden) cinsine geçirildi (işin ilginç yanı, ülkenin danfordii ve Anatolichthys splendensten sonraki üçüncü "popüler" killifish türü olan chantrei, Aphanius cinsinde kalmış). Bu arada Aphaniidae ailesinden bu kadar bahsetmek akvaryumu dişlisazancık akvaryumuna çevirmenin kıyısına getirdi ama bulmasının zor olacağı gerçeği beni durduruyor. Ha ama akvaryumda hiçbir şeyi değiştirmeme gerek yok (tabii konu acısuda yaşayanlar değilse, ki o zaman da akvaryumu komple bozmam gerekir -bitkili acısu işi bir araya getirmiş olduğum bütün o şeylerden bile az denenen ve teorik zorluğu şelale altında bitki yetiştirmekten bile daha zor olan nadir şeylerdendir-), yani doğal bir ortamda bulursam muhtemelen üretime yetecek kadar alırım (dediğim gibi üretimleri pek de zor sayılmaz, zaten dişlisazancıkları biyolojik açıdan genel anlamda "canlıdoğuranların yumurtlayan versiyonları" olarak düşünebilirsiniz; işin en garip yanı, bu düşünce bizi Gambusia affinisin dişlisazancık versiyonunun A. villwocki olmasına götürüyor -kendileri gambusyalara kafa tutabilecek az sayıda balıktan biri, pirana bile bulaşmıyor gambusyaya ama A. villwocki baskınsa anında hırpalayıcı tavırlar içine giriyor-); sulak alan ziyaretlerinde "Özellikle aramam ama denk gelirsem de kaçırmam." listemin tepesi daima Aphaniidae'ye ayrılmış durumda. Temel kural: Doğadan topladığınız şeyleri olabildiğince minimum sayıda alın.

Ayrıca ramshornların adi salyangozlara -daha doğrusu katil salyangoz haricindeki herhangi bir su salyangozuna- ihtiyaç duymamın bir diğer ama esas sebepten daha öncelikli olan "çürük, ölü vs. bitki parçalarını yiyerek nitrifikasyon bakterilerinin işe başlayabilmesini sağlama (yani teknik olarak azot döngüsünü başlatma)" işinde adi salyangozlardan çok daha iyi ve verimli olduklarını gözlemledim. Adi salyangozlar çürük, kopuk vs. hiçbir şeyi yemiyordu, neyle nasıl beslendiler de bu kadar arttılar anlamadım gitti; diyatomeleri yemekle mi yetindiler ne yaptılar? Ha bu arada ramshornlar -elma salyangozlarının aksine- canlı bitkileri yemez (tabii aşırı derecede aç kalırlarsa o başka, doğanın en temel kuralı "yemek buldun ye, dayak buldun kaç"tır ve tüm canlılar da bu kurala istinaden hareket edip yaşar neticede), tamamen detritivordurlar (bu arada bunun tam Türkçesi "çökelcil/çökelobur" diye geçiyor ama internete yazınca sözlükler dışında hiçbir şey çıkmıyor, hoş detrivitor yazınca da Ekşi'den başka bir şey çıkmıyor; en iyisi yine "detritivore" yazıp İngilizce kaynaklara yönelmek).

Bu arada hem yerli türler hem ticaret/hobi karmaşası gibi şeylerden bahsetmişken şu güzide yazıyı da şuraya bırakıyorum, başlığında yazan haricinde de çok güzel ve değerli bilgiler içeriyor: https://www.lepisteskulubu.org/2019_03_07_archive.html.

Ha bu arada bende üç türde karayosunu var, artık ikisinden eminim: Brachythecium rutabulum ve Syntrichia ruralis. Bu arada bu linkini koyduğum yazıda denizdilini (Potamogeton natans) -ve yazıda yer almasa da onunla ayırt etmek son derece zor olup özellikleri, ihtiyaçları vs. de hemen hemen aynı olup bir de kendi aralarında melezleşmeye eğilimli olduklarından işleri çığırından çıkaran diğer "su üstü potamogetonlarının"- akvaryumda yetiştirilebileceği yazıyormuş. Ben bu yazıyı bu işe giriştiğimde kontrol etmiştim ama galiba ayrıntılı olarak okumamıştım (çünkü amacım bilgi edinmek değil bilgi tazelemekti), ondan gözden kaçırmış olsam gerek.

Bir de ramshornların varlığı, beni şöyle bir soruya götürüyor: "Acaba besin rekabetinin azalıp ramshornların akvaryumda soylarının kesin olması için adi salyangozlarda eksiltmeye mi gitsem?" Bu soru, sayıları çok arttığı için de geçerlilik kazanan bir soru ama muhtemelen şimdilik ellemeyeceğim. Bu arada "eksiltme" ekolojide sayısı bir şekilde doğal dengeyi bozacak kadar artmış bir türden* belli sayıda bireyin taşınması/öldürülmesi (çoğunlukla öldürülmesi çünkü bunu yapmak taşımaktan hem daha kolay hem de daha ucuz) anlamına geliyor ama benim kastettiğim rutin bakım sırasında gördüklerimi direkt çöpe (budama tankı kurulduktan sonra oraya) postalamak (adi salyangozların akvaryumdaki dengeyi bozduğu da yok zaten, bozmalarını bırak akvaryumda adi salyangozların yemediği hiçbir şeyi yemeyip ayrıca da beslenmeyen bir canlı olmadığı sürece öyle bir ihtimal bile neredeyse yok).

*Bu illa istilacı bir tür olmak zorunda da değil bu arada, örneğin sazanlar Türkiye'de gayet de yerli olmasına rağmen sayıları çok artarsa bulundukları yerde ne bitki ne de başka bir balık bırakırlar. Hatta sazanı (sadece Cyprinus carpio değil, neredeyse her türden sazanı) olduğu gölden alıp içinde sazan olmayan ama bazı küçük balıklar olan yan göle bırakırsanız olduğu gölde de gayet birlikte yaşadığı o balıkların soyunun -en azından yeni bırakıldığı gölde- tükenmesine bile sebep olabilir. Gerçi sazanlar özelinde pratikte bu durum -işgüzarın biri sazanları alıp da salmaması gereken bir yere salmadığı sürece- gerçekleşmiyor, hatta bazı yerlerde sayıları kritik derecede azalabiliyor bile çünkü neden? Çünkü kontrolsüz balıkçılık...

12.12.2023

Normalde rutin bakım için yazmayacaktım ama daha önce görüp de "Bu ne lan, su örümceği mi?" tepkisi verdiğim böcekle tekrar karşılaşıp iyice gözlemleme fırsatım oldu:

Artık eminim, bu arkadaş yusufçuk (daha doğrusu kızböceği) larvası. Geldiği derede bulunan siyah kanatlı, mavi gövdeli kızböceklerinden olduğunu tahmin ediyorum. Yusufçukları (ve aynı familyadan diğer böcekleri) severim, hatta o siyah kanatlı kızböcekleri için bir paludaryum (tabii kapalı bir paludaryum) kurmayı bile düşünmüştüm ama su altı dünyasının gambusya avlayabilip yiyebilecek kadar manyamış olan tek omurgasızı (Ciddiyim, su örümceği, hatta gambusyanın beş katından fazla büyüyebilen Doğu Avrupa kereviti bile bulaşmaz gambusyaya. Her şeyde kıstasım gambusyaymış gibi gelebilir ama gambusyalar da az psikopat değil, hatta belki de "akvaryum âleminin" en tanınan mafyaları, ondan kaynaklanıyor.) olan "odonat (takım: Odonata)" larvasını hele de o çok istediğim ramshornlara -hem de leopar ramshornlara- kavuşmuşken akvaryumda tutamam. Tekrar gördüğümde bileti kesilecek ("Niye şimdi değil?" diye sorarsanız ben de "Sen hiç bol bitkili ve bu bolluğun bir yarısı da su üstü bitkilerinden kaynaklanan bir akvaryumda bitkileri sökmemeye çalışırken kızböceği larvası yakalamaya çalıştın mı?" diye sorarım. Yakalanmıyor ki şerefsiz!), adi salyangozlar aslında zararsız olduğundan onlara kıyamıyorum ama bu psikopat muhtemelen adi salyangoz sayısını bugüne kadar kontrol altında tutmaktan sorumlu (iyi işti dostum ama üzgünüm, gitmen gerek) ve ramshornlar kesinlikle güvende değil. Bu arada az bir araştırma yaptım, o bahsettiğim kızböcekleri ya bantlı kızböceği (Calopteryx splendens) ya da Calopteryx virgo ama mücadele ettiğim manyak, kız böceği değil bildiğin yusufçuk: Geniş cüsseli yusufçuk, Libellula depressa. Bu arada evet, o bölgede bunlardan da görmüştüm.

Bu da çekmesi çile olduğu hâlde fotoğrafa laf edecekler için Wikimedia Commons'tan bir görsel:

Yalnız bu, bu hayvanatın daha da büyüyeceği anlamına geliyor. Benim bulduğum gibi biletini kesmem lazım, aksi hâlde akvaryum "tek bireyli yusufçuk paludaryumu" olmak yolunda büyük bir adım atacak.

Yakalayıp defettim (Yok arkadaş yok, benim telefon makroya uygun değil... Gerçi telefonu yaklaştırmak yerine "zoom" yaparsan öyle olur.):

(Foto beklediğimden iyi çıkmış bu arada, ben çekerken iğrenç çıktığını düşünmüştüm.)

Şimdi tek endişem bunun akvaryumdaki tek örnek olmaması (özellikle de su mercimeklerini aldığım yerde elime gelen parmak boyunda danaburnunu düşününce tek örnek değilse şaşırmazdım) ama tek örnek olduğunu umut ediyorum. Yine de ara ara "Bu akvaryumda hiç manyak, psikopat, terörist vs. var mı?" diye kontrol edeceğim.

15.12.2023

Dediğim gibi sistem oturma döneminde, şubata kadar pek ellemeyeceğim (ha su aslında oturdu bu arada, ramshornlar artık kafalarına göre geziniyor, dolayısıyla şu an istesem gayet balık koyabilirim), sadece rutin bakımları yapıp bir durum çıkarsa müdahale edeceğim.

Su nanesi sudan çıkmış, emers bitki olduğundan normal (hemen karasal alanın dibindeki):

Ben asıl gülün çıkmasını bekliyorum. P. coloratus iyi gidiyordu ama son zamanlarda yaprakları hızlıca çürüyor. Yine de hâlâ taze yapraklar da var,  o yüzden umutsuz değilim.

Şelale artık daha çok şelaleye benziyor:

Karayosunları kısmen kötüleşti, son zamanlarda sulamayı kısmen istemsiz olarak ihmal ediyorum, o yüzden normal; sulama düzenini düzelttikten sonra yakın zamanda düzelmezse sularına iz element gübresi de katacağım. Aslında hemen de katabilirim, kısmen de besin eksiği çekiyor olabilirler (sonuçta tek lazım olan demir değil) ama sanırım biraz daha gözlemleyeceğim ("bir sorun olursa hemen müdahale eden evhamlı hobici" kişiliğimle "doğa unsurlarına karşı bilimsel merakı arşa çıkmış gözlemci" kişiliğim çatıştığında böyle cümleler ortaya çıkıyor).

Bir de akvaryumun bir kısmında saçma bir yosunlanma var, bugün hem adi salyangozların hem de ramshornların orada gezindiğini gördüm ama hâlâ aynı. Salı günkü haftalık rutin bakımda o yosunlaşma hâlâ oradaysa süngerle dalacağım. Hayır yani anlamadım ki bu yosunlar akvaryumun içinde değil de dışında mı da salyangozlar asla yemiyor/yiyemiyor? Resmen şu an bir yosun yiyici almayı düşünüyorum (Otocinclus affinis olur, Garra rufa olur, onu akvaryumcuda bulmak mümkün olmasa da bulunduğu en az bir yeri bildiğim ama genel anlamda çok yaygın olsa bile oradan başka yerde hiç denk gelmediğim Gobio gobio olur...), delirtti beni. Tabii ki henüz o işe kalkışmayacağım, bu tür bir balığı anca şubatta -veya daha da sonra- akvaryumcuya gidince aklımdaki birkaç türden* o sırada akvaryumcuda olanlara ve o sıradaki keyfime göre hangisini/hangilerini alacaksam alacağım (ona dair de kafamda bir liste var tabii).

*Bu türleri şöyle seçiyorum: 1. "Benim akvaryumumda, bu sistemde hangi canlılar yaşar? (cevaplardan biri lepistes)" 2. "Ben bunlardan hangisini/hangilerini seviyorum? (cevaplardan biri, yine, lepistes)" 3. "Bu, akvaryumda üretilebilir mi? (Şimdiye kadar üretim müretim çok da umurumda değildi ama bu projede net biçimde üretmek istiyorum, hatta duruma göre bir yosun yiyici almaya kalkarsam onu da üretme amaçlı seçme ihtimalim yüksek. Bu arada bunun cevaplarından biri de -şaşırtıcı olmayan bir biçimde- lepistes)." Bu arada benim sistemin genel anlamda durduğu su sıcaklığında yaşayan tetralara bir baktım, tetralar genel anlamda sıcak su türleri olduğundan az sayıda örnek olması beni şaşırtmadı ama neon tetranın benim ısıtıcısız sistemimde yaşayabileceği bilgisi (20-25 °C arasında yaşıyor) beni şaşırttı. Bu arada neon tetra da bu üç kategoriye de uyuyor ama üretimleri çok da kolay değil, yumurtalarını akvaryumdan ayırmak gerekiyor. Lepistes yavrularını yeterince bitkilendirilmiş bir akvaryumda ayırmanız gerekmez bu arada, tabii elinizdekinin hangi lepistes varyetesi olduğuna da bağlı ama "özel tür" falan denen ve doğası gereği hassas, nazlı olanlar haricindeki "düz" lepisteslerin yavruları şu alta koyacağım su üstü bitkisi topluluğunda rahatça yetişkinlerden gizlenip büyüyebilirler:

Aynısı aslında neon tetra yavruları için de geçerli (çoğu balık doğduğunda renksizdir, sonradan renklenir; dolayısıyla güvenli yaşlara gelene kadar bitki ve yosun öbeklerinin arasında saklanmak su canlıları için genel bir eğilimdir -evet, balıklar değil su canlıları; aynısını karidesler, semenderler ve yakın zamana kadar bilmesem de gözlemlerim kaynaklı olarak öğrendiğim ramshornlar da yapıyor-) ama neon tetralar yumurtla saçıyor ve yumurtaların saklanması gibi bir ihtimal yok, hele akvaryumda çöpçü, vatoz (cüce vatoz dahil) vs. varsa o yumurtaları yetişkin neon tetralardan önce onlar hüpletecektir. Yani başka bir deyişle yumurta saçan bir balık almaya karar verirsem başıma durduk yere yumurta/üretme tankı kurma gereği çıkacak. Ha yumurtlayan her balık da yumurta saçmıyor bu arada, örneğin Aphaniidae familyasının üyeleri korunaklı yosun/bitki topluluklarına girip oraya yumurtalarını bırakıyor (aynısını yapan bir diğer canlı grubu için: Lissamphibia) ve kendi türlerinden diğerlerinin yumurtalarını yiyebilseler de kendi yumurtalarına dokunmuyorlar (ha ama yumurtadan yeni çıkmış yavruları muhtemelen affetmezler, o ayrı), bu nedenle bir akvaryumcuda dişlisazancık bulursam* muhtemelen lepistesi, tetrayı falan boş verip hemen üstüne atlarım (aynısı henüz balık koymadığım bir zamanda gittiğim bir sulak alan gezisi için de geçerli ama balık edinirsem de sonra sulak alan gezisine çıkarsam tabii ki akvaryumdaki balık türlerine ve sayısına göre bir şeyleri alıp almayacağıma karar vereceğim).

*Bu arada internette mento (Paraphanius mento) buldum ama dediğim gibi önce şubatın gelmesi ve benim de akvaryumcuları gezmem gerekiyor. Şubatta kardır, yağmurdur, soğuktur falan sorun olursa marta kadar da bekleyebilirim, belli olmaz.

22.12.2023

Bildiğiniz gibi şu an bekleme evresindeyim, dolayısıyla aslında yazmayacaktım ama genel bir "durum raporu" vereyim dedim.

Öncelikle, burada bahsetmediğim her bitkinin durumu üç aşağı beş yukarı stabil.

Su mercimeklerinin akıntısız taraftakilerin çoğu hızla kuruyor (ışığa çok yakın oldukları için olduğunu düşünüyorum) ama akıntılı taraftakiler iyiye gidiyor. Su marulları da gayet iyi performans gösteriyor, bir sürü yavru var.

Artık tilkikuyruğu olduğuna emin olduğum -ve bu da Uluabat'tan aldıklarımın tilkikuyruğu olmadığını düşünmemi sağlayan- bitki bir iyi gibi bir kötü gibi. Köksüz ve tek dal olduğu için aslında beklediğimden bile iyi performans gösteriyor ama şimdi de hafiften -tekrar- soluyor gibi. Olayını tam anlayamadım.

Su naneleri beklediğimden çok daha iyi performans gösteriyor ve elimdeki tropik ramshornlara bir zararları olmadığından tropik balıklara da (lepistes, tetra vs.) zararı olmayacağını varsayıyorum. "Ramshornların tropik olduğunu nereden anladın?" derseniz doğada pembe ramshorn (Planorbarius corneus morpha "Pink") yok (etinden değil kabuğundan bahsediyorum, "pink ramshorn" diye aratırsanız ilgili görsellere ulaşırsınız), bir şekilde doğal ortamında ortaya çıksa bile (sonuçta bunlar akvaryumda hayatta kalabildiği için var ama demek ki genlerinde bu renklenme veya buna yol açan mutasyon olasılığı var ki akvaryumlarda var, aynısı çoğu lepistes varyetesi için de geçerli; genlerinde var ama öyle yavrular doğada pek uzun hayatta kalamadığından doğada öyle lepistesler görme şansınız çok düşük -yine de sonuçta bu genleri/mutasyonları aktarabilecek kadar hayatta kalmış bireyler olmasa bu varyetelerin, taşıyıcılar da dahil, soyu tükeneceğinden tamamen imkansız değil-) bizim ülkede kayıtlı olan tek ramshorn türünde (Planorbis planorbis) o tür renklenmeler yok, bizimki dümdüz koyu kahverengi (ayrıca ondan da daha önce beslediğim için iki türü rahat bir şekilde ayırabiliyorum, ikisini de bizzat gördüysen ayırt etmek o kadar da zor değil). Hah neyse, su nanelerine dönelim. Su nanelerinin beklediğimden katbekat iyi bu performansını (Başlarını sudan çıkarmak, karada olduğun hâlde yan kök çıkarmak... Sabırsızlıkla çiçeklenmelerini bekliyorum; çünkü iş hızlıca oraya gidiyor.) akvaryumun bir soğuk su akvaryumu olmasına bağlıyorum (su sıcaklığı genel olarak 20-22 °C arasında değişse de ısıtıcı vs. yok) ama imkanım olsa tropikal akvaryumdaki ve Java yosununu bile yiyebilecek, elodeayı bile hüpletebilecek oburluktaki Japon balıklarının yanında denerdim. Tropikal akvaryumda kısa sürede eriyeceklerini, Japon balıklarının ise dikenli yapıları (Daha ziyade tüy aslında ama... Isırgan otu gibi düşünebilirsiniz, tabii alerjiniz olmadığı sürece kaşıntı falan yapmaması dışında.) ve mentol içeriği nedeniyle bir iki kez ısırmayı denedikten sonra naneleri rahat bırakacakları varsayımındayım (tabii bu varsayımlar için gayet geçerli sebeplerim var gördüğünüz gibi; ayrıca dile getirmediğim bir sebep de ramshornların nanelerin dallarında, yapraklarında gezinmekle hiçbir sorunları olmadığı hâlde kuru yapraklarını yemiyor olması) ama yine de öyle bir imkanım olsa (Öyle bir imkanım olması = Şu ankine ek olarak bir karma tropikal, bayağı bildiğin ısıtıcılı mısıtıcılı akvaryum, bir de Japon balığı akvaryumu kurma imkanımın olması) kesinlikle denerdim. Elimde fazlaca ve gayet sağlıklı, sağlam yapıda nane olması da bu düşünce için beni kamçılayan bir durum tabii ama sonuçta bunları deneyebilecek bir imkanım, ortamım vs. yok (olsa zaten hesaplarıma göre çoktan içine balık girmiş olan bu projeyle bu kadar vakit harcamak yerine ikinci veya üçüncü sorunda vazgeçip dümdüz pipo filtreli bitkiliyi kurar, keyfime bakardım).

Gülün üst kısmı tamamen çürüdü ama alt kısmı hâlâ canlı, hatta yapraklarında kırmızılık var; o yüzden bu bitkinin durumunun nasıl sonuçlanacağını acayip merak ediyorum.

Hazır elim değmişken su değerlerine de bir baktım:

pH 7-7,5

KH 7 dH (Yumuşak suyun sonu... Bunun hep o başta tilkikuyruğu sandığım "Characeae" makro alglerinin marifeti olduğunu düşünüyorum -çünkü toplam sertlik aslında yumuşak-, bu da Nitella sp. yerine Chara sp. olma ihtimallerini epey bir arttırıyor. Gerçi salyangozlar ve karidesler için karbonat gerekli olduğundan durumdan çok da şikayetçi değilim.)

GH 4,2 dH (yani yumuşak)

Sonra da bu akvaryumda olacak balıkların bir listesini çıkardım. Akvaryum.com'un balık bulucusunda (https://www.akvaryum.com/Tatlisu/arama.asp) şu kriterlerle aradım: En az 60 litre (60'tan aza ihtiyacı olanları da listeliyor, yani -tıpkı olması gerektiği gibi- yukarı yönlü değil aşağı yönlü hareket ediyor), 50 cm ve daha küçük türler (bu kısım aslında formalite; 60 litre akvaryuma 100 cm balık sığacak değil sonuçta. 60 litreye sığan balık büyüse büyüse 40 cm büyür, dahası teknik açıdan pek mümkün değil zaten.), sıcaklık 20 °C, pH 7,5, davranışı barışçıl; kalanını boş bıraktım. Sonra çıkan sonuçlar arasından önce keyfimin kahyasının istemediklerini, sonra da akvaryumda üretilemeyenleri çıkardım. Kalanlar -ve kategorileri- şöyle:

Xiphophorus montezumae, canlıdoğuranlar (aslında bir tür kılıçkuyruk ama bildiğimiz kılıçkuyruk değil)

Lepistes (Poecilia reticulata), canlıdoğuranlar

Xiphophorus nezahualcoyotl, canlıdoğuranlar (bu da aslen kılıçkuyruk türü)

Plati (Xiphophorus maculatus), canlıdoğuranlar

Günbatımı plati (Xiphophorus variatus), canlıdoğuranlar

Gök incisi danio/galaksi rasbora (Danio margaritatus), danioninler (sazansılar)

Zebra balığı/zebra danio (Danio rerio), danioninler (sazansılar)

Noktalı cüce danio (Danio nigrofasciatus), danioninler (sazansılar)

Kardinal balığı (Tanichthys albonubes), sazanlar (sazansılar)

Cüce güneş balığı (Elassoma evergladei), levreksiler

Japon pirinç balığı/medaka (Oryzias latipes), pirinç balıkları

Cam balığı (Parambassis baculis), levreksiler

Kiraz karides (Neocaridina davidi), cüce karidesler (karidesler)

Meksika cüce kereviti (Cambarellus patzcuarensis), kerevitler

Asya tatlısu midyesi (Corbicula fluminea), midyeler (Bu arada bizim akvaryumcularda bundan hiç görmedim. Hepsinde dümdüz yerli kuğu midyesi Anodonta cygnea var, gidip dereden toplarım lan! Sivrisinek mevsimine denk getirmedim mi sıkıntı yok. Akvaryumda onları yiyebilecek bir şeyler olduğu sürece o zaman bile yok.)

Kankuyruk tetra (Aphyocharax anisitsi), tetralar (Characiformes)

Bronz çöpçü (Corydoras aeneus), çöpçü balıkları (kedi balıkları)

Aphyosemion ocellatum, killifishler

Genel olarak Aphaniidae üyeleri, killifishler

Not: Akvaryum hobisinde en popüler olanları daha çok eski bilimsel adıyla Aphanius mento olarak tanınan Paraphanius mentodur ki bu bahsettiğim akvaryum şartlarında yaşar. Türkiye'de en popüler tür olup daha çok Aphanius burduricus sinonimi ile tanınan Anatolichthys sureyanus -tüm Aphaniidae üyeleri bir şekilde sürü balığı olsa da- diğerlerine kıyasla daha fazla/daha gerçek bir sürü balığıdır, A. villwocki ise hem çoğu Aphaniidae türünden daha "çok" sürü balığı hem de çoğu türün aksine aşırı bölgeci (bölgecilik diğer aphaniidlerde de görülse de çoğu bunu villwockiler gibi frenatus taklidi yapıyormuşçasına kör göze parmak bir tavırla yapmıyor) ve renkli olmayan balıklara bile agresif* olduğundan en az 100 litre gerektirirler (hatta villwockiler 120 litre) ama hobi açısından Türkiye'de yerel türlere meraklı akvaristler tarafından bile pek önemsenmediği hâlde Türkiye'deki dişlisazancıkların "genel/ortalama formu" kabul ederek hakkında pek bir şey bilmediklerimize bile onun gibi muamele yapmamız gereken Anatolichthys anatoliae bu şartlarda yaşar (dolayısıyla burdurikus ve villwocki dışındaki hemen hemen her Aphaniidae üyesi için de bunun uygun şartlar olduğunu sayabiliriz**).

*Mento dışındaki hemen hemen tüm aphaniidlerin mento haricindeki her türden renkli balığa bir gıcıklığı olduğu bilinir (mento da sırf kendi de aphaniid olduğundan paçayı kurtarıyor) ama willvockiler gambusyalara bile sataşacak kadar agresif -ki neredeyse tüm Aphaniidae üyelerinin soylarının tehlikede olmasının en önemli sebeplerinden biri önü arkası düşünülmeden, sivrisinekle mücadele bahanesiyle sağa sola salınan gambusyalar (aslında bu konuda habitat kaybı -ve tabii ki kendileri haricindeki istilacı türler- ile birinci sırayı paylaşıyorlar; hatta habitat kaybının mı yoksa gambusya başta olmak üzere istilacı türlerin mi daha çok zarar verdiği konunun uzmanları tarafından bile tartışılıp duruyor)- ve diğer aphaniidlere, hatta biyolojik doğrudan ataları sayılan A. danfordiilere bile hiç müsamahaları yok.

**Gerçi danfordiilere bunlar yerine villwocki gibi muamele edilmesi daha mantıklı -sonuçta villwockiler aslında belirli bir bölgenin sıcak su kaynaklarında izole olmuş, kendi aralarında çiftleşip durdukları için de zamanla gen yapıları diğer kolonilerden farklılaşarak (daha doğrusu "korunarak") türleşmiş danfordiiler olarak kabul ediliyorlar- ama onlar villwockiler kadar bölgeci ve agresif değil, dolayısıyla A. anatoliae gibi ama 50 yerine 100 litre minimum hacim ihtiyacı saymak daha mantıklı olur.

Kırmızı neon mavigöz (Pseudomugil luminatus), mavigözler (gökkuşağı balıkları)

02.01.2024

Akvaryumun rutin haftalık bakımını yapacakken (bak aylık bakım da yapacaktım, anlatacaklarım dolayısıyla aklımdan çıkmış; sonraki haftalık bakıma artık) bir şey fark ettim:

Tanıştırayım: Bantlı kızböceği (Calopteryx splendens), dişi birey, en fazla bir günlük (nimf ve pupa günlerini saymazsak tabii).

Aslında bu karşılaşmaya üstü kapalı ve içine karides koyma niyetim ya da içinde çok istediğim, para verip almaya bile razı olduğum ramshornlar -üstelik pek çok farklı varyetede- olmayan bir paludaryumda muhtemelen memnun olurdum; ama bu arkadaş bana epey vakit kaybettirdi ve bu karşılaşmadan hiç de mutlu değilim. Çünkü 1. hayvana zarar vermek istemiyordum -ki kanatları henüz kurumamıştı, tabii onu o sırada bilmiyordum ama kanatları henüz kurumamışsa ona yanlışlıkla zarar verme ihtimalimin ne kadar yüksek olduğunu biliyordum- ve 2. kanatları kuruduysa uçup nasıl bir hamle yapacağı belli olmazdı (Odonata takımının çenesi ne kadar kuvvetli, haberiniz var mı?). Bir cımbız bir kepçe derken bir şekilde arkadaşı oradan aldık da başka bir yere koyduk. Bir de hayvana üzüldüm... çünkü tamam, akvaryumda tutamam (Özellikle de dişi olduğu için; yaz mevsiminde erkek bir kızböceğini belki misafir etmeye devam ederdim -çünkü erişkin sivrisineklerin baş düşmanı Odonata takımıdır- ama kışın ortasında akvaryuma yumurtlama potansiyeli olan bir kızböceği... Yok, ben almayayım.) ama doğaya salsam da hem yakınlarda bir su birikintisi yok hem de hava soğuk. Yani aslında bu böceği kurtarıp erişkinliğe ulaşmasını sağlayan benim odamın sıcaklığı oldu (ve tabii bugüne kadar gözümden kaçmayı başarmış olup akvaryumda yiyebileceği bolca adi salyangoz ve ramshorn olması). Şimdiye kadar gözümden kaçırdığıma şaşırdım (gözümden kaçmış başka su böcekleri -özellikle farklı Odonata nimfleri- de olabileceği fikri beni tedirgin ediyor) ama onca salyangozun (yani bir yusufçuk/kızböceği larvası için "fast food" niteliğindeki bir canlının) olduğu yerde şimdiye kadar hayatta kalıp erişkinliğe ulaşabilecek kadar beslenmesine hiç şaşırmadım. Gözümden kaçırmamın rezilliğini, pupası hakkında "Ya bu nane ne saçma sapan bir dal çıkardı ışığa yaklaştıkça, bu ne lan?" deyip durmamdan da anlayabilirsiniz. Hatta kanatlı, gözlü bildiğin erişkin formuna bile önce dal muamelesi yaptım da sonra yakından bakmayı akıl ettim.

09.01.2024

Eskiden beri üstü su üstü bitkisi kaplı akvaryumları hep sevmiş ve öyle bir akvaryum arzulamışımdır, nihayet elde etmekten de aslında gayet memnunum ama bazı "ama"lar var. Öncelikle bende su mercimeği arkadaşların kökleri acayip bir yumak hâlinde, hani yaprakları az biraz benzese "Lemna trisulca herhalde..." diyeceğim ama yok, asla benzemiyor. Bir tür ipliksi yosunla kaplı/bağlı olup olmadıklarını da zaman zaman düşünüyorum ama yo', bayağı bildiğin birbirine dolanmış kökler var orada, alg malg yok. Lemna minor × trisulca olduklarını düşünüyorum artık çünkü daha önce beslediğim su mercimeklerinin kökleri asla böyle değildi.

Tabii bu, benim kafaya takmaya meyilli biri olduğumdan bir dezavantaj; asıl dezavantajı şu: Kökleri böyle öbek hâlinde olduğundan akvaryumda neredeyse hiçbir işlem yapamıyorum. Yani tamam su mercimeği elini akvaryuma sokman gerektiğinde sana engel olan ve illaki kayba yol açtığın bir bitkidir, bu işin doğasında bu var ama ne kapsül gübre gömebiliyorum ne de budama yapabiliyorum ne de ön camdaki yosunları doğru düzgün silebiliyorum. Elodealardan birini budayayım diye kestim, yüzey bitkisi kökü yığını içinde kaldı; değil tekrar dikmek, atmak için bile alamadım oradan.

Ayrıca "En azından şu sararmış/kurumuş su mercimeği yapraklarını alayım da biraz alan açılır belki" dedim ama kurumuş olanlar öyle kolay alınmıyor, zaten kurumuşların çoğu köksüz (muhtemelen ramshornlar ile adi salyangozlar yemiştir ama yaprakları niye yemiyorlar?); cımbızla almaya çalışırken çok uğraştım.

Hayır o değil akvaryumda kepçe sokup balık salmalık yer yok, yarın bir gün (=şubatta, şubattaki soğuğa güvenemezsem martta) balık alsam akvaryuma koyamayacağım lan. Bu da beni su mercimeklerini bir "wabi-kusa"ya alıp akvaryumda kalanlarını hava hortumu çemberine hapsetmek gibi radikal fikirlere itiyor. "Wabi-kusa nereden çıktı, ne alaka, hem zaten wabi-kusa ne lan?" gibi sorularınızı cevaplayacağım ama önce bu karmaşaya çok da burnumu sokmakta isteksiz olmamın sebebini anlatayım: Benim için bu durum dezavantaj ama eğer Aphaniidae ailesinden bir balık veya lepistes edinirsem avantaj hâline gelecek. Neden? Çünkü yosun balıkları (Aphaniidae) doğada tam olarak bu kök karmaşasının bulunduğu gibi ortamlarda ürüyor, yumurtalarını bu tür yerlere bırakıyorlar da ondan. Lepistesler için neden avantaj olduğunu zaten anlatmama bile gerek yok ama kök karmaşasının başıma ne kadar bela olduğunu şu şekilde anlatayım: Ben bu akvaryumda neon tetra ve lepistesi bir arada besleyebileceğime inanıyorum. Neon tetra yavru (özellikle lepistes yavrusu) avcısı bir balıktır, en ufak deliğe girip bulur da akvaryumda yavru (özellikle lepistes yavrusu) bırakmaz. Sadece yavrulara değil yumurtalara da aynı muameleyi yapar. Zaten tetralar genel olarak avcı ve yüksek oranda etçil balıklardır ama neon tetralar -kendi ebatlarının da küçük olmasının etkisiyle- tam bir yavru soykırımcısıdırlar. İşte ben bütün bu kök ortamında lepistes yavrularının, hatta karideslerin tetralardan kurtulabileceğine inanıyorum ya. Öyle bir ortam... Lepistes -veya başka bir canlı doğuran- yerine yosun balığı (aphaniid) -yani zaten bilimsel olarak "canlıdoğuranların yumurtlayanları" olan killifishlerden ekoloji olarak canlıdoğuranlara en yakın olanlarından bir balık- edinirsem bu kökler inanılmaz bir avantaja dönüşecek. Hele yosun balığı üretmek için mop falan kasanlar varken bende bizzat kendileri üremek isteyecekleri bir ortam hazır. Son durumu edindiğim canlıya/canlılara göre halledeceğim sanırım.

Gelelim "wabi-kusa" konusuna... "Wabi-kusa"nın agaclar.net'teki tanımı şöyle: Wabi-kusa, çeşitli şekillerdeki cam kaplar içerisinde su ve minyatür bitkilerle Japon bitki düzenleme sanatına verilen bir isimdir. Wabi-Kusa küçük ölçekte doğanın izlerini karayla suyu birleştirerek evlerimize, masalarımıza taşır. Japonca Wabi (Estetik ve zerafet) ve Kusa (Bitki) gibi iki sözcükten oluşmakta olan bu sanata Türkçe olarak bitki ile estetik düzenleme sanatı denilmektedir. Genellikle nemli ortamı ve suyu seven küçük yapraklı bitkiler ile su ve kara yosunları yetiştirilmektedir.

Hah işte, ben de akvaryumun yanında halihazırda bir "güdük wabi-kusa"m olduğu için budama tankını boş verip gerçekten budama yaparsam bu güdüğü gerçek bir wabi-kusaya çevirme kararı aldım:

Bu şey "wabi-kusa" yapmak için değil, karayosunlarının artanlarını -ve şelalenin sıçrayan sularını- değerlendirmek için ortaya çıktı; ama büyüyünce wabi-kusa olacakmış (haftalık su değişimini yaparken karar verdiğim üzere).

Tabii "wabi-kusa" ikinci bir koloni oluşturmamızı engelliyor ama kan değişimi her halükarda gidip farklı aynı türden farklı balıklar edinilerek yapılabilir, lepistes gibi her zaman her akvaryumda bulunabilen balıklar yerine dişlisazancıklar (Cyprinodontidae) gibi nispeten zor bulunan türler içinse... eh, onu öyle bir tür edinirsem düşünürüz.

25.01.2024

Şimdi, paludaryumun mevcut hâli:

Bu işe giriştiğimde zaten böyle bir sistemde bitki yetiştirmenin kolay olmayacağını biliyordum ama su sesine bir an önce ihtiyacım olduğundan ayrıntıları çok fazla düşünme fırsatım olmamıştı. Şimdi mi? Projeyi değiştirip standart bir bitkili akvaryuma çevireceğim, gerçi standart da değil bir nevi Walstad metodu çakması (ama kesinlikle Walstad değil) olacak ama o kısma geleceğim.

Hah işte, akvaryumu filtresiz bitki akvaryumuna çevirip şelaleyi ayıracağım. Yani başka bir yerde ek bir şelale yapacak ve onu da budama tankı olarak kullanacağım. Aslında bunun bana dezavantajları avantajlarından fazla çünkü oturmuş sistemi bozuyorum, bir nevi döngüyü sıfırlıyorum ama ne yaptığımı bilmiyor değilim. Her neyse, önce dezavantajlar:

-Kafa motorunu çıkaracağım (çıkarıp yeni şelaleye takacağım) için bakterilerin akıntısız, durgun suya alışması gerekecek. Akvaryumda bakteri kültürü nasıl alışırsa öyle gider, mesela filtre varsa ve bir saat kapanırsa bakteri kültürü ağır darbe alır. Ama akvaryum başından beri filtresizse bu sefer sonradan akıntı sağlayan bir şey koyarsanız bakteri kültürü darbe alır. Walstad metodunun da çıkış noktası budur zaten: Göller durgun su biyotoplarıdır (gölü besleyen derelerin vs. ağızlarını saymazsak), dolayısıyla göl tipi nitrifikasyon bakterileri durgun suya alışkındır.

-Üstteki maddeyle bağlantılı olarak içine bir süre daha balık falan koyamayacağım, hatta muhtemelen salyangoz popülasyonu da kısmen darbe alacak.

Şimdilik aklıma başka gelmiyor ve bunlar normal şartlar altında çok büyük dezavantajlar olsa da beni o kadar da etkilemeyecekler. O neden? Çünkü:

1-Akvaryumda halihazırda oturmuş bir bakteri döngüsü var, yani bu bakteri döngüsü bir anda akıntılı biyomdan akıntısız biyoma geçince ağır darbe alacak olsa da akvaryumda bakterilere uygun ortam ve az sayıda bakteri kalmış olacak.

2-Zemine karıştırdığım filtre seramikleri bakteri tutmuş durumda (zaten amaçları bu) ve o seramikler zaten akıntısız kısımda (projede akıntısız bir kısım yoktu ama mevcut durumu biliyorsunuz), dolayısıyla birinci maddede bahsettiğim o az sayıda bakterinin çoğunluğu bunun üstünde olacak.

3-Bakteri kültürüm var. Tabii elimdeki bakteri kültürü sadece kültür, besin değil ama önceden kalan bakteriler gibi akıntısıza alışma süreci geçirmek yerine doğrudan akıntısız biyoma aktarılacaklar. Sera Nitrivec'i o kadar özlüyorum ki... çünkü o bakteri kültürü, bakteri besini ve su düzenleyici karışımıydı; 24 saat içinde bakteri döngüsünü başlatıyordu. Bende ayrı ayrı bakteri kültürü ve su düzenleyici var ama besin yok (ha birkaç alternatif biliyorum tabii), öte yandan Sera Nitrivec de filtreli akvaryumlar için bir üründü. Filtresiz akvaryumda kullanacak olsam garanti olsun diye bir hafta beklerdim (veya bakteri besininden kaynaklanan beyaz bulanıklık ne zaman geçerse).

Yani sonuç olarak normalde sıfırdan bir filtresiz akvaryum (en bilindik metot Walstad olsa da başka yöntemler de var, mesela Walstad metodunun bahsettiği dümdüz kara toprak yerine akvaryumlar için aktif toprak veya lav kırığı gibi birçok "bakteri tutucu ve bitki besleyici" alternatif var) kurarsanız en az iki ay beklemeniz gerekir, hatta ne kadar uzun beklerseniz o kadar iyi denir. Benimse o kadar beklemem gerekmeyecek çünkü dediğim gibi sıfırdan kurmuyorum, önceden kalma nitrifikasyon döngüm var ve bakteri kültürüne de sahibim. Başka bir deyişle bir ayda balık konulabilecek hâle gelir, tabii muhtemelen bir aydan fazla beklerim (en azından salyangozların durumuna bağlı olarak) ama teoride bir ayda hallolabilir yani. Sera Nitrivec -veya onun gibi "üçlü karışım" bir ürün- elimde olsaydı -akvaryumda gözle görülür bir sıkıntı olmadığı sürece- bir haftadan fazla beklemezdim gerçi ama besinsiz bakteriyle bu kadar oluyor. Ha tabii dediğim gibi bakterilere (ve hatta ayrıca bitkilere) besin olabilecek birkaç alternatif biliyorum ama şimdilik o işlere girişmemeyi tercih ederim.

Hadi avantajlarıma gelelim.

-Başından beri bu sistemde bitki yetiştirmenin kolay olmayacağını bilsem de istediğim o ormansı görünümü elde edememem artık sinirimi bozuyor. Balık almış da akvaryuma koymuş olsaydım muhtemelen sinirim bu kadar bozulmazdı ama olsun. Filtresiz akvaryum ormansı sistemi sağlayacak, zaten çoğu kişi bitkili akvaryuma pipo filtre harici filtre bile koymaz (akıntının bitkilere zararı olmasın diye) ama tabii filtreler şu anki sistemim kadar zorlayıcı değil, dolayısıyla genelde bitkiler yerine balığın ihtiyaçları göz önünde bulundurularak debi ayarlanır.

-Budama tankı için bir alternatifim olacak. Şu an doğru düzgün budama bile yapamıyorum ve ironik biçimde bu, o istediğim "vahşi orman" görünümünden aşırı uzak olmamın en önemli nedenlerinden biri. Bu yeni sistemde hem çok daha özgürce budama yapabilecek hem de bu parçaları çok daha özgürce dağıtabileceğim.

-Çok daha fazla sayıda ve türde bitkiyi edinip akvaryuma koyabileceğim. Tabii ki budama ve bitkilerin bakımı ormanlaşma açısından önemli ama işe ne kadar fazla bitkiyle başlarsanız kayıplar ve beklenmedik sorunlar işinizi o kadar az aksatır. Örneğin karasal kısımda gördüğünüz kaba normalde birçok farklı bitki dikilebilir -tabii katmanları da yeniden düzenlesem daha iyi olur- ama şu an oranın karasallığı bile bitti. Şelaleyi iptal edince orası kıyı biyomu hâline gelecek ve kıyı biyomuna uygun ne kadar fazla bitki olduğunu bilseniz muhtemelen şaşırırsınız. Belki üstteki hazneye de pothos sarmaşığı falan koyup sarkıtırım. Bu akvaryuma ben japonşemsiyesiyle bambu koyacaktım ya, unutuldu gitti! Neyse, sakinim. Şu an bir yandan şelale, bir yandan kökleri karışmış yüzey bitkileri derken elimdeki bitkilerin hâlini bile doğru düzgün göremiyorum, kaldı ki böyle "riparyum bitkileri" ve "paludaryum bitkileri" atraksiyonlarına girişeyim (gerçi su naneleri kendi kendilerine riparyum bitkisi kafasına girdiler ama naneye ne bakıyorsun, buzluktan çıkarıp diksen "Tamam hacı!" deyip büyümeye devam etme potansiyeli olan bir bitki kendisi).

-Hazır yüzey bitkileri demişken, onlarla ilgili de daha fazla deneme yapabileceğim. Şu an elleşmememin en önemli sebebi şelale sisteminin akıntısının onları ittirdiğini bilmem ve popülasyona ciddi hasar vermekten korkmam (özellikle de devamlı yapraklarına su sıçramasına maruz kalan su marullarının zaten su mercimekleri tarafından baskılanan popülasyonuna). Pipo filtre bile olmayan durgun su akvaryumunda bu tür kaygılarım olmayacak.

-Ekstra bir kum katmanı atacağım için bitkilere de iyi olacak. Şunu unutmayın: Ne kadar kalın zemin tabakası, o kadar sağlıklı bitkiler. Ha tabii zemin malzemesinin türü de önemli; gidip dümdüz silis kumu bir metre koysan ne olacak? Lav kırığı, aktif toprak vs. yani "dekoratif, görünür zeminin altındaki katman(lar)" asıl olay, onların olabildiğince kalın olması gerekiyor. Özellikle bakteri tutma işlevleri de olduğundan -Walstad metodu da dahil- filtresiz akvaryumlarda yapabileceğiniz en kalın katmanı kurmanız gerekiyor ama tabii elinizdeki malzemenin bakteri tutma işlevi var mı yok mu o da önemli, gidip mıcır koyarsanız veya "bitki kumu işte" diye alt zemini kuvars kumla halletmeye çalışırsanız olmaz. Şanslı olduğunuz [olduğum(uz)] nokta akvaristlikte çoğunlukla ucuz olduğu ve/veya bitkilere besin sağlama işlevi olduğu için iyi bilinen birçok "standart kum altı zemin malzemesi"nin bakteri tutma işlevi de var: ponza türleri (sünger taşı, lav kırığı vs.), toprak (hem bildiğimiz bahçe toprağı hem torf hem de aktif topraklar; gerçi çiçek toprağı veya hazır bahçe toprağı akvaryumda kullanılamaz çünkü içinde ne tür kimyasallar olduğunu bilemezsiniz, balıklar için ölümcül bir şey içermese bile aşırı derecede yüksek bir ihtimalle alg patlamasına yol açacaktır), kil bilyesi (gerçi bu diğer ikisi kadar "meşhur" bir malzeme değil, en azından adı açısından değil -yani gidip bir akvaryumcuya kil bilyesi sorsanız ne istediğiniz hakkında en ufak bir fikirleri olmama ihtimali aşırı yüksek- ama o meşhur Aquaclay de özünde kil bilyesinden başka bir şey değil mesela; yani aslında kendisi bilinen ama adı/türü bilinmeyen bir malzeme).

-Ayrıca şu an su kaybım çok fazla. Her hafta on litreye yakın, bazen on litreden bile fazla su kaybı buharlaşmayla açıklanamaz; bariz şekilde şelale sistemi yüzünden bu kadar kayıp oluyor. Durgun su akvaryumunda sadece buharlaşmanın kaybı olduğundan çok fazla etkilemeyecek. Bu kadar su kaybını bu ebatta bir deniz akvaryumunda (veya buna oranlı bir su kaybını normal boyutlardaki bir deniz akvaryumunda) alsam şimdiye sistem çökmüştü, resmen akvaryum tatlısu sistemlerinin su değerlerinin daha "geniş" olması ve su nanelerinin suyu düzenleme özelliğiyle ayakta duruyor (aslında bunu her türden su ve kıyı bitkisi yapar, hatta kara bitkileri de hava ve toprak için yapar ama su naneleri bu konuda bildiğin su düzenleyiciye doğal bir alternatif gibi çalışıyor).

-Su sıçraması yüzünden serdiğim şu saçma havluları kaldırabileceğim. Straforu o kadar siyaha boyadık, havludan gözükmüyor.

Başka avantajlar varsa da şu an aklıma gelmiyor. Başka bir deyişle normal şartlar altında neredeyse hiç avantajı olmayan bir hamle, benim durumumda aksine sistemin deneyselliğinin neredeyse tüm dezavantajlarını götürüyor (deneyselliğini de büyük oranda götürdüğü için öyle oluyor gerçi ama filtresiz akvaryum sistemi de deneysel sonuçta, tek farkı isteklerime daha uygun; tek sorunu su sesi olmaması, onu da ayrı bir şelale kurarak halledeceğiz zaten). Bu arada o "ikinci şelale"ye de bir nevi "refugium" muamelesi yapacağım için (yeri akvaryum dolabı olacak, düşünün; gerçi aynı suyu da paylaşmayacakları için "refugium" tanımına uymayacak ama olsun) bu sistemin parçası sayarak anlatacağım. Ve şelale sistemini iptal etmiş olsam da şelale haznesini akvaryumda tutacağım çünkü hem dekorasyona katkı sağlıyor hem de bu akvaryumu bir paludaryum yapmaya devam ettiği için birçok paludaryum bitkisi için önümü açacak. İkinci şelale ayrıca ana tankta tutamayacağım -veya tutmayacağım- türler için de kullanılabilir, mesela kızböcekleri (Gerçi odada yiyecek sinek bulamazlarsa ne yaparlar ve ana tanka yumurtlamalarını nasıl engellerim? Yok, kızböceği işi yaş.) veya su örümceği falan...

Tabii bunlar hep rahatlığın, alışmışlığın verdiği fikirler, böyle devam edebilir ya da yönü hem baştan hem burada anlattığımdan bambaşka bir yöne kırabilirim.

26.01.2024

Projenin kafamı meşgul eden kısmını "şelale ayrı, akvaryum ayrı" biçiminde çözdükten sonra kafamda bir tür listesi oturtabildim. Gerçi şu an yine bir sızıntı var (Nedir benim bu projenin başından beri bu sızıntılardan çektiğim arkadaş?), onu bir an önce halletmezsem başım ağrıyabilir ve akvaryumcuda gördüğüm -veya doğa gezisinde vs. denk geldiğim- bir şeye göre şu an aklımda olan tür listesini tamamen veya kısmen değiştirebilirim ama şimdilik belli: 1e3d Paraphanius mento, 1e2d lepistes, 2 kangal balığı (Garra sp.). Şimdi soru şu: Neden kangal balığının Latincesine Garra rufa yerine Garra sp. dedim? Çünkü önceden hepsi aynı tür sayılan -bazısı da alttür sayılan- türler ayrılmış, Garra rufa tür kompleksi hâline getirilmiş. Nedir tür kompleksi? "Tür kompleksi, biyolojide görünüş olarak birbirine çok benzeyen ve aralarında ayrım yapılmasının oldukça güç olduğu ve bu ayrımların tam olarak ne olduğu belirli olmayan birbirleriyle yakın akraba türlerden oluşan bir grubu anlatmak için kullanılan terimdir." Mesela Betta splendens bir tür kompleksi, yani yabani gerçek B. splendensi genetik test yapmadan veya uzun bir süre davranışlarını, özelliklerini vs. incelemeden sadece bakarak barışçıl betadan (B. imbellis), B. mahachaiensisten, B. siamorientalisten, B. smaragdinadan, B. stiktostan -ve elbette bu türleri birbirinden- ayırmak son derece zor. İşte bu nedenle piyasadaki Garra rufaların gerçek Garra rufa olup olmadığı belirsiz, hatta muhtemelen çoğu (belki de hiçbiri) gerçek G. rufa değil ama yine Garra cinsine ait balıklar. Türkiye'de önceden iki Garra türü biliniyordu, kangal balığı (G. rufa) ve yağlıbalık (G. variabilis), şimdi sayı üçe çıktı: Fırat-Dicle havzasında yaşamayan kangal balıkları G. turcica olarak sınıflandırıldı. Türkçe adı tabii ki yine kangal balığı ama G. rufadan ayrıştırmak için belki Anadolu kangal balığı falan denebilir ya da kangal balığı tabiri sadece G. rufa için kullanılıp G. turcicaya doktor balık denebilir. Şanslıyım ki elime farklı Garra türlerini karşılaştırabileceğim bir belge geçti, böylece Garra edinmeyi başarırsam hangi tür olduğuna karar vermekte daha az zorluk yaşayacağım. Gerçi o belge nedeniyle piyasadaki -en azından Türkiye piyasasındaki- "doktor balıklarının" çoğunun G. turcica olduğunu varsayıyorum çünkü görselleri -ve bizzat gördüklerim- hep beyazımsıydı, gerçek G. rufa ise bordoya benzeyen grimsi, koyu bir renkte oluyor. Ha tabii renkten ayırt etmek çok da sağlıklı olmayabilir, sonuçta dipteki kumun rengi bile balığın renginin farklı görünmesini (hatta gerçekten değişmesini) sağlayabiliyor. G. turcica hakkında Fishbase'de şöyle deniyor: "G. rufadan küt bir burna ve daha ince bir vücuda sahip olmasıyla ayrılır." Peki bu bilginin kaynağı nedir? Şudur: Bayçelebi, E., C. Kaya, D. Turan, S.A. Ergüden and J. Freyhof, 2018. Redescription of Garra turcica from southern Anatolia (Teleostei: Cyprinidae). Zootaxa 4524(2):227-236. Makale başlangıcında "southern" dediğine bakmayın, Antalya'da falan da bulunuyor bu balık (G. turcica, ayrıca galiba G. variabilis de). Bu arada yağlıbalık başından beri (en azından G. rufa bir tür kompleksi hâline getirilmeden önceden beri) hep ayrı tür sayıldığından onu ayırt etmek nispeten kolay, piyasada olduğunu hiç sanmıyorum. Ha bir de Wikipedia'ya göre* piyasadakilerin çoğu muhtemelen G. jordanica (piyasada üretilmeden önce İsrail'den toplanmış olanlar, ki en azından piyasaya doğadan toplama olarak ilk girenlerin çoğunluğu anlamına geliyor) veya G. turcica (piyasada üretilmeden önce Türkiye'den toplanmış olanlar) imiş, dolayısıyla Garra sp. edinmeyi başarırsam ilk olarak bu iki tür olma ihtimali üzerinde duracağım.

*Vikipedi'ye değil Wikipedia'ya. Bizim Vikipedi'ye baksan 38 °C'ye kadar dayanabilip ideal olarak 15–28 °C arası suda ve 7.0-7.4 pH'ta yaşayan Garra rufa (tür kompleksi) 28-34 °C aralığında yaşıyormuş! En azından pH'ı doğru vermişler, bu da bir şeydir. "Vikipedi'deki bilginin hatalı olduğundan nasıl bu kadar eminsin?" sorusu için de 15-28 °C arası bilgisinin alındığı kaynak: Demir,M.A and Akhan S.2018. Determination of critical thermal limits for doctor fish, Garra rufa Heckel 1843. II. International Fisheries symposium-IFSC2018, 4-8 November 2018, Kyrenia / Turkish Republic of Northern Cyprus. Hani "Bu ne lan üniversite tezinden bilimsel kaynak mı olur? Vikipedi'den daha fazla geçerliliği yok." derseniz önce bir "Yuh!" çekip "Bir makaleyi oku da ondan sonra konuş öküz! Bilimsel yaklaşım denen bir şey var!" derim, sonra da bu bilginin tezde kaynağının verildiğini söylerim. Ahan da kaynağın kaynağı: Kuru, N., Cinar, K., Senol, N., Demirbag, E. and Diler, D. 2010. Endocrine cells in the gastrointestinal tract of Garra rufa. Kafkas Univ. Vet. Fak, 16:235-241. "Peki ya İngilizce Wikipedia'daki bilginin doğru olduğundan niye bu kadar eminsin?" diye sorarsanız da çünkü kaynakça denen bir şey var, elin oğlu -konu Türk(iye) düşmanlığı olmadığı sürece- buna dikkat ediyor. Ahan da "Piyasadakilerin çoğu aslında G. jordanica veya G. turcica" bilgisini içeren üç ayrı kaynak: 

1. Hamidan, N.H.; M.F. Geiger; J. Freyhof (2014). "Garra jordanica, a new species from the Dead Sea basin with remarks on the relationship of G. ghorensis, G. tibanica and G. rufa (Teleostei: Cyprinidae)". Ichthyological Exploration of Freshwaters. 25 (3): 223–236.

2. BayÇelebİ, E.; C. Kaya; D. Turan; S.A. ErgÜden; J. Freyhof (2018). "Redescription of Garra turcica from southern Anatolia (Teleostei: Cyprinidae)". Zootaxa. 4524 (2): 227–236. doi:10.11646/zootaxa.4524.2.6. PMID 30486123. S2CID 54159379.

3. Gophen, M. (2018). "Fishery Management in Lake Kinneret: A Review". Journal of Fisheries and Aquaculture Development. 2018 (1): 1–10. doi:10.29011/2577-1493.100040. S2CID 51811751.

Dikkat ettiyseniz baştan beri söyleyip durduğum karidesler listeden çıktı çünkü mentolar -her ne kadar diğer aphaniidler gibi renkli balıklara gıcık kapmasalar da- neticede etçil (daha doğrusu mezokarnivor) balıklar, o akvaryuma karides koysam canlı yem muamelesi görür. Kangal balıkları da sekiz santime (uç örneklerde 13 santime ama ortalama yetişkin boyu yedi-sekiz santim) kadar büyüyebilen hepçil dip balıkları, yine karidesleri affetmezler.

Bu arada baştan beri tür kompleksi deyip durdum, "Ulan bu Garra rufa tür kompleksinde hangi türler var?" diye soracak olursanız şunlar: G. jordanica, G. gymnothorax (eskiden alttür -yani Garra rufa gymnothorax- olarak kabul ediliyordu), G. mondica, G. amirhosseini, G. turcica (eskiden alttür -yani Garra rufa turcica olarak- kabul ediliyordu), G. barreimiae (çok önceden ayrı bir tür olarak kabul görmüştü), G. elegans (çok önceden ayrı bir tür olarak kabul görmüştü), G. ghorensis (çok önceden ayrı bir tür olarak kabul görmüştü), G. longipinnis (çok önceden ayrı bir tür olarak kabul görmüştü), G. nana (çok önceden ayrı bir tür olarak kabul görmüştü), G. persica (çok önceden ayrı bir tür olarak kabul görmüştü), G. rossica (çok önceden ayrı bir tür olarak kabul görmüştü), G. sahilia (çok önceden ayrı bir tür olarak kabul görmüştü), G. lorestanensis (mağara balığı), G. tashanensis (mağara balığı), G. typhlops (mağara balığı), G. widdowsoni (mağara balığı). "Mağara balığı ne be?" diye soracak olursanız adından da anlaşıldığı gibi mağarada yaşayan balık işte, biraz daha "teknik" bir tanım isterseniz de: Mağara balığı, mağaralarda ve diğer yer altı habitatlarında yaşama adapte olmuş tatlı ve acısu balıkları için genel bir terimdir. İlgili terimler yer altı balıkları, troglomorfik balıklar, troglobitik balıklar, stygobitik balıklar, phreatik balıklar ve hipogean balıklardır. Aha bunlar da kaynakça:

1. Romero, Aldemaro, editor (2001). The Biology of Hypogean Fishes. Developments in Environmental Biology of Fishes. ISBN 978-1402000768

2. Helfman, G.S. (2007). Fish Conservation: A Guide to Understanding and Restoring Global Aquatic Biodiversity and Fishery Resources, pp. 41–42. Island Press. ISBN 978-1-55963-595-0

E kendiniz kaşındınız ama. Güzelce açıklamışım, daha ne teknik tanım istiyorsunuz? Şöyle anlatmadığıma şükredin: "Kör tetrayı bildin mi? Hah işte, onun komşuları!"

30.01.2024

"Hazır rutin bakım" deyip gözümü kararttım, dekorasyonda yenilemeye gittim. Gerçi bana sorsanız şelaleyle akvaryumu ayırana kadar beklerdim ya, neyse... Aslında iyi de oldu çünkü sessilis, P. coloratus ve su nanelerinin bir kökü dışındaki her bitkinin ya topraktan çıkıp yüzdüğünü ya da eriyip tamamen yok olduğunu gördüm. Ayrıca feci uykum var, dolayısıyla devamını uyanınca (bugün de olabilir yarın da) yazacağım, fotoğraflar da o zaman gelecek.

Uyandım geldim, şimdi anlatıma (aklıma kaldığı ve fotoğraflardan hatırlayacağım kadarıyla) başlıyorum. Önce kum kalınlığını arttırmak amacıyla gidip evin bir yerlerinde akvaryumda kullanılabilecek ne kadar kum varsa gidip topladım. Şöyle bir gözlemim oldu: evde çok fazla akvaryumda kullanılabilecek kum var (çoğu da lav kırığıyla vs. karışık) ama hiçbiri sıfırdan akvaryum kurmaya yetmez, tabii hepsini karıştırmadığınız sürece. Doğadan toplama gri (ağırlıklı; sonuçta doğadan toplama kumlar sadece çok özel yerlerden alınan çok istisnai birkaç örnek dışında tek renk olamaz, illa alaca oluyorlar) silis kumda karar kılıp yıkadım:

Ayrıca normalde haftalık %15-25 su değişiminde ayırdığım suyun üstüne gittim su mercimeklerini koydum:

Burada da ilginç bir gözlemim oldu: Elimde hem su mercimeği (Lemna minor) hem de iri su mercimeği (Spirodela polyrhiza) olduğunu ve ortada Spirogyra falan gibi bir durum olmak yerine gerçekten mercimeklerin köklerinden kaynaklandığını teyit etmiş oldum. Minorların böyle bir şey yap(a)mayacağını biliyorum, zaten ayırdığımı ayırdıktan sonra akvaryumda kalanlar da bunu teyit ediyor ama S. polyrhizaların varlığını bile bu işe girişirken bilgilerimi güncellemek için araştırma yaparken öğrendiğimden onların marifeti olduğunu varsayıyorum.

Ne kadar yüzen, kökü çıkan vs. bitki varsa alayını çıkardım. Ayrıca su marullarını da ayrı bir yere aldım. Sonra da suyu iyice azalttım (merak etmeyin, %20 civarındaki zaten rutin bakımda atılacak suyun haricindekini geri koydum). Akvaryumun hâline bakın ya:

Kumu sağ tarafa koydum, sola pek gitmedi ama yine de sağda gayet iyi performans gösterdim:

Çıkardığım bitkileri de tek tek temizleyip budayıp ayırdım:

Sonra da diktim:

Çoğu sağa (çünkü tutabilecek kadar derin ve ince kum var) ve öne (çünkü şelalenin akıntısının tepelerine tepelerine gelip onları çıkarmasını, çürütmesini vs. istemiyorum) geldi. Önce ışığı açık genel akvaryum görselini koyup sonra da bitkileri sayacağım. Birden fazla ihtimal sayılanlar soru işaretiyle belirlenecek ve en yüksek ihtimali ilk sırada, en düşük ihtimali son yazdığıma veriyorum. Bu arada bu genel görsel tam olarak yeni kurulmuş bitkili akvaryum görselidir, gerçi ben yeni kurmadım ama bozup sıfırdan kurmuş kadar oldum, o yüzden normal. Şelaleyle akvaryumu bir ayırayım hem somut hem de mecazi anlamda çok daha fazla alanım olacak.

Dikensiz tilkikuyruğu (Ceratophyllum submersum)? Başaklı su civanperçemi (Myriophyllum spicatum)? Tilkikuyruğu (Ceratophyllum demersum)?

Elodea (Egeria densa):

Su nanesi (Mentha aquatica). Ayrıca bir tanesinin yaprağının altının morardığını görüp heyecanlandım ama o suyun dışındaki bir yapraktı, muhtemelen geri yeşile dönecek. Yeşile dönerse su nanelerinin (mor olan varyetelerinin) yapraklarının sadece suyun dışında morardığını, suyun içinde hep yeşil kaldığını varsayacağım (aksini gösteren bir örneğe şahit olmadıkça tabii).

Cardamine lyrata? Genç su nanesi filizleri?

Marimo (Aegagropila linnaei):

Alternanthera sessilis:

Chara sp. (muhtemelen C. vulgaris)? Nitella sp.? Tilkikuyruğu (C. demersum)?

Su mercimeği (Lemna minor):

Su mercimeği (Lemna minor) ve iri su mercimeği (Spirodela polyrhiza) karışımı ortasında bir adet su marulu (Pistia stratiotes):

Bir de ledin ayaklığı kırıldı, bir yapıştıralım dedik ama tutmadı. Neyse ki nereden bulacağımı biliyorum.

Ha bir de iki büyük pişmanlığım var bütün bu proje boyunca: Birincisi akvaryum bitki yapıştırıcısını "Buna en fazla ne kadar gerek olacak ki?" diyerek dörtlü (hatta üç buçuklu) fiyatına gelen beşli almak yerine iki tane almış olmak, ikincisi de lav kırığını çok az almış olmak (hatta alırken fazla olduğunu düşündüm de yarısını geri bıraktıracaktım). İlginçtir bütün bu başıma sarılan belalara ve şikayetlerime rağmen şelaleyle akvaryumu başından beri ayrı ayrı yapmak yerine bütün yaptığıma pişman değilim, "Bu iş nasıl yapılmaz? Nasıl yapılmamalı?" gibi konularda çok güzel bir ders oldu (gerçi o derslerin çoğunu teorik bilgiden ve var olan bilgiden çıkarım yoluyla zaten tahmin edebiliyordum ama olsun).

Ayrıca bakteri kültürünü normalde koyduğumun üç katı -ki normalde koyduğum da zaten bu ebattaki bir akvaryum için gerekenin birkaç katı- koydum çünkü hem iki gündür kafa motoru çalışmıyor hem suyu bayağı bir azalttık, bidona aldık, oradan geri koyduk falan... Kapsül gübrelerin kapsüllerini söküp içindekileri döktüm, iz element gübresini ve su düzenleyiciyi ise standart dozajda uyguladım. Mento ve kangal balığı (Garra sp.) gelirse zaten karides olmayacak ve şelaleyi ayırdıktan sonra karides de dahil salyangozdan daha gelişmiş herhangi bir canlı koymadan önce en az bir ay beklememiz gerekecek, dolayısıyla gübre konusunda elimi korkak alıştırmadım (çünkü karides koyacak olsak bile zaten gübrenin tamamına yakını bitkilerce emilmiş olacak).

03.02.2024

Bekleme sürecine girince ben de hava hortumundan halkayı kurup su marullarını içine taşıdım.

Peki ama neden? Gerçek sebebi evin durumu nedeniyle ayıracağım "yeni şelale"nin (hani ana tankla bağlantısız olup dolayısıyla bir "refigium" olarak tanımlanmasını sağlayacak tek özelliğe de sahip olmayacak olan "refigium") daha kasasını bile yapamıyor olmak. Yani tamam gidip derz almak, taş bulmak/almak falan da gerekli ama strafor alıp iskeletini bile yapamıyoruz çünkü kuruyacağı yer yok. Ben de işte o yüzden yeni şelaleyi tasarlamakla*, gözlemleyip rutin bakımları uygulamakla ve başıma bu türden gereksiz işler açmakla falan uğraşıyorum. Bir de led ayaklığı hâlâ alamadım ama ay bitmeden çarşıya (Balıkesir Merkez'de "şehrin merkezi"ne böyle diyoruz) gitmemi gerektiren bir durum olduğundan onu da o ara hallederim diye çok takmıyorum.

*Bu kez çok daha özgür ve rahatım çünkü içine balık girmeyeceğinden çok fazla endişelenmemi gerektirecek şey olmayacak, ayrıca halihazırda yeterli seviyede bir su sesine sahip olduğumdan acele etmeden, iyice düşünüp taşınarak, rahat rahat istediğim gibi projeyi tasarlayıp değiştirebileceğim. İşin ironik yanı şu ki akvaryum hobisinin doğasında maymun iştahlılık vardır, çoğu akvaristin kafası hep farklı projelerde, farklı türlerde falandır ama ben bu yeni şelaleyi kısmen zorunluluktan tasarlıyorum; şelale altında bitki yetiştirmeyi (yani istediğim ölçüde -orman gibi- yetiştirmeyi, ki defalarca dediğim gibi kolay olmayacağını zaten baştan beri biliyordum) başarabilsem hiç ikinci bir şelale projesiyle, şelaleyi bu akvaryumdan ayırmakla falan uğraşmazdım. Gidip Walstad metoduna sarardım!

Hah, şimdi asıl sevdiğim kısma geldik: Bahaneler! Hadi başlayalım:

1. Şelale ile akvaryum ayrıldıktan sonra yüzey bitkilerinin tüm yüzeyi kaplamasını önleyen bir şey kalmayacak (şu an akıntının olduğu kısma fiziksel sebeplerden yayılamıyorlar) ama yem atmaktır, dip çekimidir gibi şeyler için bu tür bir boşluğa ihtiyacım var. Şelale ayrıldıktan sonra su marullarını bunun içinden çıkarıp bunu boş halka olarak uygulayacağım.

2. O istediğim "balta girmemiş orman" görünümünden biraz feragat etmem gerekecek ama yüzey bitkilerini birbirinden ayırmak istiyorum. Şimdilik sadece üç tür var ve iki su mercimeği türünün (L. minor ve S. polyrhiza) ayrılması zaten mümkün değil ama özellikle şelaleyi ayırdıktan sonra bu sayının artıp artmayacağı belirsiz. Hâlâ yapacağım sulak alan gezileri var ve şelaleyi ayırdıktan sonra akvaryumcuları ve çiçekçileri tekrar gezeceğim. Şehir dışında akvaryumcu da gezebilirim (ortak akvarist huylarından bir diğeri), belli olmaz. Özellikle kırmızı eğrelti (Azolla filiculoides) ve yüzen eğrelti otu (Salvinia natans) bulursam asla kaçırmam (ikisinin de doğada bulunabileceği bir noktayı biliyorum ama geri kalan yerlerde var mıdır yok mudur, nerededir bilemem; bildiğim yerler de sadece teorik bilgi zaten). Ayrıca yine bir yüzey potamogetonunu [bu kez tercihen denizdili (P. natans)] denemek istiyorum çünkü mevcut bitki çürüdü ama belli bir yere kadar gayet iyi gidiyordu.

3. Su marulları devamlı akıntının olduğu şelale tarafına çekildiği için sinirim bozuluyordu. Çünkü su marulunun yaprakları suyu sevmeyen tüycüklerle kaplıdır, çok fazla suya (hatta neme) maruz kalırsa çürür (fotoğrafta gördüğünüz üstündeki o damlaların  damla hâlinde kalması da aynı tüycüklerin marifeti). Şimdilik nispeten iyi durumdalar ve ürüyorlar da ama kayıp, göze alabileceğim bir şey değil. Sonuçta artık karasal kısma dayanan kafeslerinde nispeten güvendeler.

4. Yine ikinci maddeyle bağlantılı olarak, çoğu kişiye sorsak "Sorun olmaz ya..." cevabı alacağımızı bilsem de şahsi tecrübelerim gösteriyor ki su mercimekleri fazla çoğaldığında su marullarının soyunun tükenmesine neden olabiliyor (temel biyoloji 101: "İstilacı tür" nedir?). Zaten yüzey bitkilerini ayırmak istememin asıl sebebi bu: Geri kalan yüzey bitkilerini (henüz sadece iki tür su mercimeği ve su marulları olsa da dediğim gibi bunun böyle kalmasını istemiyorum) su mercimeklerinin hışmından korumak. Açıkçası ala su sümbülünün (Potamogeton coloratus) bile su mercimekleri nedeniyle eridiğini düşünüyorum çünkü su mercimeklerinin sayısı fazlasıyla artana ve budadığım elodeanın dallarını bile alamayacağım bir karmaşaya dönüşmeden önceye kadar o bitki gayet iyi durumdaydı.

Sulak alan gezileri falan demişken bir de şöyle bir şey var: Bundan sonra doğadan aldığım bitkileri birkaç kez yıkar*, gerek duyarsam metilen mavili, salyangoz ilaçlı falan suya basarım. Yarın bir gün bu akvaryuma balık falan geldiğinde başka bir yusufçuk (gerçi o kızböceğiydi ama olsun) vakasıyla uğraşmayı göze alamam; özellikle de Odonata takımı gambusyaları bile avlayıp yiyebilen psikopat larvalara sahip olduğundan.

*En doğru yöntem topladığın bitkileri susuz paketlemek, bir yıkayıp soğuk çeşme suyuna koymak, sonra bitkileri sallaya sallaya suyu birkaç kez değiştirerek kovada yıkamaktır; toplamayla ikinci anlattığım arasındaki aşamada çeşitli antibakteriyel, ne bileyim bakır bazlı (tüm su canlıları için ama özellikle sucul omurgasızlar ve algler için zehirlidir; ayrıca çoğu alg ve salyangoz ilacının etken maddesidir) falan kimyasallar kullananlar da var ama bu kez de o kimyasallardan kurtulmak için ekstra bir çaba harcamak gerekiyor. Etil alkol ve beyaz sirke gibi nispeten güvenli, temizlemek için o kadar uğraşmayıp sadece bir süre uçmasını beklemenin yeterli olabileceği alternatifler de var tabii.

Zihnimi iki dakika boş bırakmaya gelmiyor, işte sonucu:




Gerçi bu yana gitmese hepsi de olumsuz olan birkaç yandan birine kayacak, o yüzden aslında iyi oluyor (ve tam da o yüzden günlük hayatımın çoğunu zihnimi bastırıp sesini susturmaya çalışarak geçiriyorum). Her neyse, bu gördükleriniz yeni şelalenin (bundan sonra "çağlayan" diye hitap edeceğim çünkü bir nevi çavlandan çağlara dönüyoruz) prototip projeleri. Evet, prototip; her an üstlerinde değişiklik yapılabilir. O iğrenç el yazımın olduğu kısmı çevireyim:

En üstteki/içteki kutucuktan ok çıkarılan yerdeki yazı "Açık. Kablo vs. buradan çıkacak." Anlamı? Üstü açık olacak, kafa motorunun kablosu falan buradan çıkacak. Ayrıca ilk görselde gördüğünüz o kare boşluk da aynı yerde ve kafa motorunun hortumunun çıktığı yer orası olacak, son görselde en üst soldaki dikdörtgendeki delik de aynı deliği temsil ediyor.

Bir altta "HAZNE 1" yazıyor. İçine hiçbir şey koymayacağız, dümdüz su dolup akacak anlamına geliyor.

Onun altındaki "Çakıl 1". Bunun anlamı da bu katmana zemin malzemesi koyacağımız. Ayrıca bu kısmı ağzına kadar zemin malzemesiyle dolduracağım, yani su zemin malzemesinden taşacak. Bu da ince kumların tamamını ve çok hafif bir malzeme olan kil bilyesini eliyor. Lav kırığı uzun süre su emdirilerek kullanılabilir ama en iyi sonucu iri dere kumu verecektir. Ha bu kısımda bitki yetiştirmeye çalışacak olmasam (bu seferkiler kara bitkileri ve emers bitkiler olacak, en azından bu kısımdakiler) mıcır falan da dahil herhangi bir çakıl türü, ayrıca midye veya mercan kırığı da iş görürdü ama bitki koyacağım için muhtemelen lav kırığı kullanacağım. Gerçi midye kırığında da bitki yetiştirilebilir, yetiştirilemez değil.

Onun altındaki "HAZNE 2". Hazne 1 ile aynı anlama geliyor.

Onun altındaki "HAZNE 3". Anlamı şu: Bu katın bu kısmına bitki koymayacağız çünkü kafa motoruna su ulaşmasını sağlayacak olan "kapı" orada. İlk görselde en alt ortada kapıları (evet, çoğul) görebilirsiniz.

Onun altındaki "ÇAKIL 2". Bu da şu demek: "Buraya sanki akvaryummuş gibi -ama kapıyı kapatmamaya/engellememeye dikkat ederek- zemin malzemesi koy çünkü budama tankı olarak kullanılacak."

04.02.2024

Önce ufak bir ayrıntı vereceğim: Hani "bundan sonra doğadan topladığım bitkileri temizlerken ekstra özenli olacağım" demiştim ya? Akvaryumun kurulum aşamasında bitki temizliğini o kadar takmadım çünkü salyangozlara ihtiyacım vardı*, ayrıca belki bazı ilginç salyangozlar (Türkiye'nin en yaygın su salyangozlarından olan Viviparus viviparus veya bitkileri aldığım yerlerden birinde bulunduklarını çok iyi bildiğim Melanopsis buccinoidea falan...) gelebilir diye ummuştum (ramshornlar sayılmaz, onlar %99,999... ihtimalle akvaryumcudan alınan bitkilerle geldi).

*Walstad metodunun bel kemiği kum karıştıran salyangozlardır (özellikle de minareler) çünkü biyoaktif teraryumlarda sıçrar kuyrukluların ve tespih böceklerinin yaptığını akvaryumda sadece salyangozlar ve karidesler yapar ama oturmamış akvaryuma karides koyamazsınız, bunun için fazla hassas canlılardır. Ha bir yerlerden sucul izopod bulursanız o da aynısını yapar ama tatlısu izopodu bulmak da çok kolay bir iş değil. Ayrıca evet, bu sistem Walstad metodu olmaktan çok uzak, farkındayım ama bakteri kültürünü tutundurmak için Walstad metodunun yöntemlerini baz alıp entegre ediyorum (çünkü filtre yok, sadece kafa motoru var ve şelaleyi ayırdıktan sonra o da gidecek), yani aslında göl ekosistemini, daha doğrusu doğal bir gölün sıfırdan oluşumunu taklit etmeyi amaçlayan Walstad metodunu göl değil şelale bazlı olarak uygulamaya çalışıyorum. Ha şelale ayrıldıktan sonra durgun suya döneceği için biz de tamamen Walstad esaslarına döneceğiz, o ayrı ama benim amacım takviyesiz akvaryum kurmak (=Walstad metodunun temel güdüsü) değil, sadece nitrifikasyon döngüsünün akvaryumu -ve sahibini- rezil de vezir de edebileceğini bilecek kadar hem teorik hem de pratik bilgim var. Dolayısıyla akvaryum suyunun tam bir azot döngüsü içerip tamamen oturduğundan emin olana kadar elimden geleni ardıma koymayacağım.

Ayrıca taslaklarda feci bir şey fark ettim: Unutup hepsini öyle yapmaya kalksak mahvoluruz! İşte yeni taslaklar (son görselde tepedekilerin yenilenmiş hâlleri):

İki türlü de benden başka kimse muhtemelen pek bir şey anlamayacak ama parçaları kesip gösterdiğimde mantıklı hâle gelecek. Hâlâ iskeletin üç boyutlu bir modelini çizmeye çalışıyorum ama kağıtta hesaplama sıkıntı çıkardı, Paint'te daha da farklı sıkıntılar oldu vesaire... Bir de Paint.net ile deneyeceğim çünkü onda "layer" koyulabiliyor. Dijital çizimin en büyük avantajı bu katman (layer) olayı zaten, yoksa elde (kağıt kalemle) çizmek aslında daha kolay.

05.02.2024

Ayaklığı yeniledik. Sadece kırığı değiştirdim çünkü diğeri de sorunlu olmasına rağmen görevini yapabiliyor.

Elimde kalmasına şaşırmıştım, meğer üstüne öyle devamlı su gelince oksitlenebiliyormuş bunlar (Ulan plastik değil mi bu, nasıl oksitlenebiliyor?).

Onun dışında iki adet ramshorn fotoğrafı çektim. Neden? İlk fotoğrafı koyuyorum:

Bir adet ivory ile bir adet kahverengi leopar (brown leopard) çiftleşiyor. Bu durum daha fazla ivory ve kahverengi leopar yavrusu anlamına geldiği için de işime geliyor (özellikle de sadece tek bir ivorym olduğundan şüphelendiğimden). Ayrıca adi salyangozların sayısı da çok arttı (bir sürü yavru görüyorum), bu nedenle ramshorn popülasyonuna olumlu katkı sağlayacak her şeye olumlu yaklaşıyorum. Sebebi basit: Adi salyangozlara ihtiyaç vardı ama ramshornların -hem de "özel" varyetelerdeki ramshornların- gelişiyle artık gerek kalmadı. Çoğu kişinin aksine adi salyangozların görünümünü de sevdiğimden akvaryumda olmalarından şikayetçi değilim ama akvaryumda sadece iki türde salyangoz var ve bunlardan birinin sayısı artarsa diğerininki azalır (temel ekoloji bilgisi: "popülasyon dengesi") çünkü aynı şeyi yiyorlar. Hâliyle sayısı daha çok olan, daha fazla yiyecek ve sayısı daha da artacak. Akvaryum ortamında öyle bir risk yok (çünkü dışarıdan yeni ramshornlar eklemek gibi birçok müdahale seçeneği var) ama vahşi doğadaki gerçek bir kapalı ekosistemde bu yaşansa türlerden birinin soyunun tükenmesine kadar yolu var. Öte yandan adi salyangozlar sadece gerekliydi ama ramshornları istiyordum, dolayısıyla salyangoz popülasyonu dengesizleşirse artmasını istediklerim ramshornlar. Adi salyangozlara elle eksiltme yapmayı hâlâ bir seçenek olarak değerlendiriyorum ama hâlâ kıyamıyorum. Yine de iş gerçekten o aşamaya gelirse önlem alırım, yapmam gerekeni yapabilirim (yusufçuk larvası örneği, kızböceğinden değil gerçek yusufçuktan bahsediyorum) ama gerçekten gerek olmadıkça bu tür şeyleri yapabilmek için fazla yumuşağım.

Katil salyangozları da değerlendiriyorum ama üç sorun var:

1. Katil salyangozlar tropik canlılardır, 23-27 °C arasında yaşarlar (mevcut su sıcaklığım 20 °C)

2. Adi salyangozların sayısı çok daha fazla olduğu için azaltıcı görevi görecek olsalar da ramshornları da hedefleyecekler. Ayrıca ramshornlar daha büyük (=daha çok besin) ve gözlemlerime göre adi salyangozlardan daha "sakin" (=kolay av) olduklarından muhtemelen öncelikli olarak ramshornları hedefleyecekler ve ancak bir ramshorndan önce bir adi salyangoza denk gelirlerse yapmaları gerekeni yapacaklar.

3. O siyah minarelerden hâlâ istiyorum ve belki başka salyangoz türleri de bulabilirim (özellikle yerli neritemiz Theodoxus altenai) ama ikinci maddede olduğu gibi onları da hedefleyecekler. Üstelik elimdeki adi salyangozlardan bazısının T. altenai olduğundan şüpheleniyorum. Başından beri elimde birden fazla türde adi salyangoz (Physidae) varmış gibi geliyor ve bunlardan bazısı -çok daha yakından bakmadan bilemeyecek olsam da- T. altenaia benziyor; gerçi onlardan uzun süredir göremedim, varsa bile akvaryumdaki soyları tükenmiş olabilir.

Yani sonuçta pratikte katil salyangozlar bir seçenek değil. Bu arada şimdi gördüm, en az iki ivorym varmış. Hoşuma gitti. Mavi leoparı da çiftleşirken görürsem (başta en çok olanlar mavi leoparlardı ama uzun süredir görmedikten sonra dün sadece bir tane gördüm) daha da memnun olacağım. Leopar kahverengi mevcut ramshorn popülasyonunda zaten baskın (hatta leopar olmayan düz kahverengi, yani yabani formun akvaryumdaki soyunun leoparlarla melezleşme nedeniyle tükendiğini düşünüyorum), o yüzden onlar hakkında tek endişem adi salyangoz nüfusunun ramshorn nüfusunu baskılayacak kadar artması.

08.02.2024

Bitkilerin durumları hakkında bir güncelleme yapayım dedim.

Myriophyllum spicatum (?) uzuyor, iyice canlandı. Aslında bunun olmasına pek ihtimal vermiyordum ama tabii ki durumdan memnunum. Ayrıca artık başaklı su civanperçemi (M. spicatum) olma ihtimalini daha da yüksek buluyorum:

Elodealar anlam veremediğim bir biçimde büyümeyi durdurdu, sağlıklı görünüyorlar ama büyümüyorlar (ya da en azından Anacharioideae alt-ailesinden bir bitki için çok yavaş büyüyorlar). Durumları aslında kötü olmadığı için endişelenmeye şelaleyle akvaryumu ayırdıktan sonra hâlâ böyle kalırlarsa başlayacağım.

Su naneleri gayet iyi durumda (şaşırtıcı değil tabii).

Cardamine lyrataların (?) durumlarını çok anlayamıyorum, özellikle de hâlâ sadece su nanesi filizi mi yoksa gerçekten C. lyrata mı olduklarından emin olmadığımdan. Yine de iyi duruyor ve -yavaş da olsa- büyüyorlar, bu nedenle şimdilik iyi düşüneceğim. Ha bir de C. lyrataların yan kökleri olmayıp (yani yan kökleri çıkmadan önce veya yan kökleri budanıyorsa vs.) asıl kökleri de zemin malzemesine sabitken moss kadar yavaş büyüdüğünü, aslen yüzey bitkisi gibi davrandığını bildiğimden bunların yavaş büyümesi C. lyrata olma ihtimallerine daha yüksek olasılık vermemi sağlıyor.

Sessilis her zamanki gibi, sırf kızarıklığını koruması bile bence övgüyü hak ediyor. Bu arada Alternanthera türlerinin kırmızı-yeşil formlarını düz kırmızı (ideal bulunup ulaşılmak istenen) formlarından daha fazla seviyorum. Ha tamamen kızarsa (gerçi muhtemelen elimdeki tamamen kızaran bir varyete değil, en azından karşılayamayacağım kadar kaliteli ve fazla bir ışık altında değilken ama konu bu değil) şikayetçi mi olurdum? Yo', aksine memnun olurdum. Gerçi parantez içinde belirttiğim gibi muhtemelen zaten elimdeki tamamen kızarmayıp kırmızı-yeşil kalan varyetelerden (Alternantheraları diğer kırmızı bitkilerden daha çok sevme sebebim zaten bu çift renk durumları). Bu arada teyit için Alternanthera türlerinin varyetelerine bakarken başından beri kafamı karıştıran bir konuyu da açıklığa kavuşturmuş oldum: Elimdeki sessilis değil rosaefoliaymış (Alternanthera reineckii var. "Rosaefolia"). Akvaryumcunun dediğini sessilis diye anladığımdan (daha doğrusu Alternanthera olmama ihtimali olmadığından ne dediğine fazla dikkat etmediğimden ve Alternanthera türlerini -özellikle de hemen hepsinin bir ton varyetesi olduğundan- ayırt etmesi çok da kolay olmadığından) sessilis deyip durdum bitkiye ama bir yandan da internetteki görsellerin çoğunun elimdeki bitkiyle pek uyuşmaması, uyuşanın da zorlama uyuşması kafamı karıştırıyordu. Var arkadaş, bir yıldır rosaefoliaya sessilis diyormuşum ya!

Chara sp. (?) dallarından biri dirildi, uzuyor. Ayrıca bu uzayan yeni dal bana bitkinin -çok daha mantıklı bir biçimde- Characeae familyasından bir makro-alg olmak yerine tilkikuyruğu (Ceratophyllum demersum) olma ihtimalinin fazlalığını düşündürüyor. Muhtemelen zaten tilkikuyruğu ama anlamam için hâlâ yeterince "canlı" değil.

İri su mercimeklerinin (Spirodela polyrhiza) durumu gayet iyi, ışık kalkınca öteki yana da yayıldılar. Gerçi bu sırada zaten başından beri az olan su mercimeklerini (Lemna minor) tamamen kaybettiğimi düşünüyorum çünkü artık hepsi çok büyük ve öbek öbek.

Su marullarının da durumu gayet iyi ama kök büyümeleri yavaş. Yine de hayatta olup üredikleri sürece bunlar daha sonra (akvaryumla şelaleyi ayırınca durum devam ederse) endişelenmem gereken şeyler.

Karayosunlarının durumu berbat. Onları uzun süredir ihmal ettiğimden bu benim hatam tabii ama... Şimdilik rutin sulamaya devam ediyorum bakalım (gerçi onu yapmayı ihmal ettiğim için bu durumdalar, "devam edeceğim" anlamında diyorum), baharın doğal sıcaklığıyla belki kendilerine gelirler. Gelmezlerse de... Kurumuş karayosunu da kötü bir dekor ögesi sayılmaz, gerçi her halükarda canlı karayosunlarını tercih ederim.

Ha bir de tüm bunlara bakıp elimdeki bitkilerin türlerini teyit etmeye çalışırken başaklı su civanperçemlerinin (M. spicatum) kızardığını öğrendim. Yukarılarda bir yerde bahsettiğim, "kızarmış Myriophyllum gibi duran" ama yosun bağladıklarından almadığım bitkiler gerçekten de Myriophyllum sp. (daha net olma gerekirse M. spicatum) imiş demek!

14.02.2024

Bugün bir sebepten İstanbul'a gidiyorum, on gün kadar orada kalacağım. Peki bunun Şelale Projesi ile ilgisi nedir? Şudur: Normalde -bakteri kültürüne zeval gelmesin diye- şelaleyi (yani kafa motorunu) kapatmadan gitmeyi planlıyordum ama tilkikuyruğu (sol taraftaki bitkinin bu olduğundan artık eminim) ve dikensiz tilkikuyruğu (sağ taraftaki bitkinin bu olduğundan da artık eminim) iyi gelişim gösteriyor ve şelaleyi kapatırsam bu gelişimlerini kamçılayacağımı düşünüyorum. Peki ya bakteriler? Kafa motorunun fişini çektikten sonra ve ondan 1-1,5 saat sonra büyük dozda bakteri kültürü kullanacağım. Umarım bitmez çünkü az kaldı. Biterse de dönünce -veya orada akvaryumcuya gitme fırsatım olursa- yenisini alırız artık, ne yapalım? Ayrıca Balıkesir'de bulamıyorum ama İstanbul'da Sera ürünlerine denk gelebilirsem muhtemelen fiyatına bakmadan alırım.

Tilkikuyruğu (Ceratophyllum demersum):

Dikensiz tilkikuyruğu (Ceratophyllum submersum):

Bir diğer konu, gitmeden akvaryuma şu suyu dökeceğim:

Bu şey nedir? Alıç ahşabı üstünde karayosununun içinde durduğu bir kavanoz. Niye böyle bir şeyim var? Paludaryumdaki karayosunlarının kalanını atmaya kıyamadığımdan. Peki niye akvaryuma bu suyu katacağım? Çünkü bu su hümik asitli ve tanenli (mangrov kökü, yati kökü, aktif toprak, lav kırığı gibi şeylerin temel olayı da budur). Başka bir deyişle bir nevi doğal sıvı gübre (ve karasu akvaryumları için doğal su düzenleyici ama odak noktam bu değil). Ayrıca alıç ahşabı akvaryumda kullanılabilen ağaçlardandır (aslında çoğu ahşap kullanılabilirdir, kullanılamaz olanlar azınlıktadır ve mangrov, yati kökü gibi şeylerin sektörde ve hobide bu kadar yer almasının tek sebebi yıllardır kullanılan, zararsızlıkları ve yararları kanıtlanmış ahşaplar olmalarıdır) ve bu su uzun zamandır burada. Yani? İçindeki klor ve benzeri maddelerin tamamına yakını uçtu, ağır metaller muhtemelen ahşap ve yosunlar tarafından emildi (kaldıysa da su nanelerinin arıtamayacağı aşamada değildir). Ha evet, bunca zamandır orada durduğu için suda nitrifikasyon bakterisi oluşumunun da varlığı hemen hemen kesin. Daha tehlikeli bakterilerin varlığına dair ihtimal beni korkutsa da antiseptik doğaya sahip su nanelerine sahip olmam ve akvaryumda salyangozdan daha gelişmiş bir canlının olmaması beni rahatlatıyor. Yalnız şimdi bunu dert ettim, acaba doğal nitrifikasyon bakterilerden olmak pahasına suyu akvaryuma katmadan önce metilen mavisi mi kullansam? Bu arada bir kamu spotum da var: Metilen mavisi su düzenleyici değildir, sadece dışsal kaynaklı hastalıkların (onların da hepsinin değil ama en meşhuru olan beyaz beneğin) tedavisinde kullanılan bir tür dezenfektandır. Hâlâ böyle mi bilmiyorum ama bizim zamanımızda metilen mavisine mucize ilaç muamelesi yapılırdı, sonucunda da akvaryumun mikroflorası ayvayı yiyip doğru kullanıldığında insanı beyaz benek gibi bir illetten (beyaz benek deyip geçmeyin, akvaryum dünyasında aşağı yukarı bizdeki gribe denk gelen bu hastalık bugüne dek bana balık kaybettiren tek hastalıktır) kurtarabilen metilen mavisi balıkların ölümünün başlıca sebeplerinden biri hâline gelirdi. Asıl konuya, yani "alıç ahşabı suyu"na gelirsek: Ben sadece el altında bulunduğu için bunu kullanıyorum, eğer özel olarak bu tür bir su hazırlayacaksanız kullanmanız gereken ağaç meşe veya kızılağaç (karides akvaryumuysa tercihen kızılağaç, karasu akvaryumuysa tercihen meşe, başka bir akvaryumsa fark etmez). Özellikle kaçınmanız gereken ağaçlar ise çam (ve birkaç istisna olsa da genel olarak her türden reçineli, iğne yapraklı ağaç), kavak (aslen balıklara veya diğer su canlılarına zararı yoktur ama çok fazla fosfat salgılar, bu da alg patlamasına zemin hazırlar; ayrıca batma sorunu vardır, çok uzun süre suda beklettikten sonra kullanmanız gerekir) ve tabii ki akvaryumda kullanılamayacak her türden ağaç. Ayrıca bu kavanozdaki suyu akvaryuma katmadan önce süzeceğim çünkü karayosunu veya ahşap parçalarının -salyangozlara besin sağlayabilecek az sayıda küçük parçayı görmezden gelinebilir bulsam da- akvaryuma düşmesini istemiyorum. Bir de bakteri kültürüne ek olarak sıvı gübre de katıp katmamaktan emin değildim ama artık eminim: katmayacağım çünkü bu su zaten gübre görevi görecek. Ha bu arada benim bu alıç ahşabı suyu ile yapmaya çalıştığım şeyi çay demi ile de yapabilirsiniz (ve meşe ahşabına denk bir verim elde edersiniz ama ilginçtir ki kızılağacın alternatifi olmaz, yani karideslere ekstra bir faydasını göremezsiniz), ben elimin altında bu olduğu -ve olmaya devam edeceği, sonuçta bu suyu akvaryuma koyduktan sonra kavanozu tekrar dolduracağım için ahşabın ne kadar sağlam olup ne kadar salınım yaptığına bağlı olarak birçok kez tekrar üretileceği- için bunu kullanıyorum. "Salınım" kelimesini duyunca hobiciler -özellikle teorik bilgisi çok olsa da yeterince tecrübesi olmayanlar- hemen korkudan taş kesiliyor ama daha önce de dediğim gibi salınım olumsuz bir durum değildir, sadece bir kavramdır. Önemli olan salınım yapan şeyin hangi maddeyi/maddeleri salgıladığıdır: Örneğin hümik asit salgılıyorsa (mangrov kökü, yati kökü, her türden ahşap, lav kırığı...) yumuşak su seven türlerin akvaryumlarında olumlu, kalsiyum salgılıyorsa (mercan kırığı ve genel olarak mercan kaynaklı dekorlar) sert su seven türlerin akvaryumlarında olumlu, tam tersi durumda olumsuzdur. Fosfat salgılıyorsa -aslında fosfat bitkiler tarafından başlıca besin kaynaklarından biri olmasına rağmen- genel olarak olumsuzdur çünkü çoğu durumda bitkiler o miktarda fosfatı tüketmez ve akvaryumda fosfatı absorbe edebilecek veya baskılayacak başka bir şey yoksa alg oluşumuna, hatta patlamasına yol açar. Akvaryumdaki herhangi bir canlıya zararı olabilecek bir madde salgılayanlar (akvaryum ortamlarında "salınım" denince %99 ihtimalle kastediliyor olan şey) doğal olarak olumsuz.

Peki ben bütün bunları neden daha yapmadan önce anlattım? Çünkü yaptıktan sonra hemen yola çıkacağımız için yazmaya fırsatım olup olmayacağını bilmiyorum.

Bu arada bir şeyler öğrendim: Öncelikle ben tilkikuyruğu ve çam adlarının aynı bitkiye (C. demersum) verildiğini sanıyordum ama ikincisi dikensiz tilkikuyruğunun (C. submersum) diğer adıymış. Gerçi ayırt etmesi -eğer dokunmazsanız- çok da kolay bitkiler değil, bu nedenle muhtemelen zamanla -C. submersumun piyasada C. demersuma oranla hemen hemen hiç bulunmamasının da etkisiyle- eş anlamlı hâle gelmiş. Ayrıca tilkikuyruğu türlerinin (Ceratophyllum sp.) köksüz olması normalmiş, başaklı su civanperçemi (Myriophyllum spicatum) ise oldukça sağlam köke sahip bir bitkiymiş ve diğer ikisine kıyasla daha yavaş büyüyen, daha nazlı bir bitkiymiş.

"El yapımı karasu"yu süzdüm, zamanını bekliyor. Muhtemelen yazma fırsatım olmayacak. Ayrıca süzerken yosun (yani alg) bağladığını gördüm, başka bir deyişle uzun süredir öylece duran ve içine devamlı hümik asit salgılanan durgun bir su için dünyanın en normal şeyi. Bu nedenle metilen mavisi kullanmamaya karar verdim çünkü algler (bitki muamelesi yapılan birkaç makro-alg dışında) akvaryumlarda "istenmeyen adam" muamelesi görse de doğada birçok yararı olan varlıklardır: sudaki -ve havadaki- oksijen miktarına katkı sağlarlar, nitrat ve fosfat gibi maddeleri dengede tutarlar, suyu yaşanabilir hâle getirirler... Suyu koklayıp koku da almayınca metilen mavisi kullanmaktan vazgeçtim. Zaten metilen mavisi katılmış suyu akvaryuma katmakta da çekincelerim vardı, iyi oldu. Ayrıca kavanozu tekrar oldurduğumda gördüm ki bu karasu geriye yeşil su bırakıyor (alg bağlamış bir su için son derece normal). Şimdi ayrıntıya girmeyeceğim ama yeşil su da akvaryum ortamlarında fazlaca istenen, birçok kişinin üretmek uğruna düzenekler kurduğu bir malzemedir (tabii akvaryumun kendi suyu yeşermedikçe). Genelde üretim (özellikle de su piresi gibi canlı yem kapsamındaki omurgasızların üretimi) için istenir ama farklı yararları da vardır. 

Bu arada bu su şu an akvaryumun suyunu yeşertme riski taşıyor ama aslında taşımıyor. Nasıl yani? Öncelikle siyanobakterilerin çoğu kavanozda yapışık kaldı (onların bir kısmını da kavanozu tekrar doldurmadan önce döktüm), süzdüğüm için koloni oluşturmuş olanlar da geçemedi. Yani sadece suda serbest yüzen ve karasuyun çok da ışık geçirmeyen ortamında dış yüzeylere yakın kısımlarda bulunan birkaç tanesi geçebildi. Bir diğer konu da akvaryumdaki bitkiler: Şu an elimdeki bitkilerden rosaefolia ve marimo (akvaryum ortamlarında "fahri bitki" kabul edilen bir alg kolonisi; makro-alg bile değil, dümdüz koloni) dışında hepsi hızlı büyüyen ve nitrat, fosfat gibi (bitkilerle alglerin ortak besini olan) maddeleri hızlıca emip baskılayan bitkiler (o küçük olanlar su nanesi filizi değil Cardamine lyrata ise elodea, tilkikuyruğu, su marulu falan kadar abartılı olmasa da yine onlarla aynı kulvarda), dolayısıyla siyanobakteriler -ve varsa geri kalan alglerin sporları/parçaları- daha ne olduğunu bile anlayamadan karasuyun tamamı (Bak içeriğinden, hümik asitten falan bahsetmiyorum; komple karasuyun kendisinden bahsediyorum. İşte bunlar hep su nanesi...) bitkilerim tarafından emilecek.

Ayrıca gitmeden ısıtıcı koymayacağım çünkü üç gün sonra biri eve dönecek, o kadar kısa sürede de su sıcaklığının kritik derecede (17-18 °C'nin altına) düşmesi ekstrem şartlar dışında o kadar da mümkün değil. O zaman da endişelendiğim bitkiler değil zaten (bitki kış uykusu moduna geçip kendini kurtarır), teknik olarak tropik bir hayvan olan ramshornlar olur.

15.02.2024

Saat 00.50 ve anca yazabiliyorum: Bakteri kültürü bitti. Burada akvaryumcuya gitme imkanım olup da bulursam (tercihen Sera Nitrivec bulursam) alacağım, Balıkesir'de Sera marka olmayan bakteri kültürünü bile bulamıyordum. Dolayısıyla bulamazsam veya akvaryumcuya gitme imkanım olmazsa da internetten alacağım (tercihen Sera Nitrivec, tabii bulabilirsem).

19.02.2024

Nihayet internete erişebildiğim için aşağıdaki yazıları bloğa taşıdım (Hadi canım! Yemin et?).

15.02.2024

Öncelikle bu yazıyı MS Word kullanarak yazıyorum, sonrasında bloğa geçireceğim çünkü İstanbul’da -mobil veri dışında- internet erişiminden yoksunum (fıkra bu kadar).

Her neyse, şelaleyle paludaryumu ayırdıktan sonrasına dair birkaç planım var ve şelaleyi hiç ayırmama, direkt iptal etme seçeneği de elimde. “Su sesi uğruna neler yaptın, ne iptali?” sorusunun sebebi şu: Yağmurlama sistemi kuracağım. Niye yağmurlama sistemi kuracağım? Çünkü karayosunlarının sulaması manuel olarak işlemiyor, kurudu gitti güzelim yosunlar… Şelaleyi ayırdıktan (veya iptal ettikten) sonra da şu anki hazne karasal alan hâline gelecek ve başıma daha da beter bir sulama işi çıkacak. Yağmurlama sistemi ise hem beni bu yükten kurtaracak hem de ek su sesi sağlayacak. Gerçi şimdi aklıma geldi, yağmurlama sistemi devamlı (en azından gündüz boyunca) açık olursa çok su olacak. Pothos sarmaşığı (ilk plana dönüp ledin üstüne çardak yapacağım) için sorun değil ama elimdeki karayosunu türlerine bağlı olarak onlar için zararlı olabilir. Yıldız yosunu (Syntrichia ruralis) ve söğüt yosunu (Fontinalis antipyretica) için sorun olmaz ama Brachythecium rutabulum için sorun olur. Bir de hâlâ ciğerotu, meşe likeni falan koymayı düşünüyorum, onlar için de sorun olur. Zaten bu işin böyle fısfısla olmayacağı belliydi, yağmurlama sistemini en baştan kurmam gerekiyordu. “Neden yapmadın?” diye sorarsanız çünkü sis kullanmayı düşünüyordum. Paludaryum sistemlerinde aslında sis yağmurlama sisteminden daha avantajlı (çünkü devamlı bir nem sağlıyor, tam da paludaryum bitkilerinin ihtiyacı olan şey), görünüşü de daha güzel (sisli misli mistik görüntüleri seviyorum) ve ikinci bir kafa motoruyla -veya benzeri bir şeyle- uğraştırmayacak (makineyi fişe takıyorsun, kalanını kendi hallediyor), bu yüzden başından beri hep sis mantığından gittim, sonrasında da su bitkileriyle uğraşmaktan ve günlük hayatımdaki diğer şeylerden karayosunları ihmal olundu gitti… Sonuç olarak yağmurlama sistemi -veya sis makinesi- zaten başından beri şarttı ama arada bir sürü şey olduğundan onu düşünme fırsatım olmadı. Ayrıca şans bambusu ve japonşemsiyesi de koyacağım. Yani basbayağı, bildiğin ilk plana dönüyoruz.

Şimdi, üstteki paragrafı yazarken aklıma gelmeyen birçok şey de aklıma geldiğinden o paragrafı unutun. Liste yapıyorum:

1. Şelale ve akvaryum (paludaryum) ayrılacak.

2. Paludaryuma yağmurlama sistemi konacak. Aslında elimdeki küçük iç filtrelerin kafasını bu işin kafa motoruna entegre etme ve su haznesini ayrı bir yerde hazırlamak yerine direkt akvaryumdan çekme planım var. Neden?

A. Söz konusu filtre başını (kafa motoru değil) kullanmayı planlama sebebim elimdeki kafa motorunun yaklaşık yarısı boyunda olması, yani akvaryumda çok daha az yer kaplayacak olması.

B. Suyu direkt akvaryumdan çekmeyi planlama sebebim ise hem iki bidon zar zor yeterken bir de üçlemek zorunda kalmayalım diye (gerçi şelale ile paludaryum ayrıştığında bu kadar su kaybı olmayacak) hem de klor vs. gibi şeylerle uğraşmadan akvaryuma karışması sorun olmayacak su kullanalım diye.

C. Ama…

I. Filtre başının (adı üstünde kafa motoru olmadığından) koruyucu bir haznesi yok, karides olursa karidesler içine çekilebilir ve karides olmazsa dip balıkları yaralanabilir. Garra sp. olursa karides olmayacak, aphaniid olursa da karides olmayacak; lepistes ve/veya plati olursa karides olacak. Mento + lepistes/plati veya Garra sp. + lepistes/plati olursa da olmayacak ama sonuç olarak zarar görebilecek çok canlı olduğu gerçeği değişmiyor. Hiçbiri olmasa bile ramshornlar var, gerçi son zamanlarda mentoların ramshornları yiyeceğinden endişelenip Aphaniidaeden canlıdoğuranlara bir kayış içerisindeyim ama konu benim oradan oraya savrulan zihnim değil.

II. Bu durumda sulama sistemi su kaybına yol açacak. Üstelik mevcut şelale sisteminin sıçratmasının ve akışının (yine akıtıyor, evet) sebep olduğunun birkaç katı.

III. Peki çözümüm ne? Şu:

2,5. Söz konusu yağmurlama sistemi o küçük kafa motoruyla ayrı bir kap aracılığıyla yapılacak. O kaba haftalık su değişiminde değiştirdiğimiz suyu koyarsak yağmurlama sistemi aracılığıyla sulanacak bitkilere de yararı olur.

3. Şu anda şelale haznesi olan kısım karasal alan olacak. Lav kırığıyla doldurmayı düşünüyorum. 

4. Üçüncü maddede bahsedilen kısımdan aşağıda kalan lede doğru pothos sarmaşığı sarkıtılarak bir tür çardak oluşturulacak. O kısma başka bitki koyar mıyım, koyarsam hangi türleri koyarım emin değilim çünkü bir de alttaki karasal alan var. Asıl karasal alanım yani.

5. Aslında bu maddeyi çok daha yukarı yazmam gerekirdi ama aklıma geldiği sırayla yazıyorum: Akvaryumun sol tarafına dekoratif kum konacak. Yine bir yerlerden mi bulurum yoksa satın mı alırım bilmiyorum, sağın da üstüne koyup zemini tek tip hâle mi büründürürüm yoksa iki ayrı alan iki ayrı renkte (şüpheli) mi kalır bilmiyorum.

6. Ayrıca ben (ikinci) şelaleyi tasarlarken sadece ağzına kadar zemin malzemesiyle doldurulacak kısmı hesaplamıştım ama en öndeki ve en arkadaki hazneler dışındaki tüm haznelerin arada bir yerde ayrılacakları bir katmana ihtiyaç var. Niye? Çünkü mevcut durumda su oraya tırmanıp akmak yerine en dış hazneden taşar da ondan (işte bunlar hep fizik…). Ayrıca bu iş için hiç bu kadar uğraşmayıp direkt bir kuş çeşmesi almak gibi cins cins fikirler de aklımdan geçmiyor değil.

7. Şelaleyi ayırdıktan sonra tekrar akvaryumcu, çiçekçi ve doğa gezisine/gezilerine çıkacağım. Bu kez akvaryumu tamamen bitkiyle doldurmak konusunda bir engelle de karşılaşmayacağımdan rahatım.

Ha bu arada aklıma geldi “Evde sis makinesi yapabilir miyiz?” diye baktım da çok uğraştırıcı şeyler var (kaynar su, kuru buz falan kullanılıyor…), uğraşılmaz onunla. Atölyen ve çok zamanın olmadıkça tabii. Bende ikisi de yok. Zamanım ne zaman olur? Bu proje nihayete erince! Yani elimde bitmiş bir proje olduğunda bu tür şeylerle uğraşabilirim ama Şelale Projesi hâlâ devam ediyor (etmese bu yazı çoktan yayınlanmış olurdu).

Birkaç karar aldım ve bunlardan biri yazılara saat eklemek değil. Zaten yapacak olsam geriye dönük yapmam imkansız (Hangi saatte yazdığımı nasıl hatırlayayım?), anca şu andan itibaren yapabilirim. Ha neyse, karar diyordum: Kuş çeşmesi işi mantıklı geldi, yalnız nereden alacağımdan emin değilim. Balıkesir’de kuş çeşmesi satan bir peyzajcı var mı, hatta genel olarak fidancı, çiçekçi vs. haricinde gerçek bir peyzajcı var mı bilmiyorum; Tekzen’de, Koçtaş’ta falan kuş çeşmesi bulunur mu hiç bilmiyorum. İnternetten almak ise küçük geldi büyük geldi, alta sığdı sığmadı, ayağı var yok gibi bir sürü sorun çıkarma ihtimaline sahip; bizzat görüp -tercihen bir de ölçüp- almam lazım. Kuş çeşmesini aldıktan sonra ne yapacağım? Paludaryumu filtresiz akvaryuma çevireceğim. Kuş çeşmesinin kendi mekanizması olup olmamasına bağlı olarak direkt kafa motorunu yağmurlama sisteminde kullanabilirim ama öyle de olsa öteki türlü de olsa ayrı bir düzenek oluşturacağım (haftalık su değişimiyle dolacak bir düzenek). “Düzenek” dediğim de içi su dolu bidon ha! Peki niye? Çünkü -her ne kadar “çok da önemsemeyeceğim” gibi laflar etsem de- ikinci bir şelale neticede yeni bir proje olacak; çabamın, bütçemin ve aklımın çoğu oraya ayrılacak, dolayısıyla bir anda şelaleden durgun suya döndüğü için pratikte yeni kurulmuştan farksız olacak akvaryumu ihmal etme ihtimalim doğacak. Kuş çeşmesiyle ise kuş çeşmesini su sesi için kullanıp paludaryumu durgun suya çevireceğim ve bütün ilgimi -ve paramın çoğunu- paludaryum için harcayacağım. Ha paludaryumun düzeni, sistemi vs. oturduktan sonra muhtemelen “ikinci şelale projesi”ne dönerim, o ayrı ama her tarafından bitki fışkıran ormanlaşmış bir akvaryum (paludaryum) ve sağlıklı balıklar elde etmeden önce büyük oranda paludaryumun kendisiyle ilgileneceğim.

16.02.2024

Tür listeme karar verdim, daha doğrusu birazdan vereceğim. Nasıl yapacağım? Sera CD 2.0 ile bir tür listesi oluşturup sonra tek tek balıkların ihtiyaçlarına bakacağım. Mento işinden tamamen vazgeçtim (çünkü ramshornları yemelerinden korkuyorum, ikinci bir akvaryum kurma fırsatım olursa bakacağız artık), Garra sp. konusundan ise emin değilim. Sera CD’de “proksi” olarak benzer boyutta bir yosun yiyici kullanarak duruma bakacağım artık, o “proksi” sonrasında direkt kullanacağımız tür de olabilir tabii. Hadi o zaman liste ve iptal olanlar, olmayanlar, şunlar bunlar:

Değil. Niye? Çünkü Sera CD 2.0 bazı killifish türlerini amano karidesiyle uyumlu gösteriyor. Bunlar arasında özellikleri (yeme içme, davranış vs.) mentoya -veya Aphaniidae ailesine- “proksi” olarak kullanılabilecek kadar benzeyen varsa mentodan vazgeçmeme gerek kalmayabilir. Yine gitgide karmaya dönüyoruz da hadi bakalım… Bu arada ilginçtir mentonun “proksi”si olacak bir killifish buldum: Notrobranchius patrizii ve bu balık karidesle uyumlu ama şöyle bir sorun var ki lepistesle uyumsuz (Nasıl lan?). Bakalım birkaç kombinasyon deneyeceğim.

Denedim ve şöyle bir sonuç aldım: N. patrizii herhangi bir canlıdoğuran türüyle uyumlu değilmiş. Muhtemelen patriziilerin avcı doğasından kaynaklanıyor, yani tam olarak mentoyu içinde ramshorn olan (ve büyük ihtimalle karides de olacak) bir akvaryuma koymaktan çekinme sebebim. Öte yandan patriziiler mentolara kıyasla daha agresifler, yani Sera CD 2.0’de “proksi” olarak kullanabileceğim başka bir killifish türü de belki vardır. Ve elbette canlıdoğuran işinden vazgeçip akvaryumu tamamen mento temelli kurma ihtimalim de var (ama iki koloni oluşturmam gerekeceğinden düşük bir ihtimal; canlıdoğuranda kan değişimi gerekince hemen gidip akvaryumcudan alıyorsun, mentoda -veya başka herhangi bir yerel türde- pek de öyle bir şansın yok). Mentonun “proksi”si olarak kullanabileceğim bir diğer tür: Lirkuyruk killifish (Aphyosemion australe). Gerçi “proksi” olarak patrizii kullansam daha iyi. O hâlde iki ayrı tür listesi oluşturuyorum, hadi bakalım:

Tür Listesi 1 (Mento Bazlı Akvaryum):

3e3d Nothobranchius patrizii (proksi 2e4d Paraphanius mento)

5 amano karidesi (proksi 5-10 kiraz karides)

3 kuhli: 24-30 °C arasında yaşadığından iptal.

4 Otocinclus affinis (proksi 2 Garra sp.): O. affinis 20-26 °C arasında yaşadığından doğrudan otocat de kullanılabilir.

2 SAE (proksi 2 Garra sp.): 24-26 °C arasında yaşadığından yalnızca kangal balığının (Garra sp.) proksisi olarak.

Tür Listesi 2 (Lepistes Bazlı Akvaryum):

1e2d lepistes

5 amano karidesi (proksi 5-10 kiraz karides)

4 Otocinclus affinis (proksi 2 Garra sp.): O. affinis 20-26 °C arasında yaşadığından doğrudan otocat de kullanılabilir.

4 SAE (proksi 4 Garra sp.): 24-26 °C arasında yaşadığından yalnızca kangal balığının (Garra sp.) proksisi olarak.

Tür Listesi 3 (Lepistes Bazlı Akvaryum 2, Lepistes Sayısı Artırılmış)

2e4d lepistes

6 Otocinclus affinis (proksi 3 Garra sp.): O. affinis 20-26 °C arasında yaşadığından doğrudan otocat de kullanılabilir.

5 amano karidesi (proksi 5-10 kiraz karides)

Artık akvaryumcularda -veya doğa gezilerinde- denk geldiğim türlere göre bu liste(ler) de şekillenecek.

Bu arada şimdi aklıma geldi de ulan mentoyla lepistesin uyumlu olduğunu biliyorum (mentoların lepisteslerin kuyruklarını tırtıklama ihtimali dışında), o hâlde neden hem mento hem lepistes içeren bir tür listesi oluşturmayayım ki? Ahan da liste!

5-10 kiraz karides. Akvaryumda kapladığı alan: 5 litre. “Nasıl yani, ortalama yetişkin boyu 3,5 (aslında 3,2-3,8 de ortalaması 3,5 ediyor işte) cm olan hayvanın kapladığı alanı neden tanesi 3,5 litreden (temel akvaryum kuralı: ortalama yetişkin boyu o canlının akvaryumda kapladığı hacme eşittir) değil de tanesi 1 litreden hesaplıyoruz? Üstüne üstlük 5 tane ile 10 tanenin kapladığı alan nasıl bir olabiliyor?” sorusunun cevabı şu: Omurgasızlar genel olarak akvaryumda yer kaplamıyor gibi hesaplanır (hele salyangozlar direkt sıfır litreden hesaplanır, evet o kocaman elma salyangozları dahil), örneğin Sera CD 2.0, ortalama yetişkin boyu 5 cm olan amano karidesinin tanesinin akvaryumda 1 litre yer kapladığı biçiminde hesaplıyor (akvaryum.com’un 50 litrede yaşar dediği zebra danioya “en az 80 litre gerektirir” de diyor). Kiraz karidesler amano karideslerinin yarısından biraz daha fazla büyüyor (ha tabii 4, hatta 5 santime çıkabilen ekstrem örnekler de görülüyor ama istisnalar kaideyi bozmaz sözü en çok da ansiklopedik bilgide geçerlidir), dolayısıyla böyle bir hesap ortaya çıkıyor.

4 Otocinclus affinis (veya Garra rufa tür kompleksinden 2 adet balık). Akvaryumda kapladığı alan: 12 litre

1e2d lepistes. Akvaryumda kapladığı alan: 18 litre. Sera CD 2.0 daha büyük olan, dolayısıyla daha fazla alan kaplayan dişiyi baz alarak böyle hesaplıyor, kendim hesap yapsam daha az tutar ama bu tür durumlarda sayıyı yukarı doğru yuvarlamak daha iyidir, mesela akvaryumunuzun litresini hesaplarken falan ise aşağı yuvarlamak daha iyidir. Yani genel kural şu: O sayının büyük olması hoşunuza gitmiyorsa yukarı (daha az yer kaplayan balık daha çok balık demektir), küçük olması hoşunuza gitmiyorsa aşağı (daha geniş akvaryum daha çok balık demektir) yuvarlamalısınız. Başka bir deyişle sayıları yuvarlarken koyulabilecek balık sayısını azaltmaya yönelik hareket etmelisiniz. Akvaryum.com’un cüce vatozun ihtiyacı olan minimum akvaryum litresini 100 litre (Sera CD 2.0’da 60 litre) olarak hesaplaması ve Sera CD 2.0’ın zebra danionun minimum akvaryum litresini 80 litre (akvaryum.com’da 50 litre) olarak hesaplaması da aynı genelgeçer kuralın ürünü zaten.

1e3d Paraphanius mento. Akvaryumda kapladığı alan: 24 litre.

Sonuç olarak 59 litre etti (bendeki akvaryum 60 litre). Ayrıca başlangıç kiraz karides sayısını 6 olarak belirledim (tabii bulabilmeme ve fiyatına da bağlı).

Ve tabii ki bütün bu tür listesi de yine benim neleri bulup bulamayacağıma, doğa gezilerinde falan karşıma çıkacak türlere vs. bağlı. Mesela gidip dere kayabalığı (Gobio gobio) bulabilirsem O. affinis/Garra sp. yerine (veya onlara ek olarak) muhtemelen direkt akvaryuma koyarım. Daha önce de dediğim gibi: Aslında paran olacak, eve yaptıracaksın ses yalıtımını, kuracaksın 200-500 litrelik karma canlıdoğuran bitkiliyi, dizeceksin Sera Aquatan, Sera Bio Nitrivec, Sera Toxivec muhteşem üçlüsünü (ya da başka markaların -ama tercihen Alman markalarının, örn. Tetra- bu işler için üretilmiş muadillerini), takacaksın dış filtreyi (tercihen Eheim ama dış filtre dediğin şey boru değil, Çin markaları bile belli bir performans sergiliyor), sonra elinin altında hâlihazırda oturmuş, sağlamca işleyen bir akvaryum varken Walstad, bitkili şelale falan gibi fantezilere girişecekken girişeceksin ya da o bahsettiğim bitkilide artık çay demi veya hümik asitli su mu kullanıyorsun*, mayalı CO2 mi yapıyorsun**, kendi led tasarımını mı kullanıyorsun, asgari şartları (=oturmuş ve temiz su + sağlıklı canlılar) hallettikten sonra ne yapıyorsan yapacaksın.

*Bu arada markaların karasu akvaryumları için olan su düzenleyicileri (Örn. Sera Blackwater Aquatan. Birçok markanın da muadil ürünleri var ama aklıma herhangi birinin adı gelmiyor.) bu ikilinin yerini tutmaz, ha bitkilere hiç yararı olmaz da değil ama onlar daha çok su değerleri ve dekorasyon -yani su rengi- içindir, gübre muamelesi yaparsanız pek bir verim alamazsınız; oysa çay demi ve hümik asitli su dümdüz sıvı gübredir. Bak “muadil” bile demiyorum, bu ikili direkt bir çeşit sıvı gübredir.

**Sonuçta 500 litre akvaryumu hiçbir CO2 sistemi gerektirmeyen, tamamen nefes alıp verirken kendi saldıkları karbondioksit kendileri için yeterli olan bitkiler ile kurmanızın önünde hiçbir teorik engel yoktur ve bu tür bitkilerle kurduğunuz bir akvaryuma CO2 sistemi bağlamak da en hafif tabirle boşa masraftır, en azından teorik olarak. Mesela benzer su şartlarında yaşayıp birbirlerine fiziksel olarak zarar ver(e)meyecek türleri de aynı akvaryumda bakmanızın önünde hiçbir teorik engel yoktur, zaten “karma akvaryum” denen şeyin var oluş, olabiliş sebebi budur ama akvaryum işlerinde yeterince tecrübesi veya teorik bilgisi olan kimse de gidip sarı prensesle Tropheus duboisiyi aynı akvaryuma koymaz. Halbuki ikisi de barışçıl (bir Afrika çikliti ne kadar barışçıl olabilirse o kadar barışçıl işte), ikisi de hepçil (duboisi hipokarnivor yani otçula yakın hepçil, sarı prenses de bitki düşmanı), her ikisi de 25-26 C derecede yaşıyor (aslında duboisi daha geniş bir aralığa sahip: 23-27 °C), ikisi de 8-8,5 pH’ta yaşıyor (sarı prenses biraz daha düşükte, duboisi biraz daha yüksekte de yaşayabiliyor ama burada ortak noktalardan bahsediyoruz), ikisi de sert suda yaşıyor (duboisi daha geniş bir sertlik aralığını tolere edebiliyor), her ikisi de yeni başlayanlara uygun türler (tekrar: bir Afrika çikliti ne kadar yeni başlayanlara uygun olabilirse o kadar işte; ama bitkili akvaryumdan, japondan vs. çiklite geçmek için uygun türlerdir). Gördüğünüz gibi aynı akvaryuma sarı prenses ve duboisi koymak için önünüzde hiçbir teorik engel yok ama koymaya kalkarsanız muhtemelen bir ay geçmeden iki türden birini verip akvaryumu tek tür akvaryumuna çevirmek zorunda kalırsınız, her şey yolunda gitse bile forumlarda aldığınız bir ton eleştiriden*** dolayı psikolojiniz bozulur, hobiden soğursunuz.

***Bu arada bu eleştirilerin büyük kısmı ezbercilikten kaynaklanır, oysa hayatımın her anında teorik bilgiyle pratiğin neredeyse asla uyuşmadığını söyleyen ben bile diyorum ki bu işin teorisi çok önemlidir. Pratik sadece tesadüfe veya istisnaya dayalı olabilir evet, mesela ben de sıvı bakırın (suyu neredeyse tamamen boşaltılmış akvaryuma katılmış olan büyük miktarda alg ilacı) içinden çıkıp hayatına kaldığı yerden devam etmiş ramshornu gördüğüm hâlde gidip “Bakır salyangozlar için zararlı değil yea, bir şey olmaz…” diye laflar etmiyorum ama forumlardaki itirazların büyük çoğunluğu teoriden değil sonuç veren pratiği uygulamaya devam etme ezberciliğinden kaynaklanır. Ha bu kötü bir şey midir, değildir; sonuçta bir şeyi bir yolla yapmak iyi sonuç veriyorsa ve muadillerine kıyasla ucuz ve/veya pratikse (en olmadı defalarca denenip avantajları da dezavantajları da net bir biçimde ortaya konmuşsa, dolayısıyla çıkan bir sorunun %99 olasılıkla neden kaynaklandığı ve nasıl çözülebileceği biliniyorsa) neden farklı bir yola sapmayı deneyesiniz ki?

19.02.2024

Dediğim gibi üstü bloğa geçirdim.

29.02.2024

İstanbul'da işim beklediğim(iz)den uzun sürdü ve hâlâ İstanbul'dayım. Ben de gidip Eminönü akvaryumcularına bir bakayım dedim ama o eski meşhur (ve şöhretinin çoğu bednam) akvaryumcular çarşısı artık yok tabii. Ha gerçi yine birkaç akvaryumcu vardı, ayrıca çiçekçiler de. Bir çiçekçide Çin para çiçeği (Pilea peperomioides) görüp Hydrocotyle sandım, işin kötüsü etiket de yoktu. Başka yerde bu kez etiketle görene dek "La bu herifler hemen yanlarında akvaryumcu olmasına rağmen -veya o sebepten- Hydrocotyle mi satıyorlar?" diye düşünüp durdum. Sonra da bir süre pileanın paludaryumda olup olmayacağını düşündüm ama sonuçta almadım, onun yerine gittim taş otu (Lithops sp.) aldım. Akvaryumcuların da sadece birine baktım, Sera ürünleri vardı -hem de doluydu- ama en küçüğünden Sera Nitrivec üç yüz küsur liraydı. Aslında Euro kuruna -ve Sera'nın eskiden beri hep pahalı bir marka olmasına- bakarsak normal ama Trendyol'da o paraya Nitrivec + Aquatan satıyorlar. Dolayısıyla almadım. Gerçi otuz liraya karbon rili karides vardı (muhtemelen Antalya'daki üretimhaneden geliyorlar çünkü dolar 2-3 TL olup akvaristlik nispeten ucuz bir hobiyken, Sera, Tetra, JBL, Eheim gibi Alman markaları hâlâ gözdeyken rili karides 25 TL idi) ama hem akvaryum hâlâ canlı koymaya uygun değil hem de buradan oraya atyid* (veya oradaki akvaryumcularda da bulma veya internetten getirtme ihtimalim yüksek olan başka bir canlı) taşıyamam.

*Atyid: Atyidae familyasından olan. Nedir bu Atyidae? Caridina (mesela amano karidesi), Neocaridina (mesela kiraz karides), Atya (mesela Afrika filtre karidesi) gibi birçok popüler akvaryum karides cinsini içeren karides ailesi!

Asıl bombayı söylüyorum: Ben bütün bunları yaklaşık bir hafta önce yaşadım ve yazmaya değer olup olmadığına karar vermeye çalıştım! Ayrıca birkaç güne de Balıkesir'e döneceğimi düşünüyordum, sonuç olarak iyi ki karides almamışım.

Ayrıca akvaryumu komple bozup daha önce kullanılmamış lav kırığı ve doğru düzgün (en azından tüm zemini kapatacak kadar düzgün) bir dekoratif kum ile yeniden kurmayı da düşündüm ama önce bütün o lav kırıklarını suda bekletirken bitkileri nereye koyacağım konusunda endişelendim, "Bitkiler akvaryumda durur, lav kırığını başka kapta bekletirim." diye düşününce de şu an sağ tarafta bulunan dekoratif kumu bozmam gerekeceği falan aklıma geldi, vazgeçtim.

Ayrıca aklıma başka bir şey geldi: Kuş çeşmesini akvaryumun altına koyacağım (yani akvaryum dolabına) ama ya orayı çürütürse? Akvaryumun mevcut şelalesi bile acayip hasara neden oluyor, onu ne yapacağız? Verniklesek yat verniği kullanmamız lazım, o da çok da hızlı kokusu çıkan bir malzeme sayılmaz (kuruma süresinden emin değilim ama kuruması ve kokusu ayrı şeyler).

Ha bak asıl şimdi aklıma geldi, benim o taş otu olayını anlatma sebebim başka: Bu bitki için uygun olan malzemelerden biri lav kırığı, biri de granit kumuymuş. Hatta Ağaçlar.net’e göre en uygunu granit kumu. Ben de tabii biraz bakındım çünkü granit kumu akvaryumda da kullanılabilir, üstelik lav kırığı gibi suyu yumuşatma veya mercan kırığı gibi serleştirme özelliği olmadığından deniz akvaryumundan bitkili canlıdoğuran akvaryumuna, mülteci kampından hallice bir karma akvaryumdan Malavi akvaryumuna kadar her yerde dekoratif (örtücü) kum olarak kullanabilirsiniz. Çok ince olmadığından Walstad metodunda da dere kumunun üstüne serip üç katmana çıkarabilir veya dere kumunu hiç işin içine karıştırmadan toprağın üstünde kullanabilirsiniz. Öte yandan internette bile granit kumu satan göremedim (gerçi sadece biraz bakındım, ayrıntılı araştırmadım); dolayısıyla muhtemelen taş otunu lav kırığına dikip akvaryuma da bir şekilde bir yerden bulduğum veya aldığım herhangi bir dekoratif kumu koyacağım. Lav kırığı çok hafif bir malzeme olmasa dekoratif kum yerine de kullanırdım aslında -ki yapan var, hatta hiç katman matman işine girmeyip akvaryumun zeminine birkaç cm derinliğinde lav kırığı koyarak hem bitkilere yararı hem dekorasyonu aynı anda halleden var- ama lav kırığı gibi hafif bir malzeme bir de kök salmama yönünde bir inada sahip olan Ceratophyllumların [evet, çoğul; çünkü hem tilkikuyruğu (C. demersum) hem de çam (C. submersum) var, gerçi çam halihazırda dekoratif kuma sahip olan tarafta] olduğu bir akvaryumda dekoratif kum yerine kullanılırsa başıma bela olur gibi.

05.03.2024

Hâlâ İstanbul’dayım ve akvaryumun durumunu düşünmenin beni artık gerdiği aşamaya geldim (bitkiler ne hâlde, camlar ne kadar yosun bağladı, ramshornların durumu nedir…). Ayrıca kuş çeşmesini buradan alıp öyle gitmeyi düşünüyorum, hiç yeni bakteri döngüsü olayını, bitkilerin alıştığı durgun su kısmını falan bozmayalım diye. İşte tam o sırada da bir şey fark ediyorum: Her ne kadar yapacağım sistem Walstad olmasa da (çünkü toprak kullanmıyorum) bazı noktalardan uyuşuyor, sonuçta filtresiz olacak. Bu da karşıma su sorunu çıkarıyor: Sol taraftaki dekoratif kumun çok ince olmaması gerekiyor (hatta hiç dekoratif kum işine girişmeden şu anki hâlde kalsa daha iyi) ve kazıcı salyangozlar da gerekiyor. Ramshornlar -ve adi salyangozlar- detritivor ama kazıcı değiller, yani o kadar fazla iş görmezler. Bana kumu kazarak havalandıracak ve böylece bakteri döngüsünün kumun altındaki substrat (filtreli akvaryumlarda filtre seramiği, bioball vesaire, Walstad metodunda toprak, benim durumumda lav kırığı-kil bilyesi-filtre seramiği karışımı) ile üst kısım arasında bağlantılı olmasını sağlayacak canlılar (döngüsü oturmamış akvaryuma konulabilecek tek seçenek de salyangozlar) gerekiyor. Aslında karasal alanın alt kısmında da filtre seramiği var ve dekoratif kumun üst kısmında da filtre seramiği kullanarak bakterilerin yerleşebileceği yerlerin sayısını arttırmayı planlıyorum (zaten klasik bir Walstad metodunun aksine bakteri kültürü de kullanacağım) ama yine de Walstad için uygun salyangozları araştırıyorum. Aslında Melanopsis buccinoidealardan bulabilsem çok iyi olurdu (Walstad metoduna uygun olduklarını daha önce beslemiş biri olarak iyi biliyorum) ama olduğunu bildiğim yerde yoklardı, Akdeniz Havzası’nda yaygın olmalarına rağmen denk geldiğim başka bir yer de yok, yani başka nereden bulabilirim hiçbir fikrim yok. Neyse, bir bakacağım bakalım yarasa kulak salyangoz (Lymnea stagnalis) falan uygun muymuş, ne kadar uygunmuş, şu muymuş, bu muymuş… Ha bu arada akvaryumun sağ tarafına koyduğum dekoratif kumdan iki adet minare salyangozu kabuğu çıktı, çok umudum olmasa da bir yandan da “Lan acaba bunun içinde minare yumurtası var mıdır? Suyu görünce canlanmış mıdır?” diye düşünüyorum. Millet minare salyangozlarından kurtulmak için elinden geleni yapar ama filtresiz akvaryum kurmaya çalışınca o işler öyle olmuyor işte. Evet, bir liste çıkardım:

-Minare salyangozları (Cerithioidea); minare salyangozu (Melanoides tuberculata) ve Melanopsis buccinoidea da bu kategoriye giriyor zaten.

-Havuz salyangozları (Lymnaeidae); yarasa kulak salyangoz da bu kategoriye giriyor.

-Neriteler uygunmuş bak, buna şaşırdım. Öte yandan neritelerden genelde alg yiyici olarak bahsediyorlar, oysa bana kazıcı, toprağı/kumu havalandırıcı bir salyangoz lazım. Nerite bu kategoriye uymuyor, uysa zaten ramshornlarım var, onlar yeterli olurdu.

-Evet, ramshornlar da uygun gösteriliyor ama tıpkı nerite maddesinde olduğu gibi alg yiyici konumundan. Bana kazıcı lazım. Bazı nerite türleri kazıcı olabilir (neritelere çok hâkim değilim, dolayısıyla emin değilim) ama ramshornlar -en azından bende şu an mevcut olan Planorbarius corneus türü- kazıcı değil. Ha bak Planorbis intermixtus (bizim yerli ramshorn) kazıcı çünkü onu da daha önce beslediğimden biliyorum (yukarıda bahsettiğim, alg ilacından sağ çıkan ramshorn da kendisi bu arada; akvaryumdaki tek ramshorn olduğundan ne yazık ki üretemedim) ama mevcut ramshornlarım kesinlikle değil. P. intermixtus bulabilirsem -veya topladığım bitkilerle akvaryuma girdiyse- süper olur tabii de…

Sonuç olarak uygun bir dekoratif kum ve salyangoz bulana kadar sol tarafın şu an olduğu gibi kalmasına karar verdim (kumun üstünde lav kırığı, kil bilyesi ve filtre seramiği olduğundan bakteri kültürü oraya rahatça tutunabilecek, havalandırılması gerekmeyecek), bu süreçte -bakteri kültürü oturursa- balık eklemesi de yapabilirim. Öte yandan önce çok daha fazla bitki koyacağım, bu da elbette çok erken endişelendiğim anlamına geliyor. Çünkü hem bitki satın alacağım hem de -baharda- bitki toplamak için bir sürü yere gideceğim. Bitkiler oturmadan da balık malık koymayacağıma, hatta bakteri döngüsü oturmadan (normal bir Walstad metodunda en az bir aylık bir süreç, ben bakteri kültürü kullanacağımdan muhtemelen en fazla bir ay sürecek) salyangoz -ve bitki- dışında herhangi bir canlı koymayacağıma göre bitki almak/toplamak için gidince uygun salyangozlar ve kum da bulabilirim (bulamama ihtimalim de var tabii).

06.03.2024

Boş durdukça kafayı yiyorum iyice. Burada internet olsa hiç böyle sorunlar olmayacak halbuki. Hah neyse, yukarıda tür listesi yaptım ya, patriziiyi mento “proksi”si olarak kullanmıştım? O zaman amano karidesiyle uyumlu gösterilen balığın hiçbir canlıdoğuranla uyumlu olmamasına şaşırmıştım ama bunun yaşadıkları/istedikleri su değerlerinden veya sıcaklıktan kaynaklanabileceğini düşündüm (aslında çok daha önce düşündüm ama hiç yeni listeleme işine girmeyeyim dedim). O yüzden ben de lepistesle uyumlu olduğunu bildiğim mentoyu lepistesle uyumlu ve birkaç yönden mentoya benzeyen bir balıkla ikame edeceğim: günbatımı plati (Xiphophorus variatus)! Neden? Hemen gösterelim:

Ortalama yetişkin boyu (yani akvaryumda kapladığı litre): günbatımı plati 7, mento 6 cm

Sıcaklık: günbatımı plati 15-25, mento 10-25 C

Dişi-erkek oranı: günbatımı platide 1e2d, mentoda 1e2-3d

O zaman hadi yeni liste:

1e2d Paraphanius mento

1e2d lepistes

6-10 karides: Neocaridina olacağı kesin, hatta muhtemelen N. davidi olacak ama hangi varyete henüz bilmiyorum.

4 Garra rufa s.l. (Bu ne demek? Garra rufa sensu lato. Yani? Garra rufa “geniş anlamda”. Yani? “Garra rufa tür kompleksi”.). Ya o değil de zamanında bir akvaryum forumunda piyasadaki Garra rufalarla Sivas’ın Kangal ilçesinden dolayı Türkçede “kangal balığı” denen orijinal Garra rufaların aslında farklı balıklar olduğunu söyleyen biriyle “Herife bak la, binomial adlandırmayı reddediyor!” diye bayağı bir dalga geçmiştim ama adam haklıymış lan. Vay arkadaş… Öte yandan bunun suçlusu ben değilim, o dönem daha G. jordanica ile G. turcica ayrı türler olarak kabul edilerek Garra rufa tür kompleksi icat edilmemişti, Garra rufa tek bir tür sayılıyordu. Ben sadece dönemin genelgeçer bilimsel bilgisine uydum (işte bunlar hep Te fonksiyonu…).

Bir miktar ramshorn (Planorbarius corneus)

Bir miktar yarasa kulak salyangoz (Lymnea stagnalis): Bunları seçmemin beş sebebi var. 1. Planaryaları yedikleri için karides akvaryumlarında iyi birer işbirlikçidirler. Gerçi planarya avlamakla uğraşmaktansa algleri yemeyi tercih ederler ama planaryayı yiyen pek fazla canlı yok, az sayıda seçenekten biri de -pek iş görmeseler de- bu. Ayrıca planarya karidesin en büyük düşmanıdır, karides akvaryumlarında en istenmeyen varlıktır; dolayısıyla planaryayı yeme ihtimali olan -ama karidese sulanma ihtimali olmayan- her şeye karides hobicileri (evet, sürüngen hobisine benzer şekilde karides hobisi de akvaryum hobisinden kısmen ayrışmış durumdadır ama karidesler -sürüngenlerin aksine- suda yaşadığından çok da ayrışmamıştır) balıklama atlar. 2. Türkiye direyine dahildirler, yani doğada bulup akvaryuma getirebilirim. 3. Akvaryumlarda popülerdir, yani doğada bulamazsam son çare olarak satın alabilirim (M. buccinoideanın aksine). 4. Hermafrodit olsalar da minare salyangozları veya adi salyangozlar gibi kontrolsüzce üremezler (bu arada ramshornlar da aynı niteliğe sahiptir), popülasyonlarını düzenlerler. Dolayısıyla insanı çıldırtan bir “yarasa kulak salyangozu sorunu” oluşturmazlar. Zaten adi salyangozlarla yeterince uğraşıyorum, filtresiz akvaryum için kazıcı salyangoz lazım olmasa minare salyangozu (Thiaridae) falan sokmazdım akvaryuma (evet, M. buccinoidea dahil ama mevcut akvaryumum özelinde dahil, adi salyangoz sorunum olmasa umurumda olmazdı). 5. Kazıcı salyangozlar oldukları için Walstad metodunda ve benim akvaryumumda asıl var oluş nedenleri olan toprağı havalandırma işini yapacaklar, ki kazıcı bir salyangoza ihtiyaç duymasam zaten ramshornlarla yetinirdim.

Mecburen bolca adi salyangoz (besine ortak olacak karidesler, başka salyangozlar ve hem besine ortak olup hem size salça olacak Garra rufa s.l.lar gelsin de o zaman göreceğim ben sizi…).

Belki 1-2 midye

Ayrıca tabii ki bütün bu liste, doğada veya akvaryumcuda denk geldiğim türlere göre biraz, çokça veya tamamen değişebilir.

07.03.2024

Ha bak şu yukarıdaki kazıcı salyangoz kısmında, katil salyangozlar da kazıcı ama yüksek sıcaklık isteyen salyangozlar, dolayısıyla benim akvaryumuma da genel olarak düşük sıcaklıklara sahip Walstad akvaryumlarına da çok uygun değiller ama yüksek sıcaklıklı bir Walstad akvaryumunda gayet iyi iş görürler. Ha tabii bir de ramshornları yiyecek olmaları ve karidesleri yiyip y(iy)emediklerinin akvaryum dünyasının en büyük tartışmalarından biri olması gerçeği var, yani sıcaklık uygun olsa bile muhtemelen bu akvaryuma katil salyangoz sokmazdım.

Ayrıca otuz liralık karbon karideslerden bahsetmiştim ya? Onların karbon rili karides olmadığını fark ettim, mavi-siyah (mavi karbon) rili karidesmiş. “Nasıl karıştırabiliyorsun? Birinin gövdesi beyaz, öbürününki mavi?” sorusunun cevabı da Garra rufa "sensu lato"ya Garra rufa "sensu stricto" muamelesi yapmamda yatıyor: Eskiden bu varyete daha icat edilmemişti (evet, bütün bu karides ve lepistes varyetelerinin her biri birer icat; “seçici üretim” ve “yapay seleksiyon” neymiş bir araştırın bakalım), mavi olanlar da karbon rilinin bir formu sayılıyordu. Sonrasında benim gibi o mavi karbon rililerin hastası olan biri (veya sadece gözünü para hırsı bürümüş bir üretici) bunları ıslaha alıp ayrı bir varyete olarak üretmiş, adına da mavi-siyah rili demiş. Tabii bütün bunlar olurken ben üniversitede okumakla, teke karides (Palaemon sp.) için nano tuzlu su akvaryumu kurma fikrini bulup vazgeçmekle, korona ve sonrasındaki dönemde de aile evinde hayatta kalmaya çalışmakla falan meşgul olduğumdan hâliyle oraları kaçırmışım. Aynı ledlerin sektörü ele geçirmesini kaçırdığım gibi yani.

10.03.2024

Öncelikle şu an 03.37, yarın (daha doğrusu bugün) Balıkesir’e döneceğiz. Akvaryumu ne hâlde bulacağımı acayip merak etmekle beraber hemen müdahale mi etsem -çünkü iki rutin bakım atladık, müdahale etmemi gerektirecek bir şey çıkmamış olma ihtimali epey düşük- yoksa rutin haftalık bakım için bir gün daha mı beklesem emin değilim. Gerçi Salı gününün rutin bakımlarını genelde pazartesiyi salıya bağlayan gecelerde 00.00 sonrası yaptığımdan sonuç çok da değişmeyecek, erkenden yola çıksak bile ancak akşama varırız ve üstüne bir de buradaki peyzajcılara bir uğrayacağım. Evet, peyzajcı bulmuşken kaçırmayayım dedim ama o peyzajcılarda iş görür bir şey bulabilir miyim bilmiyorum. Bir yandan da peyzajcıda dere kumu (veya işime yarayacak başka herhangi bir taban malzemesi) olur mu olmaz mı onu merak ediyorum. Bu merakımın sebeplerinden biri, birkaç yıldır belediyelerin yeşil alanlarına lav kırığı döktüğünü gözlemlemem. Sonuçta ülkede parti fark etmeksizin tüm belediyeler anlaşıp da lav kırığı ithalatı işine girmediyse (gerçi öyle olmuşsa zerrece şaşırmam) bunun peyzajcılarda falan satılıyor olması lazım, sonuçta belediyenin akvaryumcu toptancısından şehrin içinde kalmış yeşil alanlara, ağaç diplerine falan dökmek için zemin malzemesi alması ihtimali -söz konusu toptancı tanıdık olmadıkça- olmadığına göre? E, lav kırığı satılıyorsa bahçe/saksı dekorunda da akvaryum dekorunda da kullanılabilecek birçok farklı şey de satılabilir (mesela bazalt, granit, kayağan gibi akvaryuma uygun birçok taş akvaryumcuların birkaç katı düşük fiyata peyzajcılarda bulunabiliyor; tabii peyzajcının veya sizin taşı tanımanız ve hangi taşın akvaryumda olup hangisinin olmayacağına dair bilgi sahibi olmanız gerekiyor), bunlardan biri de pekala benim zaten yıllardır bahçe/tarh dekorasyonlarında nasıl milletin üstüne atlamadığını bilmediğim dere kumu olabilir. Aslında kuş çeşmesiyle dere kumunu (ya da artık her ne kullanacaksam) aynı yerden aynı zamanda almak istiyorum ki sonrasında türler, bitkiler, rutin bakım falan hakkında daha az endişelenebileyim. Trendyol’dan Sera Gravel almak da bir seçenek tabii ama sırf boyut ve renk açısından elenmiş diye dere kumuna o kadar para vermek istemiyorum. Bu arada Sera Gravel’in mavisi de var ki anlam veremediğim saçma sapan, parlak bir mavi. Hayır biz yıllarca boyalı çakılları eleştirdik, Sera gidip dere kumunu maviye boyuyor. Yani görünce “gri” diyeceğin doğal bir mavi de değil (çünkü öyle doğal kumlar da var, mesela: https://www.akvaryum.com/615-m001_mavi_ince_kum__urunr_53_2017.asp), bildiğin sırıtıyor. Lan azıcık yeşile kayan, nispeten açık bir rengi olsa “Bunlar dere kumunun arasındaki mavileri toplamış (ilginç bilgi: turkuaz denen değerli taş, mavi ve yeşil de dahil birçok renge sahip olabilen ve aslında ne kadar yaygın olduğu düşünülünce “değerli taş” unvanını hiç hak etmeyen kuvars türleriyle beraber derelerdeki çakılların arasında sıkça görülür), satıyorlar” diyeceğim ama resmen masmavi lan. Bir de “siyah” rengi var, o da saçma sapan, sanki boyanmış gibi duran bir parlaklığa sahip (siyahın muadili “antrasit” rengi de var ve o doğal duruyor; aynı zamanda beyaz, bej, gri gibi birçok rengi daha var ve bunların hepsi doğal duruyor, ki zaten mantıken doğal olmaları gerekir; sadece mavide ve siyahta bir acayiplik var). Öte yandan bunu yapan Sera gibi yılların Alman markası olunca diyorsun ki “Lan bu heriflerin bir bildiği vardır. Acaba buna uygun boya ürettiler de piyasaya mı sürmediler? Veya bunları akvaryuma uygun derzden (akvaryuma uygun ve mavi renkli derz var çünkü; gerçi bizim ülkedeki daha açık bir mavi ama Almanya’da bu rengi de vardır belki) falan yapay olarak mı üretiyorlar?” Şahsen o mavi kumu alıp kullansam zerrece bir sorun yaşamayacağımı biliyorum (belki balıklar “Bu ne lan parlak parlak?” diye rahatsız olabilir çünkü çoğu akvaryum canlısı silis kum haricinde koyu taban sever, silis kum da görüp görebileceğiniz en mat akvaryum malzemelerinden biridir zaten, o yüzden pek rahatsız olmazlar) çünkü Sera bu, boru değil. Sera, Tetra, JBL, Eheim gibi yılların Alman markaları boru değildir arkadaşlar, akvaryum konusunda bunların ürünlerine gözü kapalı güvenebilirsiniz. Ha tabii açık yemi JBL diye satan dolandırıcılar falan var, ona dikkat etmek lazım ama bu konuda markaların ne suçu var? Bir de ürünlerine dedim bak, markaların kendisine değil. Yoksa Sera dediğin ilk akvaryumunu kurup hobiye sıfırdan başlamak isteyen birine acemi hobici o UV arıtıcıyı neresine sokacaksa artık UV arıtıcı öneren, zeolitin “kusturulması” ve bu işin de tuzla yapıldığı bilgisini “filtre malzemeleri” bölümünde mucize ürün gibi anlattığı zeolitten bahsederken verme gereği duymayan, rehberlerinde sanki akvaryum kepçesinde markanın herhangi bir önemi veya anlamı varmış gibi "akvaryum kepçesi" yerine "sera akvaryum kepçesi" (evet, küçük S ile ve kalın) diyen, bayağı bildiğin “Bunlara tek seferde ne kadar çok şey satarsam o kadar kârdayım.” biçimindeki şark kurnazı mantalitesine sahip (Sera’nın kurucuları, sahipleri falan Türk mü lan acaba? Bak adının Sera olması zaten beni yıllardır bir kıllandırıyor…), bizdeki dolandırıcı akvaryumcuların (gerçi bunların da soyu tükendi galiba) daha global, profesyonel ve en azından gerçek ve doğru bilgiye sahip -ve bilgi vermeye istekli- olan versiyonu gibi bir şey. Şimdi “Trendyol’dan alacaksan ne diye Sera Gravel’e yöneliyorsun? Trendyol’dan (markasız) dere kumu almak seçenek değil mi?” sorusu yöneltilebilir. Şöyle ki çok ucuza dere kumları var -ki dere kumu zaten doğası gereği ucuz olması gereken bir malzeme, gidip gerçekten dereden toplayıp yıkayıp paketliyorlar lan- ama ucuz olanların çoğunda hangi boyutlara sahip olduğu bilgisi yok. Elime kuvars kum ebadında dere kumu veya kumluğu geçip çakıl olmuş iri iri taşlar ulaşsın istemiyorum, Sera Gravel’de en azından renk ve ebat sabit. Ha rengin sabit olması da beni azıcık rahatsız ediyor çünkü dere kumu doğası gereği “alacalı” bir malzemedir ve bir sürü malzeme arasından dere kumuna takmış olma sebeplerimden en önemlisi Walstad metodu için en uygun olan taban malzemesinin dere kumu olmasından ziyade bu.

Hah bak Walstad malstad demişken, ben bir yazmaya başlayınca direkt içimde ne var ne yoksa döktüm ama aslında şunu diyecektim, şimdi hatırlayabildim: Bu şelale projesinde çember çizmiş, ouroboros olmuş gibi hissediyorum… Hayır çünkü “Hafif Walstadımsı, şelaleli bol bitkili akvaryum projesi” onca çileden ve dönüşümden geçtikten sonra nasıl “bol bitkili filtresiz paludaryum” aşamasına geldi? Ulan neredeyse hiç değişmemiş ki bu, sadece şelale kalkmış ve akvaryumdan paludaryuma dönmüş? Ben onca çileyi bu iki küçük dönüşüm için mi çektim? Ha tabii kazıcı salyangoz bulamamak veya “Yeter ulan!” diye çıldırmak gibi şeylerde akvaryuma pipo filtreyi koyup rahatıma bakma hakkımı da saklı tutuyorum ama iş azıcık inada bindi. Serde de dağ keçiliği olunca tabii…

Bu arada filtresiz akvaryumlarda Walstad metodundaki ilkeler geçerlidir ama her filtresiz akvaryum Walstad değildir. Walstad için toprak olması gerekir en basitinden (ha her topraklı kurulum da Walstad değildir, o ayrı) ama aynı ilkeleri teori ve pratik çerçevesinde başka kurulumlara da uygulayabilirsiniz (daha önce, yani üstlerde de örneğini verdiğim, Walstad metodundaki toprağın yerini lav kırığı, kil bilyesi gibi birçok malzemeyle ikame edebilecek olmanız gerçeği mesela). Ya da Walstad metodunda bakteri kültürü falan kullanılmaz, toprak kaynaklı olarak kendiliğinden oluşması beklenir* ama ben filtresiz akvaryum falan dinlemeyip basacağım bakteri kültürünü.

*Zaten doğal göllerde, derelerde falan da bu iş böyle olur. Daha doğrusu toprağın içinde sadece karasal değil sucul nitrifikasyon bakterileri de vardır ama -doğal olarak- sayıca çok azlardır, siz gidip o toprağı ememeyeceği kadar fazla suya koyarsanız zamanla karasal olanlar boğularak sayıları azalır ve meydan sucul olanlara kalır. Ha tabii burada işin anaerobik bakteriler falan kısmı da var, yani işin teorik kısmı aslında bayağı detaylı, karmaşık ve uzun ama akvaryum konusunda bu kadarını ve akvaryumlardaki nitrifikasyon bakterilerinin genel olarak “oksijene ihtiyaç duyan, oksijene ihtiyaç duymayan, oksijensiz ortama ihtiyaç duyan” olmak üzere üç temel kategoriye ayrıldığını bilmeniz büyük oranda yeterli. Walstad metodunun teorisinin dayandığı nokta da “Doğada bir su kaynağı böyle oluştuğuna ve içindeki yaşama kimse itiraz edemeyeceğine göre bu süreçleri yapay olarak da işletip canlı yaşamına elverişli yapay su kaynakları kurabiliriz. Gölde filtre mi var, denize bakteri kültürü mü katmışlar?” biçiminde tanımlanabilir. Walstad metodundaki -ve benim yapacağım filtresiz akvaryumdaki- kazıcı salyangoz gerekliliği de oksijene ihtiyaç duyan ve oksijensiz ortama ihtiyaç duyan bakteriler arasında denge ve ulaşım/iletişim sağlanması için. Öte yandan benim tabanda lav kırığı, kil bilyesi gibi gözenekli (yani oksijen seven bakteriye de sevmeyen bakteriye de uygun ve bunların bir arada yaşayabileceği) malzemeler ve doğrudan doğruya bahsettiğim üç tipte bakteriye de ev sahipliği yapmak adına üretilen filtre seramikleri olduğundan aslında kazıcı salyangoz falan işi benim için o kadar önemli değil ama işimi garantiye almaya çalışıyorum. Ha bir de o kil bilyeleri, lav kırıkları falan sol taraftaki dekor kumunun altında kaldıkları için oksijen seven bakterilerin oraya ulaşması için kumu kazacak bir şeyler yine gerekiyor. Tabii dekoratif kumun üstüne de filtre seramiği koymayı planlıyorum**, o yüzden o kadar büyük sorun olmayacak ama yine de kendimi olabildiğince garantiye almaya, bir sorun çıkma ihtimalini olabildiğince azaltmaya çalışıyorum. Çünkü travma oldu artık, hobi fobiye dönüştü lan… Bitkili paludaryumlardan korkmaya başladım artık! Bak bu arada Gemma diye bir markanın neden elimde olduğu hakkında en ufak fikrim olmayan yem kataloğunun kapağında “Hobiniz fobiye dönüşmesin” yazıyordu, şimdi aklıma geldi.

**Bu arada filtre seramiklerinin karideslere de yararı olduğundan karides akvaryumlarında kumun üstüne sanki dekor ögesiymiş gibi rastgele atıldıklarını veya melek balıklarında, diskuslarda falan kullanılan yumurta hunileri ya da vatoz küpleri gibi onlar için bir bölge ayrıldığını sıkça görebilirsiniz. Hatta filtre seramiğinin daha büyük ve bazen de daha farklı şekillerde [içi boş küp (kare prizma olan küp) falan mesela] üretilip “karides dekoru, karides küpü, karides yuvası” gibi adlar altında satıldığını da görebilirsiniz; onlar da filtre seramiğiyle tamamen aynı şey, sadece şekli farklı. Hatta şu bilgiyi de vereyim: Filtre seramiği kuvars kumdan yapılıyor***. Ha tabii evde seramik fırınınız yoksa evde filtre seramiği yapabilmeniz gibi bir ihtimal de yok, yani hemen gaza gelmeyin; sadece bilgi olsun diye söylüyorum. İkinci olarak da hayır, akvaryumda kullandığınız kum türü kuvars kum olsa bile filtre seramiği kullanmak zorundasınız (tabii Walstad metodu uyguluyorsanız o başka), filtre seramiğinin olayı dokusudur ve o doku da varlığını çok yüksek ısıda pişirilmesine borçlu olan bir doku.

***Merak ettiyseniz kuvars kum da gerçek kuvarstan oluşuyor. Şimdi anladınız mı neden kuvarsa dolandırıcı muamelesi yaptığımı? Böyle değerli taş mı olur? Şimdi sizce kuvars bazalta (bazalt kumu vs. kuvars kum), silisyuma (silis kum vs. kuvars kum, ki ilginçtir kuvars da zaten aslında silisyum menşeli bir malzeme; hani hem kömürün hem elmasın hem de insanın karbon bazlı olması gibi bir olay bu da) falan mı daha yakın yoksa elmasa mı? Evet, cevapları bekliyorum? Bu arada ben bu bilgiyi daha önce verdim mi ki? Vermiş olsam gerek çünkü derelerde/denizlerde ne kadar çok değerli taş (özellikle kuvars ve özünde zaten bir kuvars türü olup kendi içinde de bir sürü çeşide ayrılan akik) olduğundan yukarılarda bahsetmiştim.

Saat 22.34, eve döndüm ve karşılaştığım manzara şu: 

Ayrıntılı bakmadım ama bazı yönlerden beklediğim (camların yosun tutmama ihtimali yoktu zaten), bazı yönlerden beklemediğim (la onca badireden sağ çıkmış erişkin su naneleri ölmüş?) bir manzaraydı ama zaten saat 12'den sonra rutin bakım için kolları sıvayacağımdan ayrıntılı incelemedim. Ha bir de bitkilerin gelişimi beklediğim/istediğim kadar iyi olmadığı (şelalenin açık olduğu sırayla arasında çok bir fark yok) ve artık kuş çeşmesini nereden bulacağımı bildiğim için (daha doğrusu iki yere bakacağım ve ikisinde de yoksa gidip internet söylemeye karar verdiğim için) şelaleyi gündüzleri açıp geceleri kapamaya karar verdim.

Ha bir de internetten Sera Aquatan ve Sera Bio Nitrivec söyledim.

Bu arada bir baktım da oha, iki günde su sıcaklığı 15 C dereceye düşmüş; tabii bitki gelişimi beklediğim/istediğim ölçüde olmaz! "Rahat rahat gelişsinler" derken kış uykusuna sokmuşuz lan bitkileri. Bundan sonra evde bir gün bile insan olmasa ısıtıcı takarım ama önce hangisi çalışıyor (daha doğrusu ikisinden biri hâlâ çalışıyor mu) denemem lazım, bunu da elektrik kaçağı gibi gibi ihtimallere karşılık ana akvaryumda denemek istemiyorum. Çünkü varsa sadece kendi bozulmaz, ramshornlarla bitkileri de öldürür.

11.03.2024

Rutin bakım* sonrası akvaryum:

*Su rutin su değişiminden daha fazla buharlaşmış olduğundan dip çekimi yapmadan su ekledim, 40 damla (bir doz) eser element gübresi kattım, 20 damla demir gübresi (normalde yarım doz ama iz element gübresinin içeriğinde de demir olduğundan demir gübresi kullandığımda 20 damla demir, 20 damla iz element katıyorum) ekledim, ön camdaki algleri temizledim (her zamanki gibi, birazını da ramshornlar yesin diye azıcık sallapati iş yaptım), o arada gözümü de karartıp adi salyangozlarda eksiltme yaptım (tabii ramshorn yavrularının ve artık akvaryumda varlığına emin olduğum Theodoxus anatolicusların -gidip de sadece Türkiye ve Kıbrıs'ta kaydı olanı bulmuşuz, daha renkli oldukları için Theodoxus fluviatilisleri daha çok sevsem de bayıldım bu işe; ama umarım birden fazla vardır da ürerler- bu "girdaba" kapılmamasına olabildiğince dikkat ettim).

Ayrıca akvaryumu daha detaylı inceledim. Erişkin su nanelerinin birazı ölmüş ama hâlâ hayatta olan da var, elodealar zaten elodea, roseafolia aynı tas aynı hamam, çamın ve tilkikuyruğunun da uzayanları uzamaya devam edip hayvani uzunluğa ulaşmış ama ölü mü canlı mı hâlâ çözemediğim diğer gövdeler aynı. Su marullarının durumu iyi, su mercimekleri (bir ölçüm yaptım ve elimdekiler Lemna minor, yeter lan artık ama bu da çam gibi; artık eminim, "Yok, değilmiş" diye gelmeyeceğim) besin azlığı çekiyor/çekmiş. Akvaryumda o kadar fazla hızlı büyüyen gövdeli bitki olup zaten filtresiz bir akvaryumda oturtmanın başlı başına zor olduğu ve uzun sürdüğü bakteri döngüsü de şelaleyi aç, kapa, bilmem ne derken devamlı başa sardığı -ve adi salyangozlar, ramshornlar ve Theodoxus anatolicuslar dışında akvaryumda amonyak üretici bir canlı olmadığı- için akvaryumda yeterince nitrat olmaması çok normal. Neyse ki Nitrivec ile Aquatan aldım da şu çileden kurtuluyoruz. Şelaleyi de ayırmama az kaldı zaten, sonrasında kafam rahat olacak. Onun dışında sağ taraftaki kum çökmüş (en büyük tipten kil bilyesi kullanmanın sorunları), sol tarafta zaten kum yok. Aslında bir yandan da aklımdan akvaryumu komple boşaltıp bütün bitkileri söküp sıfır (daha önce kullanılmamış anlamında) lav kırığı ve dere kumuyla sıfırdan filtresiz akvaryum kurulumu mu yapsam diye cins cins fikirler de geçmiyor değil. Tabii aklımda bu fikrin olmasının tek sebebi şelale projesinin çıkardığı sorunlardan sıdkımın sıyrılması değil, birkaç ek gerekçem var:

1. Şelaleyi ayırdıktan sonra zaten aşağı yukarı akvaryumu sıfırdan kurmuş gibi olacağım. Hatta gerçekten sıfırdan kursam daha az uğraşır ve süreçleri daha çabuk sonuca bağlarım.

2. Adi salyangozları azaltmak için bir bahanem de olacak.

3. Sağ taraftaki kum çöktüğünden onun üstüne zaten dere kumu (ya da sol tarafa hangi taban malzemesini koyacaksam artık) dökmek zorundayım. Bu da saçma sapan bir katmanlılığa yol açıyor, sıfırdan iki buçuk katmanlı taban yapıp -ve bunu daha önce kullanılmamış malzemeyle yapıp- artık filtresiz akvaryum mu yoksa pipo filtreli klasik bitkili mi (hatta ısıtıcıyı bile akvaryuma sokuşturasım var ama neyse, onu akvaryumcularda falan denk geldiğimiz canlılara göre hallederiz ya da 18 C derecede çalıştırarak çoğu zaman çalışmamasını sağlarız) ona göre aksiyon almak daha mantıklı. Aşağıdan yukarı kil bilyesi, silis kum, dere kumu diye bir saçmalık olmaz çünkü. "İki buçuk katmanlı kum olur mu?" Olur: aşağıdan yukarı lav kırığı, kapsül gübre, dere kumu. Direkt lav kırığı da olur aslında da onları suda bekletmem gerekir, o zaman da süreç uzar da uzar... Dere kumunun lav kırığını (ve kapsül gübreleri) bastırarak yerinde tutabileceğini düşünüyorum. Gerçi kuvars ya da silis gibi daha ince kumlar bastırma işinde daha başarılı olabilir ama silis kum filtresiz akvaryumda zor (anca kumun üstüne dekor olsun diye lav kırığı, filtre seramiği falan atarsan...), silis kum kullanırsam pipo filtreyi akvaryuma sokmak zorunda kalırım (ve defalarca denenmiş, bilindik yöntemlere dönüp rahat ederim ama konu bu değil). Ha tabii bir de kazıcı salyangozum olmadığı gerçeği var, bulamazsam tabanda hangi dekoratif kumu kullanırsam kullanayım* zaten filtresiz akvaryum işi iptal olacak.

*Tabanı sırf kil bilyesi veya lav kırığı gibi gözenekli (dolayısıyla kullanmadan önce uzun süre suda bekletmek gereken ki batsın) bir malzemeden oluşturup dekoratif kum işini siktir etmediğim sürece tabii, ki elimdeki bitkileri o süreçte nereye koyacağımı bilmediğimden öyle bir ihtimal yok.

Sonuç: Ben en iyisi bahardaki doğa gezilerinde elime geçenlere bakıp ona göre hareket edeyim ama %99 ihtimalle klasiklere döneceğiz. Ayrıca roseafolianın bükük yaprakları da çok canımı sıktığı için onun hangi sıcaklığı istediğine bir bakacağım ve hem elimdeki türler hem de üstteki liste için bir tür "ideal pH, GH, sıcaklık" listesi yapacağım; o listenin durumuna göre akvaryuma koyacağım ısıtıcıyı 18 °C'den daha yüksek seviyelere getirebilirim. Yanında [?] yazanlar akvaryumda olup olmadığından emin olmadığım canlılar, [!] olanlar da şu an olmayan ve her an akvaryuma koymaktan vazgeçebileceklerim.

Çam (Ceratophyllum submersum): ? pH, 5-24 dGH, 5-30 °C

Elodea (Egeria densa): 6,5-7,5 pH, 1-18 dGH, 10-26 °C

Cardamine lyrata [?]: 6-8 pH, 4-18 dGH, 15-24  °C

Su nanesi (Mentha aquatica): 5-7 pH, ? dGH, 5-35 °C

Roseafolia (Alternanthera reineickii var. "Roseafolia"): 5-8 pH, 1-24 dGH, 17-28 °C

Tilkikuyruğu (Ceratophyllum demersum): 6-9 pH, 1-24 dGH, 10-28 °C

Yosun topu (Aegagropila linnaei): 6-8,5 pH, 8-24 dGH, 5-28 °C

Su mercimeği (Lemna minor): 4,5-9 pH, 1-20 (en ideali 14) dGH, 5-30 °C

Su marulu (Pistia stratiotes): 5-8 pH, 1-20 (en ideali 14) dGH, 12-30 °C

Adi salyangoz (Physella acuta): İçinde başka herhangi su canlısının yaşayabileceği her su değerinde yaşar bu, öyle de manyaktır.

Ramshorn salyangoz (Planorbarius corneus): 6-8 pH, 1-24 dGH, 15-26 °C

Mento (Paraphanius mento) [!]: 6,5-8 pH, 10-30 dGH, 10-25 °C

Lepistes (Poecilia reticulata) [!]: 7-8,5 pH, 7-19 dGH, 17-28 °C

Ateş karidesi (Neocaridina davidi) [!]: 6,3-8,2 pH, 8-18 dGH, 15-28  °C

Kangal balığı (Garra rufa "sensu lato") [!]: 7-7,4 pH, ? dGH, 15-28 °C (38 °C'ye kadar dayanabilir)

Yarasa kulak salyangoz (Lymnea stagnalis) [!]: ? pH, ? dGH, ?  °C

Asya tatlısu midyesi (Corbicula fluminea) [!]: 1-14 pH, 1-24 dGH, 1-99 °C (16 °C'nin altında üreme durur)

Dolayısıyla kabul edilebilir aralıklar: 7 pH, 10-18 dGH, 17-24 °C

Genel kural da şudur: Medyan, o akvaryuma en uygun değerlerdir. Dolayısıyla olması gereken, asıl istenen değerler: 7 pH, 14 dGH, 20,5 °C.

E, bütün bu değerler de tabii ki yeni elde ettiğim bitkilere ve dediğim gibi balıklara göre değişebilir. Neyse ki Sera Aquatan aldım da 7 pH sıkıntı olmayacak. Oh be... Elimdeki su düzenleyici boyuna pH arttırıyordu, yılmıştım artık; Aquatan mis gibi pH'ı 7'ye sabitliyor. Ayrıca strese ve mukoza tabakasına da faydası var, bendeki kloru giderip ağır metalleri bağlamaktan başka bir sik yapmıyordu. E ulan o işi suyu dinlendirip su nanesi yetiştirerek de yaparım, hem suyun pH değeri de oynamaz, ben ne diye para veriyorum lan bu ürüne?

12.03.2024

Vazgeçtim, kuş çeşmesi edinene kadar şelaleyi açık tutacağım. Kısmen üşendiğim, kısmen de fişlerin takılı olduğu yerin üstündekini açıp kapatmaya çalıştığım her seferinde ya devirdiğim ya da başka bir sorun çıktığı için. Zaten kuş çeşmesini zaman ayarlı prize takacağım, belki prizin üstündeki şeyi de kaldırırım (çünkü o tarafa su sıçratacak bir "şelale" olmayacak).

Bu arada Trendyol'dan verdiğim Sera Aquatan ve Sera Bio Nitrivec geldi ama şöyle bir sorun var:

Hacı bu ne? Aga hadi Sera Toxivec neyse de (gerçi onun yaptığı işi yapan zaten su nanelerim var) Sera Blackwater Aquatan gerçek anlamda şu an ihtiyacım olmayan tek Sera ürünü olabilir ya... Hani karides, tetra falan besliyor olsam o da çok işe yarar bir ürün de mesela mentoya hiç yararı yok, aksine zararı var. Bu da Toxivec'in tamamen (çünkü su naneleri ve daha az etkili olsalar da su mercimekleri zaten aynı işi yapıyor, sadece biraz daha uzun sürüyor), BlackwaterAquatan'ın ise duruma bağlı olarak büyük ihtimalle işime yaramaz hâle gelmesine neden oluyor.

Şimdi yeniden sipariş verdim, bunlarla ne yapacağımdan emin değilim. Muhtemelen hayatımda çok az yaptığım bir şey yapıp yorum yazacağım. Ya hadi Sera Blackwater Aquatan, Sera Aquatan muadili (daha doğrusu Aquatan'ın karasu akvaryumlarında, Güney Amerika biyotoplarında falan kullanmak için özelleştirilmişi) de Sera Toxivec ile Nitrivec ne alaka lan?

Neyse, sonuç olarak iade talebinde bulundum; 14'ünde gidip kargoya vereceğim. Çıkmışken üç-dört (üç buçuk yani?) kilo (fiyatına göre beş kiloya da çıkabilir, sonuçta bozulan bir şey değil ve taş kaktüsünün toprağına karıştırmak için de lazım) lav kırığı ve güzel (ve ucuz) bir kum varsa 2-3 (2,5 yani?) kilo da ondan alacağım (çünkü taş kaktüsünün toprağı için dere kumu lazım, akvaryum için kullanmayacak olsam bile ona almam gerek; fiyatı ve yapısı uygun ama dekoratif kum olarak çok beğenmediğim bir kum bulursam yarım kilo alırım, taş kaktüsüne yeter zaten).

14.03.2024

Bugün uyanamadım, yarın gideceğim. Yedi gün içinde gitmem gerektiğinden yarın kesin gideceğim bu arada. Onun dışında şelalenin ne kadar su kaybına yol açtığını unutmuşum, bir yandan rutin bakımın dip çekimini boş verip sırf su mu doldursam diye düşünüyorum çünkü zaten benim dip çekimimde yaptığım kadar su değişimi şelale yüzünden sıçraya sıçraya kayboluyor. Pazartesi, olmazsa salı, o da olmazsa çarşamba Tekzen'e gidip kuş çeşmesi bakacağım, yoksa zaten internetten alacağım.

Yalnız "Nasılsa salyangozdan gelişkin bir canlı yok..." diye diye bitkilerin içinden geçmezsek iyi. Gerçi onu kontrol ediyorum, şimdilik "sorun çıkmadıkça elleşme" prensibini benimsedim. O arada da boş durmayıp ısıtıcıları deneyeceğim tabii ama aşağıda mı yoksa benim burada mı bilmiyorum, ona tekrar bakmam lazım.

Bu arada baktım, ısıtıcılar buradaymış. Hemen gözümün önündeymiş, ben oraları karıştırmam gerektiği için "Yarın bakarım." demiştim. Neyse işte, sonuç olarak yarın yanlış su düzenleyicileri iade edeceğim (neyse ki aracı olarak Trendyol gibi bir aracı var da çok uğraşmıyorum, gidip kargo şubesine vereceğim), dört (fiyatına göre beş) kilo lav kırığı ve üç (duruma göre yarım) kilo dere kumu (veya başka bir kum, hatta duruma bağlı olarak üç kilo başka bir kum + yarım kilo dere kumu da olabilir) alacağım. Aslında ısıtıcıları geceden deneyip ona göre ısıtıcı alıp almamaya da karar versem iyi olacak. Hayır çünkü pipo filtrem var, eğer klasik pipo filtreli bitkiliye dönsek bile eğer durduğu yerde bozulmuşsa gidip yenisini alırız da bu ısıtıcılar ben hobiye zorunlu olarak ara vermeden önce çalışıyor muydu ondan emin değilim. Yani pipo filtre çalışıyordu, bozulduysa da olduğu yerde durarak bozulmuştur ama ısıtıcılar ben hâlâ aktif olarak akvaryum hobisiyle uğraşıyorken de bozulmuş olabilir. Hatta bu iki ısıtıcının ikisi de çalışıyor ama sadece farklı boyutlardaki akvaryumlara uygun da olabilirler, öyle bir ihtimal de var yani. Aynen, ben bu ısıtıcıları geceden deneyeyim.

15.03.2024

Şöyle bir sistem kurdum, deniyorum:

 Dereceyi 32'ye getirdim. Çalışıyor gibi duruyor ama bakalım yeterince çalışıyor mu? Gerçi aslında az çalışsa da olur, bir daha akvaryumu bir aya yakın boş bırakmayı düşünmüyorum. Ha gerçi o da bir haftalık bir plandı, tamamen dışsal sebeplerden dolayı uzadı ve zaten onun travmasıyla ısıtıcı işine giriştim. Koyacağım akvaryumda, dursun; nasılsa sıcaklık 20 °C (bu ısıtıcıda daha azı yok) olduğu sürece çalışmayacak.

Akvaryumculukta temel bir kural vardır: Suyu ısıtmak kolay, soğutmak zordur. Isıtmak için gördüğünüz gibi bir çubuk yetiyor, hele benim kaloriferden başka bir şey olmayan odamda 20 °C elde edebiliyorum ve yazın muhtemelen bu sıcaklık daha da artacak (umarım soğutma sistemi aramak zorunda kalmam) ama soğutma sistemleri bilgisayar kasasından hallice. Üstüne üstlük soğutma sistemleri hakkında edinebileceğiniz hemen hemen tek bilgi pek bir işe yaramadıkları biçimindedir. Zaten soğutma sistemine gerek duymamak istememin esas sebebi de bu. Hah evet, bu nedenle 03.00'a kadar suyun sıcaklığı artmazsa (veya çok az artarsa) diğerini de deneyeceğim, onda da aynı durum olursa gidip ısıtıcı alacağım.

03.30'da ısıtıcının fişini çektim ve bunu kullanmaya karar verdim. Aslında daha 32 °C'ye gelmemişti ama 28 °C'ye çıkmıştı, benim de zaten 24 °C'den fazla sıcaklık isteyen bir şey besleyecek hâlim yok (ha tabii duruma göre -ki ciddi ciddi akvaryumu bozup sıfırdan kurmayı düşünüyorum- 24 °C'ye kadar canlılar besleyebilirim, belli olmaz; şu an kıstasım 20-24 °C, ona dair bir liste de oluşturuyorum). Hem 28 °C'de takılmış da değildi zaten, daha beklesem şimdiye (an itibariyle saat 04.37) 32 olmasa da en azından 30 °'ye gelmişti.

Listeyi şöyle hazırladım: Akvaryum.com balık bulucudan "en az akvaryum hacmi 60 litre, sıcaklık 20-24 (ilkinde 20, ikincide 21...), pH 7, davranışı barışçıl, 100 cm ve daha küçük türler" Geri kalanı boş, grubu kısmı da her grup teker teker denendi. Sonra da 100 litre için aynısı denenip Sera CD'nin "Bu 60 litrede yaşar" dedikleri eklendi, Sera CD'nin "Bu 60 litrede yaşamaz" dedikleri çıkarıldı. Son olarak ek kaynaklar ile bilinen birkaç şey eklendi. Ha bir de bulması zor olabilecek türler vs. işe hiç karıştırılmadı, daha bilindik türlerden gidildi.

ÖNCEDEN HESAPLADIĞIMIZ İDEAL (MENTO İŞİ ÇOK KARIŞTIRIYOR, UYUMSUZLUK BÜYÜK ORANDA MENTO KAYNAKLI)

 

17-24

7

10-18

CANLI

SICAKLIK (SANTİGRAT)

pH

dGH

Lepistes (Poecilia reticulata)

17-28

7-8,5

7-19

Plati (Xiphophorus maculatus)

20-26

7-8,2

12-28

Günbatımı plati (Xiphophorus variatus)

15-25

7

9-19

Zebra balığı (Danio rerio)

18-24

6,5-7,5

6-16

Kardinal balığı (Tanichthys albonubes)

18-22

6-8

5-19

Gök incisi danio, galaksi rasbora (Danio margaritatus)

20-26

6,5-7,5

0-10

Cam balığı (Pseudambassis baculis)

18-25

7-7,5

8-12

Ateş karidesi, kiraz karides (Neocaridina davidi)

15-28

6,3-8,2

8-18

Meksika cüce portakal kereviti (Cambarellus patzcuarensis)

20-26

6,7-8,5

8-18

Ramshorn salyangoz (Planorbarius corneus)

15-26

6-8

4-24

Elma salyangozu (Pomacea bridgesii)

Not: Muhtemelen olmayacak. Sebebi üstlerde yazılı.

19-30

6,5-7,5

4-18

Asya tatlısu midyesi (Corbicula fluminea)

Not: Balıkesir’deki akvaryumcularda hiç görmedim (buralarda sadece Velesunio ambiguus var) ama bulursam kaçırmam. Ha Velesunio ambiguus da belki alabilirim ama doğadan toplayabileceğim Anodonta cygnea ile arasındaki tek fark içinden sivrisinek larvası çıkma ihtimalinin olmaması olan midyeye 20 TL (o da kaç yıl öncenin fiyatı) vermek istemiyorum ama Corbicula fluminata bulursam anında alırım.

16+ (daha düşükte de yaşar ama üreme durur)

0-14

0-24

Pristella (Pristella maxillaris)

20-30

6,8-7,2

6-20

Leopar çöpçü (Corydoras trilineatus)

16-25

5,8-7,2

4-12

Zebra nerite, benekli nerite (Vittina natalensis)

22-26

6,5-7,5

4-18

Afrika filtre karidesi, vampir karides (Atya gabonensis)

Not: Bunu sırf daha önce Balıkesir’deki akvaryumcularda bulduğum için listeye aldım, beslemeyi pek de düşünmüyorum ama belki midye muadili olarak edinebilirim.

22-27

6,5-7,5

2-20

Panda çöpçü (Corydoras panda)

22-25

6-7,4

2-12

Pigme çöpçü (Corydoras pygmaeus)

Not: Bunu da Balıkesir akvaryumcularında hiç görmedim ama cüce karideslerle (Neocaridina sp.) en uyumlu çöpçü türü olduğu için listeye aldım.

22-26

6,4-7,4

2-12

Çim karidesi, amano karides (Caridina multidentata)

Not: Tam bir karides hastası olmama rağmen aslında ilgimi çekmeyen az sayıdaki karides türünden biri. Bunda üretiminin zor olmasının etkili olduğunu düşünüyorum.

22-26

6-7,5

8-12

Siyah neon tetra (Hyphessobrycon herbertaxelrodi)

23-27

5,5-7,5

2-15

Siyah tetra (Gymnocorymbus ternetzi)

Not: Transgenetik tetra da aynı özelliklere sahip (zaten siyah tetranın transgenetikleri) ama yapay balıklar olduğundan pek sevmiyorum. Yine de duruma göre edinebilirim, belli olmaz.

23-28

5,5-7

2-20

Kardinal tetra (Paracheirodon axelrodi)

23-27

3-7,5

1-18

Katil salyangoz, salyangoz yiyen salyangoz, helena (Anentome helena)

Not: Aslında çok sevdiğim bir tür de işte ramshornlar işi bozuyor (cüce karidesleri yiyip yemedikleri de ayrı bir tartışma konusu ama ramshornları kesin yiyorlar)

23-27

6-8

8-18

Kuhli (Pangio kuhlii)

Not: Akvaryum.com 150 litre gerektirdiğini iddia ediyor, çüş! Kuhli ulan bu, 13 santimlik dip balığı?

24-30

5,5-6,5

4-12

Cüce gurami (Colisa lalia)

22-28

6,5-7,5

8-12

Otocat, cüce vatoz (Otocinclus affinis)

20-26

5,5-7

4-12

Beta (Betta splendens)

Not: Tabii ki akvaryumu beta akvaryumuna çevirmeyeceğim. Diğer türlere bağlı olarak belki barışçıl beta (Betta imbellis) edinebilirim ama sanmıyorum.

24-30

6-8

5-19

Siyam alg yiyicisi, SAE (Crossocheilus oblongus)

24-26

6,5-8

5-20

Benekli çöpçü (Corydoras melanistius)

22-26

6-8

2-20

Corydoras sterbai

24-28

6-7,6

1-15

Cüce vatoz (Ancistrus dolichopterus)

22-27

5,8-7,8

8-12

Listede Paraphanius mento ve Garra rufa "sensu lato" olmama sebebi pek de kolay bulunan türler olmamaları bu arada (en azından Balıkesir akvaryumcularında hiç denk gelmedim).

Tabii yanımda bu listeyle dolaşmayacağım, sadece aklımın bir köşesinde dursun diye var. Mesela neon tetra görünce "Ha, bunlar yumuşak suda (4-8 dGH) yaşadığından listede yok" deyip eleyeceğim veya projeyi yumuşak su akvaryumu olarak yeniden düzenleyeceğim (her ne kadar neon tetraları sevsem de alt tarafı bir neon tetra için o kadar abartacağımı sanmıyorum gerçi) veya kiraz barbus görünce "Bunlar en az 80 litre istiyordu ya… :(" diyerek vazgeçeceğim. Bu arada evet, denk gelince hatırlarım.

Gittim yanlış Sera ürünlerini iade ettim, o esnada da yeni söylediklerim -çok şükür bu kez doğru olarak- geldi:

Yalnız lav kırığı ve dere kumu alamadım çünkü akvaryumcularla kargo şubesi ters yönde kalıyordu, otobüsle gelirken arada bir akvaryumcu daha vardı ama otobüs çok erken döndü, mecburen direkt eve geldim. Tekzen'e bakacağım, Tekzen'de lav kırığı ve(ya) dere kumu yoksa internetten söyleyeceğim. Akvaryumda zaten ince kumları daha çok seviyorum ve muhtemelen sıfırdan kuracağım, hiç filtresiz falan işlerine de girişmeden pipo filtreyi takıp rahatıma bakmayı düşünüyorum, o yüzden şu an lav kırığı ve dere kumu sırf taş kaktüsü için lazım. Lav kırığını fazla fazla alırım, dere kumunu da azıcık alıp akvaryumda ne kullanacağıma bakarım.

"Beklerken boş boş durmayayım" deyip -akvaryumu da sıfırdan, pipo filtreli kurmak iyice aklıma yatınca- oturup temel düzeni tasarladım. Üç seçenek var:



Şimdi bu gördükleriniz nedir? Sarımtırak, kum rengi olan bildiğin zemin. Bu rengi seçmemin sebebi de daha sarımtırak, bejimsi kumların (örn. silis kum) veya karışık renkli kumların (örn. dere kumu) daha doğal durduğunu düşünüp daha çok sevmem. Yeşil olan şu anda şelale haznesi olan, yeniden kurulumdan sonra (kafam atıp sökmezsem, ki akvaryumu kırmayayım diye ellemem muhtemelen) hayatına 3D fon olarak devam edecek olan yapı. Parlak/gerçek sarı olan ısıtıcı. Bunu kuma gömeceğim, öyle tam sığıyor. Gri olan pipo filtre ama altına ve etrafına filtre seramiği yerleştireceğim. Hah, filtre seramiği demişken; 2. ve 3. görsellerdeki beyaz yuvarlak da cam bir kase gibi bir şeye doldurup kuma gömeceğim (daha doğrusu tabanın bir parçası olarak kullanacağım) filtre seramikleri. Pipo filtrenin önüne elodea, ısıtıcının önüne (2. görsel hariç) çam ve tilkikuyruğu (evet, ikisini birden) dikeceğim.

Bu da kum dibinden görünüm:

Kırmızı olan lav kırığı, açık yeşil olan kapsül gübre, boyut sebebinden görselde gösterilememiş olsa da onun üstünde file var (belki lav kırığını direkt fileye/filelere alıp kapsül gübreleri de kapsülünden çıkararak kullanabiliriz, belli olmaz), mavi olan bildiğin su, kalanını zaten biliyorsunuz. Tabii bulduğum kabın durumuna göre daha az alta girebilir, daha küçük falan da olabilir, tamamen kaba bağlı. Ha tabii illa kap olmak zorunda da değil, bir bardağı ortaya koyup içine filtre seramiği doldurarak da bu işi halledebiliriz. Zaten ısıtıcıyla pipo filtre uzak yanda olursa (gerçi hem priz sağ tarafta olduğundan hem de aynı yanda olduklarında sadece elodeayla ikisini de kapatabileceğimden aynı yanda olmalarından yanayım) bu ortadakine çok da gerek kalmayacak, ısıtıcının bakterilere/karideslere olası bir zararı olmasın diye ortaya ayrı bir kısım koydum. Ha bu kısmın önü de roseafolia ile kapanacak bu arada. Yalnız şimdi gördüm, gübre katmanı sonradan aklıma geldiği için filtre seramikleri kumun altında kalıyormuş gibi gözükmüş; öyle bir şey yok, direkt yüzeye kadar çıkacaklar.

17.03.2024

Bitkilerin durumu gitgide kötüleştiği için (Roseafolia "klasik işte" diyemeyeceğim kadar yaprak kısmış, su marullarının yapraklarında çürüme başlamış, su mercimekleri sonbahar görmüş meşe ağacı gibi sararıp duruyor...) kriz yönetimini devreye soktum. Suyu yeniledim (üç hafta burada değildim, su yenilemesi falan sıfırdı ama kayıp, şelale açıkken bir haftada olduğundan azdı), bir kapak (normal dozun üç katı falan) iz element gübresi kattım. Neyse ki yarın Tekzen'e bakacağım, orada yoksa internetten kuş çeşmesi alacağım da bu akvaryumu sıfırdan kurup bu çileye son vereceğim. Tekzen'de lav kırığı, uygun bir kum falan varsa onları da alabilirim ama her halükarda akvaryumu sıfırdan kurmak için kuş çeşmesi gerekecek. Akvaryumu sıfırdan kurduktan sonra da zaten yeni bir döngü başlamış olacak, biliyorsunuz; üstelik yağmurlama sistemi de yapacağım, yani bolca anlatacak şey çıkacak. Bu kez kararım kesin, akvaryumu ormana çevirmeden balık malık yok. Tabii ramshornları elimde tutacağım, adi salyangozlar umurumda olmaz -hatta azalırlarsa daha iyi olur- ama ramshornlar lazım.

Hah neyse, kriz yönetimi diyordum. Özetle şöyle: Sistemi yeniden kurana kadar iki-üç günde bir bir kapak iz element gübresi, haftalık rutin bakımda da kırk damla (standart doz) demir gübresi katacağım, dip çekimi yapmayıp -çünkü nitrat, ki bitkilerin temel besinidir, dipte birikir- üstten su değişimi yapacağım ve su bir taş (Evet, taş; 3D fona dönüşecek şelale kaidesinin kenarındaki taşlar. Haftalık su değişiminin miktarını da oradan belirliyorum zaten.) azalır azalmaz yenileyeceğim. Sistemi yeniden kurduktan sonra da klasik "başlangıç kurulumu bakımı" ve haftalık rutin bakıma döneceğim. Arada iz element gübresi biterse de gider internette Sera Florena falan alırım, zaten karides beslemeyi planladığım için başlangıç bakımı sonlandıktan sonra bu gübreleri kullanmayı pek düşünmüyorum. "Karides akvaryumunda kullanmaya çekindiğin şey ramshornlara da zarar vermez mi?" Aslında ihtimal var ama yapacak pek bir şey yok, bitkiler daha önemli. Ayrıca geceleri şelaleyi kapatmaya başlayabilirim, büyük oranda yarın (yani bu akşam) Tekzen'de kuş çeşmesi bulup bulamayacağıma bağlı.

Kuş çeşmesi, lav kırığı veya dere kumu bulamadım; taş kaktüsüne uygun kaktüs toprağı buldum ama akvaryum için işe yaramıyor. Neyse ki bu ihtimali düşünüp önceden Trendyol sepetini doldurmuştum da direkt sipariş verdim. Gerçi kuş çeşmesi değil de ufak bir havuz fıskiyesi aldım ama olsun, işimi görür sonuçta; teraryum olarak kullandığım saklama kaplarından birini havuza çeviririm. Nasılsa şu an sürüngenim yok ve yakın zamanda da olacakmış gibi durmuyor. Bu arada açıklamasında güneş enerjisi falan bir şeyler yazıyor, o kısmı tam anlayamadım; gelince bir bakacağım. Olmadı iade ederim. Kafam karıştığı -ve iade falan işleriyle uğraşmayı pek de istemediğim- için ayrıntılı bir bakıp pek de ihtiyaçlarıma uymayan bir ürün olduğunu fark edip siparişi iptal ettim, bu kez işimi gören bir tane sipariş ettim. Gerçi yine havuz fıskiyesi ama önceki güneş enerjiliydi (bu kablolu), ben iç mekanda ve gündüz kullanacağım. Gece şarj etsem neyle şarj edeceğim, akvaryumun ışığıyla mı?

18.03.2024

Bitkilerin durumu hiç hoşuma gitmiyor. Bunun birkaç farklı sebebi daha olabilir ama temel derdimin besin eksikliği olma ihtimali en olası olan. Zaten o yüzden sıvı gübreyi dayıyorum ama bitkilerin durumu beni telaşlandırıyor. Sera Nitrivec'i sistemi sıfırdan kurmadan kullanmak istemesem de yeni şelale pompasının gelişinin ne kadar sürdüğüne ve bitkilerin durumuna göre kullanabilirim. "Besinle bakteri kültürü ne alaka?" sorusu içinse: Bakteri döngüsünün son çıktısı nitrattır (amonyum/amonyak>nitrit>nitrat), bitkilerin sudan aldığı temel besin de nitrattır. Dolayısıyla bakteri döngüsü ne kadar sağlam, ne kadar güçlü olursa, bitkiler -özellikle gövdeli bitkiler, mosslar ve su üstü bitkileri- de o kadar fazla besin alabilir. Bu arada akvaryumda nitratı emecek yeterince "şey" (illa bitki olmak zorunda değil) yoksa bu durum alg patlamasına da neden olabilir, tabii balık yüküne de bağlı. Zaten şelale sisteminin kurduğu "karbondioksite karşı oksijen baskısı" bitkileri yeterince zorlarken bakteri döngüsünün ikide bir içinden geçip durmamız, "tersten yeniçeri" misali bir ileri iki geri bozuluyor olması da çok büyük baskıya neden oluyor. Gübreyi onun için dayıyorum ama içinde de fosfat var, nitrat yok. Fosfat da bitkilere yararlı ama bitkiler nitratı fosfattan fazla, algler de fosfatı nitrattan fazla emiyor (zaten o yüzden nitrat akvaryumda az miktarda istenen ama fosfat hiç istenmeyen bir şeydir, fosfatı emen filtre malzemeleri falan vardır); ben de diyorum "Bu camlar neden bu kadar yosun bağlıyor?" Kalitesiz gübre kullanırsan öyle olur işte, hiç kullanma daha iyi... Neyse, sistemi sıfırladıktan sonra zorunlu olan başlangıç bakımı bittiğinde zaten bu tür şeylere gerek kalmayacak. Kalırsa da gider internetten yetmiş liraya Sera Florena alırım, olur biter. Bu neymiş ya? Gerçi istisnasız tüm gübrelerde fosfat var (Kelimenin tam anlamıyla "tüm gübrelerde" var, bahçe/saksı bitkileri için kullanılan gübrelerin vs. de temel etken maddesi fosfat; deminden beri bahsedip durduğum Sera Florena'nın temel etken maddesi de fosfat, teknik olarak gübre değil "fırınlanmış balçık" olan ve bahçe torfu nasıl kullanılıyorsa akvaryumlarda benzer amaçlar için kullanılan aktif toprağın bile içeriğindeki maddelerin en önemlilerinden biri fosfat...) ama kimyasal biraz garip, tabiri caizse "fazla ciddi" bir iş. Ucuz kimyasal (su düzenleyici, sıvı gübre, metilen mavisi ve kalan her şey) ile pahalı kimyasal arasındaki tek fark fiyatları değil, pahalı kimyasalların pahalı olmasının birden fazla sebebi var. Gerçi marka değerinin ve markanın kendini "konumlandırışının" da bu sebeplerden -hem de sebeplerin en önemlilerinden- biri olduğunu inkar edemem, örneğin Tetra ile Sera aşağı yukarı aynı kalitede olmasına rağmen Tetra ürünleri genelde biraz daha ucuzdur. Gerçi Tetra'nın da epey bir itibarı, dolayısıyla marka değeri olduğundan (ve her ikisi de Almanya'dan Euro ile geldiğinden) fiyatlar arasında o kadar da fark yoktur (ve istisnalar kaideyi bozmaz, elbette Sera ürünlerinden pahalı olan Tetra ürünleri de var). Doğru bir örnek marka değeri yüksek (Tetra ve Sera'ya eş) ama bilinirliği bu iki markaya kıyasla düşük olduğundan fiyatları da bu ikisinden daha "insani" olan JBL olurdu. Hah neyse işte, yani her ne kadar sistemi sıfırlamadan önce Sera Nitrivec'i açmak istemesem ve sistemi sıfırladıktan sonra zorunlu olarak açıp kullanacak olsam da duruma göre sistemi sıfırlamadan da kullanabilirim. Öte yandan sistemi kesin sıfırlayacağım, gidip doğru düzgün bir pipo filtreli sistem kuracağım. Lav kırığının üstüne de tül koyacağım. Bu neymiş artık ya...

Birkaç şey yaptım, gerek olmadığından fotoğraf çekmedim. 

1. Pipo filtre çalışıyor (yani pipo filtreyi çalıştırması gereken hava motoru çalışıyor, pipo filtrenin kendisinde bozulacak vs. bir kısım yok zaten). İç kısmına (Sistemini sıfırlarken fotoğrafını çekeceğim, o zaman anlayacaksınız. Belki içini de çekerim.) filtre seramiği koydum, sadece iki tane girdi (bendeki seramikler biraz büyük boyutlu çünkü karidesler için de kullanıyordum, içlerine girebilmelerini istemiştim ama daha küçük olsa zaten sokmaya çalıştığım yerde durmazdı), bir tane de en tepeye koydum.

2. Filtre seramiğini de kontrol ettim: "Yuvarlak kısım" için tam yetiyor ama filtrenin (ve ısıtıcının) çevresine koyulacak kadar yok. Kum almaya gidince, tabii gidersem, fiyat öğrenip ona göre aksiyon geliştireceğim ama bu kez internetten söylemem, birkaç güne geliyor olsa da bekleyemem. Dümdüz lav kırığı, kum katmanıyla çevrelerim. Dere kumu falan sıkıntı çıkarmaz da gidip silis kum gibi ince bir kum kullanırsak o biraz sorun olabilir, onun için bazı şeyler düşünüyorum. Belki o kısma çakıl falan koyarım; hem ısıtıcıyı lav kırığına gömmemizin olumsuzluğunu da nötrleyebilir (gerçi o zararı alıp olduğu gibi pipo filtreye taşır ama olmadı pipo filtreyi gömmeyiz, ısıtıcıyı sırf akvaryuma sığdırmak için yan yatırmam, çaprazlamam vs. gerekmesin diye gömeceğim zaten).

3. Onun dışında, şu an su marulları için kullandığım "halka" çok küçük olduğundan akvaryumda kepçe sokabileceğim kadar bir açıklığa ihtiyacım vardı, iki eski halkayla onu yaptım. Pipo filtrenin hortumundan geçireceğim, böylece -nispeten- sabit duracak. Her türlü müdahale için de açıklık olacak çünkü ikinci alternatifim su mercimekleri için halka yapmak ama tepesi komple yüzey bitkisi kaplı akvaryumları daha çok seviyorum*, o yüzden alternatifi olduğu sürece girmek istemediğim bir yol. Ha tabii su mercimeklerini halkaya alıp su marullarını halkadan çıkarıp akvaryum geneline yayabiliriz, o da bir ihtimal ama onu sistemi sıfırlayınca düşünürüz. Daha yeni bitki falan alacağım ve toplayacağım zaten, bu iş burada bitmez ağa. Galiba başka da bir şey yapmadım.

*Çünkü daha doğal duruyorlar. Bakış açımı "silis kum gibi sarımtırak/bejimsi, dere kumu gibi karışık renkli" dediğim kısımda anlamanız lazımdı. Siyah kuvars kum kullanırken lav kırığı falan gibi malzemelerle karıştırıp "karışık renkli" hâle getirmiştim. Simsiyah tabanlı (sırf siyah kuvars kum kullanılan) akvaryumları da uzaktan görünce seviyorum ama nedense kendim uygulamaya gelince bir anda "Yok, yok, hiç gerek yok..." zihniyetine giriyorum ama aynısı silis kum gibi daha mat (siyah kuvars kum -siyah olmasına rağmen- acayip parlak bir malzeme -ki kuvarstan oluştuğu düşünüldüğünde bu çok normal-) ve daha "açık renkli" (sarı, gri vs.) kumlarda geçerli değil. Ha hem parlak hem açık renkli kumları (örneğin doğası gereği bembeyaz olan dolomit kumu) kullanmaya yeltenmedim bile, o ayrı. Zaten dolomit kumu gibi bir kumda da anca deniz balıkları ve bazı Afrika çiklitleri beslenir, çoğu balığa gelmez. İşin ilginci şimdiye kadar da dere kumunu -diğer kumlara karıştırıp "renklendirmek" için ya da en incesinden olmadıkça- kullanmadım çünkü dere kumuna karşı bakış açım onu kum saymamak yönünde. Hani "Madem kumdan vazgeçip çakıl işine giriştik, boyutu biraz daha arttırıp biraz daha büyük boyutlu gerçek çakıl (dere çakılı, dolomit, mıcır -kullanmayın, hem balıkların orasını burasını keser hem de camları çizer- bilmem ne...) kullanırım" gibi bir zihniyetim var. Öte yandan bu sıfırdan kurulum işinde dere kumuna bir yükseldim, muhtemelen bu kez dere kumu kullanacağım ama bakalım...

19.03.2024

Sera Nitrivec'i kullandım çünkü bitkilerin durumunun daha da kötüye gitmesini istemedim. Bir de sistemi sıfırlamak için gerekenler zaten yakın zamanda gelecek, açmam çok sıkıntı olmaz yani.

Dere kumu (veya benzer bir şey) almak (daha doğrusu bakmak) için akvaryumcuları gezdim  ama hiç uyumadığımdan eve gelir gelmez yattım uyudum. Çok saçma şeyler yaşandı ama sonucu iyi bitti.

Havanın güzel (Bildiğin bahar havası işte: Güneşte çok durunca pişiyorsun, gölgede çok durunca üşüyorsun, rüzgar bir serin esiyor bir sıcak...) olmasını fırsat bilip yakındaki akvaryumcuya yürüyerek gittim. Aklımda da hep otobüsle gitmek var çünkü bulamazsam çarşıya (üstte bu konuda bilgi var) gidip gitmemeye karar vermeye çalışıyordum. Yakındaki akvaryumcu hakkında da ufak bir bilgi vereceğim, o akvaryumcu eve en yakın akvaryumcu (ve Balıkesir'de "bizim eve yakın" olan yerler arasında gerçekten kolay ulaşılabilen az sayıda yerden biri) aslında çarşıdaki bir akvaryumcunun şubesi; ana dükkan hâliyle daha büyük (ve buna bağlı olarak da ürün sayısı/çeşitliliği daha fazla). Hah neyse, orada anca boyalı çakıllar falan vardı (gerçi ince lav kırığı ve silis kum olup olmadığından emin olamadığım bir kum da vardı), o yüzden bir süre durakta bekledim. O sırada da "Ulan yürüyerek mi gitsem, hatta direkt eve mi dönsem, ne yapsam?" diye düşündüğümden bir dolmuş taksiyi (evet, dolmuş taksi) kaçırdım. "Neyse ulan..." deyip ilerlerken de arada başka bir akvaryumcu daha olduğunu hatırladım, dedim ki "Ulan oraya da gireyim..." Dere kumu sordum, önüme açık renkli olduğundan pek sevemediğim on kilo kum koydu. Aha şu:

Fotoğrafı bilerek uzaktan çektim çünkü o sırada ben de uzaktan görüyordum (hatta fotoğraftan daha uzaktan). Sonuç olarak adam aşırı mantıklı konuşarak beni ikna etti, on kilo kumu aldım, eve yollandım. Yalnız çok ağır (boru değil, on kilo) olduğundan dura dinlene gidiyordum, bir de paket soluk/tozlanmış olduğundan rengini daha net görmek için yakından baktım... ve sonuç: Ulan adam bana midye kırığı satmış! Gerçi ben "dere kumu gibi, doğal kumlar..." demiştim, midye kırığı da yapısı gereği dere kumunun temel alternatifidir (Walstad metodunda falan da aynı şekilde kullanılabilir). Şimdi bu aşamada dört bilgi vermem gerek:

1. Midye kırığı bitkili akvaryum kumu değildir. Çiklit, Japon balığı için falan kullanılır.

2. "Midye kırığı bitkili akvaryum değildir" kaidesi, şöyle bir yanlış anlamaya yol açmıştır: "Midye kırığında bitki olmaz." Öyle bir şey yok. Alt katmanlarını doğru düzgün yaptığınız sürece mercan kırığında bile bitki olur (aragonit kumda belki olmayabilir, ondan çok emin değilim ama sonuç olarak alt katmanları doğru üzgün yaptığınız sürece neredeyse her tür kumda bitki bakabilirsiniz, pek bir sıkıntı çıkmaz). Midye kırığının bitki akvaryumundaki dezavantajının asıl sebebi çok gevşek bir malzeme olduğundan bitkileri (özellikle de tilkikuyruğu, çam gibi "kök salma konusunda nazlı" bitkileri) tutmada başarısız olmasıdır.

3. Dere kumu işine bayağı yükselmiştim ama midye kırığı hayatımda kullanmadığım, yanlışlıkla almasam da kullanmayı (Japon balığı, deniz akvaryumu falan kurmadıkça) pek de düşünmediğim bir malzeme.

Sonuç olarak "Ulan ben bunla ne yapacağım? Hadi alternatif bulamazsam akvaryuma serer kullanırım, doğru düzgün bir kum bulursam ne yapacağım?" diye düşünüp durdum. Getirdim eve bıraktım (arada da poşetin sapı koptu), hemen tekrar çıktım. Önce o bahsettiğim "ana şube"ye gidecektim, orada doğru düzgün bir şeyler bulamazsam da pasajdakine. Gittim, silis kum ve kuvars kum vardı. Hayatımda ilk kez beyaz kuvars kum gördüm. Şimdi, aslında kuvars deyince aklımıza necef taşı ve sütlü kuvars gibi "beyaz" kuvars türleri geldiğinden -ve internette "kuvars" diye aratırsanız da genelde beyaz görselleri çıktığından- teoride mantıklı ama daha önce hiç görmemiştim. Herhangi bir akvariste/akvaryumcuya "kuvars kum" derseniz aklında direkt siyah kuvars kumun canlanacağına da (aynı beyaz, gri, hatta siyah silis kum da olmasına rağmen silis kum deyince akılda açık bej bir kumun canlanması gibi) bahse girerim. Önce bir kilo siyah kuvars, iki kilo silis kum (turuncumsu, silis kum standartlarına göre koyu bir rengi var) aldım, sonra vazgeçip üç kilo silis kum aldım (çünkü bu kez kumları karıştırmak istemedim). 

"Sonuç olarak midye kırığı elinde patladı yani?" Aslında hayır. Lav kırığıyla silis kum arasına iki santimlik bir midye kırığı katmanı koymaya karar verdim, böylece silis kumun lav kırığından sızıp aşağı inmesi ihtimalini de olabildiğince azaltmış olacağım. Üstelik silis kum gibi "sıkı" bir malzeme tarafından baskılanacaklarından bitkileri tutma konusunda olması gerekenden, daha doğrusu doğalarının gerektirdiğinden daha iyi iş çıkaracaklar.

Ayrıca şelaleyi ayıracağım fıskiye pompası da geldi:

Bu bildiğiniz havuz pompası, fıskiye için.

20.03.2024

Şelaleyi ayırdık:

Tabii bu geçici bir şelale, sırf şelaleyle akvaryumu ayırmak için. Asıl projesi sonra.

Artık oraya su sıçramayacağı için kabloların korumasını çıkarttık: 

Zamanlayıcıyı çıkarıp tekrar takmamız gerekti, onun ayarının biraz içinden geçtik ama yapacak bir şey yok. Sistemi sıfırlayınca onu da sıfırlarız.

Bir de bir rahatladım çünkü artık bitkiler devamlı şelalenin baskısı altında kalmayacak. Bu da sistemi sıfırlamadan  önce daha rahat plan kurabileceğim anlamına geliyor.

21.03.2024

Artık şelalenin baskısı olmadığı için internetten bir bitkilere baktım ve sistemi sıfırlamayı bayramdan sonraya (çünkü bayramdan sonra bitki toplama imkanım olabilir) bıraktım. Sonuç olarak da birkaç bitki listeledim. Tabii bu listenin hepsini alacağım anlamına gelmiyor, bu sadece bir "uygunluk listesi", hatta tam olarak o bile değil (yanında ek bilgi verilenlerdeki bilgileri okuyunca anlayacaksınız).

Melek kanadı sarmaşığı, ok başı sarmaşığı (Syngonium podophyllum): Akvaryum bitkisi değil, üstten (önceden "şelale haznesi" olan yerden) sarkıtacağım. Evet, bunun için uygun.

Salvinia cucullata: Bitki toplarken yüzen eğrelti (Salvinia natans) bulabilirsem almayabilirim ama cucullatanatanstan daha çok seviyorum.

Salon sarmaşığı, pothos, pothos (Epipremnum aureum): Yukarılarda bu bitki hakkında bilgi var.

Amazon frogbit (Limnobium laevigatum)

Sarıkız, altınkolye, para otu (Lysimachia nummularia)

Lepistes otu (Najas guadalupensis)

Karyağdı (Pilea cadierei var. Nana): Aslen paludaryum (karasal alan) ve tropik teraryum bitkisidir. Bunu kullanırsam alttaki/asıl karasal alanda kullanacağım ama o karasal alanın ışığa çok yakın olması beni düşündürüyor. Sonradan oda aydınlatma amaçlı led de gelecek ama orası için "taban bitkisi" gibi bir şey lazım (ciğerotu olur, paludaryumda olup olmayacağından emin olmasam da uyku çiçeği olur...), zaten odaya koyacağım ledin bitkilere pek bir faydası olmaz.

Zeytin (Hygrophila polysperma var. Ceylon)

Limon (Hygrophila corymbosa)

Myriophyllum mattogrossense

Mini Japon sazı (Ophiopogon japonicus var. Kioto): Aslen paludaryum/havuz bitkisi, karyağdıdaki açıklamalar burada da geçerli. Ayrıca diğer paludaryum/teraryum bitkileri için "bkz. karyağdı", diğer paludaryum/havuz bitkileri için "bkz. Japon sazı" yazmakla yetineceğim.

Siyah Japon sazı (Ophiopogon planiscapus): Bkz. Japon sazı. Ayrıca bunda garip bir ek açıklama yapmam lazım: Türkçe kaynaklarda "bakımı çok kolaydır ama nadirdir" yazıyor, görsellerde ise sadece bahçe/havuz bitkisi olarak var. Hatta "Ophiopogon planiscapus aquarium" (evet, İngilizce) aratması sadece akvaryum içinde Japon sazı (Ophiopogon japonicus) ve bahçede/saksıda siyah Japon sazı görsellerine neden oluyor. Bunun hakkında biraz daha bakacağım, çok hoşuma gitti çünkü (mor, kırmızı vs. bitkileri sevdiğimi de zaten hiç belli etmemiştim...) ama o gördüklerimden sonra karasal alanın dışında yetişmez gibime geliyor, karasal alanda yetiştirmenin sorunlarında da bkz. karyağdı.

Hydrocotyle leucocephala

Bacopa monnieri

Cava (Java) eğreltisi, Java fern (Leptochilus pteropus, syn. Microsorum pteropus)

Limnophila sessiliflora

Çınar (Hygrophila difformis)

Bacopa salzmannii subsp. araguaia

Alternanthera bettzickiana

Azolla caroliniana: Bitki toplarken kırmızı eğrelti (Azolla filiculoides) bulamazsam kesin alacağım, bulabilirsem almam.

22.03.2024

Beş kilo lav kırığım geldi. Bu arada ben bunu markasız sanıyordum (çünkü en ucuzundan söyledim) ama markalıymış, hem de EuroStar. Tanıdık gelmediyse şu adı da vereyim: EuroStar Aquaclay. Taban altı malzemesi konusunda yılların markası; su düzenleyicide Sera, yemde Tetra neyse taban altı malzemesinde de EuroStar odur. Bu arada Eurostar'ın kil bilyesine Aquaclay demesi gibi lav kırığına da AquaLava Ground demişler. Her marka bunu yapar, mesela Sera da bakteri kültürüne "Nitrivec" diyor.

23.04.2024

Her ne kadar artık kısmen rahatlamış olsam da roseafolianın bükük yaprakları hâlâ çok sinirimi bozduğundan şöyle bir şey yaptım:

Fotoğraftan net anlaşılmıyor ama su marullarını halkadan çıkarıp dağıttım (yaprak yanıkları büyük ihtimalle şelalenin üstlerine sıçrattığı su yüzünden olsa da ışığa ne kadar yakın olduklarının durumlarını nasıl etkilediğini gözlemlemek istediğimden gerçek anlamda "akvaryuma dağıttım") ve boş halkayı roseafolianın tepesine getirdim. Neden? Çünkü kırmızı yapraklı bir bitki olarak ışığa elimdeki diğer bitkilere kıyasla daha fazla ihtiyaç duyuyor. Hatta bu yüzden onu başta planladığım orta yer (filtre seramiklerinin önü) yerine tepesi boş olacak filtre önüne mi diksem diye düşünüyorum. Neyse, bunlar zamanı gelince karar verilmesi gereken şeyler; şimdilik hayatta kalması için elimden gerekeni yapmakla yetineceğim.

Aslında zaten "yüzeyi kaplama" eğilimi olan çok bitkim olduğundan (elimde olup yüzey bitkisi olmayanlar elodea, çam, tilkikuyruğu; elimde olmayıp koymayı planladığım saz, başaklı su civanperçemi, nilüfer, denizdili ve hâlâ daha fazla tür -Salvinia sp., Azolla sp., Amazon frogbit- koymayı planladığım su üstü bitkileri) su mercimeklerini akvaryumdan -belki kısmen, belki de tamamen- çıkarmayı da düşünüyorum. Çıkarırsam alttaki "fıskiye havuzu"na koyacağım tabii, atmak gibi bir planım yok.

27.03.2024

Sistemi sıfırlama işini bayramdan sonraya bıraktım. Neden? Çünkü bitki toplamaya gitme ihtimalim var.

Tabii hiçbir şey yapmadım değil: Dinlenmiş su kapasitemi 20 litreye çıkardım, ki artık şelale aşırı su kaybına neden olmadığından her hafta ~10 litre su harcamayacağım. Gerçi rutin su değişiminde ne kadar su değiştirdiğimden emin değilim, ona bakmam lazım ama sonuçta artık dinlenmiş su bir sıkıntı olmayacak. Sera Aquatan da olduğu için artık suları bir hafta dinlendirmiyorum, 24 saat dinlendirildikten sonra ağızlarını kapatıyorum ve gayet kullanıma hazır oluyorlar, önceden öbür su düzenleyiciyi bidonlara döküp üstüne bir hafta bekliyordum. Bu da yarım haftada benim rutin su değişiminde değiştirdiğime yakın su kaybına neden olan bir şelalenin varlığında güya on litrelik olan dinlenmiş su kapasitemin olsa olsa beş litresini verimli kullanabilmeme neden oluyordu. Bu sistemle 15 litrenin çoğunu verimli kullanacağım.

Dekorasyon ve yağmurlama sisteminin tasarımlarını aklımda döndürüyorum, hemen hemen karar verdim gibi. Tabii akvaryumun dekorasyonu topladığım ve aldığım (evet, "ve") bitkilere de bağlı olduğundan o son derece "değiştirilebilir" bir tasarım ama yağmurlama sistemini (gerçi aklımdaki tasarım gerçek bir "yağmurlama" sisteminden ziyade "damla sulama" sistemi çünkü sağa sola su sıçrayıp durmasından yıldım ama olsun) tam olarak nasıl yapacağımdan eminim. Gerçi duruma bağlı olarak o 20 litrelik dinlenmiş su kapasitesi 15 litreye düşebilir ama dediğim gibi dinlenmiş su kapasitesinin biraz düşmesi artık beni o kadar da etkilemeyecek.

Bir diğer konu: Akvaryumun tabanı için yeterli malzemem olduğundan emin değilim. Şu an Akvaryum.com'un hesaplayıcısını kullanıyorum, planladığım katmanların sonuçları aşağıdan yukarı şöyle:

Lav kırığı katmanı, 3 cm yükseklik: 4,88 litre (lav kırığının litresi 800-1200 gr arası, yani 5 kilo lav kırığının hepsini kullanacağız)

Midye kırığı katmanı, 2 cm yükseklik: 3,25 litre (elimde 10 kilo, paketin dışından yaptığım ölçümlere göre yaklaşık 12 litre midye kırığı olduğundan bunu cetvelle hesaplayacağız ama muhtemelen 4 litresi, yani çeyreği gidecek)

Silis kum katmanı, 1 cm yükseklik: 1,63 litre. Elimde 3 kilo (paketin dışından yaptığım ölçümlere göre 2,5-3 litre kadar ediyor) var, aslında "Midye kırığının arasına girmez de... Olur ve kayıp gerçekleşirse diye iki paket (paketin tanesi 1 kiloluk=0,8-1,2 litrelik) daha mı alsam?" diye düşünüyordum, bu hesaba göre gerek kalmıyor. Gerçi muhtemelen yine elimizdeki kumun tamamını kullanacağım.

Bu arada hani "silis kumun farklı renkleri de var" demiştim ya, şu an elimdeki de turuncu hatta? İnternette arayarak (en azından Türkçe arayarak) bu seçenekleri görmeniz zor (anca saçma sapan boyalı kumlar, simden hallice ürünler falan çıkıyor) ama JBL Sansibar diye aratıp renk seçeneklerine bakarsanız silis kumun renk seçeneklerini görürsünüz. Kuvars kumun beyazı, siyahı ve karışık renklisi (=en ince dere kumu) dışında türü olup olmadığından (en azından boyasız olarak olup olmadığından) emin değilim, o yüzden o konuda pek bir şey diyemiyorum. Bu arada elimdeki kumun rengi JBL'nin "turuncu" dediğiyle aynı, tam olarak JBL Sansibar Orange'ın markasız olanına sahibim. Silis kum deyince aklıma daha çok JBL Sansibar River'a benzeyen bir kum geliyor gerçi ama elimdeki kumdan gayet memnunum, özellikle de bu renk projenin başından beri aklımda olan fikirlere daha çok uyduğu için. Hoş JBL Sansibar Red aklımdakilere daha da uyuyor ama zaten akvaryumcuda bu renk dışında silis kum yoktu, ben de hazır silis kum bulmuşken JBL'yle falan uğraşmayayım dedim. Silis kum kadar ince bir malzemeyi yıkamak biraz sorun olabilir aslında ama şu an elimde olandan çok daha ince bir silis kumu zamanında kullanmışlığım var, tecrübeliyim yani. Pipo filtre olduğundan bulanıklığın çökmesi de hızlı olacak çünkü iç filtreler devamlı akıntıya neden olduğundan silis kum gibi ince taneli kumların çökmesini yavaşlatıyor, hele benim bahsettiğim kumda imkansız hâle getiriyor ama pipo filtrenin bitkili akvaryumlarla özdeşleşmiş olma sebebi suyu havalandırdığı (filtrelerin ikincil görevi) hâlde tam üstü dışında akıntıya neden olmaması. Ayrıca pipo filtrelerin süngerleri de filtre seramiğiyle ve Walstad metodundaki toprakla aynı şekilde bakteri yatağı görevi görüyor (diğer filtrelerin süngerlerinde de yerleşseler de devamlı akıntıya maruz kaldıklarından filtre seramiğiyle desteklemek şart oluyor) ama bu, "filtre seramiği alanı" projesinden vazgeçeceğim anlamına gelmiyor. Hele de karides koymayı planlarken ve yukarıda bu konuda bir şeyler anlatmışken.

31.03.2024

Şu an roseafolianın çok ışık almasını sağlama amacı güden halkadan devamlı su mercimeği boşaltmak gerektiği için (aslında yurtdışında bu halkaların kalın plastikten ve şekilli olanları falan var da biz burada hava hortumuyla uğraşıp duruyoruz) biraz bakındım, neticede bu iş için bağlantı aparatı gerektiğinde karar kıldım. Bağlantı aparatı olmayınca bir şekilde halkanın bir yanı batmaya, batmasa da ayrılmaya meyilli oluyor. Kaç bağlantı aparatına ihtiyacım var?

L şeklinde bulursam dört tane çünkü dört farklı bağlantı aparatı bile yine yuvarlak bir şekil elde etmemi sağlayacak, oysa filtrenin ve roseafolianın (belki başka bir kırmızı bitki türünün daha) olacağı kısım için dikdörtgen bir şekil düşünüyorum.

Bunu geçip "standart" olanlara, halka biçimindeki halkalara gelelim.

1. Su marulu (Pistia stratiotes), zaten elimde var. Bir de bunlardan bahsetmişken ışığın direkt altında durmalarının kendilerini kötü etkilediğini gözlemledim (zaten teorik bilgi olarak yaygındır ama ben uzun zamandır bu işlerden uzak kaldığımdan doğru hatırlayıp hatırlamadığımdan emin olamamıştım), dolayısıyla kendilerini yanlara doğru çektim.

2. Denizdili (Potamogeton natans) veya sadece bakılarak ondan ayırt etmesi epey zor olan diğer su üstü potamogetonlarından herhangi biri. Tekrar bulup bulamayacağımı bilmiyorum ve tekrar edinmek için özel olarak uğraşmayı pek düşünmüyorum, denk gelirse birkaç örnek daha alırım.

3. Kırmızı eğrelti (Azolla sp.) Bu kesin çünkü A. filiculoides (Türkiye sulak alanlarında kaydı olan tek azolla türü) bulamazsam gidip A. caroliniana alacağım.

4. Yüzen eğrelti (Salvinia sp.) Bu da kesin çünkü doğada bulamazsam satın alacağım (Türkiye doğal alanlarında da ticarette de S. natans çok daha yaygındır -hatta S. cucullatanın Türkiye doğasında bulunup bulunmadığından bile emin değilim- ama alırsam natans değil cucullata türünden alırım çünkü daha çok seviyorum).

5. Beyaz nilüfer (Nymphaea alba). Aslında bunu sırf bakacağım belli bir yerde çok fazla olduğu o yer hakkındaki her kaynakta devamlı söylendiğinden listeye aldım, bu listede olan bitkiler arasında bulsam bile edinme ihtimalimin en düşük olduğu bitki bu.

6. Amazon frogbit (Limnobium laevigatum). Bu zaten Türkiye sulak alanlarında yok -gerçi "muadili" var: kurbağazehiri (Hydrocharis morsus-ranae)- o yüzden edinip edinmemekte kararsızım. Aynısı "yerli muadili" için de geçerli.

Yani sonuç olarak kaç tane lazım olduğu tamamen hangi bitkileri edineceğime bağlı. Evet, bu kadar yazıp sonucu bununla bağladım. Bence iyi oldu.

Ha bir de akvaryumun dekoru hakkında da düşünüyorum ama bitkiler dekorasyonun en önemli parçası olduğundan ve elimde hangi bitkilerin olup bunların ne kadar olacağını şimdilik kestiremediğimden bu konuda kesin kararlar vermekten kaçınıyorum.

02.04.2024

Ramshorn sayısında gözle görülür bir artış ve adi salyangoz sayısında da aynı oranda (hatta daha fazla oranda) azalış var. Tabii ki bu durumdan memnunum ama memnun olmam, sebeplerini düşünmeyeceğim anlamına gelmiyor.

1. Ramshornlar akıntıdır, şelaledir vs. sevmiyor, adi salyangozlar tam tersine seviyor olabilir. Nitekim şu an "ramshorn patlaması" olan akvaryumda pipo filtre bile yok, sadece durgun su. Bu, tür özelliği değil elimdekiler bazında geçerli de olabilir çünkü adi salyangozlar büyük oranda dereden (özellikle de su teresine tutunmuş hâlde), ramshornlar ise akvaryumcudaki bitki tankından (o akvaryumda da pipo filtre bile yoktu, sadece CO2 sistemi vardı) geldi.

2. Gözümü karartıp yaptığım adi salyangoz eksiltmeleri iş görmüş olabilir.

3. Durgun suyun getirdiği güvenlik hissi ve besin çokluğu* ramshornların daha çok üremesine neden olmuş olabilir (daha önce de dediğim gibi ramshornlar popülasyonlarını düzenliyorlar).

*Şelale sisteminde akıntılı kısımda su mercimekleri asla olmuyordu, bu da ekolojik rekabetin saçma sapan bir şekilde tüm canlılar üstünde olumsuz etkileri olmasına neden oluyordu.

Tabii ki bunlardan tamamen farklı, şu an tespit edemediğim (hatta alet edevat, deney ve gözlem olmadan tespit edemeyeceğim) başka bir sebebi de olabilir veya birkaç farklı sebebin birleşiminden de kaynaklanıyor olabilir. Her neyse, bu aslında bir sorun değil, aksine olumlu bir şey olduğundan sebepler üzerine o kadar da düşmüyorum (akvaryum da dahil çoğu şey için temel bir sorun çözme kuralı: sebebi ortadan kaldırırsan sorun ortaya bile çıkmaz) ama yine de bu, merak etmemi engellemiyor.

04.04.2024

Uluabat Gölü planı kesinleştiği için hazırlık yaptım:

Bu listeyi de sırf gözümden bir şey kaçmasın diye yapıyorum ha:

-Havuz kepçesi (ve sapı)

-Uzayabilir saplı tırmık (sapını havuz kepçesine entegre etme çalışmaları başarısız oldu)

-Kova (ve kapağı)

-Sera Aquatan, planı değiştirmeye yetecek canlılar bulursam diye

-Akvaryum bitki cımbızı, "belki lazım olur" diye

-Akvaryum makası, yine "belki kesmemiz gereken şeyler olur" diye

-Ufak bahçe seti, bunlardan hâlâ umutluyum. Bir gün iş görecekler.

-Akvaryum kepçesi, yeterince küçük ve yakın bir şey bulunursa diye

-Poşet, her şeyi içine koymak için

Bir de burada olmayan buzdolabı poşeti var (standart), onu giderken (çünkü tam ne zaman gideceğimiz de belirsiz) alacağız.

07.04.2024

Şelale Projesi'nin artık bir şelale olmaması biraz sinirimi bozuyordu ama çözümü buldum: Kum şelalesi! Biraz daha gerekecek ama silis kum tam da kum şelalesine uygun bir malzeme. Kum şelalesi hep kullanmak istediğim ama hiç yeltenmediğim bir dekordu (elimde ve kafamda hep daha önemli projeler vardı) ama şu an tam da kullanabileceğim ortamı sağlamış bulunuyorum. Tek sıkıntı bunun için hava motoru gerekip gerekmediğini hatırlamamam (daha doğrusu kafa motoru mu yoksa hava motoru mu gerektiğini hatırlayamamam); elimdeki hava motoru bir pipo filtreyle bir hava taşına bile yetmiyor, dolayısıyla kum şelalesine (pipo filtreyi de çalıştıracağı için) kesinlikle yetmez. Ben de sırf kum şelalesi için gidip hava motoru alacak kadar zengin olmadığıma göre kum şelalesi işini iptal etmemiz gerekecek.

*Aslında şu Paypal ülkede olsaydı hem aile evinden kurtulmuş hem de doları düşürmüştüm, bu kadar da iddialıyım bu konuda. Ulan dolar azıcık düşsün diye atmadıkları takla kalmadı, "turistin görebileceği herkesi aşılayacağız" bile dediler ama sıradan vatandaşın dolar kazanmasının hemen hemen tek yolu olan Paypal'ı geri açmayı bir an bile düşünmediler. Alternatif diye zırvalayacaklar için: O bahsettiğiniz alternatifler yurtdışına bir şeyler satarken değil yurtdışından bir şeyler alırken işe yarıyor ama o zaman internet alışverişine açık bir kredi kartı bile iş görüyor zaten, kasmaya hiç gerek olmuyor. İnternet üzerinden 2-3 kuruş kazanmanın dünyada en kabul görmüş platformlarından olan RedBubble'ı o bahsettiğiniz alternatiflerden herhangi birini kullanmaya ikna edin, ömür boyu uşağınız olarak çalışacağım. Ben RedBubble'ı Paypal olmadan kullanmayı denedim (Payoneer diye bir şey üzerinden Paypal'a bağlama falan gibi bir şeyler yapabiliyorsunuz), sonucu şu oluyor: "Dolandırıcı mısın lan sen?" deyip hesabınızı "telif hakkı" gerekçesiyle (Aklıma daha dün gelip de çizdiğim şeyi nereden bulup da telifli olduğuna karar veriyorsunuz lan?) banlıyorlar. Sonuç olarak Paypal'ı açmayı aklına bile getirmemek şu demektir: "Biz doların düşmesini falan istemiyoruz, vatandaş da ne bok yerse yesin umurumuzda değil; tek derdimiz gelirini komple cebe indirdiğimiz otellerimiz. Tabii bunu açıkça diyemeyeceğimiz için turizmin döviz getirdiğini söylemekle yetiniyoruz." Bu arada yıllara göre dolar kurunu bir incelerseniz Paypal'ın ülkeden gönderildiği 2016 yılından sonra doların bu durmak bilmez yükselişinin başladığını görebilirsiniz (tabii mevcut kurdan -benim bu cümleyi yazdığım sırada yaklaşık 32 TL- bakınca insanın "Ne ağlamışsınız ulan, biz n'apalım ölelim mi?" gibi bir tepki veresi geliyor ama onu o döneme göre değerlendirmek lazım).

Bu arada biraz bakındım, kafa motoru gerekiyormuş. Bildiğimiz iç filtrenin kafasıyla hallederim ben o işi. Yine de tasarımlara biraz daha bakmam gerekecek çünkü kum döngüsünü nasıl işleteceğimizden tam olarak emin değilim.

08.04.2024

Uluabat Gölü planında beni heyecanlandıran ek şeyler olduğu için sazan gibi atladım; ama ondan önce Bilecik'in Bursa'ya bağlı olduğu ilçenin merkezinden çok daha yakın bir köyüne [aslında işime geliyor, ciğerotu ve şanslıysam bolca çam (C. submersum) toplama fırsatım var], ondan da önce İstanbul'a gelmeliydim. İşime geldi, taşçıya gittim; bayağı bir şey aldım. Tabii onları yıkayıp öyle tasnifleyeceğim ama taşçıda bayağı bir şey vardı. Canlı kaya, makarna kayası -ki akvaryum malzemesi olarak kabul edilmesine karşın Balıkesir'deki akvaryumcularda bir tane bile görmüşlüğüm yok- gibi akvaryumcudan başka bir yerde görmeyi beklemediğim taşlar, dolomitler, tam olarak istediğim ebat ve renkte dere kumu (ama iş işten geçti tabii, bu saatten sonra neyleyeyim dere kumunu?)... Yılan taşı vardı -işlenmemiş olduğundan çakıl kabul ediliyor, zaten görseniz "yeşil çakıl bu" dersiniz- onlar aklımı bayağı bir çeldi. Hani "Acaba silis kumu falan boş verip dekoratif kum yerine bunları mı kullansam?" diye de düşündüm. Çizgili dolomitler, kum taşları, granit dolomitler, lav kayaları (evet, kaya; hem de bayağı büyük kayalar), falez taşları, kayraklar... Çok güzel şeyler vardı be. Tabii onları tek tek yıkayıp fotoğraflayıp ne taşı olduklarını yazacağım ama şu an poşette duruyorlar.

11.04.2024

Pek umudum olmayan, sırf gitmek için gittiğim bir gölet gezisinden elime güzel şeyler geçti:

Bunlar nedir? Su menekşesi (Hottonia palustris), suneferi (Stratiotes aloides), toynak otu (Ludwigia adscendens subsp. diffusa).

Bunun dışında su nanesi (Mentha aquatica) buldum ama alamadım (kökleri çok sağlamdı), sarıkız (Lysimachia nummularia) gördüm ama “Böyle bir su bitkisi var mıydı?” diye emin olamadığımdan (çünkü tamamı karasaldı, suyun içinde hiç yoktu ve karasal formlarıyla sucul formları arasında dağlar kadar fark var; sadece karasal formunun sürünücü/sarmaşık olduğunu belirtmekle yetineyim, gerisini siz anlayın) almadım, Hüdaverdi otu (Gratiola officinalis) gördüm ama akvaryumda olmuyor diye almadım, denizdili (Potamogeton natans) gördüm ama yapraksız saplardan ibaret olduğundan ve köküne ulaşması epey zor olduğundan olduğu yerde bıraktım. Bir de tabak gibi alg kümeleri vardı, tabii alg kümesi olduğunu zaten tahmin edebiliyordum ama “Ulan belki su ciğerotu (Ricciocarpos natans) veya kırmızı eğreltidir (Azolla filiculoides)… Bir bakmak lazım.” (çünkü ikisi de bir yerde görsem kaçırmayacağım bitkiler) deyip bir kepçe attım. Sonuç olarak tabii ki alg kümesi çıktı. Ha bir de suteleği (Groenlandia densa) vardı ama elimde zaten elodea (Egeria densa, syn. Elodea densa) olduğundan almadım. Ne alaka? Çünkü bilimsel olarak aynı aileden bile değiller ama akvaryum bitkisi olarak Groenlandia (zaten monotipik, yani suteleği dışında bu cinse kayıtlı herhangi bir bitki yok), Egeria ve Elodea cinslerinin her türü pratikte tamamen aynı bitki, zaten o yüzden akvaryum ticaretinde yıllar önce Elodea cinsinden çıkarılıp Egeria cinsine atılmış (daha doğrusu Egeria cinsini tanımlamış) olan bitkiye “elodea” deyip duruyoruz (ve bu yüzden akvaryum hobisiyle uğraşan herhangi biri “elodea” kelimesini duyunca Elodea sp.yi değil de Egeria cinsinin tip türü olan Egeria densayı anlıyor).

12.04.2024

Ciğerotu (Lunularia cruciata) bulmak için gittiğim bir geziden de verimli dönmeyi başardım. Söğüt yosunu (Fontinalis antipyretica) buldum ki bunu pek beklemiyordum; ama tabii ki balıklama atladım. Bir tane nispeten karasal, ciğerotlarının orada vardı:


Bir de suda vardı, suyun dışından bakarken tanıyamadım. Bu kovada sucul formdaki söğüt yosunu, çam (Ceratophyllum submersum) ve bataklık gülü (Butomus umbellatus) var:

Bu kaba sığmadığı (diğerlerinin altında kaldığı) için öbür kaba koyduğum da bir su düğün çiçeği (Ranunculus sphaerospermus) var. Oradaki su menekşesinden (Hottonia palustris) sonra ayırt edebilirim diye umuyorum. Hatta dur ben onu alıp asıl kovasına koyayım, sonra ayırmak kolay olsun (su dışı formunda bir adet yaprağı var, o da olmasa ayırmak zaten mümkün olmayacak).

O değil de ufak bir saz (Vallisneria spiralis), daha düşük ihtimalle sülüklü ördek otu (Ruppia cirrhosa) örneği bulmuştum ama bitkileri kovalara ayırırken göremedim. Nerede o?

Ha bir de suyıldızı (Callitriche sp.) görmüşüm ama ne olduklarını anlayamayacağım kadar küçüklerdi, o yüzden almadım (hatta şu an bu bitkileri tanıladığım, kendi tuttuğum “yerel su bitkileri” dosyasını kontrol ederken bir ton farklı bitki de olabileceklerini fark ettim). Başaklı su civanperçemi (Myriophyllum spicatum) için iki genç kökü zorladım ama yok, kökleri çok sağlamdı (başaklı su civanperçeminin Ceratophyllum sp.den ayırt ediliş noktası, yani böylece onların Myriophyllum spicatum olduğundan emin oldum). Ya sahil ördek otu (Ruppia maritima) ya da sutarağı (Stuckenia pectinata) olan bir bitki vardı ama akvaryumda olmuyor diye almadım.

13.04.2024

Oldukça yorucu ama nispeten verimli bir geziden döndüm. Şu an çok yorgun olduğumdan (ve bin tane birikmiş listem olduğundan) sonra yazacağım.

14.04.2024

Tamam, dün elde ettiklerimi anlatma vakti. Öncelikli bitkileri bir ön temizlikten geçirip ayırırken sucul formdaki söğüt yosunlarında inanılmaz sayıda sucul izopod fark ettim:

Sucul izopodlar, karasal olanların aksine, akvaryumda pek istenen varlıklar değildir çünkü tam türünü tespit etmeden zararlı olup olmadıklarını bilemezsiniz. Bu izopodların arkasında kanca gibi bir şey vardı, o yüzden parazit olma ihtimallerinin yüksek olduğunu düşünüp ayırdım. Hoş her türlü risk almayıp ayıracaktım. 4-5 tane ayırdım ama eminim ki dahası da var.

Bu arada o küçük bitki var ya, onun Vallisneria spiralis olduğuna artık eminim ama şöyle bir sorun var: Ben o göletin çevresini defalarca baştan başa dolandım, orada Vallisneria spiralis falan yok. Gerçi bu gidişimde hiç Alisma sp. de görmedim ve daha önce -ciğerotlarının orada olanlar haricinde- söğüt yosunu da görmemiştim, yani hiç Vallisneria mevsiminde gitmemiş olabilirim.

Uluabat Gölü'ne gelince... Kıyıya vurmuş birçok küçük sazansı vardı, tabii tam tür tespiti için Uluabat Gölü tür listelerine tekrar bir bakmam lazım ama o kadar büyüyorlar, küçük bir tür yani.

Onun dışında açmış suluçanak (Ranunculus trichophyllus) vardı, hemen atlayıp topladım:

İçinde koca bir danaburnu vardı, ondan kurtuldum ama bolca parazit kurt da vardı. Tabii ayıklayabildiğim kadarını ayıkladım ama daha bir o kadar daha vardır. Onları temizlerken bayağı uğraşmam lazım çünkü onlar haricinde de acayip derecede omurgasız yuvalamış ve bunlardan köklere yakın olan zebra midye (Dreissena polymorpha) dışında hepsi de zararlı (aslında zebra midye de zararlı ama akvaryuma zararlı değil, gambusya gibi düşünün; edinmek istediğim bir tür olduğundan da işime geliyor).

Bir grup salyangoz da buldum, suluçanakla birleşince her ne kadar azolla da salvinia da bulamasam da tatmin oldum:

Bunlar nedir? Yerli ramshorn (Planorbis intermixtus), çok büyüyebildiklerini biliyordum ama bu kadar da büyüyebildiklerini tahmin etmiyordum, yarasa kulak salyangoz (Lymnea stganalis), bunların bu kadar büyüyebildiği hakkında en ufak fikrim yoktu ama L. stagnalis dışında bir şey olma ihtimalleri olmadığına emindim (ve baktım, evet, zaten büyük bir tür olarak geçiyormuş), Viviparus viviparus ve Melanopsis buccinoidea. Kovada zebra midye de var, yine yavrular. Ha bir de bir yerde Peregriana peregra gördüm ama adi salyangoz (Physidae) sandım, o yüzden göle iade ettim. Bu arada bunlardan (P. peregra) galiba halihazırda akvaryumda da var, yenileme sırasında onu bir kontrol etmem lazım.

Yerli ramshornların ve yarasa kulaklı salyangozların bu kadar büyümesi hakkında bir fikrim var: Bulundukları yer boyutlarını etkiliyor olabilir. Aynı olay timsahlarda ve bazı balıklarda da var, ne kadar büyük bir ortama koyarsanız maksimum boylarına ulaşma ihtimalleri o kadar artar; ama daha küçük yerlerde boyları da güdük kalır (tabii yine de bir "minimum litre" ihtiyaçları vardır). Yani bunların muhtemelen koskoca (karşı kıyı görünmüyor) gölde olduklarından bu kadar büyük olduğunu, akvaryumda doğup büyüyecek sonraki nesillerin daha küçük olacağını düşünüyorum. Tabii V. viviparus hariç, onların olayı zaten bu kadar büyümesi (hatta beni asıl şaşırtan yerli ramshrornlarla yarasa kulaklı salyangozların viviparuslardan daha büyük olması oldu, boyutlarından çok oranlarına şaşırdım).

Şimdi bitkiler bir yerde, salyangozlar (ve zebra midyeler) başka yerde bekliyor. Bugün bitki söyleyeceğim, o bitkiler gelince de kurulumu yenileyeceğim.

15.04.2024

Doğadan gelen salyangozlara biraz hıyar verdim (sonradan keşke akvaryumdakilere de verseydim diye düşündüm ama çok geçti), önce çok ilgi göstermediler ama yiyorlar. Bir saat falan sonra kalanını (tabii kalırsa) alacağım, belki kalan parçayı da akvaryuma atarım.

Salıya (17'sine) kadar kovada dursunlar da rutin bakımla beraber salyangozları akvaryuma geçireceğim. Yeterli su değişimini yaptığım sürece bir hafta da kovada dururlar ama içim elvermiyor.

Erken kalktım (10.50'de, benim için erken; hatta sabahın körü) o yüzden de toplanmış bitkileri başka bir kaba aldım:


Üst görsele göre sağ en üstteki bitki suneferi (Stratiotes aloides), bir altındaki toynakotu (Ludwigia adscendens diffusa), onun altındaki su menekşesi (Hottonia palustris), onun solundaki Ceratophyllum kümesi (Neden dümdüz tilkikuyruğu demiyorum? Çünkü o öbekte hem C. demersum hem C. submersum var.), onun solundaki ufacık tek kök olan Vallisneria spiralis, onun solundaki söğüt yosunu (Fontinalis antipyretica), onun üstündeki suluçanak (Ranunculus trichophyllus), onun sağındaki bataklık gülü (Butomus umbellatus).

Ayrıca hazır elim değmişken taşları da yıkadım:

Sağ en üstten itibaren taşlar: Bazalt (tamburlanmış), dolomit (tamburlanmış), yeşil bazalt, çamurtaşı (tamburlanmış), tamburlu gökkuşağı oniks; bir alttan sağdan mermer, çizgili dolomit, kum taşı (tamburlanmış), (?), yeşil melek taşı (tamburlanmış); onun altında sağdan granit (tamburlanmış), yeşil dolomit (tamburlanmış), gri dolomit (tamburlanmış), kuvarsit (hematoid); en alt sağdan tamburlu pembe çakıl, siyah melek taşı (tamburlanmış), serpantin (arada birkaç işlenmemiş yeşim de var sanırım), tamburlanmış bazalt çakıl, dolomit çakıl. "(?)" diye gösterdiğimin ne olduğundan çok da emin değilim.

Hazır elim değmişken midye kırığını da yıkadım. İyi ki de yıkamışım, akvaryumu sıfırdan kurarken yıkamaya çalışsam çekilmezmiş o iş.

16.04.2024

Dediğim gibi doğadan gelen salyangozları akvaryuma aktardım. Hemen hareketlendiler:

Normalde metilen mavisi omurgasızlarla kullanımı makbul bulunmayan bir üründür (parazit tedavisinde kullanılmasının bir sebebi var) ama doğadan gelen salyangozların akvaryumdaki ramshornlara hastalık taşıma riskini göze alamazdım, bu yüzden iki damla damlatıp şöyle bir kovayı çalkaladım, sonra da hemen aşılamayı başlattım. Gerçi salyangozu aşılamasam bile bir şey olmaz ama bu salyangozları (özellikle yarasa kulakları) kaybetmek istemiyorum. Kaybetmek demişken viviparuslar ölmüş (ya da aldığımda zaten ölülerdi, o da olabilir), ona üzüldüm.

Görselleri de bir doğru düzgün koyayım:

Yerli ramshorn (Planorbis intermixtus):

Yarasa kulak salyangoz (Lymnea stagnalis):

Doğru düzgün görülmese de zebra midye (Dreissena polymorpha):

Yenileme sırasında şunların fotoğrafını doğru düzgün çekeceğim (gerçi zebra midyeler daha yavru, büyüyecekler; büyüyünce çekerim, diyeceğim ama ne kadar zamanda büyürler belli değil). Bu arada bu "midye taşı" akvaryuma girer girmez "akvaryum ramshornları" (Planorbarius corneus) ona toplandı, muhtemelen üzerinde biraz alg falan vardı da onun için yaptılar. Melanopsis buccinoideaları göremiyorum, muhtemelen kuma girmişlerdir (onların olayı kuma girmek zaten, kuhli gibiler), kumda değillerse de su mercimeklerinin arasındalardır.

Bir de söylediğim bitkiler (biri hariç çünkü onu başka yerden söyledim) geldi:


Şimdilik açmadım, yarın akvaryumu boşaltıp doğadan gelen bitkileri temizleyeceğim, o sırada bunları da açacağım. Tabii hava hortumundan su üstü bitkisi halkası yapmak için aparat da almam lazım. Şimdi gelelim, bunlar tam olarak nedir (tabii paketi açınca akvaryuma dikmeden önce her bitkiyi -ve taşı- tanıtacağım ama): Söğüt tütün (Hygrophila lacustris), zeytin (Hygrophila polysperma var. Ceylon), Azolla caroliniana, bakopa (Bacopa monnieri), Salvinia cucullata, Amazon frogbit (Limnobium laevigatum).

17.04.2024

Sistemi sıfırladık. Arada da lepistes otu (Najas guadalupensis) geldi, çok iyi oldu. Şu an deli gibi yorgunum ve daha bir bu kadar daha işim var.

Kronolojik olarak ilerlersek su mercimeklerini ve su marullarını ayırdık (en üstteki kovada da diğer bitkiler var): 



Aslında su marulları çok iyi bir gelişim gösterdiğinden halka işini sadece çok küçük olup su mercimekleriyle rekabet edemeyecek, onlarla bulamaç hâline gelecek azollalara ve "müdahale boşluğuna" mı uygulasam diye düşünüyorum. Ayrıca su mercimeklerinin köklerinin birbirine geçmesi sorunu kendiliğinden hallolmuş (şelale su mercimeklerini birbirine doğru ittiği için oluyordu diye düşünüyorum).

Ayrıca Melanopsis buccinoidea sandığım salyangozlar aslında küçük/yavru yarasa kulak salyangozmuş (akvaryuma girdiklerine göre diğer ikisi kadar büyüyemeyecekler). Dört yarasa kulak salyangoz iki yarasa kulak salyangozdan iyi olduğundan ve artık bir kazıcı salyangoza ihtiyacım olmadığından bu konuda çok da üzgün değilim. Zebra midye (Dreissena polymorpha) yakından çekimi:

Akvaryumu boşalttık:

Bu da temizlenmiş hâli:

Lav kırığını dibe serdik:

Üstüne tül koyduk:

Onun üstüne de midye kırığı (çok hoşuma gitti lan, hiç kullanmayı düşündüğüm bir malzeme değildi ama Japon balığı veya deniz akvaryumu kurarsam direkt midye kırığı kullanacağım):


Isıtıcı ve pipo filtre böyle duruyor:

Sonra da bitkileri yıkadım:




"Prosedür" şöyle ilerledi: Önce üstündeki toprağı, ölü yaprağı, gözle görünür omurgasızı* vb. temizledim, ardından beyaz sirkeli suya koydum. Diğer bitkiler ilk aşamadayken orada beklediler, ardından sirkeli sudakiler metilen mavili suya alındı, "gözle görülür parça" temizliği yapılanlar sirkeli suya kondu.

*Ulan içlerinden neler neler çıktı... Sülükler, kan kurtları, yusufçuk larvaları, planaryalar, tubifeks olup olmadığından emin olmadığım bir şey, ne olduğu hakkında en ufak bir fikrimin olmadığı yaratıklar... Bir yıkansam benden bile kan kurdu çıkar gibi hissediyorum.

Bütün bitkileri temizledikten sonra yine hepsini sirkeli suya koydum, bir saat kadar orada bekledikten sonra da bitki başına bir damla metilen mavisi ekleyip 10-20 dakika da öyle beklettim.

Sonra da temel dekorasyonu yaptım:


Hepsinin kökünde kapsül gübre var. Bazıları midye kırığıyla silis kum arasına da (yani her katmana*) tül koyar ama ben gerek görmedim.

Satıcı -bir sürü bitkiyi favoriye ekleyip yarısı kadarını aldığımdan hediye babında olsa gerek- söylediğimden fazla bitki gönderdiğinden planlarım biraz karıştı ama hiç yoktan elime bitki geçmesinden şikayetçi değilim. Biri Hemigraphis exotica, biri Ludwigia palustris, öbürü de bir Alternanthera türü ama hangisi emin değilim (beş bin reineckii varyetesinden herhangi biri olsa gerek).

Bir de midye kırığı çok hoşuma gitmişti ama silis kumu görünce silis kum sevdam geri döndü. Böyle katman katman görünmesi de çok hoş, midye kırığından biraz üste koymayı düşünüyordum ama yok, böyle iyi.

Suyu yarım koydum (çünkü su üstü bitkisi halkası için aparat almam gerek):

Bu da paludaryum/riparyum sevdamı azdırdı, resmen suyu bu seviyede tutasım var. Tabii öyle bir şey olmayacak.

Şu an güzel duruyor ama marifet bu akvaryumu kurmak değil, bu kurulumu herkes yapabilir (tek gereken iyi görünen bitkiler almanız/bulmanız); marifet bu kurulumu sürdürebilmek (ve mümkünse daha iyi hâle getirebilmek). Tabii artık şelalenin baskısı olmadığı ve Sera Aquatan ile Sera Bio-Nitrivec adında iki muhteşem yardımcım olduğu için işim eskisi kadar zor değil.

O değil de adi salyangozlarda eksiltme yaparken birkaç tanesi dikkatimi çekmişti, "Lan siz çamur salyangozu (Potamopyrgus antipodarum) musunuz?" diye düşünmüş ama sonra adi salyangoz olduklarına karar vermiştim. Şimdi bir şeylere bakarken ona da baktım da cidden çamur salyangozuymuş lan onlar. Neyse, yapacak bir şey yok. "Neye baktın?" diye sorarsanız gölden gelen kan kurtlarının tam türünü arıyordum, onlar da -tahmin ettiğim/hatırladığım- gibi Lumbriculus variegatus imiş.

18.04.2024

Şu çok sinirimi bozdu: O kadar omurgasız çıkan bitkilerin arasından bir tane bile karides çıkmadı. Ne bir Palaemonetes antennarius ne bir Atyaephyra desmaresti... 

Neyse, konu bu değil. Konu şu: Gittim hava hortumu ve hava hortumu birleştirme aparatı aldım. Ayrıca tür listesini de yeniledim, klasiklere döndüm:

5 karides (%99 ihtimalle bir Neocaridina türü ama varyeteyi bırak daha türe bile tam karar vermedim)

4 Otocinclus affinis (bulduğum anda 2 Garra rufa "sensu lato"ya dönüşecek ama Garra sp.yi bırak, otocat bile bulup bulamayacağımdan emin değilim)

1e2d lepistes (yine, daha hangi varyete hiç belli değil)

5 albino çöpçü [Albinolar ya bronz (C. aeneus) ya da komando (C. paleatus) albinosu oluyorlar ama hangisi olduğunu ayırt etmenin bir yolu var mı acaba?..], bulabilirsem 6 pigme çöpçü de (C. pygmaeus) olabilir. Albino çöpçü bulamamam gibi bir ihtimal pek yok ama albino yerine direkt bronz veya komando da koyabilirim (ya da hangi türün albinosu olduğu belliyse -aynı türün albinolarını aynı akvaryuma koyabiliyorlar- üç normal, üç albino da alabilirim)

Bir de sizi şu mühendislik harikası (!) ile tanıştırmak istiyorum:

Yavruluktan yapılan karasal kısmın kopmasından endişe ettiğimiz için kırılıp açılmış yerlerini silikonla yapıştırdık (bitki yapıştırıcısıyla denediğimde kesinlikle olmadı), bastır bastır zar zor tuttu ve akvaryumcudan dönene kadar açılmasın diye de işte bu çözümü bulduk. Şimdi 24 saat boyunca -yani silikon su görmeye hazır olana kadar- böyle duracak.

19.04.2024

Akvaryumun temel kurulumunu yaptıktan sonra elimde bir sürü temizlenmiş bitki kaldı:

Benim de gönlüm bunların heba olmasına razı gelmediği için doğrudan gerçek güneş ışığıyla aydınlanan bir riparyum düzenlemesi yapmaya karar verdim. Gerçi görselde gördüklerinizin hepsi de artık bitki değil; ciğerotları (Lunularia cruciata), söğüt yosunları (Fontinalis antipyretica) ve bir kök bataklık gülü (Butomus umbellatus) paludaryumun karasal alan düzenlemesine dahil edilecek. Bataklık gülünden hiç umudum yok bu arada; suyun içindekinin çürüyeceğinden hemen hemen eminim, karasal alandaki -çok umudum olmasa da- belki tutunabilir. Tabii gerçek güneş ışığıyla aydınlanan riparyuma koyulacakların tutacağına dair umudum var.

Düzenleme için kullanacağımız akvaryum:

İçine eski sistemin kumunu (karışımını) koyduk:



Bir klasik olarak su bulandı:

Onun dışında asıl sisteme de su doldurduk:


Bir müdahale halkası (boş halka), bir azolla halkası var; kalanı -azollaların bir kısmı da dahil- su üstünde serbest duruyor. Ayrıca Amazon frogbitin kötü bir fikir olduğunu fark ettim.

Alt karasal alan düzenlemesinde kaktüs ve sukulent toprağı olarak satılan bir torf karışımı kullandım:

Şimdi "Hani akvaryumda öyle hazır çiçek toprağı falan kullanılmazdı?" sorusuna cevabımı üç madde hâlinde vereceğim:

1. Kaktüsler ve sukulentler fazla besin istemeyen bitkiler olduğundan toprakları da verimli olsun diye gübrelenmeyecektir.

2. Tabii ki içeriğine baktım. İçerik şöyle: Hindistancevizi torfu, kil bilyesi, perlit, dere kumu. Bunların hiçbirinin akvaryuma zararı yok, hatta perlitin aksine yararı var. Gerçi hindistancevizi torfunu taban veya taban altı malzemesi olarak kullanırsanız gaz biriktirip müdahaleler sırasında toplu ölümlere neden olabiliyor (Walstad metodunda kazıcı salyangoz beslenme sebebi bunun olmasını önlemek) ama o da suyun içinde olduğu durumda geçerli.

3. Bu da beni üçüncü maddeye getiriyor. Ben onu taban malzemesi olarak söyledim, paludaryum düzenlemelerinde bulup bulabileceğiniz en güzel karasal alan malzemesi hindistancevizi torfudur. Suyu yumuşatır, başka da bir şey yapmaz. E, paludaryum bitkilerinin çoğunun doğal ortamındaki toprağa da epey benzer bir malzemedir.

23.04.2024

Birkaç detay hakkında yazacağım (keşke şu yazıyı baştan beri parça parça yayınlasaydım diye düşünüyorum da... neyse). Hava motorunun içindeki bir parça kopmuş, onu yapıştırdık. Koptuğunu nasıl fark ettik? Çünkü çalışıyordu ama hava vermiyordu. Birkaç deneme sonrasında da kopan parçayı fark ettik.

Ayrıca ısıtıcıyı bir denedim. Neden denedim? Çünkü "Ulan 23 dereceye ayarlı, su 20 derece. Niye çalışmıyor bu?" Meğer termometreyi yanlış okuyormuşum: "Güvenli bölge"yi yeşille işaretlemişler, ben kafadan onu 20'den başlattım, oysa 22'den başlıyor. Ama hiç değilse ısıtıcının derecesini yükseltip gerçekten çalıştığını teyit etmiş oldum.

"Bitkilerde ışığa yönelme" (lise biyoloji konusu) ve birkaç basit müdahale sağ olsun akvaryum gayet iyi duruma geldi (gerçi Hottonia palustris ölmüş, sadece bir sapı kalmış ama belki su altı formunda dal/yaprak çıkarır diye akvaryumda tutuyorum, tamamen ölse salyangozlar yer zaten; ayrıca Amazon frogbitin o kadar da kötü bir fikir olmadığını düşünmeye başladım):

Peki mevcut flora tam olarak nedir? Gerçi burada "flora" terimi tam doğru değil çünkü bakterileri falan da kapsıyor (çünkü bilimsel sınıflandırma icat edilirken bakteriler de algler ve mantarlar gibi bitki kabul edildi, protozoalar ise hayvan kabul edildi; günümüzdeyse ne arkeler bakteri ne de cıvık mantarlar mantar kabul ediliyor, tamamen ayrıştırıldılar) ama tabii ki akvaryumda nitrifikasyon bakterileri harici bakteri varsa bile bunu bilmek gibi bir ihtimalim yok. Tek bilebileceğim en azından zararsız oldukları olurdu. Hah neyse: Roseafolia (Alternanthera reineckii var. "Roseafolia"), söğüt yosunu (Fontinalis antipyretica), tilkikuyruğu/kınalı suboynuzu/çam (Ceratophyllum demersum), bakopa (Bacopa monnieri), yosun topu/marimo (Aegagropila linnaei), zeytin (Hygrophila polysperma var. "Ceylon"), tütün/söğüt tütün (Hygrophila lacustris), bataklık gülü/hasır gülü/kamış gülü/su menekşesi/sığır sazı/çiçekli hasır otu (Butomus umbellatus), Hemigraphis exotica, su toynak otu (Ludwigia palustris), suneferi (Stratiotes aloides), diffusa toynak otu -daha doğrusu toynak otunun diffusa alttürü, Türkçede ikisine de toynak otu deniyor, ayırt edilmiyor- (Ludwigia adscendens subsp. diffusa), Alternanthera reineckii, elodea (Egeria densa), suluçanak (Ranunculus trichophyllus), su menekşesi (Hottonia palustris), lepistes otu (Najas guadalupensis), başaklı su civanperçemi/tilkikuyruğu (Myriophyllum spicatum), azolla (Azolla caroliniana), Amazon frogbit (Limnobium laevigatum), su mercimeği (Lemna minor), su marulu (Pistia stratiotes), Salvinia cucullata. Bir de bir saz (Vallisneria spiralis) vardı ama nereye kayboldu bilmiyorum. Küçük ve tek köktü, bir yerlerden çıksa da ölmüşse de şaşırmam.

Bunlar da su üstü bitkileri (yukarıdaki "mevcut flora" listesinin sonundaki beşli):

Bu arada -daha önce söyleyip söylemediğimi hatırlamadığımdan tekrar söyleyeceğim- azolla halkasının amacı azollaların dışarı çıkmaması değil (sığmayanları zaten dışarı koydum), su mercimeklerinin içeri girmemesi.

Karasal alan, bunları mevcut flora kısmına koymadım çünkü bunlar su bitkisi değil (gerçi ikisi teknik olarak öyle ama...):

Ciğerotlarının üstündeki küf (benzeri yapılanma?) hakkında en ufak bir fikrim bile yok. Gerçekten küf olabilir mi? Ama neden olsun ki?* Belki bitkinin kendisiyle ilgili bir durumdur diye bir süre daha gözlemleyeceğim. Neyse, burada üç tür bitki var: B. umbellatus (evet, suda da var; yukarıdaki listede var), söğüt yosunu (bkz. B. umbellatusun yanındaki parantez), ciğerotu (tür tespiti kolay olmasa da muhtemelen Lunularia cruciata).

*"Temizleme" aşamasında su bitkileriyle birlikte sirkeli/metilenli suda bekledi, ondan olabilir mi ki? Sonuçta B. umbellatus da F. antipyretica da kıyı bitkisi (yani yılın yaklaşık yarısını, bulundukları biyoma bağlı olarak gövdelerinin yarısında yıl boyu suda geçiriyorlar) ama ciğerotu dümdüz su kenarı bitkisi (yani ekstrem koşullar dışında su altında kalmıyor, uzun süre kalınca da çürüyor), kötü etkilenmiş olabilir mi?

Faunaya gelirsek... Ramshorn salyangoz (Planorbis intermixtus):

Ramshorn salyangoz (Planorbarius corneus), yerli ramshornlar (P. intermixtus) da küçük alanda olmanın etkisiyle küçük kalınca iki türü ayırt etmek mümkün olacak mı merak ediyorum (Hadi renkli varyeteleri ayırt edilir, leopar maviye P. corneus der geçersin de ya düz kahverengiler?):

Zebra midye (Dreissena polymorpha):

Yarasa kulak salyangoz (Lymnea stagnalis):

Bu arada hava motorunu pipo filtreye taktım... ama yine çalışmıyor. Hortumu çıkarıp denedim, hortum çalışıyor; sorun pipo filtrede (artık). Bıktım ya... Neyse, pipo filtreyi söküp geri takacağım (ters takmış olabilir miyim diye düşünüyorum çünkü bunu yapan var). Yine çalışmazsa yapacak bir şey yok, mecbur yenisini alacağız. Şimdi bir süre bekletiyorum (hortumda su falan biriktiyse ilk basınçla atmıştır diye), bakalım olursa ne iyi. Hatta geri açınca çalışmazsa bile bir süre daha açık tutacağım, yeter lan. Bu arada evet, hortumda su birikmesindenmiş; şimdi çalışıyor. Çok rahatladım be. O değil de şimdi yine çalışmıyor. Bakalım biraz (öğlen olup uyanana kadar, bu arada saat 03.56; evet, gece) bekleyeceğim, hâlâ çalışmıyorsa ne yaparım hiç bilmiyorum.

Yeminle delireceğim. Hava motorunu hallettik ama şimdi de pipo filtrede sorun var: Fişe taktığımda başta çalışıyor, ne güzel; ama bir süre sonra baloncuk vermeyi bırakıyor. Tamam çok fazla baloncuk vermesi de -özellikle bitkili akvaryumlarda- pek istenen bir şey değildir (ayrıca baloncuk çıkarmaması illa çalışmadığı anlamına gelmez) ama hiç baloncuk vermezsen de çalışıp çalışmadığını anlayamam ki? Bir söküp temizleyip birkaç deneme yapayım en iyisi, çalışıyorsa hiç elleşmeyip baloncuğu falan boş vereceğim.

Bu arada bazı eski kimyasalları buldum, son kullanma tarihlerine falan baktım... Sera Florena'nın etiketi üstündeydi, 12 TL. Sera hep pahalı bir markaydı bir de bak, zamanında 12 TL'ye sıvı gübreye pahalı diyormuşuz. Şimdi 12 TL'ye iki ekmek alamıyoruz.

24.04.2024

Filtreyi temizledim, şimdilik çalışıyor gibi. Sadece tıkalı olması mı yoksa başka bir sorunu olması mı daha kötü, karar veremiyorum bile... Ve yine durmuş. Bir de söküp takarım, ayrıca taban yüksekliğini de kontrol edeceğim. Ettim ve sonuç: Evet, çok derinde kalıyormuş. Bu da bu akvaryuma yeterli olmadığını düşündürüyor ama bolca bitki olduğundan (ve bunlar arasında amonyum/amonyak patlamasının en büyük doğal düşmanı Salvinia sp. -çünkü amonyum/amonyağı azot döngüsü aracılığıyla nitrata dönüşmeden, saf/olduğu hâlde emebilen sayılı bitkidendir- ve nitrat patlamasının önündeki en büyük "emniyet supaplarından" biri olan Ceratophyllum sp. de bulunduğundan) o kadar da büyük bir sıkıntı değil. Unutmayın: akvaryumda bitki yoğunluğu = filtrasyon yüksekliği, yani ne kadar çok bitkiniz varsa ve bu bitkiler arasından hızlı gelişenlerin oranı ne kadar yüksekse filtrasyondan o kadar çok taviz verebilirsiniz. Neden? Çünkü doğada filtre mi var? Doğada o işi zaten makrofitler* yapıyor, akvaryumda onu sağlamak çok kolay olmadığından (gerçi imkansız da değil, bkz. Walstad metodu) başlıcası filtre/sump olan birtakım yardımcı ekipmanlar kullanıyoruz.

*Neden "bitkiler" yerine "makrofitler" dedim? Çünkü akvaryumda pek istenmeseler de aslında algler doğanın filtreleri olma konusunda bitkilerin birkaç katı daha işlevsel. Bunun sebebi de genelde bitkilerden daha çabuk gelişip daha hızlı üremeleri (anahtar kelime "genelde"); ayrıca akvaryumda pek istenmeme sebepleri de aşağı yukarı aynı, çok hızlı gelişip çok hızlı ürediklerinden bitkilerin gelişimine ket vurabiliyorlar (hatta akvaryumdaki bitkilerin ölmesine bile neden olabiliyorlar). Ne dediğimi daha iyi anlamak için Akdeniz'deki etkileri nedeniyle Türkçede "katil yosun" olarak adlandırılmış Caulerpa taxifolianın Akdeniz'in doğal bitki örtüsü olan -ve alg değil, gerçek bitkiler olan- Neptün çayırlarının (Posidonia oceanica) soyunu neredeyse bitme noktasına nasıl getirdiğini araştırabilirsiniz. Gerçi Akdeniz'in endemik deniz çayırları olan Neptün çayırlarının soyunu tehdit eden milyon tane başka şey de var -çoğu da öyle ya da böyle insan kaynaklı- ama C. taxifolia diğerlerinin verdiği zararın çok daha hızlı bir şekilde gerçekleşmesine neden oluyor çünkü deniz çayırlarını zayıflatıyor. Peki bu yeşil alg bunu neden yapıyor? Şerefsizlikten değil tabii, sadece hayatta kalmaya ve üremeye çalışıyor; ama Akdeniz'de yabancı olduğundan Akdeniz'in florası onunla mücadele etmek için tekniklerden ve özelliklerden yoksun, bu da savunmasız kalmalarına neden oluyor. Aynı gambusyalarla mücadele edemeyen sazanlar gibi, halbuki gambusya dediğin doğal ortamında piranayla falan bir arada yaşayan, aynı ortamda bulunduğu en barışçıl balıklar kılıçkuyruk (canlıdoğuran dünyasının ikincil psikopatları ama gambusyalardan çok daha sakin olduklarından pek dikkat çekmiyorlar) ve akvaryum ortamlarında haklarında "melek görünümlü şeytan" ve "unutmayın ki şeytan da bir melektir" falan denen melek balıkları olan bir balık. Düşün bak, bizim sazan (Cyprinus carpio) piranaya kafa atan, boğa köpek balığının artıklarını didikleyen bir balığa nasıl karşı gelsin? Bizim sulardaki en tehlikeli tatlısu balığı turna (Esox lucius), o da ne boğa köpek balığı kadar büyüyor ne de ne de pirana gibi "arkam sağlam oğlum" sürüsüyle -ki bu sürüler yüzden fazla bireyden oluşabiliyor- dolaşıyor. Dolayısıyla sazanın turna balığından daha tehlikeli veya daha psikopat bir canlı için strateji geliştirmesine gerek yok. Gerek olmayınca da ne oluyor? "O ne la, lepistes mi?" dediğin bir balık sırf olmaması gereken bir yere salındığı için sazanı bırak, Avrupa'nın "Amerikan çikliti" sayılabilecek tatlısu levreğinin (Perca fluviatilis) ve "yerel mafya" kıvamındaki Sakarya havzası dişlisazancığının (Anatolichthys villwocki) bile içinden geçiyor.

Pipo filtreyi "yükselttim", şimdilik çalışıyor gibi. Bir sorun çıkarmadan gece yarısından sonra da çalışmaya devam ederse Aquatan ve Nitrivec katacağım (yani rutin bakım gününü perşembeye atayacağım). Sorun çıkarsa da altına taş koyup daha da yükselteceğim. Yine sorun çıkarırsa başka filtre alırım, yeter lan. Bununla mı uğraşacağız?

26.04.2024

Genel bir bildirimde bulunmak istedim.


Zeytin ve Alternanthera reineckii iyi gelişim gösterdi, sudan baş bile çıkardılar, ki A. reineckii aralarında Amazon frobgibt de bulunan bir ton su üstü bitkisinin içinden sıyrıldığından bir alkışı hak ediyor (gerçi zaten uzundu). Amazon frogbit demişken, o da devamlı yeni yaprak çıkarıyor; hiç beklemediğim kadar hızlı gelişiyor.

Köklü bir bitki olup benim köksüz topladığım başaklı su civanperçemi de iyi gelişim gösterdi, ki bunu beklemiyordum ama memnunum. Demek ki kopan parçaları köklendirmesi çok da zor değil (çünkü dediğim gibi, başaklı su civanperçeminin tilkikuyruğundan en önemli farkı gövdeli değil köklü bitki olması).

Suluçanaklar aslında iyi bir gelişim gösteriyordu (yaprak dökmüşlerdi ama uzuyorlardı), şimdiyse akvaryumda göremedim. Muhtemelen ölüp salyangozlar tarafından yendiler. Bu arada şimdi tekrar kontrol ettim de benim başaklı su civanperçemi olduğunu düşündüğüm bitki, yukarı yönlü gelişim gösteren suluçanak da olabilir. Kesin teşhis için daha da uzayıp biraz da kalınlaşması gerek; onun için de -elbette- hayatta kalması gerek. Eğer gerçekten suluçanaksa başaklı su civanperçemlerinin köksüz toplanmasının iyi bir fikir olmadığı anlamına geliyor, ki bu bitkiler gövdeli değil köklü (aslında çiçekli) bitki olduklarından böyle olması zaten mantıklı olan.

Bataklık gülünün su altında olanı beklemediğim kadar iyi durumda. Tabii pek gelişiyor sayılmaz, daha ziyade "stabil" olarak tanımlanması gereken bir durumda ama ben çoktan eriyip salyangozlar tarafından yeneceğini tahmin ediyordum. Demek ki bir su kenarı bitkisine kıyasla suya beklediğimden çok daha dayanıklılar.

Söğüt yosunu yeşilden yarı-saydam bir tür kahverengiye döndü ama tamamı suyun altında kalıp kaldığı su da soğuk olmayan (akvaryum 22-23 C, hiçbir şey yapmasam da öyle ama ısıtıcı da o dereceye ayarlı) söğüt yosunlarında bu normal. Çünkü söğüt yosunu aslında emers bir bitki, yılın yarısını suyun dışında geçiriyor ve bulunduğu sular da hiç öyle sıcak/ılık vs. sular değil, doğrudan doğruya soğuk su bitkisi. Yine de bu bir çeşit "yaz uykusu modu", bitki hâlâ canlı (teknik olarak).

Ciğerotlarının üstündeki küfümsü yapılanmayı gözlemleyeceğim, ya salı ya perşembe müdahale edeceğim (tabii küf olduklarına, daha doğrusu yararlı bir şey olmadıklarına karar verirsem).

Diffusa toynak otu öldü, salyangozlar tarafından afiyetle yeniliyor (evet, şimdiki zaman). Aslında bu bitkiden zaten fazla umudum yoktu ama bir yandan da başını bir sudan çıkarabilse kendini kurtaracağını düşünüyordum. İşin komik tarafı, bu iki düşüncemin de sebebinin aynı olması: Bu bitki aslen su bitkisi, emers bitki, kıyı bitkisi ya da su kenarı bitkisi değil, bu bir bataklık bitkisi. Yani? Bu bitki çamurda yetişiyor. Yetiştiği toprağın devamlı ıslak, neredeyse sıvı olması gerek ama yaprakları karada/havada duruyor (gerçi benim topladığım iki "örnek" de suyun içindeydi ama yıl boyu orada kalmıyorlar, sular çekilecek; çekilmezse de çürüyecekler); o yüzden de akvaryumlardansa paludaryum düzenlemelerine daha uygun bir bitki (benzer bir durum Alternanthera sessiliste de var, ki o da bataklık bitkisi). İkinci bir konu da onları toplarken Ludwigia palustris olduklarını düşünmüştüm, L. adscendens bitkisini (veya benim elimdeki alttürü olan diffusayı) daha önce akvaryumda yetiştirmeye kalkan olup olmadığını bile bilmiyorum.

Diğer bitkilerin durumu büyük ölçüde stabil.

27.04.2024

Her şey iyi giderse mayısta balık ekleyeceğim. Şimdilik önümde birkaç seçenek var, hepsinin de kendince olumlu/olumsuz yanları var:

1:

-2e4d lepistes (Poecilia reticulata; minimum litre 40, bu sayıda akvaryumda kapladığı litre 32, sıcaklık 17-28 °C, sertlik 7 - 19 °dH, pH 7-8,5)

-6 pigme çöpçü (Corydoras pygmaeus; minimum litre 30, bu sayıda akvaryumda kapladığı litre 18, sıcaklık 22-26 °C, sertlik 2 - 12 °dH, pH 6,4-7,4), 

-5 kiraz karides (Neocaridina davidi; minimum litre 20, akvaryumda kapladığı litre önemsiz [nedeni yukarılarda yazıyor], sıcaklık 15-28 °C, sertlik 8-18 °dH, pH 6,3-8,2), 

-Birkaç zebra nerite (Vittina natalensis, syn. Neritina natalensis; minimum litre 20 litre, akvaryumda kapladığı litre önemsiz [nedeni yukarılarda yazıyor], sıcaklık 22-26 °C, sertlik 4-18 °dH, pH 6,5-7,5). 

Sağlanması gereken değerler: 22-26 °C (yani ideali 24 C, benim akvaryum 23 C), 8-12 °dH (yani ideali 10 °dGH), 7-7,4 pH (gariptir ama ideali 7,2 değil 7). 

Olumsuz noktası: Aklım tetralarda kaldı ya... ki tek olumsuz nokta da bu olduğundan aslında en mantıklı seçenek de bu. Ha pardon, ikinci bir olumsuz nokta daha var: Balıkesir'de pigme çöpçü bulup bulamayacağımdan emin değilim.

2:

-1e2d lepistes (Poecilia reticulata; minimum litre 40, bu sayıda akvaryumda kapladığı litre 16, sıcaklık 17-28 °C, sertlik 7 - 19 °dH, pH 7-8,5)

-6 panda çöpçü (Corydoras panda; minimum litre 50, bu sayıda akvaryumda kapladığı litre 30, sıcaklık 22-25 °C, sertlik 2 - 12 °dH, pH 6-7,4), 

-5 kiraz karides (Neocaridina davidi; minimum litre 20, akvaryumda kapladığı litre önemsiz [nedeni yukarılarda yazıyor], sıcaklık 15-28 °C, sertlik 8-18 °dH, pH 6,3-8,2), 

-Birkaç zebra nerite (Vittina natalensis, syn. Neritina natalensis; minimum litre 20 litre, akvaryumda kapladığı litre önemsiz [nedeni yukarılarda yazıyor], sıcaklık 22-26 °C, sertlik 4-18 °dH, pH 6,5-7,5)

-4 siyah tetra (veya transgenetik tetra, zaten teknik olarak aynı balık; Gymnocorymbus ternetzi; minimum litre 50, bu sayıda akvaryumda kapladığı litre 24, sıcaklık 23-28 °C, sertlik 2-20 °dH, pH 5,5-7). 

Sağlanması gereken değerler: 23-26 °C (yani ideali 24,5 C, benim akvaryum 23 C), 8-12 °dH (yani ideali 10 °dGH), 7-7,4 pH (gariptir ama ideali 7,2 değil 7).

Olumsuz yanı: Akvaryumda yer kalmadı lan? Ayrıca tetralar lepistes yavrusunu yer mi? Neonlar yiyor (oraya da geleceğim) ama siyah tetralar neonlar kadar "seri katil ruhlu" değil*, bunca yoğun bitkinin arasında lepistes yavruları rahatlıkla saklanabilir. Yoksa iş yeme-yememe ise zaten yetişkin lepistesler de yavruları yiyor, buradaki derdim lepistes yavrularından hayatta kalan olup olmayacağı. Olumlu yanı: Siyah tetraları çıkarırsam bayağı boş yerim kalıyor, ki bir akvaryumda ne kadar çok boş alanınız varsa o kadar rahat edersiniz (hatta sırf bolca boş yerim kalsın diye 1e2d lepistes, 5 kiraz karides, birkaç zebra nerite ile işi halletmeyi bile düşünüyorum).

*Ayrıca bitkilerin arasında rahatlıkla kamufle olan neonların aksine ne siyah olan doğal siyah tetralar ne de genetik mühendisliği aracılığıyla renklendirilmiş versiyonları olan transgenetik tetralar bitkiler arasında kamufle olabilir, yavru lepistesler de onları fark edip rahatça kaçabilir.

3:

-1e2d lepistes (Poecilia reticulata; minimum litre 40, bu sayıda akvaryumda kapladığı litre 16, sıcaklık 17-28 °C, sertlik 7 - 19 °dH, pH 7-8,5)

-5 kiraz karides (Neocaridina davidi; minimum litre 20, akvaryumda kapladığı litre önemsiz [nedeni yukarılarda yazıyor], sıcaklık 15-28 °C, sertlik 8-18 °dH, pH 6,3-8,2)

-Birkaç zebra nerite (Vittina natalensis, syn. Neritina natalensis; minimum litre 20 litre, akvaryumda kapladığı litre önemsiz [nedeni yukarılarda yazıyor], sıcaklık 22-26 °C, sertlik 4-18 °dH, pH 6,5-7,5)

-10 neon tetra (Paracheirodon innesi; minimum litre 40, bu sayıda akvaryumda kapladığı litre 40, sıcaklık 20-25 °C, sertlik 4-8 °dH, pH 5-7). 

Sağlanması gereken değerler: 22-25 °C (yani ideali 23,5 C, benim akvaryum 23 C), 8 °dH, 7 pH. 

Olumsuz yanları: Neon tetralar akvaryumda yavru canlıdoğuran bırakmamakla meşhur bir tür. Neden? Çünkü tüm tetralar gibi etçiller, ayrıca küçük olduklarından yavruların saklanma alanlarına rahatça girebiliyorlar ve renk düzenleri saydam-mavi-kırmızı olduğundan hem yeşil hem kırmızı bitkiler arasında rahatça saklanabiliyorlar. Tabii insanlar onları rahatça görüp bitkilerden ayırt edebiliyor ama yavru lepistesler için görmek o kadar kolay olmuyor. Bu açıdan canlıdoğuranlarla tutmaya renk düzenlerinde saydam yerine gri olan ve neon tetralardan daha az obur olan kardinal tetralar daha uygun bulunuyor ama ben neonları kardinallerden daha çok seviyorum (saydam balıklara karşı bir zaafım var, en sevdiğim kedi balığı türü de hayalet kedi balığı Kryptopterus vitreolus* mesela). Ayrıca su değerlerini sabit tutmak gerekecek, ki bu iş 60 litre bir akvaryumda o kadar da kolay değil. Temel kural: Akvaryum ne kadar büyükse su değerlerini sabit tutmak o kadar kolaylaşır, bu yüzden acemi bir akvaryum meraklısıysanız akvaryum hobisi hakkında tecrübeli bir akvaristten duyacağınız ilk şeylerden biri büyük akvaryumların bakımlarının küçük olanlardan çok daha kolay olduğudur. Ayrıca 60 litre minimum sınırdır, yani su değerlerini öyle çok uğraşmadan sabit tutabileceğiniz en düşük hacimdir (bu nedenle akvaryumculukta aslen en küçük akvaryum 60 litredir, daha ufakları nanoya, picoya falan girer; onların da zorluğu adlarından bellidir). Hadi biraz esneme payı olsa neyse ama gördüğünüz gibi 1 derecelik bile dalgalanma payı yok. Peki neden yok? Çünkü neon tetra saydığım diğer türlerden daha yumuşak ve daha asidik sulardan gelen, doğal ortamı karasu olan (düşük pH, düşük sertlik, yoğun hümik ve tannik asit ile karakterize edilir) bir tür.

*Kaynaklarda genelde Kryptopterus minor olarak geçer çünkü K. vitreolus türü sonrasında K. minordan ayrıştırılmıştır (K. minor da Kryptopterus bicirrhisten ayrıştırılmıştır), bu açıdan Kryptopterus minor "sensu lato" (veya Kryptopterus bicirrhis "sensu lato") olarak adlandırılması en mantıklısıdır. Farkları nedir? K. bicirrhis çok daha büyüktür ve agresiftir, akvaryum ticaretinde pek de hoşlanılmayan, sevilmeyen, "Bu büyük, agresif olur." denilerek toplanmayan** bir türdür. Kryptopterus minor Kapuas Nehri Havzası'na endemiktir (Endonezya-Borneo civarında birçok yerde bulunan K. vitreolusun aksine), yani Kapuas Nehri'nden olmayan örneklerin K. minor olma ihtimali yoktur.

**Akvaryumda üretilemedikleri için büyük oranda doğadan toplanıp Tayland ve civarındaki ülkelerde bulunan çiftliklerdeki büyük havuzlarda üretiliyorlar, bu havuzlar da son 10-20 yılın meselesi. Önceden sadece koi, Japon balığı falan havuzda üretilirken şimdi frenatus (Epalzeorhynchos frenatum, syn. Labeo frenatus) ve kristal köpek balığı (Balantiocheilos melanopterus) gibi akvaryumda üretilemeyen ama akvaryumculukta talep edilen türler, kuhli (Pangio kuhlii) gibi akvaryumda üreyebilseler de hangi koşullar altında en verimli oldukları tam olarak anlaşılamamış (bu nedenle akvaryumlarda üretim yapan üretimhanelerde bulamayacağınız) türler, ahli (Sciaenochromis fryeri) ve kiraz karides gibi akvaryumda rahatlıkla üretilebilen türler falan demenden alayını havuzda üretiliyorlar. Böylesi de hem doğa (sonuçta doğadan toplama işinin profesyonel olarak yapımı bitmiş, geriye pek bir etkisi olmayacak amatör toplayıcılar kalmış oluyor) hem üreticiler (büyük havuzlarda toplu üretim yaptıkları için daha çok üretiyorlar) hem akvaryumcular (çok daha ucuza çok daha kaliteli balıklar bulabiliyorlar) hem de hobiciler (akvaryumcu daha ucuza aldığı için daha ucuza satabiliyor, ayrıca gidip doğrudan üretimhaneden almak da mümkün oluyor) için iyi oluyor. Bu arada şimdi tekrar bir baktım, Kryptopterus vitreolus havuzda üretilmiyor, hâlâ doğadan toplanıyormuş. Havuzda da mı üretilemiyor -ki bunun mümkün olduğunu pek sanmıyorum çünkü normalde üremek için okyanus aşan bayağı yılan balığını (Anguilla anguilla) bile havuzda üretebiliyorlar- yoksa kimse denemeyi akıl mı etmedi (ya da etti de "Zarara gireriz." korkusuyla cesaret mi edemedi) merak ettim şimdi. Gözden çıkarabileceğim o kadar bir param olsa kesin hayalet kedi balığı üretim havuzu kurmayı denerdim.

Kontrol ederken hayalet kedi balıklarının 60 litrede yaşadığını gördüm. Güncelleme nasıl mı olacak? Şöyle: 

-6 hayalet kedi balığı (Kryptopterus vitreolus s.l.; minimum litre 60, bu sayıda akvaryumda kapladığı alan 48, sıcaklık 21-26 °C, sertlik 1-10 °dH, pH 5,5-6,5), 

-Birkaç zebra nerite (Vittina natalensis, syn. Neritina natalensis; minimum litre 20 litre, akvaryumda kapladığı litre önemsiz [nedeni yukarılarda yazıyor], sıcaklık 22-26 °C, sertlik 4-18 °dH, pH 6,5-7,5). 

Sağlanması gereken değerler: 22-26 °C (yani ideali 24 C, benim akvaryum 23 C), 4-10 °dH (yani ideali 7 °dGH), 6,5 pH. 

Olumsuz yanları: Hayalet kedi balıkları hâlâ doğadan toplama olduğundan çok sevdiğim bir tür de olsa hayatımın kalanında onlara bulaşmayı pek tercih etmeyeceğim. Tabii havuzda üretilmeye başlanırlarsa o başka. Ayrıca hayalet kedi balıkları hem büyük hem de etçildir, ek olarak kuru yemi bile kabul etmekte zorlanırlar ve artemia, kan kurdu falan ile beslenmeleri gerekir (temelde doğadan toplama oldukları için), yani yetişkinler kendini kurtarabilse bile lepistes ve karides yavruları kesinlikle hayatta kalamayacaktır (zaten o yüzden listede yoklar). Karidesle lepistesin listede olmaması bile başlı başına bir olumsuzluk tabii, o da var; ama havuzda üretiliyor olsalardı hayalet kedi balıkları feci aklımı çelerdi.

28.04.2024

Aslında aklımın tetralarda kalmasının bir sebebi de akvaryumda inanılmaz bir dip balığı yoğunluğu olup ortanın çok boş kalması. Hatta araya cüce vatoz (Ancistrus dolichopterus) veya Otocinclus affinis atmama sebebim (tabii diğer türlerden yer kalmamasından sonra) "Ulan zaten salyangozlarla karidesler algler konusunda rakip olacaklar, bir de işe başka bir yosun yiyici sokuşturmayayım." düşüncesi. Salyangozlar dip canlısı (gerçi hem genel teorik bilgi hem benim gözlemlerim tüm su salyangozu türlerinin bitkilerin üstünde ve camda dipten çok daha fazla vakit geçirdiği), karidesler dip canlısı (bol bitkili akvaryumlarda -bu bitkiler de yeterince uzunsa- yukarılara da çıkabiliyorlar ama salyangozlara kıyasla çok daha nadir, benim gözlemlerime göre karidesler dipte kalmayı tercih ediyor), çöpçüler dip canlısı (gerçi pigme çöpçüler diğer birçok türün aksine orta seviyede, bitkilerin üstünde vs. vakit geçirmekten hoşlanıyor ama pigme çöpçülerle hiç tecrübem olmadığından bu da tamamen teorik bilgi), lepistesler de üst seviye canlısı yani -her ne kadar varyetesine bağlı olarak zaman zaman orta seviyeyi mesken tutabilseler de- akvaryumun tepesinde vakit geçirmeyi tercih ediyorlar (zaten o yüzden lepistes akvaryumlarında, özellikle de üretim için tavsiye edilen bitkiler hep tilkikuyruğu, elodea, lepistes otu gibi bir yere dikmeyip suya öylece bıraksanız da yaşayıp gelişip üreyebilen bitkilerle doğrudan su üstü bitkisi olan su marulu, su mercimeği gibi bitkilerdir). Böyle olunca ne oldu? Orta boş kaldı. İşte burada devreye tetralar (çoğu orta seviye balığıdır), barbuslar (yine çoğu orta seviye balığıdır), danioninler* (çoğu orta-üst seviye balığıdır), bazı yosun yiyici sazansılar [örneğin SAE ama yosun yiyici sazansıların bile çoğu -örneğin kelebek vatoz (Sewellia lineolata), örneğin labio (Epalzeorhynchos bicolor, syn. Labeo bicolor)- dip balığıdır] falan girmesi gerekiyor. Akvaryum için temel bir kural: Eğer tek tür akvaryumu değilse üç seviye için de en az bir tür olması en iyi seçenektir.

*Yani daniolar [biyoloji değil ama akvaryum açısından örnek türü zebra danio (Danio rerio), biyoloji açısından örnek türü bıyıklı danio (Danio dangila)], rasboralar [Biyoloji değil ama akvaryum açısından örnek türü rasbora (Trigonostigma heteromorpha, syn. Rasbora heteromorpha), biyolojik açıdan örnek türü Rasbora cephalotaenia. Gerçi Trigonostigma cinsinin tip türü biyolojik olarak da T. heteromorpha. Hoş ben rasboralardan en çok sivrisinek rasborayı (Boraras brigittae) severim ama konu bu değil.] ve alakalı birkaç tür daha (örn. Sundadanio axelrodi) içeren golyan altailesi. Yani frenatus, uçantilki (Epalzeorhynchos kalopterus), bildiğimiz sazan, Japon balığı, rainbow shiner (Notropis chrosomus) gibi balıklarla doğrudan ilgililer; bunlar (hem danioninler hem de bu saydıklarım) sadece sazansı (Lat. Cyprnifiorm, çoğulu Cypriniformes) değil, doğrudan sazangıgil (Lat. Cyprinid, çoğulu Cyprinidae). Ha tabii işin içine altaileler girince işler biraz karışıyor (zaten danioninler de bir altaile), ek olarak "incertae sedis" olanlar falan var... Ben sazansı-sazangil farkından bahsediyorum, daha ötesinden değil. Bir örnek isterseniz üstte bahsettiğim kelebek vatoz golyan/sazan türü (yani sazansıgil) değil, sazansı ama Gastromyzontidae (nehir loachlarından bir aile) ailesine dahil. Bu arada Türkiye'de (ve Avrasya'nın çoğunda) "golyan" (İng. minnow) denince anlamanız gereken asıl tür Phoxinus sp. (özellikle de tip türü olan Phoxinus phoxinus) ama Amerika'da falan alakasız golyan türleri de var (örneğin "golden shiner" olarak bilinen Notemigonus crysoleucas). O değil de şelale projesi başıma feci bela olmuş olsa da yeniden akvaryum kurmak iyi geldi; bütün bunları tekrar araştırmak, arada ben hobiden (zorunlu olarak) uzakken çıkan şeyleri öğrenmek falan... "Akvaryum ruh sağlığına iyi geliyor" derler ama benim üzerimde etkisinin sebepleri (ve sonuçları) bambaşka. Ha bir de buraya böyle yazıyorum ya, o da rahatlatıyor; çevremde akvaryum muhabbeti yapabileceğim kimse yok (genel olarak çevremde insan yok ama çevremde birileri varken de hiçbiriyle akvaryum muhabbeti falan yapamıyordum).

30.04.2024

Ciğerotlarının üstündeki küf benzeri yapılanmalar geçti, yerlerine söğüt yosunu filizleri (Buna filiz mi denir ki?) çıktı (gerçi onlar spor kesesi gibi bir şey de olabilir):

Topladığım bölgede zaten ciğerotlarıyla söğüt yosunları iç içeydi, bu yüzden buna şaşırmadım. Öte yandan firmanın (Markayı da vereyim: Tropikal. Hayır, çiklit yemi falan üreten Tropical markası değil, K ile yazılan Türk bir bahçecilik markası.) kaktüs toprağı adı altında sattığı bu torfta söğüt yosunu bayağı iyi gelişiyor. Bu sevindirici bir haber ama kesinlikle şaşırtıcı değil, gerçi beklediğimden iyi performans alıyorum ama karayosunu dediğin nemli toprakta yetişir zaten (söğüt yosunları emers bitki, yani aslen karasallar ama sulak alan seviyorlar). Hazır yeri gelmişken, markanın bu kadar nem tutucu bir malzemeyi* ne diye "kaktüs toprağı" adı altında sattığını da içindekiler kısmını okuduğum günden beri -ki aldığım gün olur- hiç anlayamadım. Hangi kaktüs veya sukulent bu kadar nem ister? Cevabı: taş otu, Lithops sp.

*Daha önce içeriğini tamamen saydım ama tekrar etmek gerekirse: Temel maddesi teraryumlarda nem kapları için ve nem oranı yüksek olması gereken teraryumlarda taban maddesi olarak kullanılan hindistancevizi torfu, içinde bir de akuaponik tarımda (topraksız tarımın "akvaryum destekli" çeşidi) falan kullanılan kil bilyesi var.

Amazon frogitin ebatları -ve ortamını sevip hızlıca yaprak çoğaltması- nedeniyle endişelenmiştim ama doğal bir ekosistemde olduğu gibi yollarını buldular:

Azollalar beklediğimden daha dirayetli çıktı, içlerine su mercimeği sokmadıkları gibi dışarıdakiler de su mercimeklerine karşı epey başarı elde ettiler (kaldıysa biraz mercimeği "kurtarıp" ayrı bir yere koyacağım):

Salvinia cuculatalar ve su marulları da gayet iyi gidiyor gibi:

Hava motorundaki/pipo filtredeki sorunu da nihayet çözdüm (aslında bir nevi kendi kendine çözülmüş gibi oldu, yaptığım şeylerden tam olarak hangisinin işe yaradığından emin değilim), şu an tam da bir bitkili akvaryumda isteneceği hızda ve sayıda baloncuk çıkarıyor.

Rutin bakım zamanı da önceden perşembe demiştim ama perşembe çok uzun bir aralık gibi geliyor (psikolojik bir şey, ikisinde de aralık bir hafta), o yüzden rutin bakımı çarşambaya çekmeye karar verdim.

01.05.2024

Sistemin ilk rutin bakımını yaptım. Yeni yeni su üstü bitkilerinin arasından sıyrılmaya çalışan bitkilerin formu bozulmasın diye normalden az su değişimi yaptım.

Tabii yazma sebebim bu değil. Yazma sebebim şu: Yukarıda bir yerde pigme çöpçüler hakkında "karideslerle diğer çöpçü türlerinden daha uyumlular" gibi bir şey yazmıştım, onun sebebini açıklayacağım (niye şimdi olduğunu da paragraf bitince anlayacaksınız). Karides yavruları çok küçük olduğundan çöpçüler farkında bile olmadan yutabiliyor (başta cüce vatozlar olmak üzere çoğu kedi balığı türü salyangozların ve yumurta saçan balıkların yumurtalarına da dadanır ama kiraz karidesler yumurtalarını keselerinde taşıdığından sorun olmuyor), pigme çöpçülerse hem çoğu çöpçü türünün aksine dip değil dip-orta balığı olduklarından hem de ebat olarak karideslerden pek farklı olmadıklarından risk en aza iniyor. Öte yandan su üstü bitkileri de riski azaltıyor, şahsen su mercimeklerinden epey verim alarak komando çöpçüyle (8 santimlik boyuyla büyük ebatlı çöpçüler kapsamına giren bir tür) kiraz karidesleri hiçbir sorun olmadan bir arada besledim. Temel kural: Sucul omurgasızlar su üstü bitkilerini sever (doğadan toplarken en dikkatli olmanız gerekenlerin su üstü bitkileri olmasının sebebi de budur).

Ayrıca "Pigme çöpçü bulabilir miyim diye endişeleniyorsun ama zebra neritelerden hiç endişen yok?" gibi bir soru aklınıza geldiyse onu da cevaplayayım: Burada hemen hemen her akvaryumcuda zebra nerite var, yaygın yani. En azından ben üniversite dolayısıyla hobiye ara vermeden, o arada da dolar zıplamaya başlamadan önce öyleydi.

03.05.2024

Bir ürüne denk geldim: Seachem Prime. Seachem dediğin de boru değil, Sera yokken bu marka vardı; Sera Aquatan'dan da çok daha "yoğunlaşmış" bir ürün (200 litreye 5 mililitre=1 kapak, 4 litreye iki damla), pH'ı da etkilemiyor, o yüzden almak istiyorum ama tanıtımında şöyle bir cümle var: "Nitrit ve nitratı zehirler ve biyofiltrenin bunları daha verimli bir şekilde çıkarmasını sağlar." Ben bu cümlenin ne demek istediğini anlayamadım yalnız. Nitartı zehirliyorsa o zaman bu, bu ürünün bitki akvaryumlarında kullanılamayacağı anlamına gelmiyor mu (çünkü su bitkilerinin temel besini nitrattır, nitratı zehirleyen bir ürün de teknik olarak ot ilacıdır)? Ayrıca nitratı biyofiltre uzaklaştırmaz, biyofiltre (eğer anladığım şeyi kastediyorsa çünkü böyle bir akvaryum terimi yok, en azından ben hâlâ aktif olarak akvaryum hobisinin içindeyken yoktu) amonyumla amonyağı (aşırı derecede zehirlidir ama arıtması çok da zor değildir, en basitinden aktif karbon bile iş görür) nitrite (amonyumla amonyağa kıyasla daha güvenlidir ama kurtulması elinizde ters ozmos cihazı veya suda oturmuş bir azot döngüsü yokken hemen hemen imkansızdır), nitriti de nitrata çevirir. Nitrat da yosun patlaması dışında zararı olmayan bir kimyasaldır, akvaryumdan iki şekilde uzaklaştırılır: İlki bitkiler (özellikle hızlı gelişen gövdeli bitkilerle su üstü bitkileri) tarafından emilir (çünkü dediğim gibi su bitkileri nitratla besleniyor), ikincisi de dip çekimi (nitrat sudan daha ağır olduğundan dibe çöker; zaten o yüzden bitkili akvaryumlarda dip çekimi falan pek yapılmaz, su üstten üstten değiştirilir). Seachem aslen deniz (zaten adı o yüzden "sea"chem) ve çiklit akvaryumlarına yönelik bir marka olduğundan mantıksız değil aslında ama bitkili akvaryumlarda kullanılıp kullanılamayacağına dair bir bilgi olmayıp bir de "nitriti ve nitratı zehirler" (Zehirlemek terimi kafamı en çok karıştıran şey. Başka kelime mi yoktu?) konusu çok kafamı karıştırıyor. Şimdilik araştırma aşamasındayım, belki Aquatan-Prime ikilisini bir arada (Aquatan'ı akvaryum içinde, Prime'ı dinlendirdiğim suda -ki zaten Prime bunu tavsiye ediyor-) kullanırım (en azından elimdeki Aquatan bitene kadar ama Seachem Stability'ye bulaşmam, Nitrivec'ten devam ederim).

Şimdiye kadar bulabildiğim bilgiler Seachem Prime'ın yosun oluşumuna engel olması -ki nitratı "zehirleyen" bir ürün için bundan daha normal bir şey yok- ama bu, bitkili akvaryumda bu ürünü kullanma kararı vermemi daha da zorlaştırıyor; çünkü algle bitki her ne kadar hem akvaryum hobisi hem biyolojik açıdan "neredeyse ilgisiz" şeyler olsa da beslenme yöntemleri ve hayatta kalma stratejileri hemen hemen aynı, zaten o yüzden genelde bitkisiz akvaryum bitkili akvaryumdan daha çok ve daha hızlı alg bağlar (çünkü bitkisiz akvaryumda alglerin rakibi yoktur).

08.05.2024

Balık ekleme işini biraz erteledim. Neden?

1. Havalar bir anada soğudu. Gerçi geri ısındı ama...

2. Odada bir şeyler yapacağım, bunun sonucunda da akvaryumun yerini değiştirebilirim. Eh, yeri değiştirilen bir akvaryum da en az bir hafta "karantina" muamelesi yapılması gereken bir şeydir. Hele hele bitkili akvaryum öyle yerini oynatmayı, değiştirmeyi falan çok kaldırmaz. Tabii yerini değiştirmeyebilirim de ama önce odada yapacaklarımı yapmam, ardından -akvaryumun yerini değiştirirsem tabii- bir hafta gözlemlemem gerekiyor. Yüzey bitkilerinde de bir şeyler yapabilirim (yamayabilirim de), biraz da onu bekliyorum.

16.05.2024

İşin "fıskiye" yönü için birkaç projem vardı ama sabah fıskiye akıtmış olarak uyandım. Saklama kapları zamanla esneme yapıp su akıttığından uzun süreli kullanıma uygun değiller, bunu zaten biliyordum ama biraz daha dayansa iyiydi. Neyse, sonuç olarak şunu yaptık:

Etraftaki sesleri bastırmada yetersiz kalırsa fıskiye kısmını uzatacağım. Hazır bunu demişken, bu da asıl proje:

Hiçbir şey anlaşılmıyor, değil mi? Açık gri olan, fıskiyenin kendisi. Tabii şu anki köpük fıskiye ucu yerine fıskiye deyince akla gelme ihtimali daha yüksek olan ucu takacağım. Koyu gri olan altına delik açılmış bir tür kap, içine çakıl doldurulacak; böylece hem su çakılların arasından akarak bitki falan koyarsam onların şelale sisteminden çektiği olumsuzlukları çekmeyecek hem de doğrudan doğruya sert yüzeye çarptığından daha çok ses çıkaracak. Tabii dekorasyona da katkısı olacak. Siyah dikdörtgen zaten akvaryum, siyah yuvarlak ise fanus veya kavanoz gibi bir şey. Hem suyun sağa sola sıçramasını önleyip çakıllı kısma akıtmak için hem de bir çeşit "megafon" etkisiyle su sesini arttırmak için kullanılacak. Mavi olan da su seviyesi. Ayrıca "sulu" kısma taş maş koymayı düşünüyorum ama ona zamanı gelince bakarız.

Ama olumlu gelişmeler de var. Fazla bitkileri attığım riparyumun suyu azalmış, başka da bir sıkıntısı yok (havuz bitkileri için en iyisi açık alanda duran bir riparyum oluyor tabii): 

Ayrıca ucuza bulabilirsem Seachem Prime alacağım ama Sera Aquatan kullanmaya da devam edeceğim. Neden? Çünkü Aquatan balıkların stresini azaltan ve mukoza zarına yararlı olan vitaminler (bildiğin B vitamini işte) içeriyor, zaten o yüzden -Prime'ın aksine- doğrudan doğruya akvaryumun içinde kullanılıyor; dolayısıyla özellikle hassas balıklar için önemli. Ha tabii lepistes vs. gibi amiyane tabirle "basit" balıklar için o kadar da gerek yok ama doğadan yakaladığınız balıkları taşımada ve alıştırmada da son derece önemli bir yardımcıdır -oltayla tuttuğum balığı Aquatan sayesinde akvaryumda beslemiş insanım- ve "o kadar da gerek olmaması" yararsız olduğu anlamına gelmiyor.

20.05.2024

Odada "büyük yenileme" yaptık, akvaryum da nasibini aldı (almak zorunda kaldı). İyi yönleri, Hemigraphis exoticayı ve bir Alternanthera reineckii dalını alıp ışığın "göbeğine" diktim. Ayrıca su koyduğum yere bir parça bazalt koydum (açıkçası çok bir yararı olmadı).




Sera Aqutan'ı kattım, Nitrivec için bir saatlik süreyi bekliyorum (çünkü suyun büyük kısmını boşalttık ve o sırada filtre çalışmıyordu, o yüzden sıfırdan kurulum gibi davranmak daha mantıklı; tabii haftalık rutin bakımda bir saat beklemiyorum, ikisini hemen art arda koyuyorum).

Odada hâlâ iş olduğundan biraz daha bekleyecek, ben de o sırada bitkilerin "değişime" olan tepkilerini gözlemleyeceğim ama bir hafta falan sonra balık eklemesi yaparım. Ayrıca böylece rutin bakımı da pazartesiye almış olduk (hoş olmadı, salıya alsam daha iyi; rutin bakımı bir gün bekletmekten bir şey olmaz zaten, hatta çarşambadan pazartesiye almak daha zararlı çünkü oturmakta olan suya elleşip oturmasını engelliyorsun*).

*Eski suyun bir kısmını geri kullandım ama bakteriler zaten en iyi ihtimalle "bayıldı", yani suyu havalandırmaktan başka yararım olmadı (bu kadar bitkili bir akvaryumda da suyu havalandırmanın takdir edersiniz ki o kadar da yararı yok).

25.05.2024

Odadaki işler bitti, bitkiler de gayet iyi durumda. Gerçi Amazon frogbit yok olmuş, tek parçası bile yok ama diğer su üstü bitkilerinin fazlasını ayrı bir yere almam gerekiyor (balkonda duran riparyuma alırım).

Yine de balık eklemesi biraz bekleyecek çünkü önce fıskiye işini halletmem gerek, o da birkaç gün sürecek. Herhalde bir iki haftaya halledip balık eklemesini yaparım. Ha bir de şöyle bir şey yaptım:

Neden? Çünkü böyle daha iyi performans gösteriyor. Zaten hava motoru ne kadar yüksekteyse o kadar iş görür ama ben de dahil çoğu kişi üşeniyor.

29.05.2024

Rutin su değişiminde su üstü bitkilerinde azaltmaya gittim, artık "üst taraf" böyle gözüküyor:

Bunlar da doğruca balkondaki akvaryuma gidecek: 

Tabii bu işi her hafta yapmam, ayda bir anca. Balkondaki akvaryum demişken, o da "Yerel bitkilerle nasıl riparyum kurulur?" konusuna örnek teşkil ediyor:


Biri açmış hatta; ama bu bitkilerin bir kısmının ne olduğu konusunda en ufak fikrim olmadığını, bir kısmı için de birkaç ihtimal üzerinde durduğumu üzülerek itiraf etmeliyim. Açmış olan için en yüksek ihtimal sultan kodimotu (Cardamine impatiens) gibi duruyor, akvaryum ticaretinde yeri olan Cardamine lyratanın kuzeni. Geniş yapraklı olan içinse Google Lens bir kenevir türü olduğunu iddia etti ama birinin zulasına dalmadıysak Türkiye'de doğal olarak kenevir yetiştiğini sanmıyorum. Gerçi bir baktım, doğal yayılış alanları bilinmiyor (bunun sebebi de yetiştirilen en eski bitkilerden biri olması), Anadolu'ya gelişi MÖ 3000 civarı. Dolayısıyla teknik olarak yabani doğada kenevirle karşılaşmak mümkün; ama yine de elimdeki bitkinin başka bir şey olduğundan neredeyse eminim. Neden? Çünkü Google Lens'in yanıldığına ilk kez şahit olmuyorum. Aslında açmış olanın sultan kodimotu olduğundan bile şüpheliyim çünkü hiçbir yerde bu bitkiyi su bitkisi veya emers (amfibik) olarak sınıflayan bir kayıt yok, oysa ben bu bitkiyi sudan çıkardım.

01.06.2024

Bak, yukarıda Sera Gravel Blue hakkında bir ton şey söyledim, sonradan aklıma şöyle bir şey geldi (bu arada bunu söyleyip söylemediğimi hatırlamıyorum ve söylediysem de bakmaya üşeniyorum, o yüzden tekrar söyleyeceğim): Boya olarak metilen mavisi kullanmış olabilirler. Böyle düşünmemin 2,5 sebebi var. Evet, buçuk; çünkü 2. sebep aslında başlı başına bir sebep değil, 1. ile 3. sebebi birbirine bağlayan bir gerekçe.

1. Metilen mavisi boyasının kalmasıyla meşhur bir malzemedir. Aktif karbon kullanırsınız, metilen mavisinin tüm kalıntılarını akvaryumdan çekersiniz; ama metilen tarafından maviye boyanmış şeyler (genelde hava hortumları vs.) mavi kalır. Öyle bir yapışır ki yıllarca çıkmaz, çamaşır suyuna yatırsanız bile çıkmayabilir (ama çoğu kişi akvaryum malzemelerini çamaşır suyuna yatırmayacağı için kesin sonucu bilemiyoruz). İşin en garip tarafı da bu boyanın sadece boya olmasıdır, herhangi bir metilen salınımı yapmaz (veya başka herhangi bir zararı olmaz -ve evet, metilen mavisi aslında zararlıdır; bir nevi akvaryumun antibiyotiğidir, yararlı-zararlı demeden her türden mikroorganizmayı öldürdüğü için bakteri döngüsünü sıfırlar, ayrıca omurgasızlar da genel olarak metilene karşı hassastır).

2. Metilen mavisinin (adı üstünde) maviden başka bir renk çeşidi yoktur (Zaten akvaryum ilacını niye renk renk üretsinler, değil mi? Öksürük şurubu mu bu?).

3. Sera Gravel'in de doğal renklerde olmayan tek çeşidi (tabii şu "yapay duran" diye bahsettiklerimi saymazsak, ki onlar teknik olarak doğal dere çakılında olan renkler; hoş maviyle de karşılaşmak teknik olarak mümkün) bu mavi olanıdır.

Bak aklıma başka bir şey daha geldi, midye kırığının içinden mavi olanları ayıklıyor da olabilirler. Çünü Sera Gravel, bizzat kendi tarafından kahverengi olanın diğerlerinden farklı olarak lav kırığı/kumu olduğunu belirtiyor (hatta Sera'nın resmî sitesindeki ürün adı bile "Sera Gravel Brown Lava"); dolayısıyla kahverengiyi dere çakılı yerine lav kırığından yapmaları gibi maviyi de dere çakılı yerine midye kırığından yapmış olabilirler. Midye kırığında o tonda mavi -nadir de olsa- bulunuyor çünkü, iflah olmaz bir deniz kabuğu koleksiyoncusu olarak bunu gayet iyi biliyorum. Gerçi şimdi görsellerine baktım, yo', dümdüz çakıl (gerçi kahverengi de dümdüz çakıl gibi duruyor, keşke malzemeyi temin etmek kolay olup benim de o kadar param olsaydı ama yapacak bir şey yok). Lan var ya elimde bu iş için heba edebileceğim taban malzemesi (ve tabii yeterince aktif karbon, ki bende hiç yok) olsa mavi taban malzemesi üretmeyi denerdim ha, tabii şu anki akvaryumda kullanmak gibi bir ihtimalimiz yok da sonucu aşırı merak ediyorum.

04.06.2024

Şelale sistemini ayırıp kurdum, şimdilik akvaryum sızdıracak mı, akıtacak mı vs. onu bekliyorum:

Peki neden bekliyorum? Çünkü bu akvaryum daha önce altından yarılmış bir akvaryum. Çözümü nasıl bulduk? Altına strafor yapıştırdık (akvaryumun alt kısmıyla aynı ölçüde), iç tarafına mavi fon yapıştırdık (bir nevi havuz brandası görevi görüyor). İşte bakalım, bekliyoruz.

Ha bir de peki bu altında kullandığım şeyler ne? Yani taş tabii de ne tür taş? Olduğunu bildiğim veya çok yüksek ihtimalle olduğunu tahmin ettiğim şeyler: Bazalt, yılan taşı (serpantin), işlenmemiş yeşim, işlenmemiş (yosunlu) akik/agat, pembe dolomit, işlenmemiş aytaşı, deniz camı (yani deniz suyu, kum ve akıntılar tarafından yontulup taşlaştırılmış olan cam), kum taşı, kırmızı kum taşı, granit, mermer, kuvarsit, kiremit, gri pomza, işlenmemiş hematit kuvars, riyolit. Buna başka şeyler de koyup koymamaktan emin değilim, cam bilye belki koyabilirim ama muhtemelen daha küçük taşlarla falan boşlukları kapatırım (ya da hiçbir şey yapmam).

09.06.2024

Termometreye bir gözüm takıldı: 30 C. Oha! Bu su sıcaklığı sorun çünkü lepistesler 17-28 C arasında, kiraz karidesler 15-28 C arasında, panda çöpçüler 22-25 C arasında, gök incisi daniolar da 20-26 C arasında yaşarlar. Buradaki asıl sıkıntıysa, akvaryum soğutma sistemlerinin yeterince gelişmemiş olması. Yani ısıtıcıda olduğu gibi termostatlı soğutucular yok (gerçi ben hobiye zorunlu ara verdikten sonra çıkmış olabilir, tekrar bakacağım), bildiğin bilgisayar fanı gibi fanlar var; onları da ya kontrollü olarak çalıştırmak ya da ısıtıcıyla destekleyerek su sıcaklığını tek seviyede tutmak zorundasınız (yani ısıtıcıyı 24 C'ye ayarlayıp soğutma sistemini ısıtıcı devreye girene kadar çalıştırmak ve ısıtıcı devreye girdikten sonra bile çalıştırmaya devam etmek, böylece su sıcaklığı 24 C olarak kalacak).

Biraz baktım, soğutucular için termostat çıkmış ama soğutucuyu ayrıca almak (veya yapmak -ki kendinyap soğutucuların tamamı bilgisayar fanından yapılıyor-) gerekiyor. Bir de aynı termostat ısıtıcıya da bağlanabiliyormuş (hatta bağlanmalıymış) ki tüm ısıtıcıların zaten "Şu sıcaklığın altına düşerse çalış." prensibiyle çalıştığını düşünürsek dünyanın en saçma sapan olayı.

Bir de "chiller" diye bir şey varmış ama daha piyasada YTL varken "Piyasada göremiyoruz çünkü 1000 YTL" diye bir şey yazılmış, şimdiki ekonomide kimse şahsi kullanımı haricinde o ürünü getirtmez. Zaten getirtse de 10000 TL altına satmaz ve bende öyle bir para yok.

Biraz araştırma yaptıktan sonra gidip fan aldım. Hâlâ AVM'de olduğumdan ayrıntıları sonra yazacağım.

Neredeyse üç saat sonra geldim. Aldığım ürün şu:

Rampage 6C-121 "120mm Rainbow PC Case Fan". Peki neden bu ürünü seçtim? Öyle derin sebepleri yok, en ucuzu buydu. Yeterli olacak mı? Araştırmalarım 270, hatta 400 litrelik akvaryumlardan bahsediyor; bendeki 60 litreyi 28 dereceye düşürmeye yardımcı olur herhalde (olmazsa da aynısından bir tane daha alıp ikilerim). Ben soğukluk sıkıntı olur sanıyordum ama tam tersine sıcaklık sıkıntı olacak gibi. Bu fanı nasıl kullanacağım? Röle bağlayıp röleyi de 28-25 (artık içine koyacağım canlılara bağlı olarak) maksimuma ayarlayacağım (şimdilik 28'e çünkü hem lepistesler hem kiraz karidesler için maksimum sıcaklık bu). Tabii önce bir bağlantısına, pinine falan bakacağım ama yine de röle siparişini şimdiden verdim çünkü bu röleyi illaki bağlayacağım. Aldığım ürün tam olarak şu: ROBA W3230 Dc 12v Dijital Termostat Modül Sıcaklık Kontrol Kartı. Peki niye bunu aldım?

1. Tek girişli (yani bir ucunu soğutucuya, bir ucunu ısıtıcıya takmak yerine tek bir ucu nereye takacaksan takıyorsun).

2. En ucuzu buydu.

Fan, akvaryumda şimdilik böyle duracak:

Tabii bir ayak, bir şey ayarlayacağım, bunun böyle olmayacağı bariz. Işığın kapalı olduğu saatte de bağlantısını kontrol edip nasıl çalıştığına bakacağım.

Bu arada şu röleye bir baktım da sanki direkt hava sıcaklığını ölçüp ona göre ayarlıyor gibi. E, iyi de su sıcaklığını değil de hava sıcaklığını ölçüyorsa o zaman her halükarda devamlı çalışacak ki (ve temel bir kural olarak suyu ısıtmak kolay, soğutmak zordur; bu yüzden benim odam yazın 27 C'ye düşse bile -ki en fazla da o kadar düşüyor- akvaryum 30 C'de kalmaya devam edecek) o zaman gidip röle almak yerine adaptör alıp devamlı çalıştırırım, daha iyi. Zaten en fazla ne kadar soğutabilecek? 30 C suyu 18 C'ye düşürecek hâli yok ya. Düşürse düşürse 27'ye kadar düşürebilir, benim ihtiyacım da zaten 28'e düşürmesi; fazla soğutacağıma dair değil, yetersiz olacağına dair endişem var.

10.06.2024

Termostata, fana ve bağlantılara tekrar baktıktan sonra ROBA W3230'u almaya karar verdim.

12.06.2024

Aslında röle elime ulaşınca genel bir durum değerlendirmesi yapacaktım ama dayanamadım. Şaşırtıcı olmayan ama kesinlikle üzücü olan bir şekilde yarasa kulak salyangozlarla P. intermixtusları kaybettik. Neden şaşırtıcı değil? Çünkü sucul omurgasızlar genel anlamda sıcağa karşı soğuğa karşı olduklarından çok daha hassastır (mesela karides akvaryumlarında da su olması gereken sıcaklığın altındayken pek sorun çıkmazken yüksekken o "tropikal" diye adlandırılan karidesler ya patır patır ölmeye başlar ya da üremeyi keser). Bir de anlam veremediğim şekilde bir örümcek sorunum var. Geçen akvaryumda ya yalancı karadul (belki de gerçek karadul?) ya da su örümceği (Argyroneta aquatica) olduğunu düşündüğüm (su örümceğine pek benzemiyordu, görür görmez "Oha karadul!" tepkisi verdim ama karadul niye gidip akvaryuma ağ örsün?) yakaladım (muhtemelen evin bir yerlerinde geziniyor çünkü o sırada dışarı atacak bir imkanım yoktu; karadul olmamasını, karadulsa da sokulmamayı ummaktan başka çarem yok). Onun dışında garip yaprak keneleri* de yakaladım. Şimdilik iki tanesini def ettim ama daha fazlası olup olmadığını bilemem.

*Kırmızı örümceğin (Tetranychus urticae) akrabaları ama bendekiler kırmızı değil ve kırmızı örümceklerden çok daha büyükler ama düz kene de değiller. Bunlar açıkça bitki zararlısı ve hayır, yaprak biti değiller, yaprak biti olsalar onlara "yaprak biti" diye hitap ederdim.

Şimdilik sadece salyangozların yumurtladığını ve bu garip örümceklerin yumurtlamadığını ummalıyım. Bazı yapraklarda yumurta/koza benzeri şeyler vardı ama salyangoz yumurtası olabilir diye dokunmuyordum, acaba onları temizlemeye mi başlasam? Salyangoz yumurtasıysa yazık olur ama haşerat yumurtasıysa beni büyük bir dertten kurtarır.

Yaptım ama beklediğimden çok daha zor oldu. Zorluğunun iki sebebi var: İlki o yumurtalar çatlamış ve haşereler beklediğimden çok daha fazla yayılmış. İkincisi, akvaryum makasımı bulamadığımdan enfekte olmuş yaprakları/dalları ayırırken ya cımbızı ya da elimi kullanmam gerekti. Bir noktadan sonra iyi gelişmiş su marullarını istilaya uğradığı gerekçesiyle tamamen atmaya başladım (ama dediğim gibi kolay bir iş değil, bu nedenle akvaryumda hâlâ bir sürü yaprak örümceği kaldı). Bu kararı vermemde elimde -atmaya kıyamadığımdan- birbirlerini boğacak kadar fazla sayıda olan su marulu olması da etkili oldu. Ayrıca daha yakından bakıp bitkilerin üç farklı istilaya uğradığını gördüm: Hem yaprak kenesi hem yaprak biti hem de bildiğimiz örümcek. Bildiğimiz örümcekler yavruydu ve bu yavrulara karşı gözlemlerim o saldığım örümceğin gerçekten su örümceği (Argyroneta aquatica) olduğunu doğruluyor. Bunların üçü de sorun: Yaprak keneleriyle yaprak bitkileri yapraklara, su örümceği de salyangozlara zararlı. Bir an önce balık almalıyım, lepistesler bu üç omurgasızdan tamamen kurtulmamı sağlayamasa da mücadelede bana epey yardımcı olurlar çünkü lepistesler mezokarnivordur. Peki mezokarnivor nedir? Etçile yakın hepçil (tam tanımı diyetleri %70 oranında hayvansal, %30 oranında bitkisel besinlerden oluşan hayvanlar; bu arada bu oranlar canlının bulunduğu ortama göre %10-15 kadar sapabilir). "Lepistesler mezokarnivor, he mi?" Evet, yeşil alg başta olmak üzere bitkisel besinler de tüketseler de diyetlerinin asıl kısmını su piresi, yavru lepistes, sivrisinek larvası falan gibi ağızlarına sığacak boyuttaki hayvanlar oluşturur. Zaten o yüzden lepistes yemleri genelde bir protein ağırlıklı bir de dengeli (%50-%50) olmak üzere iki çeşit üretilir, kimi firmalar bitkisel ağırlıklı lepistes yemi de üretiyor (arada bir verip sindirim sistemlerini düzenlemek için). Bazısı bu iş (sindirim düzenleme) için haftada bir gün yem vermemeyi tercih ederken bazısı da bir gün yem yerine sebze vermeyi tercih eder; ama lepistesler sebzelere pek ilgi gösteren balıklar değiller, dolayısıyla ya bitkisel yeme ya da aç bırakmaya gidiliyor (çoğu kişi de aç bırakmakla veya bitkisel yemle uğraşmayıp genel amaçlı %50-%50 yemi dayayıp ara sıra da protein yemi veriyor). Ha tabii bir de "özel tür" olarak anılan pahalı varyetelerle kafayı bozmuş olanlar dışında neredeyse hiç kimse de lepistes için özel yem almaz (bu yüzden firmaların çok azı "lepistes yemi" üretir, çoğu "lepistesler ve diğer mezokarnivor yüzey balıkları için kullanılabilecek yem" üretir), hemen hemen herkes genel kullanım amaçlı yemleri kullanır ama konu bu değil. Bak ilginçtir benim lepisteslerde en verimli olduğunu gözlemlediğim yem de beta yemidir (çünkü lepistesler mezokarnivor olsalar da kendilerinin etçil olduğunu sanan, spirulina tableti dışında herhangi bir bitkisel besine Çocuklar Duymasın Haluk'un brokoliye verdiği tepkiyi veren balıklardır ve betalar da doğal ortamlarında sucul omurgasızlar dışında pek bir şey yemeyen, akvaryumlardaysa ağızlarına sığan herhangi bir hayvanı affetmeyen balıklardır), tabii ki haftada bir kereden fazla verilmemek kaydıyla (ha o akvaryumda sadece lepistes olsa haftada birden fazla da verebilirdim ama diğerlerini de düşünmem gerekiyordu). Neyse işte, sonuç olarak lepistesler bu üçlü börtü böcekte "tadım testi" yaptıktan sonra  kalanını da ben bir şekilde hallederim (makası bulabilirsem çok güzel olacak da işte...), zaten lepistesler "tadım testi" yaparken pek de "diğerlerine de kalsın" diye düşünen varlıklar değiller (ama gambusyalar gibi soykırımcı da değiller, doyunca geri kalanını rahat bırakıyorlar; zaten o yüzden "gerçek lepistesçiler" yavruluk falan kullanmak yerine ya bol bitki ya da rafya kullanıp yavrulara saklanma alanı oluşturur ve yavrularla ebeveynleri aynı akvaryumda tutar). Şimdi sadece bitkilerin lepistesler gelene kadar dayanması gerekiyor (lepisteslerin gelmesi için de soğutucunun hazır olup düzgün bir biçimde çalışması gerekiyor). Şanslı olduğum nokta, su örümceği yavruları yaprak bitlerini yakalayıp yiyecek (ve şimdi zor olsa da büyüdüklerinde onları tespit edip defetmek daha kolay olacak).

13.06.2024

Rölem geldi: 

Yalnız şöyle bir sorun var: Ben bunu nasıl bağlayacağımı bilmiyorum. İnternetten biraz bakındım ama "Bir kabloyu alın, sıyırıp art-eksi uçlara takın" dışında bir çözüm yok (ve onu bile bulana kadar göbeğim çatladı, çoğu yerde termostat derecesi nasıl ayarlanır onu anlatmış; hatta fanlı soğutucunun çalışma prensibini bile anlatan var ama bağlamayı anlatan yok). Hani yani direkt kablonun artısıyla eksisiyle uğraşacaksak hiç termostata para vermeyip direkt fanı bağlardım, devamlı çalışırdı; zaten pratikte sonucun çok da farklı olacağını düşünmüyorum. Hayır yani direkt hazırlanmış sistem alırdım (gerçi güvenilirliği hakkında hiçbir bilgi olmayan, hakkında olumluyu bırak olumsuz yorum bile olmayan bir site dışında öyle hazırlanmış soğutucu sistem satan yer de bulamadım ama olsun), hem el emeği olsun hem ucuza gelsin diye çektiğimiz çileye bak. Paradan gitmiyor ama psikolojiden gidiyor, bu nedir ya? Hazır para mara demişken, Trendyol'da "chiller" buldum. 16000 (pardon, 15999) TL.

Su sıcaklığına baktım, 32 C. Oha! Dolayısıyla hemen müdahale ettim:

Buz yöntemi genel olarak en dezavantajlı, en dandik yöntemdir ama bu yöntemi tercih etmemin sebepleri var. Nedir o sebepler?

1. Buz yönteminin en temel dezavantajı şoklamadır. Şoklama balığın da bitkinin de omurgasızın da hassaslaşmasına, normalde atlatacakları şeyden ölüvermelerine neden olur. Bu arada akvaryumculara yeni gelen türler de genelde şoklanmış olduğundan ilk geldikleri gün sersem gibi olurlar, alınırlarsa da istisna demenin bile oranı arttırdığı istisnalar dışında ne kadar iyi bakarsanız bakın hayatta kalamazlar. O yüzden bir 3-4 gün beklemek gerekir. Öte yandan bunu avantajıma kullanabilirim: Bu şoklama, haşerat popülasyonuna darbe vurabilir (ve vuracaktır).

2. Normalde buz yönteminde buzu direkt akvaryuma atarsınız ama gördüğünüz gibi ben öyle yapmadım. Ne yaptım? İçeri şişe içinde soğuk su (evet, buz değil), dışına da buz koydum. Neden? Akvaryumcudan aldığınız poşeti neden akvaryuma koyuyorsanız o yüzden: Isı eşitlensin diye. Bu, ayrıca şoklama ihtimalini de azaltacak.

3. Bu aslında asıl sebep: Elimde hemen çalıştırabileceğim bir fan yokken kullanabileceğim hiçbir hızlı yöntem yoktu. 32 dereceye bir an önce müdahale etmeliydim, başka bir şey yapmakla uğraşamazdım (çünkü 32 derece artık bitki ve tropikal salyangoz için de kritik). Bunun da -elimde malzeme olmadan- kullanabileceğim tek yöntemi buzdu.

Gözlemlerin sonucu: Bu yöntemin zerrece faydası yok. Peki çözümüm ne? Pet şişe içinde su donduruyorum, direkt akvaryumun içine koyacağım (klasik buz yönteminin en azından klor vs. maddeleri akvaryuma karışmasın diye düzenlenmiş hâli). Soğutucu sistemi hazır olana kadar taşıma suyla değirmen döndürmeye çalışacağız artık. Ulan neyse ki içinde salyangozdan daha gelişmiş bir canlı yok da fiziksel çileye bir de psikolojik baskı eklenmiyor (yani... en azından daha az ekleniyor).

14.06.2024

Saat 00.27 ve önlemleri sıralıyorum: Su değişiminde kullanılan suyun bir kısmını dondurdum, kalanını da buzdolabına koydum. Buzlu şişeler de var ve bazı kablolar denemek üzere dışarı çıkarıldı. Bu da eğer akvaryum odası gibi bir yer işine girişirsem olabildiğince soğuk bir oda seçmem gerektiğini bana öğretmiş oldu. Gerçi daha önce de defalarca dediğim gibi aile evine kısılı kalmış olmasaydım zaten akvaryumu bu odaya koymazdım, hiç olmazsa yazın devamlı havalandırılan bir odaya koyardım.

Buz müdahalesiyle su sıcaklığını 30 C'de tutmayı başarabiliyoruz (lepistes ve karides için fazla sıcak evet ama bitkiler için yaşayabilecekleri bir su sıcaklığı, 30 C'den fazlası bitkiler -en azından bendeki bitkiler- için de kritik olduğundan o kadar panikleyip hemen buz işine giriştim zaten). Sistemin yapılıp yapılamayacağına biraz daha bakmam gerek, uzama ihtimali var ama en azından su sıcaklığını 30 C'de sınırlayabiliyoruz. Bu arada çeşitli sebeplerden uzun süredir klimaya karşıydım (en temel sebebi içeriyi soğuturken dünyadaki toplam sıcaklığı arttırarak çalışması) ama artık değilim. Bu ne lan? Hadi kendim neyse de bu akvaryumu soğuk tutmanın belli ki klima dışında bir yolu yok (ha bir de çalışma prensibi klimadan farksız olup klimayla arasındaki yegane fark içinden hava değil su geçmesi olan "chiller" var). Olumsuzluğuna gelince, 1. Ben mi kurtaracağım dünyayı? Büyük şirketler denizi çöplük, nehirleri atık uzaklaştırma kanalı olarak kullansın ama sorsan diş fırçalarken çeşmeyi açık bırakmak karbon ayak izini arttırıyor. Bu "karbon ayak izi" kavramını ortaya atanın bir benzin şirketi olması size de bir şeyler anlatmıyor mu? 2. Klimanın söz konusu olumsuzlukları, mesela yağmur ormanlarının içinden geçip ekolojik dengenin anasını s...kmeseydik doğanın kendisi tarafından rahatlıkla absorbe edilebilirdi. Tabii bunun için bayağı bir geç kaldık ama konu bu değil. Onun yerine ormanları yakıp yerine otel yapmaktan vazgeçmekle başlanılabilir.

Aslında sevinmem gereken ama beni fazlasıyla sinir eden bir gelişme oldu: Termometreyi yanlış okuyormuşum (evet, yine). Sıkıntı o yeşil kısımdan ("Bak bu aralık balık yaşamına uygun" diyen yeşil kısım) kaynaklanıyor, 22-28 C arasını gösteriyor ama onu 20-30 arası diye okumak aşırı kolay (çünkü 20 ve 30 sayıları hayvani boyutta yazılmışken 22 ile 28'i yazma gereği bile duymamışlar). Yani? Yani sıcaklık 30 C'yi hiç aşmamış ki! Hatta 30'a hiç çıkmamış bile olabilir. Yine de bu, soğutucudan vazgeçeceğim anlamına gelmiyor: Benzer bir şey gerçekten olmadan önce önlem almak, elinin altında hemen kullanabileceğin bir şey bulunması daha iyi. "Tatbikat oldu" deyip salaklığımı örtmeye çalışacağım.

18.06.2024

Soğutucu işi beklemede ama bayramdan sonra hallolacak (umarım), mayıs bitmeden lepistes eklemek istiyorum.

Ama asıl yazma sebebim bu değil. Peki ne? Şu: Ya ben transgenetik tetraları siyah tetradan nasıl renklendirdiklerini anlayamıyordum. Mesela frenatusun da transgenetiği var (bu ülkede hiç görmemiş olsam ve bir akvaryumcuya sorsam muhtemelen "Öyle bir şey yok." yanıtı alacak olsam da evet, var; GloFish'in sitesine girerseniz görürsünüz; zaten bizim "transgenetik" dediğimiz balıklara İngilizce konuşanlar direkt "glofish" diyor), onlar albino frenatus kökenli (gözlerindeki kırmızılıktan ve kuyruklarının turuncu tonundan belli). Transgenetik zebralardan emin değilim, transgenetik balıklar icat edilmeden (evet, bu bir icat) önce ortaya çıkmış pembe veya sarı varyetelerden "yapılıyor" olabilirler (denizanası geni eklenerek renklendiriliyorlar, parlak olma sebepleri zaten bu; "transgenetik" adının sebebiyse bu denizanası geni eklenmiş balıklar üretildiğinde -en azından ilk birkaç neslin- halihazırda renkli olarak yumurtadan çıkması). Tabii o yüzden albino siyah tetra kullanmaları gerektiğini düşünüyorum ama 1. Transgenetik tetraların gözü kırmızı değil, 2. Albino siyah tetra görseli bulmada inanılmaz başarısız oldum. Meğer transgenetik tetralar siyah tetradan değil, beyaz etekli tetradan (yine ülkede hiç görmediğim, adını bile İngilizce adı olan "white skirt tetra"dan kendim çevirdiğim bir balık) yapılıyorlarmış. Peki beyaz etekli tetra da neyin nesiymiş? İşte zurnanın zırt dediği yer: Siyah tetranın lösistiki! Lösistik nedir? Albinonun gözü kırmızı/mavi olmayanı (tabii teknik detaylara girersek ikisi çok farklı mutasyonlar, internete "lösizm vs albinizm" yazarak bilgi edinebilirsiniz ama gözünüzle algılayabileceğiniz farkı hemen hemen bundan ibaret). O değil de GloFish "kataloğunu" bayağı bir geliştirmiş, o yüzden mevcut tarihte transgenetiği olan tüm balıkları listelemezsem çatlarım:

Çöpçü. Türü yazmıyor, sadece "cory" demişler ve muhtemelen akvaryumcularda da "albino çöpçü" adıyla bulunup tür tespitinin çok mümkün olmadığı ama herkesin ya bronz ya da komando çöpçünün albinosu olduğunu gayet iyi bildiği (çöpçülerin akvaryumlar için temel türü bronz çöpçüdür, bu nedenle muhtemelen bronz albinoları komando albinolarının birkaç katı sayıdadır) çöpçülerdendir. Bu arada İngilizce kaynakların gözünü seveyim: Albino komando çöpçüyü ayırıyorlar, albino çöpçü direkt bronz çöpçünün albinosu. Ha bizim akvaryumcular ayırır mı orası meçhul tabii. Bunun -şimdilik- yalnızca iki rengi mevcutmuş: "electric green" ve "sunburst orange".

Pristella. Aslında İngilizcede bu tetralara x-ray tetra deniyor (Akvaryum.com'da iki tür için de madde olmasına karşın Pristella riddlei diye ayrı bir tür yok, o P. maxillarisin sinonimi) ama siyah tetradan yaptıkları transgenetik tetrayla karışmaması için cins adını kullanmışlar. Türkçede pristella adını yazıldığı gibi okunduğu için kullanıyoruz (tahmin etmiş olabileceğiniz gibi). Pristella zaten yarı-saydam bir balık olduğundan renklendirmek zor olmamıştır tabii. Üç rengi var: "electric green", "galactic purple" ve "sunburst orange".

Tetra zaten malumunuz, beyaz etekli tetra. Renk çeşitlemeleri "Cosmic Blue", "Electric Green", "Galactic Purple", "Moonrise Pink", "Starfire Red" ve "Sunburst Orange" (kendimi transgenetik tetra ticareti yapmaya çalışıyormuş gibi hissediyorum ama yine de renk çeşitlemelerini yazmaya devam edeceğim çünkü bir yerlerde kayıt olsun, yeni yeni transgenetik balıklar çıkarsa en erken ne zaman "icat edilmiş" olabileceklerini bilebileyim istiyorum).

"Long fin tetra". Yani beyaz etekli tetranın tülkuyruk olanının transgenetiği. Ufak bir araştırmayla -ben yine bizi ülkede hiç görmemiş olsam da- siyah tetranın "long fin"inin aslında ne kadar yaygın olduğunu görebilirsiniz. Bunun da -doğal olarak- transgenetik tetrayla aynı renk çeşitleri var.

Danio. Danio dediği de zebra balığı ama üstlerde de dediğim gibi, konu biyoloji değil akvaryumsa "danio" cinsinin örnek türü zaten zebra danio olduğundan (yani bir akvaryum ortamında "danio" kelimesini duyunca aklınıza gelmesi gereken ilk balık Danio rerio olduğundan) buna şaşırmamamız gerekiyor. Renk çeşitlemeleri "Cosmic Blue", "Electric Green", "Galactic Purple", "Starfire Red" ve "Sunburst Orange".

Barb. Barb dediği de tetrazon, zaten kendi başına (transgenetik olmadan bile) 4-5 farklı varyetesi (ilk aklıma gelenler zaten balığın doğal formu olan "kaplan", doğal deseni sürdürüp rengi sarımtırak hâle getiren "golden", yeşil bir gövdeye neden olan "moss" ve tetrazonu tinfoil barbusun ufak bir kopyasına döndüren -azıcık da acıbalığı, yeni Latince adıyla Rhodeus amarusu* andıran- "platinum") olan tetrazon. Yalnız tetrazonlarda albino olanları kullanmamışlar gibi geldi -ki tetrazon zaten "beyaz" yani "renklendirmeye müsait" bir balık olup albino olanı tam tersine pembemsi olduğundan şaşırtıcı değil. Burada konunun garip bir yanı da var: Türk akvaryum camiasında tetrazon konu barbusken pek akla gelmez (çünkü balığa "tiger barb" diyen İngilizlerin aksine adında barb/barbus gibi kelimeler kullanmıyoruz; balığın adı "tetrazon barbus" değil, sadece "tetrazon" -ki bu da bilimsel adı olan Puntigrus tetrazonadan, daha doğrusu sinonimi olan Barbus tetrazonadan geliyor-). Bunun -şimdilik- üç rengi var: "Electric Green", "Starfire Red" ve "Sunburst Orange" (ayrıca ben bütün bu verilerden balıkları yeşile ve turuncuya çevirmenin diğer renklere çevirmekten daha kolay ve ucuz olduğu sonucunu da çıkarıyorum; işte kayıt tutmanın faydaları).

*Evet, yeni; çünkü önceden Sibirya'ya özgü Rhodeus sericaus ile aynı tür (ama farklı alttür) sayılırken sonradan ikisi birbirinden ayrıldı. Bu arada bizim ülkedeki acıbalık da -tahmin edebileceğiniz üzere- R. amarusa geçirildi, ki gariptir önceden R. sericaus sericaus kabul ediliyordu.

Son olarak da frenatus. Tabii site bunlara "shark" diyor ama frenatusu bilen herkes "Frenatus ulan işte!" tepkisi verir. Site niye "shark" diyor? Çünkü akvaryumculukta bazı golyan türleri -tıpkı Pangasiidae ailesinin tamamı* gibi- çeşitli sebeplerden "köpek balığı" olarak anılırlar, bu İngilizce de Türkçede de böyledir. Örneğin Türkçede "kristal köpek balığı" dediğimiz balığa İngilizler "silvershark", bizim -genelde- labio veya -nadiren- kırmızı kuyruklu köpek balığı dediğimiz, görünüşü itibarıyla "frenatusun yüzgeçleri siyah olanı" olarak tanımlanabilecek olan balığa İngilizler "red-tailed black shark" der. Frenatus da bu gruptadır (zaten labionun yakın akrabasıdır), biz kendisine -sinonimi olan Labeo frenatustan, ki labioya labio deme sebebimiz de sinonimi olan Labeo bicolordur, hareketle- "frenatus" desek de İngilizce adı -birçok adından asıl kabul edileni- "rainbow shark"tır. Hazır yeri gelmişken labio ile frentusun bir diğer yakın akrabasıysa uçantilki (Epalzeorhynchos kalopterus), ki uçantiki ayrıca Epalzeorhynchos cinsinin biyolojik tip türü (yani cinsin temel özellikleri bu türe bakılarak anlaşılıyor). Bu arada Türkiye'de uçantilkiye "false SAE" dendiği de oluyor (akvaryum.com da aynı tongaya düşmüş) ama yalancı SAE aslında bizim kangal balığının (Garra rufa s.l.) çok yakın olmayan ama pek uzak da sayılamayacak bir akrabası olan Ceratogarra cambodgiensis. Karışıklığın sebebi, bu balıkların birbirine ve doğal olarak SAE balığına (Crossocheilus oblongus) olan benzerliği (söz konusu benzerliği, SAE'nin sinonimlerinden ikisinin Epalzeorhynchos siamensis ve Epalzeorhynchos stigmaeus olduğunu söyleyip Epalzeorhynchos cinsinin tip türünün uçantilki olduğunu tekrar hatırlatsam daha iyi algılayabilirsiniz sanırım). Hah neyse, frenatusun renk çeşitlemeleri de "Cosmic Blue", "Electric Green", "Galactic Purple" ve "Sunburst Orange" (buradan da pembenin elde edilmesi ya en zor ya da en pahalı olan renk olduğunu -veya belki de satışları en düşük renk olduğunu- anlıyoruz çünkü pristellayı tetra saymayan -gerçi Türk akvaryum camiasında da pristellalar, tıpkı tetrazonların diğer barbuslarla bir arada algılanmaması gibi, diğer tetralardan farklı bir yere konur ama konu bu değil- firmanın "tetra" demeye layık gördüğü balıklar haricinde hiçbirinde yok).

*Akvaryumculukta en popüler türleri de pangasus (Pangasius pangasius), "challenger" (Pangasius sanitwongsei) ve genelde bile isteye değil de pangasuslarla karıştırılarak ithal edilen yanar döner köpek balıkları (Pangasianodon hypophthalmus).

21.06.2024

Soğutma sistemini kurduk, beklediğimden çok daha efektif çalışıyor (üstelik yapılması gerektiği gibi düz değil de çapraz koymak zorunda kaldığım hâlde):


Fotoğrafları çektiğimde su sıcaklığı 28.3 C idi, an itibarıyla 28.1. Ay bitmeden balık ekleyebilirsem süper olacak (bir durum çıkmazsa ya pazartesi ya salı eklemeyi düşünüyorum). O değil de haziran olmuş ben hâlâ "mayıs bitmeden" diyorum lan, daha bu sabah fark ettim.

Soğutucu sisteminin termostatından izleyerek suyun tahmin ettiğimden çok daha yavaş ısındığını fark ettim. Tabii ki bu, özellikle de şu yaz günlerinde, işime geliyor. Soğutucuyu ters takmış da olabilirim (yani aslen akvaryuma değil dışarı hava verecek şekilde), zaten aslen düz konulması gerektiği hâlde kısmen zorunluluktan kısmen de üşengeçlikten (zorunluluk onu koyabileceğim yerim olmaması, üşengeçlik teknik olarak kolayca ve ekstra malzeme almam bile gerekmeden öyle bir yer yapma imkanım olması) çapraz koyduğum gerçeği de var, ona rağmen hızlıca düşürdü; beklediğimden çok daha efektif. Yani hani iyi ki manuel olarak yapmayıp termostatı takmışım diyorum (zaten takmasam termostat elimde patlamış olacaktı, onunla başka ne yapabileceğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu).

Ha bir de akvaryumda Peregriana peregra (ilk bakışta adi salyangoza benzeyen ama aslında bir tür yarasa kulak salyangoz olan garip bir varlık; bu arada sırf görünüşünden demiyorum ha, ciddi ciddi Lymnaeidae ailesine -hani adını hem biyolojik hem akvaryumculuk açısından tip türünün L. stagnalis olduğu Lymnaea cinsinden alan Lymnaeidae ailesine- dahil bu arkadaşlar) olduğunu teyit etmiş oldum. Ne zaman? Birkaç gün önce yaprak bitleriyle geniş çaplı bir savaşa girişip rutin su değişimini yaptığım sırada. Evet, onu yazmadım.

Bu arada dijital termometre hakikatten büyük kolaylıkmış, onu fark ettim. "Ulan şimdi bu çizgi kaça denk geliyor?" sorusunun olmaması bile yeter. Ya aslında benim yıllardır akvaryumun su değerlerini (en azından temel değerler olan sıcaklık, pH ve GH'ı) dijital olarak ölçüp ona göre gerektiğinde müdahale edecek bir cihaz fikrim var ama en azından ben hayattayken icat edilecekmiş gibi durmuyor. Gerçi aslında bu dediğimi bilgisayar destekli sistemler aracılığıyla yapmak mümkün (inanmayan Mendebur Lemur'a sorsun) ama bahsettiğim direkt kendi işlemleri yapacak, bizden istese istese su düzenleyicileri (işte pH azaltıcı-arttırıcı, GH azaltıcı-arttırıcı, belki bir de temel su düzenleyici -her işlemden sonra sisteme eklemek için-) kendimiz temin edip sisteme entegre etmemizi bekleyecek bir cihaz; kendimiz yapmaya kalkarsak akvaryumun yanına kelimenin tam anlamıyla bilgisayar sistemi kurmamız gerekiyor. Ha kafaya taksam (ve elektronik, yazılım gibi işlerden anlasam) yaparım, o sorun değil de böyle bir cihazın hâlâ piyasada bulunmuyor olması resmen saçmalık. Piyasada olsa da "chiller"dan bile birkaç katı pahalıya satarlar zaten ama derdim o değil, derdim hiçbir firmanın bu işe girmeyi aklının ucuna bile getirmemesi. Hadi Sera'yı anladım (daha önce de dediğim gibi kazıkçı esnaf mantalitesine sahip, ürünleri kaliteli olmasa yanından koşarak uzaklaşılacak bir marka) da Tetra veya bu işlerde genelde öncü olan JBL* niye girişmiyor? 

*JBL'nin öncülüğüne şöyle örnekler vereyim: Sera Gravel yokken JBL Sansibar vardı (gerçi biri dere kumu biri silis kum ama her iki markanın da tek taban malzemesi bu), Sera'nın hâlâ sürüngen kumu yokken -ki diğer sürüngen ürünlerinin alayını üretip satıyorlar, yani "konsept dışı" bahanesi (hiçbir sürüngen ürününü üretmeyip sürüngenleri bırak, akvaryum bitkileri için olan rehberini bile bu konuda baskı gördüğü gibi için üretmiş gibi duran Tetra'nın aksine) geçerli değil- JBL'nin iki farklı renkte (biri kızılımsı biri sarımtırak) sürüngen kumu var. Hatta şimdi baktım, o sürüngen kumunun (JBL Terra Sand) beyazı da varmış. Hatta "JBL Terra Bark" adı altında çam ağacı kabuğu bile paketleyip satıyor. Bu da -adındaki "terra" ibaresinden de rahatlıkla anlaşılabileceği gibi- sürüngen ürünü ama şimdiye kadar çam ağacı kabuğunda yaşaması tavsiye edilen sürüngen duymadım, öte yandan bazı kırbaç yılanı türleri için talaş kullanan var ve muhtemelen talaşa daha doğal görünümlü bir alternatif olarak üretilmiştir. Ayrıca evet, gerçekten onun için üretilmiş (hatta Türkçe sitelerde direkt "sürüngen talaşı" diye geçiyor).

22.06.2024

Ters takmamışım. Şimdilik gözlemliyorum, bakalım tam olarak kaç derecede çalışmaya başlayacak? Duruma göre 27, hatta 26 C'ye ayarlayabilirim. Şu an 28'e ayarlı, bu da 30 C (bundan emin olmak için gözlemliyorum) olunca çalışıp suyu 28 C'ye indirdiği anlamına geliyor. Burada neden yarı endişeli yarı rahat olduğumu anlamanız için biraz ek bilgi vermem gerekecek, tabii yeterince tecrübeli akvaristler çıkış noktamı -en az yarısı onaylamayacak olsa da- anlamıştır ama bu yazıyı sırf tecrübeli akvaristler okusun istesem başına öyle yazar, arada da hiçbir standart veya genelgeçer bilgi (örneğin akvaryum ortamında "danio" denince akla gelmesi gereken ilk balığın zebra balığı olduğu gibi) vermezdim. Hah neyse, çıkış noktam şu: Su sıcaklığı değişimi ani değil de kademeli, yani doğal olup diğer su şartları uygun olduğu sürece lepistesler birkaç saat 30 C suya dayanabilir. Çok hassas olmayan her balık için her su değerinde (tabii amonyak, bakır gibi 0 olması gereken değerler haricinde) de aynısı geçerlidir: Diğer tüm şartlar ideal olunca pH'ın akvaryumdaki canlı için ideal olan sınırdan yüksek olması, o yükselen pH'a müdahale edip düşürdüğünüz sürece o kadar büyük sorun olmaz. Ha ama hem pH olması gerekenden yüksek/düşük hem sıcaklık olması gerekenden yüksek/düşük ise işte o zaman balık birkaç günde ölür, ikisinden en az birine (mümkünse ikisine birden) hemen müdahale edilmelidir. Çıkmazım burada yatıyor: 30 C olur olmaz müdahale edileceğini bildiğim için 28 C ayarda (yani 30 C olunca çalışıp 28 C olunca duran ayarda, ki gözlemleme sebeplerimden biri de bundan emin olmak) mı tutmalıyım (dediğim gibi tür sıcaklık değişimine karşı çok hassas olan bir tür olmadığı sürece aslında tutulması gereken sıcaklıktan 2 C fazlasına birkaç saat dayanabilir -yeterince sağlam türlerde ve geri kalan tüm su değerlerinin ideal olduğu ortamlarda bu süre birkaç haftaya bile çıkabilir- ve sistemin suyu 30'dan 28'e düşürmesi en fazla bir saat sürerken su sıcaklığı 28'den otuza bir günden biraz daha fazla sürede çıkıyor, zaten aslında tam olarak ne kadar sürede çıktığını hesaplayabilmek için gözlemliyorum), 27 dereceye ayarlayıp 29 C olunca mı müdahale etmesini sağlamalıyım (1 C fark ediyor ama 1 C deyip geçmeyin, lepistesler 29 C'ye 30 C'den daha uzun süre dayanabilir ve bitkiler için kritik eşik olan 30'a çıkılmaması da beni çok rahatlatacak), yoksa doğrudan garanti olsun diye 28 C olunca müdahale edecek şekilde 26'ya mı ayarlamalıyım (böylece su, asla lepisteslerin "bir süre tahammül etmesi gerekecek" bir sıcaklığa ulaşmayacak, en fazla yaşayabilecekleri ideal maksimum sıcaklığa ulaşacak; böylece sorun oluşma ihtimali bile ortadan kalkacak). Muhtemelen üçüncüsünü yaparım ama emin değilim, gözlemlerim sonuç verdikten sonra kesin kararımı vereceğim.

23.06.2024

Su değerlerini ölçtüm çünkü -lepistes alacağım neredeyse kesin olsa da- "konulabilecek diğer türler" için bir liste tutmaya çalışıyorum. Su değerleri şöyle çıktı: ~7 pH (aslında tam olarak 7,2), yumuşağa yakın orta sertlikte su (tam olarak 8,4 dGH; gerçi KH azıcık daha yüksek ama akvaryumda dolomit olduğundan bu normal ve salyangozlar olduğundan aslında bu iyi bir şey), 0 klor (olması gerektiği gibi), 0 nitrit (olması gerektiği gibi), eser miktarda nitrat (Bitkili akvaryumlarda olması gerektiği gibi, bitkisiz akvaryumlardaysa 0 olması lazım ama 0'sa da bakteri döngüsü işlemiyor demektir -nitrat başka bir şekilde akvaryumdan uzaklaştırılmadığı sürece tabii-: İşte bu da akvaristin büyük ikilemi, akvaryumculuğun en büyük paradoksudur.). Tür listesini nasıl tutacağım? Tabii ki Akvaryum.com'un balık bulucusuyla. Parametrelerim şunlar: en az akvaryum hacmi 60 litre, 100 cm ve daha küçük türler (Bu zaten formalite, 100 cm büyüyen canlı nasıl 60 litreye sığsın?), pH 7, barışçıl veya orta derecede agresif ("orta derecede agresif"e en mükemmel örnek frenatustur bu arada, oradan bunun ne anlama geldiğini anlayabilirsiniz). Gördüğünüz gibi sıcaklıktan ve su sertliğinden bahsetmedim. Su sertliği -anlam veremediğim biçimde- bu "balık bulucu" parametrelerinde yok (genel olarak çoğu türün pH ve sıcaklık sklasından çok daha geniş bir su sertliği tahammül skalası olduğu için olduğunu tahmin ediyorum). Sıcaklık içinse önce 22, sonra 28 C ayarlayıp her ikisinde de listelenmeyenleri almayacağım. Ha bir de 150 litre diye de bir bakacağım çünkü Akvaryum.com kuhli gibi bir balığa 150 litre gerektiği gibi gördüğüm en saçma sapan iddialardan birine sahip, "Ulan bu küçücük balık, 60 litre yetmiyor mu buna?" dediklerimin 60 litrede olup olmadığını Sera CD 2'den kontrol edeceğim; tabii içeriğinde "80 litrede yaşar" demediği sürece (örneğin kırmızı gözlü tetra 80 litrede yaşıyor), o zaman ikinci kez kontrol etmeyeceğim. İkincilerde ("Ulan 60 litre buna nasıl yetmiyor?" dediklerimde) sevip sevmediğim, düşünüp düşünmediğim baz alınacak ama birincileri dümdüz listeleyip geçeceğim.

İşte liste:

Agassizi

Lepistes

Priapichthys annectens

Parosphromenus filamentosus

Cüce güneş balığı

Caridina brevicarpalis

Yabanarısı karides

Asya tatlısu midyesi (Corbicula fluminea)

Kiraz karides

Elma salyangozu (Pomacea bridgesii)

Pomacea canaliculata

Pomacea flagellata

Pomacea haustrum

Pomacea insularum

Pomacea lineata

Florida elma salyangozu (Pomacea paludosa)

Kankuyruk tetra

Ember tetra

Hyphessobrycon flammeus

Hyphessobrycon rosaceus

Yeşil şeritli kalem balığı

Pristella

Kemerli çöpçü/C020

Aphyosemion ahli

Aphyosemion amoenum

Aphyosemion bualanum

Gabon killifish (Aphyosemion gabunense gabunense)

Cüce gökkuşağı balığı (Melanotaenia praecox)

Yalnız listeyi azaltırken çok garip bir şey yaşadım: Su sıcaklığı 28'e kadar çıkınca yaşayan pek fazla balık yokmuş. 22'de listeye giren bir sürü sazansı vardı mesela ama 28'de hepsi silindi. Ben tam tersi olacağını düşünüyordum, vay arkadaş. Onları da listeleyip maksimum kaç derecede yaşadıklarını da yazasım var ama 28 C'ye ömrü boyunca dayanamayan balık koymaya niyetim olmadığından üşeniyorum. Bu arada ramshornlar da 26 C'ye kadar yaşıyormuş ama akvaryuma bakıyorum, biraz mayışmış olsalar da gayet yaşıyorlar. Zaten yaz haricindeki hiçbir mevsimde bu sıcaklığa katlanmaları gerekmeyecek, ha tabii bu bilgi soğutucu termostatını 26 C'ye ayarlamaya karar vermeme neden oldu o ayrı.

Soğutucuyu 26 C'ye ayarlayınca listeden 28'de yaşamıyor diye çıkardıklarımın 26'da yaşayanlarını ayrı bir liste olarak çıkarasım geldi. Bir nevi "akvaryuma koy(a)mayacağım ama içimde kalmasın" listesi:

Cüce canlıdoğuran (Heterandria formosa)

Xiphophorus evelynae

Xiphophorus nezahualcoyotl

Barışçıl beta (Betta imbellis)

Gök incisi danio/galaksi rasbora

Noktalı cüce danio

Microdevario kubotai

Rasbora borapetensis

Afrika filtre karidesi/vampir karides

Meksika cüce portakal kereviti

Amano karides

Zebra nerite

Zeytin nerite

Hayalet karides (Palaeomonetes sp.) -tatlısu türü olarak akvaryumculukta ABD menşeli P. paludosus, Türkiye'de Akdeniz Havzası'na özgü P. antennarius yaygındır.

Ramshorn salyangoz (Planorbarius corneus)

Turuncu yüzgeçli tetra

Elmas tetra

Altın kalem balığı

Hyphessobrycon loretoensis

Bronz çöpçü

Altınbaş çöpçü

Corydoras armatus

CW005 (Corydoras aurofrenatus)

Corydoras baderi

Corydoras bicolor

San Juan cory (Corydoras bilineatus)

Siyah çizgili çöpçü/C031

Corydoras breei

Lekeli kuyruk çöpçü

Venezuelalı pigme çöpçü

Cüce çöpçü

Yaban arısı çöpçü

Pigme çöpçü

Splendid killifish (Aphyosemion splendopleure)

Rivulus agilae

Pseudomugil luminatus

Bir şey fark ettim: Ben hep "Soğutucu beklediğimden verimli çalışıyor" şaşkınlığı içinde gaza gelmiştim ama daha haziran ayındayız; bunun temmuzu var, ağustosu var... O dönemler yeterli kalıp kalmayacağını bilmiyorum. Öte yandan dediğim gibi araştırmalarımda hep 200 litrelerden falan bahsediliyor, dolayısıyla bendeki 60 litre için bunun pek de sorun olmayacağını düşünüyorum. Araştırmalarımda falan hep 200 litrelerden bahsedilmesi de standart akvaryum boyutu 200 litre olduğu için bu arada: 60 litreden küçük akvaryumlar nano/picodur (hangisinin daha küçük olduğunu hatırlamıyorum), 60-80 arasındakiler küçük akvaryumlardır, 80-120 litre arasındakiler orta-küçük akvaryumlardır, 120-180 litre arasındakiler orta boydur, 200 zaten standarttır, 200'den büyük olanlar da büyük akvaryumlardır (280'e kadar orta-büyük). Gördüğünüz gibi hep 20 ve 20'nin katları biçiminde artıyor çünkü piyasada -tam da standart akvaryum boyu 200 litre olduğu için- 5 litre, 10 litre gibi "akvaryum" bile denemeyecek kadar küçük olanları saymazsak hep bu şekilde üretiliyor. Tabii kendiniz 70 litre bir akvaryum yapmanızın veya yaptırmanızın önünde hiçbir engel yok ama piyasada bulmanız -ikinci el olmadıkça- çok zor, 60 ve 80 litrelik olanlarıysa her yerde bulabilirsiniz. Akvaryum.com'un "her yerde yaşar bu" dediği canlılara (örneğin ramshorn salyangoz) en az akvaryum hacmi olarak ramshorn salyangozun hiçbir sıkıntı çekmeyeceği 5, 10 falan yerine direkt 20 litre yazması da bu 20 ve 20'nin katları meselesinden zaten.

24.06.2024

Gittim 6 tane (2 erkek 4 dişi) lepistes aldım. Yani daha doğrusu alırken öyle hesaplamıştım ama hemen su marullarının köklerine girdiklerinden hesaptan şu an o kadar da emin değilim. Bugün karartma yapacağım ve yem vermeyeceğim (gerçi akvaryuma girer girmez kuma düşmüş ölü su mercimeklerini falan didiklemeye başladılar, zebra midyeyi yemeye çalışan bile oldu ama olsun; gerçekten açlarsa bitki bitlerini yerler). Yem olarak da Tetra'nın beta yemiyle (bu ekonomiye ve Tetra'nın ne kadar sağlam bir marka olduğuna bakarsak aşırı ucuz geldi ya da ekonomi yüzünden ben ucuz pahalı algımı bu konuda bile kaybettim) Floppy diye yerli bir markanın "tropical mix" (Türkçesi: "Hacı şimdi sende karma akvaryum var, değil mi? Hah, bunu alıyorsun keyfine bakıyorsun." Her marka bu tür yem üretir, zaten "temel yem" denince kastedilen genel olarak bu yemdir; Sera'nın da aynı anlama gelen Sera Vipan serisi -biri pul, biri granül, biri cips olmak üzere üç çeşit olduğundan "seri" diyorum; gerçi Vipan sadece pul olanın adı, diğer ikisinin adı sırasıyla Vipagran ve Vipachips-) pul yemini aldım. Haftaya çarşıdaki daha büyük akvaryumculara (biri de lepistesleri aldığım akvaryumcunun ana şubesi) gideceğim, ember tetra bakacağım bir de panda çöpçü alıp almamak konusunda (22 C kadar düşük sıcaklıkta yaşayan az sayıda çöpçü türü var ama bunlardan en çok edinmek istediğim panda çöpçü 25 C'ye kadar yaşayabiliyor, köprüden önce son çıkış) kendimle cebelleşeceğim. Zaten eve lepisteslerin yanında transgenetik tetrayla dönmemek için kendimi zor tuttum. Akvaryumcuda transgenetik yerine beyaz etekli veya siyah tetra olsa muhtemelen bu kadar şanslı (şüpheli) olmazdım. Lepisteslerin de her biri ayrı varyete, akvaryuma alışıp kendilerini gösterdiklerinde (yarın yaparlar diye düşünüyorum) tek tek listelerim. Şimdi 2 erkek 4 dişi lepistes aldıysam akvaryumun 32 litresi harcandı (benim de gözüme çok az yer kaplıyorlar gibi gelmişti, ondanmış). Kalan 28 litreye koyulabilecek hangi canlılar var?

Toplam 12 ember tetra (tanesi 2 litre kaplıyor, en az 6 adet gerekiyor)

Toplam 4 siyah/transgenetik/beyaz etekli tetra (tanesi 6 litre kaplıyor, en az 4 adet gerekiyor) -Bunun (bunların) üstteki listelerde olmama sebebi 23-28 C arasında yaşaması bu arada, yani 22 onun için bir derece soğuk ama alırsam ısıtıcıyı 23'e ayarlarız, zaten benim odada suyun bir kez 23'e çıktıktan sonra bir hafta kadar falan uzakta olup kaloriferlerin çalışmaması gibi ekstrem durumlar haricinde düşeceğini sanmıyorum.

Toplam 28 kiraz karides (Karides akvaryumları haricinde tanesi 1 litreden hesaplanıyor -yukarılarda sebebi var-, en az diye bir sayı aslında yok ama en az 5 tane en iyisi oluyor; sebebi de kiraz karideslerin sürü balığı olmayıp grup davranışına sahip olan balıklar olması ve evet, biyolojik olarak balık olmadıklarının farkındayım. Neyse, aslında akvaryum canlılarında "sürü balığı olmayan sürü balıkları" şaşırtıcı derecede yaygındır: Mesela Japon balıkları sürü balığı değildir, tek bir tane olmaya da itirazları yoktur ama en az 4 tane koyarsanız kısmi bir sürü davranışı gösterirler, o yüzden Sera CD 2 Japon balığının minimumunu 4 olarak hesaplıyor mesela. Akvaryum ortamında bunlara "sosyal balıklar" denir, dikkat edin "sürü balıkları" değil; sürü balığı dediğin tetra, çöpçü falandır, sosyal balıklar ise birçok sazansı başta olmak üzere çoğu akvaryum balığıdır. Ha bir de sürü balığı mı sosyal balık mı olduğunun sınırları azıcık bulanık olan kuhli, koi gibi "ara" türler var ama onlar da istisna; çoğu balığın sürü balığı mı yoksa sosyal balık mı olduğu gayet net bir şekilde, hiçbir tartışma olmaksızın biliniyor. Yani işin özeti şu: Sürü balığı sürüsü olmadan yaşayamaz, sosyal balıksa sürü -daha doğrusu "grup"- davranışı gösterir ama sürü olmadan tek tabanca da gayet kafasına göre takılabilir.)

Toplam 7 pristella (tanesi 3-4 litre yer kaplıyor, 4'ten hesaplanır, en az 6 adet gerekiyor)

Toplam 4 dişi lepistes daha (tanesi 6 litre yer kaplıyor, dişi erkek oranı 1 erkeğe en az 2 dişi, genel bir kural olarak ne kadar çok dişi lepistes o kadar iyi, ayrıca lepistesler -ve birçok başka canlıdoğuran türü daha- dişi/erkek oranının uygun olmadığı yerde cinsiyet değiştiriyor, "Şov akvaryumu kuracağım ben, üretim falan da istemiyorum, hepsi erkek lepistes olsun." diye bir dünya yok yani, illa biri dişiye dönüp üreme döngüsünü devam ettiriyor, hatta aldıklarım arasından da bir tanesinin ya dişiden erkeğe ya da erkekten dişiye dönmüş olduğundan hemen hemen eminim, erkekten dişiye dönmüş olduğunu umarak aldım -çünkü öteki türlü düzen bozuluyor, 3e3d lepistes diye bir dünya yok; ben zaten tam da bu yüzden bu yok gap ilişki, yok bariyer ilişki falan saçmalıklarını hep lepisteslerin üreme davranışına benzetiyorum-)

Toplam 7 erkek lepistes daha (tanesi 4 litre yer kaplıyor, dişi erkek oranının ideali 1 erkeğe 3 dişi, yani genel bir kural olarak akvaryumda dişi sayısının en fazla yarısı [yukarıda dediğim minimum 1e2d oranı], ideal olarak 1/3'ü [standart olan 1e3d oranı] kadar erkek lepistes bulunması gerekiyor, daha az veya daha çok olduğunda da -dediğim gibi- lepistesler bunu kendileri ayarlıyor)

Gördüğünüz gibi bu listede dünkü listedeki her canlı yok. Niye yok? Bazısı sığmıyor o ayrı da geneli paşa gönlüm öyle istediğinden yok.

Bu arada lepistesler akvaryuma alıştı, ortalıkta yüzüyorlar ama yine de varyetelerini yarın yazacağım. En büyük sebebim karartma yapma kararımdan vazgeçmemiş olmam (özetle ışık altında daha net görebilmek için bekliyorum). Vazgeçmemiş olmamın temel sebebi şu: Karartma yapmak lepisteslerin gece-gündüz döngüsünü de benim akvaryumdaki gibi ters biçimde olacak şekilde sıfırlayacak, zaten karartma yapmanın ikinci en büyük sebebi budur (birinci de balıkların ortama alışana kadar aydınlıktan tedirgin olmamasıdır) çünkü aldığınız yerde ışığın hangi saatler arasında açık olduğunu bilemezsiniz, bilseniz de uygulamamanız sizin yararınıza olur çünkü ışık da akvaryumda oturması gereken döngünün bir parçasıdır (ha en "değiştirilebilir" parçasıdır o ayrı -örneğin mevsim döngülerini taklit etmek için kademeli olarak yıl boyunca artırıp azaltanlar var- ama sonuçta parçasıdır).

Panda çöpçülerle ilgili durum beni sinir ettiğinden üstteki "toplam" listelerini 22 C'de yaşayan her çöpçü için maksimum sıcaklığı da hesaba katarak yapmaya karar verdim:

Toplam 7 kemerli çöpçü (tanesi dişilerde 5,5, erkeklerde 5 litre yer kaplıyor, ikisi de 6'dan hesaplanır, en az 6 adet gerekiyor, 21-28 C arasında yaşıyor)

Toplam 5 Corydoras boesemani (tanesi 4,5 litre yer kaplıyor, 5'ten hesaplanır, en az 6 adet gerekiyor, 22-25 C arasında yaşıyor)

Toplam 4 Corydoras melanotaenia (6 litre, en az 6 adet, 20-23 C)

Toplam 5 haydut çöpçü (5 l, e.a. 6, 21-24 C)

Toplam 5 siyah çizgili çöpçü (tanesi dişilerde 5, erkeklerde 4 litre yer kaplıyor, ikisi de 5'ten hesaplanır, en az 6 adet gerekiyor, 20-26 C arasında yaşıyor ama Akvaryum.com yanında "yüksek sıcaklıkta ömrü azalır" demiş, başta bir deyişle teknik olarak 26 C'nin üstüne de tahammül edebiliyorlar)

Toplam 4 Corydoras armatus (6 l, e.a. 6, 22-26 C)

Toplam 7 Aspidoras depinnai (3,5 cm=4 l, e.a. 6, 22-24 C)

Toplam 5 Corydoras acrensis (5 l, e.a. 6, 21-25 C)

Toplam 5 peri çöpçü (5 l, e.a. 6, 21-24 C)

Toplam 5 Corydoras breei (4,5 cm=5 l, e.a. 6, 21-27 C)

Toplam 5 Corydoras napoensis (5 l, e.a. 6, 22-26 C)

Toplam 5 panda çöpçü (5 l, e.a. 5, 22-25 C)

Toplam 5 lekeli kuyruk çöpçü (5 l, e.a. 6, 22-26 C)

Toplam 4 CW005 (6 l, e.a. 6, 21-26 C)

Toplam 4 bronz çöpçü (6 l, e.a. 6, 20-26 C) = toplam 4 albino çöpçü

Toplam 4 C056 (d6e5=6 l, e.a. 6, 22-24 C)

Toplam 5 Corydoras baderi (4,7 cm=5 l, e.a. 6, 22-26)

Toplam 7 Corydoras gracilis (4 l, e.a. 6, 22-26 C)

Toplam 9 pigme çöpçü (3 l, e.a. 6, 22-26 C)

Toplam 5 yaban arısı çöpçü (e4,5d5=5 l, e.a. 6, 22-26)

Toplam 9 Venezuelalı pigme çöpçü (3 l, e.a. 6, 22-26)

Toplam 5 Corydoras bicolor (5 l, e.a. 6, 22-26 C)

Toplam 4 altınbaş çöpçü (6 l, e.a. 6, 22-26 C)

Toplam 4 Corydoras approuaguensis (5,7 cm=6 l, e.a. 6, 21-27 C)

Toplam 5 San Juan çöpçü (5 l, e.a. 6, 22-26)

Toplam 9 cüce çöpçü (e2d3=3 l, e.a. 6, 22-26)

Toplam 4 leopar çöpçü (5,5 cm=6 l, e.a. 6, 16-25 C)

Çöpçülerin çoğu zaten yer sıkıntısından olmuyor, çöpçü koysam bu sefer başka bir şey koyamıyorum (çoğu da en az sayıyı bile tutturamıyor). Çöpçü deyip geçmemek lazım işte... Gerçi dip balığı olduklarından aslında hesaplamada geriye doğru azaltmak da mümkün, hani leopar çöpçüyü 6 yerine 5'ten de hesaplayabilirsin veya 28 litreye 5 santimlik 6 çöpçü sığar (28/5=5,6) da diyebilirsin (tabii konu "en az akvaryum hacmi" ise diyemezsin, o farklı bir konu) ama yapılmasa daha iyi. Zaten bu ikisini birden yaparsan da hesap iyice kafayı yer. Sonuç: Koymuyorum lan çöpçü möpçü!

25.06.2024

Evet, lepisteslerin varyetelerine gelelim. Bir adet erkek filkulak (en sağda):


Bir adet erkek sunset:

İki adet dişi yeşil kobra (birinci görselde altta, ikinci ve üçüncü görselde sağ ön tarafta, dördüncü görselde en sağda; bu arada görsellerde pek görünmüyor ama bunların kuyruklarında çok güzel benekli desenler var, Google Görseller'de "female green cobra guppy" diye aratarak daha detaylı inceleyebilirsiniz):




Bir adet dişi sunset (orta arkada): 

Bir adet dişi altın kobra (birinci görselde en sağda, ikinci görselde solda):


Akvaryumdaki diğer canlılar olarak da ramshornlar ve zebra midyeler de var:


Ha ayrıca Peregriana peregra ve çamur salyangozu (Potamopyrgus antipodarum) da var ama o ikisini çok yakından bakmadan adi salyangozlardan ayırt etmek zor olduğundan fotoğrafları yok. Çamur salyangozu olduğunu da lepistesleri aşılarken bir tanesi hortuma çıktığından biliyorum.

Bu arada Floppy yemi iyi yiyorlar, gerçi muhtemelen aç olduklarından öyle oldu. Yiyince bir hareketlendiler, gerçi hâlâ yem alanında takılan var ("doymamış bunlar" deyip daha fazla yem verip vermemekte kararsızım, dediğim gibi lepistesler yem yerken pek "başkalarına da kalsın" diye düşünen balıklar değiller -"deyip duruyorsun da öyle yapan balık mı var zaten?" diye sorarsanız mesela kiraz karidesler yapıyor-), yalnız su mercimeğini ısırmaya çalışan var. Akvaryumcuda içinde hiçbir şey olmayan bir akvaryumda tutuluyorlardı, o yüzden bunu "Daha önce görmemiş ki nereden bilsin?" diye yorumlayıp görmezden geleceğim, bitkisel olduğunu anlayınca su mercimeklerini rahat bırakacaklar zaten (çünkü -yine daha önce de dediğim gibi- lepistesler mezokarnivor olan, yani düşük bitkisel besine ihtiyaç duysalar da sonuçta hepçil olan balıklardır ama her nedense kendilerini etçil sanırlar). Öte yandan lepisteslerin bazısının (özellikle altın kobra dişinin) kondisyonu bana düşük geldi, biraz fazla yemlemenin yararı da olabilir. Keşke sarımsaklı bitkisel yemden (yine Floppy markasının) alsaymışım, diyorum şimdi veya bugün temel yem yerine beta yemi de verebilirdim. Gerçi bir kez beta yeminin tadını aldıkları bu ortamda temel pul yeme tamah ederler miydi ondan emin değilim, canlıdoğuranların, özellikle de lepistesgillerin (Poecilidae), -çiklitlerin (özellikle diskusların) ve nazlı tetra türlerinin (örnek isterseniz kırmızı burun tetra) aksine- pek yemek seçme huyu yoktur ama şahsen ben yeni bir ortamda bana ilk verilen şey Tetra'nın beta yemi olan bir lepistes olsam "Ooo, burada ortam süpermiş." der, sonraki gün adı duyulmadık bir markanın temel pul yemini vermeye kalkışırlarsa da yüzüne bakmazdım. Öte yandan zaten beta yemini vermek için bir gün belirlemem gerekiyor, yani neden çarşamba olmasın? Gerçi her halükarda bitkisel yem de alacağım, haftada bir gün de sindirim sistemlerini rahatlatmak gerek. Tabii bu iş aslında kabak, ıspanak falan verilerek yapılır ama lepistesler beni yemeye kalkar da kabağın, ıspanağın yüzüne bakmaz, dolayısıyla ya haftada bir gün aç bırakacağım -ki kondisyon düşüklüğüne dair endişem bunu imkansız hâle getiriyor- ya da gidip kaliteli bir bitkisel yem alacağım. Şimdi düşününce spriulina da verebilirim, onu yemeye nispeten istekli olurlar ve elimde spirulina var (balık yemi yapmak için almıştım).

26.06.2024

Yemi ilk sefer iştahlı yemişlerdi ama bu kez o kadar verim alamadım, sırf aç kalmamak için yiyor gibilerdi (yemin içindekiler kısmına bakmış biri olarak balıklara hak veriyorum, belki yine ev yapımı yem işine girerim). Ama bünyeleri henüz yeni (ters) gece gündüz döngüsüne alışmadığından da olabilir. Beta yemini akşam (akvaryumun iç döngüsünde gündüz oluyor gerçi) vereceğim, daha çok verim alacağıma eminim. Buradaki soru(n) şu: Yemi sevdiler mi, sevmediler mi? Gerçi her halükarda ev yapımı yem işine giresim -olmadı Alman markalarına tüm paramı veresim, ki teknik olarak hiç param yok- var çünkü içindekiler kısmı pek de besleyici değil, sırf un var lan içinde (balık unu, kril unu, buğday unu, mısır unu... diye gidiyor). İçerik konusunda hâlâ biraz teorik bilgim kalmış olsa da internetteki tariflere bir bakayım. Bu arada işte bu, "Balıkları ekledik artık, tamam." deyip yazıyı direkt yayınlamak yerine bir süre daha (belki bir hafta belki bir ay) gözlemleyecek olma sebebim.

Tamam, tariflere baktım ve şimdi henüz denenmemiş olan kendi tarifimi yazıyorum:

Karides/kril/midye/başka bir balıkçılık ürünü (belki kaplumbağa yemi olarak satılan kuru gammaruslar?)

Havuç

Ispanak

Fesleğen

Mısır unu

Spirulina

Sarımsak

Vazgeçtim. Gerçi tam da vazgeçmedim, duruma göre bakacağım. Ya aslında ne tür yem yapmam gerektiğinden emin değilim. Şimdi, balık yemleri genel olarak dört (yavru yemini de sayarsak beş) kategoridedir: Temel yem (yavru yemi aslında yavru balıklar için temel yemdir, bu yüzden sayılmaz), renklendirme yemi (karoten içerir, özellikle kırmızı/turuncu balıklarda gözle görülür değişime neden olur; karotenin doğadaki genel kaynağı da kapya biber, havuç, kırmızı alg ve kırmızı algle beslenmiş krildir), üreme yemi (balıkların üremesini hızlandırmak/arttırmak veya kondisyonlarını üremeye hazır hâle getirmek için üretilen/kullanılan yem, genel olarak protein içeriklidir) ve bitkisel diyet yemi (bitkisel besine ihtiyaç duyduğu hâlde duymadığını düşünen balıklar için, ki akvaryum balıklarının şaşırtıcı sayıda fazlası bu türden balıklardır, gerçi çoğu temel yem de tam olarak aynı amaca hizmet eder; ayrıca haftada bir gün aç bırakılması çok hoş sonuçlar doğurmayabilecek balıklar -örneğin etçil ve agresif türler, mesela calvus ve başka birçok çiklit türü veya akvaryuma yeni girmiş, henüz kendini toparlayamamış herhangi bir balık- için de kullanılır). Şu an elimde bir temel yem, bir de protein yemi (üreme yemi olarak da bitkisel yemin tersine çevirmesi olarak da yorumlanabilir, tabii aslında beta için temel yem ama konu bu değil) var, bitkisel yem de ya yapacağım ya alacağım (en olmadı akvaryuma direkt kaşıkla spirulina atacağım) ki yaparsam hem bitkisel diyet hem renklendirme yemi olacak. Bitkisel diyet yemini yine bu Floppy markasından alıp temel yemi doğru düzgün bir taneyle de değiştirebilirim. Gerçi yerli diye ucuz olur düşüncesiyle konuşuyorum ama bu elimdeki iki yemden Floppy olanı Tetra olandan pahalıydı, benzer durumla karşılaşırsam direkt Tetra'ya/Sera'ya -gerçi Sera'da ucuzluk olmaz da konu o değil- dalarım. Neyse ya, haftaya çarşıdaki akvaryumculara bir gideyim de ona göre aksiyon alacağım.

Beta yemini çok iyi yediler, ki asıl tersi olsa şaşırırdım:














Dipte (daha çok söğüt yosununun üstünde) kalan yemleri dert etmeyin, salyangozlar yer (özellikle ramshorn salyangozları artık yemleri temizlemede bir numara, ha gerçi "Ooo, burada ek besin var." deyip coşabiliyorlar -daha önce bahsettiğim popülasyon düzenleme mevzusu- ama ramshornların sayısı artsa da pek şikayetçi olmam, aşırı artarlarsa da iki üç katil salyangoz alırım, ki katil salyangozlar 23-27 C arasında yaşar).

Öte yandan "Ya lepistesler bundan sonra Floppy pul yemi kabul etmezlerse?" endişem var, öyle olursa hiç şaşırmayacağım. Mecburen ya kaliteli yem alacağız ya da kendimiz yapacağız. "Kendim yapmak" demişken de ufak bir detay vereyim, sarımsak hem balıkların sindirim ve bağışıklık sistemine faydalıdır hem de kokusu onları yemi yemeye teşvik eder (tam da bu yüzden diskus gibi, yem seçmesiyle meşhur balıklar için özel olarak üretilen yemlerin standart malzemesi sarımsaktır). Hatta direkt akvaryuma sarımsak suyu döken de var ama benim şimdiye kadar kullanmış olduğum bir yöntem değil, bundan sonra da kullanacağımı sanmıyorum. Ha gerçi elimdeki pul yemi kabul etmemeye başlarlarsa çöpe atmaktansa üstüne bir iki damla sarımsak suyu damlatarak kullanabilirim, hem balıklar kabul etmekte daha istekli olur hem de besin değerini arttırır. Balık vitaminlerini kullanmanın doğru yolu da budur, direkt suya dökünce de etkili olsalar da aslen yeme bir iki damla damlatıp öyle vermek ve bunu her yemlemede yapmak gerekir. Ayrıca evet, balıklar için vitamin var ve evet, gerçekten gerekli (bak onu iyi hatırladım, balık vitamini de almam lazım; eğer ev yapımı yem işine gireceksem kesin lazım). Akvaryum işlerinin öyle "Balık işte... At suya yaşasın." deyip geçilecek mevzular olmadığını buraya kadar okuduysanız ya halihazırda biliyor ya da okurken anlamış olmanız lazımdı zaten.

27.06.2024

Pul yemi gayet iştahla yiyorlar, arıza çıkarmadılar. Gayet hareketliler ve kurlaşmalar da başladı. Demek ki akvaryumdaki gece-gündüz döngüsüne adapte oldular, bu aşamadan sonrası daha kolay olacak. Ha bir de tabii ya evde yapacağım ya kalitelisini alacağım yem de bitkisel olan olacak.

Bu arada dişi sunseti kaybetmişiz, o biraz canımı sıktı. Boyca en büyük olduğundan en yaşlıları oydu muhtemelen, bu da hem ecele zaten yakın olduğunu -yani tamamen eceliyle ölmüş olabileceğini, ki lepisteslerin ortalama ömrü 2 yıl- hem de değişimlere (özellikle gece/gündüz döngüsünün tam tersine çevrilmesi gibi büyük bir değişikliğe ek olarak günaşırı 26-28 C arasında oynayan değişken sıcaklığa) alışmasının zor olduğu anlamına geliyor.

29.06.2024

Balıklarla uğraşayım derken "müdahale boşluğu" iyice su mercimeğiyle dolmuştu, ayrıca azollaların halkasının da yarısını su marulları istila etmişti, onları alıp arkadaki akvaryuma götürdüm. Bu arada yaz gelmeden önce akvaryumda neredeyse su mercimeği kalmamıştı, su marullarının arasından bile azolla çıkıyordu ama şimdi de neredeyse azolla yok, her yanda su mercimeği var. Bunun mevsimsel bir döngü olduğunu ve hem azolların hem su mercimeklerinin bu şekilde arta azala varlığını sürdüreceğini umuyorum.

02.07.2024

Normalde dün akvaryumcuya gidecektim ama bütün gün uyudum. Bugün de hem aşırı sıcak hem de Kayseri'de çıkan olayların hemen ertesi günü alışverişe çıkmak biraz yüzsüzlük gibime geliyor. Sıcaklığı şöyle anlatayım: Son iki gündür 26,5 C civarında seyreden su sıcaklığı an itibarıyla -ki saat 07.11- 27,6 C. Yatıp uyuyacağım (uyumaya çalışacağım), uyanınca gidip gitmemeye karar veririm. Aslında bir an önce gitmem gerekiyor çünkü 2e3d ideal bir oran değil (daha önce de dediğim gibi bu işin minimumu 1e2d), bu yüzden en yakın zamanda en az bir dişi lepistes almam gerekiyor ama bir hafta kadar idare edebilirler. Ha muhtemelen ben dayanamam o ayrı. Öte yandan Kayseri'de başlayan olayların da ne yöne gideceği meçhul. Çünkü bizim milletin tarihî kuyruk acıları olan düşmanlarımızın hâlâ anlayamadığı çok acayip bir özelliği var, bizim millet çok sabırlı. Öyle böyle değil, zaten o yüzden uluslararası arenada bu hükümetten önce bile şamar oğlanı gibiydik -bir nevi "vur ensesine, al ekmeğini" kontenjanı- ama sabrı bir kez taşınca ne yapabileceğini kestirmenin imkanı yok. Saman alevi gibi parlayıp sönebilir de anandan emdiğin sütü burnundan getirene kadar işin peşini bırakmayabilir de. Ayrıca düşman da ayırmaz: "karşı tarafın" savunucularına/destekçilerine de saldırmadan önce bir dakika bile düşünmez. Bu konudaki tek dileğim Türk halkının ve devletinin bu işten yararlı çıkması ("Türk devleti" deyince başımıza sömürge valisi diye konmuş hükümeti anlayan da siktirsin gitsin Türkçe öğrensin), gerçi "Suriyeli soykırımı" ile suçlanmadan paçayı kurtarabilsek bile kâr ya neyse. Ha tabii en iyisi evlinin evine köylünün köyüne (bu durumda Suriyelinin Suriye'ye, Afgan'ın Afganistan'a vs.*) dönüp şu başımızdaki hainlerden bir an önce kurtulup ekonominin de hiç değilse insanların pahalı/ucuz algısı geri gelecek kadar düzelmesi ama işte bunlar çok kısa sürede olması pek mümkün olmayan, her biri illaki bir çeşit süreç gerektiren şeyler. Hayır yani öyle bir devirde yaşıyoruz ki akvaryumla ilgili yazıda gündemden bahsetmek zorunda kalıyorum. Reva mı lan bu? İşte, bizim milletin şu sabrının taştığında hedef gözetmediğini ve ne yapacağının kestirilemediğini bir anlayıp bizi kendi hâlimize bıraksalar kimseye ilişmeden, en fazla kendi içimizde biraz didişerek yaşayıp gideceğiz ama hiç olur mu? Batılı efendilerimizin (!) Roma'nın ve Britanya İmparatorluğu'nun, Arap hazretlerimizin (!) halifeliğin, Perslerin ve bilumum İranilerin Keyhüsrev'in (namıdiğer Büyük Kiros'un), Yahudilerin Kudüs'ün, Rusların kışkırttığı -ve kendileri de kışkırmaya yer aradıklarından bunda hiç de zorlanmadığı- Ermeni çetelerinin ve daha kim bilir hangi milletin bilmem hangi haltın intikamını aldığını hissetmesi gerekiyor. Nasılsa Türk bıçak kemiğe dayanıp haklı tepkisini vermek zorunda kalınca Türkleri katliamcı, barbar, soykırımcı falan ilan edip geçmek kolay anasını satayım, hiç belgeye, kanıta falan da gerek yok zaten, beyan ettiği etnisitesinin doğru olup olmadığı bile meçhul biri "Türkler bize şöyle böyle yaptı, çok acı çektik." desin yeterli. Ha ama Arap Yarımadası'nda ve Levant'ta Türklere, Balkanlarda hem Türklere hem Boşnaklara, Kafkaslarda hem Türklere hem Çerkezlere, Kuzey Mezopotamya ve Kuzeydoğu Anadolu'da hem Türklere hem Kürtlere yapılan şeyler mi? "Aile arasında (!) olur böyle şeyler canım, Türkler çok abartıyor. Bak hiç kardeşin (!) ağlıyor mu?"

*Bu Afgan sığınmacıları da hiç anlayamadım yalnız. Lan ben buradan doğuya geçmeye çalışsam İran sınırında sorgusuz sualsiz kurşuna dizilirim, bunlar İran sınırında "Sizinle işimiz yok, Türkiye'ye gideceğiz." deyince İran geçmelerine izin mi veriyor yani? Bizde sınır mınır kalmadı anladık da İran'dan nasıl geçiyorlar lan?

03.07.2024

"Kesin gitmem lazım, hem dünkü maçın etkilerinden nemalanırım." deyip 37 C sıcakta yola koyuldum. Değdi mi? Değdi. Bir adet "half-black" dişi lepistes (üstten bakınca o kadar siyah görünüyor ki "Lan ben half-black dişisi dedim ama full-black erkeği mi verdiler?" diye düşündüm ama yok, dişi; gerçi hâlâ half-black mi full-black mi olduğundan pek emin değilim), beş tane de sarı ateş neon karides (Neocaridina davidi var. "Yellow Neon") aldım. Karides bulabilmeme zaten çok sevindim ama bulabildiğim karidesin sarı ateş neon olmasına daha da çok sevindim çünkü en sevdiğim N. davidi varyetelerinden biri. Gerçi aynı akvaryumun üstünde "bloody mary" (yoğun ve parlak kırmızı renkte bir N. davidi varyetesi, bir nevi sakura karidesin "bir üst sürümü", zaten sakura karides de kırmızı kiraz karidesin yani N. davidinin akvaryumlardaki en temel formunun, "kiraz karides" yani bilimsel adıyla Neocaridina davidi der demez akla gelmesi gereken varyetenin bir üst sürümü) ve mavi melek (N. davidinin mavi bir varyetesi) de yazıyordu ama onlardan yoktu. Ha bir de kardinal karides (Caridina dennerli) vardı ama farklı akvaryumdaydı, zaten "üst düzey" bir tür olduğu için ona özel akvaryum kurmak gerekiyor, her ne kadar kendilerini sevsem de hayatım boyunca bakacağımı düşündüğüm bir tür değil (sonuçta siyah uçlu resif köpek balığını da seviyorum ama akvaryumda beslemeye kalkmıyorum; gerçi aynı şey değil ama ne kastettiğimi anladınız işte). Hoş akvaryum bana boş gibi geldi, hemen yanındaki su piresi (Daphnia pulex) akvaryumu daha doluydu (daha dolu derken bayağı suyla neredeyse eşit miktarda su piresi vardı). Onun dışında ilk kez gerçek hayatta transgenetik pristella gördüm (daha önce -GloFish'in sitesindeki liste haricinde- görmediğimden önce transgenetik tetraların uçları siyah bir versiyonu sandım, gerçi ikisi de tetra olduğundan teknik olarak zaten öyle), kırmızı transgenetik tetrazon da vardı (ama sadece kırmızı, diğer renkler yoktu, gerçi bir tanecik yeşil gördüm galiba ama emin değilim). Onun dışında karides aldığımdan yoktan yere bir dal tilkikuyruğu daha edinmiş oldum (karidesler illaki bir şeylere tutunmak isteyen canlılar olduğundan karides poşetine bitki parçasıdır, sünger parçasıdır gibi şeyler koymak âdettendir; bitkide de tilkikuyruğu, elodea falan gibi çok hızlı bir şekilde "ihtiyaç fazlası" kapsamına girene kadar çoğalabilen/büyüyebilen bitkiler doğal olarak bu iş için doğal hedeflerdir), gittim elodeaların oraya sıkıştırdım. Evet, sıkıştırdım; akşam olup ışıklar açılınca ne kastettiğimi anlatan bir fotoğraf çekeceğim zaten. Bu arada akvaryuma yanaşınca lepistesler hemen müdahale boşluğuna geldi, ki bu iyi bir şey. Akvaryumda düzenin oturduğunu ve ev sahiplerinin de bu düzene alışmış olduğunu gösteriyor. Hoş akvaryumdaki tersine gece gündüz döngüsü yüzünden ben temel yem vereceğim zamanı, protein yemi vereceğim zamanı ve aç bırakacağım zamanı (çünkü kaliteli bitkisel yem bulamadım; kaliteli yemler vardı ama hepsi temel yemdi) karıştırıp duruyorum (çünkü "pazartesi şu iş" diyorsun ama akvaryum pazartesi değil, pazartesiyi salıya bağlayan geceyle pazarı pazartesiye bağlayan gece çalışıyor). Bu konudaki en önemli dileğim bir an önce şu aile evinden kurtulup akvaryumdaki gece-gündüz döngüsünü düzeltmek. Ben de acı çekmem balıklar da çekmez (gerçi ben balıkların birkaç katı kadar fazla acı çekiyorum çünkü balıklar henüz saat diye bir kavram icat etmemiş olduğundan "Aaa, ışık var, demek ki gündüz." ve "Aaa, ışık yok, demek ki gece." şeklinde "çalışıyorlar"). Bu arada o lepistes de hakikatten full-black imiş (tabii bu bir sorun değil, aksine işime geliyor). Şimdi en önemli sorunum, karidese uygun yemim olmaması. Karides dediğin pul yemle beslenmez, ya granül ya tablet ya da görünüşü granüle benzeyen ama hızlıca batan özel karides yemlerinden kullanmak gerekiyor. Tabii şu anki pul yemim garip bir şekilde batma eğiliminde olduğu için idare ederim de bu bitince pul yem yerine temel yemi de granül almam lazım. Belki evde yapmaya kasarım. Neyse, birkaç gün gözlemleyeyim; sıkıntı olmazsa bu yazıyı bitirip haftaya yayınlarım. Olursa da nereye kadar ilerleyeceği hakkında benim de herhangi bir fikrim yok.

Bu arada ben de hıyar gibi gidip hep en sıcak günlerde balık alıyorum ama hep öyle denk geliyor, ben ne yapayım? 2e3d oranı uzun süre sürdürülebilir bir oran değildi, maksimum bir ayı vardı, o da geri kalan her şart idealken. Hah, neyse; full-black lepistesin (bunlara zamanında "siyah/simsiyah lepistes" dememişiz, öyle kalmış; gerçi "half-black"e bile bir şey dememişiz ki "half-black" ülkede en eskiden beri olan lepistes varyetelerinden biri) fotoğraflarını çektim:



Bu da "sıkıştırdığım" tilkikuyruğu (başta çam sandım ama değil, tilkikuyruğu), kendisi zaten zemini bulacak (bulamasa bile yaşayıp uzamaya devam edecek):

Bu su sarı gibi görünüyor olabilir ama değil, fon yüzünden (daha doğrusu mavi fonu kullanmayıp eski şelale dekorunun kalıntısını çıkarmadığımdan, ki aynı zamanda paludaryumun karasal kısmını da oluşturduğundan zaten çıkarmak gibi bir ihtimalim yok çünkü diğer alternatif sıfırdan yapılacak yüzen ada) öyle, su marullarının gölge etmesinin ve silis kumun sarı olmasının da etkisi var tabii.

Karidesler saklanıyor, ki karidesler için ortama alışana kadar (birkaç gün ilâ bir hafta) bu durum normal (özellikle de karideslerin doğasına bu kadar uygun bir akvaryum için; çünkü en başta zaten odak noktam olan iki tür karidesle lepistesti, akvaryumun tüm tasarımını o iki türü düşünerek yaptım). Bir tek kovada fotoğrafları var ama orada da renklerini falan hiç belli etmiyorlar.

Karides için biraz fotoğraf almayı başardım ama kamera netleyene kadar yürüdü gitti (bayağı sallana salallana yürüdü gitti hem de), o yüzden pek belli olmuyor:



Yine de fotoğraf fotoğraftır (bir gün bir fotoğrafçılık yarışmasına falan başvurursam jüriye kurayım bu cümleyi, "anlaşılamamış deha" özel ödülü falan icat ederler belki).

04.07.2024

Soğutma sistemi yeterli mi yoksa yetersiz mi onu tam anlayamadım. Çünkü dünden beri çalışıyor, yani dünden beri 28'i 26'ya düşüremedi. Hatta 28.1 C'yi 28'e düşürmesi bile üç saat sürdü. Bu şimdiden böyleyse temmuzda, ağustosta ne olacak? Hayır yanına başka fan takacağım ama almak için AVM'ye gitmem lazım, bir de nasıl takacağımdan emin değilim. Ona bir bakacağız. Fanlı bilgisayar altlıklarıyla manuel açıp kapatacağım bir destek kullanacağım (şimdilik).

05.07.2024

Ya bu arada iki gündür çalışıyor olması sinirimi bozsa da teknik olarak soğutucunun işi su sıcaklığını 28 (daha doğrusu 28.1) C'nin altında tutmak ve bunu başarıyor. 28.1'den 28'e inene kadar üç saat geçti ama su 26,5 C civarında, yani güvenli kısımda. Ama işte devamlı çalışması biraz sinirimi bozuyor. Bir diğer sorun da soğutucu sisteme rağmen suyun 26.3'ten 26.6'aya çıkabilmiş olması, 26.3'e soğutucu sistem tarafından indirildi ama bir aşamada nasıl yetersiz kaldıysa artık... DIY chiller işine girişmeme ramak kaldı (tabii gerçek bir "chiller" kadar etkili olmayacaktır ama hem şu anki sistemden daha etkili hem de su kaybını azaltacak bir yöntem olacak). Bak bunu deyince aklıma geldi, fan yamuk durduğu için de yeterince etkili olmama ihtimali var. Bir yerden plastik kelepçe (bunlara "cırt" demeyi seviyorum çünkü DEKAMER'de öyle derdik) bulup fanı lede sabitleyebilir veya straforla falan üstünde duracağı bir alan oluşturabilirim. Önce o iki yöntemi deneyeyim, onlar da yeterince etkili olmazsa (Ya bu aslında ben sistemin çalışma şeklini ideal olarak algıladığımdan oluyor. Halbuki soğutucu şu an ayarlandığı şeyi yapamasa da yapması gereken şeyi tamamen yapıyor, bakış açısı konusunda bir sıkıntım var. Soğutucunun ayarı 28'den 26'ya düşürmek olduğu için onu yapmasını bekliyorum ama soğutucunun amacı suyu 28 C ve altında tutmak, ki bunu da gayet iyi başarıyor.) DIY chiller işine girişirim. Zaten yapacak şey yokluğundan canım sıkılıyordu. Bu arada dün "temmuzda ne olacak" demişim de temmuzdayız lan zaten? Bende öyle gün, hafta, ay, yıl gibi şeyler yok, gece-gündüz, bahar-yaz-güz-kış var. O kadar.

Bu arada ramshornların sayısı acayip artmış, en iyisi birkaç katil salyangoz almak olacak. Katil salyangozlar çoğu salyangozun aksine hermafrodit değildir, dişisi erkeği vardır, üretmesi de -zor denemese de- öyle çok kolay da değildir. Yalnız sadece bir endişem var, o da katil salyangozların kiraz karides (varyetelerini) yiyip yemediği akvaryum dünyasının en büyük tartışma konusu olması. Hani o yüzden karidesler bir kez olsun üreyene kadar almama taraftarıyım ama ramshornların sayısı gereksiz biçimde fazla (çünkü yem artıklarını yiyorlar). Yem demişken, karidese uygun yem de almam lazım; pul yemi yiyemezler, beta yemini de devamlı dayamak gibi bir imkanım yok. Hani şimdi keşke karidesleri aldığım yerden Sera Vipagran (Sera'nın temel granül yemi) alsaydım diyorum. Vardı ama almadım, keşke alsaydım. Karides demişken, birkaç güzel fotoğraf çekmeyi başardım (telefon netlememe inadı olmasa daha da çekerdim):





Katil salyangoz edinmekte şöyle de bir olay var, insan dışında her canlı uğraşmak yerinde en az efor sarf edeceği besinle yetinir. Mesela evde mamayla beslenen kedi fare peşinde koşup avlamakla uğraşmaz, katil salyangoz da orada öyle "su altı dünyasının koyunu" gibi yavaş yavaş takılan ramshornlar varken istediklerinde gayet hızlı yüzebilen (kaçmak istediklerinde roket gibi fırlıyorlar) karideslerin peşinden sürünmez. Ha ama katil salyangozlar hızlı bir türdür, yani bir ortamda sadece katil salyangoz ve kiraz karides varsa o katil salyangoz o karidesi yakalayıp yiyecektir. Çünkü neden? Çünkü hayatta kalma içgüdüsü. Ama işte ortamda bunca ramshorn varken hem akvaryumdaki gereksiz sarılık içinde rahatça kamufle olan (o eski şelale haznesini sökesim var da paludaryum kısmı için karasal alanı tuttuğundan ve kumu bozacağından şimdilik ellemiyorum) hem de kaçması gerektiğinde gayet hızlı hareket edebilen sarı ateş neon karideslere bulaşmazlar diye düşünüyorum. Yine de karidesler en az bir kez üremeden koymak istemiyorum, o ayrı ama ramshornlardan karideslere yem kalıp kalmadığını bile bilmiyorum, öyle de bir durum var. Gerçi kalsa da karideslerin ağız yapısı pul yemi yemeye çok uygun değil zaten de konu bu değil, başka bir şey bulamayınca illaki yiyecekler, ben de en yakın zamanda yiyebilecekleri bir yeme geçeceğim.

06.07.2024

Karidesler iyice ortama alıştı, dört tanesi görebilmeyi başardım (beşinci zaten diğerlerine kıyasla küçük ve saydamdı); ikisi filtre seramiklerinin orada (yani filtre seramikleri ikincil amaçlarını gerçekleştiriyor), biri marimonun üstünde, biri de kütükte. İşi iyi yanı, dördünün de bir şeyler yiyor olması (muhtemelen ölü bitki kalıntılarını falan yiyorlar çünkü yem kalıntıları oraya kadar gitmiyor). Bir de hem su çok azalmış (sıcak nedeniyle buharlaşma zaten yüksek, fanlı soğutma sistemleri de buharlaşmayı arttırarak çalışıyor -terleme gibi düşünün- o yüzden çok su kaybım oluyor), "müdahale halkası" da su mercimeğiyle (Tekrar baktım da bunlar L. minor değil de Spirodela polyrhiza mı lan? Yine mi başa, tilkikuyruğu-çam ve roseafolia-sessilis karmaşasına dönüyoruz?) dolu olduğundan direkt oradan su doldurdum. Siyah dişi lepistes su mercimeğini ısırmaya çalıştı (Demek ki ben bunlara pul/granül yem gibi sebze doğrayıp versem yiyecekler. Bunu öğrendiğim iyi oldu. Gerçi su mercimeğinin su mercimeği olduğunu anlayınca hemen ağzından çıkardı ama denemeye değer, onlar yemezse salyangozlarla karidesler yer.), diğerleri de başta onu yapıyordu ama sonrasında yemle mercimeği ayırt edebilmeye başladılar. Onun dışında, sanki akvaryumda birden fazla türde adi salyangoz varmış gibi geliyor. Physella acuta (düz adi salyangoz) var orası kesin, yakından bakmadığın sürece adi salyangoz sanman işten bile olmayan Peregriana peregra da var, o da kesin, aslında adi salyangozdan çok minare olarak sınıflanması gereken ama ebatları nedeniyle adi salyangoz yavrusu sanılabilecek Potamopyrgus antipodarum da var, o da kesin. Ama sanki Physa fontinalis ve/veya Stenophysa marmorata da varmış gibime geliyor. Physa fontinalis çok geniş bir alanda görülüyor ve benzer türlerden ayırt etmesi zor olduğundan sınırları da belirsiz (yani bunu da yarın bir gün Garra rufa s.l. gibi beş-altı farklı türe bölebilirler, öyle bir ortam var), dolayısıyla muhtemelen bundan da var. Öte yandan S. marmorata Küçük Antiller'e özgü (orada bile çok kısıtlı bir alanda görülüyor) ama diğerlerine kıyasla "güzel" bir adi salyangoz türü olduğundan akvaryum ticaretinde rol oynuyor, yani bitkilerle falan gelmiş olma ihtimali var.

07.07.2024

Birkaç şeye karar verdim. Öncelikle bir tür "takvim" hazırlayacağım çünkü akvaryumdaki gece-gündüz döngüsünün tersliği her şeyi iyice karıştırdı (bir an önce şu aile evinden kurtulup da akvaryumu farklı bir odaya taşıyarak standart gece-gündüz döngüsüne geçmek daha iyi tabii de işte...). İkinci olarak katil salyangoz almam lazım çünkü ramshornlar bu hızda üremeye devam ederse istilacı türden hallice bir şeye dönüşecekler, sırf sayıca fazla oldukları için akvaryumdaki ekosisteme zarar verecekler (ve evet, akvaryumun içinde bir ekosistem vardır; olmasa bakteri kültürüdür, pH'tır, aşılamadır falan uğraşmazdık zaten, bu işlerden anlamayan her salağın hemen aklına geldiği gibi balığı çeşme suyuna atıp keyfimize bakardık ama o işler öyle olmuyor). Önceden de dediğim gibi istilacı türler şerefsiz olduklarından "istila ettikleri" yere zarar vermez, farklı bir ortamda hayatta kalmaya çalışırlarken uyguladıkları taktikler o bölgedeki diğer canlıların daha önce karşılaşmadığı taktikler olduğundan genelde olması gerekenden daha başarılı olur (daha az başarılı olması sonucunda zaten genelde o canlının en baştan beri olmaması gereken o yerdeki soyu tükenir), sonucunda da sayıları sırf fazla olup diğer canlılara gıda maddesi bırakmadıkları için bile o ekosisteme zarar verebilecek kadar artar (örnek olarak sokak köpeklerini, gambusyaları ve su sümbüllerini [Pontederia crassipes] verebiliriz, bu türlerin üçü de sadece olmamaları gereken bir yerde oldukları için bölgedeki diğer türlerin baş edemeyeceği kadar ürerler). Bu arada ben ramshornların (yani bendeki ramshornların) türüne Planorbarius corneus deyip durdum ama değillermiş, peki nelermiş? Planorbella duryi. Zaten hep o devasa Planorbarius corneus görsellerine bakıp da bendekilerin küçüklüğüne anlam veremez, "Herhalde ortam büyüklüklerini etkiliyor ama bu kadar da etkiler mi ki?" diye düşünüp dururdum. Üçüncüsü, sebzeleri balıkların granül yem olarak algılayacağı biçimde kesip vermeyi deneyeceğim. Evde hangi sebze varsa onu kullanacağım (belki kabak, belki ıspanak, belki havuç, belki birden fazla sebzeden oluşan bir tür karışım) ama içinde kesinlikle sarımsak da olacak, her şeyle temas edip kokusunun sinmesine özen göstereceğim. Belki hem besin değerini daha da arttırmak hem de lepisteslerin yemi kabul etme ihtimalini arttırmak için biraz spirulinayla da karıştırırım. Hâlâ balık vitamini almam gerekiyor, onu iyi hatırladım. Katil salyangoz almaya gidince ona da bakayım. Gerçi bizim dönemimizde çoğu akvaryumcuda bulunan, bulunmasa bile sorunca getirtilen katil salyangozlardan göremedim (millet Walstad falan metotlara sarınca popülerlikleri azaldı tabii) ama o zaman ilk baktığım akvaryumcuda karides bulduğum için diğerlerine hiç bakmamıştım, bu kez bakacağım. Bir de bendeki lepistesler, akvaryumcuda granül yemle besleniyor olacaklar, pul yemi yemeyi bilmiyor lan. Batsın diye bekliyorlar. Ben de zaten granül yeme geçecektim, isabet oldu.

Takvime gelirsek...

Pazartesiyi salıya bağlayan gece sebze/bitkisel yem/açlık (elimde sebze de bitkisel yem de yoksa aç bırakma yöntemi, en yakın zamanda da bahsettiğim sebze işine girişeceğim, yerlerse biraz hazırlayıp buzluğa atacağım, gerçi kullanmadan önce çözünmelerini beklemem gerekecek ama olsun, sebzeleri yemezlerse de gidip bitkisel yem alacağım ama onu bir hafta bitkisel yem-bir hafta aç bırakma şeklinde kullanabilirim, tabii en iyisi sebzeleri yemeleri olacak o ayrı)

Salıyı çarşambaya bağlayan gece temel yem

Çarşambayı perşembeye bağlayan gece protein yemi (şu an Tetra Betta Granules, bittiğinde başka bir protein yemi alabilirim, olmadı dümdüz kuru artemia alırım, gerçi karidesler kuru artemiayı -beta yeminin ve fine brunoise doğranmış sebzelerin aksine- yiyemez)

Perşembeyi cumaya bağlayan gece temel yem + rutin bakım

Diğer zamanlar da temel yem

Bu konuda sadece lepistes yavrularını düşünüyorum. Eskiden yavru yemi kullanıyordum (protein yemi niyetine de kuru artemia) ama şu an piyasada yavru yemi var mı yok mu meçhul, olanların da kalitesi meçhul. Şu an kullandığım temel yem rahatlıkla yavru ağzına girebilecek kadar parçalanabiliyor ama granül yeme geçtiğimde böyle bir ihtimal de kalmayacak. Neyse, onları lepistesler üreyince düşünürüz.

Bu arada tamamen alakasız bir şekilde, budama riparyumunda bulunup Google Lens'in bir çeşit kendir olduğunu iddia ettiği bitkinin türünü buldum: Kurtayağı (Lycopus europaeus). Kendisi kıyı bitkisi.

Ha bir de her su eklemesinde o taraftaki kum dağıldığı için (Daha önce de çok ince kumlar kullandım, hatta biri şu ankinden de inceydi ama hiçbirinde bu tür bir sorun yaşamadım. Bu durumun sebebi ne acaba?) "müdahale boşluğu"nun olduğu kısma çakıldır, taştır falan koyup orayı "kayalık" bölgeye çeviresim var. Muhtemelen yapmam.

Bir de bu sebze işine girişeceğim için kullanılabilir sebzelerin bir listesini çıkardım (listede sarımsak yok çünkü sarımsak kesin olacak):

Kapya biber

Havuç

Ispanak

Fesleğen

Kabak

Bezelye

Mısır

Bunlar evde çoğu zaman olan ve genelgeçer bilinen sebzeler, o yüzden bunları yazdım; bunlar dışında meyve veren var (hiç deneyen görmedim ama elma neredeyse her coğrafyada bulunan bir ağaç olduğundan elma vermek mantıklı gibi geliyor, öte yandan genelde portakal-mandalina söylenmiş ama asidik bir yapıya sahip oldukları için ben vermezdim, hoş veren de zaten etli kısmını değil o beyaz liflerini vermiş), kestane deneyen var (kestane dediğin şey özünde bir tohum olduğundan mantıklı; doğada piranaların -pacuların değil, bildiğimiz etçil piranaların- bile diyetlerinin önemli bölümünü tohumlar oluşturuyor), mesela karidesler (ve balıklar, özellikle de acı/sert su balıkları) için norinin çok büyük yararı olduğu iyi biliniyor (Ama tabii tuzsuz noriyi nereden bulacaksın? Anca karides yeminin içinde...), soya fasulyesi özellikle kökeni Asya/Uzakdoğu olan balıklar ve tetralar için birincil bitkisel besin kaynağı olması gerekecek kadar etkili bir bitki, domatesle patates veren bile var -ki ben olsam ikisini de asla akvaryuma sokmazdım-... Ben sadece "güvenli liman" olarak bu listeyi yaptım, yoksa ohooo...

08.07.2024

Aslında dün yazmam gereken ama hem farem bozuk olduğundan hem de hiç aklımda olmayan bir sulak alan gezisi işi çıktığından yazamadığım şeyleri yazacağım. Öncelikle yukarıdaki listeye dört eklemem var:

Marul

Salatalık

Brokoli

Dolmalık biber

Ayrıca norinin karidesler değil ama balıklar için temel yararı iyot. Tatlısu balıklarının bile çoğunun belli düzeyde iyot ihtiyacı vardır (özellikle acısu bölgelerine yakın yaşayan balıklar -örneğin canlıdoğuranlar- ve yapısal olarak deniz suyuna diğer tatlısulardan daha fazla benzeyen sert sulardan gelen, zaten kendileri de hem genetik hem görünüş hem davranış olarak deniz balıklarına diğer tatlısu balıklarından çok daha fazla benzeyen balıklar -örneğin Afrika çiklitleri- için), bu ihtiyaç hazır balık yemlerinde protein olarak tatlısu değil deniz ürünü (deniz balığı, Antarktika krili, yeşil dudaklı midye vs.) kullanılarak halledilmeye çalışılır. Bir de afrodizyak niyetine tarçın (suyu) kullananlar var ama tartışmalı bir konu, sonuçta baharat olduğundan ben de çekimser taraftayım. Ha ama leopar danio vs. gibi tarçınla aynı coğrafyadan gelen, doğada yaşadıkları suyun içine tarçın kabuğu/dalı düşmesi gayet olası balıkların olduğu bir akvaryumum olsa az miktarda toz tarçını sebzeye karıştırmayı deneyebilirdim.

Gelelim sulak alana... Granit ve dere kumu dışında hiçbir şey yoktu, bir adet de gammarus vardı:



Ha pardon, az ileride kayrak taşı da vardı:

Bir de bir orman sarmaşığı (Hedera helix) buldum, hazır bulmuşken alıp sisteme diktim:

Bakalım orman sarmaşıklarının paludaryum sistemlerine çok uygun olduğu yönündeki temelsiz içgüdüm doğru muymuş? Bu arada orman sarmaşığı ve duvar sarmaşığı aynı bitkidir, tek farkı ilkinin evcil, ikincisinin yabani olmasıdır. Yani doğada kendiliğinden çıkarsa orman sarmaşığı, siz getirip dikerseniz/ekerseniz duvar sarmaşığı oluyor.

Paludaryum demişken, çok eskiden beri aklımda olan bir "ideal akvaryum" gösrseli var: Balta girmemiş orman kadar bitkili bir karma canlıdoğuran akvaryumu, en az 200 litre. Eskiden üstü tamamen su üstü bitkileriyle kaplı bir akvaryum isterdim, dolayısıyla bu imge de öyleydi. Yalnız şu anki sistemle tecrübelerim eğer gerçekten bu akvaryumu kurarsam her su üstü bitkisini halka içine alma isteğine neden olacak. Ha bir de her bitkiyi saksıya, eğer kuma gömülmemesi gereken bir bitkiyse (örneğin rizomlu bitkilerin gömülmemesi gerekiyor, rizomlu bitkilerin en meşhur/temel örnekleri arasında da anubias ve Java fern var), yapıştırılıp gömülse bile kum altındaki kısmı çürüyüp çıkabilecek bitkiler (Ceratophyllum sp. ve elodea, elodea yapıştırsam durur gibi de Ceratophyllum türleri kesin bir yolunu bulup kopar) ve elimde saksı bittiği hâlde dikmem gerekmeye devam eden bitki varsa onları da taşa falan "aquascaping glue" ile yapıştıracağım. Tilkikuyruğunu, Java eğreltisini falan öylece koyarım da normalde kuma dikilmesi gereken bitkileri (yani saksıları) ta lav kırığı (veya artık muadil olarak ne kullandıysam ama muhtemelen lav kırığı kullanmaya devam ederim, başta biraz hayal kırıklığına neden olsa da verimli bir malzeme, sadece biraz uğraştırıcı) kadar gömeceğim. Ayrıca bu akvaryumun ya arkasında ya da yanında ufak bir akvaryum (40-60 litre) ebatlarında karasal alan olmasını da isterdim ama şimdi -böyle yazınca en arkada uzun ince bir karasal alan fikri fena gelmese de (gerçi o zaman da yine fon koyamayacağız)- eğer bu sistemi gerçekten paludaryum olarak uygulamak istesem yüzen adalar kullanacağımı düşünüyorum. Tabii bunlar hep farazi şeyler, sonuçta şu an böyle bir sistemi kurabilecek ne yerim var ne de param. Olsa şu anki sistem başıma daha az bela olurdu zaten (ama yine olurdu çünkü lav kırığıyla -en azından hızlıca batıp asıl kum olarak kullanılması için üretilmiş, "lav kumu" olarak da anılan ve böylesi bence de daha doğru olan çok ince lav kırığı haricindeki lav kırığıyla- ve tilkikuyruğuyla daha önce hiç tecrübem yoktu). "Yüzen ada gölgelik yapar, zaten o alanı kullanamam" kafasına girersem de -ki etrafından dibe tutturup altını moss vs. yetiştirmek için kullanabilirim ama yüzen ada işine girsem muhtemelen gerçekten üşenip en fazla çapa gibi bir şey koyar, muhtemelen de "Bitkili akvaryum suyu çok oynamaz zaten, hem tamamen sabit olacaksa yüzen ada yapmanın ne gereği var?" diye düşünüp öylece bırakırım- normalde akvaryumu plaudaryum değil riparyum olarak tanımlatacak, kafası sudan çıkacak kadar uzun kayalarla falan bazı atraksiyonlara girişip coğrafi açıdan nokta atışı bir tanıma sahip bir ada falan yaparım, akvaryumun tam ortasında affedersiniz yarak gibi durur (iki veya üç tane yapıp dağıtabilirim de tabii).

Fantezilerden ayrılıp gerçek dünyaya dönersek (ben de ayrılmamayı isterdim ama yapacak bir şey yok), müdahale boşluğunun dolup müdahale edememem beni sinir ediyordu. Sonuç olarak tilkikuyruğunu alıp diğerinin yakınında bir yere tıkıştırdım, gerisi çorap söküğü gibi geldi:

Hemigraphis exoticayı da geri diktim, bahsettiğim dereden aldığım bir granit parçasıyla tutturdum:

Çoktan ölmüştür, diye düşünüyordum ama kök falan çıkarmıştı, o yüzden "Bari geri dikeyim." dedim, tekrar dikmekte bu kadar gecikme sebebim de çoktan ölmüş olduğunu düşünmekti zaten. Ayrıca o kısmın kumları dağıldığı (ve exoticanın tekrar yerinden çıkmasını istemediğim) için o kısma taş koydum.

Bir de tabii sebze olayı var. Kullandığım sebzeler dolmalık biber, fesleğen, sarımsak, bezelye:

Neden bunlar? Çünkü evde bunlar vardı. Yararları nedir? Tabii bu "haftalık sebze verme" işinin en büyük sebebi balıkların kuru yem yemekten düğüm olmuş bağırsaklarını rahatlatmaktır ("En kaliteli yem de mi düğüm eder?" Her gün en kaliteli etten yiyip başka hiçbir şey yemezseniz yine de gut olursunuz, oradan hesap edin.) çünkü balık yemlerinde -en azından kaliteli olanlarda- zaten sebzelerle sağlayabileceğiniz yararlara neden olan tüm maddeler vardır ama hangi sebzeleri kullandığınıza göre ek yararları da vardır. Kapya biber renklenme sağlar (özellikle kırmızı/turuncu ve daha az da olsa sarı balıklarda etkilidir) ama dolmalık biberin gerçek bir yararı var mı bilmiyorum, varsa muhtemelen bağışıklık sistemiyle ilgilidir. Fesleğen antimikrobiyal olduğundan bağışıklık sistemini destekler, ayrıca ödem gibi balığın bünyesiyle ilgili hastalıklara karşı da etkilidir. Sarımsak iştah açar, bağışıklık sistemine katkı sağlar ve balığın ihtiyaç duyabileceği birçok vitamini içerir. Bezelye balıklara, özellikle de lepisteslere, en çok verilen sebzelerden biridir ama yüksek protein oranı (lepistesler kendilerini etçil sanan mezokarnivorlar olduğu için yüksek protein ihtiyaçları var) ve başka herhangi bir sebzeyle de uygulanabilecek sindirim sistemini rahatlatma dışında bir yararından bahsedildiğini pek göremedim.

Hepsini aynı suda haşladım (bezelye, biber, fesleğen, sarımsak sırasıyla):

Bu arada biber, kabak vs. haşlanır, bezelye, nohut vs. de haşlanır, sarımsak çiğ de haşlanmış da kullanılabilir (gerçi ben haşlanmış kullanılabildiğini bilmiyordum, kafamda hep "sarımsak çiğ kullanılır" diye bir şey vardı, haşlanılabildiğini öğrendiğimde aroması tüm sebzelere sinsin diye onu da haşladım) ama fesleğenin haşlanılıp haşlanılmayacağına dair bir bilgi bulamadığımdan haşladım, hemen dağılmaya başladı. Demek ki fesleğeni -ıspanağın aksine- haşlamamak gerekiyormuş. Ha bir de "elma veren hiç görmedim" dedim ya, arada gördüm (üstelik eski nesil, forumlarda bu ülkeye akvaryum kültürün getirmek için yazıp çizen akvaristlerden biri).

Neyse, bezelyeleri soyup tüm sebzeleri minik minik doğradım (bezelyeleri doğramak zor olduğundan elimle ezdim), sonra üstlerine spriulina atıp karıştırdım:

Evet, gelelim spriulinanın yararlarına. Spirulina esasen norinin daha az etkili muadilidir, renklenmeyi destekler (esasen mavi-yeşil renkleri destekler için ama kırmızı gibi diğer renkleri destekleyen maddeler de içerir), su canlılarının doğada alg vs. tüketerek bulabileceği ama akvaryumlarda kullandığınız yemin içeriğinde yoksa bulunmayacak eser elementleri ve amino asitleri içerir. Doğada hem tatlı hem tuzlu su kaynaklarında bulunduğu için her türlü otçul su canlısının birincil protein kaynağıdır, yine sadece alglerde, diyatometelerde vs. bulunan birtakım yararlı yağlar da içerir. Ayrıca tatlısu canlılarının birincil iyot kaynağıdır çünkü nori sadece tuzlu suda yaşar, doğada acısu bölgesine yakın yaşamayan canlıların bulabileceği bir besin değildir ama spirulina (Arthrospira platensis) hemen hemen her türlü suda yetişir, zaten özünde bakteridir (gerçi bazik suları tercih etmektedir, en çok pH'ı ve KH'ı yüksek suda bulunur). Antioksidan özelliği son derece kuvvetlidir (radyasyondan bile bir miktar koruma sağlar, gerisini siz düşünün). Spirulinanın en büyük, hatta tek eksisi astaksantin içermemesidir. Astaksantin derken? Norinin iyot dışındaki en büyük yararı astaksantindir (ayrıca spirulinayı "nori muadlili" diye tek cümleyle geçemememin de baş müsebbibidir), karides yemlerinin olmazsa olmazının nori olma sebebi de budur. Peki bu astaksantin, nori dışında nerede bulunur? Hiç mi alternatifi yoktur? Deniz balıklarında (özellikle somonda ve mercan balıklarında, ki ev yapımı balık yemlerinde de balık olarak somon kullanımı tavsiye edilir çünkü iyot içerir, gerçi her türlü deniz balığı zaten iyot içeriyor), deniz kabuklularında (özellikle de Antarktika krilinde ve Norveç karidesinde), Haematococcus pluvialiste (nori kullanılmayan karides yemlerinin "temel" malzemesi), strese girmiş/aşırı güneş almış/normalden yüksek tuzluluğa maruz kalmış alglerde (ama nori ve haematococcus her zaman astaksantin içerir, bu yüzden stres altında alg yetiştirilmekle uğraşılmak yerine onlar kullanılır), flamingolarda, Phaffia cinsi mayada (Balık yemlerinde bazen maya da kullanılıyor, kastedilen maya bildiğimiz ekmek/bira mayası olan Saccharomyces cerevisiae değil de bu demek ki. Zaten "Maya ne alaka?" diye düşünüp dururdum.) bulunmakta kendisi.

Şimdi yemleme zamanını bekliyorum. Yerlerse biraz daha yapıp buzluğa atacağım, yemezlerse başka malzemelerle tekrar deneyene kadar aç bırakma yöntemini uygulayacağım.

Sebzeleri verdim, çok hızlı battığından fark edemediler ama kaşıkla denediğimde yediler:

Yine de dişleri koparacak kadar keskin değil (parçaları çok büyük kesmişim, halbuki minicik olduğundan emindim). Kalanını makineyle parçalayıp deneyeceğim çünkü dibe batanları gayet tırtıklamaya çalışıyorlar (dişilerden biri bayağı taktı, spirulinaları dağıtıp yemeyi keşfetti ama diğerleri hâlâ tepede dolanıyor, karideslerden de hiçbirini göremiyorum). Hem koparmayı başarırlar diye hem de karideslerle salyangozlar da yiyeceği için aslında yenmeyen sebzenin hemen alınması gerekmesine rağmen şimdilik tutuyorum. Dediğim gibi, daha fazla sebze haşlayıp (sarımsakla fesleğeni haşlamadan) makineyle çekip küçük parçalara ayıracağım. Spirulina miktarını arttıracağımı sanmıyorum. Karideslerin de ikisi ortaya çıktı, biri biraz yedi:

Tadını sevmedi diye mi bıraktı yoksa o da mı parçaları koparamadı tam anlamadım, gerçi belki de doymuştur, 2 santimlik hayvan sonuçta. Ayrıca lepisteslerin çoğu şu an yemeye çalışıyor ama bu yemi kaşıkla vermek en iyisi olacak, yani zaten kaşıkla veriyorum da direkt kaşığı suyun içine sokup kaşık üstünde yemelerini bekleyerek vermeyi deneyeceğim ama o zaman da karidesler yiyemez, ne yapsam ki? Bir kısmını kaşıkla su üstünde lepisteslere verip kalanını dökebilirim de tabii, en iyi seçenek o gibi duruyor.

09.07.2024

Aslında yemi yenilemeyecek, sadece makinede çekip inceltecektim (çünkü hem sonraki yemlemeye de yetecek kadar vardı hem de besin içeriği daha yüksek, hiç değilse içinde karoten olan -ki balık yemlerinde başlıca kaynakları havuç ve kapya biberdir- bir yem yapmak istiyordum) ama makinenin çekebileceği kadar gelmedi, ben de daha fazla bezelye haşladım, haşlamadan fesleğen ve marul kattım. Çiğ sarımsak katıp katmamaya emin değilim ama spirulina miktarını değiştirmeyeceğim. Olabildiğince küçülttüm ama nedense hâlâ çok büyük parçalarmış gibi geliyor, sadece psikolojik de olabilir tabii. Gerçekten çok büyük parçalarsa bir dahakine blender kullanıp tablet yem gibi donduracağım.

Bu arada evet, parçaların bazısı hâlâ çok büyük (bazısı da ufacık ama o parçalara pek ilgi göstermediler). Eğer yarın yem kalıntısı kalırsa (karidesler de çoğu su salyangozu da esasen gececidir, yani gece silip süpüreceklerini varsayıyorum) dip çekimi yapacağım. kalmazsa zaten ne âlâ. Ha bir de bir dahaki bitkisel yemi hakikatten blender kullanıp tablet yem gibi yapacağım. Hiç olmazsa dağılmaz, çözdürdükten sonra balıklar rahatça parça koparabilir.

11.07.2024

Hem havanın aşırı sıcak olup buharlaşmanın artmış olması hem de fanlı soğutma sistemlerinin buharlaşmayı arttırarak çalışması nedeniyle çok su kaybım oluyor. Buna iki alternatif çözümüm var, ikisinin de kendi sorunları var.

İlk alternatifim otomatik su tamamlayıcı yapmak ama bu sistemlerde de elektrikli şamandıra falan kullanılıyor, çok bilmediğim işler. Hani kafaya taksam uğraşır, öğrenirim o sorun değil de bu sistemler eğer -sigorta atması, ani elektrik kesintisi vs. herhangi bir sebeple- bozulursa her tarafı su altında bırakma potansiyeline sahip. Ha "Ulan en fazla haznesi kadar taşacak, sanki çeşmeye mi bağlıyorsun?" derseniz siz de haklısınız tabii...

İkinci alternatifim de "soğutma odası", yani bir nevi "kapalı fanlı sistem aracılığıyla chiller taklidi" ama bu da tamamen teorik, kimsenin aklına bile gelmemiş bir yöntem -ki düdüklü tencereden chiller yapan var, seviyeyi siz düşünün- dolayısıyla her ne kadar su kaybını azaltacağı kesin olsa da (çünkü adı üstünde, "kapalı sistem") iş soğutma kısmına gelince aslında hiç işe yaramama ihtimali var. Muhtemelen önce bunu dener, iş görmezse otomatik su tamamlayıcı işini araştırmaya başlarım. Bu sistemin bir diğer sorunu da bazı kısımlarında ne yapacağıma/yapabileceğime tam olarak emin olmamam. Hani daha etkili olması için aklımda birkaç şey olsa da bunlardan bir kısmı fiziksel olarak mümkün mü, en azından kafa motoru vs. kullanmadan mümkün mü, onu bilemiyorum. Şu anki fikrim hava hortumuna vanayı bağlayıp basınç yoluyla, işe hiç elektronik karıştırmadan suyu hareketlendirmek (soğutma kısmında da hâlihazırda çalışan fanlı sistemi kullanmak).

İkinci alternatifi denemeye karar verdim, proje şu:

Çok bir şey anlaşılmıyor, değil mi? Ama ben anlıyorum, zaten önemli olan da o.

12.07.2024

Bugün bir sebepten dışarı çıkmam gerekiyordu, o yüzden gidip balık vitamini ve kaliteli temel yem aldım. Vitamin Deep Fix Fishtavit, yem de TetraMin Granules. Ha gerçi ben Sera Vipagran (aynısının Sera tarafından üretilmiş olanı) almaya çıkmıştım ama geçen sefer gördüğüm akvaryumcuda sadece Sera Vipan (aynısının pul yem versiyonu) kalmıştı, karideslerin selametini de düşünerek bundan aldım. Zaten aslında yem konusunda Tetra, Sera'dan daha üstün bir firmadır (yemde Tetra, su düzenleyicide Sera, dış filtrede Eheim, dekoratif üründe JBL ve bunların dördü de Alman malı). Bir de Tetra ve Sera kadar bilindik olmayan ama kalitesiz bir marka olmadığını bildiğim bir markanın cama yapıştırılabilir spirulina tableti vardı, bir süre "Acaba sebze günleri için bundan alıp kullansam mı?" diye düşündüm ama sonra vazgeçtim. Vitamini sebzelerden yapacağım tablet yeme katacağım ama bir de yem üstünde kullanabileceğim bir gün lazım, o da cumayı cumartesiye bağlayan gece. Yani yeni "program" böyle, keşke şu aile evinden bir an önce kurtulup akvaryumu yatmadığım bir odaya taşıyıp gece-gündüz döngüsünü düzeltsem de daha fazla çile çekmesem (balıklar alıştırma dönemini atlattıktan sonra, ki çoktan atlattılar, zaten hiç çile çekmiyor, burada asıl derdi çeken benim, balığın hiç umurunda değil, balık için etraf karanlık mı aydınlık mı bir tek o önemli çünkü takvim ve saat gibi şeyler icat etme salaklığını henüz yapmadılar):

Pazartesiyi salıya bağlayan gece sebze

Salıyı çarşambaya bağlayan gece temel yem

Çarşambayı perşembeye bağlayan gece protein yemi

Perşembeyi cumaya bağlayan gece temel yem + rutin bakım

Cumayı cumartesiye bağlayan gece temel yem

Cumartesiyi pazara bağlayan gece temel yem + vitamin

Pazarı pazartesiye bağlayan gece temel yem

13.07.2024

Şimdi, balık vitaminleri iki şekilde kullanılır: İlki doğrudan suya damlatmak, ikincisi de yeme damlatmak. Yeme damlatmak daha etkilidir, bu yüzden "doğru yol" olarak geçer; ama pul yeme (en azından şu an kullandığım pul yeme) vitamin damlatmak kolay değil, damlatılmış pul yemi de vermek kolay değil. Dolayısıyla Floppy Tropical Mix bitip TetraMin Granules'e geçene kadar vitamini suya damlatma yolunu kullanacağım.

Ayrıca soğutma sistemi için aklımda yeni bir tasarım var ama pazartesiye kadar pek de deneyebilecek durumum yok. Yine de hortumu uzatmanın etkinliği arttıracağına karar verdim. Bu cümleden hiçbir şey anlaşılmıyor, değil mi? Ama yaptığımda -tabii bu şekilde yaparsam- anlamlı hâle gelecek. İşte bunlar hep forshadowing.

14.07.2024

İki durum var: İlki, pazartesi evde değilim. İkincisi, su sıcaklığı 28.3 C'e kadar çıktı, buzla falan hızlıca müdahale edip zar zor 28'e düşürebildik. Şimdi dolaba su koydum, su yenilemelerini soğuk suyla yapacağım. Balıkların üstünde biraz ani değişim stresi olacak ama haşlanarak ölmelerinden iyidir, hiç olmazsa kısa süreli maruz kalacaklar. Olası zararlar olmasa su sıcaklığı 26'ya -hatta 25'e- düşene kadar akvaryuma buz veya soğuk su basardım gerçi; çünkü fanlı soğutma artık hiçbir işe yaramıyor (yapması gereken tek şey su sıcaklığını 28 C'nin altında tutmak ve derece 28.3'ü gördü). İkinci bir fan ekleyelim dedik ama o da bozuk çıktı, başka bir ikinci fan bakınmam gerek. O sistemi de yapabilseydim iyiydi, hiç olmazsa işe yarayıp yaramadığını görürdük; gerçi bu olanlardan sonra pek iş göreceğine umudum kalmadı.

16.07.2024

İki durum var. İlki, herkes yazın en sıcak günlerinin geçtiğini söyleyip duruyor, o yüzden birkaç gün daha gözlemleyeceğim. Soğutucu sadece böyle kısa bir aralıkta yetersiz kalıyorsa sadece ek önlemler yeterli diye düşünüyorum, tabii biraz daha bir bakmak lazım. İkincisi, dondurulmuş sebze çok iyi oldu. Hem bir süre yüzdüğü için lepistesler hem de sonradan battığı için karideslerle salyangozlar (salyangoz deyince aklıma geldi, katil salyangoz da almam lazım -çünkü akvaryum tam anlamıyla ramshornlar tarafından istila edilmiş durumda- ama öncesinde en azından karidesler yavrulasın diye bekliyorum, şu tarçın-afrodizyak işini iyice araştırıp sonraki sebzeye uyarlayabilirim çünkü lepistesler kurlaşsa ve karidesler artık pek çekingen olmasa da hâlâ bir şey görebilmişliğimizin olmaması beni biraz rahatsız ediyor, tabii sadece tezcanlılık yapıyor da olabilirim) için iyi oluyor. Bu da sonraki sebze günlerinde blend edilmiş sebzeden yapılma dondurulmuş "tablet yem" kullanma kararımın ne kadar doğru olduğunu gösteriyor. Onun için de buz kalıbı gibi bir şey lazım tabii.

Tarçın işini araştırdıkça daha çok kafam karıştı. Karidesler için katappa yaprağının mudali olarak geçiyor ama afrozdizyak etkisi için genelde çiklitlerden bahsediliyor. Karidesçiler diyor ki "çubuğu iyice kaynatıp akvaryuma koyun", çiklitçiler diyor ki "toz tarçını ılık suyla karıştırıp tarçın tozu kalmayacak kadar süzün". İki yöntemin de hem mantıklı hem mantıksız bulduğum tarafları var ama özetle çiklitkçiler ilaç niyetine, karidesçiler ekstra faydaları da olan bir çeşit bambu kamışı (karideslerin saklanıp yuvalaması için ama ben onun yerine de filtre seramiği kullanıyorum) niyetine kullanıyor. Canlıdoğuranlara zaten herkes "Canlıdoğuran aq işte, ortam uygunsa o kendi ürer zaten." diye yaklaşıyor. Ayrıca çiklitçiler, balığın tarçın yememesi gerektiğinden emin ama karidesçiler ek besin kaynağı olarak görüyor, ki bunun da teorik olarak mantıklı bulduğum yanları var. Örneğin hiçbir balık yeminde söğüt kabuğu olmaz ama karides yemlerinde olur -ki söğüt kabuğunun da tarçın kabuğuna benzer özellikleri vardır, doğal ağrı kesicidir-, yine hiçbir balık kızılağaç kozalağına yem muamelesi yapmaz ama karidesler yapar.

Balıkları yemlerken yemleme alanında yüzen bir lepistes yavrusu gördüm. Bu, iki şeye işaret ediyor:

1. Lepisteslerden biri doğurmuş ve yavrular(dan en azından biri ama daha çok olduğuna hemen hemen eminim) hayatta kalmış. Bu arada lepistes dahil çoğu canlıda ortam sıcaklığı cinsiyeti etkiler ve lepisteslerde sıcak su daha yüksek dişi oranı demektir, başka bir deyişle 28 C'yi bulan su sıcaklığında doğup büyüyen bir lepistestin erkek olma ihtimali yok (ha teknik olarak var tabii ama pratikte yok).

2. Yemlenme alanını ve vakitlerini öğrenecek kadar uzun süredir hayatta, bu da yemden yiyebildiği anlamına geliyor (gerçi henüz elimdeki pul yemin batabildiğini fark etmemiş gibi ama olsun, zaten normalde pul yemin batmaması -illa batacaksa da bunun bu kadar çabuk olmaması- gerekiyor). Elimdeki pul yemin yavru yemi kadar küçültülebilmesi iyi oldu ama TeteraMin Granules'i acaba yiyebilecek mi? Neyse, elimdeki yem bitip Tetra'ya geçince duruma bağlı olarak yavru yemi alabilirim. Protein yemini de... Kuru artemiayla falan hallederim herhalde veya boş veririm (gerçi protein yemi, özellikle lepistesler gibi yaklaşık %70 protein ihtiyacı olan balıklarda, yavrular için yetişkinlerde olduğundan çok daha önemli olduğundan protein yeminden yiyip yiyemediğine bakacağım, yiyebiliyorsa sorun yok zaten, yiyemiyorsa da her ne kadar taze artemia en iyi seçenek olsa da artemia çıkarma düzeneğim olmadığından kuru artemia. Hoş piyasada kuru artemia kaldı mı, bulunabiliyor mu, onu da bilmiyorum. Yumurta gördüm ama kuru artemia ne zamandır görmedim.).

18.07.2024

Yavrunun Tetra Betta Granules'i yiyip yiyemediğinden pek emin değilim, gerçi ısırmaya çalışıyordu. Normalde granül yemi ısırıp koparabilmesi gerekiyor ama söz konusu olan temel yem değil de beta yemi olduğundan daha sert bir yapısı olması muhtemel. En iyisi gidip kuru artemia almak olacak sanırım. Bir de ben normalde temmuz bitmeden bu yazıyı bitirip yayınlamaya niyetliydim ama akvaryum gerçek hâlini eylül civarı alacak gibi duruyor, o yüzden beklemeye karar verdim (tabii en iyisi temmuz bitmeden yayınlamak olur).

Bu arada Sera Gravel Blue aklıma takıldı, iyice bir araştırmaya oturdum. Hâlâ kesin bir bilgi yok ama muadil bir ürünün seramikten yapıldığını fark ettim. Eğer Sera Gravel Blue -ve diğer Sera Gravel renkleri, en azından bir kısmı- gerçekten seramikten yapılıyorsa bu, her şeyi mantıklı hâle getirir. Çünkü seramiğe mavinin ve siyahın o tonunu vermek kolaydır, eğer boyayı düzgünce uygulayarak seramiğe hapsettiyseniz hiçbir şekilde sızıntı olmaz, seramik zaten herhangi bir salınım yapan bir malzeme değildir, neredeyse hiçbir şeyle etkileşime geçmez (yosun bile tutmaz ama bitki dikerseniz de hiçbir sorun olmadan yetişir) ve eğer boya doğru düzgün uygulanıp içine tamamen hapsedildiyse o zaman renkli olup olmaması da salınım konusunda bir şey fark etmez. Sera Gravel'in devamlı "CO2 ile etkileşime geçmediği" söylenip duruyor ki eğer seramikse bu bilginin verilmesi de mantıklı (çünkü dediğim gibi, seramik zaten neredeyse hiçbir şeyle etkileşime geçmez; pH'ı da GH'ı en ufak değiştirmez). Asıl bomba: Seramiği pişirilmiş topraktan ayıran şey içinde kuvars bulunmasıdır, yani seramik doğal dere kumunu taklit eden ama bir standardı olan bir malzeme yapmak için kullanılabilecek en basit ve en mükemmel malzemedir. Neden şimdiye kadar aklıma gelmediğini bilmiyorum, muhtemelen Sera Gravel'in tamamen doğal dere kumu olduğunu düşünüp genel değil sadece mavi üzerinde kafa yormam bu sonuca yol açmıştır. Dediğim gibi hâlâ kesin bir şey yok ama aklımı rahatsız edip duran bu şeyden, "Lan beyaz dere kumunu metilen mavisiyle falan mı boyadınız?" düşüncesinden artık kurtulabilirim. Ha hâlâ biraz dolomiti metilen mavisiyle boyayıp test etmek istiyorum ama onun su değerlerine, bakteri kültürüne vs. etkisini test edebilmek için uzun zaman gerekiyor. Öyle bir imkanım yok, zaten olsa da laboratuvar ortamı haricinde kalkışmam. En fazla ne kadar uzun dayandığını test ederim.

Ayrıca Sera'nın sitesine girdim, dört doğal ve dört "renkli" Sera Gravel olduğunu söylemişler (bu bilgiler Türkçe sitede yok tabii, İngilizce sitede var. Doğal olanları antrasit (ben dedim size "Antrasit doğal duruyor ama siyahta bir sıkıntı var..." diye), bej, "ocher" ve beyaz olanlarmış. Tabii hâlâ renklilerin seramik olduğuna dair bir bilgi yok ama en mantıklı teori bu.

19.07.2024

Akvaryuma dair birkaç güncelleme yapmam gerekti. Öncelikle, artık karideslerin beşi de kendilerini açıkça gösteriyor, yakında üremeye de başlarlar. Aslında utangaçlıklarını atmalarına yardımcı olmak için bir beş karides daha eklemeyi (Temel kural: Grup davranışı olan balıklarda akvaryumda o türden ne kadar birey varsa ortama o kadar çabuk alışıp kendilerini gösterirler, zaten o yüzden  tek başına da hiçbir sorun olmadan bakılabilen Japon balığının en az dört tane olması tavsiye edilir ve grup davranışı olmayan balık, özellikle de akvaryum balığı neredeyse yok gibi bir şeydir, mesela şu an aklıma bir tek frenatusla akvaryumcuların daha ziyade "vantuzlu çöpçü" demeyi sevdiği, akvaristlerinse İngilizce kısaltmasıyla CAE olarak hitap etmeyi tercih ettiği Çinli alg yiyici geliyor) düşünüyordum ama gerek olmayacak sanırım:

Lepisteslerin dişi olanları (bitkilerin arasında saklanıyor olma ihtimali olan full-black ve henüz belli olmasa da pratikte dişi olduğu kesin olan yavru hariç) mevta oldu, bir tek erkekler kaldı. Gidip altı dişi lepistes alacağım bu sefer ama havalar bu kadar sıcak giderken yapmak istemiyorum, ya yolda ya akvaryumdaki dengesiz sıcaklıkta (muhtemelen de ikisinin bir araya gelmesi yüzünden çünkü balık aşılama su kaybettiriyor ve suyu soğuk suyla tamamlıyorum, aslında doğru bir hareket değil ama öteki türlü suyu 28 C altında tutmak çok zor oluyor) ya ölecekler ya da beyaz beneğe yakalanacaklardır. Beyaz benek de akvaryumların en basit hastalığı (insanlar için aşağı yukarı gribe denk geliyor) olmasına karşın illet bir hastalıktır, hem tam "Ulan tedavi ettik işte, mis!" dediğin anda hortlayabilir hem de ödemi (yanlış/kalitesiz yemlemenin en temel sonuçlarından biri, ayrıca canlıdoğuran dişilerinde ödem olan balıkla hamile olan balığı ayırt etmek yıllarca canlıdoğuran bakmış kişiler için bile o kadar da kolay olmadığından dişi canlıdoğuranlara en çok kayıp verdiren hastalık) bile tedavi eden bana balık kaybettirmiş tek hastalıktır, o yüzden beyaz benekten ayrıca korkuyorum. Mantardan* bile o kadar korkmuyorum bak ama beyaz benekle travmam var.

*Akvaryumlarda tedavisi en zor hastalıklardan biri çünkü hem çok hızlı yayılıyor hem de mantar kapan balığa balığa tuz banyosudur, kremli masajdır falan yapman gerekiyor. E, tuz banyosu da dişlisazancıklar (Cyprinodontiformes takımı, yani killifishler ve canlıdoğuranlar) için sıkıntı olmasa da öyle her balığa yapılmıyor. Örneğin herhangi bir vatoza -ki kedi balıklarının tamamına yakını mantara karşı ekstra hassastır, çabucak kapar ve başka balıklara kıyasla daha kısa sürede ölürler- tuz banyosu yaptırmaya kalkarsan o anca ötenazi olur, başka bir şeye yararı olmaz. Ha gerçi geçen akvaryumcuda iyot solüsyonu gördüm, muhtemelen tuz hassasiyeti olan balıklarda mantara karşı kullanılmak için geliştirilmiştir.

20.07.2024

Ne zaman akvaryum alışverişine çıksam döndükten iki saat sonra "Lan! Şundan da alacaktım!" diyorum. Bunun sebebi ne? Sıcak. Hayır, gerçekten sıcak: Burası o kadar sıcak ki bir an önce ne alacaksam alıp eve dönmekten başka pek bir şey düşünemiyorum, beynim akmış hâldeyken düşünsem de pek bir yere varamam zaten. Dolayısıyla bir "alınacaklar listesi" oluşturmak zorunlu oldu:

Dişi lepistes x6 (akvaryumda sadece iki erkek kaldı, sap sap takılıyorlar ama dün bahsettiğim sebeplerden biraz daha beklemeleri gerekiyor -evet, full blacki de kaybetmişiz)

Katil salyangoz x2-4 (fiyata bağlı olarak 8-10'a kadar çıkabilir çünkü katil salyangozlar çoğu salyangoz gibi suya atınca kendi kendine üremiyor, her şeyden önce hermafrodit değiller, ha gerçi yine de üretimleri bir nerite türleri kadar zor/sıkıntılı değil, orası ayrı)

Duruma bağlı olarak karides x5 (Neden "duruma bağlı olarak"? Çünkü beş sarı ateş neon karidesin olduğu akvaryuma beş helena atarsam karideslere salyangoz yemi muamelesi yapmış olurum ama on N. davidinin olduğu akvaryumda dört katil salyangoz dengeyi sağlar. Ayrıca "karides" deme sebebim sarı ateş neon karides demeye üşenmem değil, bulabilirsem farklı bir N. davidi varyetesi istemem ama bu kez de karideslerin kırılıp doğada kırmızıdan çok daha sık görülen açık, yarı-saydam bir kahverengiye -internette "wild type cherry shrimp" diye aratarak görebilirsiniz- veya tamamen -en azından neredeyse tamamen- saydam karideslere dönüşme riski var, o saydamları da "clear cherry shrimp" diye arayarak görebilirsiniz. Gerçi onları da seviyorum ama zamanla tüm popülasyonu ele geçirip ortada ıslah edilmiş varyete bırakmamak gibi bir sorunları var kendilerinin, onun sebebi de bu renklerin karideslerin herhangi bir ortamda -ama özellikle de doğalarına uygun bir ortamda- saklanmasına en uygun renkler olup renklerinin daha parlak ve daha koyu olması için ıslah edilmiş varyetelere -ki bendeki sarı ateş neonların rengi bile bahsettiğim yabani form kiraz karides kahverengisinden daha koyu, durumu siz düşünün yani- karşı bir çeşit kamuflaj üstünlüğüne sahip olması. İşte bunlar hep doğal seçilim.)

Yavru yemi

Kuru artemia (aslında su sıcaklığıyla uğraşıp durmak gibi bir durumum olmasa kendim artemia çıkarmayı denerim de....)

21.07.2024

Azolla halkasının içinde azolla falan kalmayıp müdahale boşluğundaki su mercimekleri sinirimi bozduğundan küçük halkayı (azolla halkasını) büyük halkanın (müdahale boşluğunun) içine koydum:

Sonuç olarak daha kötü oldu. Ayrıca soğutma sisteminin yetersiz kalma sebebi havanın aşırı sıcak olması (nefes bile alınmıyor lan) değilse muhtemelen hava üflenen suyun azalması (su mercimekleri, gölgelik yaparak soğutma sistemini engelliyor). E, tek bir fan da olunca... O yüzden de bu halkaların yerini değiştireceğim; küçük halkayı (eskiden azolla halkası olan su mercimeği halkası) gidip karasal alanın öbür tarafına koyacağım. Muhtemelen bugün ama şimdi değil. "O zaman neden şimdi yazıyorsun?" Unutmayayım diye.

Bir de yemleme vakti bir yavru lepistes gördüm, bu ya öncekinden farklı ya da yavru nihayet renklenmeye başlamış (renklenmeye başlamışsa ya fil kulak ya full black olacak); gerçi diğer yavrudan daha küçük gibi geldi, yani başka bir yavru olduğunu düşünüyorum. Eh, büyüyünce göreceğiz bakalım.

23.07.2024

Lan yukarıdaki yazıyı yazdıktan on beş dakika sonra değişikliği yaptım ama yazmamışım. Sıcaktan beynim yandı iyice:


Ama asıl yazma sebebim başka. Bazı sebeplerden bir hafta evde olmayacağımdan gittim tatil yemi aldım:

O saçma sapan beyaz, kireçli yemlerden kullanmak zorunda kalmaktan korkuyordum ama iyi bir tane bulabildim. Yalnız markasını bilmiyorum ve alma süreci biraz garip ilerlediğinden tatil yeminden ziyade Sera O-nip (veya muadili, diğer markaların muadillerinin adlarını bilmiyorum ama en azından Tetra'nın bir muadili olduğundan da eminim; bu arada ilgili Sera Rehber'e bakarsanız bu yemin çakmasını yapmanın da çok kolay olduğunu görürsünüz: %50 pul yem+FD yem) falan olma ihtimalini düşünüyorum. Eh, biri yavru iki lepistes (evet, fil kulağı da kaybettik...) ve beş karidesin olduğu akvaryuma bir hafta yeter tabii de ramshornlar sanki aç gibi yeme saldıracaklar, onların bir iki günde silip süpürmesinden korkuyorum. Gerçi bu eğer Sera O-nip (muadili) değilse illaki feci sert bir yemdir, salyangozların bile öyle hemen ısırıp koparamayacağı kadar sert. Evet, ısırmak; salyangozların ağzında kaç diş var, haberiniz var mı sizin? Salyangoz demişken, katil salyangoz almak için bahane ettiğim ramshornlar bir yana (elle ayıklamak veya salyangoz tuzağı kullanmak gibi seçenekler de vardı sonuçta, üstelik ikisinin de istediğim varyeteyi bu akvaryumda bırakıp istediğimi budama riparyumuna yollamak gibi bir avantajı var) şöyle bir güzellikle karşılaştım:

Tanıştırayım, yarasa kulak salyangoz (Lymneae stagnalis). Aynı zamanda katil salyangoz konusunda bir anda isteksiz davranmaya başlamamın sebebi de kendisi çünkü yarasa kulak salyangoz, karides akvaryumlarında gereklidir.

25.07.2024

Dün yazamadım (çünkü uykusuzdum, yol biter bitmez yattım uyudum) ama gitmeden su sıcaklığını olabildiğince düşürüp fanı da yatırdım:

Üç tablet yem attım (çünkü ramshornlar hayvan gibi saldırıp lepisteslere yem bırakmayabilirdi).

Ha bir de su mercimeği halkasına su marulları girmişti, onları çıkardım. Çıkarırken de elimde en az iki yavrunun olduğundan emin oldum. Birisi bariz biçimde full-black (şimdiden simsiyah) ama diğeri hâlâ renksiz, muhtemelen leopar (dediğim gibi, teorik olarak olsa da pratikte bu yavruların dişi olmama ihtimali yok) olacak, yani kuyruğundaki benekli desenler dışında gri kalacak.

Onun dışında buradaki bir aharda bayağı bir iribaş gördüm, “Semender (kuzey şeritli semenderi) de var mı acaba?” diye bakınırken gerçekten olduğunu gördüm. Dönmeden iki üç tane alıp arkadaki riparyuma koyacağım. Şimdi, bu konuda bir şerh vermem lazım: Normalde doğadan alınan sürüngenler ve amfibiler üç ayı göremeden ölür, hatta yumurta hâlinde alsanız bile ev ortamında yaşatmak çok zordur, bugünkü sürüngen hobisinde popüler olan türlerin (leopar geko olsun, mısır ve süt yılanı olsun, top piton olsun, crested gecko olsun, Afrika pençeli kurbağası olsun…) tamamına yakını da (saydıklarımdan bir tek Afrika pençeli kurbağasından emin değilim ama diğer hepsi için az sonra söyleyeceklerim geçerli) o çoğunluğu ölen ilk nesilden hayatta kalıp üretilebilenlerin yine yarıdan fazlası ev ortamında yaşatılamayanlardan hayatta kalıp üretilmişlerin soyundan gelir. Yani üçüncü nesil. Zaten sürüngen beslemekle ilgili yasaları olan* ülkelerde standart nesil de üçüncü nesildir; beslediğiniz sürüngen en az üç nesildir teraryum/çiftlik/ev ortamında değilse özel belgeler, ruhsatlar falan gerekir.

*Bizde yasa yok, “yaban hayvanı”, “hobi ve süs hayvanı” (dünya çapında balıklar ve sürüngenler bu kategoride) ve “evcil hayvan” tanımları var ama “hobi ve süs hayvanı”nın ne olduğu belirtilmediğinden sürüngen hobicileri diyor ki “Mısır yılanı hobi ve süs hayvanıdır.”, resmî kurumlar diyor ki “Yılan dediğin yaban hayvanı değil mi kardeşim? Git belge getir.” İşin komiği, o belge hobi morphlarına alınamıyor çünkü aslında hayvanın doğadan alınmadığını gösteren bir belge ama hobi morphlarının hepsi zaten insan üretimi olup bu hayvanların doğadan alınması gibi bir ihtimal olmadığından hobi morphuna (mesela palmetto mısır yılanına) o belgeden almaya kalkarsanız o belgeyi verme yetkisine sahip uluslararası kurumlar size “Mal mısın lan sen?” diye tepki verip belge melge vermiyor. Niye vermiyor? Çünkü doğada öyle bir mısır yılanı yok, tamamen çaprazlama ve yapay seçilim yoluyla insanlar tarafından üretilmiş bir form (tekir dışındaki her kedi ırkı gibi yani ve evet, tekirin ırk değil sadece desen olduğunun farkındayım), dolayısıyla sizin o yılanı gidip doğadan yakalayıp kaçak olarak elde etmeniz gibi bir ihtimal de yok. İllaki üreten birinden, en olmadı üreten birinden almış birinden, almış olmalısınız. Ama işte bizde bu konudaki yasaları yapanlar bu konularda aslında bir bok bilmedikleri için böyle sonuçlarla karşılaşıyoruz. En azından iguanaya diğerleriyle aynı muameleyi yapmayıp başından beri süs ve hobi hayvanı olarak kabul ettiklerine şükretmemiz lazım bence. İşin garip yanı, yeşil iguanayı gayet de gidip Florida’da falan doğadan yakalayıp kaçak olarak elde etmiş olma ihtimaliniz var (“Halkı dolandırıcılığa teşvik etmek” falan diye bir suç yok, değil mi lan?).

Öte yandan balıklarda bu iş çok daha kolaydır, çoğu balık (en azından akvaryum hobisinde popüler olan çoğu balık) uygun şartlar sağlandığı sürece akvaryumdaymış, doğadaymış takmadan ürer. Kuzey şeritli semenderleri de amfibi olsalar da -Türkiye’deki en popüler semender türü olup ev ortamında üretim başarısı, en azından Türkiye’de, elde edilememiş kırmızı karınlı Çin semenderlerinden farklı olarak- bu konuda balıklara daha çok benzer. Hatta artık yasak ama eskiden (gerçi ben o devirlere yetişemedim, sadece kulaktan dolma biliyorum) akvaryumcular bunları yakalayıp satardı (satarmış), düzgün bakıp gayet üretim başarısı elde edebilen bile olurdu. “Yerli tür olduğundan herhalde…” diyeceğim ama öyle olsa damalı su yılanı beslemeye çalışanlar da üretim başarısı elde ederdi, oysa onlar %99 oranda üç ayı göremeden ölüyorlar, ölmeyip uzun süre* yaşasalar bile ya üretilemiyorlar ya da yavrular “Biz akvaryum ortamında doğduk.” falan dinlemeden sanki doğadan alınmış gibi strese girip ölüyor.

*En azından doğadaki ömürlerine yakın bir süre, ki çoğu canlının teraryum/akvaryum ömrü doğadaki ömründen fazladır (leopar gekodan örnek vermek gerekirse doğadaki ömrü ortalama iki-iki buçuk, maksimum beş yıl, teraryum ortamında on yıl, çok çok iyi bakılırsa yirmi yıla kadar da yaşayabiliyor ama yirmi yıla kadar kısmı istisna, genelde ne kadar iyi bakılırsa bakılsın yaklaşık on yıl yaşıyor çünkü yaşlılık ve ortalama ömür denen şey bu şekilde çalışır). Hatta evde beslenen köpeklerle kedilerin bile ömrü sokakta yaşam mücadelesi veren köpeklerle kedilerden fazladır. “Fazladır” derken farazi konuşmuyorum, gerçek geniş zaman eki o. Sokak köpeğinin de kedisinin de ortalama ömrü 2 yıl; ev ortamında -ırkına bağlı olarak da değişmekle birlikte- her ikisinin de yaklaşık on yıl, tabii (tıpkı sürüngenlerde olduğu gibi) iyi bakıldığını varsaydığımızda on yıl. Ayrıca istisnalar her zaman vardır, yani bana “Bizim mahalledeki on yıldır yaşıyor, ne 2 yılı? Sallıyo’n ha.” gibi saçmalıklarla gelmeyin. İnsanın ortalama ömrü de 80 yıl (evet, 100 değil, 80; 100 işin maksimumu) ama 120 yaşında ölen adam da var. Ortalamayı geçtim maksimumu da geçmiş, bu adamın bilimsel olarak var olmaması lazım ama var. Neden var? İstisna dediğin şey istisna olduğu için var.

Neyse, yani sonuç olarak başka bir sürüngen/amfibi türünü (başka semender türleri de dahil) olduğu yerde bırakırdım ama kuzey şeritli semenderi, yerli sürüngen/amfibi ve semender hastası biri olarak, ev ortamına hemen alışıp üretilebildiğini bildiğimden karşı koyamayacağım bir tür.

Bu arada kuzey şeritli semenderi deyip duruyorum da başka bir tür olma ihtimali de var (ne bileyim, pürtüklü semender falan mesela), TÜBİTAK’ın Türkiye Amfibi ve Sürüngenleri kitabına tekrar bir bakmam lazım. Kitaba değil de internete baktım, kuzey şeritli semenderi (Ommatotriton ophryticus) değil Anadolu şeritli semenderiymiş ama aslında kuzey şeritli semenderi de. Nasıl yani? Şöyle ki Anadolu şeritli semenderi (Ommatotriton nesterovi) nispeten yeni tanımlanmış (2005’te) bir tür, önceden o da kuzey şeritli semenderi (O. ophryticus) olarak sınıflandırılıyordu (iyi ki kitap yanımda değilmiş çünkü o kitap basıldığında henüz O. nesterovi diye bir tür yoktu). Zaten iki tür arasında da bulundukları bölge (kuzey şeritli semenderi kuzeydoğu Anadolu ve Kafkasya’da, Anadolu şeritli semenderi kuzeybatı Anadolu ve Trakya’da) dışında hiçbir fark yok (iki ayrı tür olarak sınıflandırılmalarını sağlayan filogenetik farkı görmezden geldiğimiz sürece tabii). Bir de Türkçede dümdüz “şeritli semender”, İngilizcede “southern banded newt” (güney şeritli semenderi) denen Ommatotriton vittatus var ama onun konumuzla hiç ilgisi yok. Bu arada hakikatten Anadolu pürtüklü semenderi (Triturus anatolicus, bununla pürtüklü semenderin ilişkisi de Anadolu şeritli semenderiyle kuzey şeritli semenderi arasında olanla aynı) olma ihtimali de varmış, iki tür simpatrikmiş (yani aynı coğrafyada yaşayıp aynı süreçlerden geçerek türleşiyorlar, yani her iki tür de aynı su kaynaklarında yaşayan kuzey şeritli semenderleriyle pürtüklü semenderlerin aynı çevresel etkilere maruz kalmış olan soyundan geliyor). İşin kötü yanı, Anadolu pürtüklü semenderinin Anadolu şeritli semenderini yediği de gözlemlenmiş (onları gördüğüm su kaynağında da iki tür su böceği, kurbağa -daha doğrusu iribaş- ve semender dışında hiçbir şey yoktu zaten, “Ne yiyor lan bunlar burada?” diye merak etmiş ve bir dalgıç böceğinin kendisinin on katından büyük iribaşı ısırdığına şahit olmuştum), bu durumda ya “Artık hangisi olursa…” diyeceğim ya da iyice inceleyip pürtüklüleri geride bırakarak sadece şeritlilerle yola devam edeceğim (işin kötü yanı, semenderler de iribaş formundaydı). Ya da tamamen boş verip hayvanları olduğu yerde bırakırım (bir yandan soyları tehlikede olduğundan öyle yapmak istiyorum, bir yandan akvaryumda hayatta kalıp üreme şansları çok daha yüksek olduğundan alıp dümdüz riparyuma koymak yerine üretim projesi başlatasım var). Neyse, duruma göre bakacağız artık.

29.07.2024

Sonuç olarak semenderleri rahat bırakmaya karar verdim. Ayrıca bazı korkularım vardı ama akvaryumu gayet iyi durumda buldum.

01.08.2024

Su sıcaklığı birkaç gündür stabil olduğundan (27,5 C'dan 0,1-0,2 derece fazla) soğutucu çalışmıyordu. Çalışmadığı için de aşırı su kaybım olmuyordu çünkü daha önce de defalarca dediğim gibi bu sistem, buharlaşmayı arttırarak çalışıyor. Terlemekle tamamen aynı prensiple yani. Dolayısıyla bitmek bilmez temmuz ayı boyunca yapamadığım rutin bakıma nihayet daldım.

Ayrıca siyah yavru iyice büyüdü (ve hâlâ bitkilerin arasında saklanmayı tercih eden beyaz yavrunun aksine ortalıkta gezinip duruyor), kuyruk şekli falan ortaya çıkmaya başladı. Hep full-black olduğunu düşünmüştüm ama vücut ve kuyruk yapısına bakılırsa fil kulak da olabilir. Belki full-black bir fil kulak olur, bilemem (ama öyle olursa ebeveynlerinin tam olarak hangi balıklar olduğu da çok bariz olacak, karma lepistes beslemekteki bir olay da yavruların nasıl bir renk, desen ve vücut tipine sahip olabileceğini tahmin etmeye çalışmak, her şey besbelli olsun istesem gidip tek bir varyeteden akvaryum kurardım sonuçta, hoş dişi lepistesler sperm biriktirebildiği için akvaryumcu dişilerle erkekleri aynı akvaryumda tutuyorsa onun  da bir garantisi yok, zaten kan değişimi için dişi lepistes kullanacak olma sebebim de bu ama önce kan değişimi yapabilecek sayıda üremiş bir lepistes popülasyonu gerekiyor tabii). Ayrıca vücut yapısı kesinlikle dişi olduğunu gösteriyor, ki daha önce de dediğim gibi pratikte başka bir ihtimal yoktu zaten (her ne kadar teknik olarak çok küçük de olsa erkek olma ihtimali bulunsa da).

Karidesler de utangaçlıklarını iyice atsalar da üremek yerine sayıları azaldı (her ne kadar müdahale edilip dursa da 30 C'yi görebilen suda normal; Atyidae ailesinde en yüksek su sıcaklığı isteyen Sulawesi karidesleri bile genelde yaklaşık 29, Malili kırmızı karidesten bahsediyorsak en fazla 30 C'ye dayanabiliyor), lepistesler gibi onlara da takviye yapmam gerekecek (tabii bulabilirsem, o da ayrı bir konu). Bir hafta kadar falan hava ve su sıcaklığının durumunu gözlemleyeceğim, duruma bağlı olarak ya ağustosun sonlarında ya da eylülde takviye yapmayı düşünüyorum. Yalnız böyle dedim de sadece sayıları beşten dörde düşmüş (hatta o bile olmayabilir, içlerinden biri hâlâ saklanıyor da olabilir) ve tam emin olmasam da karideslerden biri yumurtalı gibi. Neocaridina davidi yumurtaları sarı olduğundan kendi de sarı olan karideslerde görmesi kolay olmuyor, zaten gerçekten yumurtalıysa bile o yumurtalar henüz çok yeni. Gerçi teyit için baktığımda N. davidi yumurtalarına "sarı veya yeşil" deniyor ama ben hayatımda yeşil yumurtalı kiraz karides görmüş değilim, belki daha koyu renkli varyetelerin (işte black rose, kanoko, "fire red" falan) veya mavi olanların (blue velvet ve blue dream; ayrıca "green jade" adlı yeşil bir kiraz karides varyetesi de varmış) falan yumurtaları o renk oluyordur. Şimdiye kadar kiraz, sakura ve turuncu sakura dışında N. davidi beslememiştim, işte şimdi de sarı ateş neon karidesleri (Neocaridina davidi var. "Yellow Neon") var.

07.08.2024

Sebze günü için yem yaptım. Hem eskisi azalmıştı hem de hazır evde kırmızı kapya (en önemli beta-karoten kaynağı -ve evet, kırmızı olmayan kapya da var-) olduğundan fırsatı değerlendireyim dedim. İçinde kabak, havuç, kırmızı biber (tatlı) ve sarımsak var:



Rengi niye böyle? Kırmızı biberden. Ayrıca spirulina katmadığımı fark ettim. Kırmızı olunca fark ettim, böyle de bir avantajı var. Bu arada spirulinalar kaliteli balık yemleri gibi kokuyor lan. "Kına değil, değil mi bu?" diye her seferinde kokluyorum çünkü. Kınanın akvaryum malzemeleri içinde ne işi olacaksa... Bu da spirulina katıldıktan sonraki hâli (üstte):


Rengi aynı kaliteli balık yemlerini andırıyor, değil mi? Bu arada "blend etmek belki zor olur" diyerek biraz da haşlama suyundan katmıştım (arıtma sürahisiyle arıtılan su, dolayısıyla kireçtir klordur içermiyor) ama keşke katmasaydım. Şimdi biraz soğumasını bekliyorum; soğuyunca buz kalıbına koyup balık vitamini katacağım (aslında üstünde hangi miktarda yeme kaç damla gerektiği yazıyor ama hassas tartıyı bulamadığımdan her tablete bir damla biçiminde ilerleyeceğiz).

18.08.2024

Akvaryuma giriştim. Bayağı sağlı sollu giriştim: Zeytinlerin ne kadar ucu çürümüş, hastalanmış (yaprak bitlerinin neden olduğu bir hastalık sarmıştı) yaprağı varsa kestim, su marullarından ne kadar sararmış yapraklı varsa arka balkondaki riparyuma postaladım. Yaz diye soğuk su eklemesi yapıyorum (aslında yanlış, normalde rutin bakımda değiştirdiğiniz suyun aynı sıcaklıkta olması lazım ama suyun durduğu yerde 27,5 C'ye çıktığı ortamda işler teorideki gibi gitmiyor), bu suları da yaprak bitlerinin üstüne üstüne dökmek gibi bir yöntem buldum. Böylece boğulacaklar, boğulmayanlar da lepisteslerce yenecek. Tabii şu an akvaryumda yalnızca bir lepistes var, o da hâlâ yavru ama olsun.

Ha bir de bütün bu deneyimler bana bazı radikal kararlar aldırdı. Öncelikle bu iş halkayla falan olmaz, yüzey bitkilerinin kendi haznelerine ihtiyacı var. Diğer bitkilerin ışığını da kesmeyecekler müdahaleye engel de olmayacaklar. Tabii benim eskiden beri yan sump sevdam da var... Ayrıca akvaryumda bu kadar ince ve hafif bir kum varsa (pipo filtre yerine iç filtre kullanıyor olsam o kum asla yerinde durmazdı) müdahale için kumsuz bir yer de gerekli. Yani ideal bir akvaryum, yüzeyden bakınca şu şekilde görünüyor benim için (Ne zamandan beri? Birkaç günden beri.):

Ben sadece bu projede kullandığım yüzey bitkilerini (su marulu, su mercimeği, azolla ve Amazon frogbit) koydum ama o hazneler daha çeşitlendirilebilir. Kendilerine su üstü bitkisi olarak muamele etmenizde hiçbir sakınca olmayan elodea, tilkikuyruğu ve çam için de birer hazne konabilir mesela. Ve tabii benim bu projede kullanmadığım yüzey bitkileri de var, yüzey bitkileri bu dört türden ibaret değil. Mesela aslında moss olup kendisine yüzey bitkisi gibi davranılan Riccia fluitans var (bu Ricciaceae familyasının alayı böyle, hepsi yüzey bitkisi olan ciğerotları). Ha bir de o su üstü bitkisi haznelerinin altı boş olacak, yani ya moss gibi bir şey ya da dümdüz kum, taş, kök falan olacak altlarında. Bitkiler (yani yüzey bitkisi olmayan bitkiler) geride.

23.08.2024

Yaprak bitleriyle mücadelem olumlu sonuç verdi ama bana şöyle bir zararı oldu: Zeytinlerin kökleri çıktı. Hayır tilkikuyruğunu, elodeayı falan anlıyorum da zeytinsin sen ya! Yeminle akvaryuma girişip dekoru komple değiştirmemek için kendimi zor tutuyorum, iş o aşamaya gelirse de işleri ne kadar ileri götürebileceğimi ben bile bilmiyorum. Muhtemelen 3D fon benzeri şeyi çıkarıp paludaryum vasfını da sona erdiririm. Zeytinlerin kökleri aslında midye kırığı gevşek, elimdeki silis kum da hem çok hafif hem çok ince olduğundan çıktı ama yine de şimdiye kadar lav kırığına kök salmadınız mı ya? Cidden mi?

Neyse, durum şu:

Eylül bir gelsin, suyu soğutma sorunum bir ortadan kalksın, dediğim gibi dekorasyona dalmamak için zor duruyorum. Hayır aslında şu anki hâline katlanabilirdim, sonuçta elodea da tilkikuyruğu da lepistes otu da (galiba akvaryumda hâlâ var lan) bu durumun yaşanmasının şaşırtıcı olmadığı bitkiler ama zeytinlerin kökünden çıkması mı, cidden mi? Geriye bir tek Bacopa monnieriler kaldı!

Zaten silis kumun üstünü kaplayan o ölü bitki yığını da beni rahatsız ediyor ama şimdilik sineye çekiyorum. Dekoru komple değiştirmesem bile birkaç ekstra fikrim var ama su sıcaklığını 28 C ve altında tutmaya çalışırken başka bi şeyle uğraşmak zor oluyor. Çünkü ne yapsam sıcaklık ihmal edilecek, sonucunda ikisinden de ayrı darbe yiyeceğim.

Aslında zeytinlerin köklerini olabildiğince lav kırığına kadar sokuşturacaktım ama şunu fark ettim:

Zeytinler ana köklerinden çıkmışlar evet; ama yan kökleri kuma kadar ilerliyor ve hâlâ sapasağlam. aslında daha garanti olması için o kısımları lav kırığına kadar sokuşturabilirim ama yan kök de sonuçta köktür, dolayısıyla dolayısıyla aslında bitkiler ışığa ilerlemiş. Müdahale boşluğu dışındaki kısımlarda yüzey bitkileri (ve onlarla karışık hâlde bulunan tilkikuyruğu, elodea ve hâlâ akvaryumdalarsa çamla lepistes otu) çok gölge yaptığından o ana köklerin zayıflaması normaldi, yaprak bile çıkmıyordu etraflarında.

Bir de bakopalar ne sağlam bitkilermiş... Hani hep sevdiğim bitkilerdi ama bundan sonra büyük Bacopa monnieri fanıyım. Umarım açarlar. Bu arada o kökleri çıkan, bunca zamandır elimde olan bitkiler de zeytin değil, söğüt tütünmüş (aynı cins ama farklı tür: Hygrophila lacustris). Bunları ben direkt "tütün" diye aldım ama tütün, limonun (Hygrophila corymbosa) varyetesidir (var. "Siamensis"), bu direkt farklı bir Hygrophila türü. Direkt "söğüt" de dendiği oluyor.

31.08.2024

Tabii siz bunu toplu okuyacaksınız ama uzun zamandır yazmadım. İki sebebi vardı.

1. Sistem stabil gidiyor ama bu durağanlık her an bozulma riskiyle karşı karşıya, dolayısıyla canlı eklemesi yapamadım.

2. Dekorasyonu tamamen değiştireceğim. Arkadaki hazneyi çıkarmak uzun iş olduğundan onu yerinde bırakacağım ama birçok değişiklik olacak. Yeni bitkiler falan ekleyeceğim.

22.09.2024

İki haftalık bir tatildeydim. Gelince akvaryumun hâli şu:

Epey su kaybı

23,8 C (nihayet soğutucu sistemi çıkardım)

Elektrik mi kesilmiş ne olmuşsa ışığın ayarı -yine- bozulmuş, açılmasını bekliyorum ki tekrar ayarlayayım

Lepistesin durumu iyi ama diğer canlıları -ışık olmadığından- pek göremiyorum.

Biraz dinleneyim, bir yemek yiyeyim, o sırada bidonlara doldurmuş olduğum su da biraz olsun dinlensin (tabii normalde 24 saatlik dinlenmiş su lazım, ben su düzenleyicilere güveniyorum), sonra akvaryuma geçeceğim.

Yalnız lepistesin desenleri çok güzel olmuş. Yabani lepistesleri andıran desenleri var:




Muhtemelen annesi ya da babası endler melezi (çünkü bendekiler arasında böyle bir balık yoktu ve yabani formuna dönmek için de yeterince nesil geçmedi, gerçi annesi için belki geçmiştir). Şimdi fark ettim (fotoğraflarda ne kadar belli bilmiyorum), sırt yüzgecinin alt tarafında mavi bir parlaklık var; demek ki babası fil kulaktı. Bu, ayrıca bu yabanileşmiş deseni de açıklıyor.

Bir de aslında önce dekorasyonu yenileyip bitkileri alıp dikmem falan gerekiyor ama galiba önce lepistes almam lazım. Önceden yavruydu, bir şekilde takılıyordu; ama artık böyle tek durmaz bu. Hem zaten havalar da ebesinin şeyi gibi sıcak olmadığından öncekinden farklı olarak lepistesler düzgünce yaşayabilecek. Karidesler ve salyangozlar da iyiymiş bu arada.

Yeni tasarım/düzen için fikirlere gelince...

1. Zemin malzemesini yenileyeceğim. Daha doğrusu silis kumun üstüne iri taneli bir kum koyacağım ama dere kumu mu yoksa başka bir şey mi (gerçi aklıma dere kumundan başka iri taneli kum da gelmiyor ki...) henüz emin değilim. O İstanbul'daki taşçıya gidip dere kumu veya bazalt çakıl falan mı alsam acaba? 5 kilo civarına ihtiyacım var ("Oha!" Proje tamamlanınca görürsünüz.).

2. Bitkiler (mevcut olanlar haricinde tabii, yani yeni alınacaklar): Java eğreltisi (?), saz (Vallisneria sp.), gül, Alternanthera sp., Ranunculus inundatus

3. Balıklar (mevcut olanlar haricinde tabii ve bunlar sadece ihtimal, hiç başka canlıyı işe karıştırmadan da devam edebilirim): Galaksi rasbora (-20 litre), zebra nerite, zeytin nerite, elma salyangozu (tilkikuyruğunu falan da yerse yesin, bu neymiş ya...), kankuyruk tetra (-33 litre), pristella (-40 litre, dolayısıyla büyük ihtimalle koymam çünkü 1e3d lepistes -22, planladığım gibi 2e6d lepistes -44 litre yapıyor; akvaryum 60 litre, yani 1e3d lepistese bile yer kalmıyor), ember tetra (-20 litre), panda çöpçü (-30 litre), leopar çöpçü (-33 litre), zebra balığı (-48 litre, dolayısıyla baştan iptal), rasbora (-30 litre)

4. Yüzey bitkisi haznesi ve çift yandaki bitkiler zaten genelgeçer şeyler.

Diğer bir konu da yeni akvaryum düzeni oturunca -ki yaklaşık bir hafta sürecektir- zaten standart bir düzenlemeye dönmüş olduğundan direkt paylaşacağım.

23.09.2024

Şimdi iyice baktım da bu lepistes "full (veya half) black" falan değil, basbayağı mavi (elmas) filkulak (ama melezlik de var, endler benzeri desenlerinden belli). Ama dişi, dişi bir lepistes için fazla renkli olsa da dişi (Bizim zamanımızda dişi lepistesle gambusyayı zar zor ayırıyorduk, şimdi dişisi erkeği zar zor ayrılıyor... İşte bunlar hep seçici üretim.), onda bir sıkıntı yok. Gerçi yeni lepistes alırken tamamını dişi mi alsam diye düşünüyorum, hem erkekse sorun çıkmaz (çünkü gidip 1e2d alırsam ve bu arkadaş da erkekse 2e2d biçiminde sürdürülemez bir oran çıkıyor) hem de dişiyse biri erkeğe dönüp kendi sorunlarını kendi hallederler (araştırma konusu: canlıdoğuranlarda cinsiyet değiştirme). Aslında şimdi aklıma geldi, bu arkadaş dişiden mi erkeğe döndü diye düşüneceğim ama... bunu gerektiren bir şey yok ki. Akvaryumdaki tek balık zaten kendisi, dişi veya erkek olması hiçbir şey fark etmiyor.

25.09.2024

Gittim üç tane dişi lepistes aldım. Nedenini zaten biliyorsunuz ama elimdeki halihazırda erkek galiba (dişi olduğunu düşünmemin ilk sebebi teorikti, işte yüksek su sıcaklığında %98'i mi ne dişi doğuyor muhabbeti, ikincisi de renklenmesinin epey gecikmesiydi ama bir renklendi, pir renklendi; gerçi artık dişi lepisteslerin de renklenmede erkeklerden kalır yanı olmadığından hâlâ emin olamam ama vücut yapısı da erkek gibi, küçük ve uzun-ince, bir de gonopod var galiba ama emin değilim). Aslında onun aynısından dişi almayı tercih ederdim ama böyle bir varyete yok, tamamen kendim ürettim, ki dişilerle erkekleri hep farklı farklı varyetelerde alma amaçlarımdan biri buydu. Şimdi bunu korumak istiyorum ama nasıl koruyacağımı bilemediğimden dişileri tamamen hoşuma gittiği gibi aldım: Bir "snow white", bir leopar, bir de "red-blonde".






Ayrıca gözlemlerim şunu gösteriyor ki öncekilerin yavrusu olan, kesinlikle erkek.

12.10.2024

Aklıma bir şey geldi: Saati daha insanı saatlere çekebileceğim gerçeği. Yani olması gerektiği gibi sabah 8-akşam 8 yapamam (nedeni yukarılarda yazıyor, tabii bunca yazıyı tek oturuşta okumanızı beklemiyorum ama... konuyu anladınız işte) ama mesela 12-12 yapabilirim. Tabii şimdi yapmam, anca düzeni dekoru tamamen değiştirince olur o çünkü şu an halihazırda oturmuş, sıkıntısız işleyen bir sistem ve daha da önemlisi yavrular var, ben 4 tane saydım ama 3 tane sanıyordum, 4'üncüyü yem verirken fark ettim, o yüzden 5 de olabilir. Ama 6 değildir herhalde (yani 6. ve daha fazlası vardıysa bile -ki muhtemelen vardı- yetişkinler tarafından yenmiştir). Bu arada bu yavrular dişilerin önceki partnerlerinden mi kalma* yoksa erkeğin marifeti mi -erkek lepistesler akvaryum dünyasının en büyük abazanlarıdır, üremesi mümkün olmayan balıklarla bile çiftleşmeye çalıştıkları görülmüştür, bir de bendeki büyüyene kadar hep akvaryumda tek başına olduğundan dişiler gelir gelmez onlara asılmaya başladı zaten- bilmiyorum tabii, büyümeden de anlaşılmaz. Hatta belki büyüdüklerinde de anlaşılamayabilir, mesela bir "snow white"ın melez mi safkan mı olduğunu çözebilmen için ondan en az üç kuşak torun alman gerekiyor. Araştırma konusu: Çekinik genler ve akraba evliliğinin zararları.

*Lepistes dediğin hayattaki yegane amacı üremek olan bir balıktır ve dişiler bunu iyice abartıp her çiftleşmelerinde (aslında teknik olarak hepsinde değil ama sadece kaliteli döllerin olduğu bir ortamda hepsinde, örneğin "özel tür" adı altında üretim yapan bir üretimhanede) sperm depolar. Ortamda biriktirecek kadar sperm (=erkek) olmayan ortamda da içlerinden biri cinsiyet değiştirir. Eğer Hristiyanlıktaki yedi ölümcül günah akvaryum balıklarıyla sembolize edilecek olsaydı lepistes kesinlikle şehvet olurdu.

20.10.2024

Biri olumlu diğeri olumsuz iki gelişme var. Önce olumsuz olan: Isıtıcı bozulmuş. Diğer ısıtıcıyı da denedim ama o da çalışmıyor. Yeni ısıtıcı almak şart oldu. Şanslı olduğum nokta: Isıtıcılar daima en ucuz akvaryum ekipmanlarıydı. Ha bu ekonomide 100 TL'den aşağı bulabileceğimi sanmıyorum ama ısıtıcıların diğer herhangi bir ekipmandan daha ucuz olduğunu varsaymak mantıklı olur. 400 küsur liraya bir tane aldım. "Niye bu kadar acele ettin?" diye sorarsanız -çünkü bunu yazar yazmaz sipariş verdim- su sıcaklığı 18 C. Yani lepistesler için alt sınır. Yok lan değil, 16 C'ye kadar dayanabiliyorlar ama erkek kuyruk kısmıştı (soğuktan olduğunu tahmin ediyordum ama suyun bu kadar soğuk olduğunu tahmin etmiyordum), ondan biraz gaza geldim.

Şimdi olumlu olan: Almanya'dan Sera su düzenleyici getirtme fırsatım oldu. Kaç litrelik bilmiyorum ama bayağı büyük, bana şırıngaya ihtiyaç duyduracak bir kutu Aquatan ile  bir kutu Nitrivec var şu an elimde (şimdi baktım: Aquatan 500, Nitrivec 250 ml). Ha bir de sistemi kısmen yeniden kuracağımdan gübre ihtiyacım vardı ama bunun için fosfat ve nitrat içerikli gübreleri kullanamazdım. Sebep? Çünkü fosfatlı ve nitratlı gübreler omurgasızlar için zararlı. Ramshornlarla yarasa kulaklara pek bir şey olmaz ama karidesler -ki akvaryumda sadece iki tane kalmış olduğundan şüpheleniyorum- için fosfat/nitrat gübresi kullanmak akvaryuma böcek ilacı sıkmakla hemen hemen aynı şey. Bu yüzden benim de omurgasızlar da düşünülerek geliştirilmiş, fosfatsız-nitratsız gübre ihtiyacım vardı. Böyle hangi gübre var? Sera Florena var ama onu Almanya'da bile bulamadık ("aracım" tek bir akvaryumcuya baktığı için olsa gerek), onun yerine yine aynı mantıkla (yani "ulan millet omurgasız da besliyor, hem zaten fosfat bitkiden çok alge yarıyor." diye düşünülerek) üretilmiş olan bir başka gübre aldım: Microbe-Lift Plants Green. Bilmediğim bir marka ama bilmeme sebebim nispeten yeni bir Alman markası olması. Hani prospektüsünde Almanca dışında dil yok, o kadar söyleyeyim. Ama içinde klor var ki bu durum bir akvaryum gübresi için çok garip. Yani tamam klorun bitkilere zararı yok, hatta az miktarda klorun yararı var ve bazı su bitkileri (örneğin su nanesi, örneği su mercimeği) kloru bir miktar temizleyebiliyor -zaten o yüzden akvaryum kurulumunda önce bitkiler çeşme suyuna ekilir, sonra su düzenleyici kullanılır, çeşme suyunun bitkilere eser miktarda yararlı ama balıklara hepten zararlı maddelerinden en azından kurulum aşamasında faydalanabilmek için- ama yine de garip. Demek ki haftalık rutin bakımda önce gübre, sonra Aquatan vereceğiz. Aksi taktirde akvaryuma klor eklemesi yapmış oluyoruz. Bu gübreyi kurulumdan sonra haftalık rutin bakımda bitene kadar kullanacağım ama sonra kullanmayacağım (yani bittikten sonra yenisini almayacağım), zaten bitkilerin o aşamadan sonra pek ihtiyacı da olmayacaktır. Neden olmayacaktır? Çünkü yeni kurulumda bitki çeşitliliğini ve sayısını arttıracağım (su üstü bitkilerinin ışığı kapatması sorununun önüne geçeceğimizden artık sorun olmayacak) ama köklü bitkilerden olabildiğince uzak durup akvaryumu büyük oranda gövdeli bitkilerle kurmayı düşünüyorum. Yani? Yani besinlerini yaprakları aracılığıyla doğrudan sudan alan ve hepsi olmasa da çoğunluğu bakımı kolay, fazla bir ihtiyacı olmayan bitkiler. Başka bir deyişle, gübreye sadece o bitkiler tutana kadar ihtiyacım var. Bu arada bu gübre 100 litre suya 5 ml biçiminde kullanılıyormuş, bayağı az bir oran. Tabii  bu oran "normal" bitkiler için geçerli, "gübre düşmanı" bitkileri (başta su marulu olmak üzere her türden yüzey bitkisi, elodea, su nanesi...) hesaba katmadan yapılan bir hesaplama. O yüzden aslında 3 ml kullanmam gerekirken 4-6 ml kullanacağım, zaten çoğunu daha suya yayılamadan yüzey bitkileriyle benim yüzey bitkisi muamelesi yapacağım bitkiler (elodea, tilkikuyruğu, çam) emecek. Ki kendileri de yazmışlar zaten "Dozaj bitki sayısına ve yoğunluğuna bağlı olarak arttırılabilir."* diye. Çünkü dediğim gibi o 100 litre için 5 ml hesabı insani bitki sayısına sahip ve içindeki bitkilerin "mülayim" olduğu akvaryumlar için geçerli bir hesap. Elodea gibi yamyamları ve anubias gibi su yerine sıvı gübrenin içine diksen yine pek bir verim alamayacağın nazlıları (Bu arada "nazlı" dememe aldanmayın, anubiaslar dayanıklılıklarıyla meşhurdur. Çiklit akvaryumunda yetişebilen tek bitki cinsinden bahsediyoruz burada.) dahil etmezler o hesaba. Zaten mantıklı olan da dahil etmemeleridir, yoksa hesap hepten sapıtır. Bu arada firmaya göre bu gübre köklere de yararlıymış, yarar sağlıyordur tabii sağlamıyordur demiyorum ama firmanın dediğinin gazına gelip köklü bitki kurulumu yapmayacak kadar aklım var. Köklü bitki için esas kullanılan/kullanılması gereken gübre tablet, kapsül vs. gübrelerdir. Şimdilik köklü bitkiyle uğraşabilecek durumda değilim, gövdelilerden devam.

*Normalde "bitki sayısı" ve "bitki yoğunluğu" hemen hemen aynı şeydir (bitki sayısı sırf veriyken bitki yoğunluğunda akvaryum hacmi de hesaba katılır, neticede 60 litreye 60 kök bitki dikmekle 200 litreye 60 kök bitki dikmek arasında dağlar kadar fark vardır; aynı olan 60 litreye 60 kök, 200 litreye de 200 kök bitki dikmektir) ama burada firma "Bak elodeayla doldurduğun akvaryumda bunu dediğimiz oranda kullanırsan o elodealar her şeyi emer, diğer bitkilere bir şey kalmaz. Öküz olma da hangi bitki ne kadar besine ihtiyaç duyuyor ve ne kadar besin emiyor bil, ondan sonra bu dozaj işini tekrar konuşalım." demek istiyor. Yani "yoğunluk"tan kastı "Tamam bol bitkili de her yeri anubias dolu akvaryumla her yeri elodea dolu akvaryumun gübreleme oranı bir olabilir mi aq?"

Bir de aslında yeni kurulumu bir nevi sıfırdan yapmayı planlıyordum, hani suyu falan komple değiştirecektim ama su üstü bitkileri için olan şeyle taban malzemesi arasına yaklaşık bir ay gibi bir süre girecek gibi, o yüzden su üstü bitkisi ayırıcısını tamamlayınca hemen kullanmayı ve böylece tasarımı değiştirirken eski suyu vs. de büyük oranda tutmayı planlıyorum. Tabii her ne olursa olsun o şerefsiz yaprak bitlerinden de kurtulmuş olacağız.

01.11.2024

Dün bitki çerçevesini kestik:

Geriye silikonlama kaldı. Bir de rutin bakım için 60 litre hesabından Nitrivec'i dökünce ortalık "duman altı" oldu, sıfırdan kurulum oranını rutin bakımda kullanmayacakmışsın, bunu teyit etmiş oldum. Ha 25 ml Nitrivec'i de heba etmiş olduk ve bitince tekrar Almanya'dan da birine getirtemem ama olsun.

01.01.2025

Bir grup bitki aldım ve geldiler ama şöyle bir sorun var: Yılbaşı falan derken biraz durmaları gerekecek. Çözümüm ne? Kış mevsimini avantajıma kullanmak. Tarımda "soğuklama" denen bir şey vardır, temelde hayvanlardaki kış uykusunun bitkilerde olanı. Bitkileri bir gün balkonda soğuklatacağım ama şu an saat 06.55 ve onu yapmak için 9'u bekliyorum çünkü kırağı/don etkisi daha çok zarar verebilir, burada amacım bitkilerin "düşük güç" moduna girerek dayanıklılığının artması. Sıfırdan kurulumu zaten yarın (perşembe) yapacağım, o yüzden sıkıntı olmayacak (diye umuyorum).

Balkonda soğuklatılan bitkiler:

Hangi bitkiler bunlar? Sol baştan: Su sümbülü (Pontederia crassipes), Salvinia cucullata, içi net görülmeyen poşet (içerisinde tilkikuyruğu, Limnophila sessiliflora ve gül var ama tilkikuyruğuyla L. sessiliflora zaten -ilk bakışta- benzer bitkiler, poşetin içinde ayırt edilmiyorlar), Sagittaria subulata, Bacopa australis (B. monnieri yetmiyordu da...)

Bunlara ek olarak uzun zaman önce yapıp gerekli bulmadığımdan (biraz da üşendiğimden) yazmadığım bir şey var, o da şu: Gidip taş aldım. Evet, taş. Tamburlanmış gökkuşağı taşı (diğer adıyla sarı çizgili dolomit). Bu kuru hâli:

Bu da yıkanmış (ıslak) hâli:

Bu arada benim amacım bazalt dere kumu (yani dere kumu ebatlarında bazalt çakıl) almaktı (dikkat edin, bazalt kırığı demiyorum; ama bulsam onu da kullanırdım) ama taşçıda ondan kalmamıştı. Gökkuşağı taşının tek alternatifi serpantindi (geri kalan her malzeme ya çok büyüktü ya da beyaz, pembe gibi kullanmak istemediğim renklerdeydi) ama o da o kadar bitkili akvaryumda rahatsız edici olur diye düşündüm. Bir de taşı kuru hâlde alırsanız/bulursanız tam bir kumar oluyor, taşların %99'unun su dışındaki (kuru) hâliyle su içindeki (ıslak) hâli çok farklı oluyor (o kadar fark olmasa bile illaki biraz olsun fark oluyor; taşı gri diye eve getiriyorsun, akvaryumda siyaha dönüyor falan). Yılan taşı yerine gökkuşağı taşı alma sebeplerimden biri de gökkuşağı taşlarının su altında (ıslakken) nasıl göründüğünü iyi bilmem. Bu arada bu tür kayalar (evet, normalde bunu böyle taş formunda bulmanız zor, akvaryum ortamlarında bu şey bildiğin kayadır. Tamburlanmış gökkuşağı kayası.) Malavi, Tanganyika akvaryumlarında/biyotoplarında falan kullanılıyor.

Bir de saksılar var: 

Bitkilerin tabanda durmamasından yıldığım için bir planım var ve bu saksılar, bu planda kilit rol oynuyor. Bunların dördü (file gibi olanlar) zaten akvaryum saksısı bu arada, zaten yeni bitkilerin de saksıları var, yeterli olacaklarını düşünüyorum. Akvaryum saksıları yeterli olmazsa da... "Sıkıntı olmaz herhalde ya..." deyip akvaryum saksısı olmayanları kullanmak durumunda kalacağım. Tabii o pembe olanı kullanmam, o güven vermiyor.

02.01.2025

Sonunda yenilemeyi yaptık. Çok uzun sürdü ve çok yorucu oldu (özellikle uykusuz uykusuz yaptığımdan). Birkaç pürüz var tabii, yok değil ama şimdilik aşamalara geçersek:






Saksıların içindekiler beyaz kuvars kum. Bitki çeşitliliğini daha sonra yakın çekim alacağım ama şimdilik saymak gerekirse gül (Ludwigia repens), Limnophila sessiliflora, söğüt tütün (Hygrophila costata)*, Bacopa australis, yosun topu (Aegagropila linnaei), güllerin arasına karışarak gelmiş bir bitki (muhtemelen bir tür Alternanthera veya repens olmayan bir Ludwigia türü; en yüksek ihtimali L. brevipes ile roseafoliaya veriyorum ve Ludwigia brevipes daha öne çıkıyor), Sagittaria subulata, yine güllerin arasına karışmış bir başka bitki [muhtemelen karyağdı (Pilea cadierei) ama öyleyse bu pek de iyi bir durum değil çünkü karyağdı -üstlerde de bahsettiğim gibi- akvaryum bitkisi değil, paludaryum bitkisi], bakopa (Bacopa monnieri), Salvinia cucullata, sumarulu (Pistia stratoites), tilkikuyruğu (Ceratophyllum demersum), kızıl eğrelti (Azolla filiculoides. Bu arada A. caroliniana ile A. filiculoides aynı şeymiş lan. Yani daha sonra aynı türde birleştirilmişler. Garip.), sumercimeği (Lemna minor), su sümbülü (Pontederia crassipes).

