Öne Çıkan Yayın

Beni Her Yerde Bulun (BU YAZI BAŞA İLİŞTİRİLMİŞTİR)

İletişim için: semender101@gmail.com Şahsi blog: E, burası zaten. ~Gerektikçe güncellenecektir.~

2 Haziran 2020 Salı

Ano Hana, Genetik Yapıma Sövüş, Heaven's Fury Ne Lan ve Bengütaş

Dram animelerinin ağır topları vardır: Mesela Clannad, mesela Angel Beats, mesela Ano Hana. Bunların ortak özelliği bir dram altyapısına sahip olmalarına (üzücü geçmiş vs.) rağmen ilk bölümlerin çoğunlukla ortalama bir komedi animesinden daha komik geçmesi ve dramı son bölümlere doğru dayayıp özellikle son veya sondan bir önceki bölümde damardan vermeleridir. İşte Ano Hana'ya başladım, her bölüm içgüdülerim çığlık atıyor: "Ya biliyorsun son bölümlerde ağır dramı ağzına ağzına vuracaklar, izleme şunu işte" diye ama izlemek mecburiyetindeyim. Komik sahnelerde ağız tadıyla gülemiyorum lan, boğazıma bir şey tıkanıyor. Sebep? Çünkü daha önce Clannad da Angel Beats de izledim, bu tarza alışkınım ki Ano Hana onların aksine hemen her bölüm ufaktan dramı dayıyor halihazırda. (Angel Beats'in ilk bölümlerinde zerre dram yoktu, Clannad'da da ilk sezonda birkaç dram ağırlıklı bölüm vardı ama geneli komediydi; Ano Hana biraz daha dramlı) Daha önce dramdan nefret ettiğimi, dayanamadığımı söylemiştim zaten. Neyse ki 11 bölümlük animenin 6 bölümünü izledim, yarıdan fazlası bitti. Bir an önce bitsin şu ya... Animeyi sevmediğim için bir an önce bitsin istemiyorum bu arada, öyle olsa izlemeyi bırakırdım zaten, "Aha şimdi dram gelecek ya..." diye daha anime dramı vermeden kalpten gideceğim, o yüzden bir an önce bitsin istiyorum. Yoksa anime muhteşem; konu, anlatım, (yılına göre) çizimler falan şahane, o ayrı. Bunu yazdığım sırada 6. bölümü izledim bu arada ama yazıları tek seferde yazıp atmadığım için bu yayınlanana kadar bitirmiş bile olabilirim.

Genetik yapımı sikicem ama artık, yeter. Tabii bu durum biraz da yakında Yiğit Özgür'ün "Uu beybi güzel bir hareketlenme oldu bende" karikatüründeki duruma gelme ihtimalimin o kadar da az olmamasıyla ilintili ama esas sebep başka. Ya arkadaş, bir insan nasıl bütün sülalesindeki tüm kötü genleri taşıyabilir Allah aşkına? Çöp kutusu muyum ben ya? "Sende diş eti hassasiyeti mi var? Tamam, gel. Sende ne var? Mükemmel duyan kulaklar, öyle mi? Yok kardeşim, damsız almıyoruz. Yassah hemşehrim, hadi var git yoluna, zorluk çıkarma." Bu ne lan? Zaten bütün bunların üstüne eskiden pek umursamadığım ama artık hayatıma engel olan göz bozukluğu* ve yer ile zamana göre seviyesi değişse de sosyofobiye kayan sosyal anksiyete de var. (Bir baktım da zaten aynı şeymiş)

*Daha önce "Şu kılıç olayı için bir rakip lazım aq" konusunda konuşurken fark ettim ki gözlüğü çıkarmadan talim yapamam, çıkarırsam da göremem. Bunun daha denizi, soğuktan sıcağa girmesi, sıcak içecek içmesi falan var. Lens takmam ise mümkün değil. Sebep? Kesin gözümü çıkarırım çünkü.

Ha evet, "kesin gözümü çıkarırım." El ayarı ve becerisinden de yoksunum. Bu ne arkadaşım ya, ben nasıl hayatta kaldım şimdiye kadar acaba? Hiç bir sik yapamıyorum. Ya bak abartıyorum sanıyorsunuz ama az bile söylüyorum, sülalede ne kadar kötü, iğrenç gen varsa alayı bende toplanmış, biri de hayrına iyi bir gen vermemiş ya. Yok, boyum ortalama en azından, onu iyi genden sayıyorum bak düşün, öyle bir durumdayım. Sonra "Hep şikayet ediyorsun, biraz da şükret." Şükredeyim de tam olarak nereme şükredeceğim? Elimle bir şeyi yapmayı beceremem, R'leri söyleyemem, balgama, göz bozukluğuna ve birtakım başka mevzulara hiç girmiyorum, doğru düzgün yürüyemiyorum bile lan! Görünürde her tarafım çalışıyor ama aslında hepsi işi savsaklıyor, bu nasıl bir vücut?

