Bir dilin değişimi ve diğer dillerle etkileşimini durduramazsınız. Yapabilmeniz için; çok katı kuralları olan ve izole bir yerde bu dili yaşatmanız gerekir. Dillerin birbirinden alıp-verdiği kelimeler, dil henüz ortada yok ikenki döneme de ait olabilir. Örneğin Ural-Altay kök dili, Tay-Kaday kök dilinin Sinik ağzından (Diller önce ağızlara, sonra şive, sonra lehçe, en son da dillere dönüşür) bir kelime almış olsun. Bu kelime, diller ilk ayrılırken bile değişime uğrayacaktır ve o diller ilk oluştuğunda dilin içinde halihazırda yer edecektir, yani o dile ait kabul edilecektir. Kelimelerin okunuşu için de aynısı geçerli; TDK dayatmacılığı bizi bir yere götürmez. Kelimeler çeşitli nedenlerle değişir. Kendi kendine değişir, bir dil sürçmesi yaygınlaşır ve değişir, başka bir dilden ses yapısı benzeyen bir kelime alınıp onun yerine konur... Kim "eşofman" kelimesinin "eşortman"a, "şarj" kelimesinin de "şarz"a dönüşmediğini savunabilir? Mesela Latin alfabesi gibi katı kuralcı bir alfabe değil de Arap-İbrani alfabeleri gibi noktadan işaretten farkların yapılabildiği bir alfabeyi ya da Çinliler gibi tek bir harfin yüzlerce okunuşunun mümkün olduğu bir alfabeyi kullansaydık; bunlar çoktan o hale dönüşür ve kimse "yazılışı bu" diye zorlayamazdı. Bir de, gitgide kaybolan bir Ğ harfimiz var; malum. Bu harfin olduğu kelimelerde bu sesi çıkarmıyor, küçük bir es veriyor ya da "y" diyoruz. Kim Ğ harflerinin çoktan yok olmadığını savunabilir? Hemen hemen her dilde yer almasına rağmen TDK'nın ve harf devriminin Türkçede yok kabul ettiği (ki vardır) Q, W, X harflerinin bu "yok kabul etme" olayından sonra gerçekten yok olmadığını? Qadın değil Kadın, Xatun değil Hatun, (Ki bu iki kelimenin de köken kelimesi Qatun'dur, daha önce söylemiştim), Kawuşmak değil Kavuşmak diyoruz; değil mi? (Aslında, Kawuşmak kelimesini hala aslı gibi söyleyenler var ama azınlıktalar ve Günümüz Türk Latin alfabesi bu sesleri tanımıyor. Aslında, Türklerin kullandığı alfabelerden çoğu bazı sesleri tanımama üzerine kuruludur. Göktürk alfabesinde C ve Ç aynı harfle gösterilir, V harfi B ya P ile, W harfi Ğ, boşluk damgası ya da OU ile, X ve H harfleri Q harfiyle, F harfi duruma göre boşluk imi ya da P ile gösterilirdi. İlk Uygur alfabesinde W ve V'yi gösteren bir damga, J'yi gösteren bir damga, Y ve İ için tek damga, K ve G için tek damga -Ki bu Hangeul dediğimiz günümüz Kore alfabesinde de olan bir durumdur-, B ve P için de tek damga görürüz. Sonra zaten Arap alfabeleri... Ondan sonra da Kiril ve Latin. Arap kökenli alfabeler ses ve imge bakımından çok zengin, bu yüzden bir sorun çıkmıyor. Çoğu harfin asıl ses değeri dahi kullanılmıyor. Kiril ve Latin alfabeleri ise katı kuralcı alfabeler; hiç bir kuralı çiğneyemezsiniz. Göktürk ve Uygur alfabeleri eksiltili-birleştirici alfabelerdir, Arap alfabesi aşırı sesli gereksiz fazlalık alfabesi sınıfına girer -Aslında o harfleri icat edenler tüm sesleri kullanıyor; bizim kimine dilimiz dönmüyor, kimi toplumda öyle yerleşmiş-, Kiril ve Latin alfabeleri de aşırı kuralcı alfabe sınıfına girer. Ama aşırı kuralcı alfabeleri; tam da hiçbir kuraldan taviz vermedikleri ya da her sesi ayrı ve net ifade ettikleri için öğrenip kullanması diğer alfabe türlerine göre daha kolay.)
Mesela "okuldan kaçmak" kelimesi "okuldan kaymak"a dönüşmüştü Balıkesir'de. Ç ve Y alakasız gibi görünebilir; ama ikisi de yerine göre sert, yerine göre yumuşak sessizler.
Neyse... Yani diyorum ki bu katı kuralcılığa son vermeli. Diller de insanlar gibidir; doğarlar, gelişirler, büyürler, çocuk sahibi olurlar, hastalanırlar, "kaçırılırlar", ölürler, mezarlarında dua edenleri, mezar taşlarını okuyanları olur... Ama artlarında birçok yeni dil bırakıp giderler. Bizim bugün Karadeniz ağzı dediğimiz Türkiye Türkçesi şivesinin Karadeniz'de konuşulan ağzının ileride kendi başına bir dil olmayacağının garantisini kim verebilir? Unutmayın ki yeryüzündeki en alakasız diller bile tek bir dilden türedi. Mesela Azerbaycan Türkçesi ve Türkiye Türkçesi. İkisi de Oğuz Lehçesinin şiveleri. İkisinin de kendi içinde ağızları var. Ama her iki dilde eskiden tekti. Çince... İçinde yüzlerce birbiriyle ilk bakışta hiçbir alaka kurulamayan dil barındırır... Bu dillerin hepsi tek bir dilden, Öz Çince'den çıkıp türedi. Belki başka dillerden de bolca etkilendiler; evet... Ama sonuç olarak özleri aynıydı. Mesela yurtdışında doğup büyüyenlerin konuşması garip algılanır. Ancak kim bunun bir kaç yüzyıl sonra Almanca ve Türkçe karışık bir dil olmaktan çıkıp ikisinden birinin bir lehçesi haline gelmeyeceğini savunabilir? (Bulgarca da ilk başta Türkçe-Slavca karışık bir dildi ama şimdi Slav dilleri içinde apayrı, kendi kuralları, kendi grameri, kendi fonetiği olan bir dil.)
Dillerin ölmesine de engel olamayız. Ancak dili korumak için onu "yaşlanmaktan" ve dolayısıyla "hayattan" men eden şeyler yapmamalıyız... Dilimiz öldüğünde, başka bir dile sarılmak yerine onun bize miras bıraktığı dile sarılmalıyız...
Ya da bambaşka bir örnek vereyim: İnternetin farklı köşelerinde farklı jargonlar oluşmuş durumda. Anime jargonu var, Kore dizisi jargonu var, akvarist jargonu var, egzotik hayvan jargonu var, inci jargonu var, ekşi jargonu var, uludağ jargonu var, itü jargonu var, (Evet, dördüne birden "sözlük jargonu" diyebilirdim ama Allah rızası için kim inci jargonuyla ekşi jargonunun aynı kategoriye alınacak kadar benzediğini iddia edebilir?) mesleki jargonlar var... Mesleki jargonları geç bir kenara şimdi... Anime jargonu: Japonca, Türkçe karışık konuşmalar. Anime terimleri vs. bir süre sonra tamamen bilinçaltınıza yerleşiyor zaten. Kore dizisi jargonu için de aynısının Korece versiyonu geçerli. Akvarist jargonu... Balıklara, markalara, etkilere... Binlerce isim var... Sırf şu jargondan sıfırdan bir dil üretebileceğimizi iddia ediyorum! (Tabii kelimelerin anlamlarını esnetmek gerekecek). Mesela "canlı doğuran" deyince bir başkası normal doğum yapan biri ya da bir şeyi algılar ama akvarist jargonunda yumurtalar suya değer değmez açılan balıkları tanımlayan bir jargondur. Neyse... Demek istediğim: Bütün bu jargonların ileride içerik genişleterek ayrı diller olmayacağının garantisini kim verebilir? Ölen dil, batan bir gemi değildir. Ölen dil, kentsel dönüşüme girip yıkılan bir binadır.Yerine her zaman için yenisi gelir. Ancak bu yenisi, başka bir dil mi olacak; yoksa batan geminin malları mı kurtarılacak? Ha, bana sorarsanız; elbette dilleri yaşatabildiğimiz kadar yaşatmayı tercih ederim. Bu çok büyük bir hazine; ama sırf dili kurtaracağız diye buharlı gemiye yelken dikmeye gerek yok. (Aha ulan, yeni bir deyim buldum. Alın, tepe tepe kullanın... Ya da kullanmayın; bana ne? Benim blogda yazdığım da ayrı bir jargon sonuçta...) Dili kurtarmak için yapılacak şey onun akışı önüne baraj kurup sonra da kurutarak şişeleyip satmak değildir. Dili kurtarmak için yapılması gereken şey doğal akışına izin vermek ve kendimiz de onunla beraber akmaktır. (Bak, mesela bu cümlede anlatım bozukluğu oldu; ama ya milyar yıl sonra asıl bileşik cümle yapısı bu hale gelirse?)
Ha, egzotik hayvan jargonu... Neredeyse her canlıya İngilizce, olmadı Latince adıyla söylüyorlar. Olaya morph filan giriyor bir de ki tam cümbüş! Ha, durup dururken size "kelime ithal edin" de demiyorum. Eğer Türkçede gerçek, zamanla ve kendiliğinden oluşmuş bir karşılığı varsa onu kullan... Mesela "geko" yerine "keler" de. Dili korumak için yapılması gereken budur; aksi halde yolun akışını -istemeden de olsa- tıkamış olursunuz ve en sonunda çıkan taşkında boğularak ölürsünüz. Taşkının faturası elbet daha berbat olacaktır: Hiçbir şekilde çözülemeyen bir dil yumağı...
Neyse... Sözün özü; dil su gibidir, ikisi de akar yolunu bulur... Ve eğer yolunu tıkarsan taşkın seni yutar götürür...
Mesela "okuldan kaçmak" kelimesi "okuldan kaymak"a dönüşmüştü Balıkesir'de. Ç ve Y alakasız gibi görünebilir; ama ikisi de yerine göre sert, yerine göre yumuşak sessizler.
Neyse... Yani diyorum ki bu katı kuralcılığa son vermeli. Diller de insanlar gibidir; doğarlar, gelişirler, büyürler, çocuk sahibi olurlar, hastalanırlar, "kaçırılırlar", ölürler, mezarlarında dua edenleri, mezar taşlarını okuyanları olur... Ama artlarında birçok yeni dil bırakıp giderler. Bizim bugün Karadeniz ağzı dediğimiz Türkiye Türkçesi şivesinin Karadeniz'de konuşulan ağzının ileride kendi başına bir dil olmayacağının garantisini kim verebilir? Unutmayın ki yeryüzündeki en alakasız diller bile tek bir dilden türedi. Mesela Azerbaycan Türkçesi ve Türkiye Türkçesi. İkisi de Oğuz Lehçesinin şiveleri. İkisinin de kendi içinde ağızları var. Ama her iki dilde eskiden tekti. Çince... İçinde yüzlerce birbiriyle ilk bakışta hiçbir alaka kurulamayan dil barındırır... Bu dillerin hepsi tek bir dilden, Öz Çince'den çıkıp türedi. Belki başka dillerden de bolca etkilendiler; evet... Ama sonuç olarak özleri aynıydı. Mesela yurtdışında doğup büyüyenlerin konuşması garip algılanır. Ancak kim bunun bir kaç yüzyıl sonra Almanca ve Türkçe karışık bir dil olmaktan çıkıp ikisinden birinin bir lehçesi haline gelmeyeceğini savunabilir? (Bulgarca da ilk başta Türkçe-Slavca karışık bir dildi ama şimdi Slav dilleri içinde apayrı, kendi kuralları, kendi grameri, kendi fonetiği olan bir dil.)
Dillerin ölmesine de engel olamayız. Ancak dili korumak için onu "yaşlanmaktan" ve dolayısıyla "hayattan" men eden şeyler yapmamalıyız... Dilimiz öldüğünde, başka bir dile sarılmak yerine onun bize miras bıraktığı dile sarılmalıyız...
Ya da bambaşka bir örnek vereyim: İnternetin farklı köşelerinde farklı jargonlar oluşmuş durumda. Anime jargonu var, Kore dizisi jargonu var, akvarist jargonu var, egzotik hayvan jargonu var, inci jargonu var, ekşi jargonu var, uludağ jargonu var, itü jargonu var, (Evet, dördüne birden "sözlük jargonu" diyebilirdim ama Allah rızası için kim inci jargonuyla ekşi jargonunun aynı kategoriye alınacak kadar benzediğini iddia edebilir?) mesleki jargonlar var... Mesleki jargonları geç bir kenara şimdi... Anime jargonu: Japonca, Türkçe karışık konuşmalar. Anime terimleri vs. bir süre sonra tamamen bilinçaltınıza yerleşiyor zaten. Kore dizisi jargonu için de aynısının Korece versiyonu geçerli. Akvarist jargonu... Balıklara, markalara, etkilere... Binlerce isim var... Sırf şu jargondan sıfırdan bir dil üretebileceğimizi iddia ediyorum! (Tabii kelimelerin anlamlarını esnetmek gerekecek). Mesela "canlı doğuran" deyince bir başkası normal doğum yapan biri ya da bir şeyi algılar ama akvarist jargonunda yumurtalar suya değer değmez açılan balıkları tanımlayan bir jargondur. Neyse... Demek istediğim: Bütün bu jargonların ileride içerik genişleterek ayrı diller olmayacağının garantisini kim verebilir? Ölen dil, batan bir gemi değildir. Ölen dil, kentsel dönüşüme girip yıkılan bir binadır.Yerine her zaman için yenisi gelir. Ancak bu yenisi, başka bir dil mi olacak; yoksa batan geminin malları mı kurtarılacak? Ha, bana sorarsanız; elbette dilleri yaşatabildiğimiz kadar yaşatmayı tercih ederim. Bu çok büyük bir hazine; ama sırf dili kurtaracağız diye buharlı gemiye yelken dikmeye gerek yok. (Aha ulan, yeni bir deyim buldum. Alın, tepe tepe kullanın... Ya da kullanmayın; bana ne? Benim blogda yazdığım da ayrı bir jargon sonuçta...) Dili kurtarmak için yapılacak şey onun akışı önüne baraj kurup sonra da kurutarak şişeleyip satmak değildir. Dili kurtarmak için yapılması gereken şey doğal akışına izin vermek ve kendimiz de onunla beraber akmaktır. (Bak, mesela bu cümlede anlatım bozukluğu oldu; ama ya milyar yıl sonra asıl bileşik cümle yapısı bu hale gelirse?)
Ha, egzotik hayvan jargonu... Neredeyse her canlıya İngilizce, olmadı Latince adıyla söylüyorlar. Olaya morph filan giriyor bir de ki tam cümbüş! Ha, durup dururken size "kelime ithal edin" de demiyorum. Eğer Türkçede gerçek, zamanla ve kendiliğinden oluşmuş bir karşılığı varsa onu kullan... Mesela "geko" yerine "keler" de. Dili korumak için yapılması gereken budur; aksi halde yolun akışını -istemeden de olsa- tıkamış olursunuz ve en sonunda çıkan taşkında boğularak ölürsünüz. Taşkının faturası elbet daha berbat olacaktır: Hiçbir şekilde çözülemeyen bir dil yumağı...
Neyse... Sözün özü; dil su gibidir, ikisi de akar yolunu bulur... Ve eğer yolunu tıkarsan taşkın seni yutar götürür...