*Hâlâ başka bir Hygrophila türü olma ihtimalini de düşünüyorum, en yüksek ihtimaller tütün (Hygrophila corymbosa var. Siamensis) ve zeytin (Hygrophila polysperma var. Ceylon) ama muhtemelen söğüt tütün. Aynı cinsten bu bitkilerin [ve olmadığından emin olduğum diğer "akvaryum Hygrophilaları" olan limon (H. corymbosa) ve çınar (H. difformis) bitkilerinin] özellikleri arasında öyle aman aman farklar da yok zaten. Bu arada akvaryum bitkisi satıcıları H. lacustrisle H. costataya farklı bitkiler muamelesi yapıyor ama bunlar aynı bitki, bir varyetesine (söğüt tütüne) H. lacustris (sinonim), daha doğal/standart formuna costata (gerçek bilimsel ad) diyorlar ama bu, ikisinin aynı bitki olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Şimdi neyi kaldı bunun? Balıklar geri konacak (doğal olarak), bakopanın (B. monnieri olan) saksısı daha fazla taşla kapatılıp görünmez kılınacak, salyangozlar ayıklanıp eklenecek (çünkü ramshorn sayısının azaltılması şart), belki daha fazla yüzey bitkisi (su marullarından, su mercimeklerinden ve varsa azollalardan) eklenecek (böceklenme sorunuyla da uğraşmam gerektiğinden kolay bir iş değil; çoğunluk arka balkondaki riparyuma gidecek), son olarak bir ihtimal tür eklemesi yapılabilir (karides olur, katil salyangoz olur, ember tetra olur...). Ha bir de elodea nereye kayboldu en ufak bir fikrim yok, elodea ekleyebilirim (Yüzey bitkilerinin yanına, tilkikuyruklarını yaptığım gibi. Bu arada tilkikuyrukları niye öyle oldu, yüzmek yerine topaklandılar onu hiç anlamadım ama öte türlü dibe düşüyordu. Dipte durmasını istesem durmaz ama göt.). Onun dışında bir şey yok, ha bir de su sümbülünün durumuna göre balkondaki riparyuma taşınma ihtimali var ama şimdilik iyi gibi.

Onun dışında rutin bakım falan işte. Bu dediklerimi yaptıktan-yapmadıktan sonraki ilk rutin bakımdan sonra da bunu direkt paylaşacağım, yeter lan artık.

03.01.2025

Balıkları, birkaç ramshornu (ne kadar çoğaldıklarını bildiğim için her varyeteden birkaç tane ve ilgi çekici, "farklı" varsa onlardan ekledim) ve bir yarasa kulak salyangozu (Tek bir tane kalmış ya... Bulabilirsem bir tane daha alacağım.) ekledik:



Fotoğraflarda bulanık çıkmış ama aslında su gayet berrak. Ayrıca bir dal elodeayı da bulup haznesine koydum. Haftaya da akvaryumcuya gidip bakalım bir şey var mı yok mu bakacağım. Sonrasında da aşağı, "Son Hâli" kısmına geçip yayınlarım bu yazıyı (gerçi daha "Düzeltmeler" bölümü var).

07.01.2025

Bugün akvaryumcuları gezdim. Ne aldım? Rasbora (Trigonostigma heteromorpha) ve kiraz karides (Neocaridina davidi var. "Red Cherry"). Aslında ember tetra (Hyphessobrycon amandae) da bulmuştum ama akvaryumcunun elinde zaten altı tane vardı, ben de "En az on olsun, garanti olsun." diye düşündüğümden almadım. Neonlarda ve cüce vatozlarda (Ancistrini) gözüm kaldı* ama bitkiler yavruların neon tetralardan saklanması için yeterli sıklıkta değil ve ben vatoz bakmayı (en azından cüce vatoz bakmayı) beceremiyorum. Hiç hayvana yazık etmeyeyim diye elleşmedim. Zebra nerite (Vittina natalensis var. Zebra çünkü bunun bir de benekli nerite Vittina natallensis var. Spotted olanı var.) de vardı ama akvaryumda yeterince salyangoz olduğundan (şu anki gözlemlerime göre hem Planorbella duryi hem Planorbarius corneus hem de Planorbis intermixtus var -ya da ben kırmızı/albino intermixtusu corneus sandım, o da olabilir) almadım. Yarasa kulak salyangoz bulursam alırdım gerçi ama poso (Tylomelania sp., muhtemelen de Tylomelania sp. Orange) vardı, zebra nerite vardı, elma salyangozu (Canaliculata değildi ama flagellata, haustrum, lineata veya paludosa olabilir), adi salyangoz zaten standart, yarasa kulak yoktu. Bir de karideslerle bir bitki geldi, ilk bakışta elodeaya benziyor (yani en azından ben benzettim, her ne kadar akvaryumcunun karidesleri aldığı akvaryumda elodea görmemiş olsam da...) ama daha dikkatli bakınca olmadığı gördüm. Ya lepistes otu (akvaryumcu karidesler tutunsun diye iki dal koymakta hiç düşünmediğinden bu ihtimal çok daha yüksek), daha düşük bir ihtimalle de Juncus repens.

*Açıkça A. dolichopterus olmayan bir cüce vatoz, muhtemelen bir çeşit Baryancistrus -muhtemelen de hepsi aynı türün (Baryancistrus xanthellus) varyeteleri/morphları olan L018, L081, L085, L177, LDA60, LDA116, LDA117'den biri- vardı; L144'ler ve albino cüce vatozlar (A. dolichopterus) zaten standart.

Vatoz matoz demişken çizgili konuşan vatoz (Platydoras armatulus) da vardı. Bunu sadece belirtmek istedim, başka bir şeyden değil. Ha bir de "Nasıl bir akvaryumcuya gittin lan sen, yok yok?" derseniz: Tek bir akvaryumcu değil tabii, üç akvaryumcu gezdim (çarşıda dördüncü bir akvaryumcu olsa ona da giderdim).

Birkaç gün geçsin, rasboralar renklensin, karidesler ortama alışsın vs. son kontrolleri yapıp "düzeltmeler" kısmını ekleyip paylaşacağım bu yazıyı. Yeter lan.

08.01.2025

Karidesler yem yemiyor. Üç ihtimal üzerinde duruyorum:

1. Birçok popüler akvaryum karidesi gibi N. davidi (ve tüm varyeteleri) de ince (kum) zemin karidesi olduğundan bu taşlık zeminle başa çıkamıyor olabilirler. Şöyle ki bu karideslerin pipo filtrenin ve bitkilerin tepesinden inip tabanda gezinmesini zaten beklemiyorum (çünkü dediğim gibi taşlık zemin karidesi değiller, Malili kırmızı karides değil ki bu amk, bildiğin kiraz karides) ama yem yemek için iki dakika tabana inebilirler, o kadar da değil. Tutunacak yer var sonuçta.

2. Henüz ortamı tam keşfedemediklerinden utangaçlıklarını atamamış olabilirler.

3. İkinci maddeyle bağlantılı olarak yemin nereden verildiğini(gerçi tek bir yere alışmasınlar diye hep aynı yerden vermiyorum) henüz keşfedememiş olabilirler.

Yarın da yem yiyen karides görmezsem pipo filtrenin üstüne de biraz yem atmayı deneyeceğim. O da iş görmezse bu karideslerin granül yemle bir sorunu olduğunu varsayıp tablet yem deneyeceğim. İkisi de iş görmezse akvaryumun bir kısmında kumluk bölge oluşturacağım (zaten başta planlarım arasındaydı ama sonra böylesinin daha güzel olduğuna karar verdim; başta amaçladığım gibi dere kumu ebatında bazalt çakıl bulabilsem hiç böyle sorunlarım olmayacaktı).

10.01.2025

Granül yemi yiyorlar ama batması uzun sürdüğünden pipo filtrenin üstüne gitmek yerine etrafa dağılıyordu, o yüzden karidesler için tatil yemi niyetine aldığım tablet yemi (gerçekten tatil yemi de olabilir, Sera O-nip tarzı bir şey de olabilir) kullanıyorum. Bitince gidip dip yemi alacağım (gerçi dip yemi yerine direkt karides yemi alsam daha mantıklı olur). Bu arada karidesler tablet yemi henüz fark etmedi ama balıklar fark edip tırtıklamaya başladı, bakalım sonu nereye varacak? Belki de lepisteslerle rasboraların ısırıp koparamayacağı ama karidesler tarafından tüketilebilecek kedibalığı yemi (ağaç kabuğundan yapılan sert cips yem) alırım.

14.01.2025

Şu an saat 3.30 ve ışık saatlerini daha "insani" seviyeye (13.00-01.00) çektiğimden akvaryumun ışığı kapalı. Bugün, daha doğrusu yarın, daha doğrusu olarak uyuyup uyandıktan sonra yani teknik olarak bugün ilk rutin bakımı yapacağım. Yapmadan önce bir genelgeçer durum bilgisi geçmek istedim:

Su sümbülünün yapraklarının hepsi kötü. En kötü durumda olanları budayıp bir hafta daha gözlemleyeceğim çünkü besin eksikliğinden de olabilir.

Sessiliflora ile gülü (L. repes) yanlış dikmişiz. Normalde gülün önde olması gerekiyordu.

Onun dışında ışık açıkken çekip koyacağım fotoğrafta görünen şeyler var; yem artıkları kaynaklı bulanıklık, iyi durumda olmayan tilkikuyrukları falan.

13.33: Rutin bakım öncesi fotoğraf çekmedim. Neden? Unuttum çünkü. Onun dışında gülle sessilifloranın yrerlerini değiştirdim. Keşke değiştirmeseydim.

Mevcut durum (bulanıklık Nitrivec'ten kaynaklanıyor):


15.01.2025

Şu an akvaryumda anlayamadığım saçma sapan bir bulanıklık var. Nitrivec'ten kaynaklanan bulanıklık değil çünkü 

1. 24 saat geçeli çok oldu. 

2.  Bu bulanıklık beyaz değil, sarı. Hem de sapsarı.

Ayrıca karidesler yem yiyor, onda sıkıntı yok (kendilerini de gösteriyorlar) ama lepistesler -ve rasboralar- şu anki yemi yemiyor. Karidesler yiyor ama karides dediğin detritivor bir hayvan zaten (en azından akvaryumlarda bakılan popüler karides türlerinin çoğu öyle). Hem bu özellikleri hem de balıklara kıyasla daha yüksek ve düşük sıcaklıklara dayanabildikleri için Walstad metodu gibi sistemlerde balıklardan daha çok tercih ediliyorlar. Tabii Caridina loehae'den, "blue bolt" karidesten (Caridina cantonensis var. "Blue Bolt") falan değil dümdüz "düşük seviye" karideslerden bahsediyorum; işte Hawaii kırmızı karidesi (Halocaridina rubra), ne bileyim mavi inci karides (Neocaridina zhangjiajiensis var. "Blue Pearl") falan...

Yem konusunda ne yapacağım? İlk fırsatta kaliteli yem alacağım çünkü muhtemelen kapsülden çıkarılmış (decapsulated) artemiayı ve o tablet yemi yedikten sonra bu yemin yüzüne bakmıyorlar. Açıkçası bu konuda balıklara hak vermiyor da değilim, ben zaten normalde bu yemden almayacaktım, akvaryumcu direkt elime verince fazla bakınamadım.

Ya bulanıklık hakkında? Muhtemelen yenmeyen yemlerin ve dip çekimi sırasında ortaya çıkan ama çekilemeyen (çünkü dip çekimi aleti tıkanmıştı, tıkanabildiğini bile bilmiyordum, meğer parçaları ayrılıp yıkanabiliyormuş) kalıntıların işi. Yarın da geçmemiş/azalmamış olursa 30 ml aquatan ve 25 ml toxivec (ikisi de sıfırdan kurulum miktarı) ile müdahale edeceğim, hâlâ düzelmezse ne yapacağımdan emin değilim. Daha dün dip çekimi yaptığımdan dip çekimi yapıp hem canlıları strese sokmak hem de bakteri kültürünün içinden geçmek istemiyorum ama salyangozlar + karidesler bu yem artıklarını temizlemezse bulanıklığı çözmek için başka bir çarem kalmayacak.

Bir de su değerlerine bakmam lazım ama bulanıklıkla su değerlerinin doğrudan bir alakası yok; çamurun içinde de en uygun su şartlarını ölçebilirsiniz. Bulanıklığa dair bir diğer teorim de su sümbülünü budayınca bir çeşit madde yaymış ve onun suyu bulandırmış olması ama öyleyse de su sümbülünü akvaryumdan çıkarmak ve yine dip çekimi yapmak dışında aklıma çözüm yolu gelmiyor. Bulanıklığın bir diğer sebebi de su üstü bitkilerindeki azlık olabilir diye düşünüyorum ama tilkikuyruğu ne güne duruyor?

Bu arada bitkilerin gelişimi genel olarak iyi. Dip çekimi sırasında söğüt tütünlerden biri çıktı, geri dikmekle uğraşmayıp riparyuma attım; gülle de sessiliflora aşırı dip dibe geldi, gerçi sorun var gibi görünmüyor ama onun dışında bitkiler gayet iyi bir gelişim gösteriyor. Ha bir de azollalar kaybolmuş, bir tane bile azolla görmedim. Zaten az vardı, nereye gitti lan bu azollalar? Bacopa türlerinin ikisi de ne uzuyor ne kısalıyor. Yalnız şimdi kontrol ettim de gül ve sessiliflora dışında her bitkide besin eksikliği belirtileri var, muhtemelen Aquatan verdiğim gübreyi baskılıyor. Bir diğer ihtimal de sessilifloranın tüm gübreyi emmesi çünkü hem tek dal elodea onun dibinde olduğundan hem de en çok gübreye ihtiyacı olan gül olduğundan gübreyi oradan veriyordum. O yüzden biraz daha gübre kattım (yaklaşık 3 doz kadar) ama bu kez birçok farklı noktaya döktüm.

21.01.2025

Akvaryumu kısmen yeniden kurmuş gibi olduk:



Su sümbülünü (Pontederia crassipes, syn. Eichhornia crassipes) arkadaki riparyuma attım, karyağdının (Pilea cadierei) kökü olduğunu düşündüğümüz bir sapı bir bardağa koyduk (köklenirse/yapraklanırsa salona geçecek), hafif bir dekorasyon değişimi oldu. Bütün bu çilenin en büyük sebebi de bitkilerin köklerini saksılarına bağlamamız (misinayla). Bir daha bitkili kurulum işine girersem ya sırf elodea, tilkikuyruğu, su marulu falan gibi tek bir tür kullanıp suyun üstüne yayacağım ya da direkt alırken içinde oldukları taşyünüyle dikeceğim. Tabii taşyünüyle dikersek köklü bitkileri elememiz gerekir ama şu anda da sagittaria haricindeki bitkilerimin hepsi ya gövdeli ya su üstü bitkisi zaten (bir tane de marimo var, akvaryumculukta moss olarak sınıflandırılan alg kolonisi).

Bulanıklık (çizgili dolomitlerin karbonat salınımından kaynaklanan bulanıklık + Sera Nitrivec'ten kaynaklanan bulanıklık) geçince bir fotoğraf daha çekip bu yazıyı yayınlarım. Tabii öncesinde "düzeltmeler" kısmı var. Yani olacak.

25.01.2025

Akvaryuma biraz çay demi dökeceğim. Neden? Çünkü bu akvaryumun biraz hümik aside (ve tanene) ihtiyacı var ve hümik asidin başlıca alternatifi çay demidir. Aslında çay deminde hümik asit olup olmadığından tam olarak emin değilim ama varsa şaşırmam çünkü hümik asidin başlıca kaynağı kuru/çürük bitkilerdir ve çay da Camellia sinensis (Camellia: Kamelya, sinensis: Çinli) adlı bitkinin kuru yapraklarının demlenmesiyle yapılır. Demleme nedir? Akvaryumculukta salınım denen şeyin daha hızlı ve yoğun olarak kontrollü biçimde uygulanmasını sağlayan bir süreç. Yani özetle dem aslen kuru çay yapraklarının salınımıdır. Tabii bununla uğraşılmayacağı için yeni kurulumda akvaryuma koymayı ihmal ettiğim tahta parçasını geri koyacağım. Ne demiştik? Hümik asidin başlıca kaynağı kuru bitkilerdir. Mangrov kökü ve bin çeşit alternatifinin bitkili akvaryumlarda kullanılma sebebi de sırf dekor olsun diye değildir*, mangrov kökünün, katappa yaprağının, kızılağaç kozalağının ve bütün bunların her türden alternatifinin (bu arada mangrov kökünün ve katappa yaprağının bin çeşit alternatifi olsa da kızılağaç kozalağının bir alternatifi varsa bile ben bilmiyorum) asıl değeri hümik asit salınımıdır (Ne demiştik? "Salınım" deyince hemen korkmayın.). Ayrıca tahta parçasının karidesler (ve şu an akvaryumda bir tane bile olmasa da kedi balıkları) için ek yararları da var.

*Tabii ki dekorasyon değeri de önemlidir, zaten o yüzden boy boy, şekil şekil, renk renk satılır. Bu arada renk renk mevzusu bitkinin gerçekten mangrov olup olmadığına ve mangrovsa hangi türde olduğuna bağlı. Tür derken? "Mangrov" olarak adlandırılan tek bitkiler Rhizophora cinsinden olanlar değil, aynı habitatı paylaşıp akvaryum ticaretince "mangrov kökü" adı altında karşınıza çıkma olasılığı çok yüksek olan Nypa fruticans, Avicennia sp. veya Bruguiera sp. gibi birçok başka "mangrov" da var. Hatta bir de "yalancı mangrovlar" var, mesela Excoecaria agallocha veya Pelliciera rhizophorae, ki bunların kökleri/odunları da akvaryum ticaretinde "mangrov kökü" adı altında karşımıza çıkabilmekte. Neden? Çünkü "mangrov (Rhizophora mangle)" gibi görünüyorlar ve mangrov biyomunda yetişiyorlar. Mangrov kökünün batma süresinin stabil olmaması da bu konuyla ilintili zaten: Bazısı bir haftada batıyor bazısı bir ayda batmıyor. Neden? Çünkü o ikisi aynı ağaçtan gelme değil, aslında farklı türde odunlar da ondan. Bir de "odun" deyip durduğumu fark ettiniz mi? Çünkü onların hepsi kök de değil, bazısı da gövde veya budak. Renk farklılığının sebeplerinden bir diğeri de bu.

Hatta ben çay deminden falan vazgeçtim, direkt tahta parçasını koyuyorum akvaryuma. Batana kadar biraz bekleyeceğiz. Önceden ıslatabilirdim de (mangrov ve yati gibi kökler genelde ayrı bir yerde ıslatılıp battıktan sonra akvaryuma konur ki yerini ayarlarken sıkıntı çıkmasın çünkü dediğim gibi batma süreleri -en azında mangrov kökünün batma süresi- sabit değil) ama zaten yıllarca kullanılmış tahtada kalan azıcık hümik asidi heba etmek istemiyorum (gerçi ağaç ıslandıkça -daha doğrusu çürüdükçe- hümik asit de tekrar oluşacak ve onu "batırdığım" suyu da akvaryuma ekleyebilirim). Mangrov kökü, yati kökü (Bu arada şu yatinin tam olarak hangi bitki olduğunu çok araştırdım ama bir türlü bulamadım. Yati ne lan?), "driftwood" gibi şeylerin bir değeri (kanıtlanmış zararsızlıkları haricindeki en büyük değerleri) de aşırı fazla ("kullan kullan bitmez" denecek ölçüde) hümik asit içermeleri zaten (çünkü çürümeye karşı dayanıklılar, bu da çok az miktarda hümik asit salgılayıp çoğunu kendilerinde tutmaya devam ettikleri anlamına geliyor). Gerçi bendeki tahta parçası da teknik olarak "driftwood". Bayağı dereden çıkardım, o seviyedeyiz. Bu arada akvaryum ticaretinde görülen "driftwood"lar genelde çölden toplanıyor, böyle de garip bir ironi var. "Niye lan?" diye sorarsanız çünkü çölde kurumuş odun bir nevi mumyalanmış gibi olduğundan normalde akvaryuma sokmamanız gereken reçineli bir bitkinin odunu olsa bile içinde zararlı bir şey kalmamış oluyor. Sudan çıkarmaktan daha verimli yani. Aynısı büyük çoğunluğu aslında çam veya bataklık selvisi (Taxodium sp.) olan ama bataklık tarafından mumyalanmış "bogwood"larda da var.

Koydum:

Acaba ne kadar sürede batacak? Ayrıca:

"Bu fotoğraf ne demek?" diye düşünüyorsanız hemen açıklayayım: Akvaryumda hem su mercimeği (Lemna minor) hem de iri su mercimeği (Spirodela polyrhiza) var demek.

Bu arada yati köküne tekrar baktım, daha önce de araştırmalarımın beni götürdüğü ama bir sonuç elde edemediğim ormangülüne (Rhododendron sp.) işaret ediliyor. Yati kökünün menşei olarak genelde Malezya gösterildiğinden muhtemelen Rhododendron malayanum veya R. javanicum falan. Gerçi yati -daha doğrusu "red moor" ki aynı şey muamelesi yapılıyor ama farklı da olabilir- için ormangülü diyen kaynak menşeini Çin olarak gösterdiğinden Rhododendron arboreum veya R. niveum daha olası, üstelik bunlar malayanum ve javanicum gibi çalı/çiçek yerine gerçekten ağaç formunda olduğundan daha mantıklı.

26.01.2025

Yati/red moor/ormangülü hakkında dün anca üstünkörü okuduğum makalede* bazı Malezya ormangüllerinin "uzun ve sıska, asma benzeri, ip gibi kökleri olan dağınıklar" olduğundan bahsediyor, ki "dağınık" diye çevirdiğim kelime aslında "straggler". Şimdi straggler kelimesinin alternatif anlamlarından bahsetmeyeceğim ama cümleyi doğru anladıysam bazı Malezya ormangüllerinin yati köküne benzediğini anlatıyor bu cümle, ki hem yati kökü için genellikle gösterilen Malezya kökeniyle hem de öbür kaynağın "red moor"un bir çeşit ormangülü(nün kökü) olduğunu söylemesiyle uyuşuyor. Makalede bu türden Malezyalı ormangüllerine bir de örnek verilse çok iyi olurdu ki görsellerinden karşılaştırayım ama ne yazık ki "(e.g R. somethingus)" [Türkçe: (örn. R. birşeyus)] diye bir ekleme yapmaya üşenmişler. Bu arada ormangülü köklerine bir baktım ve evet, böylece yatinin aslında ormangülü olduğuna da emin oldum (araştırmalarım beni bir de tik ağacına götürüyordu ama tik ağacının kökü yatiden çok mangrov köküne benziyor, zaten tik ağacından elde edilen herhangi bir şey herhangi bir yati kökünün birkaç katı fiyata satılıyor olsa gerek). Bu arada makalenin ileriki kısımlarında bazı Malezya ormangüllerinin "hava köklerine" sahip olduğu da ayrıca belirtilmiş. Hava kökü derken? Yani mangrov gibi. Toprağın dışında büyüyüp gelişen kökler. Yati kökü biçimi alması son derece olası olanlar. Yine de hâlâ örnek vermemiş olmaları sinirimi bozuyor.

*Bu sefer su nanesi konusuna dönmesin diye ahan da şu makale: 

The Discovery of the Malaysian Rhododendrons

David G. Leach, North Madison, Ohio

GARDEN magazine of The New York Botanical Garden, c 1977

Bu da -izinler ve bizzat yazarın eklemeriyle- benim okuduğum yer: https://scholar.lib.vt.edu/ejournals/JARS/v32n1/v32n1-leach.htm

05.02.2025

Hazneyi çıkarmaya karar verdim. Neden? Görsel üzerinden anlatayım:

Yapması gereken tek işi yapmadığı gibi diğer su üstü bitkilerinin gelişimine de engel oluyor. "Niye?" sorusuna dair iki teorim var: Hazneler çok küçük olabilir veya duvarlar çok yüksek olabilir. Muhtemelen ikisi de. Niye yapması gereken tek şeyi yapmadığı sorusunun cevabıysa muhtemelen tamamen su üstünde durması. Hazne için suyun daha altına gidecek, yüzeye sadece az bir kısmı çıkacak bir şey lazım, onun için de akvaryumun kenarlarına tutturacağımız tutamaçlar veya silikon lazım.

Bu arada bir sürü yazı yazdım, denizatıyla (Hippocampus sp.) yürüyen kedi balığından (Clarias batrachus) hiç bahsetmedim. İnanılmaz. Bu arada denizatı demişken, ben deniziğnelerinin denizatı olduğunu sanıyordum ama aslında denizatları deniziğnesiymiş (Syngnathidae). Denizatlarının bulunduğu Hippocampinae'deki bile çoğu tür -ki zaten az var- bildiğimiz denizatından çok deniziğnesine benziyor, denizatına en benzer olarak Hippocampus sp. -ki "denizatı" dediğimiz şey zaten kendisi- dışında Cylix tupareomanaia ve Idiotropiscis larsonae var. Ha bir de Syngnathiformes takımının, yani benzeri balıkların hepsinin dahil olduğu sınıfın içeriği şöyle: Denizejderleri (Phyllopteryx sp.), denizgüveleri (Pegasidae), trampet balıkları (Aulostomidae), hayalet deniziğneleri (Solenostomidae), deniziğneleri (Syngnathinae), denizatıgiller (Hippocampinae), çomak balıkları (Fistulariidae), boru balıkları (Macroramphosidae), jilet balıkları (Centriscidae) ve uçan kırlangıçlar (Dactylopteridae). Son üçü "normal" balıklara daha çok benziyor, hele sonuncunun deniziğnemsilerden olması beni bayağı bir şaşırttı.

Ayrıca bu proje de burada biter, hadi Düzeltmeler ve Son Hâli kısmına. Aslında o kısımdan önce tahta parçasının batmasını beklemem gerekiyor ama o batana kadar ohoo...

Bu arada bir hafta daha beklemeye karar verdim. Neden? Şöyle:


Hazne ayrıca camları temizlememe ve dip çekiminde her yere ulaşmama da engel oluyordu, o yüzden. Haftaya etraflıca bir temizlik yapıp sonra o kısımlara geçeceğim.

08.02.2025

İşte ben bunun olacağını, mutlaka bir şey çıkacağını ve çıkarsa yazmadan duramayacağımı bildiğim için bir an önce yazıyı bitirme taraftarıydım. Şöyle:

Akvaryumda anlamsız bir müsilaj sorunum var. Evet, hani o Marmara Denizi'nde olandan. Buna tabii çözüm yolum var hem de iki tane ama birbirlerine zıt olduklarından henüz hangisini uygulayacağıma karar veremedim.

1. Normalden çok daha fazla (%50'lere varan) ve haftada birden fazla (2-3 kez) yapılan dip çekimiyle müsilajı tamamen akvaryumdan uzaklaştırmak. Bu yöntem hızlı ama bakteri dengesinin içinden geçme potansiyeli var ve hem balıkları hem bitkileri strese sokacak. Üstelik sessilifloranın ne kadar besin varsa emdiği yerde Ludwigialar (repens ve brevipes) ve Sagittaria besin eksikliği çekecek (Sagittaria zaten köklü bitki olduğundan tek avantajı akvaryumda rakibi olmaması).

2. Bir süre (müsilaj azalana kadar) hiç dip çekimi yapmayıp bakteri kültürüne abanmak. Bunun başlıca dezavantajı da akvaryumda biriken maddeleri uzaklaştıramayacak olmam (bir kısmı müsilajın sebebi olma ihtimali taşıyor), üstelik birinci yöntemden daha uzun süreceği de hemen hemen kesin. Tabii bir de elimdeki bakteri kültürünün içinden geçecek olduğu gerçeği var çünkü bu yöntemi kullanmak için haftalık olarak sıfırdan kurulum gibi bakteri eklemeliyim.

Muhtemelen akvaryumdaki gövdeli ve su üstü bitkilerine güvenip ikinci yöntemi seçerim ama önce sağlam bir temizlik yapacağım (camları silme -sessiliflora sağ olsun alg sorunum yok ama bu, camları silmem gerektiği gerçeğini değiştirmiyor-, filtreyi temizleme vs.) ve bu esnada fazlasıyla su değişimi de yapacağım, sonra bakteri kültürüne abanma yöntemine gireceğim. "Ya dezavantajları?" Su üstü bitkileri, mosslar ve gövdeli bitkiler şöyle bir avantaja sahip: Bu bitkiler (+algler) doğanın filtreleridir. Akvaryumda filtrenin yaptığı işi doğada bunlar (denizde de +süzerek beslenen mercanlar ve süngerler) yapar. Yani dip çekimiyle uzaklaştırmaya çalıştırdığım maddeler bitkiler tarafından emilerek parçalanacak. Elimdeki Nitrivec'in bitme ihtimaline gelince, müsilajın varlığı elimde bakteri kültürü olmamasından daha büyük bir sorun. Her şeyden önce müsilaj, nitrifikasyon bakterilerinden başka bir şey tarafından parçalanamaz, anca akıntıyla parçalayarak suyla çıkarıp tahliye edersin ama kesin bir çözüm için yine de nitrifikasyon bakterilerinin var, sağlam, oturmuş ve müsilajla başa çıkabilecek kadar fazla olması gerekir.

14.02.2025

Her dip çekimi müsilajı azdırıyor, ki bunun sebeplerinden biri dipteki taşların nitrifikasyon bakterilerinin tutunması için yeterince iyi olmaması ama müsilajın araya sızıp orada kalması, bu yüzden bir süre yalnızca su, su düzenleyici, bakteri kültürü ve gübre + su düzenleyici + kH/GH düşürücü niyetine çay demi eklemesi yapacağım. Sistem düzgünce çalışabilirse daha da uzun bir süre (hatta sistemi tamamen o şekilde yürütülen bir sisteme bile çevirebilirim) çünkü bu kadar yoğun gövdeli bitkili akvaryumda dip çekimi yapmasanız da fazla bir sorun yaşamazsınız, Walstad metodunun tüm öncülü bu mesela. Bitkiler zaten nitratı da fosfatı da başka ne varsa onu da emiyor.

Yalnız Salvinialar -ki zaten azlardı- yine öldü, bir türlü bakmayı beceremedim. Şu anki tek düşüncem su sümbülünü arkadaki akvaryumdan geri getireyim mi? Çünkü artık onun hakkındaki endişelerim yersiz hâle geldi, sadece balkondaki riparyumdan bu akvaryuma saçma sapan şeyler sokulma ihtimalinden endişeleniyorum çünkü o riparyum balkonda, üstü de açık, o yüzden içinde ne çeşit bir fauna türemiş olduğuna dair en ufak bir fikrim yok; bulabilirsem bir ara o akvaryuma 2-3 gambusya (Gambusia affinis veya G. holbrooki) atacağım çünkü sivrisinek yumurtasıyla falan uğraşmak istemiyorum ama ortalıkta gambusya yok, akvaryumcularda zaten yok ama gidip gezdiğim hiçbir sulak alanda da bulamadım. Dünyanın en istilacı balığı resmen piyasada yok, ki bu aslında yerel türlerimiz için iyi ama iş işten geçeli çok oldu. Kaç Aphaniid daha keşfedilemeden/tanımlanamadan yok olup gitti, bilmemizin hiçbir yolu yok.

15.02.2025

Elimdeki balıklar hakkında birkaç şey söylemem gerek. Öncelikle bendeki lepistesler tam lepistes değil, endler kanına da sahip. Yani aslında lepistes-endler melezi (Poecilia reticulata × wingei). Bu kanıya nereden vardım? Çünkü nereden çıktığından emin olmadığım birkaç varyete açıkça endler desenleri/vücut yapısı izleri gösteriyor (özellikle de aşağıda, "snow white"ların üstünde duran açıkça "yellow tiger" endler desenlerine sahip ama onun kadar belirgin olmasa da iz taşıyan başkaları da var):


"Snow white"larda zaten endler kanı var, bu yüzden onlardan kaynaklandığını varsayıyorum. Tabii akvaryumdaki daha önceki erkek lepistesin nereden çıktığı belli olmayan endler kanından da kaynaklanıyor olabilir.

İkinci olarak, şu balıklara yakından bir bakın:


Bunlar rasbora mı? Evet ama T. heteromorpha değiller, bunlar ateş ışığı rasbora (Trigonostigma hengeli). Ben düz rasbora (T. heteromorpha) diye aldım ama aslında değiller, bunlar ateş ışığı rasbora. Gerçi ortada bilinçli bir dolandırıcılık olduğunu sanmıyorum, muhtemelen akvaryumcu/toptancı da yanlış tanılamıştır. Bir de Trigonostigma espei diye bir tür varmış, "Acaba o mu?" diye de düşündüm ama yakından bakınca kesinlikle ateş ışığı rasbora olduklarında karar kıldım.

Bu arada hazır birbiriyle karıştırılabilen türlerden bahsediyorken her sürü balığının aslında kendi sürüsü içinde olması daha ideal (yani bir akvaryumda hem T. heteromorpha hem T. hengeli hem de T. espei varsa üçünün de en az altı adet olması en ideali) ama birbiriyle yeterince yakın türler (bu örnekte T. heteromorpha ve T. hengeli) şartlar onu gerektiriyorsa birbirleriyle de sürü oluşturup pek sıkıntı çıkarmadan yaşayabiliyor. Burada türün yakınlığı önemli, panda çöpçüyle sterbai sürü oluşturmaz mesela (oluştursa da o sürüden bir cacık olmaz). Mesela Paracheirodon türleri de (hem akvaryumculukta hem de biyolojik açıdan cinsin tip türü olan neon tetra, kardinal tetra ve yeşil neon tetra) beraber sürü oluşturabiliyor. Yine de dediğim gibi, asıl ideali ve olması gereken her tür için ayrı sürü sayısı saymak (hatta yeterince kalabalık akvaryumlarda aynı türün farklı varyeteleri, yeterli sayıdaysa kendi sürülerini bile kurabiliyor) ama yakın bir türle aynı akvaryumda olması tamamen tek başına olmasından katbekat daha iyi. Yakınlığın hem tür yani biyoloji hem fenotip açısından olması gerek bu arada: Mesela her ne kadar sürü balığı olmasalar da 1e3d oranı için lepistesler ve endlerler karışık kullanılabilir çünkü çok yakın türler (verimli döl üretebilecek kadar yakın)* ve fiziksel açıdan hemen hemen aynılar ama aynı 1e3d oranını lepistes + gambusyayla sağlayamazsınız çünkü her ne kadar görünüş açısından çok benzeseler de aslında hiç de yakın türler değiller.

*Verimli döl üretebilme, türlerinin hâlâ çok yakın olduğunun ve aslında pek bir ayrımın olmadığının işareti; mesela katır (at da eşek de Equus cinsinden, yani aslında pek de uzak olmayan türler; panda çöpçü ve sterbai örneğimi hatırlayın, onların da ikisi de Corydoras cinsinden) verimli döl üretemiyor ama lepistesle endler melezi verimli döl üretebiliyor (yani melezler kendi başlarına da üremeye devam edebiliyor) çünkü bunlar çok yakın, hatta neredeyse hâlâ aynı tür olan canlılar.

XXX

DÜZELTMELER

02.04.2023 kısmında “(benim odamda) ısıtıcısız olur” türleri hatalı bir liste ama 03.04.2023’teki tabloda zaten düzeltiliyor, bunu da 11.04.2023 kısmında belirtmişim. Gerçi o liste de tam olarak doğru değil çünkü düz ısıtıcısızı 16, benim odamda ısıtıcısızı 18 C olarak hesapladım ama benim odamda ısıtıcısızı 22, olmadı 20 C olarak hesaplamam lazımdı. 31.05.2023’te de sonradan gerçeğe dönüşmüş olan bu ihtimali belirtmişim.

28.04.2023 kısmında “mermerin salınım yapmadığını” söylemişim ama bu aslında tam olarak doğru değil. Kalkerden oluştuğu için karbonat salınımı yaparak kH’ı, dolayısıyla da GH’ı arttırır ama akvaryum ortamlarında “salınım” deyince akla hemen su kimyasını bozacak, bakteri döngüsüne darbe vuracak, balıklara/bitkilere vs. zarar verecek salınımlar geldiğinden cümleyi öyle kurmuşum. Halbuki akvaryumda çok yumuşak (5 dGH altı) su ihtiyacı olan bir canlı olmadıkça bu tür salınımın zararı yoktur, aksine salyangoz ve karides gibi kabukları için kalsiyum karbonata ihtiyaç duyan canlılara ve Afrika çiklitleri falan gibi sert su seven canlılara yararı vardır; dolayısıyla “salınım yapmıyor” demişim ama aslında o cümlenin başında gizli bir “zararlı” kelimesi var, yani kastettiğim şey “zararlı salınım yapmıyor”.

31.08.2023’te “Sera ürünlerinde kapağın yaklaşık kaç ml olduğunu yazıyordu, bunlar yazmamış. Elimizde beher falan olmasını bekliyorlar herhalde.” demişim ama modern/yeni Sera ürünlerinde de yazmıyor. Gerçi eskiden yazıyor olduğuna hâlâ eminim. Üşenmedim kontrol ettim, bu yenilerin yanında milim hesabını gösteren bir çizelge varmış. Gerçi eskiden direkt prospektüste yazıyordu diye hatırlıyorum ama neyse. 

02.09.2023’te akvaryumda votka yöntemini “tatlısuda denemeyin” demişim ama tatlısuda da kullanılıyor(muş). Gerçi hâlâ esas olarak deniz akvaryumları için kullanılan bir yöntem olarak öne çıkıyor, yani bence yine de tatlısuda denemeyin.

07.09.2023’te Caridina cf. cantonensis var. "Tiger" diye bir türden bahsetmişim, böyle bir arı karidesi (C. cantonensis) varyetesi yok. Yani eskiden vardı ama kaplan karides (Caridina cantonensis var. “Tiger”) 2014’te varyete olmaktan çıkarılıp tür kabul edilmiş, yeni adı Caridina mariae. Bu arada farklı tür olduğunun bu zamana kadar anlaşılamamasının üç sebebi var: İlki, bu iki tür verimli melez oluşturabiliyor (hatta “tibee” diye kendi varyete adı bile var). İkincisi, arı karidesinin (Caridina cantonensis) yabani varyetesi (daha doğrusu yabani varyeteleri çünkü CBS de yabani varyete, akvaryumlarda pek popüler olmayan turuncu arı karidesi bir diğer yabani varyete, bir de yakın sayılabilecek zamanda keşfedildiği için doğal ortamı dışında pek görülmeyen “cheetah” varyetesi var, bir de Çin’e özgü mavi bir yabani varyetesi var -ki kendisi emin olmamakla beraber alta koyduğum görseldeki "crystal white" sanırım) ile kaplan karidesin yabani varyeteleri (“klasik” dışında “super tiger” ve klasikten tek farkı çizgilerinin kırmızı olması olan “red tiger” da yabani/doğal varyeteler) hem görünüş hem davranış hem yaşam alanı birbirine çok benziyor. Üçüncüsü de bu iki tür de aynı coğrafyada (Güney Çin) yaşıyor. Başka bir deyişle, Garra turcica ile Garra jordanica neden çok yakın zamana kadar Garra rufa ile aynı tür sayılıyorsa o sebepten. Yalnız bir “arı/kaplan karides varyete listesi” buldum, akvaryum dünyasında bu iki tür (tabii varyete kabul edilerek) kesin biçimde ayrılmış. Hatta direkt tabloyu koyayım, daha iyi anlayın (bu tabloyu bulana kadar arı ve kaplan karides varyetelerinin çoğunda diğer türün de geninin bulunduğunu düşünüyordum ama 2014 gibi “daha düne kadar” olarak tanımlanabilecek bir tarihe dek bu iki varyete aynı tür sayılmasına karşın birbirleriyle hiç karıştırılmamışlar, tabii varyete üretimi amacı taşımayıp kendiliğinden olan melezleşme hariç):

Bu arada internette kaplan karides varyetelerini aratırsanız Latince adlarında hâlâ Caridina cantonensis/Caridina cf. cantonensis (Şu cf. kısaltması ne demektir, çok araştırdım ama hâlâ en ufak bir fikrim yok; tamam, türün tam olarak “tür”, yani biyolojik tanımıyla gerçekten tür olup olmadığının kesin olmadığını kastediyor ama Caridina cantonensis s.l. ile Caridina cf. cantonensis arasında tam olarak ne fark var ki? Belli ki fark var çünkü.) yazdığını görürsünüz. Tamam, cf. ve s.l. işine iyice kafayı takıp anladım: Caridina cf. cantonensis adının varlığının sebebi, bu türün iki çeşidi olması (Caridina cantonensis s.str. yani arı karidesi ve Caridina mariae yani kaplan karidesi) ve bu iki çeşidin farklı olduğunun başından beri farkında olunsa da (üstteki varyete listesine bakın) bu ayrışmanın varyete/form/morph mu (gerçi balıklarda morph kavramı pek yok, daha çok sürüngenlerde var), tür mü, alttür mü olduğu, yani özetle hangi düzeyde olduğu belli değildi (2014’ten beri ayrışmanın tür düzeyinde olduğunu biliyoruz), dolayısıyla “muhtemelen hepsi C. cantonensis ama bazı örneklerin (buradaki durumda kaplan karidesi) başka tür, olmadı alttür olma olasılığı da var” biçiminde bir görüş nedeniyle Caridina cf. cantonensis olarak adlandırılıyordu; oysa Garra rufa ile Garra mondicanın farklı türler olabileceğine dair kimsenin en ufak bir fikri yoktu, varyete düzeyinde bile farklı sayılmıyorlardı, sadece Garra turcica ile Garra gymnothoraxın tam olarak kabul edilmemiş, teorik birer alttür statüsü vardı (bugün bu ikisinin de Garra rufadan tür düzeyinde farklı olduğunu biliyoruz), bir de Garra persica gibi aslında Garra rufa olmadığı çok daha önce anlaşılmış türler vardı ama kimse Garra cf. rufa gibi bir adlandırmada bulunmuyordu (çünkü şüphe yoktu). Yani cf. kısaltması belirsizlik ifade ediyor, bu belirsizlik kesinlik hâline gelirse s.l.ye dönüşüyor (ya da dönüşmüyor çünkü Caridina cantonensisin tür kompleksi olarak gösterildiğini hiç görmedim ama Caridina cinsi zaten sınıflandırması belirsizliklerle dolu bir cins, toplu bir cins kompleksi lan resmen).

11.10.2023’te “karides yumurtalarını yemek” diye bir şeyden bahsetmişim ama karidesler yumurtalarını keselerinde taşıyor (en azından kiraz karidesler), yani çöpçülerin karides (en azından kiraz karides) yumurtalarını yemek gibi bir şansı yok. Orada asıl kastedilen karides yavruları, yumurtadan çıktıklarında su piresinden daha küçük oluyorlar. Zaten 01.05.2024’te de bunu doğru şekilde yazmışım.

27.10.2023’te adi salyangozun Latince adını “Physa acuta” olarak belirtmişim ama aslında P. acuta Physa cinsinden çıkarıldı, yeni adı Physella acuta. Tabii hâlâ Physidae (adi salyangozlar) familyasının bir parçası, o ayrı.

Bu aslında Düzeltmeler bölümünün parçası olmamalı ama 31.10.2023’te Ejderin Mührü’nden bahsettiğim için “E, okumadıysak bu karakterleri nereden bilebiliriz?” sorusunun cevabı için blogdaki versiyonu okuyabilirsiniz. “E madem blogda var, niye roman versiyonunu alalım ki?” diye sorarsanız ben düzeltilmiş ve yenilenmiş ikinci versiyonu yayımla(t)madan önce almayın zaten de blog ve roman versiyonları arasında farklar var. Her şeyden önce blogdaki versiyonu sadece birinci perdeyi içeriyor, oysa asıl hikaye/olay ikinci perdede. Ha ama sadece birinci perdeyi okuyarak da Utpa’yla Kyouka’nın nasıl karakterler olduğunu görüp orada kastettiğim şeyleri rahatlıkla anlayabilirsiniz, Düzeltmeler bölümüne bunu koyma sebebim bu.

05.11.2023’te “kardinal karidesin birlikte yaşadığı tatlısu süngeri” gibi bir laf etmişim ama kardinal karides (C. dennerli) süngerle falan yaşamıyor. Orada bahsetmem gereken tür soytarı karides (Caridina spongicola), ikisini hâlâ hep karıştırıyorum zaten (çünkü ikisi de Sulawesi karidesi ve kafamda Sulawesi karideslerini bir grup olarak değil de tek bir tür ve onun varyeteleri gibi sınıflamışım, düzelmiyor). Kendisi doğada tanımlanamayan bir tatlısu süngeriyle simbiyotik bir yaşam sürüyor, söz konusu sünger de öylesine bir tanımlanamamazlık içinde ki geçici bir bilimsel adı falan bile yok. Hangi familyadan o bile belirsiz, sadece sünger olduğu kesin. Bilimsel adını da bu süngerle yaşama durumundan alıyor zaten (spongicola: sünger konakçısı). Bunun bir de akvaryum ticaretinde daha sık görülen ama ayırt edilmesi çok mümkün olmayan bir türü var: Caridina woltereckae. Woltereckaenin daha sık bulunmasının sebebiyse spongicolanın söz konusu sünger olmadan uzun süre hayatta kalamaması ama woltereckaenin akvaryumda üretiminin bile yapılabilmesi. Ha akvaryum ticaretinde ikisine de spongicola denilip geçiliyor ama bulunabilen çoğunlukla woltereckae, zaten elinizdeki woltereckae yerine gerçekten spongicola ise kısa sürede açlıktan ölüyor, siz de “E iyi de o süngerden satılmıyor ki? Türü bile belirsiz?” diye kalakalıyorsunuz. Bu arada bu düzeltme kısmını yazacağım diye yanda elli tane makale açtım çünkü şu sünger türüne hiç değilse bir çeşit takma ad vermiş olabilirler. Yalnız nasıl bir süngerse o süngerin fotoğrafı bile yok (bir fotoğraf buldum ama o da temsili resim olarak dümdüz deniz süngeriymiş gibi duruyor, gerçi tatlısu süngerinin nasıl görünmesini beklediğimi de bilmiyorum ya). Bu sünger Towuti Gölü’nün belli bir kısmına özgüymüş, hiç olmazsa bu bilgiyi bulabildik. Bu arada o sünger spongillinid imiş ama şöyle bir sorun var, spongillinid kelimesi sadece bir makalede ve o makaleden yapılan alıntılarda kullanılıyor. Spongillinidae diye bir familyaya dair bilgi bulabilmiş değilim ama Spongillidae var. Ayrıca Spongillidae ailesine ait temel bilgi “tatlısularda bulunuyor olması”. Bu arada bu paragrafın sonuna bir çeşit “kaynakça” da koyacağım, sonra şu su nanesi makalesi meselesine dönmesin. Bak Spongillina diye bir alttakım buldum, kaldırılmış bir alttakımmış, Spongillida takımı artık bütün kabul ediliyormuş. Bu arada deyip duruyorum ya “Ulan şu süngere bir geçici sinonim falan vermediniz mi?” diye… Meğer vermişler: Spongillina sp. Sulawesi. Bu “sp.” taksonu tam anlaşılamamış türlerde standarttır zaten (belli bir cinsin tüm türlerinden bahsederken de kullanılır, bu arada açılımı da Latince “tür” anlamına gelen kelimedir), bunda cinsini de tam tespit edemediklerinden (genetik olarak en yakın sünger türü Eunapius fragilis, ki o da bir tatlısu süngeri ve “tatlısu süngeri” deyince aklımda tam da böyle bir şey canlanıyor, genetik olarak ondan sonra da Spongilla lacustris geliyor -ki o da Spongilla cinsinin, dolayısıyla Spongillidae ailesinin, dolayısıyla Spongillida takımının tip türü zaten-) cinse de Spongillina deyip geçmişler (bu arada bu süngeri kesin olarak monotipik bir cins olarak atarlarsa muhtemelen hiç uğraşmadan Spongillina sulawesinensis falan diyecekler). Oh be, tamam taksonunu çözemediniz de bu süngerden ne diye bahsediyorsunuz, “C. spongicola süngeri” diye mi, diye düşünüp duruyordum, rahatladım. Bu ya, bulmak istediğim buydu. Ha o bahsettiğim fotoğraf da doğruymuş bu arada, gerçekten Spongillina sp. “Sulawesi”nin fotoğrafıymış (ve bunun tatlısu süngerleri için olağandışı bir görünüm olduğunu, daha ziyade deniz süngerlerine benzediğini de belirtmişler). Bilimsel olmayan ad olarak da “Towuti sponge” kullanılıyor. Budur ya. Bir de Pachydictium globosum diye bir türden bahsediyor ama o da Towuti süngeri için bir çeşit geçici sinonim mi, ayrı bir sünger türü mü, yoksa Towuti süngeriyle aynı tür olup olmadığına karar verilememiş bir sünger için geçici bir sinonim mi onu tam anlayamadım. www.marinespecies.org’a bakarsanız var olan ayrı bir tür ama ne bir görseli ne de C. spongicola ve sünger ilişkisinden bahseden makaleler dışında bir kaynağı var. Ha tamam, üç Sulawesi tatlısu süngeri saymışlar (biri de P. globossum), bu süngerin o üçünden de farklı olduğundan bahsediyorlarmış. Tamam. Yalnız bu böyleyse o zaman Spongillina sp. “Sulawesi” de bu sünger değil, tanımlanamamış başka bir tatlısu süngeri? Çok kafam karıştı, neyse ki kenarda yirmi makale daha açık. Yarım saattir bir sürü makale okuyorum/arıyorum ama herkes ya C. spongicolaya ya da Malili göl sisteminin genel yapısına odaklanmış, sünger hakkında “Dur lan arada yeni bilgiler edinmişizdir, tekrar bir bakalım, belki sınıflarız.” diye düşünen bile yok. Neyse, en azından Towuti süngeri deyip geçebiliyoruz, bu da benim için yeterli. Ya da değil lan, birkaç makaleye daha bakmaya karar verdim.

Kaynakça:

von Rintelen, Kristina & Cai, Yixiong. (2006). Caridina spongicola, new species, a freshwater shrimp (Crustacea: Decapoda: Atyidae) from the ancient Malili lake system of Sulawesi, Indonesia. Indonesia Raffles Bulletin of Zoology. 54.

Rintelen Kv, Rintelen Tv, Meixner M, Lüter C, Cai Y, Glaubrecht M. Freshwater shrimp-sponge association from an ancient lake. Biol Lett. 2007 Jun 22;3(3):262-4. doi: 10.1098/rsbl.2006.0613. PMID: 17347103; PMCID: PMC2464681.

16.11.2023’te 120 yani 6,72 dKH’ı “yüksek”, 75 yani 4,2 dGH’ı “ortalama sayılır” diye saymışım ama 4-8 dH arasındaki su yumuşak sudur. Aklım niye öyle bir hesaba gitmiş, söz konusu test şeridi neden yumuşak suyun sınırını “uygun” kabul ediyor hiçbir fikrim yok.

17.11.2023’te “Mesela emers bitkilerin çoğu yan kök çıkarır; bu yan kökler toprağı bulursa gerçek köklere dönüşür ve bitki ürer, bulamazsa zamanla filizlere/dallara dönüşür.” demişim ama yan köklerin dallara dönüştüğüne dair bir bilgiye bakınmama rağmen bulamadım. Ha ama bazı ağaç türlerinin yan kökleri “bir çeşit alt gövdeye” dönüşüyormuş. Bir de “emers bitkilerin çoğunun” demişim ama çoğunun değil, hepsinin yan kökü var. Ayrıca yine bu kısımda “belki” olarak bahsetmişim ama evet, Chara sp.nin kök benzeri yapıları var.

20.11.2023’te emers bitkinin tanımını yapmışım. Şimdi, o tanım doğru ama “emers bitki” teriminin iki anlamı var. Biyolojide orada bahsettiğim anlam (bazen de daha geniş bir anlamda, “amfibik” kelimesinin bitkisel versiyonu olarak kullanılıyor), akvaryumculuktaysa “suda değil karada yetiştirilip üretilen akvaryum bitkisi”. Böyle daha mı ucuza geliyor, neden bu yola giriyorlar bilmiyorum ama zaten biyolojik olarak emers (amfibik/yarı-amfibik) olmayan bitkiyi emers yetiştirip üretebilmek gibi bir ihtimal olmadığından bu sesteş iki terim kısmen de eş anlamlı hâle geliyor (yani anlam da tıpkı kelimenin kendisi gibi teke indirgeniyor), gerçi son zamanlarda biyolojik açıdan emers olan bitkilerin bile submers (yani tamamen suyun içinde) yetiştirilip üretilmesi çok daha yaygın. Hangisinin adaptasyon açısından daha iyi bir seçenek olduğu akvaryum dünyasının en büyük tartışmalarından bir diğeri olduğundan o konuya hiç girmeyeceğim.

24.11.2023’te mor su nanesi hakkında “Hiçbir kaynakta bu rengi aldıkları yazmıyor” demişim ama aslında kocaelibitkileri.com’da yazıyor, ki bitkiler konusunda en kapsamlı ve sağlam Türkçe kaynaklardan biridir, tek sıkıntısı Kocaeli’nde yetişmeyen/yetiştirilmeyen herhangi bir bitkiye dair bilgi bulamayacak olmanız.

11.12.2023’te dişlisazancıklarla canlıdoğuranları ayrı saymışım ama aslında canlıdoğuranlar da dişlisazancık çeşidi (19.07.2024’te zaten bundan bahsediyorum). Yine de orada bu hatayı yapmam aslında bilimsel olarak değil, akvaryum jargonuyla konuşmamdan kaynaklanıyor. Türk akvarist jargonunda dişlisazancık denirken canlıdoğuranlar katılmaz (çünkü onlar canlıdoğurandır, kendi adları vardır), sadece killifishler, hatta onların da tamamı değil, sadece özel olarak Türkiye coğrafyasında ve yakınlarında görülenleri (yani Aphaniidae familyası çünkü diğerlerine direkt killifish denir, yani onların da tıpkı canlıdoğuranlar gibi kendi adları vardır) kastedilir. Zaten sık sık “canlıdoğuranlar ile dişlisazancıklar arasındaki tek fark yumurtlama” minvalinde laflar etme sebebim de bu, biyolojik olarak gerçekten öyle olması. Bir de canlıdoğuran sanki kulağa tamamen birtakım fiziksel/fizyolojik özelliklere bakılarak akvaristler tarafından yapılmış bir kategorileme gibi geliyor (örneğin “cüce çiklit” tanımı gerçekten de öyle, hiçbir biyolojik temeli yok) ama aslında gayet bilimsel bir tanım: Bu balıkların hepsi Poecilioidea süperailesine (alttakımın altı, familyanın üstü, üst-aile ile aynı şey) ait. O süperailede de zaten sadece akvaryumculukta tanınan/bilinen dört gözlü balığın (Anableps anableps) bulunduğu Anablepidae ailesiyle akvaryumculukta yeri olan geri kalan her canlıdoğuranın bulunduğu lepistesgiller (Poeciliidae) ailesi var, başka bir familya yok (şimdilik tabii). Dolayısıyla ilgili süperailenin Türkçe adı da “canlıdoğuranlar/canlıdoğurangiller” oluyor. Bu arada Poecilioidea olmayan, hatta dişlisazancık bile olmayan ve canlı doğuran bazı başka balıklar da var (örneğin bazı deniziğnesi türleri) ama akvaryumculukta onlardan asla “canlıdoğuran” olarak bahsedilmez, kendi kategorileri neyse o kategoriyle bahsedilir. Sadece üretim konusu açıldığında “Yalnız bu balık yumurtlamaz, canlı doğurur.” (ek) bilgisi verilir. Bu konuda tek istisna aslında zargana türü olan (hatta tam olarak öyle bile olmayan) yarımgagalar, özellikle de akvaryumculukta en yaygın tür olan Dermogenys pusilladır, onlardan Poecilioidea olmadıkları -hatta yakın bile olmadıkları- hâlde sıkça “canlıdoğuran” olarak bahsedildiği görülür. Örneğin akvaryum.com D. pusillayı canlıdoğuran, yine bir yarımgaga türü olan Hemirhamphodon pogonognathusu ise “diğer balıklar” (yani canlıdoğuran da omurgasız da çiklit de acısu balığı da kedi balığı da sazansı da labirentli de killifish de olmayan her türlü tatlısu balığı) kategorisine koyuyor. Hazır yeri gelmişken aslında "yarımgaga (halfbeak)" denen iki balık var, ikisi de zarganamsılar (Belonifermos) takımının uçan balığımsıgiller (Exocoetoidea) üstailesine bağlı: İlki "canlı doğuran yarımgagalar" (Zenarchopteridae), diğeri de "gerçek yarımgagalar" (Hemiramphidae). 

22.12.2023’te “bizim ülkede kayıtlı tek ramshorn türü” olarak Planorbis planorbisten bahsetmişim ama hem ülkede birden fazla ramshorn türü kayıtlı hem de Türkiye’de yaygın yerli ramshorn esasen Planorbis intermixtustur.

11.03.2024’te “Genel kural da şudur: Medyan, o akvaryuma en uygun değerlerdir.” demişim ama pH bu konuda istisna, onu unutmuşum. Örneğin 6-7 pH aralığının veya 7-8 pH aralığının uygun olduğu akvaryumlarda en uygun pH seviyesi sırasıyla 6,5 ve 7,5 değildir, ikisinde de 7’dir. Neden? Çünkü suyun orijinal pH değeri yedidir. Ha ama aralık 7’den başlayarak daha geniş olduğunda -örneğin 5-7 pH veya 7-9 pH- medyan kuralı devreye girer; yine de 7, bu geniş aralıklarda taraf olmadığı sürece idealdir (yani eğer 3-11 pH aralığında yaşayan bir canlı varsa onun için de en ideal pH değeri 7’dir, tabii bunun da aralıklardan biri daha yüksek olduğunda 6,5/7,5 pH’ın daha ideal olması gibi bir istisnası var, örneğin 3-9 pH arasında yaşayan bir tür için 6,5 7’den daha idealdir ama yine de ideal olan 6 değil 6,5-7’dir).

15.03.2024’te cam balığının bilimsel adını Pseudambassis baculis diye vermişim ama aslında Parambassis baculis. Üstelik aslında akvaryum ticaretinde asıl/yaygın yer alan tür Parambassis baculis bile değil, Parambassis ranga

18.03.2024’te “tüm gübrelerin etken maddesi fosfat, Sera Florena’nın da etken maddesi fosfat” demişim ama siteden baktım, ürün bilgisinde “nitrat ve fosfat içermez” diyor. Omurgasız tolerasyonunu arttırmak için mantıklı bir hamle (fosfat, omurgasızlarla pek iyi çalışan bir kimyasal değil; daha doğrusu omurgasızların genel olarak su kimyasına karşı diğer su canlılarına kıyasla daha hassas olmasından kaynaklanıyor, zaten balıklar da fazla fosfattan kötü etkilendiğinden fosfat giderici/tutucu filtre malzemesi diye bir şey var ama balıklar bir etkileniyorsa omurgasızlar üç etkileniyor, genel durum/kural bu biçimde), nitrat da içermeme sebebinin de “Bakteri kültürünüz oturduysa zaten nitrat eksikliği sorununuz olmaz” biçiminde bir firmanın kendi bakteri kültürüne duyduğu güvenden olduğunu tahmin ediyorum. Ayrıca “aktif toprağın bile en önemli malzemesi fosfat” demişim ama değil, leonardit; hatta içinde fosfat olup olmadığından bile emin değilim (bazılarında var, bazılarında da yok gibi). Ayrıca teyit araştırmasını yaparken ilginç bir bilgi de edindim: Fosfat (potasyum fosfat) yeşil nokta yosunuyla mücadelede etkiliymiş (içinde fosfat olan modellerin sırf yeşil nokta yosunu tutmasın diye kattığını düşünmeye başladım). Tabii ben yeşil nokta yosunu için boynuzlu nerite (Clithon corona) kullanmayı tercih ederim ama her akvaryuma da nerite koyulamıyor, özellikle de neriteler arasında bile nadir (en azından Türkiye’de nadir), hassas ve “özel” kabul edilen boynuzlu neriteden bahsediyorsak.

24.04.2024’te gambusyalardan sanki doğal yayılış alanları Amazon Havzası’ymış gibi bahsetmişim ama aslında gambusyalar Kuzey Amerika balığı, en güneyde Meksika-ABD sınırında görülüyorlar. Ha ama o bölgede kılıçkuyruklar da var, o kısım doğru. Teknik olarak boğa köpek balığı da bulunuyor ama gambusyalar daha ziyade iç sularda, bataklık tarzı yerlerde yaşadıklarından boğa köpek balıklarıyla -kendileri gidip nehre falan atlamadıkları sürece- karşılaşmıyorlar. Melek balığının ve pirananın da konuyla en ufak bir ilgisi yok, melek balıkları en kuzeyde Kolombiya’da, piranaların da -salındığı için ABD nehirlerinde bazen görülüp kırmızı karınlı pirana sanılan kırmızı karınlı pacu haricinde- en kuzeyde görüldüğü yer Kolombiya, orada da sadece kırmızı karınlıyla Pygocentrus cariba bulunuyor (her ne kadar Kolombiya’da bu piranaların bulunduğu nehir Venezuela’dan devam etse ve orada daha çok pirana türü olsa da). Ayrıca “bizim sulardaki en tehlikeli tür turna (E. lucius)” demişim ama sudağı (Sander lucioperca) unutmuşum, sudak hem turnadan çok daha yırtıcı bir tür (turnanın pek bulaşmadığı tatlısu levreği sudağın birincil avlarından biri, ki tatlısu levreğinin de etçil bir balık olduğunu sanırım hatırlatmama gerek yok) hem de daha fazla büyüyor (turnanın ortalama yetişkin boyu 40 cm, sudağınki 50 cm; gerçi ekstrem örneklere bakacaksak en fazla 100 santimlik bir sudakla karşılaşılmış olduğu hâlde turnanın 150 santimlik kaydı var ama hep dediğim gibi “istisnalar, kaideyi bozma kudretine sahip olmadıkları için istisna olarak adlandırılır”). Ha ama evet, sudak da sonuçta boğa köpek balığı kadar büyümüyor ve pirana gibi sürüyle dolaşmıyor, orası yine doğru. Yani sazanın “turna balığından daha tehlikeli veya daha psikopat bir canlı için strateji geliştirmesine” gerek var, aksi hâlde sudaklar soyunu tüketir.

26.06.2024’te Floppy markalı yeme büyük bir haksızlık yapmışım çünkü malzemelerin yem içinde homojen dağılabilmesi ve yemin dolaba vs. koymadan uzun süre dayanabilmesi için zaten malzemelerin un/toz hâline getirilmesi şart. Tetra da aynısını yapıyor mesela. Ha ama içeriğinin yine de pek besleyici olmadığı bundan bağımsız olarak gerçek, o ayrı.

07.07.2024’te Zaten hep o devasa Planorbarius corneus görsellerine bakıp da bendekilerin küçüklüğüne anlam veremez, "Herhalde ortam büyüklüklerini etkiliyor ama bu kadar da etkiler mi ki?" diye düşünüp dururdum. demişim. Artık akvaryumda atalarını bizzat Ulubat Gölü’nden getirdiğim yarasa kulak salyangozlar (Lymnea stagnalis) var ve evet, ortam gerçekten boyutlarını o kadar etkileyebiliyormuş. Ha tabii bendekilerin Planorbella duryi olduğu kesin çünkü elimde Planorbarius corneus’ta görülmeyen ama P. duryi’de görülen varyeteler de var(dı). 

14.10.2023’te (Niye bunu ta bu zamana yazıyorum? Çünkü eski kısma tekrar bakıyordum ve 2024’te bir güncelleme olmuş.): Egeria sp. diye bir cinsten bahsetmişim (sonrasında da bahsetmişimdir kesin) ama Egeria cinsi, önce akvaryum ortamında “elodea” denilip geçilen Egeria densa, Elodea cinsinden ayrılarak kuruldu. Sonra Egeria cinsini tekrar Elodea’yla birleştirmişler, dolayısıyla akvaryumda elodea deyince akla gelen bitki yeniden gerçek bir Elodea sp. kabul ediliyor (Yeminle bıktım ya… Niye ayırdınız, niye birleştiriyorsunuz lan? Bir güncelleme yapmadan önce iyice araştırsanıza.). Ayrıca aynı kısımda potasyum sülfattan başlayıp konuyu fosfata getirmişim, onu niye ve nasıl yapmışım hiç anlamadım. Hayır yani o kısımdaki bilgiler doğru ama potasyum sülfatla fosfatın hiçbir alakası yok. Garip. Gerçi “bitkiler için en temel besin maddesi” potasyum sülfat değil, fosfat. O kısımda bir yanlışlık var. Hah tamam, niye bağladığımı hatırladım: Potasyum sülfat, fosfatın bir numaralı alternatifi çünkü neden? Çünkü orada belirttiğim olumsuzluklar. İyi ki bir kez daha kontrol ediyorum/etmişim ha, öylece yayınlayıverip durduk yere kafa karıştıracaktık.

SON HÂLİ


Öncelikle genel bir fotoğraf:

Şimdi gelelim içeriğe... Öncelikle flora. Sagittaria subulata:

Limnophila sessiliflora:

Tilkikuyruğu (Ceratophyllum demersum): 

İri sumercimeği (Spirodela polyrhiza), sumercimeği (Lemna minor), sumarulu (Pistia stratiotes): 

Marimo (Aegagropila linnaei):

Söğüt yosunu (Fontinalis antipyretica):

Siyanobakteriler [o kütük karideslerin yuvası olduğundan bilerek temizlemiyorum, zaten siyanobakterilerin akvaryuma herhangi bir zararı da yok, sadece estetik açıdan hoş durmuyor -bu arada bence gayet de hoş duruyor- ve biraz koku yapıyor]:

Geldik faunaya... Lepistes (Poecilia reticulata) -snow white, red blonde, half-black ve tamamen rastgele varyeteler var-, endler kanlı lepistes (Poecilia reticulata × wingei) ve ateş ışığı rasbora (Trigonostigma hengeli):





















Kiraz karides (Neocaridina davidi var. "Red Cherry"): 

Ramshorn (Planorbarius corneus) -kahverengi, gold ve mavi olanlar var-: 

Ramshorn (Planorbella duryi) -leoparları tamamen kaybetmişiz-: 

Ramshorn (Planorbis intermixtus) -bunlar zaten yabani, varyetesi falan yok-: 

Adi salyangoz (Physidae): 

Yarasa kulak salyangoz (Lymneae stagnalis) -bir türlü ikinci bir tane bulamadım-:

Tabii bu böyle sabit kalmayacaktır. Akvaryum işine ucundan kıyısından bulaşmış olanlar bilir, akvarist kavramının içine maymun iştahlılık da dahildir (bilmeyenler de "Aquarium Info" ve "Hobi Köşem" adlı Youtube kanalları ile "Karınca Çiftliğim", "Akvaryum Odası" ve "Mendebur Lemur" adlı Youtube kanallarının akvaryumla ilgili videolarını izleyerek gözlemleyebilir). Akvaryum hobisinde hep "Ulan şu balıktan mı beslesem, şöyle akvaryum mu kursam, şuradan şunu mu geçirsem?.." gibi düşünceler zihni meşgul eder. Hadi diyelim bunlar olmadı, yine de bir şekilde akvaryuma girmiş bir yabancı madde vs. o akvaryumu sıfırdan kurmanızı gerektirebilir (bu upuzun yazıda da iki örneği görüldüğü gibi). O olmasa bile üretmek için özel çaba harcamayıp sadece yaşaması için uygun koşulları oluşturduğunuzda bile üreyecek türler (en bilineni lepistes) besliyorsanız arada bir popülasyonun selameti için dışarıdan balık eklemeniz gerekir (üreticilikte buna "kan değişimi" denir ve ticari üreticiler ile "özel tür" hastaları bu nedenle ellerinde ürettikleri her şeyin en az iki popülasyonunu bulundurur ki gerekli bir durumda dışarıdan canlı almak zorunda kalmasınlar).

Delinin teki. Aile evinde hayatta kalmaya ve daha fazla acı çekmemek için umudu öldürmeye çalışıyor. Erdem Ö. Hayalî mahlasıyla kitap* yazdı, şimdi de yayınevlerinin yamyamlıkları ve doğrudan yayıncılık servislerinin onlardan da beter olması nedeniyle umarsızca bir çıkış yolu arıyor. Tüm kitaplarını yazdığı mahlası artık bloğunda da kullanıyor. Ha bir de şöyle bir çabası var, ilginizi çekerse: buymeacoffee.com/xayali (ve https://panel.roniapp.com/invitesignup/MTU0NTAz)

*Ejderin Mührü (ALMAYIN! Benim yazdığım kitap değil bu, editörün kafasına göre yaptığı değişiklikler ve hatalarıyla dolu bir saçmalık sadece. Halihazırda aldıysanız, düzeltme işini yaptıktan sonra bir şeyler ayarlayacağım. Eposta atın.)