Animede "filler"ın ne demek olduğunu hâlâ bilmeyenleri görüyorum, temel sebep ise bu "filler" kavramının normal diziler ve animeler için farklı olması. Arkadaşım, konuyla alakasız da olsa saçma sapan da olsa bomboş da olsa eğer o bölüm manga, ranobe ya da anime her neyden uyarlandıysa onda varsa ona "filler" diyemezsin. Gayet dolu olan, asıl hikayeden daha iyi filler'lar görmüş insanım ben, adamı hasta etmeyin ulan!

Youtube devamlı Heaven's Fury diye bir oyunun reklamını gözüme dayayıp duruyor. İlk başta reklamların şeklinden dolayı "H-game falan mı lan bu?" dedim ama sonra "Öyle olsa Youtube bu reklamları göstermez herhalde" dedim, neyse biraz baktım Lol'le mi ne ilgisi varmış galiba, öyle tuhaf bir şey. O değil de reklamlarını görünce dişi karakter açıp oynayasım geldi, 2020 yılında 22 yaşında insanım, Metin2'de kız hesabı açıp milleti soyan ergenlere döndüm aq, resmen empati kurmaya başladım onlarla. Üyelik müyelik için bir sürü soru sormuşlar, onu doldurmaya üşendim de kendimi uzak tutabiliyorum Allahtan. "Üşengeçliğin hiçbir yararı yoktur, safi zarardır" diyenler utanırlar mı, sanmam. (Hep bu kalıbı kullanmak istemişimdir)

Geçen gün SpaceX fırlatıldı ya hani, aklımda yeniden uzay çalışmalarıyla ilgili bir düşünce oluştu. Gidilsin tabii araştırılsın, koloni vs. kurulsun falan da... Bu koloni çalışmaları, yaşanabilir gezegen araştırmaları falan bana şunu demenin bir başka yolu gibi geliyor: "Bizim dünyanın içine etmeyi bırakmaya niyetimiz yok, tamamen yaşanamaz olunca kaçıp gideceğiz, siz burada birbirinize bakarsınız artık." Ha Mars'a bir turistik gezi fikri heyecan verici tabii.

Bir yerlere bengütaş gibi bir şey koyasım var. Sebep? Birincisi yüzyıllar sonra "Lan bu tarihte böyle bir şeyin kaydı yok, böyle bir alfabenin kaydı yok, ne lan bu?" diye tarihçiler, arkeologlar şaşırsın, Amerikalılar "Kesin uzaylılar m. koyiim" desin diye. İkinci sebep biraz daha özel: Kalıcı bir şeyler bırakmak istiyorum. Aslında Sahte Kahramanlar'ı yayınlatmaya birazcık olsun umudum olsaydı bu fikri ciddi ciddi düşünmezdim, bir kitap gayet kalıcı bir şeydir ama bırak yayınlamak, bu gidişle tamamlayabileceğimden bile emin değilim. İster yarın öleyim, ister yüz yirmi yaşına dek yaşayayım. Kalıcı bir şeyler bırakmayı neden istiyorum? Ardımda, bir zamanlar var olduğuma dair bir kanıt bırakmak istiyorum çünkü. Eminim ki köhne bir apartman dairesinde yapayalnız geberip gideceğim ve ölümümden on yıl sonra kimse adımı hatırlamayacak, sanki hiç var olmamışım gibi. Düşünsenize, şimdiye kadar milyarlarca insan yaşadı ama çok iyi, çok kötü ya da alışılmadık bir şeyler yapanlar haricinde hiçbirinin adını bilmiyoruz. Sanki o kişiler hiç var olmamışlar veya NPC gibi bir şeylermiş gibi, kimse onları umursamıyor. Aslında kahramanca ölmek isterdim ama onların bile çok azını hatırlıyoruz. Neden bengütaş? Bu blog sonsuza kadar var olamaz, ölümümden belki birkaç ay, belki de yüz yıl sonra olacak bilmiyorum ama eninde sonunda internet çöplüğünü boylayacak. Bütün kayıtlarım, dışavurumlarım yok olup gidecek. Eşyalar kırılır, atılır, hatta yakılır; duvarlar yıkılır, metal objeler eritilip başka işlerde kullanılır... Toprak ve ağaç zaten söz konusu değil. Eh, efsanevi bir kişilik olma ihtimalim de yok gibi duruyor yani sözlü aktarımı, havaya yazmayı da unutabilirim. Kayalar ve dağlar ufalanır ve sonunda toz ve kuma dönüşür, yine de onların üstüne kazınmış şeyler o kadar kolay unutulmaz. Esaretin Bedeli'ni izlediyseniz (hayır ben epey geç izledim de o yüzden "kesin izlemişsinizdir" diyemiyorum) "Brooks was here" psikolojisinde gibiyim biraz. Tabii o ahşap bir kolonu kalıcı sandı veya benim kadar uzun süre değil, sadece birazcık daha hatırlanmak istiyordu, bilemiyorum. Her halükarda ahşap bir kolon benim işime yaramıyor. Yangın musluğunun patentinin yangında yandığı bir dünyada yaşayan bizler, biraz olsun kalıcı olmak istiyorsak taş gibi şeyleri kullanmalıyız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder