İnternet bana kafayı yedirtmeye devam ediyor. Bugün sabahtan beri yoktu yine, hayır modeme ulaşabilsem kapatıp açacağım, bir şeyler yapacağım ama ev sahibiyle aynı interneti kullanıyorum, o da evde olmuyor. Hayır dört sene bu adada olacağım belli, neden internet almadıysak ilk başta. Tv açayım dedim, orada zaten bir halt yok. Sahte Kahramanlar'a devam edemiyorum, başka bir şeyi biraz ilerlettim. Aklıma fikir falan da gelmiyor evin içinde.
Bu arada Majutsu no Index'i izledim, artık çok mu sıkılıyordum yoksa ilk izlediğimde zaten ne açarsam açayım pek hoşlanmayacak mıydım bilmiyorum, gayet akıyor. Kendimi durdumasam ilk sezonu bitirecektim, bunun daha ay sonu var. Bir de zamanında Index'in ilk bölümüne ortasından başlamışım, onu fark ettim. Hatta bir süre "Lan acaba ben başka bir sezondan mı izlemeye başladım da onun için sıkıldım?" diye sorguladım. Oynatıcı bozuktu herhalde. Sezon demişken izleme sırası olayından bahsetmek istiyorum: Monogatari serisi, Fate serisi gibi seriler kronolojik olay sırasına göre değil çıkış sırasına göre izlenir, o sırayla çıkarmalarının bir sebebi var. Ha Fate hakkında "Zero'yu izle geri kalanını izleme" diyebilirsiniz, o konuda sıkıntı yok.
Aslında bu internet kesintileri kitap okumam açısından verimli olabilirdi, eğer dünkü kesintide zaten az sayfası kalmış Ütopya'yı bitirmeseydim.
Mount & Blade: Bannerlord'un erken erişiminde neler olmayacağına dair bir video izledim, enteresan bir durum; şöyle ki: O sayılan şeyleri çıkarınca geriye zaten Warband kalıyor, lan siz onca sene şirkette oturup ne yaptınız o özellikleri daha eklemediyseniz? Warband'ın aynısına niye 150 TL verelim ulan?
Bugün yine sabahtan beri internet yoktu, yok mu ulan bu modemin uzaktan kumandası falan? Ev sahibi üçte geliyor, her gün her gün kapıyı çalıp "Ya internet çekmiyor da" mı diyeceğim ulan? Yok mu şu aq modemini kendim kapatıp açmamın bir yolu? Zaten o saatten sonra bir halt da izlenmiyor, takılıp duruyor. "İnternet kanser yapıyor" derlerdi de inanmazdım, böyle yapıyormuş meğer, radyasyondan falan değil! Bu ne ulan? Böyle ikide bir kesilip duracaksa hiç internet vermeyin olsun bitsin, bu neymiş ama ya! Ben sizin yapacağınız işin de ver(m)eyeceğiniz hizmetin de ta amına koyayım ama; yeter lan! Üç gündür, yarın da aynı aq şeyi olacak kesin. Yok mu bu modemi kendim açıp kapamamın yolu? Üçe kadar internet yok, e üçten sonra? Bir şey yapılamıyor o internetle! Bu neymiş ama artık ya, hiç vermeyin siz de kurtulun ben de kurtulayım. Zaten kaşıkla veriyorsunuz aq interneti ay sonunda bir sayfa yarım saatte açılıyor, bir de ikide bir kesiliyor ya!
İki kelime sinirimi bozuyor, bu ikisine bir karşılık bulmak lazım. Birincisi "berry." Gerçekten berry denen şeyleri tanımlamak için bir kelimeye ihtiyaç var, Türkçeye genelde "çilek" ya da "böğürtlen" olarak çevriliyor, bazen de üzüm ya da dut; ama bu dört meyve de farklı meyveler ve İngilizceleri sırasıyla şöyle: Strawberry (saman "berry"si), blackbarry (siyah "berry"), grape (bunun adında berry bile yok ama "üzüm" çevirisi çayüzümü ve bektaşiüzümü gibi meyvelere atıfla yapılan bir çeviri olduğu için o ikisinin çevirisi: blueberry - mavi "berry", gooseberry - kaz "berry"si), mulberry (buradaki "mul" Latince "morum"dan geliyormuş, onun anlamı da aşağı yukarı "berry" ile aynı). Aromadan falan bahsederken "orman meyveleri" ya da "kırmızı meyveler" de deniyor. Şu var ki: Üzümle, çilekle ya da böğürtlenle karşılayamazsın bu kelimeyi. Yabanmersini, ahududu, kurtüzümü, çilek, ayıüzümü, acai üzümü, kızılcık, üzüm, mürver, kahve, Frenk üzümü, dut, böğürtlen, guava, kara hurma, keklik üzümü, çayüzümü, kivi, çitlembik, hanımeli, kekreyemiş, demirhindi... Bunların hepsi "berry" kapsamında, isimlere bakınca "üzüm" doğru çeviriymiş gibi geliyor ama normal üzümle farkını nasıl açıklayacağız?
İkincisi machete. Bu da pala falan diye çevrilir ama bırak karşılamayı, dış görünüş benzerliği dışında pala ve machete'in herhangi bir ilgisi yok. Pala bir kılıçtır, machete ise bıçak bile sayılmaz, balta gibi bir şeydir. Pala bildiğin adam doğramak içindir, machete ise odun kesmek için. "Ağaç palası" falan diye çevrilebilir belki.
Adaya gelirken biraz vaktim vardı, çoğunlukla koşuşturmalı, alelacele oluyor, Çanakkale'yi görmüşlüğüm yok neredeyse. Neyse, biraz vaktim vardı, Kilitbahir Kalesi'ne baktım. Gerçi yine çok uzun zamanım yoktu, tamamına bakamadım; sarı kuleyle ana kuleyi gezdim. İki şey ilgimi çekti; birincisi bir kalkan vardı, bayağı küçüktü. Türk kültüründe zaten küçük kalkanlar olduğunu biliyordum ama o kadar küçük kalkanı hayal bile etmemiştim daha önce, keşke fotoğraf çekseydim. Bir tane yayın fotoğrafı var, kalkanın fotoğrafını çekmedim. Bir de bir balta ucu vardı, savaş baltası falan değil ha, bildiğin odun baltası. Böyle süslü, güzel bir şeydi; yani bir eskinin bildiğin odun baltasına bakıyorum, bir şimdiye bakıyorum... İşleme, süsleme, bunlar ya yok ya da saçma sapan şekillerde göz kanatan biçimlerde var etrafımızda. Orada çektiğim tek fotoğraf, bahsettiğim yay:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder