Tamam, yine bir paragraf yazıp başka konuya geçeceğim, eğer başka konu bulursam. Şöyle de bir şey var ki bunu da yaparsam "Yeni çıkan animeler hakkında yorum blogu" gibi bir şeye dönecek burası ama yapacak bir şey yok. Itai no wa Iya nano de Bougyoryoku ni Kyokufuri Shitai to Omoimasu'ın konusunu okuduğumda tam olarak şöyle düşündüm: Tate no Yuusha ile SAO'yu birleştirmişler, daha fazla izlensin diye de ana karakteri kız yapmışlar ("Nasıl etkisi var ki?" demeyin, bir şekilde etki ediyor. Sevimli kız olunca daha fazla erkek izleyici çekiyor anime, aynı sebepten karakterleri tamamen kızlardan oluşan animelerin -örneğin Love Live, İdolm@ster; ikisi de idol animesi ama aklıma ilk gelen örnekler bunlar.- hayranları genellikle erkek olur mesela. Tam tersi de geçerli: Free'nin hayranlarının çoğu kadındır örneğin. Bu iş konu spor animeleri ve shounenlere gelince biraz daha farklı işliyor gerçi ama konumuz bir günlük hayattan kesitler animesi). Nitekim tam da beklediğim şeyle karşılaştım, şey, biraz daha fazlasıyla. Kirito'yu doğrudan alıp kıza çevirerek kullanacaklarını hiç hayal etmemiştim mesela. Gerçekten öyle yapmışlar. Aha Kirito:
Aha aminlik isimli bu yeni animenin (adı böyle olduğuna göre kesin ranobe olarak ortaya çıkmıştır bu) ana karakteri Maple (oyundaki adı bu, gerçek adı Kaede):
Saç şeklini bile değiştirmemişler arkadaş! İlk bölüm gayet eğlenceli bu arada; böyle gevşek, pek bir iddiası olmayan, çerezlik animeleri seven biri olarak izleyeceğim. Çeviri yarım bırakılmazsa bitiririm de.
Şu an bir karar aşamasındayım. İşin iyi yanı, duygusal olarak pek zayıf olmadığım bir karar aşaması bu. Karar vermem gereken şey şu: En tepeye çıkmak uğruna metropolde kendime eziyet mi etmeliyim yoksa normal bir şehirde, kendime yetecek kadar yüksekliğe razı mı olmalıyım? Fransa'nın, İspanya'nın köyünde Dünyanın En İyi 50 Restoranı listesine giren, Michelin yıldızlarını dizmiş restoranlar var, bu şu demek: Yurtdışında köyde bile olsan en tepeye çıkma imkanın var. Türkiye'deyse en tepeye çıkabilmek için ya o şeyi profesyonel olarak yapan tek kişi olmalısın (bkz. Karidesevi) ya da İstanbul'da iş yapmalısın. Ankara'da, başkentte bile en tepeye çıkma imkanın pek yok. Tabii konsept için İstanbul'a mecbur değilim; herhangi bir konsepti Antalya'da, İzmir'de, Ankara'da vs. de uygulayabilirim. Neyse, bunun sonunda içgüdüsel bir karar vereceğim herhalde. Aslında bu karar aşamasında pek de sinirli ya da korkak durumda değilim, gayet iyiyim... Sonuçta, iki türlü de mutlu olacağım; sadece hangisinin beni daha çok mutlu edeceğine karar vermem gerekiyor. Bakalım, bu kez hayatımı nasıl mahvedeceğim? assajlkasfk
Ev malzemeleri, ev malzemeleri... Beton sevmediğimi biliyorsunuzdur herhalde. Tamam, biraz başa alalım, böyle "pat" diye daldık konuya. Yaşamak istediğim ev hakkında düşünüyordum. Betonu sevmediğimi biliyorsunuzdur... Taş evleri seviyorum; hani taştan yapıldığı belli olan, sanki üst üste taş dizmişsiniz gibi görünen evlerden bahsediyorum. Mermer evlere de tamamım, böyle oyulmuş gibi gözüken, beyaz ya da sarımsı evler. Şu aşağıdaki gibi evler:
Kerpiç, öyle aşırı sevdiğim bir malzeme değil; ama betondan iyidir. İşlenmemiş odundan yapılan çantı evler bayağı güzel duruyor, epey de seviyorum ama bütün hayatımı öyle bir evde geçirmek istediğimden emin değilim.
Yine en iyisi ahşaptan yapılan evler, odundan değil de keresteden yapılanlar hani. Sonuç çok da şaşırtıcı değil, ahşap evleri sevdiğim sır değil sonuçta.
Feci bir yükseklik korkum var. Küçüklüğümde ne zaman koltuk tepesine falan çıksam "Düşersin" deyip alırlardı, sebebin o olduğunu düşünüyorum şahsen. Alt tarafı koltuğun tepesine çıkan çocuğa ikide bir "Düşersin" dersen o da yirmi yaşında ikinci katın balkonundan bakamayan biri haline gelir tabii! Travma bunlar! Bilimsel konuşuyorum ben! Hız ve yükseklik bunun temel sebebi ama lunapark aletlerinden de korkuyorum. Gondol olsun, hız treni olsun... Bir çarpışan arabalarla sorunum yok, bir de atlıkarıncayla.
"Hoca" kelimesinin anlamını bilmeyenler var. Ciddi ciddi hocanın imamla eş anlamlı olduğunu düşünenler var. Öncelikle İmam Arapçadır ve "Namaz kıldıran kişi" demektir. Hoca ise Eski Türkçe Koca'dan gelir (etimolojisine bakmadım ama o da muhtemelen Soğdca kökenlidir) ve kelime anlamları "alim, bilge"dir, "yaşlı (kimse), aile büyüğü" anlamları da vardır; "hoca" kelimesinin genel tanımı "Bir şeyler öğreten (kişi)"dir. Hocayı okulda ders bilgileri veren öğretmen için de, size bir spor öğreten ya da sporda rehberlik eden eğitmen için de (öğretmenle eğitmen arasında da fark var, eş anlamlı değil onlar), camide size dini bilgiler veren imam, vaiz ve müezzin için de hayatın anlamını aramanıza yardımcı olan bir filozof için de hatta size ufacık bir bilgi vermiş herhangi bir kişi için kullanabilirsiniz. Hocanın aslı olan Koca kelimesi ayrıca Oğuz Yabguluğu'nda bir soyluluk unvanı olarak da kullanılmıştır ("bey" ile aşağı yukarı aynı düzeyde, belki biraz daha yüksek bir durumu ifade eder) ve daha eski devirlerde kamlar için de kullanılırdı. Bu açıdan "Hoca" İngilizcedeki "teacher" (öğretmen) ya da "trainer" (eğitmen) kelimelerini tam olarak karşılamaz ama misal Japoncadaki (merak etmeyin, dünya üzerinde yaşayan herkesin bildiği bir kelime geliyor) "sensei" kelimesini tamamen karşılar.
İnternette yay denen silahın nasıl yapılacağına, neresinde ne kullanılması gerektiğine ve başka ne kullanılabileceğine dair her türlü bilgi var. Yani sadece internetten araştırarak bir yay yapmak mümkün. Ne var ki hiçbir yerde hangi libre için ne yapmamız gerektiğine dair bilgi yok, sadece ölçmeye dair birkaç video var. Sonuçta "Yayı yaptık, bakalım kaç libre bu?" diye işlemiyor ki bu iş, "Hadi X libre bir yay yapalım" diye işliyor. Ben mi yanlış biliyorum? Yay yapanlar o zaman neden sipariş alırken libreyi soruyorlar? Ezkaza uygun librede bir yay yaparlarsa mı gönderiyorlar, nedir? Nasıl ayarlanıyor arkadaş o, illa kemanger kursuna mı gideceğiz? Hadi diyelim gitmeye karar verdik, kursu nereden bulacağız? Bu konuda ciddi bilgiye ihtiyacım var benim, bulamıyorum hiçbir yerde. Kesin kullanılan malzemenin kalınlığı ve sertliğiyle alakalıdır ama deneme yanılma yapacak kadar sabrım yok, hadi sabrettim diyelim (inat edersem sabredebiliyorum, sadece çoğu şeyi sabretmeye değer görmüyorum; sabretmeyi de son derece uğraştırıcı buluyorum) o deneme yanılmada da harcayacağım malzemelerin parası var, sonuçta akçaağaç şeridi olsun, manda boynuzu olsun, koyun kemiği olsun, sığırın aşil tendonu olsun, balık hava kesesi olsun, ipek olsun pek de ucuz malzemeler değiller. Parasını geçsem bile öyle "ha" deyince bulunabilen malzemeler değiller. Hadi bulduk diyelim, biyokompozit bir yayın hazır olması en üç ay, istenen verim için bir yıl, doğru düzgün bir yay için iki yıl sürüyor! (Lamineler bir haftada hazır oluyor, onların durumu farklı) O deneme yanılmaya ömür mü yeter? Hayır neden söylemiyorlar bunu anlamadım ki, sır mı bu? Kemanger sırrı mı, nedir? Niye her bilgiyi veriyorsunuz da bunu es geçiyorsunuz ulan! Bilmiyorsunuz da içgüdüsel olarak mı ayarlıyorsunuz libreyi?
Geçen (ya da bir önceki) yazıda artık çizim yapmadığımı söyledim diye hatırlıyorum. O sırada es geçmişim ama özellikle derste sıkıldığımda kılıç ve akvaryum balıkları başta olmak üzere bir şeyler karalıyorum. Birkaç yay tasarımı çizmek üzere elime defter alınca aklıma geldi. Ulan ne güzel sıkıntısızdım, şu libre işi kafayı yedirtti bana. Nereden aklıma geldiyse... Hayır yani yay yapmak çok mu gerekliydi, al bir tane olsun bitsin! Hayır bir de başka bir şeylere ilgi duyamaz mıydın? Ne bileyim gitar çalmak, futbol oynamak falan? Yok, illa okçuluk, akvaryum... Nerede doğru düzgün bilgisi bulunmayan, yayılmamış şey varsa o! DIY hastalığı da var bende, iç filtreyi bile kendim yapmayı deneyebilecek bir profil çiziyorum. Hayır yani bu libre olayını anlamaya çalışacağıma gider bir tane artık Grozer base mi alacağım biyokompozit mi alacağım ne alacaksam alırdım ama benim gibi takıntılı biri için işler tam olarak öyle yürümüyor. Kendim bir şeyler yapmak istiyorum.
Bu arada kendime geldim, artık bir şeyler yapacağız, duruma göre bakacağız... Neyse, aklıma başka konu gelmiyor ama en az bir paragraf daha yazmadan yayınlamam bunu ben.
Tamam, yukarıda bayağı sert çıkışmışım ama ben yay ustası olsam ben de librenin nasıl ayarlanacağını söylemezdim muhtemelen, buradan bütün kemangerlerden özür diliyorum. Bu arada Türkiye'nin ilk yay ustalarından birinin röportajına denk geldim bu libre işini araştırırken, bilmediğim epey şey varmış. Lamine kepazelerin yanı sıra boynuzlu, yani mürekkep, yani biyokompozit kepazeler varmış mesela, Osmanlı döneminde Edirneli kemangerlerin yayları İstanbullu kemangerler tarafından beğenilmezmiş (tam olarak böyle demiyor da aşağı yukarı bu anlama geliyor), Bosnalı kemangerler akçaağaç yerine elma ağacı kullanırlarmış...
Genelde Türk anime (Facebook grubundan bahsetmiyorum) camiasında Tokyo Ghoul fanlarının kanser olduğuna dair bir görüş hakimdir. Şimdiye kadarki gözlemlerimden şunu açıkça belirtebilirim ki: Overlord'un da One Punch Man'in de fanlarının kanserliğinin yanında TG'ciler melek gibi kalıyor. İki grup da bütün hayatını "Tek atar" üzerine kurmuş aq. Parmağını bile oynatmadan sadece istemesiyle karşısındakini öldürebilecek karakterler (Örnek: Suzumiya Haruhi), kişiden bütün güçlerini alıp onu çöpe çevirebilen karakterler (Örnek: FMAB'daki Truth) var; ama bunların fanlarına göre ana karakterin yenemeyeceği herhangi bir karakter yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder